SİHİR-KARANLIK ŞATO-

By Mrvmdr

386K 30.7K 1.5K

Selen on yedisini doldurmasına bir ay kalmış, küçük kardeşinin yanında kendisini abla gibi hissetme yoksunu s... More

0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
57
58
59
60
61
62
63
64

56

3.9K 413 24
By Mrvmdr

Yazardan; 

İlk demek, önemli demektir ve herkesin hayatında önemli olan ilkler vardır. Hep ilk yorumu, ilk vetoyu verecek olan okuyucularımı merak ettim. Kimler olduklarını biliyorum. Ama sonra fark ettim ki kalbim iki eşit parçaya bölündü. İki eşit parça diyorum lan!

İlk dört (Her veto or yorumlarında bana deli dansı yaptıran dört okuyucum...) ve sadece okuyup kim olduklarını bana çaktırmayan hayalet okuyucularım. Hepinizi merak ediyorum. Hepinizi seviyorum ve...

Çok mu konuştum ne?

Yine çenem açıldı görüyor musunuz? Tamam. Sustum. İyi okumalar Sihirli evlatlarım :)

NOT: Ve... yi tamamlamama izin verin pleasee.

Ve...Nutellama bile sizi anlatıyorum. Çok mu deliyim? Biraz. Belki kafa tasım çatlak olabilir :D Ama bu çatlak sizi seviyorrr....:)

...

Uyandığımda kıyafetlerimle uyumuş olduğumu gördüm. Anında gözlerimin önüne bir çift kahverengi göz geldi. Kalbimde bir yerde inanılmaz derecede büyük bir korku vardı. Kellen'ı kaybetme korkusu.

Yataktan kalktım.

Gidip yüzümü yıkadığımda boynumda kolyemin olmadığını gördüm. Onu düşürmüş müydüm acaba?

Kolyeyi bulmam gerekiyordu. Tılsım olmasından ziyade onu bana Ryan vermişti. Hemen gidip etrafa baktım. Nereye düşürmüştüm ki? Yatağın çevresine bakarken bir kağıt buldum.

Bu da nereden çıkmıştı? Sonra bunun, Tome'nin getirdiği yer yön kağıdı olduğunu hatırladım. Melike'ye vermeyi tamamen unutmuştum. İçimden bir ses Prof. Alr'ın yanına gitmem gerektiğini söylediğinde kağıdı da Melike'ye vermesi için ona verebileceğimi düşündüm. Kağıdı komodinin üzerine bırakıp kendi yer yön kağıdımı ararken çantamdan yükselen sesi duydum. Gidip alırken çantamı düşürdüm ve aptal çantanın içindeki her şey yere döküldü. Neyse ki Evren'in fotoğrafını bulmuştum.

"Efendim Evren?"

"Ne yapıyorsun?" Sesi çocuksu çıkıyordu.

"Şey, oturuyorum sen?"

"Biz de Stephen'la tiyatroya gitmeye karar verdik. Üç tane bileti varmış ve senin de gelebileceğini düşündü" Saate baktım.

"Sera nerede?"

"Sinemadan sonra gitti. Annesi çağırdı" Biraz düşündüm.

"Sinemanın ardından tiyatro biraz şey olmaz mı?" Şey de ne demekti şimdi?

"Sen sinemaya gelmedin nasılsa. Hem tiyatroyu hiç görmediğin için senin de gelebileceğini düşündük" Tiyatro da yeryüzündekinden farklıydı anlaşılan.

"Mmmm...şey. Olabilir"

"Yuppi...O zaman hemen hazırlan. On dakikaya oradayız"

"Yarım saat yapsak şunu?"

"Süs biberi!"

Güldüm ve yarım saat sonrası için anlaştık. İlk önce Prof. Alr'ın yanına gitmeliydim. Yerden çantamın içini toplarken düşen günlüğümü de çantamın içine tıkıştırdım. Yer yön kağıdını aldım ve işim bittiğinde beni okula götürmesini söyledim.

Her yer bembeyaz oldu. Kağıt beni ışık hızıyla götürürken saniyenin üçte birlik süresinde götürmem gereken kağıdı yanıma almadığımı fark ettim. Üstüne üslük en son komodinin üzerinde o kağıdı görmemiştim. Acaba çantam düşerken...

Komodine çarpıp düştüğü için kağıt da yere düşmüştü. Peki şu an kullandığım yer yön kağıdı hangisiydi?

