ALABORA

By bbyzkkck

180K 5.7K 872

ALABORA Annesinin ölümünün ardından, babasıyla İstanbul'a taşınan bir genç kızın hikayesi... Yeni bir okul... More

GİRİŞ
1. BÖLÜM: GİZLİ NUMARA
2. BÖLÜM: KEHRİBAR GÖZLÜ ADAM
3. BÖLÜM: LEZA
4. BÖLÜM: YENİ OKUL
5. BÖLÜM: GEÇMİŞİNDEN KAÇAMAZSIN
6. BÖLÜM: ZİHİNDEKİ NEŞTER
7. BÖLÜM: SIRLARIN İÇİNDEKİ KELEBEK
8. BÖLÜM: İBLİSİN İNİ
9. BÖLÜM: SEVGİNİN FEDAKARLIĞI
10. BÖLÜM: KANLI GEÇMİŞ
11. BÖLÜM: KAR MASKELİ ADAM
12. BÖLÜM: KARANLIK KORKUSU
13. BÖLÜM: KATİL KİM
14. BÖLÜM: KORKARSAN KORKUTURLAR
15. BÖLÜM: TAKİP
16. BÖLÜM: DEMİRKIYNAK
17. BÖLÜM: ŞÜPHELER YÖN DEĞİŞTİRİR
18. BÖLÜM: VAVEYLA
19. BÖLÜM: SIRLAR YA DA SINANANLAR
20. BÖLÜM: DEPODA GİZLENENLER
FİNAL - 22. BÖLÜM: YÜZLEŞME

21. BÖLÜM: İHANET

2.8K 139 14
By bbyzkkck

 

Selam dostlarım. Finale bir bölüm kaldı, ne olursunuz yorum yazın. Pleaseee! :)

17. 12. 2022


21. BÖLÜM: İHANET

İçinde bulunduğum sapkınlık rahatsız edici derecedeydi, bütün bunlar benim bir hayal ürünüm olsa gerek diye düşündüm; çünkü hiçbir ihanetin bedeli bu kadar ağır olmamıştı.

Babam... Birileri bir hikâye yazdı ve babam bu hikâyede başkarakterdi.

Demirkan kımıldamadan yanımda kaskatı oturuyordu, ciddi bakışları elinde tuttuğu fotoğrafın üzerindeydi. Bir süre hiç konuşmadık. Temkinli bir şekilde gözlerini bana çevirip yüz ifademi süzdü. Bana doğru döndü, uzun kolları sırtımı sarıp beni kendisine çekip sıkıca sarıldı.

''Üzgünüm,'' dedi Demirkan.

Acı bir şekilde güldüm. ''Ben de,'' diyebildim. Kalbim inim inim inliyordu, kamaşan göz pınarlarımda yaşlar birikiyordu ve iliklerime kadar titriyordum. Gece yarısını çoktan geçmişti, dışarıda kurbağaların sesinden başka bir ses yoktu ve sessizlik bana karanlık kadar korkutucu geldi. O ana kadar ne çok şeyden korktuğumu hiç fark etmedim. Korku üzerime kapaklanan bir dalga gibi soğuktu ve azgın sular beni boğmaya kararlı görünüyordu. Her bir saniye bir gün kadar uzun geldi bana,

Ondan ayrıldım. Gözümdeki yaşları dökmedim. Fotoğrafı masanın üzerinden alıp günlüğün içine koydum. Günlüğü alıp odama çıktım ve çantamın içine koydum. Pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Evin hemen yanında çocuk parkı vardı. Çocukluğum burada geçmişti. Parkın köşesinde nehir akıyordu, suyu hep az olmuştu ve çocuklar için büyük bir tehlike arz etmiyordu. Ama ben kendimi bildim bileli suyun içine düşüp durmuştum. Kendimle ilgili hatırladığım tek şey tehlikenin içinde hep yüzmeye çalıştığımdı.

Annem her defasında beni gelip düştüğüm yerden almıştı. Düşünme bunu, dedim kendime. Sağduyunu koru. Gözlerini aç.

Basmakalıp düşüncülerimi bölen kapımın tıklatılması oldu.

''Gelebilirsin.''

Adımlarının sesini duydum. Hemen yanıma geldi, benim gibi pencereden dışarıyı izledi. Omzu omzuma değiyordu. Hoş, bundan rahatsız değildim aksine beni rahatlatıyordu.

''Babamı kimse sevmez,'' dedim. ''Pek sevilecek biri değildir. Bir başkasının duygusunu okuyamayacak kadar hastalıklı bir zihne sahiptir. Kim bilir, belki de ben de ona benziyorumdur.''

