gasoline | chanmin

By _pneumothorax

182K 18.6K 9.3K

Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur. More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
3.0
3.1

2.9

4.2K 554 489
By _pneumothorax

Hastane koridorunda çaresizce bekliyordu delta. Omegasının arkadaşları telaşla bir oraya bir buraya yürüyor, o ise gözünü yere dikmiş tepkisizce sadece nefes alıp veriyordu.

Buna nefes almak deniyorsa tabii.

O anlar zihnine dolmaya başladı tek tek. Omegasının ağlamaya başladığını anladığı an çevreden lavabonun yerini öğrenmeye çalışmış fakat herkes sarhoş olduğundan bu pek kolay olmamıştı. Kasıklarında çok keskin bir acı hissettiğinde ise artık kendisinin değil kurdunun hakimiyeti aldığını fark etmişti çünkü biliyordu ki omegasına bir şey olmuştu.

Bütün evde fırtınasını estirmişti. Bazıları korkuyla kendini dışarı atmış, bazıları deltanın yoğun feromonlarından ötürü bir adım bile atamaz hale gelmişti.

Delta hisleriyle omegasını bulduğu an onu kanlar içinde yerde yığılmış bir halde görmüştü. Öfke bütün damarlarında adeta bir yılan gibi geziniyordu fakat o an önemli olan öfkesi değil, omegası olmalıydı. Bunu yapanı eninde sonunda bulur, gereken neyse onu yapardı fakat o an omegası acı çekiyordu. O tepki vermese de bunu hissediyor, hatta yaşıyordu.

Çaresizlik hissini ömrü hayatında ilk kez hissetmişti sanki. Elleri titremeye, gözleri buğulu görmeye başlamıştı. Bir hışımla üstündeki tişörtü çıkarıp omegasına tampon yapsa da kan çok fazlaydı. Çok çok fazla.

Kucağına aldığı gibi bilincini kaybeden omeganın verdiği tek tepki gözlerinden akan yaşlar olmuştu.

Delta, büyük bir şok içinde omeganın kanlı bedenine bakan kalabalığı, rengi değişmiş gözlerinin değdiği her bedenin yol vermesiyle yararak ilerlemiş; Minho'yla göz göze geldiği gibiyse sözsüz anlaşan ikili arabaya yerleşmişti. Jisung da ağlayarak son anda Minho'nun yanındaki yolcu koltuğuna oturduğunda hızla hastaneye sürmeye başlamıştılar.

Delta arka koltukta omegasıyla birlikte oturuyor, hala zar zor da olsa hissedebildiği kurduna feromon göndermeye çalışıyordu.

Hastaneye vardıklarındaysa omega yoğun bakıma alınmış, arkasında ise bir sürü korku dolu beden bırakmıştı. Hastanenin çok soğuk olduğunu ve ilk defa bu denli üşüdüğünü hissediyordu delta.

"Benim yüzümden..." Jisung sürekli ağlayarak sayıklasa da o an kimse ona neden böyle söylediğini soramıyordu. Herkes sadece kapısı açılacak olan yoğun bakım ünitesini gözlüyordu.

Geldiklerinden beri kaç saat geçtiğini kimse bilmiyordu fakat yoğun bakım kapısı açıldığı an herkes telaşla ayaklanmış, delta önde olmak üzere hepsi doktorun başına geçmiştiler.

"Hastanın yakını siz misiniz?" diye sordu doktor, her ne kadar deltayı ve ruh eşini tanısa da.

"Evet, ruh eşiyim ben. Durumu nedir?" Delta endişeyle bir adım daha atarak doktora yaklaştığında doktor kafasını iki yana sallayarak çaresiz bakışlar attı önündeki kalabalık gruba.

"Üzgünüm, hastamızın durumunu stabil hale getirsek de maalesef bebeği kurtaramadık. Bıçak rahmi delmiş, oluşan kanamayla birlikte bebek de daha fazla tutunamamış rahim duvarına. Kürtaj işlemini gerçekleştirdik, birazdan hastamızı odaya alacağız. Tekrardan, çok üzgünüm..."

