Tanrıça

By TolgaRa

153K 9.4K 1.4K

Claire Hudson hayalini dahi kuramayacağı bir fantastik dünyanın içine dahil olduğunda işlerin beklediği kadar... More

t a n r ı ç a | ö n s ö z
t a n r ı ç a | g i r i ş
t a n r ı ç a | 1
t a n r ı ç a | 2
t a n r ı ç a | 3
t a n r ı ç a | 4
t a n r ı ç a | 5.1
t a n r ı ç a | 5.2
t a n r ı ç a | 6
t a n r ı ç a | 7.1
t a n r ı ç a | 7.2
t a n r ı ç a | 8.1
t a n r ı ç a | 8.2
t a n r ı ç a | 8.3
t a n r ı ç a | 9.1
t a n r ı ç a | 9.2
t a n r ı ç a | 9.3
t a n r ı ç a | 10.1
t a n r ı ç a | 10.2
t a n r ı ç a | 10.3
t a n r ı ç a | 11.1
t a n r ı ç a | 11.2
t a n r ı ç a | 11.3
t a n r ı ç a | 12.1
t a n r ı ç a | 12.2
t a n r ı ç a | 13.2
t a n r ı ç a | 14
t a n r ı ç a | 15.1
t a n r ı ç a | 15.2
t a n r ı ç a | 15.3
t a n r ı ç a | 16.1
t a n r ı ç a | 16.2
t a n r ı ç a | 16.3
t a n r ı ç a | 16.4
t a n r ı ça | 17.1
t a n r ı ç a | 17.2
t a n r ı ç a | 18.1
t a n r ı ç a | 18.2
t a n r ı ç a | 19
t a n r ı ç a | 20.1
t a n r ı ç a | 20.2
t a n r ı ç a | 21.1
t a n r ı ç a | 21.2
t a n r ı ç a | 21.3
t a n r ı ç a | 21.4
t a n r ı ç a | f i n a l - b i r
t a n r ı ç a | f i n a l - i k i
t a n r ı ç a | e p i l o g - b i r

t a n r ı ç a | 13.1

1.6K 148 7
By TolgaRa

Facebook Grubu: Tolga'nın Hikayeleri'ne lütfen gelin, hepinizi bekliyorum.

Facebook Sayfası: Tolga Ra Hikayeleri

Instagram: tolga.ra

Snapchat: beinggypsy

Facebook Hesabım: Tolga Ra

Satır içi yorumlarınızı beklerim. <3


ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM, KISIM BİR

Erica gözlerini huzursuzca kapı muhafızına dikti.

"Tüm gün heykel gibi odamı gözlemen beni bile rahatsız ediyor, seni niye etmiyor?" Sarı saçlarını küstahça savururken muhafız gözlerini Erica ve Ethan'ın kaldığı odanın kapısından ayırmadan konuştu. Dudakları bir ezgi mırıldanırmışçasına biçimli oynuyordu, sesi kadife gibiydi.

"Bu benim işim, sayın Varis. Yüzyıllardır atalarım da bu işi yapmış. Amacım odanızı gözetlemek değil, kalenin emniyetini sağlamak."

Erica elini beline yerleştirip kaşlarını çatarken cırladı. "Diğer kaldığımız hiçbir kalede koridorda muhafız dizilmiyordu! Kapıda durmanız yeter."

Adam robotik bir edayla sözlerini tekrarladı.

"Bu benim işim, sayın Varis."

"Gözlerinle beni taciz ediyormuşsun gibi geliyor, muhafız. İşin bu mu?"

Muhafız karşısındaki cazgır kızın olay çıkarmaya çalıştığını idrak ettiğinden sessizliğini korudu. Erica'nın huzursuz bakışlarının üzerindeki kilt ve göğüs kaslarında dolaştığını hissedebiliyordu.

"Neden kilt giyiyorsunuz, İskoçya'da değiliz?" Anlaşılan bu kızın canı sıkılmıştı ve oynayacak bir şeyler arıyordu. Muhafız gözlerini devirmemek için kendini zor tutarken konuştu.

"Giyimimizi Tanrılar ve Tanrıçalar belirler. 1863 yılında Paranoelia'nın buraya ziyareti sırasında kilt giymemizi istemiştir ve biz o zamandan beri Tynse'de kilt giyen tek muhafızlarızdır."

Adamın robotik yanıtlarına karşı beklediğini bulamayan Erica kaşlarını çattı ve adamı yanıtsız bırakarak –ki muhafız bunun için Tanrıçalara ne kadar şükretse azdı- Ethan ile odalarına girdi. Son bir kez muhafıza iğreti bakışlarını yolladıktan sonra kapıyı yüzüne kapattı ve kapının paralelinde duran muhafız orayı izleyip heykel gibi durmaya devam etti.