Etrafımdaki beyazlık geçerken nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Kalbim deli gibi çarparken yutkundum.

....

 Bütün beyazlık kaybolduğunda, yosunlu duvarlardan oluşan bir labirentin içinde olduğumu gördüm. Neredeydim ben? Olamaz. Yanlış kağıdı almıştım ve boku yediğimi iliklerime kadar hissediyordum. Nerede olduğumu anlamak için etrafıma bakındım. Gökyüzünde gittikçe kararmaya yüz tutan bir hava vardı. Çok uzaklarda bir yerde, çığlık sesi duydum ve korkuyla geriye doğru sıçrayıp yosunlu bir duvara çarptım. Çarpmanın etkisiyle elimdeki yer yön kağıdı çantamla birlikte, yosunlar ve çürümüş yapraklarla dolu yere düştü.

Düştüğü anda da yanmaya başladı. Onu hızla alıp ateşi söndürmeye çalıştım ama kağıt tamamen küle dönüşmüştü. Görevini yaptıktan sonra yanma emri verilmiş olacak ki yanmıştı.

Kağıdın görevi beni buraya getirmekti. Muhtemelen daha önceki kağıt da bunun için gönderilmişti ancak Melike kağıdı çözemediğini söylemişti.

Kahretsin!

Peki beni buraya kim çekmişti? İçimde gümbürdeyen kalbim, haklı olarak bunu Karanlık Şato'nun yaptığını söylüyordu. Peki şimdi ne olacaktı?

Etraftaki kasvetli hava içimi daralttı. Nasıl çıkacaktım ben buradan? Olduğum yerde beklemek gibi bir lüksüm olmadığını anlamam için beş saniye düşünmem gerekti. En sonunda yavaş adımlarla, yosunlar ve çürümüş yapraklar yüzünden kaymamaya çalışarak ilerlemeye başladım. Birkaç metre sonunda yol sağ ve sol olmak üzere ikiye ayrıldı. Bir de dümdüz yoluma devam etme şansım vardı. Dümdüz devam etmeyi seçerek birkaç metre daha ilerledim. Yavaş ilerlememe rağmen ayağım birkaç kez kaydı. Duvarların yüksekliği dört metreden fazlaydı ve labirentin arasında yürümek için ayrılan yollar çok dardı. Duvarlar üzerime kapanıp beni hapsedecekmiş hissini veriyordu.

Bu yolun da sonuna geldiğimde sağa ve sola ayrılan iki yol çıktı. Bu sefer dümdüz gitme şansım yoktu. Sağa ya da sola sapmak zorundaydım. Sağa sapıp devam ettim. Hava iyice kararıyordu. Önümü görmekte zorlanıyordum. Nereye gidiyordum ki?

Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda kara bulutların iyice çoğalmakta olduğunu gördüm. Aman Tanrım.

Buradan kurtulmam gerekiyordu. Çevreme bakmaya çalıştığımda iğrenç duvardan başka bir şey görmedim.

Bu labirentten asla çıkamamaktan korktum. Yürümenin dışında başka bir şeyler yapmalıydım. Kanatlarımı çıkartıp duvarların üzerine çıkmayı başarırsam çevremi görüp ne yapacağıma daha iyi karar verebilirdim.

Labirent çok dar olduğu için kanatlarım çıktığında rahatça açılabilmeleri için yüzümü duvara döndüm ve yumruklarımı sıktım. Bütün gücümü toplayıp, kanatlarımın çıkacağı alanı serbest bırakırken içimdeki korku, odaklanmamı engelliyordu.

Sakin ol Selen, burası sınıf ve sadece kanatlarını çıkart, diye düşünerek kendimi motive etmeye çalıştım. Normalde kanatlarımı çıkartmam gereken süreden on kat daha uzun bir süre sonra kürek kemiklerimin olduğu alanın yanmaya başladığını ve güçlerimin toplandığını anladım. Kürek kemiklerimde bıçak batması gibi -artık alıştığım- acıyı hissettiğimde hızla ayaklarımın üzerinde zıpladım. Uçmak için kanatlarımı çırptım ama kanatlarım duvarlara çarptı. Büyük bir acı duydum. Birkaç çırpmanın ardından bir buçuk metre bile yükselemeden acı içinde yere düştüm. Kanatlarım ben düşerken kapandı ve yok oldu.

