ALABORA

By bbyzkkck

180K 5.7K 872

ALABORA Annesinin ölümünün ardından, babasıyla İstanbul'a taşınan bir genç kızın hikayesi... Yeni bir okul... More

GİRİŞ
1. BÖLÜM: GİZLİ NUMARA
2. BÖLÜM: KEHRİBAR GÖZLÜ ADAM
3. BÖLÜM: LEZA
4. BÖLÜM: YENİ OKUL
5. BÖLÜM: GEÇMİŞİNDEN KAÇAMAZSIN
6. BÖLÜM: ZİHİNDEKİ NEŞTER
7. BÖLÜM: SIRLARIN İÇİNDEKİ KELEBEK
8. BÖLÜM: İBLİSİN İNİ
9. BÖLÜM: SEVGİNİN FEDAKARLIĞI
10. BÖLÜM: KANLI GEÇMİŞ
11. BÖLÜM: KAR MASKELİ ADAM
12. BÖLÜM: KARANLIK KORKUSU
13. BÖLÜM: KATİL KİM
14. BÖLÜM: KORKARSAN KORKUTURLAR
16. BÖLÜM: DEMİRKIYNAK
17. BÖLÜM: ŞÜPHELER YÖN DEĞİŞTİRİR
18. BÖLÜM: VAVEYLA
19. BÖLÜM: SIRLAR YA DA SINANANLAR
20. BÖLÜM: DEPODA GİZLENENLER
21. BÖLÜM: İHANET
FİNAL - 22. BÖLÜM: YÜZLEŞME

15. BÖLÜM: TAKİP

2.8K 146 16
By bbyzkkck



Merhaba! Bölümleri hevesle yazamıyorum ve düzenleyemiyorum. Lütfen fikirlerinizi belirtin, yorumlar benim için önemli. Sürükleyici yazamadığımı düşünmeye başladım. Ama yine de kitabı tamamlayacağım.

26. 11. 2022

15. BÖLÜM: TAKİP

Otobüse bindiğimizde herkes yerine oturmuştu. Demirkan, ben ve Gökçe en son otobüse binen kişilerdik. Gökçe'yle beraber en arkaya doğru ilerlerken bir anda Gökçe duruverdi. Ona neden durduğunu sormadan kendi hızlıca açıklarken yan tarafta ki boş koltuğa oturmuştu.

''Siz Demirkan'la en arkaya geçin. Ben orada rahatsız oluyorum. Hem Efe ile konuşmamız gereken bir konu var.''

Efe, ''Ne konuşacaktık ki?'' diye sorduğunda Gökçe'nin ona göz devirmesine tanık oldum.

Demirkan, Efe'ye bakarak omzuna dokundu. ''Geçmiş olsun,'' dedi yüzündeki morluklara bakarak. ''Ne oldu sana?''

''Bir kavgaya karıştım,'' dedi Efe. ''Sağ ol.'' Kamera görüntüsü olmadığı için dövüldüğü gerçeği polislerce göz ardı edilmişti. Bazen bazı insanlar işini hakkıyla yapardı, araştırır ve sordurttu. Bazıları da hiç uğraşmak istemediğinden kolay yolu seçerdi. Bahane bul, geçiştir.

Kafamı iki yana sallayarak yürümeye devam etmek zorunda kaldım çünkü Demirkan sırtımdan beni ileriye doğru itiyordu. Her yer dolu olduğu için bize de en arkaya geçtik, cam kenarına oturdum ve o da hemen yanımda yerini aldı. Eşyalarımızı yere koydum.

Bizden sorumlu olan kadın rehber öğretmenimiz ayağa kalkıp gelenlerin ismini sayarak yoklama aldı. Üç öğretmen bizden sorumluydu. Anladığım kadarıyla başka bir okulun öğrencileri de gelecekti, epey kalabalık olacağı belliydi ve gideceğimiz yer geniş bir alandı. Otobüste eğlenceli müzikler çaldı, öğrenciler ayakta durup değişik hareketler yaparak eğlenmeye başladığında derin bir nefes bıraktım.

