Kusurlu Mekanizmalar (ASKIDA)

By BlacknWhitexo

42.6K 2.8K 407

Basit insanların yaşadığı şu dünyada ben en arızalı ve en aranan parçalardan biriyim. Ben, devletin kesmek is... More

∝ Giriş ∝
1∝1
1∝2
1∝3
1∝4
1∝5
1∝6
1∝7
1∝8
1∝9
1∝10
1∝11
1∝12
1∝13
1∝14
1∝15
1∝17
1∝18 | Sezon Finali

1∝16

1.1K 95 11
By BlacknWhitexo

#Fall Out Boy - Light Em Up#

#Breaking Benjamin - Diary of Jane#

"Ne demek Big Ben'i Big Bang'e çevireceğiz?" Kalabalığın arasında Aaron'un peşinden koşuyordum ama o kendini savaş ruhuna ve bağrışmalara o kadar kaptırmıştı ki beni duymuyordu bile. "Aaron!" diye tekrar bağırdım sesimin ona ulaşması ümidiyle ama o birkaç adama sevinçle sarılırken hâlâ beni duymuyordu. Bir adam savaş çıkaracağı için nasıl mutlu olabilirdi? "Aaron, yeter! Konuşmamız gerekiyor! Aaron!" Adını son vurgulamamın üzerine salonda bir anda sessizlik olurken Aaron soru işaretlerini de yanında getirerek bana döndü ve bu mükemmel anı bozan tek şeyin benim dışımda ne olduğunu sorgulamak ister gibi baktı. "Konuşabilir miyiz?" diye tekrar ettim utanarak. Herkesin gözü benim üzerimdeyken Aaron ile konuşmak istemek küçük düşürücü gelmeye başladı ve ateşim çıkmış gibi vücudumun yanmasına sebep oldu.

"Ne?" dedi Aaron ısrarla diyeceklerimi bu kadar insanın arasında dememi bekleyerek. Kaşlarını kaldırmıştı.

"Özel olarak," dedim dişlerimin arasından çıkarmamaya özen gösterdiğim bir sesle. Bunu isteyeceğimi biliyordu ama beni bilerek zorluyordu adi herif.

"Burada özel olmaz."

"Evet," diye karşılık verdim alayla. "Bunu biraz önce çok net gördüm." Sinirlenmeye başlıyordum ve bu da sürekli kafamın içinde Aaron'un beni sinir ettiği anlara dair görüntüler görmeme yol açıyordu. Böylece daha çok sinirleniyordum. Sinirimi bastıracak yapmacık bir gülümsemeyle ekledim. "Şimdi, benimle gelir misin?"

"Gelelim bakalım," diye karşılık verdi sinirime aynı oranla. Tüm o eğlenen adam görüntüsü bir anda sönmüştü. Geçici bir maske olduğunu anlayabiliyordum. Anlaşmayı direkt kabul etmelerini bekliyordu ama gördüğümüz sahneden sonra anlaşmayı kabul etmeyecekleri çok net belli olmuştu. Yine de kendi kovanımıza çomak sokmamak için o adamları 6 saat bekleyecektik. Ve birilerini bekliyor olmak -özellikle de ihtiyacı olduğu için, Aaron'u çıldırtıyordu.

Benimle konuşmaya gelen Aaron olduğu için kimse odanın köşesinde konuşan bize bakamadı. Herkesin gözü itinayla başka bir yeri seçiyordu sanki. "Söyle," dedi Aaron odanın köşesine daha tam varamadan.

İyice köşeye sindim ve, "İnsanları oradan nasıl uzaklaştıracağız?" diye sordum. Ve cevap vermeden lafı ağzına tıkadım. "Önceden yaptığımız gibi diyeceksin, biliyorum. Önceden ne yapıyordunuz? Sadıkları nasıl çekiyordunuz?"

Aaron bunu bana söylemek istediğinden emin değildi, sorun bana söylemesi de değildi. Sadece bir şeyleri açıklamaktan hoşlanmıyordu ama bana sinir olduğunu belli edecek bir şekilde burundan bir nefes verdikten sonra açıkladı. "Nathan, sadıkları istenilen yere çekebilmek için onların kafasına bir frekans yolluyor. Sadece onların duyabileceği bir şey. Küçük bir alandaki sadıkları etkileyebiliyor sadece, tek problemi bu. Yeteri kadar çekemiyoruz çünkü her yerde devletin koyduğu sinyal bozucular var ve bizimkilerin sinyalini zayıflatıyorlar." Öfkeyle dudaklarını ısırdı ve ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Nerede olduklarını tespit edemediğimiz için de elimizdekiyle yetinmek zorunda kalıyoruz. Gelen insan görünümlü sadıkların arasından, daha önce orada bulunan insanları ayırıyoruz. Olay yerinin son halinde sonradan gelen sadıklar bulunuyor."

Kısa bir an düşündüm. "Ama, arada insanlar da son anda geliyor, değil mi? Orada böyle bir şeyin olacağını ve kesinlikle de sadıkları tahmin edemezler. Bu yüzden ölümler yaşanıyor, değil mi?"

Bakışlarını kaçırmadı ama bana bakan kahverengi gözlerde kaçmak isteyen o parçayı gördüğümü biliyordum. Diğer melezlerle birlikteyken bu duyguyu hissetmiyordu. Fakat onu yaptıklarından dolayı yargılayan bir ben vardım ve evet, buna vicdan azabı deniyordu. "Evet."

"Yaptığınız yöntemin aynısını insanlar için de kullanamaz mıyız?" diye sordum. Gidecek gibi hareketlendiği için sorumu hızlıca sormuştum.

Açıklamamı bekliyor olacak ki kaşlarını kaldırdı. Fakat cümleleri toparlamakta gecikmiştim. "Açıkla," dedi bu sefer fakat bunu Doctor Who'daki daleklerin sesine benzeterek yapmıştı. Dalga geçiyordu. Ve evet Doctor Who'yu biliyordum. Herkes Doktor Who'yu bilirdi. Bunun sistemime yüklenmesiyle bir alakası yoktu.

Gözlerimi devirdim ve cümleleri toparladığımdan emin olarak açıkladım. "Diyorum ki, sadıkları çektiğiniz yöntemin tersine, insanları oradan çıkartacak bir ses kullansak. Köpek eğitiminde kullanılan düdükler gibi. Sadece insanların duyabileceği bir frekansta olacak, duyan insanlar da rahatsız olup kaçacak. Böyle bir şey olamaz mı?"

