Kusurlu Mekanizmalar (ASKIDA)

By BlacknWhitexo

42.6K 2.8K 407

Basit insanların yaşadığı şu dünyada ben en arızalı ve en aranan parçalardan biriyim. Ben, devletin kesmek is... More

∝ Giriş ∝
1∝1
1∝2
1∝3
1∝4
1∝5
1∝6
1∝7
1∝8
1∝9
1∝10
1∝11
1∝12
1∝13
1∝15
1∝16
1∝17
1∝18 | Sezon Finali

1∝14

1.3K 95 3
By BlacknWhitexo

#Naughty Boy ft. Dan Smith Bastille - No One's Here To Sleep#

Vademin bu kadar erken dolmasını beklemiyordum.

Evet, Aaron Cole ile çalışmayı, pardon, onun için çalışmayı sonunda resmi olarak kabul etmiştim. Yani henüz resmi değildi fakat onay kelimeleri ağzımdan dökülmüştü, değil mi? Bu Aaron Cole gibi bir adam için bir işi resmiyete bindirmeye yeterdi de artardı bile. Sadece bunun bu kadar çabuk olmasını istemiyordum. Bu kadar çabuk olmasını kabullenemiyordum. Aaron'dan biraz daha kaçabileceğimi sanırken, aslında nasıl bir oyunun içinde olduğumu gerçekten fark edebilmiş miydim?

Ona karşı çıkarken gerçekten sonumun bu olacağını görememiş miydim peki? Aaron Cole, sırlarıyla çıkıp gitmeme asla izin vermezdi. Ve ben de çocuklar varken Aaron'un beni mahvetmesine izin veremezdim. Yine de damarlarıma enjekte edilmiş bir virüs gibi çepeçevre kuşatıyordu beni Aaron. Hem iç, hem de dış darbelerle yıkıyor, ya da yıkmaya çalışıyordu. Ona, benim bunları kaldırabileceğimi düşündüren şey neydi ve neden benim bundan haberim yoktu?

Bütün her şeyin cevabının Aaron'da olduğunu biliyordum ve onu görmek istemememe rağmen, bir yanım onsuz hiçbir cevaba ulaşamayacağım konusunda oldukça netti. Aaron Cole, acı çekmiyordu. Ben de bir melezdim fakat acıyı hissedebiliyordum. Aaron Cole tam olarak neydi? Bunları öğrenmem gerekiyordu.

Üstümde dün gecenin izlerini taşıyan spor kıyafetlerim vardı. Aaron'un yanında bu tarz şeyleri giymemeye dikkat etmem gerektiği gerçeğini daha net fark ediyordum. Fakat belki de bundan sonra Aaron'u hiç görmezdim? Eğer aileden biri olduysam, bu onlarla yaşayacağım anlamına gelirdi. Aaron'un statüsüne ait değildim.

Kıyafetler için dolaba yöneleceğim sırada odadaki kıyafetlerin toplanmış olduklarını fark etmiştim. Fakat dolabı açınca bunu düşündüğüm için kendime gülesim gelmişti. Elbiseler de dâhil, kıyafetlerin hepsi buraya atılmıştı. Sadece yerden toplanmıştı yani. İçimden bir ses bu çalışmanın Aaron'a ait olduğunu söylüyordu. Kıyafet yumağının en alt kısmından dizleri hafifçe yırtık bir kot pantolon ve tişörtü çekiştirdim. Kıyafet yumağı dağılmadan dolabın kapağını kapamayı başarabilmiştim.

Merdivenlerden aşağı inerken evi saran sözsüz müzik kulaklarıma ulaşıyordu. Etraf aydınlıktı ve saat öğleden sonra 2 civarı olmalıydı. Yatakta oyalandığım süre boyunca çokça zaman geçmiş, zaman kimse için durup, soluklanmamıştı. Dudağımdaki sertleşmiş koyuluğa dokundum. Bu yara Aaron'un eseriydi fakat yaraya dokundukça yeni yeni fark ediyordum ki kabuğu kaplayan yumuşak, kremsi bir tabaka kalmıştı kenarda. Aaron Cole, krem mi sürmüştü? Üstelik dudaklarıma? Ben bilinçsiz bir şekilde yatarken parmaklarının bana dokunmuş olduğu gerçeği ürpertiyordu beni.

Sanırım Cora varken böyle bir şeyi yapmazdı. Gerçi, Cora varken neler yapabildiğini de görmüştüm ama, Aaron'un bunu yapmış olabileceğine ciddi bir şekilde reddediyordu zihnim. Bu, tiksindiriciydi. Uyurken beni izlediği, hatta daha fazlasını yaptığı ve yapabileceği gibi bir düşünceye kapılmak istemiyordum. Kontrol bendeymiş gibi davranmak çok daha rahatlatıcıydı.

Merdivenlerin başında öylece dikilirken, "Buraya gel," diye seslendi Aaron mutfak tezgâhının oradan. Üstündeki takım elbisesi hâlâ duruyordu fakat bu sefer beni şaşırtan şey bacaklarının yanında bir valizin bulunmasıydı.

Tüm düşünceler aklımdan silinirken, "Yolculuk nereye?" diye sordum. Cevap vermeyeceğini tabii ki de biliyordum.

"Her şeyi söylemediğimi söylemiştim." dedi Aaron önüme bir kâğıt uzatırken. "Bizden biri olduğunun resmi belgesi, imzala."

"Aileye hoş geldin hediyesini böyle mi veriyorsun?" dedim suratına dik dik bakarak. "Ayrıca bu kâğıt boş, bilmem farkında mısın?"

Ukalaca gülümsedi. "Değil," dedi kısaca. Elimden tutarak kâğıdın sağ köşesine götürdü ve başparmağımı kâğıttan çıkan mavi ışık tararken şaşkınlığım eşliğinde elimi geri bıraktı. Elinin yumuşak dokusunu hissetmek bu geceyi düşünmeme sebep olsa da bunu unutmaya çalıştım. Sadece hayal ürünümdü, Aaron öyle bir şey yapmazdı.