Demirkan'ın gözleri uzun bir süre üzerimdeydi, ona ne varmış gibi baktım ama hiçbir tepki vermedi. Başımı cama yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım Bana yine öyle bakarken onun bu bakışlarından korkmam gerektiğini anladım. Lakin bu bakışlardan tuhaf bir şekilde korkmuyordum. Hatta onun bu bakışları, onu tanıdığımdan beri ilk defa kalbimin sanki ağzımda atıyormuş gibi sesini duymama ve boğazımın kup kuru kalıp heyecanlanmama neden oluyordu. Bana ne oluyordu?

Başka şeyler düşünmek için kendimi zorladım. O an kaç saat gideceğimizi merak ettim. En fazla bir saattir diye düşünürken Gökçe'ye de bir mesaj çekivermiştim.

Gökçe beni fazla bekletmeden cevap yazdı. Dört, bilemedin beş saat.

Birden yüksek sesle, ''Oha,'' dedim. Tabii Allah'tan Demirkan'dan başka biri bu anlamsız kelimemi duymamıştı.

''Ne oldu?''

Mesajı ona gösterdiğim de yüzünde ki ifade benim tepkimin birebir yansımasıydı.

''Yuh!'' dedi ve şaşkınlıkla bana baktı. ''Şehir dışına mı gidiyoruz?'' Omuzlarımı bilmiyorum dermiş gibi yukarı kaldırdım.

''Bilmediğin yerlere neden gitmek istersin ki!''

''Gelmeseydin,'' diyerek gözlerimi büyüttüm.

''Bana mavi gözlerini öyle pörtletme!'' diye çıkıştı.

Dişlerimi sıkarak ve kaşlarımı çatarak, ''Sana sinir oluyorum,'' diye bir itirafta bulundum.

''Ne tesadüf!'' dedi gözlerini kısarak. Ben de gözlerimi kısarak ona baktım ve dil çıkarttım. Gözlerini kısıp bana baktığında ona göz devirdim. Arkasına yaslanıp kollarını göğsünde birleştirdi.

Sessiz kalmayı tercih ettim, kulaklığımı çıkartıp otobüsteki gürültüden ayrı bir ruh haline girerek kendi müzik listemden şarkılar dinlemeye başladım.

Hava birden kötüleşmeye başlamıştı. Zaman geçiyor da geçiyordu... Sanırım en fazla iki saat geçtiğinde İstanbul'dan çıktığımızı gördüm. Bir de şehir dışına mı gidecektik? Tabii bende dört saatlik bir yolculukta artık ne sanıyorsam...

Yanaklarımı havayla doldurup patlattığımda rehber öğretmenimiz ayağa kalkıp öğrencileri susturmaya çalıştı. Çünkü aşırı bir gürültü vardı. En sonunda herkes sustuğunda öğretmen zafer dolu bir şeklide gülümsedi.

O an yağmur yağmaya başladığında camdan dışarıya şaşkınlıkla baktım. Annemin bana anlattığı o anılar birden kulağıma masal gibi geldi.

Göz kapaklarım ne kadar açık olmaya dirense de en sonunda yenilgiyi kabul edip kapandı ve huzurlu bir uykuya dalıverdim. Kafamın bir omuza düşsüsünü hissetim. Kafamı kaldırmaya yeltendim ama bir gram kıpırdatamadım. Sanki bir adım sağa atarsam gerçeğe döneceğim, bir adım sola atarsam uykunun o güzel huzuruna kavuşacaktım. Tercihimi sol adımdan yana kullandım ve Demirkan'ın rahat omuzunda güzel bir rüyaya daldım.

Kulaklığımdaki müziğin huzur dolu sesi bende güzel bir his uyandırıyordu. Müzik kesildi. Uykuya dalmadan önce birden tanıdık birisinin, bir şey fısıldadığını duydum.

Bana bunu yapma Yağmur. Bana bu kadar yakınken aynı zamanda bu kadar uzak olma...

*

''Hadi uyan artık!'' Gökçe'nin sesi.

''Kızım uyansana! Kış uykusuna mı yattın!'' Demirkan'ın bıkkın sesi.

Gözlerimi hafifçe güneşin nahoş ışıklarına açarken nerede olduğumu kısa bir an anlamaya çalıştım. Otobüsteydim. Karşımda beni sarsan Gökçe ve onun yanında otobüsün koltuğuna sırtını dayayan Demirkan vardı.