"İnsanları kurtarma çabanı takdir ediyorum, Aaliyah," diye yanıtladı Aaron yorgunca. "Gerçekten. Ama şu an aptal bir düdükten daha önemli işlerimiz var. Ve sakın bana o aptal düdük fazladan birkaç insanın hayatını kurtaracak deme, çünkü nasıl yapacağımı bile bilmiyorum. Çünkü sadıklar, insanların duyabildiği tüm frekansları duyabiliyor, ilk başta sadıkları bu yüzden çektik zaten. İnsanlar, onların duyabileceği bazı frekansları duyamıyor, biz de böylece onları istediğimiz bölgeye çekebiliyoruz. Ama insanların duyabileceği frekansta sinir bozucu bir ses? Bu elimizdeki sadıkları da kaçırmamıza sebep olur. Üzgünüm, bunun hiçbir faydası olmaz."

"Ama..." diye mırıldandım. Yenildiğimi biliyordum ama kabul etmek istemiyordum. Peki ya öptüğüm o sadık? Sadık bile değildi muhtemelen. Başıma bir ton iş açmıştım ve bunu Aaron'a söylemem gerekiyordu. "Aaron," dedim onu durduracak bir şekilde. Arkasını dönüp, "Evet?" diye sordu ama ona ne diyeceğimden bir an emin olamadım. Sırf bir zavallı gibi hissetmemek için bir sadığı öptüm ve o sadığın da aslında bir sadık olmadığını biraz önce öğrendim, mi diyecektim? Bunu diyemezdim. Dudaklarımı ısırdım ve vazgeçerek, "Beni arıyorlar mıdır?" diye sordum onun yerine. Sormak istediğimin de, gerçekten umurumda olanın da bu sorduğumla alakası yoktu.

"Senin için sahte bir ölüm düzenlemeyi düşünüyorum," dedi ciddiyetle. "Aslında daha önce olmasını planlıyordum ama işler beklediğim gibi gitmedi. Bugün olur diyordum, o da olmadı. Belirli özelliklerine ihtiyacım vardı ama vakit bulamadım. Sana bir kadından bahsetmiştim, hatırlıyor musun? Devletin aradığı bir kadın. Kadını konuşturmak beklediğimden uzun sürdü. Konuşmayınca işkenceye devam ettim ama kadın en sonunda dayanamadı. Elimdeki tek ipucunu da kaybettim yani. Sadece ipucunu değil, senin için gerekli olan vakti de kaybettim aslında." Başını sinirle iki yana salladı. "Gel," dedi sağımda kalan kapıyı açarak. "Sana göstereyim."

2. kattaki banyoları ve büyük dolapları geçtik ve Nathan'ın bahsettiği o kata geldik. Kapının önünde duraksadı Aaron, bir eli kapı kolundaydı. "Birazdan sana göstereceklerim önemli şeyler," dedi anladığımdan emin olmak ister gibi. "Anlamaya çalış, olur mu?"

Neden bahsettiği hakkında bir fikrim yoktu ama anlamaya çalışacağıma söz verdim kendime. Başımı hafifçe salladığımda kapıyı açtı. Büyük odaya bakarken bir an şaşkınlık ve dehşet arasında gidip geldim. Aşağıda gördüğüm yüzlerin hepsi, vücutlarıyla birlikte yeşil bir sıvıyla doldurulmuş tanklarda yüzüyorlardı. Herkes için ayrı olan bu tanklar odanın sonundaki aynı yeşil renkteki küçük bölmenin birkaç adım gerisine kadar devam ediyordu. Kızların olduğu tank boyunlarına kadar kapalıyken erkeklerin olduğu kısım göbeklerine kadar kapalıydı. Birbirlerinden neden çekinmediklerini biraz daha iyi anlıyordum şimdi. "Bunlar ne için?" diye sordum yapay Aaron'un bulunduğu tanka giderken. Odanın girişinin iki adım ötesinde solda ilk o vardı.

"Sahte ölümlerimiz için," dedi o da tankın gerisinden gözleri kapalı, saçları havada yüzen Aaron'a bakarak. "Bu olayın ses getireceğini tahmin ediyorum. Ne de olsa başka bir ülkedeyiz. Cora ve Nathan'ın vücutlarını da benimkiyle birlikte sahil evine taşıyacağım o yüzden. Gerçek bedenimi geride bırakmaya hiç niyetim yok."

"Aralarında Sky'ı saymadın," dedim acı bir gülümsemeyle. Anlamamı umuyormuş gibi bakışlarını kaçırdı. Konuyu değiştirmeye çalışarak, "Benim için de mi bir tane yapacaktınız?" diye sordum. Sky bunlarla uğraşacak kadar çok yaşayamayacaktı.

"Deneyecektik," diye düzeltti. "Bileğindeki çip seni, bizden ayırıyor. Bizim melez yanımız, insan yanımızı destekler oranda. Destekleyemeyenler hastalanıyor zaten. Sen teknik olarak daha fazla metale kaçıyorsun ama tam bir sadık da sayılmazsın. Ölüm raporunda kimliğinin nasıl belirlenebileceğinden emin değilim o yüzden. Bu olay, devletin seni unutması için güzel bir tesadüf olabilirdi ama ülke dışındayız. Bir sadığın buralara kadar gelmesi başka soru işaretlerine de yol açabilirdi. Başka patlamaları bekleyeceksin yani."

Birkaç saniye yüzüne "Gerçekten mi?" der gibi baktım ama üstelemedim. Başarısızlıklarını ve hatalarını onun yüzüne vurmak isteyen tarafım neredeydi bilmiyorum ama o kamera olayından sonra benim kafamın da dağılmaya ihtiyacı vardı. "O odada ne var?" diye sordum odanın sonundaki kapalı alanı işaret ederek. Kafasını dağıtmak istemiştim ama bu kafasından çok Aaron'u dağıttı. Sessizce ilerlerken, o odada ne olduğunu bildiğimi düşündüm. Biliyordum da.

"Merhaba de," dedi Aaron beni yeşil kapıdan içeri sokarken. Dudaklarına acı bir tebessüm vardı.

Kapı açıldığında ilk olarak odaya girmiyordunuz. Burada laboratuvar kıyafetlerine benzeyen sarı kapüşonlu takımlar ve maskeler vardı. Camın ilerisinde ise 8 yatak. Ölmeyi bekleyen melezler. Kıyafetleri giymedim ve cama yaklaştım. Hepsinin gözleri kapalıydı. Damarlarına, yanlarında bulunan serumdan acılarını azaltacak ve rahatça uyumalarını sağlayacak bir ilaç süzülüyordu. Belki hasta olduklarını bile hissetmiyorlardır diye düşündüm ama bunun imkânsız olduğunu da biliyordum. Neredeyse hepsinin yüzü yatağın rengi kadar beyaz olmasına rağmen, yüzlerindeki sulu yaralar başka bir tezatlık oluşturuyordu. İlk tezatlık, bu insanların ölmeyi hak etmiyor olmasıydı.