Jisung doktorun söyledikleriyle daha şiddetli ağlamaya başlamış, o an ne olduğunu anlayamayan delta ise doktoru bölmeden dinlese de cümlesinin bitmesiyle korkuyla konuşmuştu.

"Bir karışıklık oldu sanırım. Kim Seungmin'in durumunu öğrenmek istiyoruz. Onun ruh eşiyim ben."

Doktor o an deltanın hiçbir şey bilmediğini fark etmişti. Jisung ise "Hyung.." diyerek hıçkırıklarının arasından konuşmuştu. "Seung... Seung hamileydi."

O an delta dizlerinin bile tutmayacağını sanmıştı sanki. Arkadaşları donakalmış bir şekilde birbirlerine baksalar da delta çaresizce Jisung'a bakmış ve "Ne?" diyerek anlayamamış gibi sormuştu.

Deltanın tepkisiyle birlikte daha fazla dayanamayan Jisung yanındaki arkadaşına sarılarak ağlamaya devam etmişti. Jeongin Jisung'u tutarken bir yandan da bütün duyduklarını sindirmeye, güçlü kalmaya çalışıyordu.

"Jisung ne dediğinin farkında mısın sen?" diye bağırdı delta. Hiddetli bakışları bir doktora bir de Jisung'a uğruyordu. "Ne demek hamileydi?"

"Sakin olun lütfen," dedi doktor deltanın kontrolünü kaybetmesinden korkarak. "Eğer sakin olmazsanız sizi hastamızla görüştüremeyeceğiz."

"Bana burada o hamileydi diyorsunuz, bir de sakin olmamı mı bekliyorsunuz?!" Doktor deltanın değişen gözleriyle birlikte birkaç adım geriye gitmişti.

"Hastanın bilinci açılınca odaya alacağız. Geçmiş olsun."

Hızlı adımlarla doktor oradan ayrıldığında delta ayakta duramıyormuşçasına duvardan destek aldı. Gözleri hiddetle Jisung'a dönerken öfkesi gözlerinden okunuyordu.

"Neden bana söylemediniz?"

"Daha öğreneli birkaç gün oluyor," diye mırıldandı Jisung hıçkırıklarının arasından. "Gyuri teyzenin yanına o yüzden gitmiştik, onun için de her şey çok tazeydi. Sana anlatmaktan korktu."

Delta o an omeganın üzerindeki hanımeli kokusunun bebeğe ait olduğunu kavramıştı. Her şey üstüne geliyormuş gibi hissederken Felix'in "Kapı açıldı," diye bağırmasıyla gözlerini telaşla yoğun bakım kapısına çekmiş, o an sedyede öylece yatan omegasıyla göz göze gelmişti.

O an onun harelerindeki acının içinde boğulacağını sanmıştı delta. Omegası hızla gözlerini kaçırmış, başına üşüşen arkadaşlarına bile bakamadan sadece ağlamaya devam etmişti. Doktorlar mesafe bırakmaları için onları uyarırken sedye öylece deltanın önünden geçmiş, arkadaşları da onun arkasından sadece bakakalmışlardı.

Delta hızlı adımlarla hastaneden çıkarken arkasından gelen Changbin ve Minho'ya sert bir emir vererek onları durdurmuş ve kendi başına oradan ayrılmıştı.

Yapması gereken çok önemli bir şey vardı.

&

Chan'ı görmeyeli tam bir hafta oluyordu. Bir haftadır ne mesaj atmaya ne de aramaya cesaret edebiliyor, kimseye nerede olduğuyla alakalı en ufak bir soru bile soramıyordum.

İçimde acı çektiğine dair oluşan hisler kızgınlığını geçirdiğini söylüyordu fakat yine de onu yanımda istemekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Ona ihtiyacım vardı. Ona en çok bu bir hafta boyunca ihtiyacım vardı.

Hastanede iki gün kalmış, ardından annemlerin evine geçmiştim. Alfa annem olayları öğrenir öğrenmez partinin yapıldığı eve giren çıkan herkesi araştırmaya başlamıştı. Arkadaşlarım her gün yanıma geliyor ve bana moral vermeye çalışıyorlardı. Onlara yalan söylememe rağmen vicdan azabımı artıracak derecede hem de.

