HARBİ

By tknmz39

14.5K 2.6K 3K

Orada hiçlik ve çokluk her zaman peş peşeydi ona göre. Tanıdığı, bildiği her şey kendi zıttıyla muhteşem bir... More

1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17
18
19
20
21.
23
24
25
26
27
28

22

472 88 178
By tknmz39

Arca sabah erken saatlerde Meyil'i yatakta yalnız bırakıp cep telefonuna gelen mesajın peşinden Kozan'daki kumarhaneye gitti, ilk geldiği gün hesapları kontrol ettiğinde bir tuhaflık olduğunu sezmiş ve çalışanlardan gizlice güvenlik kameralarının görüş açılarını değiştirtip sayılarını arttırmıştı. Kumarhanenin hesaplarını emanet ettiği Tarık'ı tahsilatta eksik olduğu konusunda uyarıp takip etmesini istemişti. Sabah mesaj atan Tarık'tı ve hırsızı bulduğunu ve gelip almasını söylüyordu.

Kendinden para çaldığı kamera kaydı ve Tarık'ın şahitliği ile ispatlanan kişi muhasebecilerinden biriydi. İki senedir yanında çalışan, tanıştığı gün borç batağından ve tefecilerin elinden kurtardığı, ailesine destek olduğu en güvendiği adamlarından biriydi. Bu âlemin içinde hırsızlık, yolsuzluk ve ihanet hep beklediği şeylerdi fakat beklemediği, sırtını döndüğü an arkasından hançerlenmek ve üstelik bunu hayatını kurtardığı birinin yapmış olmasıydı.

Bir kez daha anladı ki minnet yükü, insanların altında kalmaktan en tiksindiği ve ilk fırsatta işleri tersine çevirdiği duyguydu. Tüm çalışanları tek sıra halinde kumarhanenin girişinde diziliyken tek kelime etmedi, silahını çıkardı ve adamı kafasına tek kurşun sıkarak infaz etti. Buz gibi, ölüm saçan, katil bakışlarını diğerlerinin üstünde gezdirip burnundan soludu. Konuşsaydı saçtığı dehşet kelimelere bölünürdü, o sessiz çöken bir fırtına gibi sustu ve sabahın üstüne çöktü. Geldiği gibi gitti.

Bir meyhaneye gidip körkütük olana kadar içti, kimseyle konuşmadı, düşündü planlar yaptı, çalıştığı tur şirketine mesaj atıp doğu Avrupa'daki ülkelerden birindeki vize ve oturum iznini sıkıca takip etmelerini söyledi. Karadağ ve Beyaz Rusya'da şirketleri ve evleri vardı. Gerektiği zaman Türkiye'den kaçıp saklanmak için oturum izinleri önceden alınmıştı. Muhasebecisi ve bankacısı ile görüştü, hesaplarını kontrol etti. Çok kısa sürede çok fazla cinayet işlemişti ve her an kaçması gerekebilirdi. Hapse girmektense ölmeyi tercih ediyordu ve bir daha tutuklanmamak için bildiği her şekilde, ne pahasına olursa olsun hazırlıklı olmak zorundaydı.

Birkaç saatlik uykuyla, güpegündüz, aç karnına bir infaz, bir sürü hesap kitap plan dolambaç derken çiftliğe vardığında bedeninin sol ortasından yükselen yangın boğazına yükselmeye başlamıştı. Hapistense ölmek diye düşünürken fazla mı iddialı konuşmuştu? Öyle ya Tanrı'nın her zaman başka planları ve adamın sırtına şak diye indirdiği kırbaçları vardı. Adil miydi, değil miydi bilmiyordu ve arabanın direksiyonundan inemeden kıvrandı. Kapıyı güçlükle araladı. Saç diplerinden akan terle sırılsıklam olmuş, ıslak alnını direksiyona yaslamıştı. İlahi kırbacın şakırtıları genç gövdesinde artarda patlıyor, tüm benliğini darmadağın ediyor fakat yine de yaptıklarından hiç pişmanlık duymuyordu. Aklı fikri hala yapamadıklarındaydı. Ölürse lanet bir ülserden değil hırsından ölecekti. Kan kusmaya başladı.

...