Ellerimi cama yasladım ve soluklarım cama dökülürken pişmanlıkla, "Bugün seni o kadar zorladığım için özür dilerim," dedim. Birkaç kat yukarıda ailesinden olan insanlar ölüyordu ve ben buna karşın onlara yardım etmeyen insanları savunmuştum. "Bazı insanlar ölmeyi kesinlikle hak etmiyor."

Bir an yüzünde, "Sen mi beni zorlayacaksın? Komik olma." der gibi alaylı bir ifade belirecek oldu ama Aaron bunu sakladı. "Hadi," dedi onun yerine kaşlarını çatarak ve bakışlarını ifadesiz tutarak. "Yapacak işlerimiz var. Gidelim."

Burada olmanın, onlara yardım edememenin Aaron'a ne kadar zor geldiğini bildiğim için itiraz etmedim ve önden yürümeye başladım. Attığım her adımda, yaptığımız tartışma için daha kötü hissediyordum. Diğerleri buna ne kadar alışmış gibi görünseler de onların da bu melezler ve kendileri için üzüldüklerini biliyordum fakat bundan daha çok bildiğim ve emin olduğum şey, Aaron Cole'un omuzlarında herkesin yükünün olduğuydu. Fakat herkesi birden kurtaramayacağını o da biliyordu. Bu yüzden de ailesini seçmişti. Aaron'un kurtaracağı yeteri kadar insan varken, o masumlar insanlar için gerçekten bir şey yapması gerekenin ben olduğunu düşündüm. O alanda küçük çocuklar olabilirdi ve birilerinin o çocukları, benim Ashley ve Elwyn'i önemsediğim kadar önemsediklerini kısa bir anlığına düşündüm.

Kimsenin hayatında olan birini kaybetmesine izin veremezdim. Aaron'un kaybetmesine de izin vermeyecektim. Yeni planım buydu.

Herkes yine buraya girdiğim ilk andaki gibi salonda toplanmış, Aaron masaların üstündeki birkaç bilgisayarı kaldırarak birleştirmiş, ortaya koymuştu. Masanın üstüne bir harita açılıydı ve Aaron 2 kişiyi göstererek parmağıyla belirli bir noktaya vuruyordu. Büyük masanın etrafında 30'a yakın melez vardı. Köşedeki bilgisayarlarda da ise 9-10 kişi giren ve çıkan insanları izliyorlardı ve bunların hepsi, bir makineyi bile ürkütecek soğukkanlılıkla yapılıyordu. Demek istediğim heyecanlı olmadıkları değildi. Heyecanlılardı ama bu işi daha çok bir profesyonel gibi ele alıyorlardı. Gerçi olayın artık biraz daha intikama kaydığını düşünürsek, o kadar da profesyonel sayılmazlardı. Acımasız, canları yanmış birkaç küçük çocuk da olabilirlerdi pekâlâ.

Ben ise tüm bu insanların arasındaydım ama, ne Aaron'un görev dağılımı yaparken bana bakmasına karşılık veriyordum, ne de yanımdaki Crissy'e, benden hoşlanan kıza. Ne kadar kurtarmak isteseler de, istesem de birilerinin öleceğini biliyordum çünkü. Fakat elimden geleni yapacağımı söylemiştim, o yüzden Aaron'u duymaya çalıştım.

"Mary, Jeorge ve Tom, binanın çıkışındasınız. Avril, Denis, Mylo, doğu kanadı, birbirinizden 10 metre aralıklarla uzun duracaksınız ve alanı kontrol edeceksiniz. Mike, Paul, Crissy, batı kanadı. Amber, saatin içindesin, biliyorsun. Çıkmak için yeteri kadar zamanın olacak ama acele etsen yararına olur." Amber dediği sarı saçlı kız başıyla onayladı. "Saatin önü, Aaliyah, Evan, Quentin." Benim adımın yanında olan bu isimler... Tanıdık geliyordu. Zihnimde birkaç görüntü belirdi. Dosyada gördüğüm adlardı ama hâlâ o küçük çocuğun kim olduğunu öğrenememiştim. Küçük bir melez olabilir miydi? "Özellikle saatin önünü sana veriyorum, Aaliyah." diye devam etti Aaron. "Uzaklaştırabildiğin kadar insanı oradan uzaklaştır. Saatin içi patladığında başınıza beton yağacak. İnsanları oradan uzaklaştırmazsan sağ çıkamazlar. Cora, her zamanki gibi çatıdasın, güzelim." Cora'ya yandan bir gülüş sergiledi ve sevgilisinden aynı karşılığı aldı. "Ben, Cameron ve Bexley de köprüde olacağız. Birilerinin gelmesi ihtimaline karşın köprüyü kullanıma uzak tutmak çok daha iyi olacak. Şimdi, herkes hazır mı?"

"Bombalar hazır olduğunda," dedi adını bilmediğim bir adam gülümserken. "Biz de hazır olacağız, patron."

Aaron büyükçe sırıttı. Beni görünce gülümsemesinin yüzünde donacak gibi kararsız kalması bile, ailesi için yaptığı şeyleri onun gözünde daha alçaklaştırmıyordu. O böyle bir adamdı. Sevdiği tek bir insan için bile, tüm dünyayı yakabilecek bir adam.

Amber, saatin içindeki işini bitirmişti ve dışarı çıkıyordu. Sadıklar bölgeye davet edilmeye başlayalı da yaklaşık yarım saat olmuştu. Kulaklıktan duyabildiğim kadarıyla sadık olduğunu düşündüğümüz kişiler gelmeye de devam ediyordu. Yoldan geçen insanların buranın birazdan cehenneme döneceğinden haberi olduğunu hiç sanmıyordum. Daha bağırışlarını duymam için zaman vardı.

Evet, devlet, anlaşma yoluna gitmemişti ve bunun sebebi muhtemelen benim öptüğüm adamdı. Bu konuda berbat derece suçlu ve aptal hissediyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu. En azından şu an yoktu.

"Çıktım," dedi Amber aradan geçen 5 dakikadan sonra.

"Güzel," diye yanıt verdi Aaron. "Ne yapacağınızı biliyorsunuz çocuklar. Şov başlasın."

