Kontrol (2)

By BC-Valerie

505K 37.9K 5.2K

Arkamı döndüğümde görmeyi umduğum son kişi orada duruyordu. Dağınık saçları, beni her gören kişide olan şaşkı... More

KONTROL / Tanıtım
KONTROL / Bölüm 1
KONTROL / Bölüm 2
KONTROL / Bölüm 3
KONTROL / Bölüm 4
KONTROL / Bölüm 5
KONTROL / Bölüm 6
KONTROL / Bölüm 7
KONTROL / Bölüm 8
KONTROL / Bölüm 9
KONTROL / Bölüm 10
KONTROL / Bölüm 11
KONTROL / Bölüm 12
KONTROL / Bölüm 13
KONTROL / Bölüm 14
KONTROL/ Bölüm 15
KONTROL / Bölüm 16
KONTROL / Bölüm 17
KONTROL / Bölüm 18
KONTROL / Bölüm 19
KONTROL / Bölüm 20
KONTROL / Bölüm 21
KONTROL / Bölüm 22
KONTROL / Bölüm 23
KONTROL / Bölüm 24
KONTROL / Bölüm 25
KONTROL / Bölüm 26
KONTROL / Bölüm 27
KONTROL / Bölüm 29
KONTROL / Bölüm 30
KONTROL / Bölüm 31
KONTROL / Bölüm 32
KONTROL / Bölüm 33
KONTROL / Bölüm 34
KONTROL / Bölüm 35
KONTROL / Bölüm 36
KONTROL / Bölüm 37
KONTROL / Bölüm 38
KONTROL / Bölüm 39
KONTROL / Bölüm 40
KONTROL / Bölüm 41
KONTROL / Bölüm 42
FİNAL PART I
FİNAL PART II
SON
CANLANMA!

KONTROL / Bölüm 28

9.5K 760 140
By BC-Valerie

Becca sol elinin altındaki -orada olduğunu fark etmediğim- dosyayı eline aldı. Nefesimi tutmuştum. Sarı saçlarını bir omuzuna topladı. "Şey," dedi sakince. "Burada fazla dikkat çekebilir."

"Oyalanacak vaktimiz yok." dedi Lillian. Herkes beklentiyle Becca'ya bakarken o sabırsızdı.

Kalbim göğüs kafesimden fırlayacakmış gibi atarken isteksizce Becca'ya katılıyordum. "Becca haklı." diye mırıldandım. Zorlukla mideme indirdiğim kahvaltımın üstünde, okuldaymış gibi dikkat çeken, mavi ve büyük bir dosyayı karıştıramazdım.

Elliot, "On dakikaya kütüphanede buluşalım." dedi.

Hunter araya girdi: "Orası da yemekhane kadar büyük, kalabalık olabilir."

Düşünceli oluşu elbette beni mutlu etmişti ama kavga çıkardığım gün Travis ile oradan geçmiştim. Biraz aklımda kaldıysa, orada Becca dışında sessizliğe veya kitaplara ilgi duyan tek bir kişi daha yoktu. Yazık.

"Seni kim davet etti, sarı çocuk?"

Meydan okuma elbette Elliot'dandı. Titrek bir nefes verdim. Konu Brad'ti ama hala çocukça davranışlarını bırakmıyordu.

Hunter, onu görmezden gelmenin artık zorlaştığını saniyelik yan bakışıyla gösterdi. "İlginç." dedi mavi gözlerini Elliot'a çevirirken. "Lillian'ın çağırdığını gördüğün halde soruyorsun."

Harika. Lillian zaafını o kadar çok belli ediyordu ki Hunter bile anlamıştı. Ve ben, isteyerek gelişmediği duyguları yüzünden onunla dalga geçilmesini istemiyordum. Çünkü Travis ile tam olarak aynı yerdeydim!

Sesimin alabileceği en sivri tonda, "Hunter." dedim. "Başka problemimiz yokmuş gibi tartışmanızı dinlemek istemiyorum."

Lillian gülümsedi. "Sonunda, aklı başında birisi konuştu."

"Sen." diye dirsek attım. "Mümkünse konuşma, ne yaptığını biliyorum."

Elliot merakla, "Ne yapmış?" dedi.

"Bilmen gerekmiyor, Elliot." diye gözlerimi devirdim, ardından artık kızgın olan, renkli surata doğru baktım. "Ayrıca, Hunter'ın gelmesini istiyorum, ona ihtiyacım olabilir."