Üç gün sonra Adana Amerikan Hastanesinde mide ülserine lazerle yapılan operasyonun ardından uzun zamandır ertelediği hastalığından tamamen kurtulmuş ve sağlığına kavuşmuştu. Endoskopik cerrahi ile midesinde kanamaya ve şiddetli ağrılara sebep olan yaraları lazerle mühürlenmişti. Onu operasyona ikna eden geçmeyen ağrıları ve artık tüm omuriliğine yayılan sancıları değil, Meyil'in gözyaşlarıydı. Arabasından inmeden kan kustuğunu ve acıdan bayıldığını görmüş, Arca'yla Nedim'in olmaz demesine aldırmadan köye ambulans getirtmişti.

Diyet ve antibiyotik tedavisi ile kısa süren nekahet dönemini köyde geçirdi ve üstüne titreyen üç kadının melekler gibi omuzları etrafında uçuşarak kendisine iyi gelişine teslim oldu. Kurtulduğunda aslında basit bir operasyon olduğunu anladı. Kırbaç yok olmuştu. Herhalde bu, Yaradan'ın ona, devam et koçum, deyip bir kıyak daha geçme şekliydi.

Arca'nın ameliyatından sonraki dördüncü gün, Meyil avluda sabah kahvesini içip Eceyle mesajlaşırken çiftliğin demir kapısından içeriye iki son model jip ve simsiyah bir minibüs girdi. Gelenin kim olduğunu anlamak için yerinden kalkıp yola doğru bakmaya başladı. Az sonra gelenleri karşılamaya çıkan Nedim yüzünde hoşnutsuz bir ifadeyle

"Arzu Mercan." diye tısladı.

Meyil bu ismi daha önce nerede duyduğunu anımsamaya çalışırken şoförlü lüks araçtan kırklı yaşlarda, iyi giyimli ve oldukça bakımlı, güzel bir kadın indi. Topuklu ayakkabıları üzerinde bastığı yeri titreten vakur edasıyla etrafa şöyle bir bakıp başındaki ipek şalı omuzlarına indirdi, gözündeki büyük güneş gözlüğünü sıyırıp arkasındaki genç asistanına uzattı. Bakışları genç kızı bulunca durup belli belirsiz gülümsedi.

Meyil, The Gulf'un açılışı için kulübe gönderilen çelenkler içindeki en gösterişli olanın üzerinde okuduğu o ismi anımsadı. Arzu Mercan...

Magazin haberlerinde İstanbul'un ünlü cemiyet hanımefendilerinden bilmem hangi yalıda yaşayan ve adı sadece derneklerin bağış etkinliklerinde anılan türden soylu görünen ve yaşından oldukça genç görünen kadın, birkaç adımda karşısındaydı. Sol elinin üstünü öpmesi için buyurgan bir tavırla kıza uzattı.

Neşeli bir sesle, "Tatlı gelinim buymuş ha!" dedi.

Meyil, kendisine uzatılan eli değil öpmek itmeyi düşünürken gelinim sözüyle olduğu yere çivilendiğini sandı. Çiftlikte adı beddualarla anılan, Bozok Kızılkan'ın felaketine sebep olduğu ima edilen, yaka silkilen ve bunca nefret sözünün altında hep bir doz korku sezdiren o kadın, meçhul çiçeklerin sahibesi, Arca'nın gizemli annesi oydu demek...

Usulca el öpüp titrek bir tebessümle kadına bakakaldı. Arzu, genç kızı şöyle bir süzdü, dudağının köşesi küçümsemeyle kıvrıldı fakat tek kelime etmedi.

"Oğlum nerede?" diye sordu.

Arca, ancak doksan saniye kadar süren, öfkeyle nefesini tutup içinden saymıştı, sahneyi yatak odasının balkonunda elleri belinde seyretmişti. Kimseye kalmadan cevap verdi.

"Elinin köründe! Gel gel! Bi sen eksiktin, cehennemim seninle dastamam oldu, gel!" diye seslenip içeri girdi.

Arzu yüzünde yapmacık bir gülüşle kendisine hortlak görmüş gibi bakan ev ahalisine baktı.

"Tatlı dilli oğlum beni çok özlemiş! Satı? Bu ne katana gibi olmuşsun kız, az ye biraz. Canan, sen misin kuzum? Gel bakayım..."

"Ho-hoş geldin yenge... Buyur..." dedi yüzünün esmer rengi küle dönen Canan ve sokulup el öptü,

Arzu ona "Görmeyeli güzelleşmişsin, olgunlaşmışsın. Kocayı defetmek sana yaramış." diye takıldı.