"Bu kâğıt ne?" diye sordum huysuzca. "Bana tam olarak ne imzalatıyorsun?" Aaron'u ve yaptıklarını düşündükçe burada olduğum için kendime kızan bir tarafım hâlâ vardı. Sadece beni öldürmesine izin vermek istiyordum. Fakat bunu bile tam olarak yapamıyordum.

"Teknik olarak robot sayılırsın," dedi eğlenerek. "Ve merak etme, bu belgede de robotlarla ilgili hiçbir müstehcen kısım yok." Göz kırpıp masanın diğer kısmındaki bar sandalyelerine benzeyen sandalyeye oturdu.

Gözlerimi devirerek yanına oturdum, sanırım artık böyle şeyleri yapabiliyordum. "Umarım yanınızda oturma iznim vardır majesteleri," dedim homurdanarak. Ciddiyeti aslında o kadar da kötü değildi, ciddi olmayan hallerini gördükten sonra böyle bir düşünceye çok net varabiliyordunuz. "Yolculuk nereye? Ve sakın bana her şeyi söylemediğini söyleme, zaten hiçbir şey söylemiyorsun. En azından birkaç şey bilmeyi hak ediyorum." Biraz özgürlüğü de tabii, fakat konumuz bu değil.

"Londra." dedi durgun bir şekilde, kısaca. Bunu yaparken ellerini dua eder gibi birleştirmiş, sağ yanağında gezdiriyordu. Bir de anlamadığım bir şekilde bana bakıyordu. Bakışlarında anlayamadığım bir şey vardı fakat anlamam için bana tanıdığı sürenin sonuna gelmesi uzun sürmedi.

"Ben gelmiyor muyum?" diye sordum şaşırarak. Biraz önceki bakışların ne anlama geldiğini bir anda umursamamaya, aklımdan çıkarmaya başlamıştım. "Her zaman kölen olduğumu ima edip durursun. Şimdi ne değişti de gelmiyorum?"

"Orada bana sadece ayak bağı olursun," dedi hışımla ayağa kalkarken. Tezgâhın üstündeki kâğıdı çekip aldı, katlayarak valizinin içine koydu. Fermuarı o kadar sert çekmişti ki bütün evin içini bu ses doldurdu. Fazla dengesizdi. Valizini alıp ilerlemeye başlamışken hızla ilerleyerek, hatta neredeyse koşarak önüne geçtim.

"Neden bana söylemiyorsun?" dedim karşısına dikilerek. "Benden ne saklıyorsun?"

Bütün asabiyetine rağmen güldü, fakat yine de sinirli bir gülmeydi. "Senden mi bir şey saklayacağım? Ben?" dedi kaşlarını kaldırarak. "Kim oluyorsun da senden bir şey saklayacağım?" Geçmek için sağa doğru hareket etti fakat önünü kapadım.

"Sen söyle," dedim kararlılıkla. Benden bir şeyler sakladığına, bunun o bakışla ilgili olduğuna neredeyse emindim. Bir şeyler saklamıyor olsa kaçıp gitmeye çalışmazdı. "Benden neden bir şey saklayasın?" Ayrıca daha ona soracaklarım vardı. Gitmesine şimdi izin verirsem, bir daha o cevapları hiç alamayacağımdan korkuyordum.

"Evet," dedi kısa süren bir sessizliğin ardından. "Bilmemen gereken bir şeyi sana söylememem, senden bir şey sakladığım anlamına geliyorsa, senden bir şey saklıyorum. Şimdi, beni rahat bırak. Bir ceza daha istemediğini sanıyorum."

Bu sefer solumdan geçti, geçtiğinde arkasında kendisi kadar vahşi bir koku bırakıyordu. Kendime gelerek arkamı döndüm hızla. "Bana kelime oyunları yapma!" diye bağırdım evin içinde kimin olduğunu umursamayarak. "Bal gibi de bir şey saklıyorsun, Aaron! Büyük bir şey saklıyorsun üstelik, yoksa beni aşağılayarak zorla bir şeyler kabul ettirmek yerine böyle kaçmazdın." Ne yaptığımın farkında olarak üstüne yürüdüm ve kelimelerin üstüne basa basa tekrar ettim. Bu cesaret, kötü kokuların üzerimde bıraktığı etkiden geliyor olmalıydı. "Söyle, benden ne saklıyorsun?"

"Kimin üstüne geldiğine dikkat et," diye karşılık verdi Aaron dişlerinin arasından, hırlar gibi bir ses çıkarmıştı. "Her an altında kalabilirsin."

Gözlerimi birkaç saniyeliğine derin bir nefes için kapadım. Boğazıma dizilen korkak dizeleri acıyla yutmaktan başka çarem yoktu. "Kötü bir şey, değil mi?" dedim Aaron'un nasıl bir adam olduğunun farkında olarak. Aaron benden saklamak istediğine göre, bu, bana göre kötü olan bir şeydi. Ve ne olduğuna dair sağlam düşüncelerim vardı.

"Sana göre, evet," dedi sakinleşip, kabul ederek. Bu dinginlik, gelecek olan fırtınanın ne kadar yıkıcı olacağını simgeliyordu benim gözümde.

"Her neyse," dedim söyleyeceklerimden emin olarak. "İçinde olmak istiyorum. Kötü bir şey yapmana izin vermeyeceğimi biliyorsun. İşleri düzeltmeme izin ver."

"Sen mi bana izin vermeyeceksin? Ve sen mi düzelteceksin?" Her zamanki küçümsemelerini vücuduma batan iğneler gibi tekrar hissetmeye başlamıştım. "Sen? Komik olma. Burada olmanın tek nedeni bir rast geliş. Burada sadece bize benzediğin için varsın, özel olduğundan değil. Hatta dahası, sana acıdığımdan buradasın. Hayatında hiçbir amaç yok, ailen yok, seni seven insanlar yok. Bir girdabın içine bırakılmışsın, oradan oraya sürükleniyorsun. Ve ben de seni alarak güvenli bir ev veriyorum. Bunu daha fazlası olarak görme. İlk başlarda sana ihtiyacım vardı, fakat o bile tam bir ihtiyaç sayılmazdı. Öylesineydi! Canım sıkılmıştı ve oyun oynamak istemiştim. Bu kadar! Fazlası değilsin. Piyondan vezire dönüşmeyi geç, sen satranç tahtasında bile değilsin!"

