Karşımdaki bilgisayar ekranına sırıtarak bakıyordum. Eğer bugün el konulmuş birçok eşyamız varsa o deneme sınavı da olmayacaktı. Nokta. Kocaman bir nokta. Fazla gaza gelmiştim.
Görevin Adı: Pembiş'in Düşüşü
Amaç:Eşyaları geri almak.
Haydi başlayalım, el ayalarımı birbirine sürterken okulun biyoloji laboratuvarındaki bilgisayarın başındaydık.
Ehm, Beray karşımdaki sandalyede otururken sağımda Tansu, omzumu sıkan Çınay ve kapıyı gözetleyen Meyra ile küçük görevimizi yerine getirmek için hareketlenmiştik.
Ana bilgisayara bağlanırken ellerim terlemişti.
"Sizce de bunu SiSü de göstermeli miyiz?"diye sordu Çınay.
"SiSü de nedir? Ah, tamam. Anladım. Lütfen şu zımbırtıyı kısaltmayın."diyerek sitem etti Tansu.
"Kesinlikle yapmalıyız. Hatta başlık gözümde canlanıyor bile, Pembiş'in Düşüşü."diyerek gözlerini havaya dikmişti Beray.
"İyi de çocuklar, bu okulda okuduğunuzu ya tahmin ederlerse?"dedim.
"Biz de mağdurlara yardım ettiğimizi savunuruz. O başlığın altına küçük bir not yazacağız ve buna inandırabiliriz."dedi Beray.
"Makaleni düşünsen iyi olur."dedi Meyra kapıdan gözlerini ayırmadan.
"Bitti."diyerek Enter tuşunu bastığım anda derin bir nefes aldılar.
"Yer ayarladın değil mi?"diye sordu Tansu Çınay'a doğru.
"Elbette, o fotoğraf makinen güzel bir fotoğraf çekecek. "diyerek konuştu.
"Hadi gidelim."dediğim anda hepsi ayaklandı ve sınava girmemize yarım saat kaldığı için yukarı sınıflara doğru çıkmaya başladık.
"Afra, Bayan Narsia seni odasına çağırıyor."diyen çocuğa doğru kaşlarımı çalarak baktım. Bu kadın. Aman Allah'ım. Ölmeliydi.
Yavaş bir şekilde hareket edip uzun koridoru arşınlamaya başladım. Dörtlüye göz kırpıp yanlarından ayrılmak için köşeyi döndüğümde Bayan Narsia'nın odasının kapısının önünde kendimi buldum. Kapıyı çalıp girdiğimde gözlerim odayı tararken iki cüsseye bakakaldım.
Yaser Kılıç, odadaki tekli koltuğa oturmuş ve ayağını ortadaki cam olan sehpaya uzatmıştı. Kaya Erez ise cam kenarına yaslanmış ve öfke ile Yaser Kılıç'a bakıyordu. İçeri girdiğim anda dönen bakışlar ile:"Siz devam edin."diyerek köşedeki vitrin takımına baktım. O vitrin takımında dantel mi vardı?
Oh, pekala.
"Mavi kafa."diyerek konuşan Yaser'e gözlerimi kısarak bakarken o ise salak bir sırıtma ile beni inceliyordu.
Tam ağzını açıp bir şeyler söylecekken
içeri Bayan Narsia girdi. Yaser ayağını sehpadan çekerken üzerindeki şekerliği yere düşürdü ve Bayan Narsia'nın bakışlarına maruz kaldı.
Yaser'in helvasını yemek isteyenler buraya adınızı kazıyın.
Bayan Narsia, kırışmış yüzünü buruştururken masasının yanına yürüyüp sandalyesine oturdu. Bozulmuş kağıtlarını düzeltirken dişlerini gıcırdatıyordu.
"Bay Kılıç, ceza odasına."dedi anda rahatsız edici sesi ile dudaklarımı büktüm.
