INTIKAM OYUNLARI

By BlackAngle_BA

199K 7.1K 836

İntikam için oynanan oyunlar... Hazal Şahin, 22 yaşında bir genç kız. Ailesini küçük yaşta kaybetmiş, üvey ai... More

_1_
_2_
_3_
_4_
_5_
_6_
_7_
_8_
_9_
_10_
_11_
_12_
_13_
_14_
_15_
_16_
_17_
_18_
_19+20_
_21_
_22_
_23_
_24_
_25_
_26_
_27_
_28_
_29_
Bölüm değildir arkadaşlar!
_30+31_
_32_
_33_
_34_
_35+36_
_37+38_
_41_
_42_
_43_
_44_
_45+46_
_47_
_48_
_49_
_50_
_51_
_52_
_53_
_54_
_55_
_56+57_
_58+59_
_60_
_61+62_
_63_
_64_
_65_
_66_
_67_
_68_
_69_
_70_ Final
Duyuru!
İNTİKAM OYUNLARI 2 - Geri dönüşüm

_39+40_

2.1K 87 22
By BlackAngle_BA

Merhabalar :D
Bir fikri olan, kitap hakkında soruları olan veya sadece sohbet etmek isteyen varsa bana hiç çekinmeden ulaşabilir. İnanın çooook sevinirim :D

İletişim:
Facebook:  Begüm Göksel
Instagram:  begum.goksel
Ask.fm:  Sahmeran16/GÖKSEL
Snapchat:  begumgoksel

İyi okumalar...


---

Azat'tan


"H-Hazal?"

Evet, tek diyebildiğim buydu. Bu isim. Çünkü şok olmuştum ve ben düşünemiyordum. Nedeni ise Hazal'ın karşımda sapa sağlam durmasıydı.

"A-Ama s-sen" devam edemiyordum. Ne diyecektim? Karşımda bildiğiniz turp gibi duruyordu. Bir çizik dahî yoktu. Ne yüzünde, ne vücudunda. Bacağına bıçak saplanmıştı. Koluna sıkılmıştı. Yüzü dayak yemekten dağılmıştı. Şimdi... Şimdi ise hiç biri yoktu.

"Montaj" dedi Hazal düz bir sesle. "Video gerçek değil. Önceden çektirip montajlamıştım."

Oyundu yani? Hepsi. Neden? Sırf ağzımdan laf almak için mi? Gerçekleri böyle mi öğrendi yani? Hazal ve oyunları...

"Aslında anlarsın sanıyordum. Akıllı birisin Azat. Benim asla çığlık atmayacağımı anlarsın sanmıştım."

Dediklerinin doğruluğuna ve kendi salaklığıma kısık sesle bir küfür savurdum. Ben, kardeşim acı çekiyor diye kahrolmuştum. O an nasıl düşünebilirdim ki?!

"Bilirsin bende akıllıyım. Senin kötü olacağını biliyordum. Ondan yaptım bütün bunları, çünkü başka türlü konuşturamazdım seni. Ama... Bu hâle geleceğin aklımın ucundan geçmedi. Dizlerinin üzerine çökeceğini tahmin edemedim, bu kadar mahvolacağını bilemedim. Zaten bu nedenle iptal ettim herşeyi. Oyunun sonunu getiremedim..."

Hazal'ın dediklerini pür dikkat dinliyordum. Bir nevi 'kıyamadım' demeye getiriyordu. Fakat kendi söyleyemiyordu bu kelimeyi. Bir an gülümser gibi oldum ama hemen toparladım kendimi.
Hazal başını kısa bir an eğdi, ardından o'da diz çöktü ve gözlerini gözlerime dikti.

"Beni bu kadar seviyor musun Azat?"

Sorduğu soru karşısında afalladım. Ne diyecektim şimdi? Yalan söylesem kırılır mı? Doğruyu söylesem ne tepki verir? Siktir ya! Arafta kalmaktan nefret ediyorum arkadaş!
Belki de susmaktı yapmam gereken?
Hazal kararsızlığımı anlamış olmalı ki, bakışlarını kaçırdı.