'Şükür! Seni uyandırmak için suni teneffüs yapacaktım'' dedi Demirkan. Sesinde anlaşılacak üzere beni uzun zamandır uyandırmaya çalışıyorlardı.

''Ne alaka?'' dedi Gökçe ona sert bir bakış atarak. Demirkan ise gevşekçe güldü.

''Bu hep böyle!'' dedim yeni uyanmış boğuk bir sesle. Birden otobüs şoförünün sesini duyduk. Artık otobüsten inmemiz gerektiğini bize sert bir tonda ama güzel bir üslupla söylüyordu. Bu nasıl oluyordu bilemiyorum ama otobüs şoförü şuan tam anlamıyla öyle konuşuyordu.

Gökçe bana bakarak, ''Ben iniyorum,'' dedi ve otobüsten indi. Çantamı bulmak için etrafıma bakındığım da çantamı yerde gördüm. Çantamı tam almak için eğildiğim de aynı anda Demirkan'da çantamı almaya çalıştı. Birden elim onun sıcak eline değdiğinde hızlıca elimi geriye çektim. Demirkan benim telaşımı anlamamış olacak ki normal bir hareketle çantamı alıp bana uzattı ve kaşlarını sabırsızlıkla kaldırıp dışarıyı işaret etti. Neden konuşmadığını anlamadım. Bunu umursamayıp Demirkan otobüsten inerken bende arkasından onu takip ettim.

Seslerin geldiği yere baktığım da uzakta çadır kuran öğrencileri gördüm. Rehber öğretmenimiz ve orta yaşlarda erkek beden öğretmeni öğrencilere kuralları anlatmaya çalışsa da öğrencilerin çoğunluğu dinlemiyordu.

Herkes birbirleriyle şakalaşıyor, gülüşüyor ve çadır kurmaya çalışıyorlardı. Onlara doğru ilerlerken dudaklarım istemeden büzüldü. Buraya hangi akla hizmet gelmek istemiştim ki! Kalabalığı hiçbir zaman sevmemiştim. Ve galiba sevemeyecektim de...

Omuzumda asılı duran kolun sahibine baktığım da bu kolun sahibinin gözünde tanıdık bir gözlük vardı. Bir saniye! O gözlük...

''Gözlüğüm sende ne işi var?'' dedim şiddetle.

Demirkan dilini şaklatarak, ''Hiç yakıştıramadım. Paylaşımcı olmalısın,'' dedi. Kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzdü. Bunları yaparken kafasını hiç bana doğru çevirmiyordu.

''Yakışmadı mı?'' dedi gülerek.

Yutkunduktan sonra ''Onlar benim,'' dedim dişlerimin arasından. Ondan uzaklaştım.

''Bunu biliyordum.''

''Pardon da,'' dedim sinirle. Onunla arada şakalaşıyor, anlaşıyor ve çoğu zamanda tartışıyordum. Demirkan beni sinir etmek için yaratılmış olabilirdi. Bu dünyaya gelme amacı kesinlikle bendim!

Düşüncelerimden kurtulmak için başımı iki yana salladım. Derin bir nefesten sonra sözlerime devam ettim. ''Biz ne zamandan beri bu kadar samimiyiz?''

''Kader bizi bir araya getirdiğinden beri.''

''Hı, hı.'' Göz devirdim. O ise sırıtmaya devam etti. İnsanların içindeyken böyle umursamaz oluyordu ama baş başa kaldığımızda garip bir şekilde duygusal görünüyordu.

Yanımıza koşarak gelen Gökçe'yi gördüğüm de yürüdüğüm yerde durdum. Efe arkasından yavaşça geliyordu, adım atarken zorlanıyordu.

''Gökçe, çadırları nereden alabiliriz?'' diye sordum.

Kaşlarını çattı. ''Siz getirmediniz mi?'' diye sordu. ''Bizim getirmemizi istemişlerdi.''

''Ne?'' Şaşkınlıkla bakakaldım. ''Ben... Bilmiyordum. Sen-'' Demirkan'a döndüm. ''Bundan haberin var mıydı?''

Demirkan gözlüğünü çıkarttığında hemen elinden kapıp kendi gözüme taktım. ''Cimri,'' diye söylendi. ''Birini bulur, çadırında kalırım. Sıkıntı yok.''

