SAFİR | DÜZENLENİYOR

Від sudeonel

4.3K 1.2K 2K

"Bitti yolculuğum ama varabilmiş değilim hiçbir sona. Anladım ki hiçbir yere ait değilim, kendime bile. Ve ar... Більше

SAFİR
BÖLÜM 0 | BAŞLANGIÇ
Bölüm 1 | AİLE
BÖLÜM 2 | GEÇMİŞİN İZİ
BÖLÜM 3 | ACININ CİLVESİ
BÖLÜM 5 | HAKİKATLER
BÖLÜM 6 | IZDIRAP
BÖLÜM 7 | GÖNÜL GÖZÜ
BÖLÜM 8 | KİRAZ ÇİÇEĞİ

BÖLÜM 4 | İNFAZ

306 104 258
Від sudeonel

Uyarı: Bu kurgudaki kişi, kurum ve kuruluşlar tamamen hayal ürünüdür.

Uyarı: Bu bölümde hassas sahneler ve benzeri yetişkin içerikli sahneler olabilir. Yaşı küçük ve rahatsız olacak okurların okumalarını tavsiye etmiyorum.



tekrar loş yalnızlıkların en dibindeyim
sararmış yaprakların usulca savrulduğu
köprüler yıkıldı artık kendimleyim
parmak uçlarında ölümün soğukluğu
-Atilâ İlhan




Coming Back - Mark Eliyahu
Star Shopping - Megami
Sandığımdan Herkes Babam Gibi Gülecek - Farazi
M. - Anıl Emre Daldal


☾☼☽

Hayat bana birçok şey öğretti; mesela, kabul etmek, barışmak, hatta dalga geçmek büyütüyormuş insanı. Hiçbir kırgınlık, ölümden büyük değilmiş. Yalnız kalmaktan daha kötü bir şey varmış: çok geç kalmak... Teşekkür, çok güzel bir kelimeymiş. Hareketler, sözlerden çok daha yüksek sesle konuşurmuş. Bahaneler, çok hata yaptırırmış. Birinden nefret etmek için çaba sarf etmek lazımmış, ama sevgi kendiliğinden gelirmiş. Bazen gereken tek şey cesaretmiş. Nereye gidersen git, kendinden yola çıkıyormuşsun. Sevilmeyen insanlar hep nefret edermiş. Hayat, pişman olmak için çok kısaymış. Sonra bir bakmışım, geçmişim bana birçok şeyi öğretmiş.

Geçmişim, acılarıma rağmen bana birçok şeyi öğretebilmiş. Ruhumda bir bulunmaz kadın hicranı yanarken, dudaklarımda geçen bu sevinçsiz gülüşüm, yüzüme yerleştirdiğim en güzel maskem olmuş. Kırılmış bir kalbe son kalan yoldaş aslında gizlice dökülen beş on damla yaşmış. Hatıralar zamansız bir plakmış.

Zor zamanlarda dizleri tutmayan yollar, menfaatten uzaklaştığında kullar, hayallerin solgunlaştığı anlarda eller, sevgiler yitince güller, yaprağı tükendiğinde dallar, ömür tamamlandığında bile diller bile seni terk ediyormuş. Bu yol artık bir yere çıkmaz diyen kaderin bile o saklandığı yerden utanırmış.

Beni düşüncelerimin arasından ayıran sese doğru döndüğümde elinde kahve ile gelen Bade'yi gördüm.

"Yarın sana bir telefon almaya gidelim." dedi yanıma otururken.

Gökçe hakkında bir çok soru sorulmuştu. Hatta gereğinden fazla merak edilmişti. Hiçbir şey bilmediğimi söylememe rağmen fazlasıyla irdelemişlerdi. Bundan dolayı sıkılıp odama gelmiştim. Bade ise beni yine yalnız bırakmamıştı.

"Beş kuruş param yok." dedim gülerek.

"Adnan abi sana kart verecekti vermedi mi?" dedi Bade şaşkınlıkla.

Kafamı olumsuzca iki yana salladım. "Beni artık sevmiyor galiba." dedim sesimi üzüntülü çıkartmaya çalışırken.

"Olur mu öyle şey? Unutmuştur yarın verir sana merak etme. Hem vermese ben alırım sana ne olacak canım!" dedi Bade sol omzuma vurarak.

Cevap vermedim. Sessiz kaldık. İkimiz de kafamızdaki sorularla cebelleşiyorduk. Birbirimize sormaya yelteniyor fakat vazgeçiyorduk. Çekindiğimiz için değil, duyacağımız cevaplardan korktuğumuz için zihnimizi yiyip bitiren soruları birbirimize soramıyorduk. Sükunetli sessizliği bozan ise Bade olmuştu.

"Efsun..." dedi derin bir nefes alarak. Kafamı ona çevirip dinlediğimi belli edercesine bakmaya başlamıştım.

"Yani nasıl sorulur bilmiyorum.. Biliyorum neden bu kadar merak ettiğimizi sorguluyorsun.." dedi ve duraksadı.

"Gökçe sana bir şey söyledi mi?" dedi sesi titreyerek.

Söyledi desem bir dert söylemedi desem bir dertti. Ama söylemedi demem sadece benim için bir dertti. Neden böyle bir şey söylediğini anlayamamak, nedenini bilmeden durduğum yeri sorgulamama sebep oluyordu. Tekrar sesi zihnimde yankılandı...

"Kendince her şeyin doğru olduğunu sanıyorsun ama aslında nasıl bir felaketin içinde olduğunu bilmiyorsun."

Kafamı iki yana sallayarak "Hayır bir şey söylemedi. Ne söyleyebilirdi de bunu duymamdan korkuyorsunuz anlamıyorum!" dedim bağırarak.

"Efsun sessiz ol!" dedi işaret parmağını dudaklarına getirerek.

"Yeter Bade! Bugüne kadar ne dediyseniz yaptım. Dört sene boyunca dünyadan kendimi soyutladım. En ağır eğitimlere bile sesimi çıkartmadım. Sizi ailem bildim gizleyip sakladığım tek bir şey bile olmadı. Tüm şeffaflığımla sizinleyim." dedim bağırarak. Komodinin üstündeki vazoyu tüm öfkemi çıkartmak istercesine yere fırlattım.

"Siz ise öyle değilsiniz! Ben aptal değilim! Bir şeyler saklıyorsunuz ve ben bilinmezlikle yaşamak istemiyorum! Bana evin dışındaki köpekmişim gibi davranamazsınız! Ya heptir ya hiçtir Bade!" dedim ağlayarak. Sinirlerim boşalmıştı. Dizlerimin titrediğini hissederken yatağıma doğru oturdum.