''Saçmalıyorsun!'' Demirkan'ın öfkeli sesi, huysuz tavırlarına bir süre boş gözlerle baktım. Bana doğru döndü, saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken parmağı yanağımı okşadı. Gözleri dalar gibi, ''Şimdiye kadar kendine dönüp bakmamışsın,'' diye fısıldadı. ''Acıların içinden sıyrılıp çıktığında yaraların vardı ve sen, kimseye boyun eğmeden yaralarını tek başın sarmaya çalıştın.'' Çıplak koluma dokunup dairesel hareketlerle okşadı. Parmakları şefkatli ve incelikliydi. ''Yaralarının üzerini senin görevin olmamasına rağmen dikmeye çalıştın, bazıları yamuk bazıları eğri ve çoğu hiçbir zaman kapanmayacak kadar keskin oldu. Bu bir yenilgi değildi; çok daha büyük zaferin işaretiydi.'' İçtenlikle gülümsedi. ''Sen, kimseye benzemeyecek kadar güçlü bir karaktere sahipsin.''

Kirpiklerim titredi, gözyaşlarım yanaklarımdan hızla akarken içimdeki tüm kuruntular onun sözleriyle buhar olup havaya doğru uçmuş gibi içimi rahatlattı. ''Teşekkür ederim,'' dedim ve ardından bu sefer ben ona sarıldım.

''Annem,'' dedim. Boğazımda bir bıçak izi kaldı. ''Babamın onu aldattığını biliyordu ve onunla yaşamak zorunda kaldı. Ben daha çocuktum ama...'' Bir süre ne söyleyeceğimi bilemedim. Annem babamdan kurtulamamıştı. ''Çocukların büyümek istediği tek zaman yeterince güçlü olmadıklarını düşündükleri zamandır.'' Çaresiz kalan her çocuk için kalbimde derin bir hüzün hissettim. ''Eğer büyürsen her şeyin düzeleceğini ve tüm dünyaya kafa tutacağını sanırsın.''

''Çoğu zaman çocuklar büyüklerden çok daha güçlüdür, büyüdükçe cesaretin kırılır ve eskisi kadar inatçı olamayabilirsin.''

''Anneme olan şey buydu.'' Kafamı kaldırıp ona baktım. Kararlıydım. ''Seneler geçtikçe annemin gücü azaldı ama benim arttı, Demirkan.''

Sesi boğuk ve şüpheliydi. ''Planladığın bir şeyler var.''

''Kar maskeli adamın haklı olduğu yanlar bulunuyor,'' dedim. Kaşlarını çattı, konuşmasına izin vermeden kendimi açıkladım. ''O kaçık herifi savunmuyorum. Sadece, babamla ilgili gizemi çözmem gerekiyor.''

Demirkan bakışlarını başka yöne çevirdi. Sesini alçalttı. ''Seni seven birini düşün,'' dedi. Onu düşündüm ve gülümsedim. ''Sana, seni de ilgilendiren bazı sırlar saklıyorsa ne yapardın?''

Kollarından ayrılırken böyle bir şeyin olma ihtimali bile yüzümde gölgelere neden oldu. ''Demek ki beni sevmiyordur,'' dedim keskin bir dille. Göz göze geldiğimizde hüzünlü görünüyordu. ''Sırlar, insanları birbirinden uzaklaştırır, Demirkan.'' Çatık duran kaşlarım düz bir çizgi halini aldı. Bir şeyi idrak edermiş gibi şaşkınlıkla ona baktım.

''Eğer benden bir şey saklıyorsan bana bunları şimdi söyle,'' dedim. ''Sana kızarım, öfkelenirim ama affederim, Demirkan.''

''Beni yanlış anladın.''

Gözlerimi hayretle irileştirdim. ''Ciddi olarak soruyorum.''

''Ben de ciddi olarak senden bir şey saklamıyorum diyorum.''

Şüpheliydim. Tavırları ve sözleri kendisinden bahsediyor gibi çıkıyordu. ''Eğer senden değil de bir başkasından öğrenirsem her şey için geç olabilir.''

Demirkan gözlerini benden ayırdı. Ürperdim. Bunun altında da bir şeyler olabilirdi. Başımı iki yana salladım ama yine de onun konuşmasını bekledim. Gözlerinin içine bakıyordum o ise, omzumun üzerinden başka bir yere odaklanmıştı. Düşünüyordu. Ona zaman tanıdım.

