SAFİR | DÜZENLENİYOR

By sudeonel

4.3K 1.2K 2K

"Bitti yolculuğum ama varabilmiş değilim hiçbir sona. Anladım ki hiçbir yere ait değilim, kendime bile. Ve ar... More

SAFİR
BÖLÜM 0 | BAŞLANGIÇ
Bölüm 1 | AİLE
BÖLÜM 2 | GEÇMİŞİN İZİ
BÖLÜM 3 | ACININ CİLVESİ
BÖLÜM 4 | İNFAZ
BÖLÜM 6 | IZDIRAP
BÖLÜM 7 | GÖNÜL GÖZÜ
BÖLÜM 8 | KİRAZ ÇİÇEĞİ

BÖLÜM 5 | HAKİKATLER

304 86 140
By sudeonel

Uyarı: Bu kurgudaki kişi, kurum ve kuruluşlar tamamen hayal ürünüdür.

Uyarı: Bu bölümde hassas sahneler ve benzeri yetişkin içerikli sahneler olabilir. Yaşı küçük ve rahatsız olacak okurların okumalarını tavsiye etmiyorum.






...Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur.
-Stefan Zweig





Beni Bırakma- Güldiyar Tanrıdağlı
Shape Of My Heart - Sting
Drops - Mark Eliyahu




☾☼☽


Duyduğum ses karşısında bulunduğum yerde yok olmak istemiştim. Bu ses Adnan Sönmez'e aitti. Ve zihnimde yüzlerce kez yankılanan bu ses olduğum yerde sendelememe sebep olmuştu.

"Sen burada bu kansızla ne halt yiyorsun lan!" Diye bağırarak havaya bir el ateş ettiğinde yargısız infaz yapmış, çoktan ölüm fermanımı imzalamıştı.

Söylediği şey kalbimi yerinden çıkartırcasına titretmişti. Ne yapacağımı bilemeyen halde şaşkın bakışlarla etrafta göz gezdirdiğim sırada Bade ile göz göze gelmiştim. Kesik kesik nefesler aldığımı hissettim. Bir umutla o gece yıldızı gibi parlayan siyah harelerine bakarken karşılaştığım tek şey ise umutsuz bakışlarıydı. Gözlerindeki o karalık derinleşmişti. Gözbebekleri, içsel bir çıkmazın yükünü taşıyor gibiydi, adeta kaybolmuş bir umut arayışındaydı. Bakışları, gelecekteki belirsizliklere karşı duyduğu çaresizliği yansıtıyordu, gözlerindeki parıltı karanlığa karışmış gibiydi.

Bade'nin arkasındaki Yusuf'a kaydırmıştım bakışlarımı. Bana bakan o kehribarın ışıltısına sahip olan gözleri umutsuzluğa boğulmuş, yüzü ise kırgın bir hüzünle çerçevelenmiş gibiydi.

Önüme siper ettiğim Duha ise bir kaç adım ilerleyerek Adnan abiye doğru yürümüş "Adnan Sönmez! Geç kaldın!" Diye hiddetle bağırmıştı. Ardından alay dolu bir kahkaha patlatmış tüm sokak ise kahkahası ile yankılanmıştı.

"Efsun! Gel buraya!" Diye Adnan abinin arkasından bağıran Alp'e doğru baktım. Eliyle yanlarına gelmem için işaret yapıyordu, benimse ayaklarım adeta benden bağımsızca, onların olduğu tarafa yürümeye başlamıştı.

Birkaç adım attıktan sonra, Duha kolunu önüme uzatarak beni durdurduğunda, anlayamadığımı gösterdiğim bakışlarla ona doğru baktım. O ise bakışlarını Adnan abiden alarak bana doğru çevirdiğinde, "Sana benim yanımda ne işin olduğunu sordular, Efsun! Anlat onlara neden benim yanımdaydın?" Diyerek tüm vücudumun kaskatı olmasına sebep oldu. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum.

"Ben... Anlamıyorum! Ne yapmaya çalışıyorsun sen!" Diye bağırdım, içimdeki çalkantıları dışarı vurarak tüm sessizliği paramparça ettim. Duha'nın kolunu iterek, Adnan abinin olduğu yere birkaç adım daha attım. "Abi! Ben hasta birisine yardım etmek için geldim buraya! Bade ile Alp bahsetmedi mi sana?" Dedim, sözlerimdeki çaresizlik, içsel bir fırtına gibi gözlerime de yansıyordu. Bakışlarım, anlam veremediğim bu karmaşanın çözülmesi için Bade ve Alp'e yönelmişti.

Ama ikisi de, sanki sessizlik yemini etmiş gibi, dediklerime cevap vermemişti. Delirecek gibiydim! Saçlarımın arasına götürdüm ellerimi, çekiştirmeye başladım. Gerçekten delirecektim! Düşün, Efsun... Düşünmelisin...

Onları eve sokabilirdim. Hasta bir kadına serum yapmıştım, eve girdiklerinde görebilirlerdi. Adnan abiyi Can ile tanıştırabilirdim. Çetin abiyle konuşturabilirdim.

"Abi! Gel, bak eve girelim. Can ile tanış. Hasta annesine serum da yaptım, hem! Görmek zorundasın, ben kendimi sana kanıtlayacağım! Her şeyi bir bir en başından anlatacağım, abi!" Diyerek Adnan abinin kolundan çekiştirmeye başladım. Adnan abinin bana inanması için her şeyi yapmaya hazır bir hırsla doluydum.