Becca, zorla olsa da ortak yolu bulduğuma sevinmiş gibiydi. Fakat dosyasını göğsüne bastırıp herkes onu izliyormuş gibi kaygıyla etrafına bakmaya devam ediyordu. "O zaman..." diye ortaya konuştu. "Biraz sonra kütüphanede buluşuyoruz?"

Elliot tepkisizce duruyordu. "Bana uyar."

"Aynen." deyip ayağa kalktım. "Hunter, bir saniye konuşabilir miyiz?"

Başıyla onaylayarak o da kalktı. Salondan çıktık, merdivenleri inerken sessizliğimi korudum. "Sorun ne?" dedi. Sesi nazikti. Travis'in beni izleme düşüncesiyle gergindim. O tür saplantılı insanlar gibi görünmüyordu ama bir kez yaptığından, şüphelenmeden duramıyordum.

"Berbat bir şey yaptım, eğer birine anlatmazsam aklımı kaçıracağım."

Gideceğim yer olmadığı halde yürümeme laf yapmayıp, "Durma, kurtul ondan." dedi.

Ortalıkta dolaşan çok fazla kişi vardı. Tıpkı öğle arasında sınıfların boşalması gibiydi. Tıklım Tıklım. Fakat büyük bir fark vardı: Konsey onların eviydi.

"Burada olmaz."

Hafifçe güldü, "Her zamanki gibi." derken beni aksi tarafa yönlendirdi. "Eğer bana anlatmadıysan, başından geçen şey düşündüğün kadar heyecanlı değil demektir."

Güldüm. Bunu Hunter'a ne zaman dediğimi hatırlamıyordum ama cümle tam olarak aklımdaydı. Onunla konuşmaya deli gibi ihtiyaç duyduğum zamanlardı. Şimdiyse, tek dileğim Brad'i bulmak olmuştu. Onu bulana kadar kimseye anlatmazsam, her şeyin normal haline dönebileceğini düşünüyordum.

Kapıyı açtığı odaya girerken, "Heyecanlı değil, sürtükçe." diye söylendim.

"Tam benim tarzım." derken gülüyordu. Kapıyı ayağıyla kapattı. Uzun zamandır birinin odasına art niyetli olduğunu bir an bile düşünmeden girmemiştim.

Ona duyduğum güven, beni içten içe rahatlattı.

Nevresim takımı turkuazdı, üzerinde belirli bir çizgide yeşil yapraklar vardı. Duvardaki rafında çizgiromanlar ve defterler diziliydi. Sırıtmamı gizleyemeden, dolabın üstündeki çıkartmaları inceledim. Iron man, Hulk, Joker, Green Arrow...

Çalışma masasındaki kitap ismine baktım. 1985. Soran gözlerle dönüp masasını işaret ettim. Yanıma gelip kitaba baktı. "Konseyin önceki olaylarını anlatıyor." diye açıkladı.

Nereden bulduğunu sormadım, böyle bir kitabı devasa kütüphaneden başka bir yerde bulması imkansızdı. "Burayı gerçekten merak ediyorsun, değil mi?" dedim.

Omuzlarını kaldırıp, "Bilirsin, gizemli şeylere dayanamam." diyerek sinsice güldü.

"Ee, gizemi çözdün mü peki?"

Kitabı eline alıp döndürdü. "Hayır." derken sayfalarını karıştırıyordu. "Tek verdiği, cevaplar yerine binlerce soru çıkartabileceğim sayfalar dolusu bilgi."

Ciltli kitabı elinden kapıp yatağa oturdum. Hunter da sandalyeye geçip yanıma sürükledi. "En can alıcı kısmını öğrenmek istiyorum." dedim. Kafamı farklı şeylerle meşgul etmek iyi gelebilirdi.

Bağdaş kurdum, parmaklarımı parlak kabartmalı tarihte gezdirdim. Koyu kırmızı kapağın üstünde altın sarısı yazısıyla tarih kitabı olduğunu adına bakmadan da anlayabilirdiniz.

Hunter biraz düşündü. "Kitap önce yetmişten başlıyor." dedi.

Elimi kaldırdım.

"Ah, ne zaman bitirmemi bekledin ki." diyerek arkasına yaslandı. Söyle."

"Yetmişi anlatıyorsa adı neden seksen beş?" diye sordum. "Sadece o yılı anlatıyor sandım."