Bade ise ayaklanmış odadan çıkıyordu. Bakışlarımı kapıya doğru döndürdüğümde Adnan abi Bade'nin çıkmasını bekliyordu. Bade çıktıktan sonra kapıyı kapatarak karşıma oturdu. Sorgularcasına suratına bakıyor bir şeyler söylemesini bekliyordum.

Boğazını temizledi. Biraz daha sessiz kaldı.

"Efsun..." dedi ne diyeceğini bilemezcesine.

Kahkaha attım. Efsun? Efsun'um değil de Efsun.

Kendini düzelterek "Efsun'um.." dedi dalga geçercesine.

"Dinliyorum seni abi Efsun Efsun Efsun evet dinliyorum!" dedim sesim olduğundan yüksek çıkmıştı.

"Merak ettiğin her şeyi anlatacağım sana." dedi geriye yaslanarak.

"Gökçe... Bizim minik kedimizdi." dedi acı bir gülümseme ile. Söylediği şeye şaşırmıştım fakat yüzümde bir tane bile mimik oynamamıştı.

"Ağır bir psikoza sahipti. Çok çabaladım bu durumdan kurtulabilmesi için. Destek aldırdım ona. Zaten hepimiz destekçisiydik. Evet söylediğin gibi Gökçe çok iyi birisidir. Neden bizim yanımızda değil de Duha'nın yanında olduğunu düşünüyorsundur. Duha'ya aşık oldu. Ne şans ki Duha da ona aşık olmuştu. Aşkın önünde boynum bükülür Efsun. Hepimiz saygı duyduk sesimizi çıkartmadık. Ama Duha'nın yanında kalırken ona aşılanan şeylerden ötürü sana farklı şeyler söylemiş olabileceğinden korktuk. Bundandır seni sürekli darlamamız." Ayağa kalktı. Yanımda durup omzuma elini koydu. "Git hadi Alp'in yanına gerisini o anlatsın. Anlatmak istemeyecektir Adnan abinin emri dersin." dedi ve hızlıca odadan çıktı.

Duyduklarım karşısında oturduğum yere mıhlanmıştım. Çünkü Gökçe ve Duha'nın söylediği, inandığı şeyler bir psikozdan ibaretti. Gökçe'nin zihninde kurup inandığı şeylerden ibaretti. Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Bu çok korkunç bir şeydi.

Alp bu olayın neresindeydi? Ondan dinlemek istiyordum her şeyi. Ama onu çokça yaralayan bir şeyse acısını tekrardan gün yüzüne çıkartmak da istemiyordum. Ne yapacaktım şimdi?

Ayaklanıp kapıya doğru yöneldiğimde Yusuf'u görmüştüm. Kollarını iki yana açarak gelmem için işaret yaptığında hiç düşünmeden sıkıca sarıldım. Çenesi başımın üstündeydi. O da sıkıca bedenime sarılmış elleriyle sırtımı sıvazlıyor saçımı okşuyordu. Ağladığımı duyduğunda ise kulağıma eğilip "Geçecek.." diye fısıldamıştı. Günlerdir eksikliğini hissettiğim, ihtiyacım olan tek şey güzel bir sarılış ve saçlarımın okşanmasıymış.

Yusuf beni kendinden ayırıp kolunun altına almıştı. Omzumdan eliyle destek vererek kendine çekti. Aşağıya doğru yürümeye başladık.

"Yusuf, Adnan abi Alp'le konuşmamı istedi." dedim çatallaşmış sesimle.

"Ne hakkında?" dedi durmuş ve bana doğru dönmüştü.

"Gökçe..." diye fısıldadım. Kendim bile sesimi zor duyabilmiştim.

Derin bir nefes aldı hiçbir şey söylemeden tekrar yürümeye başladı.

"Kızar mı Alp bana?" dedim meraklı bir sesle.

"Kızamaz." dedi kestirip atarcasına.

Alp'in yanına gelmiştik. İkimiz de ona doğru bakıyorduk. Bilgisayarına gömülmüş kulağında kulaklıkla son ses müzik dinliyordu. Bizi fark ettiğinde ne oldu dercesine bakarak kulaklığını çıkarttı.

"Şey.." dedim e harfini uzatarak. Yusuf ise beni büyük bir yükten kurtararak " Adnan Sönmez, Efsun'a Gökçe hakkında konuşmanı istemiş." dedi buz gibi sesiyle.

Alp'in ise Gökçe'nin adını duyunca yüz ifadesi değişmişti. Gözlerinin rengi kararmış bakışları yorgunlaşmıştı. Gördüğüm manzara karşısında derin bir iç çektim.

Alp yanındaki koltuğa vurarak gelmem için işaret yapmıştı. Yavaş adımlarla Alp'in yanına giderken Yusuf da arkamdan gelmiş ve Alp'in karşısındaki koltuğa oturmuştu. Yan dönerek Alp'e çevirdim bakışlarımı.

"Dinliyorum.." dedim sesim fısıltı gibi çıkmıştı ama salondaki sessizlik sayesinde bir haykırıştan farksızdı. Alp yüzünü buruşturdu. Elleriyle saçlarını kurcaladıktan sonra derin bir nefes aldı.

"Efsun aslında.." dedi sesi titreyerek. "İçimi dökmeye niyetim yok zar zor sığdırdım zaten." diye devam etti. Dediği şey ruhuma o kadar dokunmuştu ki anlayışla gülümsedim.

"Adnan Sönmezin emri Alp anlat hadi."dedi Yusuf buz gibi bir sesle. Alp ise anladığını belirterek kafasını sallamıştı.

"Gökçe..." dedi buruk bir gülümsemeyle. "Minik kedim..." diye devam etti içli içli. Şimdiden bile gözleri dolmuştu.

"Adnan abinin yanına yeni gelmişim o zamanlar. Bir gün çok karışık bir gündü daralmış, bunalmıştım. Attım kendimi dışarıya. Oturdum bir banka denizi izliyorum. Gecenin üçü dördü ama. Etrafta kimse yok. Kedi sesi duydum Efsun. Nasıl bağırıyor ağlıyormuş gibi. Gelen sese doğru yürümeye başladım. Kendi kendime hiç yoktan cebime koyar eve götürürüm diyorum. Ama görmen lazım o gece de dışarısı buz kesiyor. Ses kesildi bir anda. Hani kedilerin saldırma sesi olur ya o sesi çıkartarak çöp konteynırının ordan bir fırladı üstüme." dedi gülmeye başladı sanki tekrardan o anı yaşıyormuş gibi.

"Gece gece bilmediğin sesin peşine gidince kedi üstüne mi atladı?" dedim bende gülmeye başlayarak.

"Yok Gökçe'ymiş..." dedi acı gülüşü bir anda solmuştu.