Adnan abi, kolunu sert bir şekilde ellerimden kurtararak gömleğini silkeledi. Gözlerini bana çevirdiğinde, bir fırtına gibi öfke ve hayal kırıklığı arasında sıkıştığımı hissettim. Çaresizce adımlarımı eve doğru çevirirken, göz ucuyla Adnan abiye göz attığımda, beni takip ettiğini fark edip derin bir nefes aldım. Bu an, derin bir sessizlikle yüklüydü, beni gerilmiş bir yay misali germişti.

Evin içine girdikten sonra hızla merdivenleri tırmanarak Can ve annesinin bulunduğu odaya girdiğimde karşılaştığım manzara, içimi dondurdu. Olduğum yere mıhlanmış gördüğüm şeyi sindirmeye çalışıyordum.

Nereye gittiler? Burada bırakmıştım onları. Nereye gittiler!

Gözlerim, Adnan abiye döndüğümde, alaylı bir gülüşle suratıma baktığını fark ettim. "Abi, yemin ederim ki buradaydılar! Çetin abi götürdü beni buraya! Karttan harcama yaptım, eczaneye uğradım!" Diye boğazlarımı yırtarcasına bağırırken, aniden aklıma gelen bir detayla başımı iki yana salladım.

"Hayır... Hayır, Çetin abi aldı her şeyi. Bana para harcatmadı. O nerede? Beni buraya bırakıp almaya geleceğini söyledi, abi! Çetin abi nerede!" Gözyaşları içindeydim. İhanetle suçlanıyordum ve bunu kanıtlayamıyordum.

Hasta kadının nasıl olup da bu evden çıkabildiği sorusu, kafamda dönüp duruyordu. Bu karmaşanın içinde çaresizdim, yalnızdım. Ne oluyordu böyle?

"Efsun! Bana boş laf anlatma! Kanıtlarla gel, kanıtlarla!" Dedi Adnan Sönmez, sesi odanın etrafında yankılanırken. Derin bir iç çekişle devam etti, gözleri kararlı ve karar verici bir bakışla doluydu. "Şayet kendini kanıtlayacak bir şey bulamıyorsan bundan sonra..." Bu sözleri söylerken odanın havası da ağırlaşmıştı, gerilim içindeki sessizlik bile konuşmasını anlamaya yetiyordu.

Derken, derin bir iç çekerek devam etti, adeta ağırlığı omuzlarına binmiş gibi. "Bundan sonra bizim yanımızda yerin yok!" Son kez yüzüme bakarken, o anki duygularını anlamak zordu; bir kararın yankıları, acı bir vedanın öncüsü gibiydi.

Hiç beklemeden arkasını döndü ve merdivenlerden inmeye başladı. Her adımı, sanki beni geride bırakarak yeni bir yolculuğa adım atıyormuşçasına ağırdı. Arkasında bıraktığı sessizlik, bir enkaz gibi odada asılı kalmıştı. Adnan Sönmez. Büyük adamdı... Gözümde çok büyük bir adamdı. Şimdi ise bir hiç uğruna beni terk edecek kadar karşımda küçülmüş müydü? Bu kadar kolay mıydı her şey onun için? Bir hiçmişim gibi beni arkasında bırakabilir miydi? O an, odada kalan sessizlik de yaşananların ağırlığına şahit olmuştu.

Adnan Sönmez'in sözleri, üstüme düşen bir çığ gibi ağırdı, altında eziliyor ve düşüncelerim, adeta boğulmuş bir denizin dalgalarında kayboluyordu. Adım atacak dermanım yoktu, zihnim ise sisli bir orman içinde berraklık bulmaya çalışıyordu. Söylediği şeyler arasında kaybolmuş bir gezgin gibi hissediyordum. Anın karmaşıklığı içinde neyin gerçek neyin hayal olduğunu anlayamıyordum.

Aniden değişik bir ritimlerle atan kalbim, adeta bir depremin habercisi gibiydi. Nefes almam giderek zorlaşıyor, göğsümdeki ağırlık beni adeta eziyordu. Odanın duvarları, sanki üzerime yıkılan bir enkazın parçalarıydı, etrafım karanlık bir kaos içinde kayboluyordu.

Ellerim titriyor, parmak uçlarımda vücudumu ele geçiren kaotik bir yıldırım hissediliyordu. Soğuk ter damlaları alnımdan süzülüyor, bedenimdeki her hücre, bir felaketin eşiğindeymiş gibi çığlık atıyordu. Odadaki detaylar silikleşiyor, sesler yavaş yavaş bir anarşiye dönüşüyordu.

Aniden tüm bedenim uyuştu, sanki karanlık bir zehirle doluyordu. Kontrolü tamamen kaybedip, kendimi korkunç bir boşluğa bırakılmış gibi hissettim. Gözlerim kararıyor, kulaklarımda yankılanan çınlama bir felaketin öncüsü gibiydi. Sonunda, hızla bilincimi kaybederken, karanlık bir felaketin içinde kaybolduğumu hissettim.




☾☼☽



Göz kapaklarım, yorgunluktan ağırlaşmış bir halde açılmaya direniyordu. Zihnimdeki çığlıkların yankıları, hala taze bir acı gibi hissedilirken, bulunduğum yeri anlamak adına gözlerimi aralamaya çalıştım. Ancak, etrafta yankılanan bağırışlarla birlikte gözlerimi daha da sıkı kapatmaya karar verdim. Vücudum, artık kaos istemiyordu; yorgundum, fazlasıyla yorgundum.