"Gerçeği duymaya ihtiyacım var Azat" dedi Hazal titrek bir sesle. Hazal'ın sesi mi titremişti? Kıyamet mi geliyor lan?!

"Seni gerçekten çok seviyorum Hazal. İster inan, ister inanma. Kardeşimsin sen benim. Bak, biliyorum çok hatâ yaptım. Farkındayım hepsinin ve bunların affı yok. Telafuzu yok. Aileni geri getiremem. Ama bilki sana ihtiyacım vardı. Bir kardeşe" diye açıkladım bir çırpıda. Ardından aralıksız devam ettim.

"Bende sevgi görmedim. Ailem vardı evet, ama sevgi yoktu hiç. Sonra parkta seni gördüm. Çocuklara şeker dağıtıp mutlu ediyordun onları. Beni de mutlu et istedim. Çaresizdim. Hem ailenin ölümüne tanık oldum, hem-"

"Sus."

Duymak istemiyordu. Dayanamıyordu artık. Hazal güçlü biriydi ama öyle zamanlar oluyordu ki, o bile pes etmek zorunda kalıyordu. Hazal derin bir nefes alıp gözlerimin içine baktı.

"A-Ailemi sen öldürmedin?" dedi sorarcasına. Gülümsedim. Buna tutunmaya çalışıyordu. Ailemi sen öldürmedin. Sen yapmadın...

"Ben değildim kardeşim. Ben nasıl yaparım, ben nasıl kıyarım senin ailene? Kendim daha küçücüktüm." Sesim düzensiz çıkıyordu, titriyordu.
Hazal ise birden bana sarıldı. Şaşkınlıkla gözlerimi ve ağzımı on karış açtım. Sarıldı diyorum!

Öyle sıkıyordu ki nefes alamıyordum. Ama bu şuan önemsiz. Kardeşim bana sarılıyordu. Bana sarılıyordu...
Belki de buna ihtiyacımız vardı. Sarılmak. Sarılabilecek birine ihtiyacımız vardı. Veya tutunabilecek bir şeye. Belki de benim o'nun gücüne, o'nunda biraz sevgiye ihtiyacı vardı. Tamamlıyorduk işte birbirimizi. Kardeş olup birlikte göğüs gererdik herkese.

"Neden söylemedin bana? Sana, karşımda bir katil varmış gibi değilde, abim varmış gibi bakardım" diye fısıldadı Hazal geri çekildiğinde. Gözümden düşen bir damla yaşa engel olamadım. Söyledikleri ruhuma işliyordu. Abim varmış gibi...

"Yapamazdım Hazal. S-Seni öldürürdü" dediğimde Hazal öfkelendi.

"Sikerim ulan!" diye kükredi birden. "Kim öldürüyormuş beni? Sence gerçekleri bilmek hakkım değil miydi? Sence beni öldürmek isteyen şimdiye kadar öldüremez miydi? Ulan seni kullanıyor hâlâ kafan basmıyor. Sence biz birlikte dursaydık, bize kim ne yapabilirdi?"

Haklı olabilirdi. Ah ne saçmalıyorum, tabiki de haklı! Ama ne yapabilirdim? Her zaman Hazal'a benden bir adım öndeydi. Sürekli kardeşimin ensesindeydi. Kabul etmekten ve susmaktan başka çarem yoktu.

Ağzımı açıp konuşamıyordum bile. Ne dersem diyim Hazal daha üstün bir şey söyleyip beni susturacaktı. Hazal, aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını çattı. Ardından derin bir nefes alıp beklenen soruyu sordu.

"Azat? Patronun kim?"

---

Okay'dan


Hazal'ın mesajı ile apar topar Samet'in evinden çıkmıştık. Çınar ile birlikte Hazal'ın gönderdiği adrese gidiyorduk. Edirne civarında küçük bir evde beklediğini yazmıştı. Ve bize bir görev vermişti.

'Eve giden yolda bir sürü ok işaretleri var, onları gelirken temizlemeniz gerekiyor Schatz. Bir tane bile unutmayın olur mu?' yazmıştı bir de. Şimdi ise her bir ok işareti gördüğümüzde silmeye çalışıyorduk.

