Kaybedenler Kulübü

By sirinmerveee

14K 729 432

Ben Emre DEĞİRMENCİ. Üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü bu hayatta, hiç doğru yapamayan adam. Doğrularını kayb... More

Tanıtım
1. Bölüm "DÖNÜŞ"
2. Bölüm "BULUŞMA"
4. Bölüm. "TANIŞMA"
5. Bölüm " RANDEVU"

3. Bölüm "SANRI"

654 97 44
By sirinmerveee

Merhabalaaaaaar. Medya; Emir Özsoy.

Arkadaşlar destek olmak için beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.

Şimdiden keyifli okumalar :)

************





EMİR ÖZSOY'DAN

O gün en son beklediğim şey eski dostumu evimizin bahçesinde; zayıflamış, gözlerinin parıltısı gitmiş ve göz altlarında koyu mor halkalar çıkmış bir şekilde görmekti. Onu karşımda gördüğüme inanamıyordum. Emre benim çocukluk arkadaşım, en iyi dostum, silah arkadaşımdı. Ama karşımdaki Emre, eski Emre gibi değildi. Gözlerinin ne kadar yorgun baktığını, içinin darmadağınık olduğunu ve kıpkırmızı olmuş gözlerinden her an yaşlar boşalacağını tek anlayan ben miydim, bilmiyorum. Bildiğim tek şey ise karıncalanan ve gözlerime doluşmaya başlayan yaşlardı.

Ben arkadaşımı hiç böyle perişan hayal etmemiştim. Böyle umutsuz, çaresiz, bitik ve yorgun... Ellerinin titrediğini ayakta sallandığını görüyordum. Koşup ayakta durması için yardım etmem gerekirken ayaklarım toprağa kök salmışçasına yere çakılmıştı, hareket edemiyordum.

Anılar zihnime üşüşmeye başlamıştı; 15 yaşındaydık:

"Sonsuza kadar kardeşiz." diye fısıldadım kamp ateşinin aydınlattığı yüzlere bakarak. Emre bana baktı, gülümseyerek lafı benden aldı.

"Bugün..."

"Yarın..." diye devam etti Ali.

"Sonsuza dek..." diyerek yeminimizi tamamladı Ercan, Ömer ve Şeyma. Sonra hepimizin yüzü grubumuza yeni katılan Yalın'a döndü. "Evet, sıra sende." dedi Emre, "Yemin et."

Yalın'la bizi Ercan tanıştırmıştı. Biraz onunla takılınca onu da aramıza almaya karar vermiştik. Yalın ayağa kalktı ve hepimize gülen gözlerle baktı. Elini kaldırarak, "Sonsuza kadar kardeşiz; bugün, yarın ve sonsuza dek."

Hepimiz birbirimize bakıp ne yapmamız gerektiğini kafamızda tartıyorduk. Aradan üç yıl geçmiş, geçen yıllar hepimizden bir şeyler götürmüştü. Biz, kalanlar birbirimize sığınmıştık, sarılmıştık ve iyileşmeye çalışmıştık. Emre ise kaybolmayı tercih etmiş, üç yıl boyunca ondan haber alamamıştık. Bize bıraktığı sadece iki cümlelik bir nottu.

"Tüm olanlardan sonra burada yaşayamayacağımı biliyorum. Lütfen beni anlayın. Emre"

Çok zor zamanlardı. Benim ona ihtiyacım vardı; onun bana daha çok ihtiyacı vardı. Fakat o tüm bağlarımızı kopartıp gitmeyi tercih etmişti.

Bu uzun sessizliği bozan Şeyma'nın koşup Emre'nin çenesine sert bir yumruk atmasıydı. "Aptal, Aptaaal!"

Biz onlara bakarken Şeyma küçük elleriyle Emre'nin göğsünü yumrukluyor bir yandan da yanaklarından aşağı süzülen yaşları elinin tersiyle siliyordu. Emre hiçbir tepki vermiyor sadece kırmızı gözlerle bize bakıyordu.

En sonunda Şeyma'yı bileklerinden tutup göğsüne bastırdı ve sıkıca sarıldı.