"Sizin kalıbınıza tüküreyim lan! Sustunuz! Orada öylece sustunuz! Onca olan şeye sessizce seyirci kaldınız amına koyayım!" Diye bağıran Yusuf'un sözleri, başımı ağrıtan bir demir çekiç gibiydi. Acıyla buruşturdum suratımı.

"Kes lan sesini! Kızı hemşirecilik oynaması için gönderiyoruz, bir bakıyoruz düşmanımızın yanında çıkıyor! Ne nedir anlamadan, bir de Adnan'a onu mu savunacağız! Bilmiyor musun lan Adnan'ın ondan çok bizim ağızımıza sıçacağını?" Diye karşılık veren Alp'in sözleri ise kalbimi titretmişti. Sonucu ne olursa olsun, onları savunacak olan beni bir çaresiz gibi öylece ortada bırakmışlardı!

"Alp, ağzının yayını bir tarafına sokacağım şimdi! Ne demek onu mu savunacağız lan! Sen beynini mi yedin oğlum! O kız sizin için yapardı lan, yapardı! Sonucunu düşünmeden orada çaresiz olan siz olsaydınız, susmazdı lan! Ciğeriniz yetmedi tabii, ben de sizden gelmiş burada hesap soruyorum!" Dedi Yusuf, adeta içimdeki kırık dökük duvarları bir bir etrafa saçmıştı.

"Ne diyorsun lan sen!" diye boğazını yırtarcasına bağıran Alp, ortamda büyük bir arbedenin habercisi gibiydi. Bade'nin korku dolu çığlıkları, kaosun içinde kayboluyordu. Birbirlerine düşmüşlerdi, ve bu çatışmanın sebebi bendim. Onları birbirine düşürmüştüm, belki de doğru olan şey, onların yanında hiçbir zaman bir yerimin olmamasıydı.

Kulak misafiri olduğum karmaşaya daha fazla dayanamayarak, aniden yerimden kalktım ve hızla seslerin geldiği yere doğru ilerlemeye başladım. Salonun kapısında durarak olan biteni izliyordum. Alp ile Yusuf birbirini boğazlamaya çalışıyor Bade ise onları ayırmak için kendine zarar veriyordu. Varlığımı fark ettikleri anda hepsi olduğu yerde kalakalmış bakışlarını bana döndürmüşlerdi.

Bade bana doğru gelmeye çalışırken elimi gelmemesi için durdurmak adına havaya kaldırdım. Yanıma gelmesini istemiyordum. Çaresizce yardım dilenirken gelmeyen birisi şu an asla yanımda istemiyordum.

Yusuf, yaşadığımız bu anı alaylı bir tavırla karşılamıştı. "Ya siz hangi kafayı yaşıyorsunuz! Gerçekten Bade, bir de utanmadan Efsun'a sarılmaya mı gidiyorsun! Şaka gibisiniz gerçekten, kafayı yiyeceğim!" Diyerek gördüklerine karşı kahkahalar atmaya devam etti.

"Yusuf çok oldun bu akşam yeter! Kendine gel yoksa bende ağzımı açacağım..." Diyerek bana döndürdü bakışlarını Bade. "Ama Efsun'un yanında ağzımı açmak istemiyorum." Diye devam ederken ima dolu bakışlarını Yusuf'a yöneltmişti.

"Açsana Bade! Hatta senin açmana gerek kalmadan Efsun da anlayabilir öyle değil mi? Yeter artık kızı salak yerine koyduğunuz!" Diyerek Bade'nin üstüne yürüyen Yusuf'u Alp kolundan tutarak durdurmuştu.

Gözlerimi Yusuf'un üstünde gezdirdiğimde, donuk bakışları ve gözlerinin aşırı parlaklığı dikkat çekiciydi. Davranışları düzensiz ve saldırgan bir haldeydi. Konuşmalarında ise tutarsızlık ve anlam karmaşası vardı. Tüm bu belirtiler, sadece bakarak dahi uyuşturucu etkisi altında olduğunu gösteriyordu.

Dizlerimdeki güçsüzlük beni acı bir çöküntüye sürükledi. Ağzımdan dökülen tiz çığlık, evin duvarlarında yankılanarak etrafı hüzünle doldurmuştu. Ağzımdan çıkan kelimeler, anlamsız bir melodiye dönüşmüş gibiydi. Sadece çığlık atarak, içimdeki derin acıyı dışa vurmaya çalışmıştım, fakat kelimeler bu yükü ifade etmekte yetersiz kalmıştı. Gözlerimden süzülen yaşlar, içimi adeta parçalayarak döküyordu. Boğazımda bir düğüm oluşmuş, nefes almak zorlaşmıştı.

"Yeter artık yeter! Ne oluyor anlamıyorum ne olur durun artık!" Diyerek ağlamaya devam ederken hiçbiri yanıma gelmeye cesaret edememişti.

"Ben... Ben çıldıracağımı hissediyorum artık. Nefes alamıyorum. Her şey birden nasıl patlak verdi böyle! Sizi tanıyamıyorum!" Diyerek ayağa kalmıştım. Yusuf'un üzerine yürümeye başladım.

"Yusuf, sen kendine nasıl böyle bir şeyi yaparsın ya! Bir de gelmiş kendini burada beni savunacağım diye rezil mi ediyorsun bunlara!" Çığlıklarımın arasında hıçkırıklarım eşlik ediyordu söylediklerime.

Yusuf'un göğsüne vura vura üstüne yürürken sırtı duvarla buluşmuştu. Gözlerim, onun gözlerinde kaybolurken, yüzüne bakmak için kaldırdığım başımı ağır ağır aşağıya indirdim. Ellerine odaklandığımda ise elini yumruk yapmış olduğunu gördüm.

