CRAFTY |Jungkook| ✓

بواسطة DiverseSisters

1.3M 99.2K 51.5K

Bangtan'ın geçici menajeri olmakta ne gibi bir sorun çıkabilirdi ki? |Tür: Komedi| Story by Divörz. Başlangı... المزيد

CRAFTY -1-
CRAFTY -2-
CRAFTY -3-
CRAFTY -4-
CRAFTY -5-
CRAFTY -6-
CRAFTY -7-
CRAFTY -8-
CRAFTY -9-
CRAFTY -10-
CRAFTY -11-
CRAFTY -12-
CRAFTY -13-
CRAFTY -14-
CRAFTY -15-
CRAFTY -16-
CRAFTY -17-
CRAFTY -18-
CRAFTY -19-
CRAFTY -20-
CRAFTY -21-
CRAFTY -22-
CRAFTY -23-
CRAFTY -24-
CRAFTY -25-
CRAFTY -26-
CRAFTY -27-
CRAFTY -28-
CRAFTY -29-
CRAFTY -30-
CRAFTY -31-
CRAFTY -32-
CRAFTY -33-
CRAFTY -34-
CRAFTY -35-
CRAFTY -36-
CRAFTY -37-
CRAFTY -38-
CRAFTY -39-
CRAFTY -40-
CRAFTY -41-
CRAFTY -42-
CRAFTY -43-
CRAFTY -44-
CRAFTY -45-
CRAFTY -46-
CRAFTY -48-
CRAFTY -49-
CRAFTY -50-
CRAFTY -51-
CRAFTY -52-
CRAFTY -53-
CRAFTY -54-
CRAFTY -55-
CRAFTY -56-
CRAFTY -57-
CRAFTY -58-
CRAFTY -59-
CRAFTY -60-
CRAFTY -61-
CRAFTY -62-
CRAFTY -63-
CRAFTY -64-
CRAFTY -65-
CRAFTY -66-
CRAFTY -67-
CRAFTY -68-
CRAFTY -69-
CRAFTY -70- |Final|

CRAFTY -47-

15.6K 1.2K 683
بواسطة DiverseSisters




ÖNCEKİ BÖLÜMDE;

"Bak, Jungkook." Sinirlenmemek için son birkaç dakikadır aldığım 34534 derin nefesten birini daha aldım. "Anlıyorum. Benden hoşlanıyorsun. Ama bu geçecek, anlıyor musun? Birbirimizden uzaklaştığımızda ve ilişkimiz resmiyete büründüğünde her şey geçecek. Benden hoşlandığını hatırladıkça gülüp geçeceksin."

Jungkook yavaşça, hiç acele etmeden bakışlarını kademe kademe parke zemine indirdi. Suçlu bir çocuk gibi görünüyordu. Elbette uzun boyunu, kaslı kollarını ve erkeksi çenesini işin içine katmazsak.

"Sorun da bu. Ben, artık senden hoşlanmıyorum Young." Gözlerini aniden kaldırıp benimkilere sabitledi. "Ben... sana aşık oldum."







Kaşlarım daha önce hiç olmadığı kadar çatılırken, korkuyla kasılan kalbim eşliğinde öylece kalakaldım.

Lanet, bu velet ciddi olabilir miydi?

Dünyada karşına çıkıp çıkabilecek en iğrenç kadındım. Yanında ne geğirmediğim ve de hayvan gibi tıkınmadığım kalmıştı. Üyeleri de işin içine katarsak hiçbirinden sakladığım bir şey yoktu. Beni olduğum gibi biliyorlardı ki bu aşık olmayı bırak, benden nefret etmeleri için gayet yeterli bir sebepti. Tanrım, üstelik maknaeyi kendimden soğutmak için gerçekten de daha önce hiç yapmadığım kadar çabalamıştım. Tamam, kabul. Kısa sürmüştü. Ancak o kadar iğrençleşmiştim ki neredeyse ben bile kendimi sevdiğimden şüphe etmeye başlamıştım.