"Özür dilerim sarışın, çok özür dilerim." diye mırıldanıyor, sırtını okşuyordu. Ne yapmam gerektiğini çözemiyordum; bizi bıraktığı için ben de çok kırgındım. Ama yine de o benim üç yıldır yolunu beklediğim kişiydi, kardeşimdi.

Ömer yanlarına yaklaştı, sonra Ali. Emre, Şeyma'dan ayrılıp onlarla kucaklaşırken bahçede sessizlik hakimdi. Kimse ne diyeceğini bilmiyordu. Ali, gözlerini kurularken Ercan'ında yanımdan ayrılıp Emre'nin yanına gittiğini gördüm. Onu sıkıca kucaklarken bu manzarayı ne kadar özlediğimi fark ettim. Ne kadar birbirimize kızsak da biz görünmez bağlarla birbirimize bağlı en iyi arkadaşlardık.

Ama onu görene kadar ona ne kadar kırıldığımı fark etmemiştim. Ayaklarım ona gidemiyordu. Diğerleriyle sarılma faslı bitince bana baktı kanlanmış gözleriyle. Bir adım attı. Bir adım daha... Ne olduğunu anlamadan benim de hareketlendiğimi fark ettim.

"Emre..." diye seslendim. Yanıma varıp kollarıyla beni sararken oldukça içten bir şekilde "Kardeşim." diye fısıldadı. Ona sarılırken ne kadar zayıfladığını daha net anlıyordum. Yaşadıklarımız, en çok da kayıplarımız gözlerimizden acı olup akarken diğerleri de çevremizde çember oluşturdu. Yavaşça çimlerin üzerine oturduk hep beraber.

Ayrıldığımızda kimse bir süre konuşamadı ta ki Emre sözü alana kadar, "Çok... çok özür dilerim gerçekten. Sizi çok özlemişim."

Şeyma kollarıyla tekrar ona sarılırken yanağını öptü, "Biz de seni çok özledik."

"Ben..ben kendimi toparlayamadım annemden ve...ve Pembe'den..." Boğazım düğümlendi.

Birden araya girdim, "Lütfen. Biz eskilerden konuşmuyoruz asla."

Üç yıl olmuştu. Tüm yaşanmışlıkları zihnimizde toprağa vermiştik ve asla biz bizeyken bile eski acı dolu anılardan bahsetmemiştik.

"Evet, haklısınız. Konuşmasak daha iyi."

"Ama yanımızda olsaydın her şey daha kolay olabilirdi!" diye sesini yükseltti Ömer.

"Kesinlikle haklısınız. O yüzden yanınızda olmamam gerekiyordu."

"Abi ne diyorsun sen? Ne diyorsun Emre? Seni ne kadar merak ettiğimiz, endişelendiğimiz hakkında bir fikrin var mı?" diye hırladı Ali.

"Seni dövmek istiyorum." Söylendi Ercan.

Emre acıyla gülümsedi, "Döv, zaten eski gücümü kuvvetimi kaybettim."

"Emre, eskiden de seni dövebiliyordum ben." dedi Ercan kaşlarını çatarak. "Sallama Ercan." diye lafını kesti Şeyma.

Emre hiç konuşmayan bana baktı. "Eğer beni affedecekseniz, öldüresiye dövebilirsiniz. Ama şunu bilin ki ben gittiğim için hiç pişman değilim. Çünkü gitmem gerekiyordu."

"Hayır, gerekmiyordu." dedim sinirli bir şekilde Emre'ye bakarak. "Gitmen gerekmiyordu!"

"Her şeyin sorumlusu bendim. Gitmem gerekiyordu."

"Emre, biz bir söz vermiştik hatırlıyorsun değil mi?" diye çıkıştı Ömer. "Her şeyde senin kadar bizim de suçumuz var. Tüm yükü omuzlanmaman gerekiyordu."

"Annemi ben öldürdüm, Pembe'yi..."

"YETER." diye bağırarak ayağa kalktım, "Lütfen, Emre. Geldin, hoş geldin ama lütfen eski konuları açma. Tekrar o günlere dönmek istemiyorum."