"Umurumda değil!" diye karşılık verdim yakararak. Sesimdeki titreyişi kim olsa fark ederdi fakat bu da umurumda değildi. "Senin gibiysem, ben de bu işin içindeyim. Ve seninle geliyorum çünkü elini dokunduğun her şeyin ölmesini istemiyorum, anladın mı? Bana her şeyi mahvettiğimi söylüyorsun ama senin yanında olanların da çok yaşadığı söylenemez!"

Aaron, duraksadı. Ne söylediğimin farkına vararak ben de duraksadım. Ağzımdan çıkanların ağırlığı altında tüm evi soğuk bir sessizlik kapladı. "Siktir!" diye tısladı Aaron arkasını dönüp giderken. "Hiçbir yere gelmiyorsun!" diye bağırdı kapının orada bana doğru dönerek. "Asla! Ve sözümden çıkmayı aklına bile getirme, bu sefer gerçekten fena yaparım, Aaliyah!"

"Bekle!" diye bağırdım arkasından. "Ben öyle-" kapının çarpılma sesi kelimelerimin önünü tıkadı. Bu sefer ileri gittiğimin farkındaydım, bu vicdan azabı çekmeme yol açsa da, beni ilk başta zorlayan oydu. Kelimelerinin üstümde bıraktığı ağırlığı, çaresizliği istemiyordum. Aciz biri olmak istemiyordum.

Tezgâhın kapıdan tarafta kalan duvar kısmına ilerledim ve sırtımı duvara yaslayarak yere çöktüm. Kaslarım acıyordu, patlayan kaşım ve ısırılan dudağım acıyordu. Canım acıyordu ve kelimelerimin de en az benim kadar canı yanıyordu. Birkaç dakika ne yapacağımı düşünmek için kendime süre tanıdım, çocukların yanına gitmeli miydim?

"Yine Aaron, değil mi?" Başımı kaldırıp sevecen sesin geldiği yöne baktım. Fakat sesin sahibi, hiç de olması gerektiği kadar sevecen gözükmüyordu. Sky'ın yüzünde daha önce görmediğim yaralar vardı. Birkaç kilo daha zayıflamıştı ve belki de bana öyle geliyordu ama saçları azalmıştı. Bir insan, birkaç günde bu kadar değişebilir miydi?

İyi olup olmadığını, hastalığın ne durumda olduğunu sormak istedim fakat Sky'ın yüzünde buna izin vermeyen bir ifade vardı. Sanki yüzünde, açılmaya başlamış yeni yaralar ve tüm o hastalık belirtileri yoktu ve sağlıklıydı, mutluydu. Her şey yolundaydı. Fakat biliyordum ki değildi. Yine de bundan daha fazla konuşarak onun canını sıkmak istemiyordum, üstelik biraz önce o şeyleri söylemişken. Onun yüzüne bile bakmak, çaresizliğimizi gözler önüne sürüyordu. Hem o tarz konuşmalar hiçbir zaman iyi bir sonuca varmıyordu. Tıpkı biraz önce elime yüzüme bulaştırdığım gibi. "Yine," diye onayladım onu yüzüne bakmayarak. Sesim mırıltıya dönüşmüştü. "Sadece biraz..." Fakat sadece biraz olmadığını biliyordum.

Güldü Sky, büyük bir gülümsemeydi. "Nasıl başarıyorsun anlamıyorum," dedi dolabın kapak kısmından çıkardığı bir hapı, paketinin içinden kurtarmaya çalışırken. "Daha önce başka birinin onunla bu kadar tartıştığına şahit olmadım. Bu arada," diye devam etti yeni hatırlamış gibi. "Nat'dan duyduğuma göre bizden biri olmuşsun, resmi olarak. Çok iyi bir şey olduğunu söyleyemem fakat aileye hoş geldin." Bunu neşesi bozulmadan söylemişti. Bir yandan da hapı yutmuştu ve artık yanıma gelebilirdi. Ne hapı olduğunu merak etmiştim fakat ilgilenmiyormuş gibi yapmayı tercih ettim. Sky, sağ tarafımda kalan tezgâhın önüne oturdu.

"Ufak şeyler," dedim yalan söyleyerek. Bunun Sky da farkındaydı fakat bir şey demedi. "Aaron, Nat'e ne söylemiş?"

"Aaron bir şey söylemez," dedi Sky tahmin edeceğim üzere, kısa bir göz devirmeyle. "Nat, bu işlerle ilgilendiği için formu kendisi hazırladı. Biyolojik kilit falan, uğraştırıyor böyle şeyler, bu yüzden Nat ilgileniyor. Senin için olduğunu fark edince de Aaron ile bir süre dalga geçmiş sanırım. Hatta dalga geçtiği için kendini suçlu hissediyordu, Aaron'un seni kabul etmekten son anda vazgeçeceğini düşünmüştü çünkü. Fakat onun geri adım atmamakla ilgili bir sorunu var. Birisi bir şey diyor diye asla geri adım atmaz, aksine, inadına üstüne gidiyor adam. Bu onun zararına olabilecek bir şey olsa bile."

Vazgeçmemişti. Bu gerçekten beni burada istediği için miydi, yoksa Nat'ın dalgası üstüne geri adım atmamak için miydi? "Her zaman böyleyse kolay tuzağa düşüyordur," diyerek güldüm. Fakat Sky'ın da dediği gibi, "Bunun için fazla zeki." olduğunu biliyorduk.

"Londra'ya gittiğini biliyorum," dedim bir umut Sky'dan bir şeyler çıkmasını umarak. "Fakat ne yapmaya gittiğini bilmiyorum. Senin bir fikrin var mı?"

Sky, üzüntüyle gözlerini kaçırdı. Gözlerini perdeleyen bir keder vardı. "Ne olduğunu söylemesem daha iyi," diye yanıtladı bana bakmayarak. "Hatta bence o yokken gezebildiğin kadar gez. Gelmeni isteseydi seni çoktan yanında götürürdü. Onun sözünü dinlemek bu sefer gerçekten iyi bir fikir olabilir..."

