Kusurlu Mekanizmalar (ASKIDA)

By BlacknWhitexo

42.6K 2.8K 407

Basit insanların yaşadığı şu dünyada ben en arızalı ve en aranan parçalardan biriyim. Ben, devletin kesmek is... More

∝ Giriş ∝
1∝1
1∝2
1∝3
1∝4
1∝5
1∝6
1∝7
1∝8
1∝9
1∝10
1∝11
1∝13
1∝14
1∝15
1∝16
1∝17
1∝18 | Sezon Finali

1∝12

1.3K 99 12
By BlacknWhitexo

*Three Days Grace - Get Out Alive*

Birkaç bölümdür uzun bölümlere alışmıştık fakat daha fazla bekletmek istemediğimden kısa bir bölüm olarak yayınladım bu sefer. Belki bölümün devamını Part 2 başlığı altında paylaşabilirim. Keyifli okumalar!

*

"Raporlarda hiçbir şey yok," dedi Nathan keyifli keyifli. "Yangın alarmını da tatbikat olarak göstermişler. Durun, okuyorum: "Personelin çıkışlara sorunsuz ulaşıp ulaşamayacaklarını test ettik. Sistemlerimiz gayet güvenli bir şekilde çalışıyor."

Kahkaha attı Nathan. "Korumalar kapının önünde ölü bulundu, hâlâ tatbikat diye halkı kandırmaya çalışıyorlar. Şirketin içindeki kargaşadan, işe yaramadığını söyleyebilirim." Bir anda ciddileşti. "Özellikle Isaac, adam kafayı yemiş gibi odasında dolanıyor abi. Ne yapacağız?"

"Isaac'e bir mesaj bırakalım o zaman," diyerek, Nathan'a döndü Aaron. Bir süre düşündü. Beni şaşırtan ve kaşlarımı çatmama sebep olan, Aaron'un bunu düşünüyor olmasıydı. Benim tanımaya başladığım Aaron -artık tanımaya başladığım diyordum çünkü Aaron Cole hakkında bilmediğim tonlarca şey olduğundan emindim, işlerini çok öncesinden düşünür, planlardı. "Buranın adresini ver."

"Abi, emin misin?" diye sordu Nathan emin olamayan bir sesle. Anlayamadığım, eğer bir mesaj bırakacaksak bunu neden daha önce yapmadığımızdı. "Buraya tüm Amerikan İstihbaratını yığmasın sonra?"

"Yığamaz," dedi dudağının sağ kenarıyla serseri bir gülüşle. "Bu kendisini de ele vermesi olur. Ne diyecek? 'Uyandığımda başımda iki kişi vardı ve şimdi bu insanlar bana ulaşmaya çalışıyor.' mu? Canını biraz olsun düşünüyorsa ve bu makineler sandığımız kadar akıllıysa, hafızasında kalanlar bunu yapmasına engel olacaktır. Ayrıca insansız uçaklar hâlâ bir seçenek, gerekirse onları kullanırız. Çevre de, dronlar tarafından gözetleniyor zaten."

"Öyle olsun," diyerek omzunu silkti ve laptopun tuşları arasına gömüldü Nathan.

Ayaklarım sızlıyordu ama Aaron karşısında bunu belli etmem, zayıf damgasını anında yememe sebep olurdu. "Madem mesaj bırakacaktık, neden orada yapmadık?" diye sordum.

"Her şeyi açıklamam gerekiyor sana, değil mi?" diye sordu Aaron gözlerini üstümden çekmeden. Sesindeki bıkmış tını dişlerimi birbirine bastırmama, çenemdeki kasların kasılmasına sebep oluyordu. Planların hey ayrıntısını benimle paylaşmaması yüzünden sonradan bunları sormam, benim suçum değildi. En azından bu kadar kaba olmayabilirdi.

Küçümseyen tavrıyla derin bir nefes aldı. "Eğer işimiz acil olmasaydı, adam ayıldığı anda orada onunla konuşabilecektik. 2 gün önce cama takılan kurşunu henüz unutmadın değil mi? Güvenliği arttırmışlardı hani!" Dalga geçer gibi anlatması cidden onu boğmak istememe sebep oluyordu. Fakat beni durduran neydi, onu da bilmiyordum. Sanırım, her sinirinizi bozan insanı öylece öldüremiyordunuz. "Gir ve çık yapmak zorunda kaldık o yüzden. Bana kalsa hiç gitmeyecektim ya, neyse. Hem böylesi çok daha iyi oldu. Ona güvenip güvenemeyeceğimizi, kendimiz göreceğiz."

"Hepimizin hayatının tahminlere bağlı olduğunu söyleme lütfen?" dedim inanamıyormuş gibi. Aaron'un her zaman bir yedek planı olduğunu sanırdım. Şimdi ise bu, yeterince düşünülmemiş gibi geliyordu. Evin güvenli olduğundan, kendimden daha çok emindim ama bir tarafım Aaron'dan daha fazlasını bekliyordu. Aaron, 'en azındanlar ile yetinen bir adam değildi ki...