Herkes uzunca bir süre sessiz kaldı. Sorulacak sorular ve nedenler asla bitmezdi. Sorulacak çok soru vardı fakat kimse daha bir şey sormadı. Hepimiz kendi halimizde sessizce oturup çimleri parmaklarımızla yolup durduk. Emre'nin gelişi bir çok anıyı beraberinde getirmişti sanki. Gözlerimin önünde oynayan sahnelerden kurtulmak istercesine gözlerimi yumdum. Yeniden aynı krizleri yaşamak, asla kapanmayan yaralarıma tuz basmak istemiyordum.

Bunca yıl asla konuşmadığımız şeylerin aslında kimse tarafından unutulmadığını görmek yalnız olmadığımı hissettirdi. Herkesin gözünün önünde, kafasının içinde, zihinlerindeki o eski gizlenmiş kutuda tüm yaşanmışlıklar bir bir ortaya dökülüyordu. Hatalarımız ve ödediğimiz onlarca acı dolu bedel.

Aramızda elle tutulur cinsten büyük bir gerginlik vardı. Konuşamıyorduk. Hepimiz Emre'nin ne kadar çöktüğüne şahit olmuştuk. Kendine ne yaptın Emre?

Yine her sorunu çözdüğü gibi bu soruna da el atan Ali oldu, "Pekala yeter bu kadar sulu gözlülük. Sonunda Emre aramıza dönmeye karar vermiş, nedeniyle nasılıyla uğraşmayalım."

Ercan da ondan taraf tutarak ,"Aynen ya. Sen ne zaman geldin, niye bize haber vermedin bakayım? " diyerek bir sohbet konusu açmayı hedefledi.
Emre de gülümsemeye çalışarak "Size sürpriz yapmak istedim." diye cevap verdi. İçin için kızsamda ne kadar sevindiğimi tarif edemiyordum.
Hala Emre'ye sarılan Şeyma "Ama ben seni çok özlemişim ya." diye mırıldandı ve daha da sıkı sarıldı.
"Yeter artık çocuğu öldüreceksin." dedi Ömer, Şeyma'yı Emre'nin kollarından çekip sağ kolunun altına alırken. Şeyma sinirli sinirli Ömer'de bakıp homurdandı, "Seni görüp intihar etmediyse sorun yok demektir."
Ömer'de kolunun altındaki kafasını sıkıştırıp yapmacık bir kahkaha attı.
"Şakacı şey seni."

Herkes normal davranmaya çalışıyordu. Sanki Emre tatilden dönmüştü de onu hoşluyorduk. Ama tüm bu olanlar benim derinimdeki bir yarayı kanatmıştı. Yıllar sonra ilk defa birisi yüksek sesle 'Pembe' demişti. İçime çöreklenen acı nefes almamı her saniye zorlaştırıyordu.

"Ne zaman geldin?" diye sordu Ercan Emre'ye.

"Dün."

"Bora amcaya mı uğradın."

Emre kısa bir an bana baktı sonra bakışlarını gök yüzüne çevirdi. "Dün geceyi dışarda geçirmek zorunda kaldım. Eve..." derin bir nefes verdi, "O eve giremedim."

"Emre, buraya neden gelmedin?" diye kaşlarını çatarak sordu Şeyma.

"Akşam akşam sizi rahatsız etmek istemedim."

Ömer hışımla karşı çıktı. "Abi saçmalıyorsun artık, ne rahatsızlığı!"

Ercan Emre'nin küçük bavulunu eline alırken, "Hadi gel. Eve çıkalım da biraz dinlen. Eminim çok yorgunsundur. Hem odan gittiğinden beri aynı şekilde duruyor." dedi.

Emre bana baktı ve gözlerine ulaşmayan bir tebessümle dudaklarını kıvırdı, "Odam duruyor mu hala?"

Benim tek ev arkadaşım Ercan değildi, Emre de vardı. Üçümüz aynı dairede kalıyorduk. "Evet duruyor tabii" diye yanıtladı Ercan, eve doğru yürürken. Şeyma da Emre'nin koluna girmiş onu eve doğru çekiştiriyordu, "Hadi gidelim, sen bir duş al, rahatla ve uyu. Sonra beraber akşam yemeği yeriz. Emre, berbat gözüküyorsun!"

"Sağ ol sarışın." diye homurdandı Emre onun kendisini sürüklemesine izin verirken.