"Neden yapmış ki bunları?" diye sordu Çınar. Merak ettiği sesinden anlaşılıyordu.

"Bilmiyorum. Yine bir oyun peşindedir" diye cevapladım bir çırpıda.
Anlamış olmalı ki, onaylar gibi mırıltılar çıkardı.

"Açık konuşmak gerekirse Hazal'ın oyunları bazen beni de ürkütüyor."
Çınar'ın bu söylediğine kısa çaplı bir kahkaha attım. Aslına bakılırsa haklıydı.

"Daha bir şey bilmiyorsun koçum. Bir keresinde depo gibi bir yere gitmiştik, birinden keseceği hesap vardı. Yanına bir kaç kablo ve şişe kapağı almıştı sadece. Depoda torbalarla dolu kumlar vardı. Hazal gitti torbaları açtı etrafa serpti. Sonra deponun girişine, yani kapının oraya şişenin kapağını koydu, kenarlarınada kabloları gizledi. Üzerine de kum serpti" diye açıklarım hızla. O günü hatırlıyorum da, gülmekten yerlere yatmıştım.

"Yani?" diye sordu Çınar merakla. Ne yani anlamamış mıydı?

"Yani... Adam kapıdan girdi ve kapağın üzerine bastı. Hazal da bu ânı bekliyordu zaten, 'sakın kıpırdama mayına bastın' diye bağırdı. Adamın götü tutuştu tabi. Bizde adamı yakarışlarıyla birlikte bırakıp depodan ayrılmıştık. Sırf piçlik olsun diye. Adamın orada kaç gün kaldığını bilmiyoruz."

Çınar'ın kahkahası yaklaşık beş dakika sürdü. En sonunda dayanamayıp ensesine vurmuştum tabi, yoksa gülmeyi kesmeyecekti. Şimdi ise yere rengarenk çizilmiş olan ok işaretlerini temizliyorduk. Adrese ulaşmamıza az kalmıştı.

"Abi?"

"Oğlum abi demene gerek yok. Ne oldu söyle."

"Hazal, Senem'in gelmesini neden istemedi?" diye sordu Çınar. Aslında bu benimde aklıma takılmıştı. Hazal bize mesaj attığı gibi Senem'e de atmıştı. Ama o'nu çağırmak yerine evde kalmasını tembihlemişti. Senem'in Çınar'a haber vermesinden dolayı öğrenmiştik bunuda.

"İnan bilmiyorum" diye cevapladım Çınar'ın sorusunu. Yine ne işler karıştırıyorsun Hazalım? Neyin peşindesin yine?

"Bitti buralar Çınar. Hadi gidelim, adrese ulaşmak üzereyiz."

---

Hazal'dan


"Susma Azat, cevap ver. Bunları yaptıran kim? Ya bize bunları yaşatan kim?!"

Susuyordu. Ulan resmen susuyordu! Gelde delirme! Tam tamına altı dakika 46 saniyedir öylece susuyor ve ağzını açmıyordu. Bir an 'nefes alıyorsun değil mi lan' diye soracaktım ama son anda sildim bu fikri aklımdan. Sinirle saçlarımı çekiştirip odayı dolandım. Sakinleşmeliydim.

Uzunca bir oflayıştan sonra tekrar Azat'ın önüne diz çöktüm. Kaşlarını çatmış, başını yere eğmişti. Anlık bir cesaretle çenesini tuttuğum gibi başını kaldırdım. Afallamıştı.

"Başını hiç bir zaman yere eğme" diye emrettim kısaca. Azat ise gülümsedi. Ne yani hoşuna mı gitmişti?

"Dinle Azat. Sen bana patronunun kimin olduğunu söylemezsen bu oyunlar bitmez. Ve biz bunu hep tekrarlarız, saat gibi oluruz. Günü bitirdiğimiz gibi yeni bir güne başlarız. Veya köpeğin kuyruğunu kovaladığı gibi bizde etrafımızda tur atarız, bir sonuca ulaşamayız" diye açıklamaya çalıştım. Azat'ın aklını çelmeye, o'nu ikna etmeye çalışıyordum.