Arzu kimseden cevap beklemeden eve girmişti çoktan, mecburen takip ettiler.

Annesi, ikinci katın merdiven sahanlığında bekleyen Arca'ya hasretle sarılırken Arca kollarını kadına dolamasa da sarılışından kaçınmadı, kadının omzunun üstünden diğerlerine el hareketiyle gelmemelerini işaret etti. Satı ve Canan, merdivenlerden geldikleri gibi inip geri gittiler. Meyil omuz silkerek yanlarında kaldı.

Annesi, Arca'nın yüzünü ellerinin arasında tutarak gözlerine, yüzüne hasretle bakıp iki damla yaş düşürdü.

"Gelmesin demekle olmaz! Sana soracak değilim! Bir tane evladım var, bugün gelmeyeceksem ne zaman gelip göreceğim seni? Ne oldu böyle? İyi misin oğlum? Bakayım sana? Zayıfladın mı sen? Yüzün sapsarı olmuş Arca'm, gel bakayım... Benim bitanem."

Arca ne cevap verdi ne de kıpırdadı. İri bademler gibi güzel gözlerini usulca kırparak kadına durmasını işaret etti. Bu kadar sevgi gösterisi kâfiydi.

Arzu göğüs geçirerek ellerini oğlunun yüzünden istemeye istemeye çekti, arkasını dönüp Meyil'e bir göz attı.

"Sen de gel kızım." dedi.

Üçü birlikte yatak odasına geçtiler. Arca günlerdir sabah akşam eve gelen hemşirelerin desteğiyle serum almaya devam ettiği hasta yatağı ve camın önündeki divan arasında toparlanmaya çalışıyordu. Kayıtsız bir ifadeyle yatağının ucuna ilişti.

"Bu eve ne yüzle geliyorsun, milletin huzurunu kaçırmaya mı? Gördün işte yok bir şeyim, ne diyeceksen de, git."

"Bu ev benim gelin olduğum, seni büyüttüğüm ev, istediğim zaman gelirim. Hele sen buradaysan kimseye de hesap verecek değilim. Huzuru kaçan defolsun gitsin, aha deya yol orada! Bu akşam kalacağım."

"Bu çatı hepimize dar be anam, neye inadıma gidiyorsun? Gördün işte al köpeklerini de geldiğin yere git."

Arzu, genç adamı duymazdan geldi, "Başkalarının önünde benimle tartışma Arca!" deyip etrafa bakındı, onca yıl eşyaların değişmemiş olduğunu görüp kısaca içini çekti. Bakışları az önce başkaları diye ötelediği Meyil'e kaydı.

"Ne güzel şeysin sen!"

"Teşekkürler Arzu Hanım."

"Asıl adım Arzu değil tatlım, Filiz. Bana Filiz Anne diyebilirsin. Numaramı kaydet, beni istediğin zaman ara. Ne istersen, neye ihtiyacın olursa çekinme."

Meyil telefonunu cebinden çıkarırken Arca terslendi.

"Eksik olma, istemez. Niye seni arayacakmış, biz öldük mü? Sana gelene kadar ohoo..."

"Ben, gelinimle konuşuyorum deli oğlan, kadın kadına! Sana diyeceği ayrı bana diyeceği ayrı, karışma sen! Güzel kızımı yakından tanımak isterim, bence o da beni tanımak ister."

"Senin yakından tanıdıkların bir pişman, seni tanıyanlar bin pişman! Neyse uzanacam ben, ister senelerce etmediğin analığının yerine otur başımı bekle, ister bas git ama çeneni kapalı tut. Kafa ütüleme, anladın?"

Arzu başını anlayışla sallayıp bir sandalyeye oturdu ve kollarını uslu uslu göğsünde bağladı.

Arca yatağına uzandı, Meyil onun yanına gidip üstünü ince bir pikeyle örttü.
"İyi misin canım? Bir şey istiyor musun?"

Arca huysuz bir ifadeyle "Şu kadını dinleme. Soru sorarsa cevap verme. Yüz gösterme, gitsin." Dedi.

Arzu yatağın başucunda oturduğu yerden "Hah! Sanki sülale şeceresinden ayakkabı numarasına kadar bilmiyorum da!" deyip güldü.