"Bak, ben de bağırıyorum sana, Alp gibi ben de bağırıyorum, ben de!" Yumruk yapmış olduğu elini alıp kendime vurmaya çalıştım. "Hadi, bana da kaldır elini! Bana da vur! Etkisinde olduğun şey seni nasıl bir canavar yapıyor, bak!"

Alp beni kolumdan tutarak geriye doğru çektiğinde yüzümü ona doğru döndürdüm. "Peki ya sen?" Bakışlarımı Bade'ye doğru çevirdim. "Siz..."

"Ben sizi hiç tanımamışım ki! Siz kimsiniz böyle?" Dedim korku dolu sesimle.

Kapıdan gelen o patavatsız gürültü susturmuştu beni. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sanırım davetsiz bir misafirimiz vardı. Alp sinirle kapıyı açmak için adımlarını dış kapıya doğru yöneltmişti.

"Gel amına koyayım bir sen eksiktin! Sahibin nerede? Onu da çağırsaydın!" Diye hayıflanarak salona gelen Alp'in arkasındaki Meriç'i görünce içim birden bire rahatlamıştı. Hiç yoktan onun kim olduğunu benim için ne ifade ettiğini ve onun için ne ifade ettiğimi biliyordum. En azından benim için yaptığı ve yapacağı şeyler belliydi.

Meriç'in gözleri beni bulduğunda, buruk bir gülümseme eşliğinde adımlarını bana doğru yöneltti. Sıkıca sarıldı, çaresiz bir güçlükle ayakta kalan bedenime. Ben de güç almak istercesine sarılmasına karşılık verdim. Bu sarılma, duygudan uzaktı. Meriç, bana destek olmak için sarılmıştı ve ben de ona destek almak adına karşılık vermiştim.

"Ne oluyor anasını satayım!" Diyen Alp'e bakışlarımı döndürdüğümde Meriç'in kollarından ayrılmıştım.

"Efsun sen kimsin? Ben... Ben seni boşuna mı savundum bunlara?" Diyerek bana doğru yürüyen Yusuf'a çevirdim bakışlarımı.

Şu an yanımda olan Meriç'in benim zamanında onlara anlattığım Meriç olduğunu tabii ki de bilmiyorlardı.

"Ben siz miyim? Siz gibi Pandora'nın Kutusu muyum?" Dedim bir hışımla. "Meriç Erol. Zamanında hislerimin katili, şu anın ise kahramanı..." Diye devam ettim sözlerime.

"Siz Efsun'u çok yanlış tanımışsınız. Efsun, birisini sevdiyse gerçekten sever, satmaz, ihanet etmez. Ona olan hisleriniz sadece öfke bile olsa saygı duyar, içinde sizi haklı bulmaya çalışır, haksız olsanız bile..." Diyen Meriç'e döndürdüm bakışlarımı. Beni çok iyi tanıması yüzümde buruk bir gülümseme oluşturmuştu.

"Tamam, hazmetmem gerekiyor. Efsun, şimdi bu Meriç senin bize anlattığın Meriç mi? Anlattığın gibi ölmemiş, Duha'nın baş koruması olmuş? Ve tamamen tesadüf?" diyen Bade, olayı çözmeye çalışırcasına bakışlarını bir benim, bir de Meriç'in üstünde ipek dokur gibi gezdiriyordu.

"Evet, Bade! Tesadüf... Ve acı da olsa, şu an iyi ki bu tesadüf tekrar Meriç'i karşıma çıkardı. En azından çizgi çektiğim geçmişim, yine bana bir yerlerden el sallayabiliyor." Dedim, hüzünlü bir ses tonuyla.

"Efsun... Duha, kötü ve yardıma ihtiyacın olduğundan falan bahsetti ne olduğunu tam anlayamadım. Burada olabileceğini söyledi bu yüzden geldim. Açıkcası seni almaya geldim. Belki sana yardımcı olabilirim." Diyerek beni kolumdan tutarak kendine çeviren Meriç'e baktım. Söylediği şeyi kabul ederek olumlu bir şekilde kafamı salladım.

"Efsun bende sana yardım ederim! Gitme bir yere ne olur!" Diyerek bana bir adım atan Yusuf'a öfke dolu bakarak " Sen ilk önce kendine yardım et Yusuf! Eğer birine çok yardım etmek istiyorsan beni siktir et ilk kendinden başla!"

Tek tek hepsinin üstünde bakışlarımı gezdirdikten sonra hiç düşünmeden arkamı dönerek Meriç ile beraber evden çıktım.



☾☼☽




"O elindeki var ya bu evde olan en pahalı şey Efsun! Kurcalamayı bırak da içeceksen iç!" Meriç'in sızlanarak beni uyarmalarını görmezden gelmeye devam ediyordum.

Bahsettiği şeyden bardağım bardağıma alkol doldururken "Aman be! Ne kıymetli malın varmış!" Dedim gözlerimi devirerek.

"Ya kızım tadımlık o kocaman bardağın hepsine doldurdun mu?" Dedi canavar görmüşçesine gözlerini açarak.

Bu dediği şey beni güldürmüştü. Hafifçe gülerek "Çok konuşma hadi ayağımın altına halı olmak istemiyordan!" Dedim keyifle bardağımdaki alkolü yudumlarken.