''Odana git,'' dedim. ''Açıklamak istemiyorsan...'' Omuzlarım ona yenik düşmüş gibi eğildi. Kaburgalarında ağır bir yük varmış gibi duruyordu.

Bana baktı, ağzını hafif açtı ve sonra yutkundu. ''İyi geceler.''

''İyi geceler,'' diye fısıldadım. Sabaha kadar yatağımda oturdum. Dizlerimi kendime çektim ve başımı yorgunca geriye yasladım. Şafak sökerken pencereyi açtım, rüzgâr yüzümü okşadı ve bir süre bulutların arasından yavaş yavaş doğan güneşi izlerken dünyanın uyanmasına tanık oldum.

Depoya indim. Dosyaları alıp odama çıktım. Odayı kilitledim ve dosyaların her birini öğlene kadar okudum ve odamdan hiç çıkmadım. Yatakta bağdaş kurup her birini dikkatle inceledim.

Ve bundan sonra, bir daha insanlara güvenmeme kararı aldım. Öğrendiklerimin dehşeti beni öyle sarstı ki kendimi dipsiz bir çukurda hissettim. Tüyler ürpertici derecede karanlık sırlardan bir haber yaşamıştım bunca zaman ve şimdi bakıyorum da etrafımda herkes benden bir şeyler saklamıştı.

Bana öğretilen ahlak, doğruluk ve tutarlılık herkes tarafından örselenmişti. Kafamın içinde yanıp sönen bir alev var, annem kadar saf ve babam kadar gaddar olabilirim ama hiçbir zaman onlar kadar olmayacağım.

Demirkan'ın benden sakladığını buldum ve onu affedecek değildim çünkü bana tüm bunları açıklayabilirdi, ona bu fırsattı vermiştim. Anlattıklarında en önemli kısmı benden saklayarak bana ihanet etmişti ve içimde bir ses çok daha fazlası olduğunu söylüyordu.

Gözyaşlarımı akıttım, içimde ne varsa şimdi akıp gitsin istedim çünkü uyandığımda büyük bir hesaplaşma beni bekliyordu.

Yapayalnız bir göçebe gibi yatağımda ağlamaya devam ettim. Düş kırıklığı beni yiyip bitiriyordu ve ben buz kesmiş bir kalple uyanacağımı henüz bilmiyordum.

*

Kapımın tıklatılması ile gözlerimi araladım.

''Yağmur?'' Demirkan'ın sesi endişeliydi, kapımı ardı arkası kesilmez bir şekilde sertçe vuruyordu.

Gözlerimi araladım. Dosyaların üzerinde uyuya kalmıştım. Güneşin kızıl ışınları yüzümü okşuyordu, telefonuma uzanıp saatte baktığımda neredeyse akşam olmak üzere olduğunu anlamam aceleci olmama yetmişti.

''Geliyorum!''

''Bir şey mi oldu?''

''Hayır,'' diye seslendim. Çok şey oldu, Demirkan. Bundan sonraki saatlerde benden sakladıklarına rağmen gözümün içine bakarak yanımda nasıl kalacaksın merak ediyordum doğrusu. ''Uyuya kalmışım!''

''Kapın kilitli.''

''Rahatsız edilmek istemedim.''

Ses gelmedi. Elimde olmadan ona böyle davranıyordum. Başta kuruntu yapıyorum gibi gelmişti bana ama benim dünyam şüphelerin her birinin değerlendirmem gerekecek kadar gizem doluydu. Dosyaların her birini sırt çantama yerleştirdim, yatağımı topladım ve eşyalarımı da alarak odadan dışarı çıktım. Banyoya geçip duşumu aldım. Hava sıcaktı. Kot şortumu ve askılı bluzumu giyip ıslak saçlarımı havluya dolayıp ıslaklığını aldım ve saçlarımı açık bıraktım.

Salondaki masanın üzerinde tost ve portakal suyu vardı. Etrafıma bakındığımda onun hemen yanımda durmasıyla neredeyse irkildim.

''Tostun soğudu,'' dedi.

''Önemli değil.'' Gözlerinde kırgınlığı görmemle kendimi kötü hissettim ancak onun bana fırsatı varken anlatması gerekenler olduğunu ve benden gizlediğini bir kez daha düşündüğümde o kadar da kötü olmamıştım ancak bana iyi davranması ve şefkat göstermesi ona olan öfkemi azaltıyordu.

''Teşekkür ederim,'' dedim. ''Her şey için.'' Sesim bana bile soğuk gelmişti ki bunu o da fark etti.

''Etmene gerek yok, Yağmur.'' Ellerini cebine koydu. ''Bir saat sonra havaalanında olmamız gerekiyor. Acele etmelisin.''