İçeride Ethan üzerine mavi bir tişörtü geçiriyordu. Adada kız varisler genellikle elbiseler giyerken erkekler rahatça tişört, kot ile dolaşabiliyordu. Bunun rahatlığıyla Ethan saçlarını taramaya gerek duymadan hafifçe eliyle sağa yatırdı ve gülümsedi. Kapının pervazındaki Erica onun ne kadar yakışıklı olduğunu düşünemeden edemedi.

"Beni gözlerinle soymayı keser misin, Erica?" Alaycı bir sırıtışla genç kıza takılan Ethan ona yaklaşıp kolunu Erica'nın omzuna attı.

"Şu muhafızlar beni rahatsız ediyor, Ethan." Dudaklarını büzüp mızmızlanırken Ethan kızın yanağından bir makas aldı ve yine aynı alaycı havasıyla konuştu.

"Erica, ne burası bir okul ne de ben senin öğretmeninim. Bana şikayet etmek yerine gidip Frostia'ya söylemeye ne dersin?"

Erica omuz silkip Ethan'ın kolunun altından kendin i kurtardı ve kapıyı açıp geniş koridora çıktı. Beyaz ve bej renkleriyle düzenlenmiş koridorda adımlarını atmaya başladı. Biraz sonra kahvaltıya ineceklerdi ve Erica'nın küçük midesi dahi açlık sinyallerini gurultularla veriyordu.

Tabana dik, mermer sütünların arasından aşağı kıvrılarak inen basamaklara geldiğinde Ethan'ı bekledi. Güzel gülümsemelerinden biri ile Ethan ona yaklaşırken Erica, kalbinin sızladığını hissetti. Aksi, agresif, kendini beğenmiş veya bencil olabilirdi, ama o da neticede bir genç kızdı ve aşık olabilirdi!

Tek zayıf noktasının Ethan olduğunu düşünüp erkek arkadaşı, koruyucusu ve gelecekteki eşi ile beraber merdivenlerden aşağı inerken Claire'in büyük bir tehdit olduğunu aklının ucundan bile geçirmemişti.

* * *

Drew kuşkusuz her çözülmeye çalışıldığında daha da sıkılaşan bir düğümden farksızdı.

Claire bunu tam da şu anda, onunla konuşmaya çabalayıp terslenirken anlıyordu. Dün gece karşısında ağlayan, güçsüzlüklerini ona gösteren oğlan gitmiş; yine eski, bakışları delip geçici, tavırları ise buz gibi soğuk Andrew Hamilton geri dönmüştü.

"Sorun ne?" Claire ardı ardına sıcakkanlılıkla sıraladığı sorularından pes edip konuştu. "Daha dün gece..."

"Dün gece güçsüz tarafımı görmüş olabilirsin, ucube. Ama bu arkadaş olduğumuz anlamına gelmez."

Yüzüne bir darbe misali yediği sözlerle kan, Claire'in yüzüne hücum ederken genç kız ne diyeceğini bilemedi. Dili ağzında bir şeyler söylemek gayesinde başıboş hareket ederken ortaya çıkan tek şey, manasız mırıltılardı.

Drew'u gerçekten anlamak zordu.

Hatta Drew'u anlamak, dünyanın en zor işiydi.

Aşağılanmış ve utanmış bir biçimde Claire kafasını geri çevirip gardırobuna yönelirken, bir daha Andrew'a karşı kabuğundan çıkmayacağına yemin etti. Bir daha asla ona yakın davranmayacaktı, Buzlar Kraliçesi'ni oynama zamanı gelmişti.

Gardırobuna şöyle bir göz gezdirdiğinde, gelmeden önce alınıp ona göre dikilen ölçülerine tam uygun elbiseleri gördü. Leylak, fuşya, beyaz, mavi... Rengârenk ve pahalı kumaşlardan yapılma bu elbiseler arasından gözü direkt elektrik mavisi olana çarpmıştı.

Drew'un önünde, onu umursamadığını belli edercesine usulca soyundu. Fazla zaman kaybetmedi, her ne kadar soğukkanlı genç adama "Umurumda değilsin," mesajı vermeye çalışsa da bir erkeğin önünde iç çamaşırlarıyla kalmak yanaklarını al al ediyordu.

Elektrik mavisi elbiseyi üzerine çabucak giydiğinde tenine değen kumaş, ne kadar kaliteli olduğunu haykırıyordu adeta. Dudaklarında ufak bir sırıtış yer etti. Boynundaki mavi taşlı kolyeyle birbirini tamamlayan bu elbise, Claire'in artık Electra olmanın basamaklarında olduğunu ifade eder nitelikteydi. Ve iki köprücük kemiğinin ortasındaki kolyenin mavi ve hangi taştan yapılma olduğunu anlayamadığı ucu, kızın bedenine sıra dışı bir ısı veriyordu.