Meriç ise daha fazla uzatmayıp en sevdiğim soslu makarnadan yapıyordu. Gözlerimi ondan alarak evinde göz gezdirmeye başladım. Salonu ve mutfağı, açık planlı bir düzenlemeyle birbirine entegre edilmişti. Modern tasarıma sahip mutfak tezgahları, zarif bar tabureleriyle salonla uyum içindeydi. Büyük bir yemek masası, oturma alanı ile mutfak arasında akıcı bir geçiş sağlıyordu.

Tekrardan bakışlarımı Meriç'in üzerinde gezdirdim. Meriç'in siyah saçları, göz alıcı bir zarafetle parlıyordu; elleri bu koyuluğun arasında kaybolurken. Beyaz teni de loş ışıklar altında adeta inci gibi parlıyordu. Boyu, vücut hatlarına uyum sağlayarak adeta bir tablonun tam ortasındaki dengeyi bulmuş gibiydi. Uzun boylu olmanın getirdiği zarafet, onun güzel vücudunu daha da vurguluyordu. Yeşil gözlerini bana döndürdüğünde içindeki derinlik, bir ormanın gizemli dokusunu anımsatmıştı.

"Yemeğin hazır olmasına az kaldı sosunu dökeceğim birazdan. Açsın alkol içmeyi kenara bırak istersen." Diyerek soru sorarcasına bir kaşını havaya kaldırmıştı.

Olumlu bir şekilde başımı sallayarak sessizce cevap vermiştim.  Fakat son kez yudumladığım alkolün dudaklarımda olan o tadı biraz daha içmem için beni kendine cezbediyordu.

"Efsun? Hadi ama lütfen..." Diyen Meriç'in daha fazla sızlanmasını çekemeyerek olduğum yerden kalkmış masanın kenarında bir köşeye oturmayı başarmıştım.

Meriç hazırladığı makarnayı tabağıma dökerken eminim ki gözlerimin içinde kalplerin oluşmasına sebep olmuştu. Şu dünyada makarna yemekten daha güzel bir şey varsa o da makarna sonrası tatlı yemekti. Hayır... En sevdiğim tatlıyı yemekti.

"Meriç?" Diyerek kafamı kaldırdığımda bir nefes kadar yakın olan Meriç ile çok yakın olduğumuzu fark ettim. Gereksizdi. Boğazımı temizleyerek kendimi biraz daha geri çektim.

"Evde tatlı malzemesi var mı?" Dedim küçük bir çocuk edasıyla.

"Evet... Bende ne zaman soracaksın diye bekliyordum..." Diye gülümseyerek cevap vermişti.

Hızlıca makarnamı yemeye başladığımda aldığım lezzetle beğeni dolu sesler çıkarttığımda Meriç ise buna sadece gülerek cevap vermişti.



☾☼☽


"Meriç bak şimdi sana hayatımın özeti tatlısı yapacağım!" Dedim kahkahalarımın arasında.

" O nasıl olacak yap bakalım!" Diye aynı coşku ile bana karşılık veren Meriç, dirseklerini tezgah üzerine dayamış beni izler vaziyete geçmişti.

"Hemen malzemelerimizi kontrol edelim eksik var mı bakalım." Dedim malzemeleri büyük bir ciddiyetle kontrol ederken.

Önüme tencereyi alarak elimdeki şekeri dökerken "Şimdi rendelenmiş eski dostluklardan koyalım birazcık renklenir."Dedim gülmemek için zor dururken. Elimle ölçülü şekeri süpürürken " Ee çok var eski dost tabi bitmez." Dedim gülmeme engel olamayıp gülmüştüm. "Her neyse yeter bu kadar! Az insan çok huzur her neyse! Tarife devam!" Dedim elimdeki şeker kabını tezgahın diğer tarafına bırakırken.

Meriç beni anlayamayan gözlerle izlerken yaptığım şeyleri hafif bir tebessüm ile izliyordu. Ben de bozmadan yaptığım şeye devam ettim.

Nişasta poşetini sol elime alıp sağ elimle yemek kaşığıyla içinden iki kaşık alırken "Birazcık şansızlık koyalım içine." Diye devam ettim.

Elime aldığım sütü dökerken başımı da tencereye eğip "Birazcık göz yaşı... Göz yaşı!" Dedim ardından tencereye yaklaşıp içine doğru "Birazcık kahkaha!" Dedikten sonra tencerenin içine kahkaha attım. Başımı kaldırdıktan sonra Meriç'e dönüp "Ah tabii! Çığlık... Çığlık!" Dedikten sonra tencereye yeniden eğilip tiz bir çığlık attığımda Meriç gördükleri karşısında şaşkına dönüp kahkahalar atmaya devam ediyordu.

"Dur Efsun!" Dedi kahkahalarının arasından. "Çatlayacağım şimdi dur!" Diye devam ederken ben ise durmadan devam ettim.

Üç yemek kaşığı un alarak "Biriktirmiş olduğum tüm kazıkları küçük büyük hiç fark etmez kazık kazıktır koyduk onları da... Koyduk onları da içine!"

Elime boş bir kase alıp "Buzlukta tutmuş olduğum bahtımın karası biraz dibi tuttu.. Dibi tuttu ama yapacak bir şey yok." Dedim elimdeki kaseye vurarak. Tencereye bir şey dökermiş gibi yaparken "Koyduk bunu da!"Dedim gülerek.

Etrafta göz gezdirirken limon sıkacağını fark edip direkt elime aldım. "Uykusuzluktan moraran göz altlarımı biriktirdim hep bunun içinde..." Diyerek bir şey döküyormuş gibi yaparak tencereye uzattım. "Süzdürdüm posasını!"