Bir süre umut içinde, ağzından çıkanların şaka olduğunu söylemesini bekledim. Fakat suratında dalga geçtiğine dair en ufak bir işaret yoktu. İri ve sulu gözlerini açmış, bir şeyler söylememi bekliyordu.

"Jungkook sen," diye fısıldayabildim sonunda. "Sen ciddi misin?"

Hala tam olarak idrak etmekte zorlanıyordum, imkansız geliyordu. Sonuçta o Bangtan'ın biricik maknaesiydi. Kendinden de küçük genç kızlar etrafında pervane oluyordu. Ben ise... bendim. Yavşak Jake bile -bile fazla aslında, ama hey ben sinirliyim- beni istememişti. Enkaz halindeki aşk hayatımın üstüne bir çöküntü daha eklenmişti.

"Ben... çok üzgünüm." diye mırıldandı.

"Üzgün müsün?"

Bu gece bana bir şeyler olmuş olmalıydı. Bir geri zekalı gibi karşımdakinin söylediklerini tekrar edip duruyordum.

"Evet," dedi. Şimdi tam da gözlerimin derinlerine bakıyordu. "Üzgünüm. Çünkü artık etrafında benden başka bir erkeğin dolanmasına izin vermeyeceğim. Hepsine haddini bildireceğim, gerekirse Jin Hyung'a bile." Aramızdaki birkaç santimi kısa bir adım atarak kapattı. "Her daim bir adım gerinde olacağım. Gözlerim sadece seni görecek. Ve üzgünüm, çünkü şu andan sonra beni kovsan bile peşinden ayrılmayacağım."

Dudaklarım önce şok içinde 'o' şeklini aldı, sonra duyduklarım karşısında şaşkına dönerek iki elimle ağzımı kapadım.

Jungkook, bana... gerçekten aşık mı olmuştu yani?

Kelimeler ağzından öyle bir dökülüyordu ki, ondan 6 yaş büyük noonasını gerçekten koruyabileceğine, gerçekten onun her daim bir adım gerisinde olabileceğine inanıyordu. Oysa haberi yoktu, şu an menajerliği bırakıp Kore'nin diğer ucuna göçsem aramızdaki bağ bir daha onarılmamak üzere kopardı. Çünkü o bir idoldü, benden çok daha büyük sorumlulukları, en başta hayranları vardı. Onları bırakıp gitmeyi göze alabilir miydi?

Hiç sanmıyorum.

Ama duyguları... o kadar temizdi ki ben, erkeklerden yana şansı hiçbir zaman yaver gitmeyen Pa Do Young, ona gerçekten inanmıştım.

"Bunu yapma, Jungkook." Adeta dibime girmişti ve ben bakışlarımı gözlerine bir türlü sabitleyemiyordum. Çünkü beni öpecekti, biliyordum. Ve bu sefer öncekiler gibi suratına tokatı yapıştırabilir miyim, emin değildim.

Hayır, sübyancı olduğumdan değil. Sadece... midemde kanat çırpıp duran mutant kelebeklerin yanına bir de bok böcekleri eklenmiş gibi hissediyordum ki bu hiç hayra alamet değildi.

Hafifçe gülümsedi. "Yapmayacağım, merak etme." Hızla geri çekilerek sırtını bana döndü, karanlık koridorda mutfağa doğru ilerlemeye başladı. "Hadi, çabuk ol. Geç olmadan şirkete gitmemiz gerek."

Odanın kapısını donuk bakışlarımla kapatıp sırtımı kapının pürüzsüz yüzeyine dayadım.

Bana ne oluyordu böyle?