Meyil anlamaz gözlerle kadına bakıp dururken Arzu, alaylı takılmasını sürdürdü ve karşısına oturan genç kıza yeri işaret etti. Meyil yere, önüne baktı, bir şey anlamadı.

Arzu, "38." dedi. "Ama bu kolay bilgi, hı?" İnce, çocuksu, taze bir gül yaprağı gibi lekesiz cildini kırıştırarak gösterisine devam etti. "Kilon 56, boyun 174, tatlım. Annen Şanzelize Kuaförün sahibi Sibel Seyrek, baban Bayrampaşa cezaevinde, 34.koğuşta, eski müzisyen Şevket Akyüz. Lise sona geçtin, Özel Oktay Bağış Lisesinden kaydını açık öğretime aldın. Sutyen bedenin 75b."

Meyil ağzı açık bakakaldı. "Yok artık!" dedi, yutkundu.

Arca uyumadığı halde gözlerini kapatıp, odaya arkasını dönmüş ve herkesle iletişimi kesmişti. Arzu veya Filiz, her neyse bu görmezden gelinmeye aldırmadı. Meyil ikisinin arasında ne yapacağını bilemez halde kaldı. Çok geçmeden kıza,

"Kızım söyle bana çay getirsinler, yol yorgunuyum. Bitişik odayı da bana hazırlasınlar." dedi.

Meyil önce başkası diye hitap edip sonra iş buyuran kadına sinir olduysa da terslemeye cesaret edemedi. Odanın başköşesinde hükümet binası gibi kurulmuştu.

Mutfağa inip Canan'a ve Satı'ya, misafir kadının çay istediğini söyledi. Dertli dertli oturan Satı, "Zıkkum içsin!" diye söylendi.

Meyil onlara sır verir gibi "Arca annesiyle muhatap olmuyor, gitmesini söyledi ama kalacakmış. Yandaki odayı da hazırlasınlar dedi."

"Hah buyurmuş haspam! Şeytan diyür, dut saçından at dışarı!"

Canan gözleri korkuyla büyüyerek "Aman anne sakın! Filiz yengeye bulaşılmaz bilmiyor musun? Meyil, sen de kuzum... Aman ha! Bu kadın yeryüzüne inince şeytan işi bıraktı, dedi bana gerek kalmadı..."

"O neymiş be öyle!"

Bir fincan çay döküp çayı kadına kimin götüreceği konusunda kısa bir tartışma yaşadılar. Meyil kibirle omuz silkerek "Ben götürmem, kendine uşak tutsun!" diyordu.

Canan, "Ben hiç götürmem, anama ettiklerini unutmadım o cadalozun!" diye inat ediyordu.

Satı elleri belinde ikisine de bağırdı, "Huuh utanmayın da bu yaşımda küçük eltimin ayağına beni götürtün! Canan, hadi kızım... Meyil'e hizmet ettirdiğini görürse Aco delirir, sen götürüver."

Canan tamam dedi ve birlikte ikinci kata çıktılar. Arzu, Arca'nın başucunda sakince oturmuş oğlunu hasretle izliyordu. Meyil kapının aralığından içeriye bakarken kadının kucağında Arca'nın tişörtünü gördü. Herhalde oğlu yerine o kumaş parçasını çaresizce sevip okşuyor ve belki kokluyordu.

Canan ile kendilerine de birer çay alıp bahçeye çıktılar. Meyil fısıltıyla sordu.
"Canan Abla anlatsana, Arzu Hanımla, Bozok Baba neden boşandılar? Sonra Arca annesine niye küstü? Sordum ama anlatmıyor, çatliycam meraktan."

"Aco anlatmaz. Ben de söylersem şimdi kızar."

"Ama abla, ya pot kırarsam? Bilmeden yanlış bir şey yaparsam? O zaman daha kötü olur."

Canan düşündü, kıza hak vermesi bir yana bildiklerini içinde tutamayacaktı, eğilerek alçak sesle bildiklerini anlatmak için bir girizgah yaptı.
"Bak ölümü gör, Aco'ya beni zorla konuşturduğunu diyeceksin."

"Tamam tamam, anlat sen!"