"Ah, söylemeyi unutuyordum. Şu kağıtları İmzalayın. Dün kü öğretmeniniz imzalamayı unuturmuş olmalı, çıkış saatinde imza atıyorsunuz, biliyorsunuz değil mi?"diye sorduğunda tuttuğum nefesi verdim. Anladığını zannetmiştim.
Kağıdı imzalayıp bir adım geriledim ve yüzüme yerleştirdiği sahte gülümsemeyi sundum.
Kapıdan çıkarken Yaser gülünç bir şekilde ofladı ve kolunu omzuma atarak kulağıma eğildi.
"Site güzel olmuş fakat hala güvenlikte sıkıntı var."dediğinde kolunu omzumdan atıp:
"Hiçte bile."demeyi unutmadım. Sakin bir şekilde gülümsedi ve telefonunu çıkardı. Telefonunu kaptırmamıştı, anlaşılan.
Galeriye girip bilgisayar ekranının çekilmiş fotoğrafını bana gösterirken:
"Açığı görüyor musun?"dediğinde kodları kontrol etmeye başladım.
"Ah, sen ona açık mı diyorsun?"dediğimde gülümsedim ve:
"Biz siteyi hacklemeye çalışanların bilgilerini almak için yaptığımız bir kodlamaydı."ekledim.
Gülümsedi ve:"Zekice."dedi.
Kaya Erez ise önden ilerleyerek, bizi dinlediğini saklamaya çalışırcasına rahat davranıyorsun. Eğer onun bizi yakalamak için gönderildiğini bilmesem normal biri olduğunu söyler ve yakışıklı olmasına aldanmamaya çalışırdım.
Evet, fazla yakışıklıydı. Ne yani, atalarımız ne demiş:"Yiğidi öldür ama hakkını yeme."
Ee, bende biraz öyle yapıyordum. Teni gerçekten kusursuzdu. Kesinlikle, on yedi ya da on sekiz yaşında falan değildi. Geniş omuzları ile sarsılmaz bir yapıya sahipti. Arkadan saçları dağınık görünümü sürdürüyordu. Kaya Erez, gerçekten güzeldi.
"Mavi kafa, başarılar."diyen Yaser'e kafamı çevirdiğim anda sınıfımın kapısının önüne geldiğimizi anlamıştık.
Masasına yerleşen Sevim, heyecanlı görünüyordu. Bacağını sürekli hareket ettirirken bunu iyice belli ediyordu.
Derin bir nefes alıp, pişkince sırıttım. Arkamdan:"Hadisene be Maviş." diyen Anıl'a kızgınca baktım. Anıl kim mi?
Aşırı derece girişken ve aynı zamanda kızların sempatiklik abidesi gibi gördükleri muhteşem Anıl Özbay. Kendisi herkes ile samimi olduğunu sanırken benim ona kafa atma isteğimi bilmediğinden emindim.
Hiç öyle sempatik olduğuna bakmayın, kendisi ukaladır da. Önünden çekilirken:"Yan kesiciliği başladığını düşünmüştüm. Kapıda izdiham oluşturdun. Para vereyim mi abla."demesi ile yüzümü buruşturdum. Bir özellik daha ekliyorum. Aşırı derecede kötü bir espri yeteneği var.
Yerime geçtiğim anda önüme düşen kağıt ile kaşlarımı çattım. Buruşturulmuş kağıdı açarken etrafa göz gezdirdim.
"Konuşmamız gereken konular var.
Kağıt Cafe'de, 11. Masa, Saat öğleden sonra 3.
Eğer gelmezsen ki bunu bir ihtimal olarak bile saymak istemiyorum. Acil olduğunu ve bunun büyükannen ile olduğunu sana söylemek zorundayım. "
Kaşlarım çatıldı. Büyükannem ile konuşmayalı ne kadar zaman olmuştu? Bunun hesabını yapmaya çalışırken önüme konan kitapçık ile donakaldım. Tüm kitapçıklar dağıtıldığında öğretmen:
"Zil çaldığında başlayın."dedi.