Tamam, maknae geçen birkaç hafta içerisinde az da olsa ilgimi cezbetmeyi başarmıştı ancak şimdiki halim öncekinin dibinden, kıyısından bile geçmiyordu. Evet, bakışları ve iri gözleri beni biraz etkilemişti. Evet, yılbaşında olayların bildiğim tarafı hem utanmama hem de garip bir şekilde cesaretlenmeme neden olmuştu. Sanki biri arkamda Jungkook'u işaret ederek 'Hadi Young! Yapabilirsin!' diye bağırıp durmuştu. Ancak şimdi her şey farklıydı.

Şimdi Jungkook benden hoşlanmıyordu, bana aşıktı ve ben onu geçen 6 ay içerisinde zerre kadar tanıdıysam az önce iddia ettiğimin aksine kesinlikle pes etmeyecekti. Lanet olası bir inadı -ne kadar benimkiyle kıyaslanamayacak derecede olsa da- vardı. Benden 6 yaş küçük olan bu velet beni de kendine aşık edene kadar duracak gibi görünmüyordu.

Üstümdeki çirkin pijamalardan kurtulup düz siyah bir eşofman takımının içine girdim. Suratıma ise hemen hemen her zamanki gibi tek gram makyaj yapmadım. Sonuçta sabahın 3'üydü ve biz son zamanlarda Jake sağ olsun yanından bile geçmeye katlanamadığım fakir BigHit'e gidiyorduk. Neden güzel görünmek için çabalayacaktım ki?

Belki... maknae için?

Eh, henüz o kadar delirmediğime göre kendimi şanslı saymalıydım.

Şirket arabasına binerken aklımda hala bu düşünceler geziniyordu. Sürücü koltuğuna geçip motoru çalıştırdım. Hayatımda hiç olmadığım kadar gergin ve düşünceliydim. Birincisi, sevgililer gününde müstakbel sevgilim tarafından terk edilmiştim. Ve şimdi 6 aydır menajerliğini yaptığın Bangtan'ın maknaesi bana aşık olduğunu söylemişti. Üstelik bunu yaşıtlarının aksine hiç utanmadan yapmıştı. Aslında hayır, bu haddinden fazla özgüvenli olmasından kaynaklanmıyordu. Jungkook aslında çok utangaç bir veletti. Utanırken gözleri huzursuzca etrafta gezinir, boynu bükülür ve suratında aptal bir sırıtış oluşurdu. Hatta kimi zaman elini yumruk yaparak kuru kuru öksürürdü. Fakat az önce o kadar sakin ve ciddiydi ki... Ben mi sebep olmuştum buna? Geçtiğim dalgalar ve yaptığım atarlar bu çocuğu duyarsız birine mi çevirmişti?

Yoksa Jeon Jungkook geleceğin başarılı bir bad boy adayı mıydı?

Ah, pekala. Bunu kabul edemezdim. Çünkü şu hayatta nefret ettiğim 3 şey vardı:

Bir, Si Hyuk ve annem arasındaki gizemli ilişki. Henüz ne olduğunu çözememiştim ancak fena tahminlerim vardı.

İki, Bangtan'ın yaptığı eşek şakaları.

Üç, yani sonuncusu, bad boy triplerine giren ergen çocuklar.

Cidden, fazla itici değiller miydi? Eğer Jungkook da öyle biri olacaksa, aramızdaki ilişkinin başlamadan bittiğini ifade etmem gerekiyordu.

"Kalkmayacak mısın?"

Başımı kaldırdığımda maknaenin sürücü kapısının hemen yanında, dibimde dikildiğini gördüm. Tek kolunu arabanın tepesine yaslamıştı ve fazla ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu.

"İlk olarak maknae, söylemeliyim ki bad boylardan iğrenirim. Sorunlu biri gibi davranma. Ve ikinci olarak, hayır. Sonuçta bu araba benim. Bu yüzden direksiyonda ben varım."

Jungkook gözlerini yavaşça kıstı. Az önce bana aşık olduğunu söyleyen veletle aynı kişi olduğuna emin değildim.

"Bu araba senin değil. Bang Sensei'nin. Bu yüzden benim de sürme hakkım var."