"Gökçe atladı üstüme. Kendini kedi sanıyor. Bende ne olduğunu şaşırdım tabii. Ne oluyoruz dedim dünyam şaştı. Kahkahalar atarak üstümden kalktı sonra. "Ya ne kadar aptalsın beni kedi sandın!" dedi eğlenerek. Tabii gülmeme engel olamadım. İçimden gece gece çattık anasını satayım diye geçiriyorum. Sonra baktım şöyle bir ona iki taraftan saçları örgülü başında siyah bir beresi var. İçinde kaybolduğu eski bir mont. Kot pantolon var altında. O kadar bol geliyor ki çuval gibi durmuş. Ayakkabıları ise kunduraydı. Bunu görünce beni bir gülme aldı. Dedim gerçekten deliye çattık." dedi duraksadı. Yüzünü avuçladı elleriyle. Tekrardan o anı yaşıyormuş o anda kayboluyormuş gibi hissederek anlatıyordu.

Yavaş yavaş eğilerek masanın üzerindeki sigara paketini eline aldı. Usul usul yaktığı sigarasından bir duman içine çekti. O yorgun bakışlarıyla tekrardan bana doğru döndü. Elindeki sigara paketini hiçbir şey söylemesine izin vermeden alıp kendime de bir tane yakmıştım. Bunu gören Yusuf bir şey diyecek gibi olsa da ortamı bozmamıştı. Alp devam etti ağır ağır konuşmaya.

"Sonra beni azarlamaya başladı. Neymiş halinde ne varmış neden gülüyormuşum. Sinirli hali bile o kadar tatlıydı ki!" dedi Alp çaresizlik barındıran sesiyle. Üst üste içine çektiği sigara bile onu rahatlatmıyordu. İçindeki kargaşayı dindirmiyordu.

"Neyse velhasıl bir şekilde onu Adnan abinin yanına getirdim. İlk başlarda her şey çok güzeldi. Tedavisini oluyordu iyiye gidiyor gibi de olmuştu. Ta ki bir gün Duha ile karşılaşana kadar." dedi anlamlandıramadığım bir ses tonu ile. Sanki biraz öfke biraz hayal kırıklığı barındırıyordu.

Yaktığım sigaradan derin bir nefes aldım. Ciğerlerimi yakmasına izin vererek.

"Ne yaptıysak onu Duha'dan uzak tutamadık. Neymiş ben onu kandırmışım zorla burada tutuluyormuş hepimiz çok kötü insanlarmışız." diye devam etti acı acı gülerek.

İnsanın elinde olmayan nedenlerden ötürü bu denli nankörleşmesi bile çok korkunçtu. İnsan yuvasına ihanet eder miydi? Sevdiklerine iftira atabilir miydi? Ruhsal çöküşler insanın yaşayabileceği en korkunç şeylerden biriydi. Meğer insanın en büyük sınavı aslında kendi içinde olan savaşmış.

"Duha'ya aşık oldu Efsun!" dedi acı bir haykırışla. Çenesi titriyor, adem elmasındaki olan o yumru yutkunmasına izin vermiyordu. Gözleri yaşlarla dolu bakışları ise dünyanın tüm yükünü omuzlamış gibiydi. Sigarayı küllüğe uzattığında elleri titriyordu. Aşk bu denli nasıl zarar verebilirdi?

Destek olmak istercesine eline gitti ellerim. Sıkı sıkı tuttum elini hiç bırakmayacakmış gibi. İçindeki olan o acıyı söküp almak istiyordum. Acısı içine sığmayıp dışa doğru taşmış, anlattıkça içime içime işlemişti. Çektiği acıyı en az bende onun kadar hissediyordum. Alp'e baktığım her an içimde fırtınalar kopuyordu. Aşkın insana bu kadar derin acı çektirmesi ruhuma dokunuyordu.

"Duha'nın defterini açmam gerekirse..." Dedi Alp, duraksayıp içine derin bir nefes mühürlediği sigarasını dışarı tekrardan üfleyerek. "O sevmedi Gökçe'yi. Hiç sevmedi ve sevmiyor da Efsun." Sesinde ki kederle birleşen öfkesini hissettiğimde kaşlarım benden bağımsız çatıldı ve sorgular bir pozisyon aldım.

"Bu da ne şimdi Alp? Bu herifin sevdiğini cümle alem bilmiyor mu?" Alp benimle göz göze geldiğinde iki kez yumup açtı gözlerini. Bitmek bilmeyen derin nefes alışlarının tekrarını getirdi istikrarla. "Öyle değil işte amına koyayım."

Yusuf ise daha fazla Alp'in konuşmasını istemeyerek "Kardeşim istersen git bir elini yüzünü yıka kendine gel." dedi bakışlarını Alp'in üzerinde gezdirirken.

Alp de anlattığı şeyleri daha fazla uzatmayarak onaylarcasına başını sallayarak ağır ağır oturduğu yerden kalkıp sendeleyerek merdivenleri çıkmaya başlamıştı.

"Neden yarıda kestirdin?" dedim. Gözlerimi Yusuf'un üzerine kitlemiş sorgularcasına bakıyordum.

"Sana ne Duha'nın Gökçe'yi sevip sevmemesinden? Bu durum Alp'i bile ilgilendirmiyor artık." dedi umursamazca omuzlarını silkerek.

Cevap vermedim. Doğruydu, beni ilgilendirmiyordu. Bitmeye yüz tutmuş sigaramı küllüğe bastırarak söndürdüm. Oturduğum yerden yavaşça kalkıp ağır adımlarla merdivenleri çıkmaya başladım.

Odama girdiğimde toparlandığını gördüm. Kimin topladığını bilmiyordum fakat işime gelmişti. Üzerime pijamalarımı geçirip kendimi uykuya teslim etmek için yatağıma uzanmıştım. Vücudumun yorgunluğu ise beni uykuya teslim etmişti.

☾☼☽

Odamı sarıp sarmalayan güneşin ışıkları gözlerimi açmamı istercesine yüzüme de yansıyordu. Yavaşça doğrulduğum yatakta günümü aydınlatan güneşe gülümsedim. Gülümsemenin insan vücudundaki etkisi muhteşemdi. Vücuda Endorfin hormonu salgılıyordu bir kere! Stresi, gerginliği azaltıyordu. Strese bağlı olan hastalıklardan koruyordu. Bir gülümsemenin insana bu kadar iyi gelmesi muhteşem bir şeydi!

Güzel bir duş almak için doğrulduğum yataktan kalkarak banyoya doğru yürümeye başladım. Bakımlarımı aksatmıştım. Acısını çıkartmak için güne kesinlikle kendime jestler yaparak başlayacaktım.