Kafamın içindeki saat 2 dakikadan geri sarmaya başladı ve bütün adamlarımız insan olduğuna inandığı ve gözlerine kestikleri hedefleri alandan ses çıkarmamaya çalışarak götürmeye başladılar. Köşede, parkın içinde, ağaçların yanında... Her yerdeydik.

Bir karı kocayı sessiz olmalarını rica ederek arkalarından ittirdim ve bunu biraz da tehditkâr bir havayla yapmak zorunda kaldım çünkü aksi halde kimsenin yerinden kımıldamayacağını biliyordum. "Uzaklaşın buradan," dedim. "Köprüden ve Big Ben'den uzak durun." İkisi de suratıma aptal aptal bakınca, "Hadi!" diye bağırdım. "Aptallar, koşun!" Ve çift koşmaya başladı. Çevremdeki insanların çoğu koşuyor, köprüden uzaklaşarak kaçıyordu.

"1 dakika," dedi Aaron. Kulaklığım cızırdıyordu ve ben neredeyse küçük bir çocuk gibi titriyordum. "Biz köprüden uzaklaşıyoruz. Alabildiğiniz kadar insanı alın ve uzaklaşın, çocuklar. Son saniyelere giriyoruz."

Birkaç kadına daha alandan koşarak uzaklaşmaları için bağırırken Big Ben'in köşesindeki küçük çocuk bir an kanımı dondurdu. O neden gitmiyordu? Birazdan başına beton yağacaktı. Üstü başı kir içinde kalmış çocuğa doğru koşarken, bizimkilerin de kimisinin arabayla, kimisinin yaya, alandan uzaklaştıklarının farkındaydım. Bir tek sadıklar oldukları yerde duruyorlar, emir bekliyorlardı. "Ne duruyorsun burada?" dedim aceleyle. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Tüm bombaların aynı anda patlamasına 10 saniye kadar bir süre kalmıştı ve devlet patlamanın nerede olacağını bilmediği için bunu durduramazdı.

Çocuğun şaşkınlığına aldırmadan kucakladım ve koşmaya başladım. Kurtarmak için koşuyordum. Arkama bakamıyordum çünkü yavaşlarsam her şey daha fazla kötüye gidecekti. Koştum. Bacaklarım kopana kadar koştuğum o 5 saniye hayatımda yaşadığım en büyük adrenalin, en büyük pişmanlıktı.

Saat kulesinin tepesi gürültüyle patlarken çocukla beraber ileriye atıldım ve çocuğu bombalardan ve kafamıza yağan betondan korumaya çalıştım. Köprü patlamıştı. Big Ben ve çevresindeki park alanı patlamıştı. Aaron'un kullanıma kapattığı köprünün üstündeki arabalar patlamıştı. Taşlar, binaların camları, alandan yeterince uzaklaşamadığım için üzerime yağıyordu ve son anda bacağımda keskin bir acı hissettim. Çocukla beraber sürüklenmeye çalışıyordum ama o bana hiç yardımcı olmuyordu. Acı içinde betonun üzerinde kıvrandım ve çocuğa bir şey demeye çalıştım ama kelimeler ağzımdan çıkmıyordu.

"Hey," dedim en sonunda. Ellerimin üstünde bir parıldama görmüştüm ama aldığım darbeler ve çektiğim acı yüzünden hayal görmeye başlamış olabileceğimi düşünüyordum. Etrafı koyu bir duman kaplamıştı ve her yer korkudan çığlık atan insanlarla doluydu. Şanslıydılar ki alandan uzaklaşmışlardı. Çocuğun suratını dumandan net göremezken tekrar, "Hey!" diye seslendim. Kalbim hâlâ deli gibi çarpıyor, ya ona bir şey olduysa, diye korkuyla atıyordu. "Lütfen, cevap ver. Beni duyuyor musun? Beni duyuyor musun!" Duman yavaş yavaş dağılırken çocuğun isten kararmış yüzüne baktım ve kendine getirmek için birkaç tokat vurdum. Korkudan bayılmış olabilirdi. Ölmüş olduğu düşüncesi beni mahvediyordu.

"Lütfen," diye mırıldandım tekrar ve elimi çocuğun nabzına götürdüm. Boynuna korkuyla dokunduğum anda parmaklarımdan bir akım geçti ve o an her şeyi net olarak anlamaya başladım. Biraz önce ellerimde gördüğüm parıltı bir yanılsama, bir hayal ürünü değildi. Çocuk... Damarlarımda hissettiğim enerji onun hayatıydı. Çocuğu bombalar öldürmemişti. Ben öldürmüştüm.

"Lütfen!" diye bağırdım tekrar. "Lütfen! Ölmüş olamazsın. Hayır, hayır, lütfen... " Artık her şeyin bir sayıklamaya geçtiğini fark ediyordum. Kendi sesim duyamayacağım kadar az çıkıyordu. Parmaklarımı yüzüme kapattım ve çocuğun kıpırdamayan göğsünde ağlamaya başladım. Hâlâ, "Lütfen," diye sayıklarken duman boğazımı yakıyordu. Bir tür transa geçmiş gibiydim ve zihnimde hayal sandığım o sahne dönüp duruyordu. Damarlarımdan çocuğun hayatı akmıştı.

Bir çocuğun canını almıştım.

Dumanların arasından bir el kolumu çekiştirdi ve siren sesleri kulaklarımı zonklatma başladı. "Aaliyah!" diye bağırdı Aaron. "Kulaklığına niye cevap vermiyorsun?" Kulaklık çoktan kulağımdan çıkmış, parçalanmıştı bile. Kısa bir an gözlerinin artık ölü olan çocuğa baktığını gördüm ama üzerinde bir yaşamı aldığım süre kadar bile durmadı.  "Bırak! Gitmemiz gerekiyor!"

"Onu öldürdüm!" diye bağırdım Aaron'un suratına karşı çaresizce.

"Ne saçmalıyorsun?" Aaron anlayamadı ilk birkaç saniye. "Aaliyah, bu senin suçun değildi." Dumandan boğuluyorduk ama bu umurumuzda değildi. "Ah, seni buraya getirmemeliydim." Aaron cansızlaşan bedenimi kaldırmadan önce bacağımdaki demire kısa bir an baktı ve bana tek kelime etmeden iki eliyle demiri sıktı ve asıldı. Kanlı demiri yere attığını ve kan bulaşan ellerini görebiliyordum ama canımın acımasına rağmen tek kelime edemiyordum. Beni kucakladı ve artan siren seslerinin ve parçalanmış betonların ve baygın bedenlerin arasında koşmaya başladı.