Dudaklarımdan güçlü bir kıkırtı yükseldi. "Sen beni güldürdün ya maknae, tanrı da seni güldürsün."

Tek kaşı ukalaca havaya kalktı. Eğer böyle itici davranırsa açıkça söylemeliyim ki dayağı yiyecekti.

"Komik bir şey söylemedim. Gerçekleri söyledim. Ben de araba sürmek istiyorum artık. Ehliyeti aldım. Üstelik kendi arabam bile vardı, tabii sen 3 ay önce el koymadan önce."

Evet, doğru söylüyordu, vardı. Hatta geçen sevgililer gününde plakasından tanıdığım o arabaydı. Ancak el koyma fikri bana ait değildi. Jungkook o sıralar o kadar çok o gereksiz yere pahalı hurdayla ilgilenmişti ki Bang Sensei arabayı BigHit garajına kilitlememem konusunda kesin emir vermişti. Eh, ne kadar o koca göbekliden hoşlanmasam da emir emirdi. Sonuçta 3 kuruşluk maaşımı o ödüyordu. Fakat bu ayrıntıyı elbette maknaeye çaktırmayacaktım.

"Maknae," diye mırıldandım. "Sabrımı taşırmadan bin şu arabaya. Yoksa dayak yiyeceksin."

Jungkook kollarını asi bir şekilde arabanın tepesine dayadığı kolunu indirip şöyle bir baktı. "Sen ve bana dayak atmak mı? Sana aşık olabilirim, ancak bu yaptığın her şeyi kabul edeceğim anlamına gelmiyor, Young." Atarlı atarlı ön yolcu koltuğuna geçti ve kapıyı küt diye çarptı. "Ayrıca gelecek sefer ben süreceğim. Sonuçta artık bir yetişkinim ve ebeveynim olmadığına göre bana karışma hakkın yok."

Bu çocuk ne ara trip atmayı öğrenmişti, tanrı aşkına?

Öfkelenmemek için derin derin nefes alarak ön farı açtım. Sonuçta, lanet olsun. Saat sabahın 3'üydü ve maknaenin gereksiz ısrarları nedeniyle BigHit'e doğru yol alabilmek için ilk önce önümü görmem gerekiyordu. En azından şirketin yurda yakın olduğu için sevinebilirdim. Si Hyuk bütün pintiliğini defalarca ve defalarca olduğu gibi yine gözler önüne sererek benzinden kar etmek için bu küçücük apartman dairesini Bangtan yurdu olarak ilan etmişti.

Ana caddeye çıkarken derin bir nefes aldım.

"Eğer maknae, Si Hyuk'un Bloody Marry olduğunu gerçekten bu gece kanıtlayamazsan, benden çekeceğin var demektir. Uykusuz kalmamın bedelini ödersin."

Dikiz aynasından Jungkook'un bıyık altından gülümsediğini gördüm. Bu üstünde durmam gereken bir şey değildi, değil mi?




***



BigHit koridorları tahmin ettiğimden daha soğuktu, ve tahmin edersiniz ki kimse bu saatte şirkete gelecek kadar manyak olmadığından dolayı da ışıklar ardına dek kapalıydı. Jungkook'u işin içine katmıyordum tabii. Bana olan alevlenmiş duygularını da hesaba katarsak o velet kesinlikle budalanın tekiydi.

Üstümdeki ceketin fermuarını boğazıma kadar çekerek ısınmaya çalıştım. Fakat pek işe yaradığını söyleyemezdim. Sonuçta nikeın pamuksuz eşofmanları ne kadar ısınmada işe yarar, orası tartışılırdı. Hem işimiz kısa sürecekti. Jungkook'un söylediğine göre ilk dinlenme odasına geçecektik. Çünkü orada Bang Sensei'nin ofisinin anahtarını kopyalayıp saklamıştı. Bunu nasıl yaptığını bilmiyordum, açıkçası umurumda da değildi. Ardından bir sonraki durağımız tahmin edilebileceği üzere Si Hyuk'un ofisi olacaktı. Yine Jungkook'un söylediğine göre orada da kostüm duruyordu.