Elime limon sıkacağının üstünü alıp "Haz etmediğim insanların canını sıkayım birazcık da içine tatlanır.." Dedim elimle sıkacağın üstünü sıkarmış gibi yaparken. "Can sıkışması.." Dedim elimi süpürürken. "Bu da tamam!"

Sanki elimde bir şey kalmış gibi iyice elimi süpürürken "Elimde kaldı bir tanesinin canı!" Dediğimde Meriç'in kahkahalarının dışında bir gülme sesi işittiğimde kafamı sesin geldiği yöne kaldırdım.

Gördüğüm kişi karşısında tüm gülüşüm solmuş, vücudum gerilmişti. Meriç de baktığım yere döndüğünde onun da gerildiğini fark ettim.

"Efsun! Onca olan şeyden sonra ne kadar neşe dolusun sen ya?" Diye alayla beni izleyen Duha'ya elimdeki malzemeleri kafasına geçirmemek için zor durmuştum.

"Senin ne işin var burada?" Dedim sinirle. Bunu gizlemekten çekinmemiştim.

"Burası benim evim Efsun girerken senden mi izin alacağım?" Diyen Duha'nın sözleri karşısında bakışlarımı Meriç'e çevirdiğimde utana sıkıla halıyı izlediğini gördüm.

Bu adam Meriç'i benim yanımda daha ne kadar küçük düşürecekti? Çalışanını neden bu kadar bozmaya meyilliydi?

"Evet! Çalışanına evinde kalması için şans tanımışsın ve burası onun özel alanı oluyor değil mi? Kafana estiği gibi kimsenin kişisel alanını ihlal edemezsin sen!" Dedim elimdeki limon sıkacağının altını ona doğru fırlatırken.

Fırlattığım alt duvarla buluştuğunda etrafa saçılan buz gibi sesle, tuz gibi etrafa saçılan cam parçalarına bende hazırlıklı değildim. Kendimden bağımsızca gerçekleşen bu olay karşısında sıkıca gözlerimi yumdum.

Acı bir kahkaha attıktan sonra "Efsun! Çok oluyorsun çok..." Dedi kafasını onaylamazca iki yana sallayarak.

"Meriç çık sen." Dedi salondaki tekli koltuğa yayılarak otururken. Belindeki tabancasını masanın üstüne koyarken önündeki benim yarım bıraktığım bardağı eline alıp kokladıktan sonra yüzüne memnun olmuş gibi bir ifade takındıktan sonra keyifle bardaktaki alkolü yudumlamaya başladı.

"Abi nereye çıkayım?" Diyen Meriç'in sesi Duha'nın sesinin yanında o kadar cılız çıkmıştı ki içimden ağlamak gelmişti. Meriç'in böyle bir adama boyun eğmesine üzülüyordum.

"Nereye gidiyorsan git! Çık git evden işte!" Diye bağıran Duha'yı boğazlamamak için zor tutuyordum kendimi.

"Hadi Meriç biz gidelim buda burda evinde otursun!" Dedim Meriç'in kolundan tutarak ilerletmeye çalışarak.

"Hayır sen bir yere gitmiyorsun!" Dedi suratıma bakmayıp emirler yağdırmaya devam ediyordu. Sabrım taştı taşacaktı. Derin nefesler aldım.

"Duha bak amacın ne bilmiyorum! Neden beni orada yalan konuşuyormuşum konumuna soktun bilmiyorum! Neden seninle konuşmaya indikten sonra içeride bıraktığım kişiler-" Dedim bir anda zihnimde dönen şeylerle gözlerimi sıkıca yumdum. Ani bir hareketle masanın üstünde duran tabancayı alıp onu göz hapsime aldım.

O yapmıştı. O yok etmişti tüm kanıtları. Şimdi ise oynadığı oyunun benim üzerimdeki etkisini kontrol etmeye gelmişti. Utanmaz, arlanmaz birisiydi. Benimle uğraşıyordu fakat bilmiyordu ki ben uğraşılmaktan zevk alan biriydim.

Bu yaptığım şeyi oldukça rahat karşılayan Duha'nın bakışları özgüvenimin düşmesine sebep olmaya çalışıyordu fakat ben Efsun'dum. Kendime acımamayı öğrenmiştim. Karşımdakine acımamak için kendime acımamayı öğrenmiştim. En fazla ne olabilirdi ki? Duha'yı vurduktan sonra Meriç de beni mi vururdu? Vursun ne olacak! En kötü ihtimal bu ise olsun artık ne olacaksa!

"Efsun elindeki silahı bırak." Dedi Meriç sakin bir ses tonuyla. Fakat altında yatan korkuyu hissedebiliyordum. Duha'ya zarar vermemden ziyade bana zarar vermekle karşı karşıya olduğu için korkuyordu. Anlayabiliyordum.

"Neden benimle oynuyorsun aslancık?" Dedim alayla üstüne yürürken.

Duha ise sıkıca yumdu gözlerini. Aslancık demem onu travmatize ediyordu. Bundan keyif aldığımı belli eden bir kahkaha attığımda yumduğu gözlerini açmıştı. Karşılaştığım simsiyah hareleri sinirle parlıyordu; bu gözler, karanlık bir öfkenin sessiz ama etkileyici bir ifadesini taşıyordu. Gözlerimi kaçırmadan üzerine doğru yürümeye devam ediyordum. O da bir savaş meydanında son kalan iki kişiymişiz gibi bakışlarını benden çekmiyordu.

"Efsun!" Diye çığlık çığlığa salona gelen Gökçe'nin sesini duymam tuttuğum silaha daha sıkı sarılmama sebep olmuştu. Bu da nereden çıktı şimdi!