Güzelce yaptığım bakımlar ve sıcacık bir duştan sonra ancak kendime gelebilmiştim. Aşağıya indiğimde bizimkilerin batak oynadığını görünce gülümsememe engel olamadım. Nünüşün hazırladığı kahvaltı masasından gelen kokular ise midemin kazınmasına sebep olmuştu. Herkes geldiğimi görünce oyunu bir kenara bırakıp masaya doğru yöneldiler. Resmen benim keyifimi beklemişler. Eee olsun o kadar canım!

Herkes sessizce kahvaltısını yaparken dış kapıdan giren Adnan abi sessizliği bozmuştu.

"Günaydınlar! Nasılsınız bakalım. Bugün akşam sekize kadar işleriniz varsa halledin. Akşam çok güzel bir iş sizi bekliyor." dedi keyifle kahvaltı masasına doğru ilerlerken.

Alp ağzı doluyken "Abi bu akşam mekana çıkacaktım!" dedi. Yüzümü buruşturdum. Bu çocuk neden hep ağzında bir şeyler varken konuşuyordu?

"Anlamam ben tıngırı mıngırıdan Alp! Akşam iş var o kadar." dedi kesin ve net bir şekilde.

"Abi bodur Hasan'ı mı patlatacağız?" diyerek Adnan abiye döndürdü bakışlarını Yusuf.

Bodur Hasan demesi beni güldürmüştü. Neden güldüğümü anlamlandıramayan bakışlar karşısında benzetmeye güldüğümü belirtmiştim.

"Hasan çok olmaya başladı biraz uğraşmayalım mı onunla?" dedi Adnan abi de gülerek.

"Abi sen bana ne ev ne araba ne para hiç bir şey vermedin?" dedim alakasızca bir şey ortaya atarak. Efsun kasap et koyun can derdinde!

Bu söylediğime kahkahalar atılmıştı. Sinirlenmiş gibi yaparak "Siz de resmen beni yiyorsunuz yani!" dedim ciddi kalmaya çalışarak. Fakat söylediğim şeye ben de bir kahkaha patlatmıştım.

Adnan abi ceketinin iç cebine eline atarak masanın üstüne üç tane anahtar bir tane de kart koymuştu. Gözlerim dehşetle açıldı. Hemen ayaklanarak Adnan abinin yanına gittim. Masanın üzerinde bir ev anahtarı, bir araba, bir motor ve kredi kartı vardı.

Çığlıklarım herkesin kulağını doldurmuştu. Çünkü Kawasaki'nin amblemi olan bir anahtar ve anahtara takılı olan anahtarlığın üzerinde ise 'SAFİR' , 'H2R' ve AB Rh(-) yazıyordu.

"Abi! Sana inanmıyorum! Şimdi benim bir motorum mu var? Hemde H2!" dedim bağırarak. Hala inanamıyordum. Bu bir rüya olmalıydı.

"Buna neden ölüm makinası verdin abi! Yaptığın delilik kendi kendini gebertecek!" dedi Alp yakınırcasına. Bade ise Alp'e susması için bir bakış attığında gülmeme engel olamadım.

"Kıskanma çalış senin de olur!" dedim dilimi çıkartarak. Şu an içimdeki küçük Efsun şımarık bir kız çocuğu olmuştu. Hayallerine kavuşmuştu.

Seneler evvel bana her şeyi aştın, başardın deseler inanmazdım. Şimdi ise kendimi her şeye rağmen mutlu, huzurlu hissediyordum. Ailemin yanında gibi... Onca mücadeleye, zorluklara rağmen olmak istediğim yere varabilmiştim. Bunu başarmıştım. Küçük Efsun başarabilmişti. Artık bir yanım buruk değildi. İstediğim her şeye sahiptim. Sevildiğim, sevdiğim insanların yanındaydım. Kan bağı olmaksızın onlar benim kardeşlerimdi. Hepimiz aynı acılarla harmanlanmasak bile türlü türlü zorluklarla birbirimize kenetlenmiştik. Beni de yanlarına almışlardı. Hepsinin kanadı altında, güvendeydim. İçimdeki küçük Efsun şımarmayacaktı da kim şımaracaktı? Zaten küçükken şımarabileceği kimsesi yoktu. Şimdi ise tadını çıkartması gerekiyordu.

Bahçeye doğru koşarken, gözlerimden okunan o  mutlulukla arabam ve motorumun bulunduğu yere ulaştım. Gördüklerim sanki bir rüyaydı, ancak eğer öyleyse, bu rüyadan asla uyanmak istemiyordum. Titreyen ellerimle motoruma dokunarak, hayatımda ilk kez bu kadar mutlu olmanın tadını çıkarıyordum. Gözlerimden süzülen mutluluk gözyaşlarına engel olamayarak, duygularımı serbest bıraktım. Mutluluktan gözlerimden akan yaşlar bu anın eşsiz ve özel olduğunu adeta vurguluyordu. Bu an, bir bebeğin ilk adımındaki heyecan, bir çocuğun ilk kez kendi başına bisiklet sürebilmesi sevinci ve bir gencin ilk aşkının mutluluğu gibi, dünyadaki en güzel şeylerin ilkini yaşamış gibi hissettiriyordu.

Omzumda bir el hissettiğimde bakışlarımı dokunan kişiye çevirdim. Yusuf ise elinde bir poşetle ne diyeceğini bilmez şekilde bana bakıyordu. Poşeti hiçbir şey demeden bana uzattığında hafifçe kaşlarım çatılmıştı. Poşeti elinden alıp içine baktığımda ise gördüklerim karşısında tekrar mutluluktan ağlayacaktım.

"Yusuf..." dedim ne diyeceğimi bilemezcesine sadece adını fısıldayabilmiştim.

"O motoru kullanırken sakın bunları giymemezlik istemiyorum." dedi küçük bir çocuğu uyarırcasına.

"Adnan abinin motor alacağını nereden biliyordun?" diye soruverdim.

"Motoru almasını söyleyen bendim. Sana dört sene önce vaat ettiği şeyleri yapmasada sesini zaten çıkartmazdın. İlla ki bir şey alınacak olsa sadece bir motorla yetinirdin sen Efsun. Bu motoru hak ettin." dedi tebessümle.

Beni gerçekten çok iyi tanıyordu. Sıkıca sarıldım daha fazla dayanamayarak. Yusuf'a karşı farklı hislerim vardı. Çünkü bize nazaran yaşadığı huzuru, mutluluğu elinden alınmıştı. Şayet biz zaten en başından beri huzursuz ve mutsuzduk. Onun için her şey katbekat daha zordu.