"Üşüdün mü?"

Karanlık koridorda sessizce yürürken kasten arkamda bıraktığım maknae fısıldadı.

"Yok, terledim." Görmeyeceğini bile bile ustalıkla gözlerimi devirdim. "Tabii ki üşüdüm, maknae. Saçma saçma konuşma. Gecenin bilmem kaçı ve ben ince bir eşofman takımıylayım."

Tek bir saniye sonra omzuma ağır fakat yumuşacık bir şey kondu. Bu Jungkook'un içine gömüldüğü kalın montuydu. Ve kendisi o ince ve beyaz yarım kollu t-shirtüyle kalmıştı. Şok içinde baktım ona. Üşüyor gibi görünmüyordu, ancak ben üşüdüğünü biliyordum.

"YA! NE YAPTIĞINI SANIYORSUN?!!" Montu refleksif bir hızla kucağına fırlattım. "GİY ŞUNU. HASTA OLACAKSIN."

Tabii ki kendisi çok umurumda olduğundan değildi. Bilirsiniz, hasta olursa programı, konserleri aksardı ve bu ne fanların, ne de Bang Si Hyuk'un hoşuna giderdi.

Boynunda bir saniye için kuvvetle atan damarı eşliğinde sakince konuştu. "Asıl sen giy. Üşütmeni istemiyorum." Ve montu tekrar omuzlarıma bıraktı.

Tamam, maknae inatçıydı. Ancak unuttuğu bir şey vardı: Ben ondan da inatçıydım.

"Maknae..." Montu alıp ona doğru uzattım. "Giy şunu. Yoksa merdivenlerden aşağı atarım ve ikimiz de soğuktan donarız."

Umurunda değilmiş gibi omuzlarını silkti. "At."

"Pekala." Vücudumu 90 derece çevirerek şimdi çıktığımız merdivenlere döndüm. "Benden günah gitti."

Tam elimdekini merdiven boşluğuna bırakacaktım ki Jungkook telaşla konuştu.

"TAMAM! TAMAM. VER ŞUNU. GİYECEĞİM."

Memnuniyetle suratıma bir gülümseme oturtup maknaenin sevgili montunu hızla üstüne geçirmesini izledim. İtiraf ediyorum, tabii ki montu aşağı atmak gibi bir aptallık yapmayacaktım. Amacım gözdağı vermekti ve o bunu elbette yemişti.

Ah, cidden lakabımı sonuna kadar hak ediyordum.

Kurnaz Menajer Young. Sübyancı Young'dan daha çok uyuyordu bana.

Sessizlik içerisinde dinlenme odasına doğru ilerledik. Buğulu camdan içeri baktığında hiçbir şey görünmüyordu ancak oranın da şirketin geri kalanı gibi kapkaranlık olduğu bir gerçekti.

Kapıyı açmadan önce Jungkook'a bakarak alayla kaşlarımı kaldırdım. "İyi şanslar, maknae."

Kapı kulpunu çevirdim, kendimi merakla içeri attım. Başta tahmin ettiğim gibi her yer karanlıktı. Ardından ışık açıldı ve kulakları sağır eden kuvvetli çığlıklar yer yeri salladı.

"DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN YOUNG!!!!"

Tavandan ve florasan lambalardan aşağı rengarenk balonlar sarkıyordu. Geniş deri kanepenin üstünde koca bir 'HAPPY BIRTHDAY' yazısı asılmıştı. Ve bir sürü gülümseyen surat umutla bana bakıyordu. Resmen tüm BigHit buradaydı.

Baek Chan, Lee Hyun, Joo He herkese anca yetecek 3 katlı koca pastanın biraz gerisinde 32 diş sırıtıyordu. Sanırım şu dünya üzerindeki en yakınım sayılabilecek birkaç insanın arasında sayılan An, onların hemen yanındaydı. Kafasında üçgen bir kutlama şapkası vardı. Anlaşılan kimse ona bunların yılbaşında takılması gerektiğini söylememişti.