''O zaman hemen çıkalım,'' dedim. ''Sen hazır mısın?''

Tek omzuna astığı çantasını başını hafif eğip gözleriyle gösterdi. ''Pekâlâ,'' dedim. ''Beş dakikaya hazırım. Taksi çağırabilirsin.''

Eşyalarımı aldım. Tostu ve meyve suyunu da kapıp dışarıya çıktım. Demirkan takside öne bindi, ben de hemen arkaya yerimi aldım.

Başını çevirdi ve elimdekileri gördüğünde gülümsedi. ''İstersen havaalanında da atıştırabilirsin,'' dedi yumuşak bir sesle.

''Gerek yok,'' dedim sesimdeki sertlik onu şaşırttı. Daha toparladım kendimi, her şey üst üste gelmiş ve duygusal olarak yıpranmış hissediyordum ama bana kurulmuş bu büyük oyun bitene kadar ayaklarım yere sağlam basacağıma ve güçlü duracağıma söz verdim.

''Bunlar benim için yeterli. Buraya kadar gelip yanımda olduğun ve'' elimdekileri gösterdim. ''Bunlar için teşekkürler.'' Söylediklerim dürüstlüğü içeriyordu.

Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamış gibi kafası karışmış görünüyordu. Güzel. Ona açık açık itiraf edecek değildim. Öfkemi, sinirimi ve biraz da kalbi kırıklığımı tostumdan çıkardım ve soğumuş peynirli tostu gidene kadar bitirdim. Ona karşı sevimli, içten ve samimi davranma numarası yapacak değildim. Gözlerimdeki beliren yaşları görmemesi umuduyla pencere kenarına çekildim ve kendimi dizginleyerek çenemi kaldırdım ve o aptal gözyaşlarımın bir an önce kaybolmasını bekledim. Havaalanına çoktan gelmiştik. Biletlerimizi aldık ve piste yer alan giriş kapısından geçerek yolcu köprüsünden geçip uçağa bindik.

Koridor tarafındaydım, o da hemen yanımda oturdu. ''Senden bir şey sakladığı mı düşünüyorsun?'' diye sordu. Ona doğru dönüp yüzüne baktım.

''Kötü biri olduğunu düşünmüyorum, Demirkan,'' dedim. ''Ama hayatıma nasıl girdiğini merak ediyorum.''

Dudakları kıvrıldı. ''Nasıl tanıştığımızı biliyorsun.''

''Bilmem,'' dedim omuz silkerek. Ona hesap sormak istiyordum ama sustum. Onu körü körüne yargılamayacaktım. Bekleyecektim. ''Çok geçmeden sana alıştım belki de bu yüzden senin benden bir şey saklıyor oluşun beni endişelendirdi.''

''Bu yüzden mü böylesin?'' diye sordu.

''Nasıl?''

''Soğuk ve biraz da-'' Düşündü. ''Benden uzaklaşmış gibi. Bana karşı bir kuşku ve kaygıyla bakıyorsun.''

''Bu aralar iyi değilim.''

''Görebiliyorum,'' dedi. ''Yarısı yalnızlık ve diğer yarısı ise umutsuzluk içinde geçen hayatımdan sonra sen karşıma çıktın Yağmur. Seni buldum ben. Bu yüzden bana karşı böyle bir tutum içinde olma.''

''Sonra konuşalım,'' dedim yüzümü buruşturarak. Bunları bana bir gün öncesinde söylese nasıl da mutlu ve sevinçli olurdum! ''Şu anda yorgunum. İndiğimizde beni uyandırırsın.''

''İndiğimizde konuşacağız.''

''Konuşalım,'' diye mırıldandım ve yanımda olmasına rağmen ondan hesap soracak cesareti bulamadığım için kendime kızdım.

Gözlerimi yumdum. Beni bir süre izledi, sımsıkı kapadım gözlerimi. Benim de sorunum buydu işte, gözlerimi kapatırsam her şeyin düzeleceğini sanıyordum. Esasında biliyordum, her şeyin gelip geçtiğini ve zamanın arkasında bir gölge gibi itekleneceğini; ama bazı şeyler öyle kolay geçmezdi ve ölene kadar ruhunda bir emare bırakırdı.

Hepimizin içinde sayıları her geçen gün derin emareler vardı ve biz bütün bunlarla baş etmeye çalışırken hayatın geçip gittiğini takvim yapraklarından ya da kahrolası doğum günü pastasındaki mumlardan sayardık.

*

Leza'daydım.