Azat kaşlarını daha fazla çattı. Bundan düşündüğünü anlamıştım. Hadi be Azat. Onayla da, birlikte, aynı tarafta savaşalım. Söylede oyunu bitireyim. Sileyim her şeyi.

"Söyleyemem" dedi Azat sonunda. "Hayır Hazal, yapamam."

"Ulan hep oyun içinde oluruz!" diye sesimi yükselttim.

"Olsun! Ne olursa olsun ama sana zarar gelmesin... Anlamıyorsun Hazal! O hep benden bir adım öndedeydi. Her zaman senin ensendeydi. Ben sana ulaşamadığımda, o pat siye buluyordu. Sana her an bir şey yapacak diye ödüm kopuyor!" diye kükredi Azat. Sinirle yerimden kalkıp duvara karşı bir yumruk savurdum.

Aslında durum basitti. Ben bir sonuç istiyordum, Azat ise korkuyordu. Bana bir şey olacak diye korkuyordu. Ama beni de anlamıyordu ki. Artık bir son istiyordum, yorulmuştum. Tam yirmi yılım harcanmıştı. Ne için peki? En sonunda bir cevaba, bir sonuca varamam için mi? Hayır. Ben o sonucu istiyordum. Ne pahasına olursa olsun, isterse ucunda kendi ölümüm olsun, ben bir final istiyorum!

Yumruğumu duvardan çektim. Elim kanıyordu ama umurumda değildi. Elimi belimdeki silaha götürdüm. Tereddüt bile etmeden silahı çıkardım ve Azat'a döndüm. Şaşkın bakışlarla ne yapmaya çalıştığımı çözmeye çalışıyordu.
Silahı kaldırıp kendi kafama dayadığımda gözleri korku ile büyüdü.

"Son kez soruyorum Azat. Kim?" diye fısıldadım. Ardından tüm gücümle avazım çıktığı kadar bağırdım.
"Ailemin katili kim Azat!"

Tam o sırada evin kapısı açıldı. Okay ile Çınar şaşkın gözler ile Azat'a bakıyorlardı. Azat'ın bakışları onlardan bana döndüğünde, Okay'da başını benden tarafa çevirdi.
O an... O an silahı atıp Okay'a sıkıca sarılmak istedim. Çünkü bakışlarından daha önce hiç görmediğim kadar korku geçiyordu. Endişe bile değil, korku. Biliyorum abartmaya gerek yok ama... Okay ilk defa bu kadar korktu diyebilirim. Tamam, bir çok kez ölümden döndüm ama bu kez gözlerimdeki kararlılığı görmüş olmalı. Normalde umursamayacağımı bilir çünkü.

"Haz-al?" Okay'ın sesi o kadar titremişti ki, içim burkuldu. Bana doğru bir adım attığında bakışlarım ile durdurdum onu. Çınar'da sonunda beni gördüğünde 'Lan' diye bir tepki verdi.

Azat ağır ağır yerden kalktı ve "Hazal saçmalıyorsun" dedi. Bakışları silahı tutan elimdeydi.

"Saçmalıyorum öyle mi?!" diye bağırdım ruhsuz bir kahkaha attıktan sonra.
"Peki sen karşıma çıkıp gerçekleri anlatmazken saçmalamıyor muydun? Veya şuan, ailemin katilini saklayıp saçmalamıyor musun?"

"Hazal. Tamam, bak lütfen indir şu silahı da adam gibi konuşalım" diye lafımı kesti Okay. Ulan sanki keyfimden dayadım silahı kafama.

"Okay abi haklı abla, indir şunu da korkutma bizi."

"Hı hı anamda mezardan öyle diyordu. Bir saniye, şu işe bak, ailemin mezarı bile yok!"

Azat başını yere eğdi. İçten içe üzülüyordu, bu belliydi. Ama yapacak bir şey yoktu. Çınar benim için korkarken, Okay silahı nasıl elimden alabilir diye planlar kuruyordu. Bunu bakışlarından anlayabiliyordum.
Sırf adrenalin olsun diye silahı daha fazla bastırdım kafama. Azat 'Tamam!' diye bağırırken, diğerleri 'Hazal, dur yapma!' diye bağırmıştı.