"Sence, işini tahminlere bırakacak biri gibi mi duruyorum?" dedi Aaron dirseklerini, dizlerine dayayarak. Kaşları çatılı bir şekilde bana bakarken bu düşüncem yüzünden kendime kızmaya başlamıştım bile. Aaron Cole, hafife alınacak bir adam mıydı? Öyleyse, neden bu işin içinde yıllardır olmasına rağmen sürekli planlarında bir aksaklık çıkıyordu?

"Adamın üstüne bomba falan yerleştirmedin umarım?" dedim aşağılayıcı bir şekilde. Şüphelerimin hiçbirini ona yansıtmak istemiyordum. Tek istediğim, yaptıklarından bir nebze olsun pişman olmasıydı. Az da olsa, insanlara zarar veriyordu ve bundan pişmanlık bile duymuyordu.

Gülümsedi Aaron. Yine de gözlerinden bir alev çıkacak, ben de o alevin içinde yanarak ölecekmişim gibi hissediyordum. "Kelimelerine dikkat et, Aaliyah." dedi gözlerini kısarak ve suratındaki gülümseme ile arkasına yaslandı. Evet, beni de yaksa, kesinlikle pişmanlık duymazdı.

Ona bir şeyler hissettirmeye çalışmakla, hata mı ediyordum yoksa? Belki de sadece, bombayı benim üstüme kurmuyor olmadığı için şükretmeli, yaptığı her şeyi geride bırakmalıydım.

Sessiz kalarak arkama yaslandım, kollarım göğsümde çaprazlama olarak duruyordu. "Halloldu!" diye kısa süreli bir sevinç gösterisinde bulundu Nathan havaya kaldırdığı elleriyle. Ellerini ovuşturarak arkasına yaslanmıştı şimdi. "Sadece Isaac'in ulaşacağı bir mesaj var kafasında, direkt olarak haritada burayı gösteriyor. Bundan sonrası ona kalmış. Onu bunu boş verelim de, o kadar heyecandan sonra bence cidden bir kutlama yapmalıyız. Bir ara başınız cidden belada sandım."

Nathan'dan söylediklerine kıkırdamadan edemedim. "Yakalanacağımızı mı düşünmüştün?" diye karşılık verdim hafif bir iddiayla. Bu rahatlık, özellikle de ortadaki koltukta Aaron ve Cora varken nasıl geliyordu bilmiyordum ama gelmiş, beni de bulunduğum kasıntılıktan kurtarmıştı. Sanki biraz önce Aaron ile atışan ben değilmiş gibiydim.

"Bir ihtimal," dedi Nathan, dudaklarındaki ifadeyi tam olarak şöyle çevirebilirdim: 'Belli mi olur?' demeye çalışıyordu. Evet, kesinlikle Aaron'un yanında bunu diyordu.

"Sen kendine dikkat et," dedi Aaron. "Biz gayet iyiydik." Bunu söyledikten sonra Aaron'un surat ifadesi alaydan geçip, garip bir ciddiliğe bıraktı yerini. Ben şaşkınlıktan öksürmeye, bir yandan da gülüşümü bastırmaya çalışıyordum; Cora, çatılı kaşlarla Aaron'a bakmaya başlamıştı. Biz, demişti! Cora'nın yanında demişti üstelik! Bilincinde olmadan demişti ve emindim ki farkında olsa bu cümleyi asla kullanmazdı ama demişti.

Suratımdaki gülümseme Cora'nın bakışlarıyla karşılaşınca ister istemez o ifadeden kurtulmaya çalıştım ama gözlerimdeki alay yerini koruyordu. Cora'nın her an her şeyi başka bir anlama çekebilecek olan zihninin sonucu, yüzü öfkeden kızarmaya başlamıştı bile. Boğazını temizledi ve gülümsemeye çalıştı sonra, "Senin iyi bir iş çıkaracağını zaten biliyorduk canım."

Cora bir de bizimle beraber olamamanın öfkesini yaşıyordu tabii. Gelememişti çünkü gitmesi gereken, Aaron'un ve diğerlerinin de söylemediği bir yer vardı. Gelmemesinin eksikliğini en azından ben yaşamamıştım çünkü en başından beri Cora o planda yoktu. Bir ara, çatıda keskin nişancı olarak durmak istese de gerek olmadığı ve boşuna dikkatleri üstümüze toplamaktan başka bir işe yaramayacağı konusunda herkes hemfikir olmuştu. Aaron'un dediği gibi değildi yani, Cora'ya ihtiyacımız yoktu ve kesinlikle de Cora yanımızda olmadan idare edebilmiştik.