"Ama ona bu zamana kadar bu kadar karşı çıkanın tek ben olduğumu söylemiştin," diye itiraz edecek oldum. "Bu sefer değil." diyerek sözümü kesti Sky. "Lütfen. O yok, dışarı çık, her zaman özlemini duyduğun hayatı yaşa. Bunu zorlaştırma."

Derin bir nefes alarak öfkeyle Sky'a baktım. Bunun peşini bırakacağım yoktu fakat çocukları görmem gerekiyordu. Tabii, güvenlikleri için bana biraz da para gerekiyordu. "Bana biraz para verebilir misin? Belki bir şeyler alırım." Sanki çekiniyormuş gibi omuzlarımı kaldırıp indirdim hafifçe. Sky bunu beklediğim gibi karşıladı.

"Ah, tabii!" dedi hemen ayaklanarak. "Ben de gelmek isterdim ama biliyorsun. Neyse, hemen biraz para getireyim sana. Merak etme, Aaron'un haberi olmayacak." Güven verici bir şekilde göz kırptı. "Hem zaten ne olacak ki? Seni öldürmeden önce hayatını yaşamış olursun."

Merdivenlerden gülerek ve koşarak çıkmaya başlamışken, arkasından, "Komik değil!" diye bağırdım. Bu, gerçekten komik değildi. Fakat asıl komik olmayan, Aaron'u kızdırmış olmama ve açık açık bunun kötü olacağını söylemesine rağmen bu işin peşini bırakmayacak olmamdı. Aaron her neyin peşindeyse, arkasından gitmek konusunda kararımı vermiştim. Kabul etmek istemediğim bir şey yapmak üzereydi, bunu hissetmekten de öte biliyordum.

Düşüncelerimin ışığında kaskatı kesilmişken, Sky'ın paraları önümde sallamasıyla kendime geldim. "Git ve kendine güzel şeyler al," dedi Sky gülümseyerek. "Beni unutmazsan mutlu olurum ama. Şaka şaka, sadece kendine harca. Benim, istemeyeceğim kadar çok şeyim var bu evde. Kıyafet terapisine ihtiyacı olan sensin."

"Teşekkür ederim," diyerek sarıldım Sky'a. Çocuklardan sonra ilk kez Nathan'a sarılmıştım ve şimdi Sky'a sarılırken, bu durum hâlâ benim için garipliğini koruyordu. Birilerinin yanınızda olması, sizi düşünme hissi paha biçilemezdi. Yüreğimi hafifletiyor, bütün sıkıntılarım bir kuş olup uçuyordu. Sevdiğim bu insanlara sarılırken, güvende hissediyordum. Cevap olarak sırtımı okşadı, yüzüne kocaman, güzel bir gülümseme kondurdu ve paraları elime sıkıştırdı. Yüzünde çıkmış yaralara bakmamaya çalışıyordum.

Ve aslında o an gerçekten bütün bu parayı kıyafetlere harcamak istedim. Keşke en azından birilerine gerçekten çocukları anlatabilseydim ya da keşke bu yük, bu kadar sancılı olmasaydı. Yükümü hafifletmek istiyordum, bundan Sky'a bahsedeceğim yoktu, fakat Sky'ın yanında biraz daha kalmak bana da, ona da iyi gelecekti.

Çevrenin güvenliğinden emin olmuştum, her zaman çocukların yanına gitmeden önce yaptığım ilk şey bu olurdu. Aaron, devlet ya da başka herhangi bir olasılığın başıma bela olmasını istemiyordum. İnsanlar varken ön kapıdan giremeyeceğimin de bilincindeydim fakat bu sefer çocukları görmek için geceye kadar vaktim yoktu. Aaron'un her neyin peşindeyse, ben de onun peşinden Londra'ya uçacaktım. Mecburen arka kapıyı açtırmam gerekiyordu. Bu da bana 500 dolardan fazlasına mâl olacaktı.

Ara sokaklarından arasından etrafı kontrol ederek ilerledim. Düz caddeye çıktığımda başım eğikti, yüzümün gözükmesini, hiçbir yüz tanıma programında çıkmasını istemiyordum. Sky'ın bu konudaki yardımlarını da unutmamalıyım. Saçlarımı aşağıdan toplamış, bana oldukça büyük gelen bir fötr şapka ve gözlükle yeterince kamufle olabileceğime inanmıştı. Tabii eğer gerçek düşmanlarınız varsa, onları bu tarz numaralarla kandıramazdınız. Fakat devletin beni işimden çıkardığı ve kısaca başıboş bıraktığı düşünülürse, şu anlık hiçbir düşmanım yoktu.

Merak ediyordum, acaba dosyam hâlâ var mıydı? Nathan'ın silmesi tarzında bir durumunun olduğunu sanmıyordum, hâlâ devletin dosyalarının altında bekliyor olmalıydım. Fakat kaç gündür evime gitmediğim de düşünülürse, benim hakkımda nasıl bir karara varmış olabilirlerdi? Bunları kime sormam gerektiğini bilmiyordum, başım belada mı, devlet beni arıyor mu bilmiyordum. Sanırım bunu zamanla kendim öğrenecektim.

Kalabalığın arasında sola saptım. Burası çıkmaz gibi görünen bir sokaktı. Bu yolu ezbere biliyordum fakat daha önce hiç kullanabilecek kadar paraya sahip olmamıştım. Daha önceleri burası mağazaya gelen malların içeriye taşınmasında yardımcı olmak için ikinci kapı olarak kullanılıyordu. Etrafı kontrol ettim. Şimdi ise sadece kapının arkasında bir görevli duruyordu. Gerçek bir görevli değildi, yani en azından burası için özel olarak konmamıştı bu adam buraya.

Adam, mağaza sahiplerinden habersiz depoların kullanılmasına müsaade ediyor, karşılığında da bir miktar para alıyordu. Çoğu buraları uyuşturucu için kullananlardı ve adam benim de onlardan biri olduğumu sanıyor olmalıydı. Burada soru sorulmuyordu.