Sonunda yeterince uzaklaştığımızda ben hâlâ ağlıyordum. Sokaklarda hâlâ siren sesleri yankılanıyor, insanlar bu sokaklardan kaçıyor ve ortalığı boğucu bir sessizlik kaplıyordu ve buna rağmen ağlamamı durduramıyordum. Elwyn ve Aaliyah gözümün önünden gitmiyordu. Ya biri onlara bunu yapsaydı? O zaman ne hissederdim? Bacağıma batan burgulu demir bu sefer kalbimi yarıp geçmiş gibi hissettim.

Aaron, beni bir arabanın camına yasladı, burada duman yoktu. "Aaliyah!" diye bağırdı duymuyormuşum gibi. "Ağlamayı kes." Belinin arkasındaki silahı çıkarıp boynuma dayadı, bir eliyle de yüzümü tutuyordu ve elindeki kan yanağıma, boynuma bulaşmıştı. "Eğer şu an ağlamayı kesmezsen yemin ederim vuracağım!" diye bağırdı bu sefer.

"Vur!" diye bağırdım çaresizlikle. Sesim çatlıyor, sesim bile bir katil olduğum için benden kaçmaya çalışıyordu. "Masum bir çocuğun hayatını aldım! Şu saatten sonra yaşamak istiyor muyum sanıyorsun?"

Aaron, kısa bir an duraksadı ama sonra buruk bir gülümsemeyle hatırlayacağım bir şey yaptı ve bana sarıldı. "Senin suçun değildi," dedi kanlı elleriyle saçımı okşayarak. "Bunların hepsi benim yüzümden oluyor, Aaliyah. Sen hiçbir şey yapmadın."

"Benim suçumdu," diye hıçkırdım başımı omzuna gömerek. Yakarmalarım devam ederken içimde büyüyen o enerjiyi bastırmaya çalışıyordum aynı anda. Daha fazlasını istiyordu. Aaron'un, bunu gerçekten benim yaptığımı düşünmediğini biliyordum. Kulağına, çocuğu benim öldürdüğümü söylerken bana inanmıyor, bunu, yaptığı şeylerin bir sonucu olarak görüyordu. Fakat bilmediği bir şey vardı. Bu bir bomba kazası değildi.

Asıl kazayla olan şey, benim o çocuğun hayatını almış olmamdı.

Patlama tüm dünyada büyük bir ses getirmişti. Devlet her haber kanalında bizi aradığını söylüyordu ama ellerinde hiçbir kamera görüntüsü ya da bir görgü tanığı yoktu. Her şeyi temiz bırakmıştık. Bizi gösterecek hiçbir ok yoktu. Yine de ben temiz kalabildiğimden o kadar emin değildim.

Sahildeki evin kapısından içeri yeni giriyorduk. Ülkenin kapatılan havayollarından dolayı biraz sıkıntı yaşayacak gibi olmuştuk ama Aaron'un kendine ait bir jeti vardı. Fakat bütün bunlara rağmen haberler ne kadar gürültülüyse, biz de o kadar sessizdik. Aramızda heyecanlı bir tek Nathan vardı o da Sky'ı göreceği içindi.

Planımız başarısızlığa uğraşmıştı ve bunda benim de parmağımın etkisinin büyük olduğunu biliyordum. Aaron'a anlatıp anlatmamam gerektiğinden emin değilim. Eğer bilse ilk önce bana güvenmeyerek bin bir türlü işkenceyle konuşturmaya çalışır, ardından da öldürürdü. Doğru şeyin bu olduğunu bilmeme rağmen Aaron'a tek kelime edemiyordum. Son zamanlarda doğrularım oldukça yoldan sapmıştı ne de olsa. 3 gündür de yüzüne bakamıyordum zaten. İhanet etmişim gibi hissediyor ve utanıyordum. Özellikle yaşanılan o kazadan sonra. Bana sarıldığı anı hâlâ hatırlıyordum ve buna her hatırlamamda bacağımdaki yara sızlıyor, o delikten içeri soğuk bir sızı süzülüyor ve acı tekrar nüksediyordu.

Tekerlekli valizi zar zor yerinden oynatıyordum çünkü bacağım topallıyordu. Eğer o patlamalardan birinde ölmüş gösterilseydim şu an daha iyi hissederdim. Fakat bir sadığın Londra'ya nasıl gideceği de büyük bir muamma olurdu. Başka bir zamanı beklemek de diğer insanların ölümünü beklemekle teknik olarak aynı şeydi. Haberlerde açıklanan isimlere artık bakmıyordum bile. Ölü canları saymamak ruh sağlığımı korumamı sağlıyordu.

Nathan'ın gözlerinin altında torbalar birikmişti ve oldukça yorgundu ama kendini koşarak merdivenleri çıkmaktan alıkoyamadı. Arkasından bakarken yorgunca gülümsemek istedim ama o günden beri ne konuşmuş ne doğru dürüst bir şey yemiştim. Mimiklerimi bile oynatmak istemiyordum. Aaron'un buna karşın tek tepkisi de suratıma bakmamak olmuştu aynı zamanda. Cora'ya bile yakınlık göstermiyordu ki zaten herkesin morali fazlaca bozuktu.

Evde acı bir çığlık yankılandı ve odasına doğru gitmekte olan Aaron endişeyle yukarı kata koştu. Ben ve Cora da aynı şekilde arkasından merdivenleri ikişer ikişer atlayarak koştuk. Ses Nathan'a aitti. Aaron hızla açtığı kapının orada dondu kaldı, dudakları büzüldü ve elleri bilinçsizce alnına giderken gözleri doldu. Sky'ın odasına bakınca ben de dondum ve ağzımdan 3 günden sonra ilk kelime olarak, "Sky?" fısıltısı çıktı. Aaron hâlâ öfkeyle ve acıyla karışık bir üzüntüyle içeri bakıyordu, Cora yanında yer almıştı ama Aaron'un gazabından korkarak ona dokunmaya yanaşmadı bile.

Korkak adımlarımı içeri atarken, "Nat?" diye seslendim. Hıçkırıkları hem odayı hem de beni boğuyordu. Nat'ın elindeki kâğıtta, "Üzgünüm," yazıyordu ama kâğıda daha fazla bakamadan Nat kâğıdı buruşturup attı. Yüzü bembeyaz kesilmiş Sky'ın göğsünde ağlıyordu. Sky'ın gözleri kapalıydı ve ciğerlerine nefesin dolmadığını fark ederken benim de göğsüm sıkışıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırırken gözümden birkaç damla yaş yere damladı. Ve Sky'ın cansız suratına ve beyazlaşmış dudaklarına bakarken evden gitmeden önceki bakışını hatırladım.