"Bence de cidden bir kutlama yapmalıyız," dedi mutfak tarafından Sky. "En azından bir şampanya patlatmayı hak ediyoruz."

"Daha değil," dedi Aaron çatık kaşlarla. "Henüz değil."

Nathan itiraz edecek gibi oldu ki, "Bence Aaron haklı." diye araya girdim. Bunu söyleyeceğimi daha önce söyleseydiniz, size asla inanmazdım. Haklı olduğunu bilsem bile Aaron'u desteklemek, bana iyi gelmiyordu. "Belki kendini yakma pahasına, bizi ele verir. Tetikte olmalıyız."

"Ben hâlâ ne yaptığınızı tam olarak anlayamadım," dedi Sky yanıma oturarak. Arkasına yaslandığında, elindeki yeşil elmadan bir ısırık alıyordu. "Şimdi bu adam; insan mı, değil mi?"

"Hâlâ bir sadık," dedi Aaron. Koltuğun yan tarafına koyduğu elinin işaret parmağı ile ritim tutuyordu ve bu, garip bir şekilde beni huzursuz ediyordu.

"Sadıkların istendiğinde bir şeyler hissedebileceğini zaten biliyorduk." diye açıklamaya başladı Nathan. "Öfke gibi. Şimdi ise duygularının önüne konulan o engelleri kaldırdık ve insan gibi, belki biraz daha yapay ama hissedebilmesini sağladık. Aslında beni de burada şaşırtan bir nokta var. Biz hep; sadığa, duyguları yükleyeceğiz diye düşünüyorduk, telefona yüklenen uygulamalar gibi. Ama tek kullandığımız uygulama, engelleyiciyi engellemek için lazım olan oldu."

"Yani aslında o duygular orada hep vardı," dedim Sky'a dönerek. "Sadece bloke edilmişlerdi. Biz de o engeli kaldırdık. Fakat ben hâlâ soruma cevap alamadım. Ya Isaac bizi ele verirse? Dronlara mı güveneceğiz? Biz başka aletleri etkisiz hale getirebiliyoruz, neden bir başkası, aynısını bizim savunmamız üstünde kullanmasın?"

"Denesinler de göreyim," dedi Nathan iddialı bir şekilde. "Adam yeni," diye tekrar etti Aaron. "Senin gibi duygularını bir anda kontrol altına alabilecek şekilde yetişmedi. Üstelik şu an panik içinde, yanlış yapabileceğinin farkında. Sessiz kalacak. Kalmazsa da ne olacağını hepimiz biliyoruz."

Aaron Cole'un işinin, birilerinin kafasına silah dayamak olduğunu gerçekten öğrenmem gerekiyordu artık. İşini şansa ya da herhangi bir tahmine bırakacak bir adam değildi. Belki bir bomba yerleştirmemişti ama şimdiden o sadığın kafasında bir silahın dayalı olduğuna emindim.

"Peki şu kartı veren adam ne olacak?" diye sordum Aaron'a. Belki de düşünceli olmasının sebebi buydu. Adam, onu ele verebilirdi. Çoktan vermediyse. "Hadi bizi o, ele verdiyse? Seninle işbirliği yaptı ama bu suçtan kolayca sıyrılabilir, değil mi?" Gerçekten başımıza bela almaktan fazlasıyla korkmaya başlamıştım, her yerden, herhangi bir zaman sızıntı olabilirdi.

Aaron Cole ile olmak, böyle bir şey miydi? Her an, darbe yemeye hazır mı olmam gerekiyordu?

"Aalim, adamın peşinde. En başından beri adama güvenmiyordum zaten. Şerefsizin yüzünden bile sahtekarlık akıyor."

"Bu arada adamı almışlar içeri," dedi Nathan.

"Yarın ziyaret ederim," diye karşılık verdi Aaron adi bir sırıtışla. İçeri almak deyiminin polisler ile alakalı olmadığını anlayalı çok oluyordu. Kim bilir adama ne yapacaktı. Düşünmek istemiyor gibi gözlerimi sımsıkı kapadım birkaç saniye.

Her neyse," dedi o arada Nathan. Konuşmayı başka bir yere çekmek istediği, ne yazık ki fazlaca kendini belli ediyordu. Ayağa kalktı, boğazını temizledi. "Biz yatıyoruz, bu günlük bu kadar sanırım?" diye de ekledi çekingen bir sesle. Aaron'a baktı. Karşı gelmeyecek olduğunu ve yatmalarına karışmayacağını biliyorduk ama o günkü tartışmadan sonra Nathan daha da dikkat ediyordu sanırım. Yine de ona kırılmaya hakkı olmadığını biliyordu, aynı şeyin başıma geldiğinde Aaron'a kızamayacağımı biliyor olduğum gibi.

Onun için çalışıyorduk sonuçta, kızsak bile kızmamız; Aaron'u etkileyebilecek son şey olurdu.