''Ama... Kiminle kalmayı düşünüyorsun ki?''

''Güzel bir kızla.'' Göz kırptı.

''Demirkan,'' dedim dişlerimin arasından. ''Ben ciddiyim. Alay etme.''

''Etmiyorum,'' dedi. Artık gülümsemiyordu. ''Bir yolunu bulurum, sen beni düşünme.''

''Gençler sakin olun,'' dedi Gökçe eliyle dur işareti yaparak. ''Yedek çadır almıştım ben. Size verebilirim.'' Demirkan ve Efe hazırlıksız gelmişti. Aslında ben de öyle. Çadırları kendimizin getireceğimizi bilmiyordum.

''Neden şimdi söylüyorsun?'' Rahatlayarak elimi göğsüme koydum. ''Az kalsın kalp krizi geçiriyordum. Hazırlıksız gelmekten nefret ederim.''

Gökçe sırıttı. ''Aşk dolu kavganızı izlemek istedim.''

İkimizde şaşkınlıkla duraksadık. ''Gökçe,'' dedi Demirkan. ''Kafandaki senaryoları bir kenara bırakmanı tavsiye ederim.''

''Bence de,'' dedim. Demirkan'a hak vererek kafamı salladım. Gökçe ikimize de anlamlı anlamlı bakıp başıyla onayladı.

''Şöyle yapalım,'' dedim. Efe'de yanımıza gelmişti. ''Demirkan ve Efe birlikte kalsınlar. Ben de seninle.''

Gökçe dudaklarını birbirine bastırıp beni öldürecekmiş gibi baktı. Dudağımı ısırdım, Efe ile aynı çadırda kalmayı düşünüyor olmalıydı. Sırt çantasını Efe'ye uzatan arkadaşımın keyfi bir anda sönmüş gibiydi.

Gökçe koluma girerek beni bir yere doğru çekmeye başladı. Arkama doğru baktığımda Demirkan ve Efe birbirlerine öylece baktıklarını gördüm.

''Ups,'' dedim gerilerek. ''Bu durumdan bir tek ben mi memnun oldum?''

Gökçe kolumu cimcikledi. ''Elbette, Yağmur!''

Ona kaşlarımı kaldırarak baktım. ''Ama... Neden Efe ile kalasın ki? Sonuçta ondan hoşlanmıyorsun, sadece arkadaşsın ve uygunsuz kaçmaz mıydı?''

''Haklısın,'' dese de homurdanmadan edememişti.

Onun bu tepkileri bana komik gelse de gülmemek için kendimi tuttum ve ona daha fazla bulaşmadım. Uzakta büyük bir yemek alanı vardı. Öğrenciler açık büfe tarzı bir yerden yemeklerini alıp dışarıdaki beyaz masalarda ve puflarda kurulup yiyordu.

''Bunlar kim? Biz, bu kadar fazla kişi gelmemiştik.''

''Bizden başka bir okul da kampa gelmiş,'' dedi Gökçe dikkatlice karşı tarafta ki öğrencileri inceleyerek.

''Otursana,'' dedim karşı tarafımda ki sandalyeyi işaret ederek. O ise öğrencileri bir bir izlerken bana bakmadan konuşmaya başladı. ''Acıktıysan bir şeyler alabilirim.''

''Kendini affettirmene gerek yok,'' dedi Gökçe içtenlikle. ''Az önce... Biraz saçmaladım.''

''Tabii ki saçmaladın.'' Göz kırptım. Gülüşüp konuyu dağıttık.

''Bu öğrenciler maç turnuvasında ki karşı takımın öğrencileri olabilir mi?''

Omuz silktim ve gözlerimle Gökçe'nin oturmasını işaret ettim. Sonunda beni kırmayıp karşıma oturduğunda derin bir nefes çekip arkama yaslandım. Lakin arkamda ki sandalyenin sandalyeme yapışması yüzünden rahatsız olarak sandalyemi birazcık daha ileri aldım.

Gökçe bir anda, ''Onun yanında heyecanlanıyor musun?'' diye sordu.

Afallayarak ona baktım. ''Demirkan'dan mı bahsediyorsun?''