Canan her şeyi bir çırpıda saydı döktü, "Şimdi bu kadının evveliyatı çok karışık, babası Kozan Beyiydi, çok zengindi, astığı astık kestiği kestik bir ağaydı. Kozan'ın yarısı onundu. Dört kızı vardı, en küçükleri bu Filiz. Ablalarının hepsi bir yerde başa bela... Ne sen sor ne ben söyleyeyim, uzun hikâye! Bozok Amcamın ilk eşi doğum yaparken ölmüş, birkaç sene sonra Filiz'i bulmuş. Babasının yanında çalışırken anlaşmışlar, amcam Filiz'i kaçırmış. Severek evlenmişler ama ne aşk! Kavga gürültü bir yanda bunların aşkı bir yanda... Bir dargın bir barışık, Filiz Yenge kazıklının tekidir, hiçbir adama pabuç bırakmaz ki Beylerbeyi babasına bile racon kesermiş... Arada ayrılıyorlar, Bozok amcam gidip yalvar yakar geri alıyor falan gel zaman git zaman Arca doğmuş. Bunlar yedi sekiz sene ancak huzurlu yaşadılar işte oğlan küçükken... Bozok Amcam hapse girip çıkıyor, arada kaçak düşüyor, Filiz babasının işlerine ortak oluyor, kulüp işletiyor ama o kulüp zamanında Adana'nın Maksim Gazinosu gibi... Gelen giden sanatçılar Bülent Ersoylar, Muazzez Abacılar, Ferdi Tayfurlar..."

"Aa çok ilginç! Kulübü vardı demek? E Arca da aynı işi yapıyor."

"Anası kılıklı hayta! O kulüpte büyüdü de ondan! El kadardı, her gece sahnenin arkasında sanatçılara ağzı açık bakardı. Dur hele asıl bombaya gelmedim. Bozok Amcam, babamın katilini öldürdüğünde kaçıp saklanıyor. Bu arada birlikte Rusya'ya gidiyorlar. Filiz Yengem o sırada ikinciye hamile. Dediğine göre amcam karısını aldatıyor, Filiz onu bir Rus karıyla basıyor. Sonra kıyamet kopuyor tabi, yengem tüfekle evi dağıtıyor, karıyı bacağından vuruyor, amcam canını zor kurtarıyor. Sonra yerini polise bildirip amcamı tutuklatıyor. O gün bugündür... İşte müebbet yedi, biliyorsun."

"Arca annesine o yüzden mi kızgın? E ama babası da hak etmiş! Niye aldatıyor gül gibi kadını? Ay çok da güzel, havalı, hükümet gibi kadın maşallah!"

"He valla orası öyle, bir de kahrından bebeğini düşürmüş! Kızı olacakmış. Ama o kadar da değil... Birkaç yıl sonra Filiz yeniden evleniyor. Rus işadamı ortağıyla! Adam yaşlı ama manyak zengin, Karun gibi bir şey, baron muymuş neymiş, yatlar, katlar, şirketler, fabrikalar, kulüpler... Ama adam psikopatın daniskası... Yengemi eve kapatıyor, işlerine çöküyor, işkence ediyor, Aco'yu dövüyor... Aco İstanbul'da adamı bıçaklıyor, hop ıslahevine!"

"Ha siktir! Ahh..."

"Ama çok pis dövermiş, hakaret edermiş, zincirle bağlarmış, anasına bıçakla saldırırmış araya girerse Aco'yu adamlarına parçalattırırmış... Bir gün eline fırsat geçince bizimki adamı parçalıyor. Yatıp çıkıyor işte neyse sonra anasından ayrılıp Kozan'a geliyor."

"Üvey baba eziyeti, ahh canım ya! Çok üzüldüm."

"Üzülme kız, Aco gebertti orospu çocuğunu, sağ koyar mı? Islahevinden çıktıktan sonra güya özür dileyip iş istemeye gidiyor, adamı bir güzel kafalayıp yanına giriyor. Sonra tabi Rus pezevengin kendi yalısından leşi çıktı!"

"Siktiiir! Üvey babasını öldürdü yani?"

"Öldürdü vallaha. Adamın bütün serveti, adamın büyük oğluyla Filiz'e kalıyor! Yengem çok büyük Hanımefendi'dir. Servetinin, gücünün ucu bucağı yok. Rusya'yla İstanbul arasında mekik dokur, çok hırslıdır, çalışkandır, açgözlüdür, acımasızdır."