Sky, Nathan'ın kolunun altına girerken; Aaron, ufak bir onaylayışla geçiştirdi onları. "İyi geceler," dedi Sky gitmeden önce hepimize bakarak. Bakışları daha çok bende odaklanmış gibiydi, bana da başıyla ufak bir selam verdi.

"Ben de yatıyorum," dedim gülümseyerek merdivenleri çıkan ikilinin ardından, suratım asık bir şekilde. Sadece Aaron'un biraz daha insaflı olmasını istiyordum. Benim kafama silah dayadığı gibi, herkese aynısını yapmak zorunda değildi. İnsanlara karşı böyle olmak zorunda değildi. Cora'nın tavırlarıyla birleşince bu aşağılanmış duygu, içimden onlara dil çıkarmak ve koşarak kaçmak geliyordu.

Ama tabii ki de bunu yapamazdım. Burada ciddi bir iş yapıyorduk!

Aaron'dan hiçbir ses gelmeyince bunun onun dilinde onaylamasını olduğunu anlayabilmiştim. İstese beni sabaha kadar kapının önünde nöbette bile tutabilirdi. Yine de yaptığı iyi veya kötü tüm davranışlara rağmen merdivenlere geldiğimde arkamı döndüm, ona ve Cora'ya dil çıkardım.

Şimdi çok daha iyi hissediyordum.

Sabır diler gibi içime çektiğim büyük nefesten sonra, koşar adım merdivenleri tırmandım. Benim için ayrılan odaya girdiğimde ise çok daha iyi hissediyordum. Çekmeceli dolaptan siyah bir çapraz atlet ve dizimin hemen altında biten siyah bir tayt çıkardım. Topuklu ayakkabılar ayağımdan çıkalı çok oluyordu ama hâlâ topuğuma batıyorlarmış gibi hissediyordum.

Sıfır kollu atleti üstüme geçirdim, elektriklenen saçlarımı düzelttim. Taytı giydiğimde, duş alamayacak kadar yorgun, sinirli ve düşünceli hissediyordum kendimi. Bütün duygularım çorbaya dönmüştü ve artık kafamın karışıklığından, midem de bulanıyordu. En iyisi uyumaya çalışmaktı. Çocuklara verdiğim 3 gün süremin dolduğunun da farkındaydım ama sanırım Aaron Cole'a söylemeden nasıl bu evden çıkacağım, kâbusumun konusu olacaktı.

Gözlerimi zar zor açıp esnediğimde, zihnimin içinde saati görebiliyordum. Gecenin 3'üydü henüz. Niye kalktığım da yeni yeni aklıma geliyordu. Kaşlarımı çatıp bakışlarımı yere eğdim. Rüyamda, daha doğrusu kâbusumda Aaron, "Tedaviyi bulduğumuzu görebilecek kadar yaşamayacak," diyordu. Tekrar ve tekrar, uzaklardan gelen bir ses ile bu sahne kafamda dönüp durmuştu.

Bacaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Hâlâ kendime gelmiş gibi hissetmiyordum ama fark ettiğim bir şey vardı. Aaron'un, bana; "En azından ölmedin," derken neyi kastettiğini şimdi anlıyordum. Vurgulamak istediği şey, aslında gerçekten beceriksizliğim değildi.

Vurgulamak istedi şey, zayıflığımdı.

Parçalar birleşiyor gibi hissediyordum. Evet, Aaron Cole, benim zayıf olduğuma da her zaman inanmıştı. Muhtemelen spora bile dayanamayacak kadar dayanıksızdım onun için. Belki de bu yüzden o gün, kimse beni çağırmamıştı. En azından beni yutulabilecek bir lokma olarak gördüğü için, bir piyondum onun hayatında.

Peki neden, şimdiye kadar kendimi güçlendirmek için hiçbir şey yapmamıştım?

Bu düşünce beni harekete geçirdi. Zihinsel olarak bazı şeylere karşı yenik düşebileceğimi biliyordum, Aaron kadar soğukkanlı olamazdım. Ama Aaron'un karşısında daha dik durabilme imkânım vardı. Acaba bu evde kum torbası falan bulabilir miydim?

Üstümdeki çarşafı alelacele yere attım ve koridordaki lavaboda soğuk suyu yüzüme defalarca çarptım. Kendime gelmemi sağlamıştı bu. Gözlerim, artık uykunun bıraktığı o etkinin altında ezilmiyordu. Sonuna kadar açılmıştı.

Hızlı adımlarla merdivenleri indim, bir anda Aaron'un karşısına dikilebilecek gibi hissettirdiğinden mi bilmem, oldukça enerjik hissediyordum. İlk önce koltukları ve masayı ses çıkarmamaya çalışarak kenara ittim, ardından da ısınma hareketlerine başladım.

Aynı zamanda kafamın içinde beni motive edebilecek hareketli bir müzik çalıyordu.