Duvarın renginde boyanmış koyu gri kapının önüne geldim. Köşede bir kameranın olduğunu ve adamın telefonundaki uygulamadan izlediğini biliyordum. Benim kodum, avuç içim bana bakacak şekilde yaptığım 2 işaretiydi, yana yatık iki işareti makası andırıyordu. Herkesin kendi işaretini seçmesinin bir sebebi vardı ve tabii, parası yeterince olsun olmasın, herkesin acil durumlar için bir kodunun bulunması şarttı. Benimkinin 2 olmasının sebebi, 2 çocuğa bakıyor olmamdı. Makas şekli ise daha özeldi, çocuklarla aramdaki bağın, diğer tüm dünyayla olan ilişkimi koparmasını simgeliyordu. Şimdiye kadar bu işareti kullanma fırsatım olmamıştı.

Kapının kilidi döndü ve benim için ilk defa açıldı. Derin bir nefes alarak içeri adım attığımda adamın bir anda karşımda belirmesini beklemiyordum. "Burayı kullanmak istediğine göre zenginlemiş olmalısın?" diyerek tarzını koydu yine ortaya. Bu adamla konuşmayı sevmiyordum. Hafif göbekli, gür saçlı, suratından bile kabalık ve pislik akan bir adamdı. Yine de, küçük gözlerinde zekâsının sivriliğini belli eden bir kıvılcım her zaman olurdu. "Bu sefer geç kaldın."

"Ekstra getirdim," dedim. "Sorun çıkarmaman ve çeneni kapalı tutman için." Karanlıkta hâlâ önümde durduğunu fark edince, "Çekilmeyecek misin?" diye sordum sabırsızlıkla. Çocukları görmek istiyordum, sırt çantamda biraz yiyecek vardı. Fakat Enzo denen bu herif çoktan içinde uyuşturucu olduğunu düşünmeye başlamıştı bile.

Enzo, keyiflenerek güldü. Değişik bir yapısı vardı. Ne zaman ona karşı sinirlensem, gülerek karşılık veriyordu. Burayı kiraladığım zamanlar boyunca onunla konuşma talihsizliğini çok defa yaşamıştım. Işıklar yandığında, "Kuralları biliyorsun," dedi, fakat bunu satıcılara has bir havayla yapmamıştı. Sadece, gerçekten kuralları böyleydi.

Başından beri cebimde tuttuğum sol elimi çıkardım, parmaklarımın arasında Sky'ın yanından ayrıldığım zaman ayarladığım 1000 dolar duruyordu. "500 dolar önümüzdeki 2 hafta için," dedim. "250'si kapı geçişi için. 250'si de hem gecikmeden kaynaklı özür, hem de gelecekte sorun çıkmaması için."

"Hangisi?" diye sordu Enzo yüzünde yine o eğlenen gülümsemeyle. "Özür için mi, yoksa gelecekte sorun çıkmaması için mi? İkisini birden seçemezsin, küçük hanım. Yaşlı kalbim sadece birini kaldırabiliyor."

Bir süre Enzo'ya sinirlenerek baktım fakat sinirlerime hâkim olmam gerekiyordu. Ve aslında özür dilemek de umurumda değildi, paramı zamanında getirmemiş olabilirdim ama getiriyordum. "Gelecekte sorun çıkmaması için." dedim o yüzden düz bir sesle.

"Nasıl istersen." Keyifli bir gülümsemeyle beraber hafif bir baş selamıyla karşıladı cevabımı ve paraları. "Harikalar Dünyası'nın kapısı sizin için sonsuza dek açık, hanımefendi." diye de devam etti reverans yaparak. Harikalar Diyarı burada uyuşturucunun bende yaptığı etki oluyordu sanırım. Reverans yaptığı zaman bir eliyle de anahtarı uzatmayı unutmamıştı. Alaycı kişiliğiyle karışınca gerçek hissettirmese de, yine de yalakalığı sinir bozucuydu.

Uzun, fazla iyi aydınlatılmayan koridordan ilerlemeye başladım Enzo'yu arkada bırakarak. Çocuklara verdiğim sözü doğru dürüst yerine getiremediğim için şimdiden kötü hissetmeye başlamıştım bile. Onları bunun 3 gün süreceğini söylemiştim, öyle de olmalıydı. Fakat benim vademin geçmeye başladığı gibi, verdiğim sözlerin vadesi de teker teker geçiyordu.

Tanıdık kapının önüne gelince zihnimde beliren düşünceler arkaya itilmişti. Normal bir hayat yaşamadığımı çocuklar da biliyordu ve her şeyden önce, onları seviyordum. İçeriden hiçbir ses gelmezken anahtarı kilide takıp hızlıca açtım, kapıda tıkırdayan bir ses çocukları endişelendirirdi. Kapıyı açtığımda ikisini de köşede korkarak birbirlerine sarılmış halde buldum. Beni gördüklerinde yüzlerindeki korkan ifade silinmiş, onun yerini heyecanla kucağıma koşan iki küçük çocuk almıştı.

Kapıyı kapamak için arkamı döndüğüm o kısacak sürede üstüme çullanmışlardı bile. Kapı kapanmıştı fakat çocuklar da aynı anda üstüme kapanmıştı. Klasik buluşmalarımızdan birini yaptığım için mutluydum. Ve sanırım... Sonsuza kadar taş kafa olmaya razıydım.

Çocuklarla geçirdiğim bu birkaç saat benim için aynı anda hem paha biçilemez olmuş, hem de acı verici bir düşüncenin saplantı gibi beynime takılmasıyla sancılı bir hâle gelmişti. Londra'da beni neyin beklediğini bilmiyordum. Zaten her zaman bir geri dönmeme şansım vardı. Ve bu ihtimalin yüksekliği beni korkutuyordu. Fakat beni korkutanın Aaron olmadığını fark ediyordum. En azından bu konuda korkutmuyordu. Bence o da benim gelmemi istiyordu.

Bunu düşünmeme sebep olan şey neydi bilmiyorum. Sanırım sadece Sky'ın dediklerinden ve Cora'dan duyduklarımdan etkilenmiştim. Eğer istiyor olsaydı, Aaron bunu söyleyebilecek bir adamdı. Bu konu kafamı fazlasıyla kurcalıyordu fakat Aaron'un dediklerinden ve demediklerinden anlam çıkarmak bana düşmezdi. Hem zaten ortaya ne çıkarsa çıksın, yine kendi bildiğimi okumayacak mıydım?