Başını sallayarak onayladı. Tadım birden kaçtı. ''Ben...'' dedim. ''Gökçe, olanları biliyorsun. Benim böyle bir şeye zamanım yok.''

''Ama aynı evde kalıyorsunuz... Ve sürekli yan yanasınız, birbirinize karşı bir çekim hissetmen tamamen normal olurdu.''

Kafamı iki yana salladım. ''Dürüst olmam gerekirse evet, böyle kısa bir zaman içinde bazen heyecanlanıyorum. Onun cümleleri beni etkiliyor ve özellikle bazen bana bir değişik bakıyor.''

Gökçe öne doğru eğildi. ''Nasıl bakıyor?''

''Şöyle,'' dedim düşünerek. Arkama yaslandım, hemen arkamda oturan kişi beni rahatsız ediyordu sandalyemi biraz daha ileri aldım ve arkamdaki kişi sandalyesini bana doğru geriye çekti. Biraz sinirlenmiştim. Dikkatimi bozmamak için çabalayıp arkadaşıma cevap verdim. ''Sanki uzun zamandır tanışıyormuş ama aramızda kötü bir süreç yaşanarak birbirimizden ayrı kalmışız gibi.''

''Belki de birbirinizi tanıyordunuz.''

''Hayır,'' dedim gülerek. ''Onu hiç görmedim. Her neyse.'' Omuz silkeledim. ''Ondan etkilenmiyorum.'' Umarım. ''Ama bazen heyecanlandığım doğru.''

Gökçe'nin keyfi yerine gelmişti. ''Ay,'' dedi heyecanla. ''Aynı çadırda kalsanız kesin aranızda bir şeyler olurdu.''

Arkamda bir öksürük sesi geldi. ''Gökçe saçmalama, lütfen! Böyle şeyler konuşma! Hem durduk yere neden böyle şeyler söylüyorsun?''

''Kızardın.''

''Kızarmadım,'' dedim. ''Ondan hoşlanmıyorum. Belalı bir ilişkiden çıkan biri olarak yeniden birisiyle bir şey yaşamayı hiç düşünmüyorum. Hem de onunla, asla!''

''Sana söylemiştim,'' dedi tanıdık ses. ''Asla, asla deme.''

Arkamı hızlıca döndüğümde, Demirkan ile karşılaştım. Efe ile karşılıklı oturmuşlar beni dinliyorlardı.

Dirseğimi sandalyeye koyup arkaya doğru hafifçe döndüm. Gökçe'ye baktığımda cidden şaşkındım. Gökçe, ''Özür dilerim. Beni tehdit etti!'' diye kendisini açıklayıp sevimli davranması hiç umurumda değildi.

''Seninle konuşacağım, Gökçe!''

Gökçe ayağa fırladığında işaret parmağımla onu tehdit ettim. ''İlk cezanı söylüyorum, çadırı sen kuruyorsun!''

''Ne? Saçmalama, Yağmur. Tek başıma nasıl kurayım!''

''Orası beni ilgilendirmez.''

''Fırsatları iyi kolluyorsun, kimin arkadaşı be!''

Kaşlarımı kaldırarak, ''Konuşacağız,'' dedim.

Gökçe kafasını sallayıp Efe'yi de alarak yanımızdan uzaklaştı. Demirkan karşıma gelip oturduğunda gülümsüyordu.

''Kızı neyle tehdit ettin?''

''Efe ile,'' dedi göz kırparak. Gökçe'yle masaya ilk oturduğumuzda bir mesaj gelmesi, kaşlarını çatıp arkamda bir yere kısa bakıp derin bir nefes vermesini hatırladım. Dikkat etmediğim bir şeydi ama şimdi anlamlı gelmişti.

''Demek benden hoşlanıyorsun.''

''Çok.'' Alay ederek ona baktım.

''İtiraf ediyorsun.''

Tehlikeyle gülümseyip ileri doğru uzandım. ''İstersem seni baştan çıkartırım, Demirkan.'' Tatlı tatlı sırıttım. ''O yüzden biz kadınları hafif alma. Başını benimle belaya sokma.'' Göz kırptım.