Zıplıyor, ip atlar gibi yapıyor ve olduğum yerde koşuyordum. Merdivenlerde bir ileri, bir geri yaparak fazlaca efor sarf etmiştim en son. Normal bir zamanda esnemek dışında fazla bir şey yaptığımı hatırlayamıyordum. Birkaç dakika içinde nefes nefese kalmam ve alnıma düşen saçlarımın terden ıslanması kaçınılmaz oldu.

Birkaç saniye duraksadım ayakta. Ayaklarımı sallayarak rahat ettirmeye çalıştım ve saçlarımı yeniden topladım. Kalp atışlarımın hızlanması gerekiyordu zaten. Hemen pes edemezdim.

Şınav pozisyonunu aldım. İlk dört tanesi oldukça kolay tamamlanmıştı ama 10'a tamamlayabilmek için bile fazlaca canımı yakmam gerekmişti –ki onu da müziğin verdiği gaz ile tamamlayabilmiştim. Gerçekten oldukça zayıf ve kırılgandım. Fiziksel acıyı ve ağrıyı yeterince karşılayamıyordum.

Şınav hareketi için yeterince iyi olmadığından emin olunca, mekik çekmeye başlamanın daha iyi olacağı kanısına vardım. Zaten omuzlarımın oradaki kaslar isyan etmeye başlamışlardı. Yarını düşünemiyordum.

Yerdeki krem rengi halının üstüne uzandım ve yattığım yerde derin bir nefes aldım. Ellerimi ensemde birleştirdim ve kalkmaya çalıştım. Ayaklarım havalanıyor, bu da kalkmaya çalışırken debelenmeme, sudan çıkmış bir balık gibi ani hareketlerde bulunmama neden oluyordu.

Birkaç kez daha denedim. Her kalkışımda karşımda okyanus manzarası görmek güzel olabilirdi ama buna daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum. Ayrıca her hareketimde belimdeki pantolon kayıyordu ve elimle çekiştirmek zorunda kalıyordum.

Son 3 mekik olacağına söz vermeye başlamıştım içinden. "Sırtın açılıyor." Aaron'un sesiyle yerimden zıpladım, kafamın içinde çalan müzik, bir anda kapanmıştı. İlk işim pantolonumu tekrar yukarı çekiştirmek oldu. Beni, Aaron'un karşısında nasıl bir duruma düşürdüğünü biliyor muydu!

Tam kalkıyordum ki, "Devam et," dedi Aaron pet şişeden su içmeye devam ederek. Ona öylece baktığım sürede, pet şişeyi kapatmış ve cam kenarına doğru çektiğim ahşap masanın üstüne koymuştu.

"Yeterli bu kadar," dedim ayağa kalkarak. Onun karşısında balık gibi çırpınıp kendimi rezil etmeyecektim. Eğer çoktan olmadıysam yani. "Ne kadar zamandır beni izliyorsun?"

"Yeni geldim," dedi gri eşofmanının iplerini sıkarken. Üstünde beyaz bir tişört vardı yine. "Devam etmeni söyledim," Sesindeki tehdit eden tınıyı yakaladığımı söylememe gerek var mıydı? Her şey için bu sesi kullanmaya hazırdı zaten Aaron.

Bir yandan sabır dilenirken tekrar uzandım halının üstüne. Ellerim ensemde birleşirken, "Yapamıyorum," diye söylendim. Onun karşısında başarısızlığımı dile getirmek istemiyordum ama belki bu onu vazgeçirir ve beni, rezil olmaktan kurtarırdı.

"Alışırsın," dedi Aaron ayaklarımın dibine oturarak. Dizleri bükülmüş bir şekilde bacakları iki yana doğru açıktı. Ellerini ayak bileklerimi koymuştu. "Şimdi tekrar dene."

Rahatsız olsam da ses çıkarmadım. Bu sefer çektiğim mekik daha kolay gelmişti ama arada Aaron'un eli ve baskısı olmasına rağmen neredeyse yine kalkacaktı bacaklarım.

"Bacaklarına oturmak zorunda bırakma beni," dedi Aaron sinirli bir şekilde. Gözleri öfkeli bir şekilde açılmıştı. "Tekrar dene." En azından kesmekle tehdit etmiyordu.

"Seni ne ilgilendiriyor ki?" dedim oturur pozisyona geçtiğim anda. "Bırak! Kendim yaparım ben."

Bileklerimi sıktı hafifçe. "Zayıf olmayacaksın," dedi sonra üstüne basa basa. "Tekrar dene. Ve bacaklarını da yere yapışık tut."

Derin bir nefes alarak geriye gittim. Bu sefer Aaron'un eli orada değilmiş, ve sanki bacaklarım gerçekten yere yapışıkmış gibi düşünmem gerekiyordu. Onu kızdırmak istemiyordum. Tekrar denerken bu sefer Aaron'un eline ihtiyacım kalmamıştı sanki. Daha iyi idare edebiliyor gibiydim.