"Hadi Bade hazırlanmaya çıkmıştı. Telefonsuz kalmışsın sana telefon almaya gidecekmişsiniz sende git hazırlan." dedi benden kendini uzaklaştırarak.

"Eee sende gelsene bizimle hem sana da değişiklik olur." dedim kafamı yana yatırarak ikna etmek istercesine.

"Benim işlerim var maalesef başka zaman." dedi belimden destek vererek beni eve doğru yönlendirdi.

İçeriye girdiğimizde Bade ve Alp hazırlanış şekilde oturuyordu. Alp'in bakışları bana doğru kaydığında sızlanarak "Ohoooo! Noldu böyle bu! Bir de senin hazırlanmanı mı bekleyeceğiz?" dedi bıkkınlıkla.

"Sızlanma on dakika beklesen ölmezsin değil mi?" dedim Alp'e dönük şekilde merdivenlerden çıkarken.

Odama girdiğimde hızlıca dolabıma göz gezdirdikten sonra üstüme rahat bir şeyler geçirdim. Hızlıca aşağıya indim. Gözlerim Alp'e ima ile bakarken "Bak ölmemişsin." Dedim ukala bir şekilde.

Bade bu dediğime kahkaha atarken Alp somurtarak cevap yüzüme bakıyordu.

"Amorti kazım sen çok oluyorsun!" Dedi. Hızlıca ayağa kalkıp yanıma geldiğinde beni çoktan boyun kilidine almıştı. Sol kolumla göğüsünden tutup sağ elimle diz kapağının arkadından kaldırarak Alp'i ani bir şekilde fırlattım. Bana yerden beğeni dolu bakışlarla bakarken " Aferin kız savunma taktiğini unutmamışsın. Eee tabii öğreten kişi mükemmel bir hoca olursa." Dedi göğsünü kabartarak.

Elimi uzattım yerden kalkması için. Kendi ağırlığını vermeden elimden destek alarak doğrulduğunda bahçeye doğru yürümeye başladık.

"İyi günümdeyim benim kara çocuğumu bugün biriniz için garajdan çıkaracağım. Hadi yine iyisiniz." Dedi Alp garaja doğru ilerlerken.

"Alp sen Efsun'la geçersin ben kendi arabamla gelirim." Dedi Bade de garaja doğru Alp'in arkasından koştururken.

Alp'in getireceği araba sanırım iki kişilikti. Olduğum yerde sabırsızca beklemeye başlamıştım. Garajdan gelen sese odaklandığımda gözlerimi kısarak garaja odaklandım. Alp'in sürdüğü arabanın motorunun kudreti titreyen bir enerji olarak hissediliyordu. Gaz pedalına bastıkça yükselen bir hırıltı, her vites değişimindeki patlamalarla adeta bir yarış pistinde bulunuyormuşum gibi hissiyat vermişti. Ağzım açık bir şekilde hayatımda hiç görmediğim arabaya bakıyordum. Heyecanla ellerimi birbirine çarptım yanıma geldiğinde.

"Alp bu ne böyle!" Diyebilmiştim çığlık atarak. Arabaya nasıl bineceğimi şaşırmıştım çünkü arabayı açmak için kapı kolu yoktu. Alp ise bu bakışlarıma kahkahalarla gülüyordu.

"Kız çok bakma gözün kalır!" Dedi kahkaha atmaya devam ederken. "Eee hadi atla bacağını kaldırarak biniyorsun. Karşında Dallara Stradale duruyor kızım aman sakın bineyim derken çizme!" Dedi yapmacık korkulu gözlerle bakarken.

Hiç beklemeden Alp'in tarif ettiği gibi arabaya bindiğimde, Alp aniden gaza yüklenince ağızımdan ufak bir çığlık kopmuştu.

Arabadayken rüzgarın saçlarımı özgürce dağıttığını hissetmek gerçekten büyüleyiciydi. Güneşin yumuşak ışıkları cildimi okşarken, yolda ilerlemenin getirdiği özgürlük duygusu içimi huzurla dolduruyordu. Gökyüzündeki bulutların yavaşça süzülüşü, zamanın durduğu hissini yaratıyor ve adeta bir masalın içindeymişim gibi bir atmosfer sunuyordu.

Bakışlarımı sağ dikiz aynasına çevirdiğim zaman Bade'nin de Alp'e yetişmek için arabasını hızlı sürdüğünü fark ettim. "Alp biraz yavaşlar mısın?" Dedim hızlıca.

"Nolduu böylleee buu! Korktun mu sen?" Dedi keyifle gülümserken daha da hızlanmıştı.

Kafamı iki yana sallayıp "Hayır gerizekalı Bade sana yetişebilmek için çok hızlı sürüyor!" Dedim öfkeyle bağırarak.

Alp ise daha da hızlanarak dediğimi umursamamıştı. Öfke vücuduma yayılırken şaşkınlıkla da Alp'e bakıyordum.

"Korkma korkma Bade Labirent'in Kraliçesi!" Dedi keyifle gülerken. Anlayamadığımı gösteren bakışlarla bakmaya devam ederken "Labirent ne be! Yavaşla Alp yavaşla! Korkuyorum! Tamam korkuyorum!" Dedim bağırarak. Korktuğumu söylediğimde biraz da olsun yavaşladığında derin bir nefes solumuştum.

Fakat otoparka doğru ilerlerken ben istediğim için yavaşlamadığını anladım. Geleceğimiz yere geldiğimiz için yavaşlamıştı.

Etrafta gözlerimi gezdirirken AVM'lere gelmekten nefret ederken şimdi ise içeri girmek için can atıyordum. İnsan içine çıkacak olmak önceden beni strese sokarken şimdi ise heyecanlandırıyordu. Tabii senelerce belirli insanların yüzüne bakınca başka sıfatlara hasret kalıyordu insan.



☾☼☽


Telefonu aldıktan sonra bir kafeye oturmuştuk. Alp'in kahveleri getirmesini bekliyorduk. Tabii biraz da alışveriş yapmıştık, alt tarafı peşimizden gelen yedi tane korumanın elleri kolları tamamen poşetlerle dolmuştu.

"Efsun bende mi telefonumu yenileseydim ya kıskandım vallahi! Pembe pembe ne güzel duruyor zarif ellerinde.." Dedi Bade. Dirseğini masaya dayamış avuç içini çenesinin altına koymuş beni izliyordu.

"Ay Bade israfa ne gerek var seninkinin bir üst modeli!" Dedim gözlerimi devirirken. Benim için elimdeki telefona sahip olmak bile hayallerimin ötesindeyken Bade'nin elindekiyle yetinemiyor oluşu canımı sıkmıştı.

"Efsun şaka yapıyorum.. Neden hemen sinirleniyorsun?" Dedi hüzünlü bakan gözleriyle.