Bakışlarımı omuzlarımın üstünden geriye doğru döndürdüğümde ellerini ağzına götürmüş ne yapacağını bilmez bir şekilde bana bakan Gökçe ile karşılaşmıştım. Meriç ise yanıma yaklaşmaması için her an hazırda durduğunu belli ediyordu.

"Yapma, Efsun! Benden alma onu! Ben onsuz yaşayamam, yapamam, ne olursun, benden alma onu!" diyerek çaresiz bir şekilde kendini yere bırakmıştı. Ağlamasının arasında dudaklarında kaybolan hıçkırıkları sinirimi bozuyordu.

Gökçe'ye karşı ne hissettiğimi yada hisseceğimi bilmiyordum. Ağır bir psikoza sahip olan birisine nasıl yaklaşılırdı bilmiyordum.

"Efsun..!" Diye ağlamaya devam ediyordu. Şu an hangi ruh hali içinde olduğunu anlayamıyordum. Neler dönüyordu kafasında bilmiyordum. Bu denli nasıl olur da bu adamı sevebilirdi anlayamıyordum.

"Gökçe sus Gökçe!" Diye bağırdım. Dayanamıyordum artık ağlamasına. Tahammül edemiyordum.

Bakışlarım Duha'ya kaydığında o ise oturduğu yerde dikleşmiş bir bana bir de Gökçe'ye bakıyordu. Derin düşünceler içinde olduğu belliydi. Ama ne düşündüğünü anlayamıyordum. Yüzünü okuyamıyordum. İfadelerini çok iyi gizliyordu.

"Efsun şu an sırası değil!" Dedi Duha anlamlandıramadığım bir ses tonuyla. Ayağa kalkmaya yeltendiğinde, silahı yana yatacak şekilde çevirerek oturması için elimi hızlıca salladım.

"Efsun gerçekten sırası değil." Dedi Meriç Duha'ya destek vererek. "Gökçe kriz geçirmeye başlayacak ve şu an yanımızda ilaçları yok!" Diye devam etti.

Ben ise bilmiyormuşum gibi davranmaya devam ederek "Banane! Ağlama krizi geçiriyorsa banane!" Dedim umursamazca omuzumu silkmiştim.

"Çocuk parkında mıyız ya kes artık ağlamayı!" Dedim daha fazla tahammül edemiyordum. Bedenimi tamamem Gökçe'ye dönmüş silahımı ise ona doğrultmuştum. Bedenimin benden habersizce böyle bir eğilimde bulunmasına kendim de şaşırmıştım fakat belli etmemeye özen göstermiştim.

Gökçe olduğu yere çökmüş dizlerini kendine çekmiş kafasını ise dizlerine gömmüş bir şekilde kafasına vurarak, saçlarını çekerek ağlıyordu. Dudaklarından bazı sayıklamalar fısıldıyordu fakat anlamıyordum.

Bir anda arkamdan aniden beliren o koku, arkamdan gelen kişinin etkisiyle adeta zırh gibi bedenimi sardı. Kehribarın sıcak, neredeyse yakıcı dokunuşları, sedir ağacının keskin ve çekici derinliğiyle birleşti. Sofistike bir hava taşıyan bu koku, güçlü, acımasız bir izlenim bırakarak etrafındaki her şeyi bastırmış gibi hissettiriyordu.

Vücudumu saran kolları serçe beni kendine çevirirken "Senin derdin neyse benimle! Sakın bir daha böyle bir aptallık yapayım deme!" Dedi öfke dolu o hareleri beni fırtına misali içine çekecek kadar kasvetliydi. "Anladın mı beni? Bir daha Gökçe'ye karşı ufacık bir hatan bile olmayacak!" Dedi kollarıyla beni sertçe sarsarken.

Bir anda vücudumu değersizliğin her zerresi, her bir zerremi sarmıştı. Gökçe gibi biri bile bu kadar değerliyken, ben yaşantım boyunca bile şu kadar değerli görülmemiştim. İçimdeki hissettiğim acı yüzümde alaylı bir gülümsemeye dönüşmüştü.

Beni sarsan Duha'nın yüzüne silahın tersiyle sertçe geçirdiğimde elinden kurtulabilmiştim. Kendimi geriye atarak silahın tetiğini çekip tekrardan Duha'ya doğru doğrulttuğum. Duha ise dudağının kenarından akan kanı elinin tersi ile silerek oldukça sert bakışlarla beni alayla süzüyordu.

"Efsun yeter artık dur be kızım dur!" Diye hayıflanan Meriç'i umursamayarak bakışlarımı Duha'dan çekmemiştim. Gökçe ise hala sızlanmalara devam ederek ağlamasıyla kulaklarımı tırmalıyordu.

"Biliyor musun Efsun, hayatın batan gemi misali. Sen debelendikçe daha çok batıyorsun." Diyen Duha başını olumsuzca sallıyordu.

Kahkaha atmıştım bu söylediğine. Ben batıyorsam bile bu batık gemiye o kaptan bile olamazdı. Beni yönlendirmeye çalışıyor, üzerimde oyunlar oynuyordu fakat bilmiyordu ki batan gemiyi kurtarabilecek kaptan o değildi. Ve asla olamayacaktı.

"Neden yaptın? Neden beni ihanet etmişim konumuna soktun?" Dedim ciddileşerek. Amacını öğrenmek istiyordum. Beni bu soktuğu durumun sebebini öğrenmek istiyordum.

"Efsun! Anla artık anla! Sen ihanet eden değilsin asıl ihaneti onlar sana ediyor!" Dedi Duha bıkkınlıkla.