Bunu planlamıştı.

"Kaç saattir?" dedi Aaron odaya girdiğinde ama onu duymuyor gibiydim. "Kaç saattir?" diye bağırdığında bana olduğunu ancak anlayabilmiştim. "Baksana!" diye tekrar bağırdığında Sky'ın nabzını kontrol ediyordu. "Parlayan gözlerini kullan! Bir şey yap! Bana bunun ne zaman olduğu söyle!"

"Bu işler böyle yürümüyor," dedim mırıltıyla karışık. Ben gerçek bir sadık değildim. Aaron, Sky'ın gözlerine ışık tutuyor, bir tepki bekliyordu ama beklenen tepki hiç gelmeyecek gibiydi. Yine de itiraz etmedim ve Sky'ın atmayan nabzına ve vücut sıcaklığına odaklanmaya çalıştım. Vücut sıcaklığı odanın sıcaklığıyla aynı derecedeydi. Ve 20 derece vücut sıcaklığına ulaşmak için en az 16 saat geçmesi gerekiyordu. Tahminlerimde yanıldığımı da eklersem, bu 20-21 saati bulurdu. Belki bir günü geçmiş bile olabilirdi.

"Sanırım 20-21 saat," dedim titrek bir nefes vererek. Aaron geri çekildi ve kayarak sırtını yatağa yasladı. Otopside daha fazla belli olurdu ama Aaron zaten bunu biliyordu. O sadece eğer bu kısa bir süre içinde olmuşsa bunu kullanacak ve kendini suçlayacaktı. Gittiğimiz için yine kendini suçlayabilirdi ama en azından elinden bir sebebi almıştım. Daha erken bir sürede İngiltere'den çıkamazdık.

Nathan, sessizce Sky'ın boynunda ağlamaya devam ediyor ve saçlarını okşuyordu. Cora hâlâ kapının orada ruhsuz bir şekilde bizi seyrediyordu ve Aaron tamamıyla kaybolmuştu. Başarısızlığın üstüne bir de ailesinden birini kaybetmişti. "Sana gelme demiştim," diye mırıldandı ama ardından daha güçlü, nefret dolu bir sesle tekrar etti. "Sana gelme demiştim! Onun için bir şeyler yapabilirdin. Onu kurtarabilirdin! Ama sen tabii ki başka insanları kurtarmayı seçtin ki bunda da ne kadar başarılı olduğunu gördük!"

Bu söyledikleri canımı yakıyordu ama onu da suçlayamıyordum. Her şey benim aptallığım yüzünden oluyordu. "Özür dilerim," dedim başımı eğerek. "O, gitmeden önce bana üzgün bir şekilde bakmıştı. Ben..." Bunun bir intihar olduğunu hepimiz biliyorduk. "Böyle olacağını tahmin edememiştim sadece."

"Sana gözlerinde intihar parıltısıyla baktı ve sen de gittin mi?" Bu sefer bana bağıran Nathan'dı. Kızarmış gözleri ve suratıyla deliye dönmüş gibiydi. "Sana güvenmiştim!" diye fısıldadı bu sefer. "Bütün her şeye rağmen... Ve sen..." Ne olur çocukları ağzından kaçırmasın diye düşünürken ne kadar bencil olduğumu hissettim. Yine de yaşamından vazgeçen Sky'dı ve çocukların başının bu yüzden belaya girmesini istemiyordum. Sky'ın durumu da içimi parçalıyordu ama bunlar tamamen farklı şeylerdi. Yine de mantığım ağır bastığı için vicdan azabı duyuyordum.

"Nathan," dedim kalbimdeki baskıyla. "Lütfen. Gözlerinde gördüğüm bir anlık bir duyguydu. Böyle sonuçlanacağını bilemezdim."

"Sus." diye mırıldandı. "Lütfen. Sus." Yere çöktü ve ellerini kulaklarına bastırdı. Düşünemez bir şekilde Aaron'a bakarken, Nathan hâlâ duyamadığım bir şeyler mırıldanıyordu.

Aaron'un gözlerinde gördüğüm şey suçlama hafifliyordu. Tanımadığım insanları bile kurtarmak isterken, Sky'ın intiharına öylece göz yummayacağımı biliyordu çünkü. Yine de kaşları derinden çatıktı ve gördüğüm şey tüm suçlamalarından daha fazla acı barındırıyordu. Gözlerindeki uzun uykudan uyanan o duygu, hayal kırıklığıydı. Başını hafifçe iki yana sallayarak gözlerini kaçırdı.

Nathan hâlâ bir şeyler mırıldanırken, Cora'nın sesi havaya karışan acıyı dağıttı. "Çocuklar," dedi bize doğru seslenerek. Elleri gece lambasının üstündeydi. Küçük zarf gece lambasının altına konmuştu. "Burada bir zarf var." Nathan'ın dikkatini, "Skyler'dan." cümlesiyle çekti.

Hemen ayağa kalkarak Cora'nın elindeki zarfı kaptı ve titreyen elleriyle açmaya çalıştı. Fakat eli o kadar titriyor, bir yandan da gözünden damlayan yaşları ve burnunu eliyle o kadar silmeye çalışıyordu ki zarfı açmaya yaklaşamadı bile. Aaron, Nathan'ın titreyen elini tutarak sarı zarfı aldı ve kendisi açtı. İçinden üç adet flash bellek Aaron'un avucuna düştü.

Nathan bu sefer daha dikkat kesildi. "Bize bir şey bırakmış," dedi Aaron arkasında yatan Sky'a bakarak. Sesindeki tınının Nathan'ı avutmaya yeteceğine şüpheliydim. Önce Sky'ın ölüsünü buradan taşısak olmaz mıydı? Nathan'ın orada yatan cansız beden yüzünden beni suçlaması yeterince kötüydü. Bir de aynı acıyı kendi kendime mi yaşatmam gerekiyordu? "İlk önce cenaze işlerini halledelim." dedi Aaron bu sefer Sky'a olan kaçak bakışlarımı fark edince. Fakat bu Nathan'ın umurunda değildi. Sky ona bir şey bırakmışsa, bunu şimdi bilmek istiyordu. Bir saniye daha gecikemezdi çünkü zaten yeterince gecikmişti.