Demagoji yapmayı çok iyi biliyordu. Dayanamayıp ellerinden tutarak "Ama sende elindekiyle yetinmeyi öğren. İsrafa ne gerek var az buz bir para değil ki! Sanki elmas satın alıyoruz!" Dedim bağırarak.

"Amorti kazım! Neye sinirlendin de bu kadar sesin çıkıyor? Sabahtan beri car car sesini bir kesmedin ya! Bizimki de kafa yani!" Dedi sinirle bağırarak. Sitem ederken ayaklarını küçük bir çocuk gibi yere vurarak yanımıza elinde tepsi ile gelmeye çalışıyordu.

Yanımdaki sandalyeye oturduğunda öfkeli gözlerle bakmaya çalışarak onu daha da sinirlendirmeye çalışıyordum. Onunla uğraşmak çok hoşuma gidiyordu. Sinirlendiğinde bir çocuk gibi davranmaya başlıyordu. Bunu istiyordum, izlemeyi seviyordum. Çünkü biz çocukluğumuzu yaşayamamış olanlardık. Bizim bir tarafımız hep yarımdı. Bu yaşta çocuklaşmamızın neyi kötü olabilirdi ki?

"Aman be sustum!" Dedim dudağıma görünmez bir fermuar çektikten sonra iki kolumu da birbirine bağladım, somurtarak oturmaya başladım.

"Tamam ağlama! Kahveni iç soğuyacak. Hem beyaz çikolatalı aldım sevdiğinden." Dedi Alp kaprisli şekilde. Ama bir yandan da bana sırnaşmayı ihmal etmemişti. Tatlı görüntüsüne daha fazla dayanamayarak saçlarına elimi uzatarak karıştırmış, dağıtmıştım.

"Ya Efsun yapma şunu!" Dedi huysuzlanmaya devam ederken. Bade ise bizi gülümseyerek izliyor kahvesini yudumluyordu. Bende keyifle kahvemi yudumlamaya başladım.

"Şşşttt! Gel bakayım buraya!" Dedi Alp yan masada bir şeyler satmaya çalışan küçük çocuğa eliyle gel işareti yaparken.

"Abi ister misin kalem?" Dedi çocuk elindeki kalemleri uzatırken. "Hem kalem alana sihirbazlık da yapıyorum!" Dedi heyecanla. Heyecanına kahkahalar atmıştım. Çok tatlı duruyordu.

"Valla mı? Bende parmaklarımı hareket yapabiliyorum." Dedi Alp en az küçük çocuk kadar heyecanlı bir şekilde.

"Yap da görelim abi!" Dedi çocuk da Alp'e gülerek.

Hepimiz Alp'i dikkatle izlerken Alp ise baş parmağını işaret ve orta parmağının arasına koyarak ortaya hareket çekmişti. Hepimiz bir anda yaptığı şeye kahkahalar atmıştık. Çevredeki herkes bizim yaptığımız gürültüye bakarken küçük çocuk ise bozulmuştu.

Üzüntüyle arkasını dönerken "Ben kalem almak istiyorum ama sihirbazlığı ben yapacağım. Eğer sihirbazlığımı sana beğendirebilirsem elindeki bütün kalemleri alacağım." Dedim küçük çocuğun kolundan tutarken.

"Yap da görelim abla! Ne gibi bir sihirbazlık yapabilirsin ki?" Dedi heyecanla. Gözlerinin içi parlamıştı bunu söylerken.

"Alp cebindeki kartları verir misin?" Dedim bakışlarımı Alp'e çevirirken.

"Bu kız harbiden Efsunlu anasını satayım! Cebimde kartların olduğunu nereden biliyorsun?" Dedi Alp de inanamayan gözlerle bana bakarken.

"Yaptığımız sanatla içli dışlıyız oğlum! Kartlar beni çekiyor bende kartları!" Dedim göğsümü kabartarak. Uzattığı kartları elinden almış ve karmaya başlamıştım.

İskambil kartlarıyla el ilüzyonu yapabiliyordum. Bunu yapmak çocuk oyuncağıydı fakat el hızlılığı gerekiyordu. Eee tabi biraz da zeka.

Çocuktan kartları kardığım sırada bir ile on arasında bir sayı söylemesini istedim. Karşılığında bana mutlak suretle yedi diyeceğini biliyordum. Çünkü insanların zihninde bir ile on arasında sayı tutmasını istediğim zaman duyduğum sayı hep yedi olmuştu. Çocuk da beni yanıltmayarak yedi dediğinde desteyi kararken karo yedilisini serçe parmağımla tutmuştum fakat bunu fark etmemişti.

Ayırdığım kartı sanki tesadüfmüş gibi kaldırdığım zaman karo yedilisiyle karşı karşıya kalan çocuk inanamazcasına tepkiler gösterirken gülümsemiştim.

"Abi imkansız bu kız resmen Efsunlu başka açıklaması olamaz!" Diyen Alp de yaptığım illüzyonlardan etkileniyordu elbette.

"Bitti mi bitmedi! Şimdi bak hazır ol daha büyüğü gelecek!" Dedim çocuğun gözlerinin içine bakarak. O ise beni büyülenmiş gibi izlemeye devam ediyordu.

Masanın ortasını açtığımda elimdeki kartları masanın üstüne yaymaya başladım. İyice karıştırırmış gibi yaparken kupa beş kartını bilerek Alp'in üzerine fırlatıp belirlediğim yere kaydırdım karıştırıyormuş gibi yaparak.

"Şimdi bütün kartları karıştırdım ben sana bir kart söyleyeceğim ve sen bana elimi kartlar üzerinde gezdirirken dur diyeceksin anlaştık mı?" Dedim küçük çocuğa doğru. "Tamam kupa beş diyorum!" Dedim heyecanlı bir ses tonu ile. O ise anladığını gösteren ifadelerle bakmaya devam ederken hala yaptığım şeyin etkisinden çıkamamış olduğunu gösteriyordu.

İşaret parmağımı kupa beş kartının etrafında gezdirirken ifadesinden dur dediği yerin ilerisinde durdurdum. Tam da istediğim gibi kupa beşin üstünü tarif etmişti. Ben ise işaret parmağımı bilerek kupa beşin ilerisine götürmüştüm.

"Hayır daha gerisinde!" Dedi heyecanla.

"Burası mı?" Diye tarif ettiğim yeri gösterdiğimde kafasını sallamıştı. Kartı açtığımda kupa beşi gören çocuk çığlık atmıştı.

"Bana da öğretir misin bunu? Çok para kazanırım! Nolur para kazanmam gerekiyor!" Diye kolumu tutmuş sallıyordu.