"E adamın oğlu? Bu cinayeti bilmiyor mu?"

"Rus çocuk iyidir, yengemi sever sayar, Aco'yu da kardeş bilir, helal süt emmiş oğlan, babasına benzemez. Ona da ne eziyetler ettiyse deyyus! Gebermesi oğlanın işine gelmiş, bir nevi kurtulmuş! Hatta söylenen göre Aco'nun cinayeti gizlemesine o yardım etmiş. Rus mafyasının başında o var gibi görünüyor ama asıl onu yöneten de aha bu cingöz yengemdir."

"Çüüş hakikaten olaylara bak be! Kanım dondu." Meyil biraz sonra tekrar sordu, "Ee Arzu Mercan adı ne alaka?"

"Orasını ben de bilmiyorum kuzum, Filiz Yengem daha Kozan'dayken adını değiştirdi, kendi ailesiyle bağlarını kopardı gitti ama nasıl oldu neden oldu bilmem. Çok karışık işler."

O sırada Arzu'nun adamları arabalardan çantalar ve koliler dolusu eşyayı eve taşımaya başladı. Meyil ve Canan, oturdukları yerden kalkıp neler olduğuna bakmaya gitti. Mutfağa getirilen kolilerde eve bir yıl yetecek kadar çok ve çeşitli yiyecek vardı. Satı, ellerini belinin iki yanına çatmış ağzı ve gözleri fal taşı gibi açık halde gelenlere bakıyordu. Bir geçit törenini andıran erzak taşıma işinin arasında mutfağın kapısında beliren Arzu yüzünde otoriter bir ifadeyle,

"Satı, mutfağı hazırla, derli toplu bırak, çekil ayakaltından. Oğluma yemek yapacağım." dedi.

"Abbooo! Dağdan gelmiş bağdakini kovüyür bakele soykaya! Senin erzağına gerek yok! Topla şunları çek git! Çıkın gidin! De haydi! Al şunları, çek köpeklerini!"

Adamlar iki kadın arasında bir an kararsız adımlarla duraksayınca Arzu bir baş işaretiyle onları dışarı gönderdi. Topuklu ayakkabılarının üstünde tak tak sert adımlarla eltisinin karşısına yürüdü, yüz yüze geldikleri an köylü kadının ödü patladı, sustu ve yutkundu.

Arzu yüzünde hin bir sırıtışla ona tepeden baktı,
"Bana bak taşlı köyün yabani orospusu, seni bir elime alırsam Allah yarattı demem, haşat ederim! Çekil ayağımın altından. O çeneni de sıkı tut yoksa yersin zumzuğu! Çekil çekil..." deyip biri Rus, biri Arap, biri Ermeni olan adamlarına bağırdı,

"Nikooo! Cemal! Diran! Taşı oğlum! Diğer arabadaki benim valizlerimi üst kata çıkar! Minibüsteki kolileri köydeki çocuklara dağıtması için muhtara bırak!"

Emirler yağdırması bitince mutfak kapısının dışında kollarını göğsünde bağlamış alev alev bakışlarla kendisini seyreden Meyil'i gördü, tatlı bir gülüş atıp kıza göz kırptı ve eliyle gel gel yaptı.

Meyil iç geçirerek mutfağa girdi, kadının karşısına dikilip etrafa onun yaptığı gibi tepeden baktı.

"Zahmet etmişsiniz, kesenize bereket ancak bu ailenin bütün bunlara ihtiyacı yok Filiz Hanım. Yoksa Arzu mu diyeyim, neyse... Ait olmadığınız ve istenmediğiniz bir evde, etrafa emirler ve tehditler yağdırarak nereye varmaya çalıştığınızı anlayamadım. Siz mi açıklarsınız yoksa Arca'ya mı sesleneyim?"

Arzu hiç tereddüt etmedi, biran durup düşünmedi bile, kıza tatlı tatlı gülümsedi, saçının ucuna uzanıp okşadı.
"Tatlım... Sen bunların ne biçim insanlar olduğunu bilmezsin. Karışma?"

"Ben bu insanları yeterince tanıdım ve çok sevdim. Sizin meselenizi bilemem ama burası Satı Yengenin mutfağı. Burada kalmak istiyorsanız ve iyi niyetliyseniz bence gönlünü alıp birlikte yemek yapabilirsiniz."