Gardırobun kapağına monte edilmiş boy aynasında kendine baktı Claire. Annesi onu böyle görseydi, inanabilir miydi gerçekten? Aldığı elbiselerin hiçbirini giymeyen ve bazen, annesinin İspanyol Paça kotlarını çalan kızının şimdi gerçek bir Tanrıça gibi göründüğüne inanabilir miydi? Ah, annesi!

Marie DeMounts'un şu anda ne yaptığı hakkında en ufak bir fikri yoktu ve bu bilinemezlik Claire'in içini yiyip bitiriyordu. Arkasından çok ağlamış mıydı, sağlıklı mıydı, güvende miydi ve... Daha da önemlisi, yaşıyor muydu?

Hayatı boyunca babasını merak eden biri olmamıştı, elbette Walden Hudson ile görüşmeyi istemişti ama aralarındaki kopukluk, Claire'i tek ebeveynini annesi olarak görmeye itmişti. Ancak şimdi... Şimdi, kalbinin içinde buruk bir sızlama vardı. Ne annesinin, ne de babasının durumunu bilememenin verdiği o buruk sızlama.

Yüzünde hüzün ve keder dolu bir tebessümün oluştuğunu gördüğünde, Drew ona bakıyordu. Claire bunu fark etmedi, bu yüzden omuzlarının altına doğru artık uzamış kahverengi saçlarını örmeye karar verdi. Kalın ve kısa bir örgü yapıp, örgüsünü sağ omzundan öne attırdı. Aynadaki yansıması hayret edilecek türdendi. Çünkü okulun eziği, evin içine kapanığı, Seattle'ın asosyali ve tüm evrenin kapalı kutusu Claire Hudson; şu anda zenginlik ve kalite kokan bir elbisenin içinde, antik bir saç modeliyle ve... Nefes kesici bir güzellikte dikiliyordu.

Ayaklarına ne giyeceğini düşünürken, dolapta sandaletten başka bir şey olmadığını gördü. Bu yüzden ufak bir tebessüm ile birlikte, sandaletlerden mavi olanı seçti. Eğer renkler günlerle özdeşleşecek olsaydı, bugün Claire için Mavi Günü olurdu.

Odada kol gezen tarçın, vanilya ve adaçayı kokusunun içini yatıştırdığını hissederken Claire; bu akşam Marecorpus eğlenecelerinden birine katılacaklarını anımsadı. Ethan, ona bir şeylerden bahsedecek, Electra'nın zihnini okumasından sıyrılma yöntemini öğretecekti.

Genç kız son kez kendine aynada bakıp, bu sıcak Marecorpus gününde Andrew'u beklemeden kahvaltı için aşağı inmeye yöneldi. Boynundaki morluk, Drew'un sebebiyet verdiği morluk, varlığını kaybetmeye başlamıştı ve artık Electra'dan bu konuda çekinmiyordu.

Ama onun dışında her konuda Electra'dan çekiniyordu.

Şu son olayla Tanrıça'nın kendisi ile aralarına belirgin bir sınır çizdiği barizdi. Artık Claire ona eğitmeni gibi, idolü gibi bakmayı bırak; ona tek bir kelime dahi edebileceğini düşünmüyordu. Electra ne kadar aksi, radikal ve kibirliyse Claire de bir o kadar çekingen, patavatsız ve korkaktı.

Aşağı doğru kıvrılan merdivenlere, mermer sütunları aşarak geldiğinde önünde aşağı inen Ethan ve Erica'yı gördü. Gözleri, sevdiği oğlanınkilere sabitlenirken Ethan'ın ona bakmaması Claire'de boşluk hissi yaratmıştı. Yakışıklı yüzüne odaklandı genç kız. Ah, Ethan'ı ne kadar da seviyordu öyle! Ve Ethan da kendisini... Bu rüya gibiydi, yani onun Claire'i sevebilmesi. Zira Claire, şu son günler hariç aynaya ne zaman baksa çirkin, kötü, soğuk nevale ve aptal bir kız görürdü. Ama Ethan? O yakışıklı, sempatik, zeki ve komikti. Claire onun cenneten düşmüş bir melek olduğu ihtimalini gözden geçirse de, Tanrı'nın onu kovmasını sağlayamayacak kadar iyi niyetli bir insan olduğuna emindi.

Başka bir perspektiften Ethan, aslında sadece çıkarları için oynuyordu. Frostia bu satrançta şahtı, Ethan ise en güçlü piyon. Claire... O ise satrançta kendine yer dahi bulamayacak kadar masum, zavallıydı. Andrew'un huysuzluğu üzerine Ethan onun kalbini çalmıştı. Ve şimdi oğlan, sağ tarafında onu seven ve ileride evleneceği kız dururken –ah, güzel fiziğini de unutmamalı- gidip de çelimsiz, aptal ve saftirik Claire ile beraber olacak değildi. Yine de Claire yakınındayken Erica'ya pas vermemesi en doğrusuydu.