Bense günlerdir ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Henüz varlığını kabulleneli iki gün olan bebeğimi kaybetmiş, hanımeli kokusuna yeni alışmışken şimdiyse karnımın boşluğuna alışmam gerekmişti. Sanki o her zaman içimdeymiş gibi şu an kendimi bomboş hissediyordum.

Kasığımdaki yara ise kendini belli etmek ister gibi ara ara sızlıyordu. Sanırım ölen bebeğim kendini bana böyle hatırlatacaktı her zaman.

Düşüncelerimden sıyrılarak boş bakışlarımı pencereden çekip odanın içinde gezdirdim. Saat öğlen sularıydı, annemler her ne kadar işe gitmemek için bu bir hafta boyunca başımın etini yeseler de biraz yalnız kalmak istiyordum. Bu yüzden onları erken saatlerde evden gönderiyordum fakat ikisinden biri öğleden sonra illaki yanıma geliyorlardı. Belki tepkisizliğimdendi fakat en ufak bir hareketim için bile diken üstündeydiler.

Bense odadaki televizyon bile açmıyordum. Çünkü biliyordum ki bir sürü dedikodu bu bir hafta boyunca yayılmış ve yayılmıştı. Benimse hiçbirini dinleyecek mecalim yoktu.

Fakat o an sessizlik bana çok gürültülü geldiğinde ve artık camdan dışarısını seyretmekten sıkıldığımda elimin kumandaya gitmesinden başka bir şey yapamamıştım. Nereye kadar kaçacaktım ki?

Sürekli yenisi akan yaşlarımı kazağımın koluna silip burnumu çektim ve kumandanın düğmesine bastım. Karşıma anında bir haber kanalı çıkmıştı ve önemli bir olay olsa gerek ekranda son dakika yazısı geçiyordu. Televizyonun sesini açtım.

"Bir haftadır kayıp olan ünlü iş insanı Park Dongwoo'nun kardeşi Park Junghwa'nın bugün Inchon açıklarında cansız bedenine ulaşıldı. Soruşturmada gizlilik kararının alınmasıyla dava sırrını korusa da omegayı kimin neden öldürdüğü halkın merak konusu olmaya devam ediyor. Kurbanın bedenindeki yaralar..."

Duyduklarımla beraber beynim haberin devamını dinlemeyi bırakmıştı. Ekranda gördüğüm öldürülen omeganın fotoğrafı ve o gece beni bıçaklayan adamın benzerliği, tahminimde Dongwoo'nun kardeşi olduğunu düşünmem ve onun öldürülmesi... Her şey tek tek zihnime oturuyordu. Chan... o yapmış olamazdı, değil mi?

Korkuyla dolu gözlerim daha da buğulansa da ağlamamaya çalıştım. Tam o an çalan zil beni yerimden hoplatmış, içimdeki korkuyu artırmıştı.

Bizimkilerden biri gelmiş olmalıydı.

Kasığımdaki sızlayan sargımı tutarak ayağa kalktım. Yavaş yavaş yürürken zilin bir daha çalmamasıyla kapıdakinin gitmiş olmasından korkarak adımlarımı hızlandırmıştım.

Kapı deliğinden baktığımdaysa onu görmüştüm. Ruh eşimi. Bir haftanın ardından dağılmış saçını ve bitkin duran yüzünü görmem beni yerimden geriye doğru sendeletse de kapının kulbuna tutunan elim yavaşça aşağı hareket etmişti. Korkuyordum, tepkisinden ölesiye korkuyordum.

Kapıyı açar açmaz yerde olan bakışları gözlerimi buldu. Onu görür görmez gözlerimin dolmasıylaysa kendime lanetler etmiştim. Ona çok ihtiyacım vardı. Ona bu sikik bir hafta boyunca çok ihtiyacım vardı ve bu ihtiyaç beni yere kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlatabilirdi.

Solgun yüzü beni gördüğünde hızla bedenimde gezindi. Gözleri tekrar gözlerimi bulduğunda sadece ona bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. İyi olduğuma emin olmuş olacak ki yutkunarak konuştu.

"Bana söylemedin..." dedi kendi kendine konuşur gibi. Ardından bir adım içeriye doğru atarak bana yaklaştı. "Bana söylemedin Seungmin."