"Şimdi bakmam lazım," dedi titreyen dudağını dudaklarını birbirine bastırarak kamufle ederken. Flash belleklerinin tekini eline aldıktan sonra arkasında isim yazdığını fark ettik. NAT, AARON ve beklediğimin aksine, AALİYAH. Cora'ya bir şey bırakmamıştı. Fakat Nathan bundan çok flash belleklerin biyometrik kilide sahip olmasına takılmıştı. "Kızım benim," dedi kendi kendine Nathan gururla. Yüzündeki buruk gülümsemeyle de bizi odada yalnız bıraktı. Sanırım bu onun, "Cenaze işlerini siz halledin," deme şekliydi. Sky ile arasını kapatması gereken son birkaç konu vardı ne de olsa. Duyması gereken ve duyabileceği, son birkaç sözü kalmıştı.

Sky'ın Nathan'a bıraktığı video.

Ekranda sarışın, yüzü ve boynu sulu yaralarla kaplanmış bir genç kız belirdi. Gözlerindeki yorgunluğun, ışıltısını söndüremediğini gibi; 3 gün içinde kötüleşmiş yaraları da güzelliğini mahvedemiyordu. "Merhaba, sevgilim," diyerek başladı vedasına. Sevgilisinin gözünde parlayan yaşlara, Nathan'ınkiler de karışıyordu. "Hikâyem böyle sonlandığı için, böyle sonlandırdığım için özür dilerim. Benimle ilgili son hatırlayacağın şeyin bu aptal video ve bu yaralı surat olmasını istemezdim ama elimden daha fazlası gelmiyor." Güldü. "Biyometrik kilitlere yeterince enerji harcadım. Canımdan bezdirdi adiler. Her zaman bir teknisyen olmandan gurur duymuşumdur ama şimdi daha iyi anlıyorum." Suratındaki gülümseme silinirken Nathan'ın da duyguları köreliyor, siliniyordu. "Aslında, şimdi her şeyi daha iyi anlıyorum. Bu hastalığı atlatamayacak kadar zayıf olduğum ve ne kadar zayıf olduğumu bilme diye yapacaklarımdan dolayı kendimden nefret ediyorum. Benden başka kimseyi suçlama bunun için, lütfen. Kızıp, devletle başını belaya sokmanı istemiyorum. Bizi bu hâle getiren belki onlardır ama ölmene değmezler, inan bana. Yanıma gelmeni her ne kadar bekleyecek olsam da, erken olmamasını tercih ederim. Hayatını yaşa o yüzden. Tabii eğer beni unutup başka kızlarla olursan o zaman seni avlamaya gelirim, bilmiş ol." Tişörtünün yakasını aşağıya indirirken, "Her neyse," diye mırıldandı. Sağ göğsünün üstünde kalan ve ters c'ye benzeyen o dövmeyi gösterdi. "Artık sendeki yarısını tamamlayamayacağım için senin tamamlamanı istiyorum. Dövmeyi tamamla, Nathan. Senin için hep orada olacağımı bilmem gerek." Ağlayacak gibi olunca sözlerine devam edemedi. "Seni seviyorum, Nat. Seni her şeyimle seviyorum. Öldükten, toprağa karıştıktan sonra da seveceğim. Bunu unutma. Aaron'a, Aaliyah'a, kısacası bizden olan herkese sahip çık. Ben de her zaman sana sahip çıkıyor, seni koruyor olacağım." Parmaklarını dudaklarına götürdü ve kameranın önüne bir öpücük kondurdu.

Ekran kararmıştı.

Aaron, kolumdan tutarak beni odanın dışına çekti ve kapıyı kapadı. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Bunun için beni suçlasa, bağırıp çağırsa daha mı kolay olurdu? Ağzını açtı ama ilk defa söyleyeceklerinden vazgeçti. Flash belleği avucuma koydu ve kendi elleriyle avucumu kapattı. Yüzüne daha fazla bakacak cesarete sahip değildim. Çünkü eğer o bakışa bir anlam yüklemiş olsam böyle olmayacaktı.

"Sky'ın vücuduyla ve cenaze işleriyle ben ilgilenirim," dedi. Bunu söylerken çenesi kaskatı kesilmişti, gözlerinde yanan bir ateş vardı. Acı çekiyordu. "Gördüğüm ilk ceset değil, kesinlikle de sonuncusu olmayacak zaten. Gerçek bir sadık olsan bir tarafına takmanı söylerdim ama değilsin. O yüzden, benim laptopumu alabilirsin. Şifresi: Özgürlükçüler.'"

Bir şey söylemeden gidecekken beni durdurdu. Bunu söylemek istemiyor gibiydi ama söyleyecekti. İtiraz etmeden yanında kaldım. "Senin hatan değildi," dedi yumuşakça. "Odaya Cora gibi girdiğin andan beri Sky'ın sana yardım ettiğini biliyorum. Başka türlü o kadar güvenlik önlemini atlatamazdın. Bunları bilen bir tek Sky var. Senin gitmeni planlamış yani. Ölümünü ayarlamış. Bunda senin bir suçun yok."

Hafif bir baş işaretiyle gidebileceğimi söylerken, "Teşekkür ederim," diye fısıldadım. Bu adama günün birinde teşekkür edeceğimi ya da onun acısı için de ayrıca üzüleceğimi söyleseniz inanmazdım. O geceden önce bu adamın varlığından bile haberim yoktu. O geceden bahsedecekken duraksadım. Şimdi sırası değildi.

Yavaşça yanından ayrıldım, odasındaki laptopu aldım ve kendi odama değil de, evdeki kullanılmayan odalardan birine girdim. Hem birinin beni bulmasını ve rahatsız etmesini istemiyordum hem de o odanın kapısında hâlâ kurşun delikleri vardı ve bana hatırlattıkları çok da iyi şeyler değildi.

Videoyu açana kadar her şey bitmiş gibi geliyordu ama ekranda Sky'ın yüzünü gördüğüm anda, her şeyin asıl şimdi başladığını anladım. En azından sevdiğim birini kaybetmiştim ve bu benim için daha fazla şey kaybetmeye başlayacağım anlamına geliyordu. Gözlerimi birkaç saniye içten gelen bir yorgunlukla kapadıktan sonra videoyu başlattım. Yüzündeki yaralara rağmen hâlâ çok güzeldi.