Düşmenin etkisiyle dizimi yere çarpınca acı içinde yerde kıvrıldım. Sakatlanmadığımı umarak sırtımı duvara dayadım ve pantolonumu sıyırıp dizimi kontrol ettim. Yeterince aydınlık olmamasına rağmen kanı görebiliyordum.

Yüzümü buruşturdum.

Elimle boynumu kontrol ettim ama kolyemi bulamamıştım ki. Nereye düşürmüştüm acaba onu?

Benim burada olduğumu bilemeyeceklerdi. Buradan asla kurtulamayacaktım.

Yoluma devam etmem gerektiğini düşünüp duvarlara tutunarak ayağa kalktım ve kalkarken dizim daha çok acıdı.

Duvarların taştan oluşu beni iyice korkutuyordu. Bir elimi duvara yaslayıp yoluma o şekilde devam ettim. Zihnimi meşgul etmeliydim. Yoksa korkudan ölebilirdim.

Kellen'ı ve Ryan'ı düşündüm. Burada olduğumu bilebilirler miydi? Ama Ryan Karanlık Şato'daydı ve neredeyse dört aydır yoktu. Beni takip etmeye devam etmiş olamazdı ki. Bu yüzden burada olduğumu asla bilemezdi. Peki ya Kellen?

O neredeydi?

İçimde inanılmaz bir acı hissediyordum. Bu hem Kellen'ın yokluğundan, hem de kayboluşumdan kaynaklanıyordu. Elime yumuşak bir şey değince irkilerek değen şeye baktım. Bir örümcek ağıydı ve üzerine yapışmış bir böcek vardı. Çığlık atarak geri sıçradım. İçimden bir hıçkırık yükseldi ve etrafıma bakındım.

"Kimse yok mu?"

Bunu söylediğim anda pişman oldum çünkü içimde, uyuyan bir şeyleri uyandırmışım gibi bir his belirdi.

Sustum. Ağlamamak için dişlerimi sıkarken yoluma, duvarlara tutunmadan devam ettim. Bir süre yürüdükten sonra ıslak yosunlar yüzünden ayağım kaydı ve düştüm.

"Ah!" diye inlerken kalkmaya çalıştım. Ağlamayacaktım. Dudaklarım titriyordu ve hıçkırıklarım, irademe yenik düşeceğimi söylüyordu.

Doğrulduğumda topallayarak yoluma devam ettim ve sessizce göz yaşlarımın süzülmesine izin verdim.

Hava iyice kararmaya başladığında yolumu görmekte zorlandım. Duvarlara tutunmaya karar vermiştim. Örümcek ağları ve böceklerin canı cehenneme!

Birkaç metre yürüdükten sonra ayağıma bir şey takıldı ve az daha düşüyordum. Neye takıldığıma baktığımda taş duvarın içinden çıkan bir dal olduğunu gördüm.

Dalı değnek ya da silah niyetine kullanabileceğimi düşünüp yerinden kopartmaya çalıştım. Bir iki uğraşmamdan sonra kırıldı ve sadece yarım metre uzunluğunda bir parçasını alabildim.

Kendime silah olarak kullanabileceğim küçük de olsa bir şey bulmuş olmam içimi rahatlatmaya yetmemişti. Gökyüzünden gelen bir şimşek gürültüsüyle yerimden sıçradım. Yırtıcı bir kuşun haykırış sesini duymamla başımı geriye atıp gökyüzüne bakmam aynı anda oldu. Gök gürültüsüyle aydınlanan havada uçan bir yaratık gördüm.

Dev bir kuşa benziyordu.

Korkuyla duvarın dibine sinerken bir çığlık sesi duydum. Bu çığlığın bana ait olduğunu sonradan fark ettim. Dev yaratık labirentin duvarlarının üzerinde uçuyordu ve gök gürledikçe az çok neye benzediğini görebiliyordum.

Uzun bir kuyruğu ve kocaman bir başı vardı. Kanatlarıysa devasa derecede büyüktü ve her iki yanında boy gösterip yaratığın hantal bedenini rahatça taşıyabiliyorlardı.

Bu bir ejderhaydı!

Sanki avını bekleyen akbabalar gibi labirentin üzerinde dört dönüyordu. Bulunduğum yeri fark etmemesi için dua ederken gök gürlediği anda başı benden tarafa döndü ve alev alev yanan ateş gözleri beni fark etti.

Öfke dolu ejderhadan hırçın bir haykırış duydum.