Dürüst olmak gerekirse Ethan, bugüne dek hiç aşık olmamıştı. Erica'nın onu sevdiğini biliyor ve kimi zaman yüz veriyordu ama aşk... Ona göre değil gibiydi. Hiç biri için kalbi delicesine çarpmamış ya da tüm gününü onu düşünmeye ayırmamıştı. Yine de insanlara, özellikle de Erica'ya, müstakbel Frostia'sından hoşlandığını söylemek hoşuna gidiyordu. Mükemmel bir çift imajı çizmek hoşuna gidiyordu. Ve en iyisi de, mükemmel olmak hoşuna gidiyordu!

Claire yalnız başına merdivenden inerken yanında beliren vücut ile yerinden hafifçe sıçradı. Sonja ansızın burada, dibinde, bitivermişti! Claire gözlerini fal taşı gibi açtı.

"Nereden çıktın sen?"

Sonja ise kırmızı dudaklarına sevimli bir tebessüm yerleştirdi.

"Kusura bakma, korkuttum mu?"

Claire elini "Boşversene," anlamında salladı ama içinde hala korku dolaşıyordu.

Sonja konuşmasını sürdürdü.

"İkimiz de burada yalnızız, Claire. Neden bu kadar anlayışsızlar?"

Claire Kendi adına konuş, ben Ethan ile sevgiliyim, dememek için kendini zorlarken başını aşağı yukarı salladı.

"Bilmem."

Sarışın kız ve Claire arasında sessizlik oluştu. Bu durumu bozmadan aşağıdaki kocaman salona kurulmuş geniş kahvaltı masasına yerleştiler.

Masada Drew dışında herkes vardı.

"Günaydın, sevgili Varisler, Tanrıçalar ve Tanrılar," dedi Electra masanın başına oturmuş bir biçimde. Yüzünde gerçeklikten millerce uzak bir gülümseme ile ne kadar doğal olduğunu sanıyordu?

Zihninden düşünceyi uzaklaştır Claire, yoksa Tanrıça anlayacak!

Alarmlar açılırken Claire düşüncesini dağıttı. Electra, Sonja'ya günaydın dememişti. Bu kızı dışlayıp değersiz hissetmeleri hoşuna gitmiyordu ama daha kendisi bile aralarında fazlalık gibi hissederken bunu dile getirmesi kolay değildi.

Claire çaprazında oturan Frostia'nın beyaz-mavi bakışlarının en kötücül formunun ona kilitlendiğini gördüğünde, yürek yemişçesine "Günaydın, Frostia," dedi. Elinden geldiğinde sesine tehditkar bir ton katmıştı.

Buz Tanrıçası ise bakışlarıyla iğnelemeyi ihmal etmeden onu yanıtladı.

"Günaydın, Claire. Nasıl gidiyor?"

"Oldukça iyi, teşekkürler. Ya sen... Sen nasılsın Frostia?"

"Teşekkür ederim, çok kibarsın tatlım." Aralarındaki yapmacık sevgi ikisinin de nefretini belli ederken Claire, ateşle oynadığının farkında değildi.

Karşısındaki Tanrıça'ydı.

Ve yanlış hamle yapıyordu.

Aralarındaki gergin ama yapmacık sevgi dolu diyalog bittiğinde Claire, kafasını sağa çevirdi ve onları gördü: Ethan ve Erica.

Erica şen şakrak kıkırdıyor, arada sırada Ethan'ın omzuna vuruyordu. Oğlanın ise gülmekten gözleri yaşlarla dolmuştu. İkisi çok eğleniyor gibiydi. Ve... Beraber gibilerdi. Claire korkak bakışlarını Frostia'dan tarafa çevirdiğinde o tehditkar sırıtışı gördü. Ve dudaklarını kimsenin duyamayacağı şekilde oynatışını.

"Hazır mısın, küçük fare. Drama başlıyor."

Claire ne olduğunu kestirememişti, Frostia bakışlarıyla Ethan'ın tarafını işaret ettiğinde genç kız onu dinledi ve dramayı görmek için kafasını o yöne çevirdi.

Erica'nın dudaklarını Ethan'ınkilerle birleştirmesi, ellerinde mavi ışık topları birikmeden önce Claire'in son hatırladığıydı.

2c�s�y��

Continue Reading

You'll Also Like

3.7M 307K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
156K 10.8K 19
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
7.1M 638K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
152K 18.6K 40
Çevremdeki ağaçlar aynı gözükseler de aynı değiller. Uzaktaki dağlar bildiğimden daha soğuk. Rüzgar aynı hissettiriyor belki ama o bile tanıdığım rüz...