"Fazlası var." diyerek kollarını sıvadı. Heyecanlanması beni gülümsetmişti. "Adı 1985, çünkü Konsey için milattan farksız."

"Dediğim gibi, önce yetmişten başlıyor. Ateş sayısı da bilokasyon kadar fazla, onlar da acemi ve savunmasız. Geri kalan her şey aynı. Üç yüce, ikisi Ateş biri bilokasyon."

Konseyde bilokasyon kadar Ateşin varolduğunu düşünmekte zorlandım. Ne olduğumu bilmedikleri için ilk günden kavga etmiştim ama burası Ateşlerin çoğunlukta olduğu bir yer olsaydı, içimden bir ses kavganın daha büyük ve sıcak olabilme ihtimalinin yüksek olabileceğini söylüyordu.

"Anlaşmazlıklar oluyor. İlk sebep Konseyde iki Ateş bulunurken bilokasyonun bir Yüceyi çıkartabilmesi."

"Ve kaçınılmaz son, isyan çıkıyor. Yücelerin engel olamadığı büyüklükte hem de... Her iki türün kayıpları sonlarını getirtecek kadar büyük rakamlara sahip."

Soluklanarak devam etti: "On yıl içinde Konsey eski nüfusuna kavuşuyor, ama Ateşlerin sayısı çok düşük."

"Uzun yıllar Ateşe sahip olan kişiler bini geçmiyor. En son, 1985'te neredeyse tamamıyla yok olacak duruma geliyor. Ve günümüze kadar, yalnızca on iki merkeze ve Konseye liderlik edecek sayıda Ateş oluyor."

Şaşkınca, "Hiç mi eksik olmuyor?" diye sordum.

Başını olumsuz anlamda salladı. "Ne eksik ne fazla."

"Aman Tanrım! Bu çok-"

Lafımı, "Esrarengiz?" diye tamamlamaya kalktı.

"Hayır, ürkütücü."

Gülerek, "Hadi türünün yok olmasını konuşmayı bırakıp, senin sorununu öğrenelim." dedi.

Oysa ki, sonsuza kadar kitap hakkında konuşup Travis'i bir kenara atabilirdim. Ona anlatıp anlatmama konusunda kararsızdım. Her ne kadar sıradan arkadaşlar gibi sohbet etsek de, onun eski erkek arkadaşım olduğunun bilincindeydim.

Acaba benim hakkımdaki düşünceleri değişir miydi? Sonuçta birini aldatmıştım. Bana sonuna kadar inanan birini. Brad her ne yaparsa yapsın, haklı olduğu takdirde umursamadan onu savunabilirdi. Sanırım tavsiye konusunda Hunter'ı vazgeçilmez kılan buydu.

Tamamen dürüsttü, ama ben doğruları duymak istiyor muydum bilmiyordum.

"Seni asla yargılamayacağımı biliyorsun." dedi. "Ah, hadi Alecia. Artık aramızda bir şey olmadığını söylememe gerek yok sanırım."

"Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum."

"Bak, eğer hastanede bana ihtiyacın olduğunu söylemeseydin, bunlara katlanabilir miydim bilmiyorum." Kitabı önümden alıp tek dikkat dağıtıcı nesneyi ortadan kaldırdı. "Ben de sana herhangi bir çıkış yolu bulabilirim."

"Tamam, ama taraf tutmak yok." dedim. "Sadece ilk aklına geleni söyleyeceksin."

"Söz."

Konseye geldiğim ilk günü anlattım. Travis'in diğerlerine bağırırken bana nasıl nazik olduğunu. Brad'in sorgusuna yetişemediğimi, götürülmesine şahit olduğumu ve daha sonra... bir Yüceyle haddimi aştığımı anlattım. Yüzüm kızarmıştı ama altında ezildiğim yükten kurtulmuştum.

Hunter vakit kaybetmeden, "Travis o yüzden mi konuşmak istiyordu?" diye sordu.

"Evet."

Çenesini sıvazladı. "Peki ne söyledi?"

"Özür diledi, birden olduğunu ve karşı koyamadığını."

"Cevap basit." dedi Hunter. "İkiniz de çekimin kurbanısınız. Ayrıca Travis gibi birine özür diletmek kolay değil, imkansızdır."