Bangtan'ın menajeri gay Sook Chan kollarını göğsünde birleştirmiş, huzurlu bir sevinçle bana bakıyordu. Gözlüklerini çıkarmıştı ancak üzgünüm, hala çirkin ve oldukça gay görünüyordu.

Makyöz Nana, estetikli gözlerini koca koca açmıştı. Tanrım, cidden korkunçtu ancak bu gecelik katlanmalıydım sanırım.

Bangtan ise hemen karşımda duruyordu. Jin kocaman sırıtmaktaydı, itiraf etmek gerekirse biraz aptal görünüyordu. Namjoon ellerini öyle kuvvetle çarpıyordu ki koca salonda rahatça yankılanıyordu. Yoongi programlarda aldığı birincilikleri hesaba katmazsak ilk defa bu kadar mutluydu. Taehyung, her zamanki gibi yapmıştı yapacağını, 5 yaşındaki bir çocuk gibi havaya zıplayarak yerine duramıyordu. Jimin ve Hoseok ise aptalca 'Touch My Body' dansı yaparak gülmekten yarlıyordu. Bir dakika, onlar yarışmada değil miydi yani? Ben... şu an keklenmiş mi oluyordum?

Bunu düşünmemeye çalışarak bakışlarımı biraz daha odada gezdirdim. İsimlerini bilmediğim birkaç çalışan ve Dope'un yönetmeni -evet, hani beni setten kovan- Jong Him neşe içinde ellerini çırpıyordu. Ayrıca yanlarında Bangtan ve Si Hyuk'la işbirliği yaparak Jungkook'la bana otel şakasını yapan isimlerini hatırlayamadığım o kızlar da vardı.

Odanın bir diğer ucunda Hoseok'la Namjoon skandalına imza atan Jae Hwa, Yun Ji ve onların yeni grubu duruyordu. Evet, artık resmen BigHit stajyeriydiler. Onları şirkete almak için Bangtan'la ilgilenmediğim zamanlar gerçekten zor bir dönem geçirmiştim. Sonuçta Namjoon'un konser öncesi sarhoş olarak kuliste Yun Ji denen kıza sarkmasını ve Hoseok'un temizlik odasından diğer kızla sarmaş dolaş bulunmasının sorumlularından biri de bendim. Fakat şanslıydım. Dedikodular kesilmişti ve o dördü arasında hiçbir şey yokmuş gibi görünüyordu.

Ve en arka köşede sarışın, ela gözlü bir başkası vardı.

Jake.

Suratına buruk bir gülümseme yerleşmişti. Burada kendi isteğiyle bulunmadığı fazlasıyla belliydi.

Bir an için öfkeyle olduğum yerde kasıldım. Ancak sonra bakışlarımı bir başka tarafa çevirdim. Onu görmek istemiyordum. Ayrıca geçen birkaç günü gerçekten çabalayarak, o puşt dans hocasının suratına tükürmemek için çaba harcayarak geçirmiştim. Tüm çabalarım şimdi boşa gidemezdi.

O lanet herifi başka bir gün doğduğuna pişman edebilirdim.

Ve gözlerim iri yarı iki insana sabitlendi.

Sarı dişleriyle sırıtan Si Hyuk ve leoparlı tuniğiyle anneme.

Busan'da olması gereken anneme.

Suratıma donuk bir gülümseme kondu. Tek elimle tüm tezahüratları durdurdum.

"Çocuklar, çocuklar... Emeğiniz için çok teşekkür ederim ancak ortada büyük bir yanlış anlaşılma var."