Benden böyle cüretkâr sözleri duymayı beklemiyor olacak ki şaşkınca bana baktı. Ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi kalakaldığında zafer kazandığımı biliyordum. Arkama sakince yerleşip başımı sağa doğru eğip keyifle gülümsemeye devam ettim.

Yutkundu. Âdem elması hafifçe hareket ettiğinde kehribar gözlerinin koyulaştığını görüyordum. Gülmemek için kendimi tuttum.

''Bir fikrim var,'' dedi. ''İddia girelim.''

''Beni baştan çıkartabilirsen senin için bir şey yaparım. Eğer yapamazsan sen benim için bir şey yaparsın.''

''Böyle bir şeye ihtiyacım yok. Senden bir şey istemiyorum. Ben...'' Gözlerimi masaya çevirip düşündüğümde ne diyeceğimi bilemedim.

''Aramızda bir şeyler olsun istemiyorsun.'' Bir şeyler derken kastını anlamak zor değildi.

Başımı kaldırıp gözlerine baktım. ''Evet.''

Ciddi görünüyordu. İddiaya girmeme bile gerek yoktu, benimle ya dalga geçiyordu ya da benden etkileniyordu.

''Çünkü gideceğim, Demirkan. Hem böyle arkadaşmış gibi kalmamızı tercih ederim. Üniversite sınavlarından sonra gitmeyi planlıyorum.'' Durdum. ''Babama söyleme, lütfen.''

Onu uyarmama göz devirdi. ''Korkuyorsun,'' dedi bana doğru eğilerek. ''Yeniliklerden korkuyorsun. Başkaları için cesaret gösterip kahraman olabilirken kendine karşı zayıf düşüp ödlek oluyorsun.''

Ağzım hafifçe açıldı. ''Sen-'' Kelimeleri yutmuş gibiydim. Azıcık düşünsem haklı olduğunu biliyordum ama kendimi korumak istemiş gibiydim. Beni görebilmesi ödümü koparmıştı. ''Öyle bir şey yok!''

''Haklı olduğumu sen de biliyorsun.''

''Saçmalık!'' Ayağa kalkıp çadırların olduğu bölgeye doğru yürümeye başladım. Peşimden geldiğinde ona göz devirdim. ''Beni kışkırtmaya çalışıyorsun.''

Demirkan bilmiş bir tavırla bana bakması aşırı rahatsız ediciydi. ''Benimle içten içe dalga geçtin. Sana kapıldığımı düşündün ve böyle bir teklifi buna yordum.''

''Evet,'' dedim. ''Saklamıyorum. Çünkü böyle bir duruma gerek yok, Demir.'' Ona ilk kez böyle hitap etmiştim. İkimizde duraksadık.

''Yağmur,'' dedi anlayışlı bir sesle. Ona doğru dönüp baktım. ''Anlıyorum seni. Benden hoşlanman sorun değil.''

Sinirlenerek gülmeye başladım. Otuz iki diş sırıtırken öfkelenmemek için gülüyordum. ''Sana neler yapmak istediğimi ah bir bilsen.''

Kolunu omzuma atıp beni kendisine çekti. ''Anlatırsan dinlerim.''

''Hayır, ben göstermeyi tercih ediyorum.'' Göğsüne sert bir dirsek attığımda geriye çekilmek zorunda kaldı.

''Gidiyorum.''

''Bekle!'' diye seslendi. ''Hava kararmadan benimle bir yere gelmen gerekiyor.''

''Nereye?'' dedim kafamı geriye çekip, ona bakarak.

''Gel benimle,'' dedi. Gökçe'ye birazdan geleceğimi yazdım. Demirkan'la beraber yürürken neden onunla geldiğimi bir an anlamadım.

''Nereye gidiyoruz?'' diye tekrar sordum.

''Arkadaşım arabasını buraya bıraktı. Arabayı otobüsün yanına park etmiş. Geri zekâlı, anahtarı da gözüne bırakmış. Gidip, alacağız.''

''Bensiz alamıyor musun?''

''Hayır,'' dedi Demirkan yarım bir gülümseme ile. Dudaklarında ve gözlerinde alaycılık ifadesi vardı. Bir şey söylemek için ağzımı tam açmışken, telefonumun bilindik melodisi çaldı ve bu yüzden kelimeler boğazımda dizildi. Beni arayanın kim olduğunu merak ederek telefonumun ekranına baktığımda arayan kişinin babam olduğunu gördüm. Bir an öylece kalakaldım. Demirkan bana kim dermiş gibi bakarken ona cevap vermeyerek telefonu açtım ve ''Baba?'' dedim yarı şaşkın bir sesle.