Elleri yanaklarıma çıkarken gözlerim usulca kapandı ve sıcak gözyaşım iki yanağımdan da usulca kaydı. "Söyleyemedim." dedim dudağım büzülürken. Ağlama şiddetim her geçen saniye daha da artıyordu.

"Neden söylemedin?"

Ellerim yanağımın üstündeki ellerinin üstüne giderken derin bir nefes almaya çalıştım. Gözlerimi açtığımda pür dikkat beni izleyen bakışları canımı yakmıştı.

"Özür dilerim..." Sesim kısık, bakışlarım mahcuptu. Cinayet işlemişim gibi hissediyordum. O partiye gitmek beni katil yapmıştı. "Onu koruyamadım." dedim sesim titrerken ve ağlama şiddetim artarken. Hıçkırmaya başlamamla Chan'ın beni kendine çekip göğsüne yaslaması bir olmuş, bense öylece üzerindeki tişörte tutunmaya başlamıştım.

"Ben reddettim, bir de sen reddedersin diye korkutum; sana söyleyemedim. Bu yüzden o terk etti bizi gitti."

Hıçkırıklarımın arasından konuşurken bu bir haftadır veremediğim tepkiyi veriyordum. Chan benim zayıf noktam olmuştu. Onun yanında küçücük bir çocuğa dönüşüyordum.

"Eğer..." dedi ve sustu konuşmak onu zorluyormuş gibi. "Eğer bilseydim, seni bir saniye gözümün önümden ayırmazdım."

"Biliyorum," diye fısıldadım. Bir süre daha sessizce sarıldığımızda aklından bin farklı şey geçiyor olduğuna emindim. Sadece konuşmak için doğru zamanı bekliyordu.

Bir eli saçlarıma çıkıp orayı okşamaya başlamıştı. Derin bir nefes aldı. "Hanımeli kokusunu alamıyorum."

Bu, hayatıma girdiğinden beri kurduğu en kırıcı cümleymiş gibi ağlamaya başladım. Öyle çok kırmıştı ki kalbimi, nefes alamıyorum sanmış; sanki o geceye yine giderek içime bıçağı tekrar tekrar sokmuştum.

Şakağımdan öperek beni kendinden biraz uzaklaştırdı. İki avcu da tekrardan yüzüme çıkarken bir yandan gözyaşlarımı siliyor, bir yandan da beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Benim için önemli olan tek şey sensin." diye fısıldadı tekrardan göz teması kurduğumuzda. "Şimdi seni buradan alıyorum, bir süre baş başa kalacağımız bir yere götürüyorum, anlaştık mı?"

Reddedercesine başımı salladım. "Olmaz," diyerek derin bir nefes aldım. "Seninle baş bala kalıp ruhumu rahatlatmak istemiyorum. Bu benim için bir ödül olur."

Sözlerimle birlikte duraksadı. "Ne demek ödül olur? Seungmin bebeğin ölmesinde kendini suçlamıyorsun, değil mi?"

"Bebeğimizin," diye düzelttim onu. Gözlerini kapatarak bu gerçekten kaçmak istiyormuş gibi tekrarladı beni. "Bebeğimizin..."

Gözlerini açtığında bana soru dolu bakışlarla bakıyordu. "Eğer bencillik yapıp o partiye gitmeseydim şu an o hala karnımda olacaktı."

Gözyaşlarım tekrardan yanaklarımdan akmaya başladığında bana sinirlendiğini ilk defa o an hissettim. "Seungmin, kendini suçlayabileceğin hiçbir konu yok ortada. Eğer o orospu çocuğu-"

Cümlesini birden kestiğinde pot kırmış gibi baktı yüzüme fakat ben her şeyi tahmin ediyordum zaten.

"O orospu çocuğunu sen öldürdün, değil mi?"

Bir süre sessiz kalsa da başıyla sessizce onayladı beni. "Ya polisler? Seni tutuklarlarsa o zaman ben ne yapacapım?" diye sordum korkuyla. Eğer Chan yanımdan bir an olsun ayrı kalırsa hem kurdum hem de ben buna dayanamazdık.