Tek bir sıkıntı vardı. Tüm sahte kimliklerim devletin kontrolü altındaydı ve ben fark edilmeden o şeyleri kullanmanın bir yolunu bulamazdım. Her yer izleniyor olmalıydı ve bir yerden alarm verilmesi an meselesiydi. Tek çarem yine Sky'dı. Şu an bana yardım etme imkânı olan bir onu tanıyordum. Sahildeki eve geri dönmem gerekiyordu.

Sahildeki eve gelene kadar aradan saatler geçmişti. İzlenmediğimden emin olmak için sürekli rotamı değiştiriyor, farklı yollardan ormanın girişine ulaşmaya çalışıyordum. Kocaman ormanda bile o kadar güvenlik önlemi vardı ki, Aaron'un kafayı yediğini düşünebilirdiniz. Ki bence, yemişti de. İlk önce çevreyi gözetleyen dronlar vardı ve bir tane insansız uçak hazırda bekliyordu. Sky'ın söylediğine göre etrafta biyometrik şifresi bulunan tuzaklarda varmış. Aaron'un beni onların içine kaydettirmediğini sanırsınız. Fakat gelin görün ki, Sky bunun için uğraştıkları günü dün gibi hatırlıyordu. Ve o gün, dairesine girdiğim gündü.

Hâlâ beni nasıl bulduğuyla ilgili sorularım vardı. Nasıl acı çekmediğini de merak ediyordum. O da benim gibiydi, değil mi? Fakat ben acıyı hissediyordum. Bu garipti, fakat öğrenemeyeceğim bir şey değildi. Sadece, bunu Aaron'dan öğrenmek istiyordum, Sky'dan değil.

"Sky!" diye seslendim kapıdan girerken. Başparmağımı tarayan mavi ışıklardan bıkmış usanmıştım. Evin güvenlik önlemleri arttırılmıştı. Merdivenlerden inen Sky'a bir an bakakaldım. O, şu an fazlasıyla güzeldi. Fazlasıyla. Üstünde göğüs kısmı siyah, etek kısmı tozpembe, tülden oluşan straplez bir elbise vardı. Yüzü, hiç görmediğim kadar canlı ve neşeliydi.

"Geldim!" dedi neşeyle merdivenlerin başında dönerken. Eteği havalanıyor, topuklu ayakkabısı zeminde ritmik bir ses oluşturuyordu. "Ama sen hiçbir şey yapmamışsın!"

"Ah, şey..." diye mırıldandım. Ona çocuklardan bahsedemezdim. "Parayı ihtiyacı olanlara vermeyi tercih ettim. Sorun olmaz, değil mi? İstediğim gibi harcayabileceğimi söylemiştin?"

Ellerini önemsiz bir şeyi geçiştiriyormuş gibi salladı. "Hiçbir şey olmaz." dedi gülerek. "Ama eğer Londra'ya böyle gitmeye kalkışabileceğini sanıyorsan çok fena yanılıyorsun."

"Ne?" dedim şaşırarak. "Biliyorum biliyorum," diyerek sözümü kesti. "Gitmemeni falan söylemiştim ama kimin umurunda? Gitmek istiyorsan, sana yardım ederim."

"Fakat kimlikler sorun..." diye mırıldandım. "Biliyorsun, onları kullanmam şu durumda çok tehlikeli olur. Peşime birilerinin düşmesini istemiyorum."

"O konuda da bir fikrim var," dedi gülümseyerek. "Sen hiç merak etme."

"Ciddi misin?" dedim. Gözlerimin parladığına yemin edebilirdim, fakat bu sefer mekanik bir hareketle parlamıyorlardı. "Teşekkür ederim, Sky." dedim derin bir nefes alarak. Yanıma gelen Sky'a sarılmamak imkânsızdı. "Bir tanesin."

"O konuda çok emin olmayalım," dedi geri çekildiğinde suratını buruşturarak. "Aynada gördüğün şeyden hoşlanmayacağından neredeyse eminim."

"Gerçekten mi?" dedim Sky'ın bu sefer imkânsızın sınırlarını zorladığını belli eden bir sesle. "Önce bir saat boyunca bakım yapıyorum adı altında vücudumu tüm tüylerden sancılı bir şekilde arındırdın, şimdi de bu mu? Hayır, hayır bunu istemiyorum!" Saçımdaki peruğu öfkeyle çıkarıp makyaj masasının üzerine attım. Üzerlerine gelen darbenin etkisiyle birkaç makyaj malzemesi masanın üzerine devrilmişti.

"Sakin ol," dedi mırıldanarak peruğu ve makyaj malzemelerini düzeltirken. "Bence oldukça benzedin."

"Sorun da bu!" diye tekrar bağırdım. "O sürtüğe benzemek istemiyorum!"

Evet, Sky'ın bulduğu çözüm buydu. Cora'ya benzemek!

"Başka bir kimlik bulmamı mı isterdin? Aaron'a benzemek daha mı hoşuna giderdi?" diye çıkıştı o da. "Ne yapabilirim? Seni Cora'ya benzetmekten başka çarem yok. Ayrıca kusura bakma ama retina taramasını ve kimlik kontrolünü ancak bu şekilde geçebilirsin. Yakalanmak istiyorsan o başka tabii..."

Ülkeler arası geçişlerin bu kadar kontrolde tutuluyor olması sinirlerime dokunuyordu. Önce Cora'nın DNA'sını bulunduran mavi lensleri gözüme takmıştım. Gözlerim resmen o kadının gözlerine benziyordu. Tenim Sky ve makyaj malzemeleri sayesinde daha esmerdi ve peruk dışında bir de parmak izi taramasından geçebilmek için parmak uçlarıma kadının DNA'sını enjekte etmiştim. Bu kadarı da fazlaydı. Kim evde kendi retinasından sahte bir tane ve DNA'sından bulundururdu?