Satı huysuzca omuz silkip "Ben birlikte kenefe bile gitmem o mendebur orospuyla!" deyip mutfaktan çıktı.

Arzu kaşlarını kaldırıp indirdi, "Görüyorsun. Oğlumu bana düşman ettiği yetmez gibi bir tas çorba yapmama mani olacak aklı sıra. Oğlunun cenazesinde bile bana sataştı bu cahil kadın! Sen karışma tatlım. Bunlar çook eski, çok tatsız, seviyesiz meseleler. Hadi sen Arca'ya bakıver."

Meyil daha fazla konuşmadan üst kata çıktı. Arca uyuyup uyanmıştı, başucuna oturup yüzüne eğildi. Alnındaki saç çizgisini okşadı, kalın kaşlarının üstünden parmaklarıyla nazikçe geçti. Eğilip burnunun ucundan öptü.

"İyi misin sevgilim?"

"Hı. Noluyür aşağıda?"

"Annen mutfağa nükleer bomba gibi düştü, eltiler birbirine girdi, annene azıcık çattım. Bana dişlerini sıkarak çiğ çiğ yiyecek gibi bakıp tatlım-lı canım-lı konuştu ama acayip tırstım. Yani... Evin erkeğinin bi ara aşağıya inmesi lazım."

Arca dirsekleri üzerinde doğrularak bir kahkaha attı. Meyil'i belinden kavrayıp yüzünü göğüslerine gömüp kokusunu içine çekti.

"Sen benim hayatımsın, ömrümün güneşisin! Siktir et koca cadalozları, kaçırayım seni."

"Aa?"

"Heye, yesinler birbirlerini. Ya da belki öküz, yani o ben oluyorum, giderse kavga biter. Eve dönelim. Körfez'e."

Meyil kıkır kıkır gülerek genç adamın boynuna sarıldı, kedi gibi sıcacık sokulup onu öpücüklere boğdu.

"Aşkım aşkım! Canımm! Ahh çok aşığım sana bitanem... Ama bu gece kalalım lütfen. Annen sana yemek hazırlıyor. Birlikte bir yemek yemenizi ve ateşkes imzalamanızı istesem beni kırmazsın dimi Arca'm?"

Arca gözlerini kısarak kıza dalgın dalgın baktı. "Seni kıracağıma kafamı kırarım. Ne dersen öyle olsun."

"Tamam sağ ol. Sana da iyi gelecek."

"Bakarık ona. Ee sen git de eltilerin savaşına hakemlik yap madem. Ben bi duş alıp geleyim."

"Beni ateşe atıyorsun."

"Sen kime ne diyeceğini bilirsin gülüm. Evin reisi benim, sen de benim nişanlımsın ve bu evde olduğun sürece çiftliğin hanımısın. Ona göre." deyip göz kırptı.

Meyil onun ne demek istediğini anladı zaten bu garip hiyerarşinin farkındaydı ama onun ağzından duymak hoşuna gitti. Cıvıl cıvıl bir kahkaha atıp kırıtarak Arca'ya öpücük attı.

"Tamamdır Ağam! Hanımın Çiftliği online! Ayy ne banal şeyler aşkoo, hi hii, ho hoo, ha haa!"

Meyil neşeyle seke seke alt kata indi ve mutfaktaki hazırlıklara bir göz attı. Arzu, topuklu ayakkabılarını çıkarıp yanında getirdiği deri ev terliklerini ayağına geçirmiş, beline mutfak önlüğü bağlamış ve röfleli saçlarını ipek bir örtüyle kapatmış halde ocağın başındaydı, aynı anda üç tencereyi hamaratlıkla karıştırarak bir türkü mırıldanıyordu.

Arkasından sokulup zeytin dalı uzatmak ister gibi,
"Sesiniz güzel." Diye mırıldandı.

Arzu ona bakıp başını eh işte der gibi sağa sola salladı ve çorbaya daldırdığı tahta kepçeyi üfleyip kıza uzattı. "Sebze çorbası yaptım, bak bakalım tadına tuzuna."

Meyil dumanı üstünde çorbayı tadıp "Mmm, harika." Dedi. "Arca'nın da sesi güzel. Kendisi kabul etmese de sazı da çok iyi çalıyor."

"Ama aramızda gerçek bir assolist varsa o da sensin küçük hanım. Aco'mun güneşi olmuşsun ha?"