"Dinliyorum Azat."

Azat "Önce silahı indir" dediğinde sırıtarak silahı indirip Okay'a verdim. Hepsi şok içinde sırıtmama bakıyorlardı.
"Boştu zaten" dedim piç sırıtması atarak. Hepsinin yüzünden beni dövmek istediklerini okuyabiliyordum. Sizce ben gerçekleri öğrenmeden ölmek ister miyim? Tabiki de hayır.

"Ulan" dedi Okay sadece. Silahı kenara bir yere fırlattı ve hızla bana ulaşıp sımsıkı sarıldı. Korkutmuştum o'nu. Çınar'da gelip bize sarıldı. Üçlü sarılmamızı uzaktan izleyen Azat'a baktığımda gülümsüyordu ama gözleri dolmuştu. Elimi uzatıp Azat çağırdığımda tereddüt etti. Okay ne yapmaya çalıştığımı anladığında bizden ayrılıp Azat'ın yanına gitti. Azat'ı kolundan tuttuğu gibi yanımıza getirdi. Şimdi ise dörtlü bir sarılma yapıyorduk.

Azat'a, bizde olan sevgiyi paylaşıyordum, o'na yanımızda daha iyi olacağını ve korkulacak bir şeyin olmadığını ispatlamaya çalışıyordum. Tek amacım buydu. Okay'da benim oyunumun devamını getiriyordu. Azat afallamıştı ama çabuk ısınmıştı. Ve sanırım şuan boğulmamızın sebebi de Azat'tı. Çok sıkıyordu pezo.

"Tamam bu kadar sevgi yeterli!" diye bağırdım şaka amaçlı. Ki ben şaka yapamıyordum. Ayrıldıktan sonra Azat'a yalvaran gözlerle baktım. O ise bakışlarını kaçırdı.

"Ödümü kopardın lan" dedi Çınar eliyle sanki alnındaki teri silermiş gibi yaparak. Sırıttım. Amaç ibnelikti.

"Ulan ölüyordum, bir an kalbim durdu sandım" diye mırıldandı Okay. O'na yaklaşıp kulağına doğru yükseldim. Mâlum, boyu uzun hergelenin.

"Merak etme, seni bırakıp hiç bir yere gitmiyorum" diye fısıldadım kulağına. Okay ise gülümseyip dudaklarıma yönelmişti ki, o'nu itekleyip bakışlarım ile Azat'ı işaret ettim. Abi sonuçta, yanında yapılmaz.

Okay boğazını temizleyip Azat'a döndü.
"Nasılsın abi?" diye sordu. Azat afallamış olmalı ki, bir an ne diyeceğini bilemedi.

"Ee, iyiyim. Sen?" Şuan ki durum, tam yere yatıp anırmalık bir durumdu. Okay bildiğimiz Azat Güngören ile muhabbet ediyordu. Okay bir baş selamıyla cevapladı Azat'ın sorusunu.

Çınar "İyi adamsın be abi" deyip Azat'ın omzuna hafifçe vurdu. Azat ise sırıtmaya başlamıştı. Anlaşılan hoşuna gitmişti bu samimiyet. Aradan bir kaç saniye geçmişti ki Azat kaşlarını çattı.

"Ne yapmaya çalıştığınızı anlıyorum. Sevgi gösterisi yapıp, aklımı çekmeye çalışıyorsunuz" diye tespit etti Azat. Ama tespiti tamamen yanlıştı.

"Hayır. Sana olanları ve olacakları gösteriyoruz" dedim düz bir sesle. Okay lafımı havada kapıp, devamını getirdi.

"Azat... Biz seni aramıza almak için hazırız."

Azat kaşlarını çattı. Muhtemelen o'na acıdığımızı düşünüyordu. Azat'ın bakışları yüzümde gezinirken gülümsemeye çalıştım. Tutunacak bir şey arıyordu. Bir umut. Bize inanmak istiyordu, bu yüzünden okunuyordu. Belki de elimi uzatmamı bekliyordu?