''Yağmur? Nasılsın güzel kızım?'' Babamın o hoş kadife sesini duyduğumda gözlerim hafiften doldu.

Babama cevap vermediğimi anladığımda, ''İyiyim baba,'' dedim ve tam sen diye soracakken bir anda önümde ki ağaç dalına takıldım ve tam düşecek üzereyken Demirkan kolumdan tutarak düşmemi engelledi. Onun kolundan destek alıp doğrulduğum da ona elimle iyiyim der gibi kaldırdım. Yine düşecekmişim gibi kısa bir an bana baksa da daha sonra kafasını çevirdi ve yürümeye başladı.

''Yağmur orada mısın?''

''Hah! Buradayım baba... Sen nasılsın diye soracaktım? Nasıl geçiyor balayınız?''

''Muhteşem! Balayı harikulade geçiyor. Ama ne yazık ki Pazar günü gece dönüyoruz.''

Yutkundum. Demirkan bu tepkimi gördü ama görmemiş gibi yaparak yürümeye devam etti. Bende onu hemen arkasından takip ettim.

Hande'den nefret etmek istedim ama yapamadım. Yapmadım. Bunca sene kimseden nefret etmemiştim.

''Üzüldüm,'' dedim üzülmemiş olsam da. ''Yani biraz daha kalmadığınıza üzüldüm,'' diyerek cümlemi toparladım.

''Özgür nasıl? Anlaşıyor musunuz?'' diye bir anda babam sordu. Şaşırsam da bunu sesime belli etmemeye özen gösterdim.

''İyi,'' dedim ve ekledim. ''Demirkan'da iyi.'' Demirkan ismini duyunca durur gibi oldu ama yürümeye devam etti. Neden böyle bir şey yaptığımı bilemiyordum. Demirkan'ı sormaması, benim ağrıma neden gidiyordu ki?

Babam bir anda, ''Hande,'' diye seslendi telefonu uzaklaştırdığını anladığımda. ''Üzülmene gerek yok. Özgür iyiymiş.'' Bir saniye! Bu cümlede neden sadece Özgür'ün adı geçiyordu? Demirkan üvey evlat muallimesi yapılıyordu!

''Görüşürüz baba,'' dedim sinirle ve telefonu onun cevap vermesini beklemeden kapattım. Neden sinirlendiğimi anlamadım.

''Ne zaman geliyorlarmış?''

Demirkan'ın sorusunu cevaplarken yanına geldim ve onunla aynı hizada yürüdüm. Bir anda Demirkan iki cebine tutu ve daha sonra yere baktı. Durdu ve geldiğimiz yolu göz kararıyla taradı. Ne oldu diye sormadan kendisi cevapladı.

''Telefonumu düşürmüşüm. Kahretsin!'' Gözümü hızlıca yere çevirdim. Baktığımda görünürde bir telefon yoktu. Ayağa kalktığımızda düşürmüş olabilirdi.

Demirkan adımı söylediğinde gözlerimi ona çevirdim. O hala gözleriyle geldiğimiz yola bakıyordu. ''Sen arabanın anahtarlarını al ve arabayı kilitle. Bende geldiğimiz yere bakacağım. Burada tekrar buluşuruz.''

''Birlikte arayalım.''

''O saatte kadar akşam olur. Arabalar şu tarafta.'' Gösterdiği yere baktığımda otobüsümüzün ve diğer bireysel araçların olduğu yerde olduğumuzu gördüm.

''Pekala,'' dedim. ''Ama araba neye benziyor?''

''Bugün bindiğimiz.''

''Neden onunla gelmedik?''

''Sen otobüse binmek istiyorsun sandım.''

''Çok mantıksız,'' diye hayıflandım. ''Her neyse. Şu kahrolası anahtarı alıp buraya geliyorum. On dakika içinde burada buluşalım. Beni ara.''