"Bunu yapmayacağım." dedim kollarımı göğsümde bağlayarak. Hırsla sandalyeye oturdum. Aynaya baktığımda artık peruk kafamda olmadığı için esmer tenle sarı saçlar tezatlık oluşturuyordu. Bana esmer olmak yakışmıyordu bile!

"Tamam," dedi Sky pes eder gibi. "Belli ki senin hakkında yanılmışım." Masanın üzerindeki makyaj malzemelerini kutuya yerleştirmeye başladı. "Kılık değiştirmeye alışıksın sanıyordum. Sizlerin böyle şeylere alışık olması lazım değil mi? Özellikle de senin gibilerin. Fakat sanırım sen onlardan değilsin."

"Öyle değil," diye karşı çıkmak istedim fakat sesim fısıltıdan öteye gidemedi. "Sadece... Cora'yı sevmiyorum. Onun hiçbir şeyini de taşımak istemiyorum. Bu önemli bir şey olabilecek olsa bile..."

Yaklaşarak gözlerime baktı. "İşine duygularını karıştırma diye bir tabir duymadın mı sen?" dedi kaşlarını kaldırarak. "Eğer bir saat içinde havaalanında olmazsan zaten yetişemeyeceksin. Gidip neler olduğunu görmek istiyorsan bir karar ver, Aaliyah. Hemen."

İşine duygularını karıştırma. İşine duygularını karıştırma. Çok fazla öfke, çok fazla pişmanlık vardı. Bunları olmam gereken kişinin ardına gömebilir miydim? Korkumu ve üzüntümü gömdüğüm gibi, bu seferlik bunu da derinlere gömebilir miydim? "Tamam." dedim derin bir nefes eşliğinde kabul ederek. "Gideceğim. Bunu Cora kılığında yapmak zorunda olsam da gideceğim. Biliyorsun, ilk başta bana orada ne yapacaklarını söyleseydin böyle olmazdı. Belki gitmek zorunda olmadığımı düşünürdüm."

Peruğu tekrar kafama geçirirken konuştu. "Emin ol bilseydin kesinlikle orada olmak isterdin. Şimdi, çok konuşma da çantanı hazırlamaya başla. Geç kalacaksın."

Aynaya bakarak başımı salladım. Cora'nın görünüşüne sahip olmak, Aaron ile ilgili bir şeyleri garip kılıyordu. Bunu aklımdan çıkararak İngiltere'ye odaklandım. Sky gitmem gereken yerleri biliyordu ve sanırım, Aaron'un ona kızacağını da umursamıyordu. Bunu anlamlandıramıyordum ama omuz silktim kendi kendime. Yetişkindi. Sonuçları bilirdi.

Bavulumu toplamış, gözümde bir gözlük ve saçlarımın çoğunu kapatan yine o fötr şapkalarından biriyle havaalanına girmiştim. Heyecandan elim ayağım titremiyordu, sonuçta bu giriştiğim ilk görev ya da kaçak iş değildi fakat yine de kalbimin titrediğini hissediyordum. Bir şeyler bu ritmi bozuyordu. Belki yakalanma korkusu, belki göründüğüm kişilik, belki Aaron'dan alacağım tepki...

Bir yandan da kafam Sky'a takılıyordu. Çıkmadan önce vedalaşırken onun bakışlarında bir kırgınlık yakalamıştım. Sanki gitmemi istemiyordu. Sanırım yalnız kalmak onun için çok da iyi bir seçenek sayılmazdı. Bu düşünceyi daha fazla irdeleyemeden, 15-20 adım ilerimde sıra kontrolü yapan güvenlik görevlilerine takıldı gözlerim. Her güvenlik koruması gibi bunlar da kulaklıkla konuşuyorlardı fakat dinlemeye gerek duymadım. En ufak bir tersliğin hissedilmesini istemiyordum ayrıca, arkamda bir iz bırakma riskine girmeyecektim.

Sıraya girdim ve kuyruğun ilerlemesini bekledim. Gözlerimin parıltısı gözlükten belli olmazken kafamın içindeki makine çalışmaya başlamıştı bile. Kuyruk başlangıçlarında 2'şer olmak üzere 3 sırada toplam 6, bulunduğum katın içinde bu güvenliklerden başka toplamda giriş ve çıkış kapısından yine 2'şer olmak üzere 4 ve toplamda bu katta 10 güvenlik görevlisi vardı. Görevliler dışında salonun içinde toplam 74 kişi vardı. Herhangi bir durumda buradan nasıl kaçabileceğimden emin değildim. Fakat her ne kadar kabul etmek istemesem de bir sivili rehin almayı düşündüğümü kendime itiraf etmek zorunda kaldım. Kurtulacaksam, şu an her şeyi yapmaya razıydım.

Sıra yavaş yavaş bana gelirken ilerlemeye devam ettim. Güvenliklerden biri 30'lu yaşlarının başında kısa boylu ve orta yapılı bir Koreli, diğeri daha uzun, daha kalıplı, kel bir adamdı. Koreliyi direkt olarak kafadan eleyebilirdim en azından.

Valizimi taramaları için kenardaki alana koydum. Kalıplı olan adam çantaların içini tarıyor, diğeri insanların retina taramasına verdiği tepkileri takip edip, parmak izlerini alıyordu. Stres seviyemin arttığının farkında olarak kendimi kontrol etmeye çalıştım. Eğilerek retina taramasına uzandım ve mavi bir ışık birkaç saniye içinde sahte retinayı tarayıp yeşil ışığı verdi. Gözlerimden korku seviyesini okuyamadıklarına neredeyse emindim. İlerlemeye devam edecektim ki gerginlikten parmak izi taramasını unuttuğumu fark ettim. Koreli adam da aynı anda yumuşak bir sesle seslendi. "Hanımefendi!"

"Pardon," dedim gülümsemeyle geri dönerek. "Aklımdan çıkıyordu." Uzattığı alete başparmağımı bastım. Ekranda bir görünüp kaybolan ışıktan sonra adam bakışlarını üzerimden çekerek iyi yolculuklar diledi ve başka bir yolcuya geri döndü. Valizimi alıp ilerlemeye başladıktan sonra derin bir nefes verdim. Yolun yarısı gitmişti. Şimdi sıra, Aaron'u bulmaktaydı.