"Küçük velet bir dur bakalım sen!" Diyerek Alp, çocuğun kapüşonundan geriye doğru çekmişti çocuğu.

"Alp çocuğa düzgün davran!" Diye bağırdı Bade de.

"Neden paraya ihtiyacın var anlat bakalım? Öyle ki sana ikna olursam eğer öğretirim bir kaç numara." Dedim Alp'in geri çektiği küçük çocuğa biraz daha yaklaşırken.

"Annem... Çok hasta abla! İlaç parası kazanıyorum! Vallahi de billahi de!" Dedi ağlamaklı bir ses tonuyla. Dediği şey kalbimin titremesine sebep olmuştu.

"Nerede oturuyorsun bakalım sen? Annene götürebilir misin beni?" Dedi Alp de konuşmanın arasına girerek.

"Hayır! Sana güvenmedim ben o abla çok iyi sadece onu götürürüm!" Dedi küçük çocuk Alp'ten uzaklaşırken.

"Tamam.." Dedim uysal bir ses tonu ile. Elimi uzatarak "Benim adım Efsun. Senin adın ne?" Dedim içtenlikle.

"Can benim adım." Dedi küçük eliyle elimi sıkarken. "Efsun abla geleceksin dimi? Yalan söylemiyorum vallahi! Kimse inanmıyor bana. Gel kendin gör annemle tanış. Çok hasta abla nolur!" Diye ağlamaya başladığında daha fazla dayanamayarak ayaklanmıştım.

"Siz gidin ben size yetişirim." Dedim Alp ve Bade'ye bakarken.

"Efsun altında araban yok.." Dedi yan gözlerle çocuğa bakarken "Hem.. Yanında bir şey yok." Dedi korunmasız olduğumu hatırlatmak istemişti.

"Çetin abiyle gideceğim. O beni size yetiştirir." Dedim hızlıca. Küçük çocuğun omzuna elimi koydum ve çıkışa doğru ilerledik.

Kapıdaki Çetin abinin yanına hızlıca ilerlemeye başladım. Yanımda neden çocuk olduğunu anlamaya çalışıyordu anlamayan gözlerle bakarken. "Çetin abi gidiyoruz hadi!"

"Nereye gidiyoruz Efsun hanım?" Diye cevap verdi yerinden kımıldamayarak.

"İşimiz var gidiyoruz işte!" Dedim bıkkınlıkla. Arkamı dönmüş ilerlemeye başlamıştım. Can ise elimden tutmuş benim hızıma yetişmeye çalışıyordu küçük adımlarıyla. Çetin abi de homurdanarak arkamdan yürümeye başlamıştı.

Otoparka indiğimizde Çetin abinin sürdüğü minibüsün önüne gelmiştim. Arkamdan gelen çetin abi arabayı açmıştı hiç beklemeden binmiştim küçük çocuğa da yardım ederek minibüse binmesini sağlamıştım.

Hızlı olmam gerekiyordu. Akşam sekize kadar işimi halletmem gerekiyordu. Ve saat çoktan altıyı geçmişti. Giderken para çekmemiz de gerekiyordu. Çetin abiye bunu söylemeyi zihnime not ettim.



☾☼☽



Harabe olan evin içine adım attığımda, zamanın acımasız izlerini görmek mümkündü. Duvarlar, çatlamış ve soyulmuş boyalarla kaplıydı; sanki geçmişin anılarından yorgun düşmüştü. Zemindeki tahtalar, çatlamış ve eğri olmuş, sanki yılların yükü altında bükülmüştü. Evin içindeki sessizlik, unutulmuşluğun bir yankısı gibiydi. Pencerelerdeki kırık camlar, dışarıdaki rüzgarın içeriye sızmasına izin veriyor ve odayı hafifçe ürpertiyordu. Her odada, eski mobilyaların kalıntıları, zamanın hükmünü kabul etmiş gibi duruyordu.

Merdivenler, gıcırtılı adımlarımdan çıkan ince bir sesle beni yukarıya yönlendiriyordu. Üst katlardaki odalarda, eskiden canlı olan yaşam izlerini hatırlatan, ancak şimdi sessizliğe terkedilmiş eşyalar bulunuyordu. Bu harabe ev, geçmişin hayaletlerini barındırıyormuş gibi duruyordu, anılarının yankısı sessiz koridorlarda dolaşıyordu.

"Abla gel annem bu odada yatıyor!" Diyen Can'a döndürdüm bakışlarımı. Anladığımı gösteren ifadeyle onu takip etmeye başladım.

Odaya girdiğimde yer yatağında buz gibi soğuk olan yüzü ile bizi izleyen bir kadın ile karşılaştığımda tüylerim diken diken olmuştu.

"Anne bak Efsun abla geldi. Bize yardım edeceğini söyledi!" Dedi annesinin yanına dizlerini çökerek otururken. Küçük elleriyle annesinin elindeki peçeteyi almış, yüzüne gelen saçlarını yavaşça başının arkasına doğru atmıştı.

Hasta kadın yatakta doğrulmaya çalıştığında "Hayır... Hayır kesinlikle kalkmayın. Çok yorgun gözüküyorsunuz!" Dedim hızlı bir şekilde.

"Kusura bakmayın. Geleceğinizi bilmiyordum." Dedi kadın ise yorgun sesiyle.

"Merhaba ben Efsun. Can ile bugün tanıştık. Yardım istedi benden. Sizin çok hasta olduğunuzdan bahsetti." Dedim bir kaç adım daha kadına yaklaşırken. "Ben hemşireyim gelirken eczaneye uğradık. Can hastalığınızdan bahsetti biraz.. Ciğerlerinizin biraz da olsa rahatlamasını sağlayacağım. Size bir serum yapacağım." Dedim bende Can'ın yanına çömelirken.

"İzin verirseniz eğer.." Diye de eklemeyi unutmadım. Elbette ki kimsenin izni olmadan herhangi bir girişimde bulunamazdım.

"Rahatlayacak mıyım? Rahat bir nefes alabilecek miyim? Biraz da olsa uyuyabilecek miyim?" Diye cevap verdi umut dolu gözlerle.

"Evet size iyi gelecek. Rahat nefes alabileceksiniz. Sizin elbette ki rahat bir şekilde uyuyabilmenizi sağlayacak." Dedim içtenlikle.

Serumu hazırlamış, damar yolunu açmıştım. Herhangi bir ilaca karşı alerjisi olup olmadığını sorduğumda olmadığını söylemişti. Ama işimi şansa bırakmayıp serumun için alerjik reaksiyon gerçekleşmesin diye de bir ilaç koymuştum. Minnet dolu gözlerle bana bakarken "Kızım... Bir gün gideceğim zaten. Ha bugün ha yarın. Ben kurtulacağım. Fakat Can ne yapacak?" Dedi sesi titreyerek. Bir annenin kendi acısından çok çocuğunu önemsemesi burnumun direğini sızlatmıştı. Anne vardı bir de benim annem...