"Suçlu hissediyorum, Hunter. Anlamıyorsun, Brad'e ne olduğu belli değil, ona ne yaptıkları da. Kim bilir ne halde duruyor ve benim tek yaptığım Yücenin biriyle oynaşmak."

"Hey, hey!" Omuzlarımdan sarstı. "Senin suçun değildi. Başlatan sen değildin, isteğin gerçek değildi. Gerçek değildi."

Ona nasıl açıklayabilirdim bilmiyordum. Travis'in beni bırakmasını asla istemedim. Ayrılmak, nefes almayı bırakmaktan daha zordu. Yüzünü gördüğüm anda arkaplana attığım her bir his yüzeye çıkıyor, beni Travis'e itiyordu. En zoru da, bana yaşatabileceklerini bildiğim halde uzak durmak için direnmekti.

"Eğer biraz daha bekleseydi, başlatan kesinlikle ben olacaktım."

Hunter tuttuğu omuzlarımı bıraktı. Yüzünü birkaç saniye -zaman kazanmak için- ovaladıktan sonra sakin konuşmaya özen gösterdi. "Brad nasıl biri bilmiyorum ama birbirinize ait olduğunuza ben bile inanıyorum." dedi. "Şimdi gidip onu bulacağız ve ilk söyleyeceğin şey bu olacak. O yıllardır bilokasyona sahip. Çekimden haberi vardır, hatta yaşamıştır. Seni affetmek için sebep arayacağına eminim, sadece doğruyu söyle yeter."

Konuşmasından çıkardığım tek sonuç, Brad'in çekimden haberi olduğu, hatta başkasıyla -benim Travis'e hissettiğim gibi- olmak istediğiydi.

Onun açısından düşününce daha kötü hissediyordum ama elimde olmadığını bilmesi bana inanmasını sağlardı. Evet, eğer doğruyu söylersem affederdi. Travis yüzünden ayrılmaz, ayrılamazdık.

"Teşekkür ederim." dedim. Başka ne demem gerek hiçbir fikrim yoktu.

Son bir şey kalmıştı. Benim için en önemlisiydi ama nasıl başlayacağımı bilmiyordum. "Hunter." dedim. "Eğer bir şeyler ters giderse, bana yardım edebilir misin?"

"Her şey yolunda gidecek." dedi. "Endişelenmeyi bırakmalısın."

"Sadece Brad değil, herhangi bir şey. Buradan çıkmama engel olacak tek bir şey bile olursa, bana yardım edeceğine söz vermelisin."

Ciddiyetimi görünce klasik yatıştırma çabalarını bıraktı. "Neden Elliot'a söylemiyorsun?" diye sordu. "Yardım konusunda benden daha verimli olabilir."

"Çünkü kararıma saygı duyan birtek sen varsın."

İlk kez bu kadar kesin bir karar vermiştim ve Elliot'a söyleyerek bana engel olmasını istemiyordum.

"Ne tür bir yardımdan bahsediyoruz?" diye sordu.

*

Becca'nın yanıtından emin olmasını umarak, Hunter'la birlikte kütüphaneye gittim. Onu gördüğüm ilk yerde, koridora açılan kapının yanındaki köşede, Becca'nin çizim yaptığı yere oturmuşlardı.

Elliot, Lillian ve Becca yan yana dizilmiş, sıkılmış suratlarıyla bakıyorlardı. "Sonunda!"

Elliot'ın yüksek sesine görevli adam kaşlarını çatarak karşılık verdi. Siyah cüppesinin ardına saklanmıştı ama kütüphaneden sorumlu biri gibi yaşlı ve yürümeye üşenen biri yerine yapılı ve oldukça dinçti.

Elliot fark etmişti. Fısıldayarak, "Nerede kaldınız?" dedi.

Adamın yeterince uzaklaştığından emin olunca, "Önemli bir şey değil, çabuk olursan iyi olur Becca." dedim.

Aceleyle başını sallayıp dosyasını açtı. Gözlüklerini burnuna doğru itip, içinden rulo yapılmış kağıt, kalem ve düzgünce katlanmış başka bir kağıt çıkardı.

Önce katlı olan kağıdı açtı. İçinde binlerce minik kutu çizilmiş, karalamalar yapılmış, oldukça karmaşık görünüyordu. Kurşun kalem sayfanın her yanına bulaşmıştı. Ayrıntıları fazla olduğunu için eski gibi görünüyordu ama çizimden çok, bunun Brad ile alakasını merak ediyordum.