Her mekik çekişimde aynı etkiyi yapamasam da bir daha Aaron, bileklerimi sıkmak zorunda kalmadı. Tek sorun, vücudumun esnemesinden kaynaklı olarak her mekik tamamlandığında vücudumun daha da eğilmesi ve ileri gitmesiydi. Her mekik tamamlandığında Aaron'a daha yakın oluyordum yani.

Tekrar mekik çektiğimde Aaron'un ya da benim yakınlığımdan dolayı burun buruna geldik. Karanlıkta, ona bakmaktan kendimi alamıyordum. Çok bir şey görebiliyor sayılmazdım ama onun da bana dikkatlice baktığını anlayabiliyordum. Belki de bu kadar dikkatli bakarken, onun için bir tehdit olup olmadığımı anlamaya çalışıyor olabilirdi.

Ensemde birleşmiş olan ellerimi indirdim ve ayak bileklerimde olan ellerinden, ayaklarımı çekerek kurtuldum. Zaten baskısı neredeyse hiç yok gibiydi. "Bana neler yaptığından hiç bahsetmiyorsun," dedim tokanın tutamadığı birkaç saç telini kulağımın arkasına sıkıştırarak. Benim bilmediğim bir sürü adamı, bir sürü işi vardı.

"Çünkü anlatmam gerekmiyor," dedi sakin bir sesle. "Ama bilgin olsun: Nathan'a biraz daha özel zaman vermeyi düşünüyorum yakın bir zamanda. Bana yardım etmesi gereken kısım bitince, tedaviye yoğunlaşabilir." Güldü. "Gerçi tedavi seni de ilgilendireceği hâlde hiçbir şey söylemedin karşımda ama..."

"Olaya karışmamam gerektiği düşünmüştüm," dedim başımı eğerek. Gerçekten, ona neden karşı gelmediğimi mi sorgulayacaktı?

"Benden korkuyormuşsun gibi gelmişti daha çok." Dudaklarındaki o ufak kıvrımla ve iddialı bakışlarıyla bana bakmayı sürdürdü. İkimiz de ayağa kalkmıştık.

"Senden korkmuyorum," dedim inatla. Korkuyordum ve Aaron da bunu kesinlikle biliyordu. Neden boşuna çırpındığım hakkında ise en ufak bir fikrim yoktu. Sadece, korktuğumu kabullenmek yanlışmış gibi geliyordu.

"Güzel," dedi Aaron gözleri kısılmış bir biçimde. "En azından yalan söylemeyi akıl edebiliyorsun. İnandırıcılık kısmında biraz daha çalışmalıyız yalnızca." Ellerini uzattı sonra, "Vur."

"Ne?" dedim ani bir şaşkınlıkla. Daha onun alayına karşılık verecek süreyi bile bulamamıştım.

Havada tuttuğu ellerini salladı. "Yumruk at," diyorum dedi gözlerini tekrar kocaman açarak. "Yumruklarının ne kadar kuvvetli olduğunu ölçeceğim."

Gözlerimi devirerek ellerimi yumruk yaptım. Aaron Cole istiyorsa, kaçış şansım yoktu. Aaron'a olan kızgınlığımı düşünerek ilk yumruğumu attım. Tenin tene değen şiddetli sesine rağmen Aaron, "Daha iyisini yapabilirsin," diye dalga geçiyordu.

Yumrukların arasında Nathan'ı ve tedaviyi de düşünüyordum. Neden sesimi çıkarmamıştım sanki? O arada Aaron'a, "Eğer Nathan seninle çalışmak istemeseydi, onu da zorlar mıydın?" diye sordum. Yumruk yapmaktan yorgun düşen ellerimi serbest bırakıp, sallamak durumunda kalmıştım.

"Seni zorladığım gibi mi, demek istiyorsun?" Omuz silkti. Yine o gülümsemesi dudaklarındaydı. Alaycı bir gülümseme olmasaydı oldukça güzel göründüğünü itiraf edebilirdim. "Muhtemelen."

"Merak ediyorum," dedim yumruklarımı tekrar sıkarken. Aklımda bileğimi morarttığı gecenin izleri beliriyordu. Ellerini tekrar kaldırmış, yumruklarımı beklediğini belli etmişti ama etkilenmediği görebiliyordum. Dişlerimin arasından, "Senden nefret eden insanlarla olmak, nasıl bir duygu?" diye devam ettim. Eline yumruğumu sertçe geçirmeyi ihmal etmemiştim. Bu ondan çok, benim elimi acıtmış gibiydi.

"Bir ayağını geride tut," dedi cevap vermek yerine. Beklediğim cevap; ben, sağ ayağımı geri atınca gelmişti. "Benden nefret mi ediyorsun?"