Son hızla benden tarafa doğru gelirken yaralı dizimi zorlayarak kaçmaya başladım. Labirentin sağa ya da sola dönen kısımlarında hiç düşünmeden ilerliyordum. Ayağımın kaymasına aldırış etmeden hızlı manevralarla toparlanıp koşmaya devam ettim. Dev yaratık ben kaçarken geçtiğim bir labirent aralığına büyük bir darbe indirdi ve duvar göçüp, arkamda bıraktığım yolu kapattı. Hızla sola döndüğüm sırada bir darbe daha indirip tekrar arkamdaki yolu kapattı.

Vücuduma pompalanan adrenalinle tahmin edebileceğimden bile hızlı koşuyordum. Dizimin acısını da tamamen unutmuştum.

Ben labirentte koştururken ejderhanın sesi kesildi. Gitti mi diye arkama baktığım sırada önümde korkunç bir ses duydum. Ani bir hareketle başımı önüme çevirince ejderhanın önümdeki duvarlara darbe indirip yolumu tıkadığını gördüm.

İstemsizce çığlık atarak arkamı döndüm ve koşarak oradan uzaklaşmaya çalıştım. İlk gördüğüm aralığa saptım. Ejderhanın peşimden geldiğini duyabiliyordum. Kanat çırpış sesleri ve ara ara çıkardığı o korkunç sesler ne kadar mesafede olduğunu tahmin etmemi sağlıyordu. Labirentin aralarına giremeyecek kadar büyük olduğu için sürekli arkamda bıraktığım duvarları yıkıyordu. Çığlık atmaktan boğazım acımaya başlamıştı.

Ejderhanın sesi yine kesilince korkup arkama bakmadım. Karşımdan gelip önümdeki yolu tıkayacağını düşünürken o yine dev bir darbeyle arkamdaki duvarları yıktı.

Nefes nefese kalmıştım. Adrenalin bile çok hızlı koşmamı sağlayamıyordu artık. Dizimdeki acı artmıştı ve ben onun varlığını düşünmesem de o artık düşünmem konusunda beni zorluyordu.

Elimden geldiğince hızlı koşarak sağa döndüm ve bu canavarın beni eninde sonunda yakalayıp yok edeceğini düşündüm. Arkamda müthiş bir sıcaklık hissedip refleks olarak arkaya baktığım sırada ejderhanın ağzından alev püskürdüğünü gördüm.

Kalbim son hızla çarpıyordu. Beni ya göçük altında bırakıp öldürecekti ya da pişirecekti.

Hızla tekrar bir labirente saptım ve saptığım anda arkamda yükselen alevlerin dümdüz devam ettiğini, sapmasaydım o alevlerin içinde kül olacağımı apaçık idrak ettim.

"Koş Selen" diye bağırdım kendime. Yeterli oksijeni sağlamakta güçlük çeken ciğerlerim acıyordu. Kaslarım artık isyan ediyordu ama onları umursamadan bir kez daha sola doğru bir hamle yaptım. Ejderha karşımdan gelip ilerleyeceğim labirentteki duvarları yıktı.

Yaratığın, ağzını açıp alev püsküreceğini anladığımda bir kez daha adrenalin son gücüyle damarlarıma hücum etti ve hızla geriye dönüp başka bir yöne saptım.

Bu nereye kadar sürecekti böyle? Eninde sonunda yakalanacaktım. Kimse burada olduğumu bilmiyordu. Beni buraya getirenler hariç.

Amaçları çok açık değil miydi? Beni yok etmek.

Hızla koşarken ejderhanın arkamdan geldiğini duyuyordum. Ateş püskürmesine karşı tekrar sola saptığımda ayağım kaydı ve yere düştüm. Bir anlık aksmanın ejderhanın beni yok etmesi demek olduğunu beynim gayet iyi analiz edebiliyordu. Gözlerimi kapattım. Kellen'a son kez sarılma şansım olsaydı keşke. Ejderhadan gelecek olan ölümcül alevleri beklerken içimdeki kalbim son çırpınışlarını yapıyordu. Derin bir nefes alıp içimde tuttum. Sanırım bu, son nefesimdi.

Sessiz ol kalbim. Seni duyacak kimse yok...


Continue Reading

You'll Also Like

14.4K 1.7K 17
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
6.9K 271 50
Benliğinden kaçmak için çabalayan, aynaları kıran, bir ucube gibi giyindiği halde güzel yüzü sayesinde bir takım kahverengi gözleri cezbeden o genç...
818K 19K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
75.5K 5.5K 38
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...