Hepsi tek tek içeri girerken arkalarından onları izledim sadece. Şu an onlarla beraber olacak kadar iyi hissetmiyordum kendimi. Bahçe kapısından gerisin geri çıkarken ayaklarımın beni nereye götürdüğünü çok iyi biliyordum.

****

Evimizin bulunduğu sokaktan çıkıp iki blok ötedeki yeşile boyanmış 5 katlı apartmana ulaşana kadar hiç durmadan koştum. Üçüncü katın balkonuna baktım; bu çıplak binaya hayat veren çiçekleriyle adeta parıldıyordu. Papatyalar, sarmaşıklar ve balkon çiçekleri... Bitkiler bolkonun dış duvarını kaplamış, orasını cennetten bir köşe kılmışlardı.

Daha fazla orada beklemeden apartmandan içeri girdim ve doğruca üçüncü kata çıktım. Yine türlü çiçekler bu dairenin önünde sıralanmıştı. Ayşim'in imzası her yerdeydi.

Hırsla kapıyı çaldım. Kapı yavaşça açıldı gıcırdayarak.

"Emir?" diye seslenen kızın suratına baktım.

"Merhaba Peri. Ayşim içerde mi?" diye sordum, Ayşim'in ev arkadaşına.

Peri kapıdan çekilirken konuştu, "Evet, odasında. Hayırdır, yüzün bembeyaz olmuş, bir şeyin mi var?"

"Yok, yok. İyiyim ben. Ayşim'in yanına gideyim müsaadenle. "

"Tabii, buyur."

Ben onun yanından hızla geçip Ayşim'in odasına doğru ilerlerken arkamdan tekrar seslendi, "İçecek bir şeyler ister misin?"

"Hayır, teşekkürler."

Oda kapısının önüne vardığımda sanki bir alacaklıymışçasına kapıyı çaldım. İçeriden bir patırtı sesi duyuldu, ardından kapı hızla açıldı,

"Hey neler olu...yor! Emir? Ne oldu?"

Ne olduğunu anlamadan beni tutup içeri çekti ve odasındaki eski kanepeye oturttu. Yanıma ilişip yüzümü dikkatli bir şekilde incelemeye başladı, "Emir? İyi misin, neyin var?"

"Emir? Sevgilim, iyi misin?"

Başım yerinden çıkmışçasına ağrıyordu. Birinin bana seslendiğini hissediyordum ama her şey benim için çok manasızdı. Gözlerimin önünde simsiyah bilinmez bir perde vardı.

"Emir, kardeşim! Lan bir şey mi oldu acaba?"

Ben gözlerimi açmanın savaşını verirken tepemde yükselen sesler başımı şişliyorlarmış gibi hissettiriyordu.

"Ambulansı mı arasak acaba, ha? Emre, arasak mı?"

"Arasak mı? Nerede o Yalın? Onun yüzünden oldu işte. Geri zekalı!"

"Buz bulmaya gitti."

"Dolapta buz var, nereye gitti?"

"Offf, sevgilim hadi bana bak lütfen."

"Sanırım gözlerini açmaya çalışıyor."

Gözlerimin önündeki karanlık yerini bana endişeyle bakan iki yüze bıraktı. Ben en son olanları hatırlamaya, orada öylece niye yattığımı anımsamaya çalışırken birden "Ah uyandın!" diye çığlık duydum ve çığlığın sahibi üzerime atlayıp kollarıyla boynumu sıkıp beni nefessiz bırakmaya başladı. Çırpınıp onu üzerimden atmaya çalışırken dışarıdan bir destekle beni boğan şahıs uzaklaştırıldı. Ben derin derin nefes alıp öksürüklere boğulurken onların sesi asla kesilmiyordu.

"Pembe, ne yapıyorsun? Öldürecek misin onu?"

"Aşkım, aşkım özür dilerim." diye bağırdı Pembe ağlamaklı bir sesle ve hala öksüren benim yanıma gelip sırtıma sertçe pat pat vurmaya başladı. Bir yandan da "Geçti, geçti." diyordu.

Ellerini zor bela tutup avuçlarıma hapsettim ve "Yeter artık, yaşamama izin verecek misin?" diye bağırdım.