"Şimdi." Diğerlerine oranla büyük görünen kareyi işaret etti. "Burası kütüphane."

Ağzım açık halde, "Konseyin krokisini mi çıkardın?" diye sordum. Sesimin kısık olmasına aşırı özen gösteriyordum.

Becca surat astı. "Kroki mi? Bu bir plan Alecia. Her bir ayrıntıyı binayi kendim yapmış gibi çıkardım. Krokiden daha fazlası."

Hunter, "Kısa sürede bunu çizmeyi nasıl başardın?" diye sordu.

"Geldiğimden beri uğraşıyorum." diye yanıtladı Becca. "Önceleri duyduğum hayranlık ve merakla yapıyordum ama fark ettiğimde bir şeylerin doğru olmadığını anladım."

Sakince, "Peki Brad?"diye sordum.

"Basitçe anlatmam gerekirse, odaların boyutundan, binanın kapladığı alana kadar tüm hesaplamaları yaptım."

Lillian o kadar umutsuz ve Becca'nın salak olduğuna eminmiş gibi bakmıştı ki tüm sevincim çekildi. "Yani?" dedi. "Bize çok çalıştığından başka bir şey söylemek ister misin?"

Becca heyecanla konuşurken Lillian'ı duymuştu ama kaale almadı. "Binanın belli yerinde, iki metre genişliğinde boşluk var." dedi. Masayı kaplayan dev kağıdın, sarı fosforlu kalemle çizdiği, ince uzun alanı gösterdi.

Herkes bir süre sessiz kaldı.

"Pekala." dedim. "Brad'in zincirlenerek, sekiz kat aşağı sarkıtılmasından başka fikri olan?"

Becca, tüm emeğiyle dalga geçmeme kızmış gibiydi ama bana katlanmaya çalıştığı açıktı. ''Bu büyük bir ayrıntı.''

Lillian yanıtladı: ''Ya planlarda hata yaptıysan? Pekala, yapımda da sorun olabilir.''

''Konsey kusursuz bir yapı.'' dedi Becca. ''Yanlışı ben yapmış da olamam, bütün odaların boyutlarını not aldım.''

Hunter kaşlarını çatarak, ''Hepsi eşit değil.'' dedi. ''Kata ya da rütbeye göre oda büyüklükleri değişiyor. Boyutunu nasıl..?'' Hunter sorusunu yarıda bıraktı çünkü hepimiz aynı şeyi düşünüyorduk.

''Yok artık!'' Lillian, Becca'ya delirmiş gibi bakıyordu. ''Becca... bize bu bilgileri nasıl edindiğini açıklamak ister misin? Ya da istemezsen de olur, çünkü umursadığım tek şey yanıt.''

Elliot'a baktım. Bu kısmı o da fark etmemiş, merakla bekliyordu.

Becca saçlarını kulağının arkasına alırken ellerini inceliyordu. ''Tamam, hepsine girecek boş zamanım olmuş olabilir.''

Elliot gözlerini kocaman açtı. ''Aklını mı kaçırdın!''

Hunter tahminini kollarını birbirine dolayarak düşündü, sonunda, işaret parmağıyla Becca'yı göstererek, ''Kısa ve zayıfsın.'' dedi. ''Havalandırma, değil mi? Kilitleri kırarsan dikkat çekerdin ama sessizce girip çıkabildin.''

''Masum gibi görünebilirsin ama kafayı yemişsin sen.'' Elliot onu omzundan itekledi. ''Ekibe hoş geldin.''

Lillian gözlerini devirirken hala basit bir boşluğun ne işimize yarayacağını düşünüyordum. Aşağı doğru hücreler mi vardı? Belki de havalandırmanın bir parçasıydı? Fakat tek ulaşım yerinin oraya açıldığını anlamayacak bir kız değildi.

''Aklından ne geçiyor?'' diye sordum. ''Her katta bir hücre falan mı var?''

Becca onu ciddiye almamdan memnun olmuş gibiydi. ''Bilmiyorum, havalandırmanın bazı yerleri parmaklıklı kapaklarla kapalıydı. Orada ne olduğunu göremedim ama bir şey daha keşfettim.''

''Eski Merkezde bir bodrum kata sahiptik. Kilitli odalar orada olur, hatta Hunter-'' Dudağını ısırdı.