"NE YANLIŞ ANLAŞILMASI??" Jungkook tavşan dişleriyle sırıta sırıta ve elbette bağıra bağıra tek elini omuzuma attı. Tam elini indirmesi için uyarıda bulunacaktım ki sonra aklıma Jake geldi. Sanırım... onsuz mutlu olduğumu göstermeliydim. Tamam, sonuçta eski sevgili sayılmayabilirdik ancak dünya üzerindeki tüm kızlar böyle yapmaz mıydı? Benim neyim eksikti?

"Bugün ne yazık ki benim doğum günüm değil."

Ettiğim laf, herkesin gözlerini şokla açmasına neden oldu.

"NE? NE DEMEK BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM DEĞİL?!!" Sevgili anneciğim şok içinde haykırdı. "WEIBO'NDA ÖYLE YAZIYORDU AMA?!!"

Harika.

Beni doğuran kadın, annem bile gerçek doğum günü tarihimi bilmezken başımı nerelere vurabilirdim? Nerelere gideydim?

"Anne..." Avuç içimi alnıma yapıştırdım. "O tarih yanlış. Hesabı kurarken sallamıştım."

"Ben..." Annem utançla etrafına bakarak gülümsemeye çalıştı. "Bilmiyordum. Yani biliyordum! Evet! Doğum tarihini elbette biliyordum ancak Weibo'da öyle yazdığını görünce emin olamadım... Yani, öyle işte..."

Bozulmaya başlayan sinirlerim eşliğinde yavaş yavaş odanın içine adımladım. Annem hala konuşuyor, böylece de battıkça batıyordu. Doğurduğu çocuğun doğum gününü bilmemenin açıklanabilir bir yanı olabilirmiş gibi.

Ancak, hayır. Yanlış anlaşılmak istemem. Benim takıldığım şey bu değildi. Sonuçta ben de annemin doğum gününü bilmiyordum. Ve bundan utandığım da söylenemezdi.

"Anne. Sus."

Annemle Si Hyuk'un arasında durdum.

"Sen. Bunca gün. Nerede kaldın, anne?" Her kelimenin üstüne basıyordum. Çünkü sinirlenmemem gerekiyordu. Sinirlenmemeliydim... Sakin olmalıydım...

Annemin bakışları bir korkuyla bende, bir de Si Hyuk'ta gezindi. Bang Sensei'nin de ondan pek bir farkı yoktu. Gözleri kocaman açılmıştı ve gülümsemesi tam anlamıyla suratında donup kalmıştı.

"B-Ben. B-Ben şeyde kaldım tabii ki..." Bang Sensei'ye atılan kaçamak bir bakış. "OTELDE! OTELDE KALDIM!!"

Başımı bir aşağı bir yukarı sallayarak hımladım. "Otelin adı 'Bang Si Hyuk' muydu yoksa?"

Kadın şok içinde kekelemeye başladı. "Y-Young, n-ne diyorsun s-sen, t-tanrı aşkına??"

"Diyorum ki..." Aniden alev alev yanmaya başlayan bakışlarımı insan üstü bir hızla Si Hyuk'a çevirdim.

Kaskatı kesilen Si Hyuk'a.

"SİZ ÖLDÜNÜZ!!!!!!"

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

195K 8.7K 19
▪︎Sevişen bir çift korunmadıysa, burda bebeğin ne suçu vardı? ▪︎ Je͏o͏n ͏Ju͏n͏g͏k͏o͏o͏k
183K 11.8K 34
"Sadece araba yarışına katılacağımızı söyledin, kucağında oturup yarışacağımızı söylemedin."
15.7K 779 13
-Vampiro- -TAMAMLANDI- Her şey senin yüzünden anne ! Bu kasabaya hiç gelmemeliydik... Heran sabahın beş buçuğunda duyup irkildiği alarmı ile açtı göz...
252K 14.5K 50
[Tamamlandı ] Arkadaşımın arkadaşına aşık oldum. Şeker tadında* {Texting/ Düz yazı} BxG •Tüm hakları saklıdır • Yayımlanan ilk kitap ☆ Nora|2019 Biti...