"Düşünsene hepimiz aynı taraftayız. Sen, ben, Okay abi, Hazal abla, Se-"

"Şşş" diye tısladım dişlerimin arasından. Çınar'ın bakışları beni bulduğunda, uyarmak amaçlı gözlerimi kıstım. Pot kırıyordu gerizekalı. Az kalsın Senem deyip ortalığı karıştırıyordu.

"S-Sence de güzel olmazmı?" diye 180 derece ters dönüş yapıp, güzelce kıvırdı lafını Çınar. Aslanım benim.
Azat düşüncelere dalmış, belki de bir karara varmayı planlıyordu.

"Bir daha bana abla dersen tıslamakla kalmam, komaya sokarım seni" dedim düz bir sesle. Evet, bende kıvırmıştım lafımı. Çınar'ı ne için uyardığımı böylelikle anlamazdı. Biliyorum, çok akıllıyım.

Bir an boşlukta bulunup başımı sola doğru çevirdiğimde duvardaki 'Hazal'ın ailesini sen mi öldürdün?' sorusu görüş alanıma girdi. Ellerimi sinirle yumruk hâline getirdim ve dişlerimi olabildiğince sıktım. Bir gün kıracaktım dişlerimi ama ne zaman bilmiyorum.

Okay çenemi tuttuğunda dişlerimi serbest bırakmam gerektiğini anladım. İtaat edip dişlerimi serbest bıraktım ama bakışlarımı duvardan çekmedim. Hipnoz olmuş gibi öylece duvara bakıyordum. 'Hazal'ın ailesini sen mi öldürdün?'

Okay saçlarıma kısa bir öpücük kondurduktan sonra, odada bulunan valizime ilerledi. Valizimden boya spreylerini yere boşaltıp eline iki tanesini aldı. Birini Çınar'a göz kırparak fırlattı ve başı ile duvarı işaret etti. Çınar ânında harekete geçip duvardaki yazıları karalamaya başladı.

Okay diğer boyayı Azat'a uzattı ve gülümsedi. Azat'ın bize ısınmasını ve alışmasını sağlamaya çalışıyordu. Azat uzanıp boyayı aldı ve duvara ilerleyip yazıyı yok etmeye başladı. Aynısını Okay'da yaptı. Şimdi bu üç kişi, kendi yazdığım yazıları siliyorlardı.

Abim, sevgilim ve kardeşim... Şuraya bakın, herşeyi siliyorlardı. Belki de sildikleri sadece yazılar değildi. Bu üçü, benim geçmişimi siliyorlardı ve hayatımı baştan yazıyorlardı. Acılarımı silip, yerini sevgiyle dolduruyorlardı. Her ne kadar inkâr etsemde, duygulanmaya başlıyordum yavaş yavaş. O duygusuz, psikopat, umursamaz Hazal'ı öldürüp, yerine sevgi dolu, endişe dolu, merhamet dolu bir Hazal getiriyorlardı. Belki... Yanında süs olarakta korku getiriyorlardı. Kaybetme korkusu...

Senem'de bir parçamdı artık. O'da aynını yapıyordu, beni hayata bağlıyordu. Belki aralarında en kafa dengi Senem'di.
Ama en zoruda benim işimdi be! Bu dördüyle nasıl başa çıkacaktım? Azat'a sevgiyi öğretmeliydim, Okay için düzelmeliydim. Çınar'ın saçma sapan kıskançlıklarını bıraktırmalıydım. Senem'in dert ortağı olmalıydım, mâlum kız çocuğu, bir sürü derdi olur. Hepsine yetmek istiyordum.

Düşüncelerimi Okay'ın sesi bozdu.
"Bir saniye ya. Azat? Sen takip edilmiyor muydun?"

Pis sırıtmamı takınarak sözü aldım.
"O'nu ben hallettim diyelim."

Hepsi aynı anda kaşlarını çatıp bana sorarcasına baktılar. En çok Azat şaşırmıştı. Tamam, patronunun kim olduğunu hâlâ bilmiyorum ama bu o'nu engelleyemeceğim anlamına gelmiyor. Hani biliyoruz, ben Hazal Şahin'im.

"N-Nasıl?" diye kekeledi Azat şok ile. Sırıtmam genişledi.