"Polisler hiçbir sikim yapamaz. Deltam hakimiyeti aldığı müddetçe yaptıklarını kimse sorgulayamaz. Ki kısasa kısas uygulandı, bu tarihte deltanın yapmakta yükümlü olduğu bir şey."

Sözleri beni rahatlatsa da vicdan azabım o kadar fazlaydı ki bütün duygularımı bastırıyor, ellerimi bağlıyordu.

"Ya kızgınlığın," diye sordum. "Hissettim, çok acı çektin."

Alnımı öperek dudaklarını oraya bastırmaya devam etti. "Kendine ceza vermek isteyen tek kişi sen değildin."

"Nasıl yani?" diye sordum geri çekilip tekrardan gözlerine bakarak. "Kendine dokunmadın mı?"

"Bebeğin..." kelime hala ona yabancı geliyormuş gibi dilini ısırdı. "Bebeğimizin gidişinden hemen sonra kendimi nasıl rahatlatırdım?"

Bütün bir hafta acı çekmesinin -bunu en derinlerimde hissetmiştim- nedeni demek kendine dokunmamasından kaynaklanıyordu. Bu bir delta için çekmesi en zor acılardan biri olduğunu biliyordum. O an herkese zarar verdiğimi düşünmeye başlamıştım.

Tekrardan gözlerim dolarken bana inanamaz gibi bakmaya başlamıştı. "Sakın bana bunun için bile kendini suçladığını söyleme."

Benden bir cevap gelmezken yukarı bakarak derin bir nefes almış ve ağzının içinde "Aptal omega," diye söylenerek beni birden kucağına almıştı. Yara izim anlık sızlasa da ne yapacağımı bilemeyerek kollarımı telaşla boynuna sarmıştım.

"Ne yapıyorsun?" diye sordum yürümeye başladığında.

"Bu aptal omegayı her şeyden uzaklaştırmaya götürüyorum."

"Chan ben hiçbir yere gitmek istemiyorum. Benim yalnız kalmam gerek!"

Adımları duraksadı ve yüzüme bakarak sinirle konuştu. "Eğer burada suçlanması ve cezalandırılması gereken biri varsa o da benim. Sana bunu bana söyleyecek güveni bile veremediysem ve eğer benim düşmanım yüzünden bıçaklandıysan burada tek bir suçlu vardır. Bu yüzden daha fazla düşünmeyi bırak ve sadece dediklerimi yap."

Cümlesini bitirdikten sonra arabanın kilidini açmış ve beni yolcu koltuğuna oturtmuştu. Ona hala dolu gözlerle baktığımı gördüğündeyse dayanamayarak beni tekrardan kucaklaması ve sürücü koltuğuna onunla birlikte oturmamı sağlaması bir olmuştu.

"Nasıl süreceksin ben kucağındayken?" diye sordum kollarımla omuzlarından destek alarak.

"Sen sadece kendini rahat hissetmeye bak. Ben her şeyi bir şekilde hallederim. Bu her şey için geçerli."

Sözlerinden sonra kafama baskı uygulayarak beni boynuna yaslamış, ardından arabayı çalıştırmıştı. Onun feromonlarını direkt kaynağından almamın getirdiği huzula ben de göğsüne iyice sokulmuş ve çok kısa bir süre içinde zayıf düşen bedenimle uyuyakalmıştım.

&

Amma çok düzyazı bölümü oldu yaa ama bundan sonra pek texting görebileceğimizi sanmıyorum olay odaklı olacağı için

Chanın kızgınlıgı da bu şekilde gecmesi lazımdı, zaten ben de ikisini kızgınlıklarında seviştirmek istemezdim. ilk birliktelikleri (hikayenin basındakini saymazsak) daha duygusal olmalı cünkü.....

Veee vize haftam bitti 🥳🥳 dönemin en iyi sınavlarını verdiğime göreeeee (bilmem ne yapalım??

Simdilik gidiyorm

Gormek istediğiniz sahneler varsa buraya bırakabilirisniz

Baybayy

Continue Reading

You'll Also Like

1.4K 217 9
Ağlayarak uykuya dalan Jung Hoseok, uyandığında hamile ve tanımadığı bir adamla evliydi. . . . soft and short
11.9M 580K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
224K 20.8K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin