After Decisions (GAY)

By alwayshogwartsx

151K 5.7K 1.7K

Cole kısa bir süre önce kızlara o kadar ilgi duymadığını fark eder. Hoşlandığı asıl çocuk da onu hayal kırıkl... More

After Decisions
1. Bölüm.
2. Bölüm.
3. Bölüm.
4. Bölüm.
5.Bölüm.
6. Bölüm.
7.Bölüm (The Smoke)
8. Bölüm.
9.Bölüm.
10.Bölüm - PART 1
10.Bölüm - PART 2
11.Bölüm.
12.Bölüm.
13.Bölüm.
14.Bölüm (Answer)
15.Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
21. Bölüm

20. Bölüm

2.3K 127 76
By alwayshogwartsx

Verdiğim saatten 15 dakika önce parktaydım ve dakikalar geçmek bilmiyordu. Herhangi bir şekilde  oturamıyor, boş boş daireler çiziyordum. Neyse ki saat tam üçte uzaktan hızlı adımlarla ilerleyen bir karaltı gördüm. Kendi kendime hafifçe gülümsemeden edememiştim. İçime ne girmişti böyle?

Adrenalin, salak. Yokluğundan depresyona girdiğin hani.

"Buradayım, istediğin birkaç soruyu yanıtlayıp gideceğim ama önce benim soracaklarım var." İfadesi onu ilk gördüğümdeki duygulardan yoksundu, bunun için çalışmış mıydı bilemiyordum ama şu an amacıma odaklı olduğum için önemsemedim. Yüzümdeki gülümsemeyi yavaşça sildim.

"Birkaç soru yanıtlamama izin mi veriyorsun? Bu ne, söyleşi mi?"

"Kes sesini ve beni dinle." Ah, eski, San Fransisco çocuğu August geri dönmüştü. Acaba gönderildiği yer orası mıydı? Ama oradan tek başına geri dönemezdi. Kaşlarımı kaldırdım.

"Dinliyorum." Bir an bakışları bana kilitlendi, nefes alırken kafasını önüne eğdi ve başını tekrar kaldırdı.

"Babam ne biliyor?" Buraya gelmesinin tek nedeni. Tabii ya. Acıyla gülümsemekten kendimi alamadım.

"Kaçtığını duyacağını zaten biliyordun, onun dışında bir şey bildiği yok. Ama buraya gelmekten başka şansın olmadığı için burada olduğunu düşünüyor." Sinirle güldüğünü duydum.

"Keşke haksız olsaydı. Aslında kafama koysam giderdim ama..." Gözleri bir kez daha bana kilitlendi ancak bu sefer duygudan yoksun değillerdi, bakışlarımı ayıramazken yutkundum. Ama August kısa süre sonra başını önüne eğip boğazını temizlediğinde bu an çoktan yitip gitmişti. "Seni mi sorguladı? Bir şey söyledin mi?"

"Beni hayal kırıklığına uğratıyorsun. Senin için ona yalan söyledim hatırlarsan, hatta işimden oldum. Ama senin hakkında bilgi verirsem bana ikinci bir şans vereceğini söyledi." Tekrar hafifçe gülümsedim. August'un dişlerini sıktığını görebiliyordum.

"Cole..."

"Sakin ol, beni tanımıyor musun?"

"Sormak zorunda olduğumu biliyorsun."

"Hayır, bilmiyorum bu yüzden çağırdım ya." Kirpikleri titreşirken derin bir nefes verdi.

"Ne bilmek istiyorsun?" Ses tonundan bile neredeyse hiçbir şey söylemeyeceğini hissedebiliyordum, kimse olmamasına rağmen arkasına da bakmıştı, bir an önce gitmek istiyordu. Burada olmak istemesine engel olan bir şeyler vardı.

"Nereden başlasam... Mesela hangi cehennemdeydin?"

"Babam beni halamın buradan yaklaşık 300 km uzaklıktaki bir kasabadaki evine gönderdi. Hiçliğin ortasında yaşıyor, yani bana da yapacak bir şey kalmayınca adam olabileceğimi düşündü sanırım. Sıradaki?" Çabuk yanıtladığına göre bu kolay soruydu.

"Girdiğin cehennemden nasıl çıktın?" Bir süre duraksadı, vereceği cevabı hazırlıyor gibiydi. Eklemeyi atlayacağı bir şeyler olmalıydı.

"2 hafta hiçbir sorun çıkarmadım. Şikayetçi görünmedim gün içinde 10 defadan fazla gülümsedim, inanabiliyor musun?" Hafifçe güldüm. Gülümsediği anlara tanık olmuştum, ve çoğunlukla benim yanımdayken olması içimde bir yerleri ısıtıyordu. Üzerimde hala bu etkiye sahip olması sinir bozucuydu. "Bir komşuya patates, bir yere posta vb. herhangi bir dışarı gitmeyi gerektiren bir görev verecek kadar güvenene kadar bekledim. Bir gün çalıştığı okuldan notlarını almamı istedi, başı ağrıyordu. Çıktım ve geri gelmedim." Dinlerken hafifçe kafamı salladım. Belki beklediğim kadar Sherlock Holmes-vari bir plan değildi ama rol yeteneğini takdir etmiştim. Tabii ben yemezdim, halası onu cidden tanımıyor olmalıydı.

"Dışarı çıktın ve... ne? 300 kilometreyi yürüdün mü? Otostop mu çektin? Bu tarafa gelebilecek birilerini buldun mu cidden?" Yine durakladı. Söylemediği bir şeyler vardı ve meraklı tarafım giderek daha çok uyanıyordu.

"Yanıma, çıktığımda biraz nakit almıştım bir kamyon görünce yolunun üstü olmasa da biraz yolundan çıkabileceğini söyleyip rüşvet verdim." Tekrar kaşlarımı kaldırdım.

"Paranın tamamını falan mı verdin?"

"Tanrı aşkına Cole, ne fark eder ki kamyoncuların çok kazancı varmış gibi birkaç onluğu kabul etmeyecekler sanki." Gözlerimi kısarak baktım. Hala bir şeyler eksikti. Bir süre bana bakıp "ne var?" dercesine kafasını salladı. "Ee? Bitti mi?"

"Hayır." Asıl sorumu sormamıştım. Cevabından hala korkuyordum. Yutkunduktan sonra sözcüklerin ağzımdan çıkmasına izin verdim.

"Steve'le... ne oldu?" Sorumla beraber gitmek için hazırlandığı için hafifçe arkaya dönen vücudu, öne dönerek tamamen kasıldı ve yutkunurken tükürüğünün geçtiği yeri fazlasıyla net gördüm. Birkaç saniye geçmiş olmasına rağmen hala yanıt vermiyordu. "August." Gözlerini kırpıştırdıktan sonra derin bir nefes aldı.

"Beni... beni yanına yalnızca sinirimi bozmak için çağırmıştı ben de kontrolü kaybettim." Yutkundum. Gitmeden önce sürekli gerçekleşmesinden tedirgin olduğum şey olmuştu. Kontrolü kaybetmişti.

Ama farklı bir şey vardı. Ne olduğunu basitçe anlatırken bile acı çekiyormuş gibi görünüyordu. Saniyelerce nefes alıp verirken birbirimize bakmayı sürdürdük. Onu baştan aşağı inceledim. Tedirginlikle titreşen kirpiklerini, binlerce duyguyu gizleyen ela gözlerini ve hafifçe aralık dururken ağzından çıkacak sözcüklere engel olan ince dudaklarını. Omuzlarında her zaman oraya aitmiş gibi duran deri ceketini, ona bol gelen siyah ve eskimiş kot pantalonu... Tanrım, onu özlemiştim.

Ben de kontrolü böyle kaybediyordum işte.

"Cole, ben... gerçekten gitmeliyim." Nefes alış verişlerim hızlandı. "Tanıdık birilerinin beni görmesine izin veremem ben... hoşçakal." Hala cümlelerinde acı vardı. Arkasını dönerken hala öylece ona bakıyordum. Bir ara arkasına dönüp dönmemek konusunda tereddüt ettiğini gördüm ama dönmedi. Normal şartlar altında tepkisiz yürüyüp gitmesini izleyemeyeceğimi bilmesi gerekirdi, ama şu an bilmemesi tabii ki avantajımdı.

 Çalıların arasına daldığında ses çıkarmadan takip edemeyeceğimi biliyordum, bu yüzden iyice uzaklaşmasını beklemeye karar verdim.

Bir süre beklediğimde fazla uzaklaştığından endişelenmeye başlamıştım çünkü çalılığın sonunun nereye çıktığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sonunda derin bir nefes alıp ellerimi silkeledim ve hızlı adımlarla öne atıldım. Çalılardan geçerken yüzüme değen otlar yüzümü tahriş ettiği için yüzümü buruşturdum.

Tam olarak orman gibi değildi, sık ağaçlar, sararmış otlar ve orta büyüklükte çalılar vardı. August'u görememiştim bu yüzden adımlarımı hızlandırdım. Yaklaşık 10 dk sonra onu kaybettiğim için aptal olduğumu düşünmeye başlamıştım ki, çalıların azalmasıyla ileride hızla ilerleyen bir silüet gördüm. Büyük bir rahatlamayla adımlarımı hızlandırırken, onu biraz daha net görebileceğim bir mesafaye geldiğimde tekrar hızımı yavaşlattım ve hızımı korudum.

Bu düzeni tutturalı kısa bir süre olmuştu ki otların bitmek üzere olduğunu fark ettim. Gelen motor sesleriyle kafamı kaldırıp baktığımda August'un otoyolun kenarına geldiğini gördüm. Demek ki burası otoyola kısa yoldu ve August eve yakın görülmemek için burayı kullanmıştı. Mutlaka bu yolu en az bir kere test etmiş olmalıydı. Ama ne zaman?

Bir an durup hangi yola gideceğini kestirmeye çalıştım. Bir süre sağına soluna bakındıktan sonra sağa ilerlemeye başladı. Ben de belirli bir hızda az önce duraksadığı noktaya ilerledikten sonra, tam öne çıkmadan biraz daha uzaklaşmasını bekledim. Silüet halini almaya başlayınca yürümeye devam ettim.

Hala aynı yoldan yürüyordu ve yaklaşık yarım saat olmuştu. Buraya gelmek konusundaki endişelerinden biri de bu olmalıydı, uzaktı.

Fazlasıyla sıcak basmıştı ve neredeyse kendimi ilk gördüğüm benzinliğe atacaktım. Ama ileride, tekrardan bir otluğun göründüğü bir noktada August durdu. Ben de durdum. Şu an fazlasıyla arkasındaydım, çünkü otoyol kenarından kimse yürümediği için başka birisinin varlığından şüphelenebilirdi. Bu nedenle, sıcağın da etkisiyle gördüğüm silüetin o olduğundan bile emin değildim ama başka kimsenin buradan yürüyeceğini düşünmediğim için o olduğuna güveniyordum.

-Büyük ihtimalle August olan- silüetin hareketlendiğini fark ettim, otların arasına dalmıştı. Yine otlar olmasına küfrederek adımlarımı hızlandırdım. Vardığımda düşündüğüm kadar otluk olmadığını fark ettim, ortada bir insanın yürümesi için bariz bir yol vardı. Yavaş adımlarla ilerlerken silüetini tekrar gözüme kestirmiştim. Belirli bir hedefi vardı, ancak ne olduğunu şu an için anlayamıyordum. Biraz daha ilerlediğimde ileride yüksek bir şey fark ettim. Bu bir yapıydı. Bina diyemezdim, çünkü tamamlanmamıştı, yarım yamalak bir sıvası vardı genelde her tarafı tuğlaydı. Pencere boşlukları öylece duruyordu, katlar da açıktaydı. İptal olmuş bir inşaattı. Kimsenin dikkatini çekmezdi, burada gizlenmesi gayet mantıklıydı. Ama tek başına ne yapıyordu burada böyle?

Binanın kapısına yaklaştığımızda August yine durakladı, ben de durdum. Bir sonraki tavrından arkasına döneceğini anladım ve tam kafasını bu yöne çevirdiği sırada kendimi bir çalılığın yanına attım. Arasından bir süre daha bakındığını, iç çekip içeri ilerlediğini gördüm. Derin bir nefes vererek saklandığım yerden çıkıp binaya biraz daha yaklaşmıştım. İçerideydim.

Pekala nerede olduğunu keşfetmiştim. Şimdi ne yapacaktım? Babasına mı söyleyecektim? Hayır, önce benim onu halletmem lazımdı. Bir anda karşısında çıkıp 'sürpriz sürtük, eminim beni son kez gördüğünü sandın' mı diyecektim? Ya da daha sonra sevimli bir "yapı" ziyareti yapıp--

Beton merdivenlerden inen bir çift bacak gördüğümde dikkatim dağıldı. Bir kıza ait olduklarına ait olduklarına anladığım anda omuzlarına inerken yarıda kesilen kızıl saçlar ve mükemmel vücut onu takip etti.

Yutkunmamla tükürüğümün boğazında takıldığını hissettim.

"Ah, gelmişsin." Sesi yaşını yansıtıyordu -20'lerinde biri gibi- ve resmen seksiydi. Daha da ilginci August bu kızı tanıyordu. İçimden bir ses de yeni tanışmadıklarını söylüyordu, ama şu an için hiçbir şey bilmiyordum. 

Arkamı dönüp gitmem gerektiğini biliyordum, çünkü bunu kafama takacağımı biliyordum, ama konu August'a gelince iradem fazlasıyla sınırlanıyordu.

"Komik olmanın sırası değil Jennifer, gittiğimi fark etmişsin gibi konuşuyorsun." Jennifer. Bu ismi nereden... aman tanrım.

Kasabadan nasıl kaçtığıyla ilgili şey o olmalıydı. Buna emindim.

Ama August ona nasıl güvenebilirdi? Affedebilirdi? Göğsümde bir şeylerin yandığını hissettim ve bu kesinlikle özlemediğim bir histi.

Erkenden hislere kapılma Cole.

Keşke bu tavsiyeyi çok daha önce kendime verebilseydim.

"Pekala... birileri sıkıntılı bir yerden dönmüş." Merdivenlerden yavaşça inmiş, ona yaklaşıyordu. Bir roketin gelip onu da alarak 300 ışık yılı uzağa uçmasını diledim.

"Sana nereye gittiğimi söylemeyeceğim." Jennifer yakalanmış gibi suçlulukla gülümserken biraz daha yaklaştı. Ondan uzak dur.

"Tahmin yürütmemi ister misin?"

"Tanrı aşkına Jen, beni rahat bırak." August ondan hızla uzaklaşıp, merdivenlere oturduğunda büyük bir rahatlama hissettim. Elini başının arasına almıştı. Jennifer bir süre öylece ona bakıp merdivenlere yürüdü, ve orada durdu.

"Bu kadar şeyi yapmama izin verdin, gerçekten beni kendinden bu kadar uzaklaştırmaya ihtiyacın var mı? Uzaklaştırma nedeninin dün anlattıklarım olmadığını biliyorum." August yanıt vermedi, yalnızca dudağını dişleyerek başka tarafa baktı. Jennifer merdivenlerden August'un oturduğu basamağa çıkıp yanına oturdu, August hala ona bakmıyordu. Ondan. Uzak. Dur.

"Canını bir şeylerin sıktığının farkındayım, buraya dönmenin bir nedeni olduğunun, hepsinin. Ama gerçekten tek istediğim sana yardım edebilmek  ve yaptıklarımın bir kısmını telafi edebilmek." August yalnızca bacağını hafifçe oynatmakla yetinip ifadesini korudu.

"August..." sesindeki yalvarma bir şekilde August'un ona bakmasını sağlamıştı. Birkaç saniye birbirlerine baktıklarında tenim karıncalanmaya başlamıştı. August'un bakışları duygusuzdu. Bir saniye sonra da Jennifer öne atılıp aralarındaki mesafeyi kapattı.

Bir anda buz kesilirken gözlerimi kırpamadan neler olacağını gözlemledim. August'un onu merdivenlerden aşağı ittirmesini bekliyordum. Kaçıp uzaklaşmasını bekliyordum. Ama onu öptüğü süre boyunca öylece durdu. Hiçbir şey yapmadı.

Gözlerim dahil vücudumun her yerine iğneler battığını hissederken artık orada duramayacağımı biliyordum. Arkamı dönmemle beraber hızla koşmaya başladım. Otoyolu nasıl geçtiğimi bile anlamadım, arabaların motorları kulağımda çınlıyordu. Çalılara vardığımda düşünmeden aralarına daldım. Bir kısmının yüzümü çizmesini umursamadan koştum.

Parka vardığımda kendimi ilk bulduğum banka atıp dizlerimin titremesini ellerimi sertçe bastırarak durdurmaya çalıştım. Her şey çok fazlaydı. Duygular çok fazlaydı. Hepsini bir arada kaldıramıyordum, bir kısmından kurtulmak için bir şeyler yapmazsam yine yıkılacaktım.

Bir anda öfkenin doğurduğu gözyaşlarımın arasından bakışlarımı karşıya diktim. Bir süre kararlılıkla bakarken beynim yapma diye bağırıyordu. O sesi bastırarak cebimden telefonu çıkarıp annemin numarasını tuşladım. Tahminim üzerine, kısa bir çalıştan sonra açtı.

"Alo? Cole, her şey yolunda mı?"

"Evet, evet, babam hangi pansiyonda kalıyordu?" Kısa bir sessizlik oldu.

"Cole..."

"Bu civarda mı?"

"Cole sesin iyi gelmiyor, bunu yapmak istediğinden emin--"

"Hiç bu kadar emin olmamıştım, nerede olduğunu söyleyecek misin?" Yine sessizlik. "Hadi ama anne, zaten bunu yapmamı istemiyor muydun ne kadar çabuk başımızdan gider o kadar iyi, şimdi lütfen fikrimi değiştirmeden nerede olduğunu söyle." Yine bir sessizlik oluşurken annemin yutkunuşunu duydum.

"Thompsonlar'ın pansiyonu."

"Teşekkür ederim."

"Ve Cole?" tam kapatmak üzereydim ki telefonu kulağıma tekrar yaklaştırmak zorunda kaldım. Annem hissetmiş gibi tekrar konuştu. "Ne derse desin baban olduğunu unutma, ama aynı zamanda da ona ihtiyacımız olmadığını. Tamam mı?" Sertçe yutkunduktan sonra durakladım.

"Tamam."

"Seni seviyorum." Telefonu kapattıktan sonra başımı öne eğip derin bir nefes aldım, zaten orada olduğunu tahmin etmiştim en yakınımızdaki pansiyondu, annemi aramanın bir nedeni de ondan cesaret almaktı. Ve almıştım.

Hızla kalktıktan sonra duraksamadan, sert adımlarla yürümeye başladım. Her adımla etrafıma duygu taşırdığımı hissediyordum.

Thompsonlar'ın kapsına geldiğimde birkaç saniye durakladıktan sonra zili çaldım. Birkaç saniye sonra Bayan Thompson yüzünde bir gülümsemeyle kapıyı açtı.

"Ah, Cole bu ne sürpriz! Seni ne kadar süredir görmüyordum, iyi görünüyorsun."

Keşke öyle de hissetsem.

"Şey evet, ben Robert Rivers'ı görmek istiyorum." Bir an yüzündeki gülümseme şaşkınlığa dönüştü.

"Ah yoksa baban mı? Benzer soyadı olabilir diye düşünmüştüm ama... İyi de neden pansiyonda kalıyor?"

"Hangi odada?"

"307, ama--"

"Teşekkürler." Onu umursamadan içeri adımımı attım, Bayan Thompson'ın sorgusuna harcayacak enerjim yoktu. Resepsiyondan geçerken Bay Thompson bana el salladı, kısaca el salladıktan sonra o konuşmadan önce hızla merdivenlere ulaşmayı başardım. 3. kata çıktım.

Odaların olduğu koridordan yavaş adımlarla ilerlerken 307'yi gördüğümde durdum. Buydu. Buraya kadar gelmişken son şansımdı.

Kapıyı yumrukladım.

Aslında içeride olmaması, dışarı çıkmış olması ya da her zamanki gibi gitmesi için dua ediyordum, ama birkaç saniye sonra kapı açıldı.

Nefes nefese bir şekilde şok ifadesinin yüzüne yerleşmesini izledim.

"Cole, geldiğine çok sevindim, içeri geç konuşa--"

"Hayır. Söyleyeceklerimi söyleyip gideceğim." Cevap vermesine izin vermeden derin bir nefes aldım. "Okuldan seni aradıklarında... ne olduğunu söylediler mi? Duvardaki yazıların ne olduğunu?" Yutkundu.

"Evet. Başta söylemediler, ama ben ısrar ettim." Kafamı salladım. Meraka yenik düşme huyumun kimden geldiğini her zaman biliyordum.

"Ve buraya geldin, çünkü doğru olmamasını umuyordun." Kısa bir sessizlik oldu.

"Cole, gerçekten tek istediğim konuş--"

"Hayır, seni bu zahmetten kurtaracağım. Duydukların doğru." Yarı açık ağzı yavaşça kapandı ve beni içeri davet eden eli yavaşça aşağı indi. "O kızla çıkıyordum. Çünkü ondan hoşlandığımı düşünmüştüm. Çünkü popülerdi ve okulda bir statümün olacağını da düşündüm." Yutkundum. Şu an babamı sadece içimdekileri dökmek için kullandığım bir dinsel heykel gibi görüyordum. "Buna bir süre daha kendimi inandırdım. Sonra biri çıktı ve kim olduğumu sorgulamaya başladım. Daha fazla devam edemeyeceğim için bunu bitirdim, ama kız bundan memnun olmadığı için kendince intikam almaya çalıştı." Babamın ifadesi fazlasıyla gerilmişti, az önce de bir adım geri çekilmeye yeltenip kendine engel olmuştu. Benden iğrenmesini yavaş yavaş izleyebilecektim. "Ama benim en büyük zorluğum bu değildi. Kim olduğumu keşfetme yolum aslında bu değildi." Bakışlarımı kaçırarak başka bir köşeye baktım. "Umurunda değilse kapıyı örtebilirsin. Ya da orada dikilip dinliyormuş gibi yapabilirsin umurumda değil, ben yine de konuşacağım." Kılını kıpırdatmadı. "Biri daha ortaya çıktı. Başta anlayamadım, sonra neye uğradığımı şaşırdım. Ama o benim nasıl biri olduğumu fark etmemi sağladı. Ve ben bundan korktum. Sana benzemekten korktum." Babamın yutkunduğunu gördüm.

"Cole..."

"Ama sonra düşündüm... en azından ben değer verdiğim şeyler uğruna bu insan haline geliyorum. Somut şeyler için değil. Hala kimliğimden korkuyorum, ama kabullendim sayılır çünkü biliyorsun, genlerin birinden biri geçmek zorunda. Sende de iyi bir yön göremiyorum baba, özür dilerim. Ama tabii ki olduğum kişi için seni suçlayacak değilim." Bitirdiğimde gözümden akan yaşları yeni fark etmiştim, elimin tersiyle sildim ve derin bir nefes alarak babamın gözlerinin içine baktım.

"Her neyse, demek istediğim artık endişelenmeyi ve beni oğlun olarak görmeyi kesebilirsin, buradan gidip kendini batırmaya devam ederken benden bahsetmek zorunda bile değilsin. En azından sana son bir iyilik yapayım dedim." Arkamı dönüp ilerlemeden önce son bir kez baktım. İğrenmesini izlemiştim. Şimdi beni hayatından çıkarmasına izin verebilirdim.  "Hoşçakal Robert."






Continue Reading

You'll Also Like

5.9M 193K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
1.6M 88.2K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
164K 11.1K 20
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
1.6M 28.1K 33
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...