Londra'nın bilmediğim sokakları arasında gidip gelmiş, tanınmıyor olmanın özgürlüğünü çıkarmıştım. Buraya satılan sadıklar da vardı fakat ben şu an Aaliyah Laken değil, Cora Ophelia'ydım. İlk başta bu konuya sıcak bakmasam da, özgürlük kanımda dolaştıkça bu düşünceye alıştığımı hissediyordum. Işıklar Londra'yı aydınlatırken saatin 12'ye vurduğunu duydum. Çan sesimi gözlerimi kapamamı sağlayacak kadar huzurlu gelmişti bir an. Otelin içine adım atma zamanı gelmişti.

Kapıdan geçerken hiçbir sorun yaşamadım. Güvenlik kameraları vardı ama Cora gibi görünürken bu o kadar da sorun değildi. Üstelik bana kim olduğumu ya da burada ne aradığımı bile soran olmamıştı. Cora'ydım ve Aaron ile gelmiştim. Buradaki kimse bunu sorgulayamazdı. Fakat yine de gözlüklerimi çıkarma riskini göze alamamıştım.

Asansöre binerek 102 numaralı odanın olduğu katta durdum. Buradan her şey güzel görünüyordu fakat Aaron beni gördüğünde her şeyin bu kadar huzurlu bir sessizlikle kaplı olacağından emin değildim.

Gözlerim yandaki biyometrik kilide takıldı fakat bunun yerine altın rengiyle kaplanmış numaraya bakarak kapıyı tıklattım. "Kapı açık!" diye seslendi içeriden Aaron. Bu otelin güvenliğine güveniyor olmalıydı.

Kapıyı açarak içeri girdiğimde karşımda üstsüz bir şekilde bana silah tutan bir Aaron vardı. Bileğinin iç kısımlarından kolunun yukarısına tırmanan mavi damarlar vücuduna ahenkle uyum sağlıyordu. Refleksle ellerimi teslim oluyorum der gibi kaldırdım. Otelin güvenliğine inandığımı düşünürken ne kadar büyük bir hata yaptığımın farkına yeni varmıştım. Aaron Cole hiçbir şeye tam olarak güvenmezdi. Ve ben de kendimi, kapıyı tıklatarak ele vermiştim. Yavaş hareketlerle gözlüğü çıkarttığımda Aaron'un yüzünde inanamayan bir ifade belirdi. "Aaliyah?" diye sordu gözlerinde anlamsız bakışlar yer edinirken. Bakışlarına öfke de hâkimdi. Silahı indirmişti ve ben buna sebep olan şeyin Cora gibi görünmem olduğuna neredeyse emindim.

"O kadar mı benzemiyorum?" diye sordum hayal kırıklığıyla kapıyı kapatırken. Aaron dikkatlice bana bakıyordu fakat sabahki kızgınlığı da hâlâ üstündeydi. Sol göğsünün üzerinde yarım, sadece uçları biraz daha çıkık olan sonsuzluk işaretine benzer simgeye takıldı gözlerim. Vücudundaki tek dövme buydu. Görebildiğim yerlerdeki en azından. Ne düşünmeye başlıyordum öyle! Kendi kendime kaşlarımı çattım.

"Cora her zaman iddialı bakar," dedi iç geçirerek. Sanki günün sonunda bu kapıdan gireceğimi biliyormuş gibiydi fakat bu yine de canını sıktığım gerçeğini değiştirmiyordu. "Sense... Emin değilim, asi bir parıltın var." Silahı yastıkların arasına attı. "Ayrıca Cora'yı yıllardır tanıyorum, nasıl göründüğünü, neleri giyip giymeyeceğini öğrenecek kadar tanıdım. Gelme dediğim ve bunu net bir şekilde belirttiğim zaman gelmezdi mesela. Burada ne arıyorsun?" Yatağa oturup ellerini gerisine yasladı. Benden kısa gözükürken bile bakışlarıyla meydan okuyabiliyordu. Gözümü kaslı, esmer teninden çekmeye çalıştım. Fakat şu an Aaron bu konuda pislik yapacak gibi durmuyordu. Hayatımda ilk defa gerçek bir erkeği çıplak gördüğüm için suçlu da sayılmazdım.

"Ben Cora değilim," dedim karşı gelme içgüdümü bastıramayarak. "Sadece bana bir şans vermeni istiyorum." Şu an yüzümdeki sahte deriyi yolup atmak istiyordum. Ve işin ironisine bakın ki bu adamdan kaçmak istediğim zaman daha dündü. "Her neye girişiyorsan, büyük bir şey olduğunun farkındayım. Kötü bir şey olduğunun da. Elimden geldiğince bunu düzeltmek istiyorum. Kendim gibi görünmediğimin farkındayım, biliyorum, bu iğrenç. Fakat daha önce hiç bu kadar kendimde olmamıştım. Kararımdan eminim. Bana kendi ellerinle bir şans verecek misin, yoksa onu da mı kendim almak zorundayım? Ne dersin?"

Aaron'un dudaklarına ukala bir gülümseme düştü, gözlerinde alay kırıntıları parıldadı. Bu ne demekti?

*

Sosyal medya üzerinde çok fazla aktif olamıyorum fakat #Kusurlu Mekanizmalar hashtagiyle yaptığınız yorumları okumayı çok isterim.

Hikâyelerimi ve güncellemeleri takip etmek için: https://twitter.com/blacknwhitexox

Sorularınız için: ask.fm/ofverona


Continue Reading

You'll Also Like

62.7K 3K 27
Ben Aylin olarak doğmuştum ama Aylin Şahin olarak ölücektim 17 senedir yetimhanede kalan kızın ailesi ortaya çıkmasıyla değişen hayatı Normallerden f...
AURORA By a d a l i a

Science Fiction

1.8M 145K 44
(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir...
514K 27.1K 34
81 milyon alem vardır. Biz sadece belli başlı olanları biliriz. Melekler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, cinler ve şeytanlar. Peki ya bilmediklerimiz...
YANSIMA By Gizme

Science Fiction

8.7K 573 31
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...