Yanımda oturan Emre de o ağır elleriyle sırtıma sert bir şekilde vurup, "İyisin iyi, nazlanma!" diye sırıttı.

"Ya hasta mısınız siz? Neden canımı alacakmışsınız gibi hissediyorum." diye homurdandım, Pembe'nin ellerini bırakıp başıma masaj yaparken. "Ne oldu bana ya?"

İki tane küçük el başımın üzerinde nazikçe gezinmeye ve hafif hafif ovalamaya başladı. "Düştün."

Kendimi Pembe'nin nazik ellerine emanet edip başımı onun dizlerine yatırdım. Onun o küçük elleri benim ilacım gibiydi. Bana dokunduğu anda tüm ağrılarım, acılarım geçiyordu.

"Nerden düştüm?" diye sordum yanımda oturan Emre'ye. Sarı saçları güneşte parlıyor, az önce bana endişeyle bakan mavi gözleri şimdi muzip bir ifadeyle bakıyordu. Elleriyle bahçe duvarını gösterdi, "İşte oradan düştün."

Ah, şimdi hatırlamaya başlamıştım. "Yalın." diye hırladım.

Başımdaki eller biraz sertleşmeye başladı, "Emir ben sana Yalın'ın gazına gelme diye kaç kez uyaracağım?"

"Ama Pembe'm duymadın mı ne dedi? Buradan atlarsan..."

"Erkekler asla büyümüyor ya! Kaç yaşındasın sen?"

"22"

"Bu cevaptan sonra daha başka bir şey demek istemiyorum."

Başımı dizlerinden kaldırıp yüzüne baktım, "Sen bana gazla çalışan salak mı demek istiyorsun?"

O da bana bakıp sırıttı, "Hayır estağfirullah."

Biraz yaklaştım, "Ne güzel konuşuyorsun sen öyle, estağfirullah falan."

"Beğendin mi?"

Biraz daha yaklaştım, nefesim onun nefesine karışıyordu. Fısıldadım, "Çok."

"Emiiiiir" diye mırıldanıp dudaklarını yanağıma değdirdi. Kalbim şaha kalkarken kıpkırmızı kesilmiştim. Kolundan tutup çektim ve sımsıkı sarıldım. Karanfil kokusu burnuma dolarken saçlarına öpücükler konduruyordum. O da kedi gibi kucağıma kıvrılıp kollarıyla beni ahtapot gibi sarmıştı. Bu hayatta en çok sevdiğim şeylerden biriydi sanırım, Pembe'ye böyle sarılmak; ayrılamazcasına.

"Kalp atışlarını duyuyorum." diye fısıldadı. "Senin eserin."

"Emir, seni çok seviyorum."

"Ben daha çok, emin ol."

Başımı eğip onu uzun uzun öptüm. Çünkü ben onu öperken nefesinden oksijen depoluyordum her defasında.

Karşımda bana dikkatle ve hafif endişeyle bakan Pembe'min yüzü yavaş yavaş Ayşim'in yüzüne dönüşmeye başladı. Yumuşak elleri, elimi tutmuş yanındayım dercesine hafifçe sıkıyordu. Sol elimi yanağına koyup titreyen ellerimle yavaşça okşadım.

"Ayşim, sadece sarılsam sana olmaz mı?"

Yeşil gözleri hüzünlü hüzünlü bakıyordu. "Bana bir şey sormasan, olmaz mı?" diye devam ettim yanağını okşarken.

Kafasını salladı. Hiçbir şey konuşmadan uzun süre sarıldık. Ayşim'den aynı karanfil kokusunu duyuyordum, tanıdık bir heyecan hissediyordum ve Ayşim'in Pembe olmasını hayal ediyordum.









Evet bölüm sonu :)

En sevdiğiniz karakter kim?

Sizce Pembe'ye ne oldu?

Continue Reading

You'll Also Like

71.5K 2.5K 15
Sırf kuzeni için 18 yaşında Mardin'in acımasız ağasına gelin giden Larin... Annesi için berdeli kabul eden Baran ağa...
1M 61.8K 42
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
1.7M 103K 62
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
784K 54.1K 34
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...