Demirkan kafasıyla beni onayladı ve geldiğimiz yoldan geri döndü. Yürümeye başladım. Otobüsü uzaktan görüyordum. Boş bir alana park edilmişti. Etrafta dört araç vardı. Üç otobüs görünüyordu.

Anahtarlığı almak için arabaya doğru tekrar ilerlediğim de vücudumun her hücresinde şu son günlerde bana çok tanıdık gelen bir duygu vardı: Korku. Birinin beni izlediğini hissettim. Arkama dönüp ormanın içine baktığımda kimseyi göremedim.

Aklıma anneme verdiğim söz geldi. Babamın hayatı her zaman hatalarla doluydu. Anneme babam ne hatası yaptı diye sorduğumda bana çok büyük bir hata demişti. Hepimizin kaderini değiştirebilecek bir hata. O günleri ben göremeyebilirim Yağmur. O zaman gelince çok güçlü olacağına söz ver demişti. Annem bu zamandan mı bahsediyordu? Bilmiyordum. Tek bildiğim anneme verdiğim sözdü.

Söz veriyorum anne.

Annem bana her zaman bir söz verdiysen onu tutman gerekir demişti. ''Bedeli ne olursa olsun, bir söz verdiğinde sözünün arkasına güçlü bir kız gibi durmasını bil. Sözünü tut. Güçlü bir kız ol,'' demişti. Ben anneme söz vermiştim! Ona korkak olmayacağımı, sözlerimi her zaman tutacağımı, insanlara fazla güvenmeyeceğim konusunda ona söz vermiştim. Annemin bana bugüne kadar öğrettiği tüm bilgiler, sanki bugüne hazırlık gibiydi.

Korkak gibi davranmayı kes ve anahtarı almaya git!

İç sessimle olan savaşım sürerken arabanın anahtarlığını almak için adımlarımı hızlandırdım. Arkadaşı anahtarlığı arabanın içine bıraktığını söylemişti. Neden arabayı buraya getirmişti bir fikrim yoktu. Arabayı kilitlemeyi unutan kişiyi merak ediyordum. Böyle bir aptallığı kim yapmış olabilirdi ki?

Şoför kapısını kolayca açtım. Sürücü koltuğuna oturduğumda anahtarlığı gözünden çektim. Birden arka kapı açıldı, başımda bir cisim hissettim. Gözüm arabanın iç dikiz aynasına kaydı. Bana doğru döndüğü için arka tarafı göstermiyordu. Simetri hastalığım Allah'a şükür yoktu ama bazı durumlarda hassas olabiliyordum. Aynayı düz bir şekilde düzelttikten sonra gözümü aynadan çektim ve tam arabadan inmek için hareket edecektim ki, elim arabanın kapısının kolunda duruverdi.

Gözlerimi tekrar aynaya yavaşça çevirdiğimde sertçe yutkundum. Tam arkamda kar maskeli adam oturuyor ve şuanda benim baktığım aynaya bakıyordu. Mavi renk olduğunu tahmin ettiğim gözler, gözlerimin tam üstündeydi. Bir an bile gözlerini ne ayırıyor ne de kıpırdatıyordu.

Sakin olmalıyım diye içimden geçirdim. Şuan korktuğumu anlamış olmalıydı. Gözlerinde ki ifade değişmedi. Sadece gözlerime öylece baktı. Sakin ol dedim tekrar içimden. Korkma!

Bana silah doğrultmuştu. Etrafta kameraları devre dışı bıraktığına emindim.

Artık yolun sonuna gelmiş gibi hissediyordum. Kar maskeli adamın kim olduğunu öğrenmek için arkama bakmak istedim ama buna cesaret edemedim. Dikiz aynasından gözlerimizi tekrar buluşturdum. Patlamış dudağıyla gülümsedi.

Özgürlük için, sabretmek gerekirdi.

soğukkanlı olmaya dikkat etsem de sandığımdan çok daha korkaktım çünkü titriyordum.

''Gerçekten benden ne istiyorsun?''

Continue Reading

You'll Also Like

498 71 6
"Bu anlatacaklarım,bir zambağa hayran olan gün ışığının hikayesidir."
14.8M 600K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
2.8M 141K 46
"Bir gülü sevdim bir seni sevdim." (Kapak Tasarımı: @missb ) ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
389K 20.8K 45
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...