"Senden neler gizlediklerini biliyor musun? Arkandan neler döndürdüklerini biliyor musun Efsun?" Dedi bana doğru bir kaç adım atarken.

"Yaklaşma bana, Duha!" dedim hızlıca. "Duymak istemiyorum hiçbir şeyi! Yaptığın şey beni evimden etti! Yıllar sonra kendimi evimde hissetmiştim!" dedim, sesim çatallaşmıştı. Hayır, şimdi olmazdı. Şimdi ağlayamazdım.

Kafamı onaylamadığımı belli etmek ister gibi iki yana sallarken, dudaklarımın arasından çıkanlar göz yaşlarıma karıştı. "Bir kere ailem olmuştu benim! Dostlarım vardı, senelerdir onları beklemişim ben ve şimdi sen beni onlardan mahrum bıraktın!" Göz yaşlarım daha fazla şiddetlendiğinde yine yapamadığımla yüzleştiğim için öfkeliydim kendime. Ağlamış, bir kez olsun güçlü duramamıştım yeniden.

"Efsun dinlemiyorsun! Hiçbir şey sandığın gibi değil!" Diye devam eden Duha'ya bende bir kaç adım yaklaşmış ve silahı alnına dayamıştım.

"Dinlemek istemiyorum. Sizin kendinizce doğru bildiğiniz yalanları dinlemek istemiyorum. Aptalca inandığınız doğrulara inanmak istemiyorum!" Diye boğazım patlarcasına bağırdığımda bakışlarımı Gökçe'ye çevirmiştim.

Ağlamayı kesmiş pür dikkat ile bizi izliyordu. Meriç ise yanında yoktu. Hangi ara gitmişti fark etmemiştim. Fakat bana zarar vermek istemediği için gittiğini biliyordum. Sonuçta Duha'nın korumasıydı ve onu benden koruması gerekiyordu.

"Vur hadi, beni! Kurtulacağını düşünüyorsan vur. Şayet benim kaybedecek bir şeyim yok, fakat sen beni öldürürsen, belki de bir şeyleri asla öğrenemeyeceksin. Ve bununla yaşamak zorunda kalacaksın. Her gün kendine küfürler edeceksin, neden öldürdüm diye, ama benim kaybedecek bir şeyim yok, Efsun. Vur hadi!" Dedi Duha, buz gibi sesiyle. Beni manipüle etmeye çalışıyordu. Bu kadar kolay canından vazgeçecek birisi değildi.

Alaylı bir gülüş ile suratına bakmaya devam ettim. "Hani dedin ya 'Hayatın batan gemi misali. Sen debelendikçe daha çok batıyorsun.'. Sen o batan gemiye kaptan bile olamazsın Duha! Bu yüzden benim üzerimden oyunlar oynamayı kes! Uzak dur benden!" Dedim bağırarak. Alnındaki silahı iyice alnına bastırmıştım.

Söylediklerim karşısında o koyu hareleri hareketlenmiş sinirli bakışları yerini hiçliğe bırakmıştı.

"Efsun! Deme öyle deme!" Diye bağıran Gökçe'yi görmezden geldim. Ne demiştim de pot kırmıştım bilmiyordum. Fakat bu beni keyiflendirmişti. Çünkü farkında olmadan bile canını yakabilmek sadece hoşuma giderdi.

Bakışları hayal kırıklığını yansıtan anılar gibiydi. Solgun bir ışık altında yaşanmış, gölgesi bile acı veren anılara benziyordu. Gözlerindeki derin çizgiler, geçmişteki hüzün dolu anların izlerini taşıyor gibiydi. Anıların yükü, yaşanılamayacak anıların ağırlığına dönüşmüş, şu anda bile onu çaresiz yapıyordu.

Bakışları aniden arkama kaydığında gözleri dehşetle açılmıştı. Ne olduğunu bile anlayamadan sırtımda bir acı fırtınası kopmuştu. Soğuk metal, derimi delip geçerken hissettiğim acı, vücudumda bir yangının başlaması gibiydi. Derin bir nefesle birlikte, yaşanan bu ani değişim, bedenimde bir dengesizlik yaratmıştı. Gözlerimde beliren şaşkınlık, yerini hissizliğe boğmuştu.

"Duha'nın canını kimse yakamaz. Bedenen ve ruhen!" Diye bağıran Gökçe'nin sesi zihninde bulanıklaşıyordu.

Kendimi karanlığın içinde kaybolurken buldum. Öyle tatlı geliyordu ki o karanlık kendimi ellerine bırakıvermiştim.




☾☼☽

SELAAAMMMMMMMMMMMM!

Bölüm sizce nasıldı?

Sizce Alp ile Bade neden Efsun'u savunmadı?

Duha neden böyle bir yol izledi?

Meriç sizce Efsun'dan vazgeçecek mi?

Yusuf'un bu denli kendini dağıtması sizce doğru muydu?

Oylarınızı ve yorumlarınızı desteklerinizi bekliyorum.

Instagram:ssudeonell

Continue Reading

You'll Also Like

56.2K 2.3K 25
"Yıldızları hatırlıyor musun?" Kafamı salladım. Her bir ayrıntısını, belki onların altında geçirdiğimiz sayısız geceleri ve her seferinde ilk kez g...
339K 25.6K 59
Miae güzel bir düş gördü. Güzel bir anıya benzer... Herkesin hayatta olduğu, mutlu oldukları sıcak bir bahar günüydü. Ruth yaşıyordu. Yıldızlarla do...
936K 65K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...