Cehennemin yedi kapısından birindeyim. Ateşe tapanların girebileceği yer derken yaratıcı şaka yapmıyordu. İnsanlar, kendilerine yasak olan her şeye ilgi duymuştu. İnsana asıl cezbedici gelen sonunda cehennem azabı olsa dahi; kibir, şehvet, arzu, ihtiras, açgözlülük, tembellik ve kıskançlıktı. Buranın adını taşıyan bir mekân olabileceğini hiçbir zaman düşünmemiştim; alt katta büyük bir kumarhane olacağını tahmin etmediğim gibi. Pek umurumda değildi doğrusu, burada daha fazla çalışmayı düşünmüyordum çünkü Demirkan ile yan yana durmak benim için artık çok daha zordu.

Demirkan ile havaalanından iner inmez eve geçip üstümüzü değiştirip odalarımıza çekilmiştik. Ertesi gün olduğunda ben yine odamdan dışarı çıkmamıştım. Akşam olduğunda çoktan unuttuğum işimi bana hatırlatan Gökçe'ydi. Hazırlanıp indiğimde Demirkan'ın beni bekliyordu.

Birlikte Leza'da şarkı söyleyecektik, aslında geçen hafta babamın düğününden bir gün önce buradaydım ve ilk günüm güzel geçmişti; ama şimdi sahneye ikinci kez çıkacaktım ve çok daha heyecanlı ve biraz da gergindim.

Siyah dar bir elbise giydim, saçlarımı ensemde topladım ve sadece pembe bir ruj sürdüm. Demirkan ile yan yana oturmuş bir yandan yemek yerken bir yandan hangi şarkıları söyleyeceğimize karar kıldık. Dört şarkıda ona eşlik edecektim ve bir şarkıda yalnız ben söyleyecektim.

Burnunu kırıştırdı ve başını yana yatırıp dikkatle yüzümü inceledi. ''Moralim bozuk görünüyor,'' dedi.

''Hiç. Prova yapmadık ya, işleri berbat etmekten korkuyorum,'' dedim. Yalan söylüyordum. Belki o bana hiçbir zaman yalan söylemedi ama birçok sır sakladı. İşte ona gerçeği bu yüzden sormuyordum, eğer sorarsam ya bana yalan söylerse? Belki de gerçeği yüzüme çarpa çarpa vuracaktı. Onunla ilgili her şeyin sahte olmasını belki kaldırabilirim ama tüm bunları onun ağzından duymayı kaldıramazdım. ''Seni bekliyorlar.'' Erdem ağabey ellerini beline koymuş bize bakıyordu. Demirkan omzunun ardından o yöne baktı, patronun duruşuyla bile ne demek istediğini anlamış olacak ki ayağa kalktı.

''Aradan sonra seninle devam edeceğiz,'' diye hatırlatma yaptı. ''Prova yapmadığımız için canını sıkmana gerek yok.''

''Üstesinden gelirim,'' dedim yapay bir gülümsemeyle.

Demirkan gitarını eline aldı, alkışlar duyuldu ve mekânın ışıkları kısıldı. Önümde duran sudan bir yudum alıp kafamı çevirdiğimde Gökçe'nin geldiğini gördüm. Elimi havaya kaldırıp beni görmesini istedim. Yanıma geldi. Ayağa kalktım ve sıkıca sarıldım ona.

''Yağmur,'' dedi harfleri uzata uzata. ''Seni nasıl da özledim!''

''Ben de öyle,'' dedim içtenlikle. Yerime otururken o da hemen karşıma geçip oturdu. Sırtım Demirkan'a dönüktü ve böyle olması daha rahat olmamı sağlıyordu.

''Nasıl geçti kamp?''

Kıvırcık saçlarını kulağının arkasında sıkıştırırken yanakları hafif kızardı. ''Güzeldi,'' dedi. ''Efe ile eskisinden daha çok yakınız.''

Kafamı yavaşça eğdim. ''Artık arkadaştan ötesiniz, o halde?''

Dudaklarını büzdü ve arkasına yaslandı. ''Bilemiyorum,'' dedi. Çalışanlardan biri yanımıza geldiğinde Gökçe'nin siparişini aldı. Filtre kahve ve limonlu tart söylemişti.

''Yani bakıldığında teorik olarak aramızda bir şey yok ama bana olan tavırları çok daha ilgili olduğunu düşünüyorum,'' dedi heyecanla. Yüzündeki samimiyet gülümsetmişti beni. Omuz silkti. ''Anlatacağım pek bir şey yok. Kamp olağanüstü derecede rezaletti. Başta yağmur yağdı, sonra birkaç kişi kavga etti, kamp ateşini son gün yakabildik.''

''Çok bir şey kaçırmamışım anlaşılan.''

''Sahi ya,'' dedi Gökçe yeni hatırlamış gibi bir mahcubiyetle. ''O gün neler oldu? Birden kamptan ayrıldınız. Demirkan rehber öğretmene senin hastalandığını söyledi.''

Ellerimi yanağıma yaslayıp ona huzursuzca baktım. ''Çok şey oldu. Kar maskeli adamın kimliğini tespit etmiş olabilirim.''

Gözlerini irileştirdi. ''Ciddi misin?'' diye neredeyse yüksek sesle bağırdı ama müzik ve Demirkan'ın güzel sesi daha yoğundu.

''Bunları konuşmak istiyorum,'' dedim. ''Ama kafam karışık ve çözemediğim bazı açıklamalar var. Yarın buluşalım sana her şeyi anlatacağım ve-'' Biraz masaya doğru eğildim. ''Babandan yardım alabilirim.''

Gökçe elime sıkıca tuttu. ''Babam baş komiser ve sana yardımcı olacağına eminim.''

Acıyla gülümsedim. ''İyi bir avukatta da ihtiyacım var.''

Endişeyle, ''Neler oluyor?'' diye sordu.

''Yarın anlatacağım. Siz de buluşsak olur mu? Emniyette gitmem benim için sıkıntılı olur, peşimde olan manyağın şakası yok gibi ve beni orada görmemeli.'' Yorgunca omuzlarımı indirdim. ''Tek başıma olmak yorucu, Gökçe''

''Tüm bunlarla tek başına başa çıkmana gerek yok ki,'' dedi tatlı bir sesle. ''Ben varım.'' Gökçe birden telefonunu çıkardı. ''Hatta bana gönderdiğin o fotoğraflar var ya,'' dedi. ''İntihar eden kız ile ilgili. Onu araştırdım ama pek sonuç çıkmadı. Kızın yüzünü bilmiyorum ama babamdan istedim. Bana birazdan gönderir.''

''Bu yüzden bu kadar güçlü duruyorum,'' dedim. Gökçe'nin desteği ve o güzel kalbi olmasaydı şimdiden çoktan pes etmiştim ve kurtların arasında kalmış bir kuzu gibi başıma gelenleri bekliyor olacaktım belki de. Gözlerimde yaşlar birikirken dudaklarımı birbirine bastırdım. Demirkan'ın sesini duymak bana hiç iyi gelmiyordu. Hiç.

Gökçe birden şaşkınlıkla omzumun ardına baktı. ''Onun burada ne işi var?''

Baktığı yöne doğru kafamı çevirdim. Damla buradaydı. En ön masada tek başına oturmuş Demirkan'ı izliyor ve gülümsüyordu. Demirkan ise ona kaşlarını çatarak bakmıştı. Demirkan iki şarkı daha söyledi.

''Demirkan, geliyor.''

''Senin de nihayet kahven geliyor.''

Demirkan yanıma geldi. ''On dakika ara verildi. Ben birazdan gelirim.'' Damla'yı gösterdim. ''Onun burada ne işi var?''

''Ben de onu öğreneceğim,'' dedi. Kaşlarımı kaldırdım. Demirkan'dan bir cevap bekledim ama hiçbir şey söylemedi ve yanımdan uzaklaştı.

O gider gitmez, ''Damla ile Demirkan'ı anlatıyorsun,'' dedim Gökçe'ye. ''Aralarında ne var?''

O da benim kadar şaşkın görünüyordu. ''İnan bilmiyorum,'' dedi. ''Damla okulumuza daha yeni geldi sayılır ve geldiğinden beri başta Demirkan ile konuşuyordu ama daha sonra Özgür'e kafayı taktı.''

''Birazdan gelirim,'' diyerek ayaklandım.

''Nereye?''

''Kulak misafiri olmak için harika bir gün.''

Gökçe şaşkınlıkla kalakaldı. ''Dikkatli ol,'' dedi endişeyle. ''Aranız bunun yüzünden bozulmasın.''

Bir şey söylemedim. Yabancı bir denize atılan kişi, körü körüne her şeye inanmazdı; çünkü bilmediği bir yerde başına her şey gelebilirdi. Şeytani bir planın içindeydim ve inanın bana, onlardan çok daha acımasız ve dikkatli olabilirdim.

Adımlarımı hızlandırdım. Şirin bir kızı durdum, burada garson olarak çalışıyordu. ''Demirkan'ı gördün mü?'' diye sordum. Kız onunla konuştuğumda afalladı ama daha sonra hızlıca ifadesini toparlayıp omzunun arkasını işaret etti.

''Arka tarafta,'' dedi.

''Teşekkürler.''

Lavaboların olduğu yerden geçtim ve onun sesini duyduğumda yavaşladım, boylu boyunca uzanan aynadan yansımalarını görüyordum, kendimi gizledim ve aynadan onlara baktım. Demirkan'ın sırtı aynaya dönüktü, hemen önünde Damla vardı.

Damla ona birden sarıldı.

''Demirkan,'' dedi ağlamaklı bir sesle. ''Affet beni.''

Demirkan kızı kendisinden uzaklaştıracak sandım ama aksine ona daha sıkı sarıldı. ''Damla, sana sakin durmanı önermiştim ama sen, sürekli bir sorun çıkarıyorsun. Küçük bir kız çocuğu gibisin.''

Kız ondan ayrıldı ve öfkeli gözlerle ona baktı. ''Beni nasıl bir kenara atarsın? O kız geldiğinden beri benimle görüşmedin.''

''Seni asla bir kenara atmam,'' dedi hemen Demirkan. Sesindeki kendinden eminlik beni öylesine şaşırttı ki olduğum yerde durdum. Karnıma bir ağrı saplandı, midemi tutup hafif büküldüm. Bunu beklemiyordum. Hayır. Beklediğim bu değildi.

''O kız,'' dedi Demirkan. Nefesimi tuttum. ''Yağmur, masum,'' diye fısıldadı. ''Lütfen, artık böyle davranma. Sana yakışmıyor.''

''O adamın kızını sürekli yanında tutuyorsun!'' diye bağırdı. Demirkan hızlıca koluna dokunup onu koridordan uzaklaştırdı ve arka kapıdan dışarıya çıkarttı.

''Çünkü onu böyle koruyabilirim,'' demişti Demirkan. Son duyduklarım bundan ibaret oldu. Yutkundum. Peşlerinden gidip gitmemek arasında kaldım ama son anda karar verip onları takip ettim. Dışarıya çıkmışlardı. Çalışanların sigara içtikleri yere doğru ilerlediklerini camın ardında gördüm. Peşlerine takıldım ve karanlığın beni örtmesini sağladım.

Sesleri daha uzaktı ve onları göremiyordum. Hemen köşedeydim ve onlarda köşenin diğer tarafında sigara içilen kısımdaydı. Dışarısının sesi onları bastırıyordu.

''O öldü,'' dedi Damla. ''Sen nasıl böyle davranabilirsin? Aklım almıyor!''

''Ne yapmaya çalıştığını biliyorum, Damla,'' dedi sertçe. ''Günlerdir o kızın peşinde kimler olabileceğini araştırıyorum ve bulduklarıma bakılırsa beni hayal kırıklığına uğrattın.''

Nefesimi tuttum. ''Kar maskeli adam, ben değilim!''

Demirkan sahte bir kahkaha attı, onun içten gülüşlerini bilirdim. ''Kızın peşinde kar maskeli biri olduğunu nereden biliyorsun o zaman?''

Damla bir süre cevap vermedi. ''Ben cevabımı aldım,'' dedi Demirkan.

''Hayır, hayır,'' dedi Damla. ''Beni dinle, lütfen. Özgür söyledi bana.''

''Sen Özgür'den nefret edersin.''

Kız güldü. ''Öyle,'' dedi. ''Bütün okul ona âşık olduğumu sanıyor ama ondan ölesiye nefret ediyorum. Sebebini biliyorsun.''

''Yağmur'u bir daha tehdit etme,'' dedi. ''Kafasına silah dayamışsın!''

''Ben yapmadım diyorum ya! Niye inanmıyorsun!''

''Sana güvenmiyorum!''

''Özge'ye güvenirdin!''

''Çünkü bana her şeyi anlattırdı!''

''Demek öyle,'' dedi Damla. Sesinde bir kırgınlık vardı. ''O zaman, şöyle yapayım o kıza gidip senin onu İzmir'den itibaren tanıdığını ve fotoğraflarını çekip onu gözlediğini söyleyeyim. Deniz fenerinde tanıştığınız o günün de bir plan doğrultusunda olduğunu söyleyeyim.''

Dudaklarım yavaşça aralandı, gözlerimde aniden yaşlar süzüldü ve kalbim öyle titredi ki nefesimi tuttuğumun farkında bile değildim. Ayaklarım beni taşıyamadı, sırtını dayadığım duvarda yere hızlıca çöktüm ellerim bacaklarımı sararken hıçkırmaya başlamıştım.

''Damla,'' diye uyardı Demirkan. ''Sakın ona bir şey söyleyeyim deme! Sakın! Gerekirse ona ben anlatırım, sen değil!''

Dudaklarımı büzerken daha çok ağlamaya başladım ve artık kendimi tutmuyordum. Başımı dizime koydum. Kendimi bütünüyle ihanetin kollarına bırakmıştım. Kırgın, mutsuz ve zayıftım. Demirkan'ın hayallerin ötesinde biri olduğunu düşünmüştüm, bir masal gibi gelmişti onunla olmak ve onunla konuşmak. Onunla geçirdiğim zamanın kutsal olduğunu düşünecek kadar ahmak ve her anından zevk alacak kadar tecrübesizdim; işin kötü yanı hiçbir anından pişman değildim. Onu iki hafta önce tanımıştım ve bu iki haftada delirecek kadar korkmuş ama onun varlığıyla olağanüstü derecede huzur bulmuştum.

''Bir ses geliyor,'' dedi Demirkan. ''Burada bekle.''

On iki adım sesi. Bir sessizlik ve yutkunma. ''Yağmur,'' dedi biraz şaşkın biraz da pişman bir sesle.

Başımı kaldırıp gözlerinin içine bakarken ağlıyordum. ''Tahmin etmiştim,'' dedim. ''Ama bu kadarı...'' Hıçkırdım. ''Sen,'' dedim güçsüzlükle. Sesim fısıltıdan ibaret çıkmıştı. Kehribar gözlerindeki yoğunluk öyle fazlaydı ki saatlerce ona bakabilir ve bana bir açıklama yapmasını bekleyebilirdim. Bütün bunları duymama rağmen ondan bir şeyler duymak istiyordum. Belki bir özür belki bir pişmanlık cümlesi...

''Sen bana bunları nasıl yapabilirsin?'' Kızgındım, şaşkındım ve hayal kırıklığına uğramıştım. ''Sen gerçekten Algos'sun.''

Cevap vermedi.

Damla yanımıza geldiğinde yere çökülmüş beni fark etmedi. ''Kaçamazsın!'' diye bağırdı. '' O kıza ya sen söyleyeceksin ya da ben söyleyeceğim, ağabey.''

''Ağabey?'' diye tekrar ettim.

Damla'nın gözleri karanlıkta etrafına bakındı, daha sonra yavaşça başını eğdiğinde beni gördü ve şaşkınlıkla kalakaldı. ''Kahretsin,'' diye fısıldadı.

Çöktüğüm yerden kalktım ve kehribar gözlerine bakmayı ihmal etmedim. Bana hiçbir şey söylemedi ve sadece izledi.

''En kötüsü de, burada karşımda durup gözlerimin içine bakacak kadar şerefsiz biri olman,'' dedim.

Kafamı iki yana sallarken hala ağlıyordum. ''Kendime söz vermiştim,'' dedim. Üzerine yürüyüp yüzüne bir tokat attım. Damla hafif bir çığlık attı. O kıza baktım. ''Eğer bana bunları yapan sizseniz,'' dedim. ''Sizi mahvederim!''

''Yağmur,'' diye fısıldadı Demirkan endişeli görünüyordu.

''Defalarca yara alan biriyim ben ama hiçbir yara ihanet kadar acı olmamıştı.'' Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. ''Ömrümün geri kalanında yaşamak zorunda kalacağım bu işte.''

Ve oradan koşarak uzaklaştım çünkü daha fazla güçlüymüş gibi davranamazdım.

Continue Reading

You'll Also Like

KUZGUN By Filiz Puluç

Mystery / Thriller

654K 45.4K 20
Corvus geceleri, kendi doğrularına ters düşen suçluları avlayan, kendi yöntemleriyle kanıt toplayan, failleri polise teslim eden ve sonuca ulaştırdığ...
2.5K 225 6
mardin ağası rüzgar soykan ve milli voleybolcumuz duru erdinç
17.5K 1.4K 37
07.09.2017 Sizce Aşk,bütün engelleri aşabilir mi? Yada herşeyden vazgeçtirebilir mi? FBI'da ajan olan Katherina Swan aslında usta bir hırsızdı.Görev...
674K 32.4K 138
" Bak.. aramızda ne olduğunu merak ediyor. Ve ben söyleyemedikçe de kıskançlıktan çıldırıyor. Artık söylemem gerek. " Kaşları arasındaki çizgi daha...