"Şüpheniz olmasın. Can artık okuluna gidecek. Gerekli işlemleri bizzat yakından takip edeceğim. Sizi hastaneye yatıracağız bu şekilde asla olmaz. Yakın takip altında kalmanız gerekiyor." Dedim kadını incelerken. Dudakları ve teni maviye dönük bir renk içindeydi. Şiddetli nefes darlığı ve tansiyon düşüklüğü had safadaydı. Bariz bir şekilde bilinç bulanıklığı da mevcuttu.

"Allah senden razı olsun kızım. Allah seni bana gönderdi!" Dedi. Sesini çıkartabildiği kadar yüksek sesle dualar etmişti.

Saate baktığımda ise sekize on kaldığını görmüştüm. Fakat serumu çıkartmadan hiçbir yere gidemezdim. Adnan abiyle çok ters düşecektik fakat umrumda değildi. Bu şekilde kimseyi bırakamazdım.

Bir anda dışarıda kopan gürültüyle olduğum yerde sıçramıştım. Neler olduğunu anlayamayan gözlerle Can ile annesine baktığımda Can duyduğu sesle annesinin arkasına saklanmış, kadın ise serumdan kaynaklı sesi dahi duymamıştı.

"Can sakın buradan ayrılma tamam mı ablacığım? Ben neler olup bittiğine bakacağım." Dedim Can'a hızlıca. Can ise hiçbir şey demeyip anladığını göstermek için kafasını sallamıştı.

Merdivenlerden aşağı inmeye başlarken çıkan seslere lanet okumaya başlamıştım. Sesler yan taraftan geliyordu. Susturucunun sesini duyduğumda ayaklarım gerilemişti. Yan binada bir şeyler dönüyordu fakat yanımda herhangi bir şeyim yoktu bu yüzden sessiz kalmalıydım. Pencereden baktığımda ise yan tarafta görmeye çalıştığım yüzleri seçemiyordum. Büyük arbede yaşanıyordu. Merdivenlere oturarak küçük olan o pencereden nefes bile almadan olan biteni izliyordum.

Yaşanan arbede bittiğinde derin bir nefes almıştım. Her ne bok başladı bitti bilmiyordum ama bittiği için yüreğime su serpilmişti.

Kapıdan çıkan insanların elinde karton kutular vardı. Hepsi takım elbiseli insanlardı. Olayı çözmeye çalışmayı bırakıp yukarı mı çıksan Efsun?

"Abi tüm mallar burada hepsini patlatıyoruz senin ormanda!" Diye bağırdı bir adam arkasından gelen adama doğru.

"Her bir zerresi kül olana kadar yakın!" Diye bağıran adamın sesi beni olduğum yere mıhlamıştı. Duha'nın burada ne işi vardı?

Yüzünü görebilmek, emin olmak için pencereye biraz daha yaklaştığımda pencerenin gıcırtısıyla tüm gözler bana dönmüştü. Aferin gerizekalı!

Öfke ile bakan gözleri beni tanıdığı an yerini hissiz bakışlar almıştı. Eli ile gel işareti yaptığında ise olduğum yere iyice inmek hatta yok olmak istemiştim. Israr ile gelmem için işaret yaptığında başka şansım olmadığını anlayıp derin bir nefes alarak ayağa kalkmıştım. Gazamız mübarek olsun Efsun!

Dışarıya çıktığımda kapının önüne çoktan gelmiş benim çıkmamı beklemişti. "Ne oldu? Ne var habire gel gel diye elinle işaret yapıyorsun?" Dedim kızgınmış gibi bağırarak.

"Ne işin var senin burada?" Dedi buz gibi bir sesle.

"Sana ne? Ne işim varsa var? Ben sana neden buradasın diye soruyor muyum?" Dedim tıslayarak. İki kolumu birbirine bağlamış umrumda değilmiş gibi hava vermeye çalışıyordum.

"Efsun!" Dedi bıkkınlıkla. "Bir soru sordum düzgünce cevap ver!" Diye devam etti.

Derin bir iç çektim. Bir kadına yardım etmiştim sadece söylesem ne olurdu ki?

"Hasta bir kadına yardım ettim. Gideceğim serumu bittiğinde." Dedim teslim olurcasına. Söylediğim şey karşısında kaşları havalanmıştı.

Sokağa bir anda hızla dolan arabaların farları gözlerimi aldığında elimle yüzümü kapattım. Neler oluyordu bu akşam burada anlayamıyordum. Etrafta silah seslerini duyduğum anda Duha'nın arasına geçerek onu kendime siper etmiştim.

İkinci arabanın içinden çıkan kişiyi arabanın farlarından dolayı göremiyordum.

"Efsun!" Diye bağıran adam tüm sokağı inletmişti sesiyle.

Duyduğum ses karşısında bulunduğum yerde yok olmak istemiştim. Bu ses Adnan Sönmez'e aitti. Ve zihnimde yüzlerce kez yankılanan bu ses olduğum yerde sendelememe sebep olmuştu.

"Sen burada bu kansızla ne halt yiyorsun lan!" Diye bağırarak havaya bir el ateş ettiğinde yargısız infaz yapmış, çoktan ölüm fermanımı imzalamıştı.

☾☼☽

SELAAAMMMMMMMMMMMM!

Bölüm sizce nasıldı?

Alp'in Labirent diye bahsettiği şey sizce ne?

Efsun'un el hızlılığı sizi şoka uğrattı mı? Beni şoka uğratıyor da hahahah

Adnan sizce Efsun'a ne yapacak?

Duha yanlış anlaşılmayı düzeltmek için Efsun'a yardım edecek mi?

Oylarınızı ve yorumlarınızı desteklerinizi bekliyorum.

Instagram:ssudeonell

Продовжити читання

Вам також сподобається

9.2K 6.2K 65
Bir kafestir şiir, yürek içinde Bir kafestedir yürek, şiir içinde
AZALANLAR Від Feyza Pınar

Підліткова література

371K 24.5K 47
"Yok olacak kadar azalan bir insan, en tehlikelisidir." Aylar önce kurtlar sofrasına bir sandalye çekmiş, kanlı bir ziyafetin içine oturmuştum. Sene...
737 41 1
Milyonlarca masal okundu, dillerde milyonlarca rivayet dolandı. Ama bir tanesi sadece yalnız kalplere ekildi. Corvina Meadow, Manhattan'ında yaşayan...
İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18) Від Elisya Royal

Підліткова література

25.6M 909K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...