''Hatta beni de oraya kapatmıştınız, devam et.'' dedi Hunter. Tepkisiz görünmeye çalışmıştı ama gözlerindeki hüznü anlamamak için salak olmak lazımdı.

''Burada da bir kat daha var.'' dedi. ''Anlayacağınız, gösterdikleri kadar barış meraklısı değiller.''

Bir kat daha.

Koca bir katı nasıl gizleyebilirler!

Sonunda işimize yarayacak bir şey bulmuştuk. Doğruydu, ama Luthor'un, Brad'in gönderildiği hakkındaki konuşmaları? ''Tahmin edeyim, bunu da havalandırmanın girişten aşağı doğru devam etmesinden çıkardın?'' dedim.

''Evet.'' dedi. ''Fakat dışardan herhangi bir kapı bulamadım, belki fark ettiğim boşluktan inebilirim diye düşünüyorum.''

Elliot, ''Ama oraya ulaşamamış.'' diye devamını getirdi.

''Senin başaramayıp bizden istediğin yardım ne peki?'' dedim.

''Kesin bir şey edinmeden söylemeyecektim ama bakmadığım tek bir yer kaldı.'' dedi. ''O da Dave'in odası.''

Ah, hayır.

''Planlarda belliydi çünkü Travis ve Luthor'un odaları aynıydı. Dave'inki kalan son parçaymış gibi ortaya çıktı. Fakat boşluk için bakamadığım yer orası.''

Hunter, ''Bir Yücenin odasına mı girmemizi istiyorsun?'' dedi.

Becca omuz silkerek, ''Daha önce girdim.'' dedi. ''Basit ama tek yapamam.''

''Önceden ne yapıyordun?'' diye sordu Lillian.

''O zaman daha kolaydı. Şimdi kapı ve koridorlardaki koruma sayısı daha fazla.'' Bana baktı. ''Sen geldiğinden beri böyle."

Güvenliği arttırmak? Tehdit olarak göründüğüm daha açık bir şekilde söylenemezdi herhalde.

"En ufak bir ses çıkarırsam biterim. Bu yüzden yalnız olmak istemiyorum."

"Belli kişiler benimle gelirken diğerleri Dave'i gözleyebilir ya da oyalayabilirler."

Elliot aldığımız riski gözden geçiriyordu. Yüzündeki gerginlikten anlaşılıyordu. "Bir Yüceyi öylece oyalayamayız." dedi. "Adam aptal değil."

Hunter arkasına yaslandı. Eğlendiğini belli eden, kendini beğenmiş bir sırıtışla karşıya baktı. "Ama kızını oyalayabiliriz."

Hepimiz döndük. Siyah küt saçlı bir kız elinde dört tane siyah ciltli kitapla danışma bölümüne doğru yürüyordu. Toz pembe eteği bembeyaz bacaklarıyla şirin bir görünüm oluştururken gülümsüyordu. Beyaz gömleğinin parlak taşlarıyla oynayarak -bize ters ters bakan adama- bir şeyler söyledi.

Adamın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Tamam, Becca da böyle görünebilirdi ama sinsi olduğunu açıklamıştı. Diğer yönden bu kız tam bir... meleği anımsatıyordu.

"Dave'in bir kızı mı var?" dedim. Ağzım bir dakika kadar açık kalmıştı.

Hunter, "Evet." dedi. "Dakota."

Dakota.

"Travis, Dakota adında birinin buradaki tek sıradan olduğunu söylemişti." dedim. "Yani bahsettiği kız..."

Becca, "Ta kendisi." diye benimle beraber onu süzdü.

"Normal bir insan neden burada kalmak ister ki?"

Onu anladığını belli eden bir bakışla, "Eğer babam hayatta olsaydı, her şeye katlanabilirdim." dedi.

Brad'le karşılaşana kadar normal bir hayatım olduğundan onları asla anlayamazdım ama onlar da bir yalanla büyümeyi tahmin edemezlerdi. Sesiz kaldım.

"Ah, iğrenç." Lillian oflayarak, "Biraz daha çocuk gibi giyinen kız görürsem kusacağım." diye homurdandı.

Çocuk gibi giyinmeyi bıraktığımda neler yaşadığımı hatırlayınca, yorum yapma gereği duymadım. Travis, kafamdan atmak için mücadele ettiğim ama sonuç alamadığım biriydi.

Hunter ayağa kalktı. "Birazdan dönerim." diye Dakota'nın yanına doğru yürümeye başladı.