Aynı anda okulu dolduran ses ile öğrenciler kitapçıkları açtı. Birinci dakikanın sonunda Sevim:
"Bu zil durmayı düşünüyor mu?"diye sitem etti. Kulaklarını tıkamaya çalışan öğrenciler, üçüncü dakikanın sonunda kitapçığın sayfalarını sinirle çevirmeye başladılar. Dördüncü dakika açık olan kapıdan koridora çıkan öğretmen ile öğrenciler durgunlaştı. Beşinci dakika da ise herkes kalemleri bırakmış ve oturmaya devam ediyorlardı. Yedinci dakika da ise ayağa kalktım ve aynı anda ayaklanan öğrenciler ile yürümeye başladım. Ellerini kulaklarına kapatarak koşan öğrenciler ile gülümsedim ve kendimi okulun bahçesinde buldum.
Yanıma gelerek kapşonumu başıma geçiren ikizler ile sırıtmaya devam ettim. İkisi de ellerini beşlik çakmam için kaldırmıştı. Onlara beşlik çakarken, okulun hademesi dışarıya çıkmış ve megafonu eline almıştı.
"Tüm öğrencilerin dikkatine!"dediğinde yerimde kıpırdandım ve diğerlerini çekiştirerek okulun içerisine arka kapısından girip, hademesi ayrılmış odaya doğru hareketlendim. Hademenin odasının yanında kayıp eşyaların ve birçok şey daha vardı. Orada olduğunu biliyordum. Bu yüzden o odaya ikizler ile girerken, Tansu ve Meyra diğer öğrencileri bu odaya doğru getiriyordu.
Telefonumu elime alıp ekranını öperken, giren öğrenciler telefon, tablet ve bilgisayarlarını arka fonda çalan zil ile alıyorlardı.
Arkamı dönüp çıkacağım sırada Kaya Erez ile göz göze geldik ve omzumdan sıyırtma geçip Can'ın yanına gitti. Aynı anda ise Berat elindeki telefonla bana göz kırptı ve benden onay beklediğini anladım. Etrafıma bakıp, yanında durdum.
"Tehlikeli. Bu okuldan olduğumuz anlaşabilir. Süvariler, için başka planım var. Daha da yaygın hale gelmeliyiz."dediğimde beni onayladı.
"Ne yapacağız?"dediğinde gülümseyerek ona döndüm.
"Şehrin ortasındaki saat kulesine çıkacağız."diyerek göz kırptım.
"Ve?"dedi yanımıza gelen Çınay'a göz ucuyla bakarak. Elindeki telefonu alarak Siyah Süvariler'in bloguna girdim.
"Boyalarınızı ve fırçalarınızı hazır tutun. Geliyoruz.
Gözleriniz kamaşacak."
Telefonu geri ona uzatırken, bildirim sesleri zil sesi ile karışmıştı. Beray ekrana gözlerini dikti ve anladığını belirtircesine gülümsedi. Çınay ise:
"Şu zil sesi beynimin pekmezini akıtmadan gidelim."diyerek yanımıza yeni gelen Meyra ve Tansu'ya dikkatle baktı. Onlar ise aynı ağızdan:
"Plan nedir?"dediler.
"Gidelim."diyen Beray, ellerini saçlarından geçirdi ve hareketlendi. Kızların koluna da girmeyi de unutmadı. Tabi arkasından birkaç ağzı açık salyaları akan kız da bırakmıştı. Çınay ise:"Acıktığımı söylemiş miydim?"diyerek peşlerinden takıldı.
Bense arkalarından yürüyerek, ellerimi kapşonumun ceplerine soktum. Elime gelen buruşmuş kağıt ve başka kağıtla duraksadım. Diğer kağıdı cebimden çıkarıp bakarken nefesimi tuttum.
"Kağıt Cafe. Masa 11. Öğleden sonra 3.
Unutma."