"Öt bakalım dişi kaplan" dedi Okay gözlerini kıstığında.

"Benim de bir şey demem gerekiyor mu?" Çınar'ın bu sorusuna içten bir kahkaha atabilirdim şuan. Okay Çınar'ın kafasına bir tane geçirdikten sonra bana dönüp elini 'devam et' der gibi salladı.

"Kolay oldu" dedim ve omuzlarımı silktim. Ardından sırıtarak durumu açıkladım.
"Herşeyi planlamıştım. Sizi baştan savmayı, Azat'ı buraya getirmeyi, he bir de patronunu kapana kıstırmayı. Yani Azat'ı takip etmemesi için önüne yem atmak zorundaydım."

"Haziş. Canım. Şu gizemli ayaklarını bırakta anlat bir çırpıda" dedi Okay sabırsızlıkla. Bir an içimden somurtmak geldi ama bu fikri hemen sildim. Beni bozardı. Ayrıca Okay'ı sırf 'Haziş' dediği için dövmeliydim. Unutturmayın bana bunu.

"Önce Azat'ın telefonunu hekledim" dediğimde Azat'ın ağzı açık kaldı. Tam ağzını açıp bir şey soracak iken, lafıma devam edip susturdum o'nu.

"Kişilerden 'Patron bozuntusu' adlı numaraya bir mesaj gönderdim."

Çınar uzunca bir kahkaha attı.
"Harbiden öyle mi kaydettin?"

"Ne bileyim, o'nu yakıştırdım" diye cevapladı Azat Çınar'ın sorusunu şaşkın bir ifadeyle. Onları umursamayıp açıklamama devam ettim.

"Allahtan öyle kaydetmiş lan. İsim yazsaydı bulamazdım, mâlum patron kim hâlâ bilmiyoruz" dedim îma ile. Azat ise bakışlarını kaçırmakla yetindi. Yine.

"Mesajda 'Seni göndereceğim adreste bekliyorum, sanırım konuşmamız ve bazı sorulara cevap bulmamız lazım. Ha bu arada, Azat'ın haberi olmazsa sevinirim' yazdım. Altına da 'Hazal Şahin' yazdım ve bizim depolardan birinin adresi ile birlikte gönderdim."

Üçününde neredeyse gözleri yuvarlarından fırlayacaktı. Çınar ayağını yere sertçe vurduğunda devam etmem gerektiğinin farkına vardım. Piç sırıtması atmama bile izin vermiyorlar şerefsizler.

"Tabiki inanmayıp telefonu çaldırdı. Ama telefonu heklediğim için Azat'ın değil de benim telefonum çaldı. Bende cevaplayıp depoda bekleyeceğimi falan zırvaladım. Kısaca, sesimi de duyunca inanmak zorunda kaldı. Veee şuan depoda Hazal ile birlikte" diye açıkladım hızla. Mal mal baktıklarına göre ya ben anlatamamıştım ya da onlar hâlâ anlamamıştı.

Aslında ismini falan sorup kolaya kaçabilirdim ama beni Azat ile tehdit ederdi. Normalde umursamıyormuş gibi yapardım ama Azat hep o'nun yanında olduğu için tehlikede olurdu. Mantık üretiyorum anlayacağınız.

"Bir dakika, bir dakika. Hazal ile birlikte derken?" Okay'ın sorusuna bir kaç saniye sırıttım. İşte asıl bomba bu sorunun cevabıydı. Dudaklarımı aralayıp, günün bombasını patlatmaya karar verdim.

"Depoya Sedef'i gönderdim."

"Hassiktir!"

Continue Reading

You'll Also Like

1.5M 10.8K 5
Doğu da büyümüş bir kızdan doğu hikayesi.... Klasik bir Töre hikayesi değildir. Başrol oyuncularımız okumamış veya cahil kesimden değillerdir. Haya...
279K 11.5K 35
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
1.4M 86.3K 40
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
37.4K 1.4K 30
Seninle ben, birbirimize çok yakınız... Aramızda sadece bir ''Gökdelen.'' mesafesi var. -Sencer Pars Ulukan.