Kız onu fark etmişti, gülüp el salladı.

Elliot küçümser bir şekilde güldü. "Asıl iğrenç olan bu, Lillian." dedi.

Lillian kollarını birbirine dolayıp tamamen Elliot'a döndü. "Hunter'la ne alıp vermediğin var anlamıyorum. Gayet kibar ve yalandan da olsa kızla ilgileniyor."

Elliot, kitapları adama verip Hunter'la neşeli bir sohbete dalan Dakota'ya bakarak, "Bak." dedi. "Mutlu görüyor. Sence kız, açıkça ilgilenmediğini söyleseydi Hunter orada olur muydu?"

Lillian omuz silkti. "Belki de ilgilenmiyordur." dedi. "Erkeklerin bir şeyi anlaması için suratına haykırmamız mı lazım?"

Umursamaz, duygusuz ve ciddi ilişkilerden nefret eden iki kişi, kesinlikle bundan daha şeker olamazdı.

Her şey ortadaydı ama laf yetiştirmekle öyle meşguldüler ki gözlerinin önündeki şeyi göremiyorlardı. Güldüm. "Çocuklar, Dakota ve Hunter'dan bahsettiğinize emin misiniz?"

Aynı anda, "Evet." dediler.

Hunter masaya döndü. Yanımdaki sandalyesine oturdu. "Tamamdır." dedi.

"Aferin sana, sarı! Artık Dave'in kızıyla çıkıyorsun. Eminim babası yatmamanız için peşinizden koşarken odaya girebiliriz."

Elliot'a öfkeyle baktım. "Planımızı kimse duymadı. Biraz daha bağır."

Elliot huysuzca taklidimi yaparken, görmezden gelip Hunter'a, "Dakota'yla ne yapmayı planlıyorsun?" diye sordum.

"Bir erkeğe soracağın son soru bir kızla ne yapacağı olmalı, Alecia."

Elliot lafını bitirir bitirmez Lillian kahkahayı bastı.

Ah, aynılar.

Becca somurtuyordu ama bir kişi için yeterince sorunum olduğundan sormadım.

Hunter, "Eğer Dakota'ya bir şey olursa gelen ilk kim olur?" diye sordu.

Becca herkesin tahmin ettiği cevabı, "Dave." diye sesli söyledi.

"Bakalım anlamış mıyım?" Boğazımı temizledim. "Sırf Dave'in dikkatini çekmek için Dakota'yı yaralayacak mısın?"

Sakince, "O zaman dikkat çekmekle kalmaz, ölür." dedi Lillian.

"Ee," diye Hunter'ı bekledim. "Ne planladın?"

Kaşları çatıldı. Yüzünde boş bir ifade hakimdi. "O kısma gelirsek..."

"Sakın." dedi Elliot. "Sakın bana düşünmediğini söyleme!"

Gözlerimi kıstım. "Çok paranoyaksın Elliot. Tabii ki düşündü."

Lillian, "Bırak da Hunter konuşsun." dedi. Becca tek kelime etmeden bizi izliyordu.

Sessizlik.

"Hunter?"

"Hımm?"

"Planını anlat, hadi."

Öksürdü. "Ben Dakota'yla buluşma ayarladım. Fikirler sizden çıkıyor."

"Ne!"

Elliot, "Ben demiştim!" dedi. "Sıçtık."

Tartışmasız, dünyadaki en berbat ekip bizdik.

Continue Reading

You'll Also Like

723 340 7
Güneş babasının yani Halit Laçin'in yeni birisi ile evleneceğini duyunca çılgına döner. Daha annesi öleli 3 yıl olmuştu. Güneş daha fazla bu duruma d...
13.5K 2.3K 90
İstekler açık, buyrun gelin... Saygı ve şartlar çerçevesinde, kitaplarınızı daha ilgi çekici kılmak için buradayım.
SIR (1) By Büşra

Science Fiction

696K 45.8K 33
Oda çoktan dumanla kaplanmış görüşümü engelliyordu. Ciğerlerime hava çekmek için öksürüp hırlarken bir yandan da odadaki rafların arasında koşar adım...
422K 30.9K 95
Serinin ikinci kitabıdır. Macera kaldığı yerden devam ediyor... Yayınlamakta olduğum bu hikaye az da olsa yetişkin ve şiddet öğeleri barındırdığından...