"Başka birinden bu kadar nefret edemezdim," dedim tükürür gibi. Doğru muydu, bilmiyordum. Ona karşı fazlasıyla öfkeyle dolup taştığımdan emindim ama, nefret miydi bu, bilmiyordum. Onun da uğruna savaştığı şeyler vardı. Bunu anlayabildiğimden, istesem de nefret edemiyordum sanırım. Sadece öfkeliydim. Ve bunun farkında olmak, beni asıl nefrete yönelten şeydi.

"İyi ki benim için çalışıyorsun o zaman," dedi üstünlüğünü vurgulayarak. Ona kızmam da, nefret etmem de, gram etki bırakmıyordu üstünde.

Fakat benden ne kadar üstün olursa olsun; o da, benden nefret ediyordu. "Sen de benden nefret ediyorsun ama, öyle değil mi?" dedim güler gibi. Ellerimin acımasına rağmen tekrar bir yumruk daha savurdum havada olan eline. "Birinden nefret ediyorken ne kadar üstün ya da aşağılık olduğumuzun bir önemi kalmıyor sanırım."

Ellerini indirdi ve, "Hayatımda nefret edebileceğim bir yere sahip değilsin, Aaliyah." dedi. Dudaklarındaki ifade tam olarak: Üzgünüm ama gerçek bu, der gibiydi. "Sadece sana güvenmiyorum." diye devam etti sonra. "Ve emin ol, bir şeyler sakladığının da farkındayım."

Nefesim hızlanırken güçlükle yutkundum, sanki bu; Aaron'un, sakladığım şeylerin farkında olduğu gerçeğini değiştirebilecekti! Aaron'un gözlerinin içine öylece bakarken, ona hissettirmeden derin bir nefes doldurdum ciğerlerime. Bana bu gün ne demişti? "Senin gibi duygularını bir anda kontrol altına alabilecek şekilde yetişmedi."

Ben, duygularıma kelepçe vurabilecek şekilde yaratılmıştım; sırrım ne kadar tehlikeli olursa olsun, onun üzerini örtebilirdim. Terden ıslanmış saçlarıma dokunmadan, sırtımı dikleştirdim. "Benden nefret etmemen için bu mu gerekli?" diye sordum bütün duygularıma gem vurarak. Sesimden bir şeyi anlayabiliyor olması mümkün değildi, çünkü sesime duygunun geçişi olmadığı gibi, zihnime de yoktu. "Sakladığımı düşündüğün şeyleri mi söylemeliyim?"

Bakışlarıma donuk bir alayla karşılık verdi. Dudakları kıpırdamıyordu ama gözlerinde çakmak çakmak olan o dalgalanmanın yarattığı etkiyi hissedebiliyordum karşısında gözlerimi bile kırpmadan dururken. "Hiçbir şey hissetmiyormuş gibi davranmak, senin için çok kolay, değil mi?" dedi o da dik bir şekilde. Yeni çıkmaya başlamış sakalları, kemikli yüzü ve bakışlarındaki o ezici üstünlük... O kadar asildi ki!

"Sorunun cevabı evet. Senden nefret etmiyor olmam için, sakladığın gerçekleri birer birer avuçlarıma teslim etmelisin. Buradaki ironiyi anlıyor musun, Aaliyah? Nefret ettiğin birine sırlarını teslim etmezsin. Sana güvenmesini isteyerek ona parçalar veriyorsan da, ondan nefret etmiyorsundur." Dudaklarındaki alaylı kıvrımlar yine kendini belli ederken yürümeye başladı. "Bu arada, kelime oyunları yapman da çok hoş. Düşünebiliyormuşsun gibi hissettiriyor."

Yanımdan geçip gideceği ve beni, kelimelerinin altında ezilmeye terk edeceği anda bileklerine sarıldı ellerim. "Beni aşağılamaktan vazgeç!" diye tısladım.

"O zaman aşağılamayacağım biri ol!" diye karşılık verdi bileğini öfkeyle geri ekerek. Öfkeyle alınan nefeslerimin arasında burun deliklerim büyürken ve gözlerim olabildiğine açılırken kendimi kontrol edemiyordum.

Aaron'un göğsüne yumruk atacağım sırada sıkıca tuttuğu bileğimi kendine çekti. Bileklerim, ellerinin uyguladığı yakıcı kuvvetin altında eziliyordu. "Bırak!" diye bağırdım kısık bir sesle, dişlerimin arasından. Yüzünün yüzüme olan yakınlığı, suratına olan tükürme isteğimi daha da arttırıyordu.

Sıkıcı tuttuğu bileğimi bana çatılı kaşlarla bakmayı sürdürerek bırakmadı Aaron. Yakınlığından kurtulmak için çırpınmam hiçbir fayda yapmıyordu. Nasıl benden daha güçlü olabiliyordu? Gerçekten bu kadar zayıf mıydım?

"Savaşmayı bırak," diye fısıldadı nefesi dudaklarıma çarparken. "Eğer yeterince güçlü olamayacaksan, bırak."

Onunla ne kadar zayıf ya da güçlü olduğumla ilgili konuşmak istemiyordum. Her iki türlüsü de kanıtlamam gereken şeylerdi. Kanım öfkeden kaynarken, "Beni etkilemeye mi çalışıyorsun yoksa?" dedim alayla. Gözlerim kısılmış bir biçimde bir onun dudaklarına, bir de gözlerine bakıyordum. Beni öpmeyecekti fakat konuyu başka bir yere çekiyor olmam, çok daha rahatlatıcıydı.

Aşağılayıcı bakışlarından bir tek bu türlü kurtulabiliyordum.

"Seni ancak dilini ısırmak için öperdim, Aaliyah," dedi dalga geçerek. Neyi kestettiğini anlayamazken acımasız bir gülüşle, sıktığı bileklerimi itti. Zayıflığımla her anda dalga geçmeyi kafasına koymuş gibiydi. "Bana dilini çıkaracak cesareti bulmanı, başka türlü nasıl cezalandırırım bilmiyorum çünkü."

"Pişman değilim," dedim yine aynı maskenin altında kendimi gizlerken. Sorun, çocukça bir şey yapmış olmam değildi. Sorun, bunu yapacak cesaret bulmamdı.

"Güzel," dedi Aaron serseri bir gülümsemeyle. "Aksini söylüyor olsaydın, şüphelerim olacaktı."

"Ne şüphesi?" diye soracakken nefesim yarıda kesildi. Dudaklarıma kapanan Aaron'u itmeye çalıştım fakat bileklerimi tuttuğu andaki gibi, çırpınmaktan öteye gidemiyordum. Ağzımı açmam için beni zorlarken ve saçlarımı çekiştirirken dişlerimi olağanca gücümle sıktım. Yanağıma dokunan parmaklarını kırmak istiyordum.

Dudaklarımda hissettiğim acıyla beni, ellerinin arasından bıraktı. Parmaklarımı aniden alt dudağıma götürdüğümde kanadığını, Aaron'un dudaklarında da kandan bir parça bulunduğunu gördüm. Dışarıdan gelen ışıkla dişleri ve dudaklarındaki kan parlıyordu. "Adi herif!" diye bağırdım sımsıkı yaptığım elim yüzüyle buluşurken.

Yüzü yana doğru hafifçe çevrilirken, yüzünde hâlâ o manasız sırıtış vardı. "Piç kurusu!" diye tekrar tısladım dişlerimin arasından ve var gücümle onu omuzlarından ittim.

"Ne oluyor?" diyerek odasından çıkan Cora'yı görünce ne yapacağımı bilemedim bir an. Cora en başından beri haklıydı. Aaron ile aynı evde kalmamalıydım. Başımı kendime gelmek için sallarken arkamı döndüm. Kaçıp gitmeye ve bir daha Aaron'un suratına bakmamaya karar verdiğim anda bileğimde bulunan eller, yine Aaron'a aitti.

Kolumu hızlıca tekrar çektim, Cora buraya gelmek için hareketlenmeye başlamıştı. Fakat koşar adımlarla Aaron'dan kaçarken, beni yakalaması biraz zordu. Ne Aaron'un, ne de Cora'nın yüzüne bakabileceğimi sanmıyordum. Bir süre yalnız kalıp, kendime gelmem gerekiyordu.

Yine de tenimi ürperten Aaron'un nefesini, yaptıklarını ve geri kalan her şeyiyle birlikte bu fısıldayışı kafamdan silemiyordum. "Bundan bahsediyorum! Savaş, Aaliyah! Bana, güçlü olabileceğini kanıtla! Daha fazla aşağılanmamak da dâhil, her şey senin elinde. Bu oyun, ölümünle sonuçlanmak zorunda değil."

Her şey, benim elimdeydi. Fakat ben bu kadar şeyin arasında nasıl savaşacağımı bilmiyordum. Bunun için yeterli değildim.

Ve yaşama ihtimalim de dâhil elimde olan her şey, öylece kayıp gidiyordu.


Continue Reading

You'll Also Like

511K 26.9K 34
81 milyon alem vardır. Biz sadece belli başlı olanları biliriz. Melekler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, cinler ve şeytanlar. Peki ya bilmediklerimiz...
3.3K 402 33
Yiğit efe aşık olursa Not: Hikaye YiğZey olarak yazılmıştır
2.9K 342 16
Birbirlerinden nefret eden iki gryffindor genci. Öğretmenlerin artık ikisinin kavgalarından usanması sonucunda artık yapabilecekleri bir şey yoktu. T...
75K 2.7K 20
Avukatın mafya müvekkeli ile zorlu yaşamı