"Selam, Aaliyah," dedi gülümsemeye çalışarak. O dakikadan sonra ben de onu buruk bir gülümsemeyle dinledim. Bu sesi duymaktan belki de hiç bıkmayacaktım. "Sanırım senden de bir özür dileyerek başlamalıyım. Hiçbir şey yokmuş gibi davrandığım ve seni kandırdığım için özür dilerim. Ama biliyorum ki sana söylesem bana engel olurdun ve ben..." Yüzünü ve vücudunu gösterdi. "Bunun için fazla hasarlıyım. Daha önce acı çeken melezleri gördüğümü söylemiştim. Aynısını yaşamak istemedim. Yaşayamazdım. Kesinlikle Nat'ın beni öyle görmesine de dayanamazdım. Şimdi sizin için her şey kötü geliyor olabilir belki ama ben gerçekten hepinizi tanıdığım için mutluyum. Videoyu kapatmadan önce sana birkaç kardeş tavsiyesinde bulunacağım. Benim için bir melez olduğunu duyduğumdan beri kardeştin aslında ama yine de bu sefer gerçekten kardeşmişiz gibi hissettiğim için bunları söyleyeceğim. Bence, sen bu savaştaki anahtar olabilirsin, Aaliyah. Daha önce diğer insanların hayatı için kimse Aaron'a karşı gelmedi. Daha önce kimse Aaron'a herhangi bir konuda bile karşı gelmedi! Aaron'un sende gördüğü bir şeyler var. Bu ne, bilmiyorum. Ama bunu öğren ve kullan. Söyleyecek birçok şey daha vardır belki ama bunları doğru kişiden duymanı istiyorum. O yüzden o anı senin için mahvetmeyeceğim.

Seni seviyorum, Aaliyah. Unutma, anahtar sensin. Sadece doğru kapıyı bulman gerekiyor."

Kararan ekrana bakakaldım. Ben anahtar değildim. Ben uçuruma açılan diğer kapılardan biriydim sadece. Ve Sky, benim kapımdan geçmiş, benim uçurumumu kullanarak aşağı atlamıştı. Aşağıda onu bekleyen bir sürü bedene kendisini de eklemişti.

Onu seviyordum, ama bunu yaptığı için onu asla affetmeyecektim.

Sky'ın ölümünün ardından bir gün geçmişti. Aaron her zaman ilgilendiği gibi cenazeyle ilgilenmişti ama Sky bir dine mensup olmadığı için Nathan cenazenin kilisede olmasına razı olmamıştı. Aslında aramızdan kimse bir dini inanca sahip de sayılmazdı. Ben bir tanrının varlığına inanıyordum ama bir insan tarafından üretilmiştim. Sonuçta, ne bilebilirdim ki?

Yakılmasını da istemeyen Nathan Sky'ın toprağını Aaron ile beraber kendi kazdı. Buna hakkım olduğuna inanmamama rağmen ben de yardım etmek istedim ama Nathan'ın vereceği karşılıktan o kadar korkuyordum ki bunu dile getirmeye cüret bile edemedim. Cenazede sadece 4 kişiydik zaten. Diğer melezler her ne kadar gelmek isteseler de hepsi birden ülkeden çıkamazdı. Görüntülü aramalara da Nathan'ı idare etmek için Aaron cevap vermişti.

Sky'ın bedeni gömüldükten sonra avuçlarıma aldığım toprağı bir de üstüne ben attım. Nathan o sırada bana bakınca bir şey diyecek diye geri çekilmiştim ama burukça gülümsedi bana. Oldukça küçük bir gülümsemeydi ama aramızdaki buzların erimeye başladığını görüyordu. Belki de benim bir hatam olmadığını düşünmeye başlamıştı? Ben bundan artık o kadar emin değildim. Hâlâ o bakışa bir anlam yüklemediğim için kendimi suçluyordum.

Aaron, Cora ve Nathan mezarın başında beklerken biraz nefes almak için yanlarından ayrıldım. Her şey üst üste geliyordu ve boğuluyordum. Bir yanım o toprağın altında benim olmam gerektiğini söylüyordu. Fakat benim cenazemle ilgilenecek sevdiklerim bile yoktu.

Zil sesini duymamla etrafa bakındım ama kimse yoktu. Telefonum da çalmıyordu. Diğerleri ise mezarın başındayken bana çok uzaktılar, aramızda 50 adımdan fazla vardı. Sonra bu zil sesinin kafamın içinden geldiğini anladım. Bunu kim yapıyordu? Aramayı yanıtladım ama konuşmadım.

"Merhaba, Aaliyah." dedi tanıdık gelen erkek sesi. Bu sesi tanıyordum ama nerede duyduğumu hatırlamıyordum. "Yanında birileri varsa bu konuşmayı onlara belli etmesen iyi edersin. Ayrıca bu konuşmadan da kimsenin haberi olmayacak. İlk önce sana birilerini dinletmem gerek, bekle."

"Selam, güzelim." dedi bu sefer tanıdığım bir ses. Enzo'nun sesiydi. "Bana gelecekte sorun çıkmaması için 250 dolar vermiştin. Bu adam bana daha fazlasını ödüyor. Özür dilememekle yanlış olanı yaptın. Oysa seni affedip yoluma devam edebilirdim. Seçeneklerin seni nereye götürdü, görebiliyor musun? Birazdan göreceksin. Daha uslu bir kız olman gerekiyordu."

"Enzo?" diye fısıldadım Aaron'un fark etmemesini umarak. "Enzo!"

"Enzo şu an seninle konuşamaz, hayatım." diyerek cevap verdi ilk arayan adam. Beni nereden bulmuştu, nasıl oluyor da arıyordu? "Şimdi, beni dinle. Kimlerle çalıştığını bilmiyorum. Ama bilmem gerekiyor. Bu ne demek biliyor musun? Bana bilgi getirmen gerek. Ve bilgi getirmezsen ne olur biliyor musun?" Kalbim korkuyla çarparken çocukların sesini duydum. Bağırıyorlar, ağlıyorlardı.

"Orospu çocuğu!" diye fısıldayarak bağırdım dişlerimin arasından. "Kimsin? Çocukları rahat bırak, anlıyor musun? Çocukları rahat bırak!"

"Şimdi kapatmam gerekiyor, Aaliyah." dedi küstahça. "Seni tekrar arayacağım. Sinyalimi engelleyen her neresiyse oradan uzak durmanı tavsiye ederim. Unutma, etmen gereken bir ihanet var ve bunu sessizce yapacaksın. Yoksa bu çocuklara çok yazık olur."

Ve ardından hat kesildi.

Continue Reading

You'll Also Like

845K 53.5K 48
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
AURORA By a d a l i a

Science Fiction

1.8M 145K 44
(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir...
791K 29.3K 44
"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmadan akmış gözlerinden bir bir..." "Sana h...
513K 27.1K 34
81 milyon alem vardır. Biz sadece belli başlı olanları biliriz. Melekler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, cinler ve şeytanlar. Peki ya bilmediklerimiz...