"Bunu da mı öğrendiniz?"

"Kuşlar söyledi."

"Arca pek başkalarının yanında öyle konuşmaz ama... Acaba o kuş bizim Nedim Abi olmasın?"

Arzu çok gün görmüş geçirmiş ve anlayışlı bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı, elindeki kepçenin birini tencerenin kenarına vurdu, kıza göz süzüp dudak bükerek baktı.

"Belki odur, belki başkası... Önemli olan benim oğlumun hayatının her anında yanında olduğum ve o istemese de olmaya devam edeceğim. Dimi?"

"Olun tabi." Biraz oyalanıp tekrar konuştu, "Şey... Bana da hediye getirmişsiniz, teşekkür ederim çok zahmet etmişsiniz ama ben o çantayı kabul edemem."

"Niyeymiş o?"

"Çok pahalı bir şey. Ben böyle pahalı şeyler sevmiyorum."

"Aa aşkolsun tatlım, beni kıracak mısın? Hem ne demek pahalı, senden değerli mi? Yoksa beğenmedin mi?"

Meyil yutkunarak yeni sezon bir Chanel 2.55'i beğenmeyecek kadının deli olacağını düşündüyse de kendisi için servet değerindeki o hediyeyi kabul etmemeye kararlıydı.

"Beni mahcup etmeyin, lütfen. Alamam."

"Almazsan küserim. Sen şimdi onu valizine koy, götür. İstersen takma, istersen at, sat ama bana geri verirsen kendimi hakarete uğramış sayarım. Hem ben sana daha neler neler alacağım, alışsan iyi olur. Sık sık Avrupa'ya gidiyorum, beğendiğin ne varsa söyle, getireyim. Parfümler ve çantalar benim ilgi alanım, bir yere giderken de eli boş gitmeyi sevmem. Biz böyle yetiştik kızım. Sana ve oğluma her geldiğimde elim kolum dolu geleceğim."

"Hay Allah... Ben... Öyle olsun madem."

O gece Meyil'in ara buluculuğu sayesinde ev ahalisi kameriyenin altındaki yemek masasında bir araya geldi. Yemeklerin ve mezelerin hepsini iki saat içinde Arzu hazırlamıştı. Arca'nın diyetine uygun, sağlıklı, baharatsız, az tuzlu, buharda pişmiş sebzeler, erişte pilavı, ızgara kuzu eti ve zeytinyağlı Ege usulü mezeler pişirmişti. Sofrayı Meyil ve Canan kurmuş, ekşi mayalı köy ekmeklerini ve dalından meyveleri de Satı eklemişti. Arca'nın çocukken en sevdiği yemekleri pişiren annesi, masada oğlunun her mimiğini izleyip beğendin mi aslanım diye sorup duruyordu ama ameliyattan beri ilk kez adam akıllı sofraya oturan genç adam, pek iştahlı değildi. Çiftlik çalışanları bulaşığı toparladıktan sonra masada herkes demli çay, Arca sek su, Arzu ise tek buzlu İskoç viskisi içiyordu.

Satı durup durup yeni gelene gavur karı, yüzsüz, arsız, baş belası, ocak yıkan diye sataşıyor, Arzu ona alışkanlıkla cevap veriyordu.

"Allah insana eltinin de akıllısını versin. Bu aileyi tanıdığımdan beri en büyük imtihanım sensin Satı! Hep aynı yobaz, fesat karısın! Bu salak karı evlendiğimde bana diş geçirmek için neler etti tahmin edemezsiniz çocuklar. Ona hizmet edecekmişim, büyüğümmüş, yenge diyecekmişim, çiftlikte onun sözü geçecekmiş filan ne fesatlıklar, ne oyunlar... Kayınbabamı fitleyip üstüme salmaya beni dövdürmeye kalkışırdı, fitne fücur bacaksız! Gelinliğime, başımı kapatmadığıma, Bozok'un bir dediğimi iki etmemesine, araba sürmeme, çalışmama, her şeyime mana buldu. Ben, Adana Beyinin kızıyım ayol sümüklü, sen kimsin? Meyil, eltin ve görümcen olmadığı olmadığı için şanslısın kuzum. Gerçi Bozok Efendi, orospularından başka çocuk peydahladıysa orasını bilemem!"

Meyil, ilginç başlayan bu konuşmanın sonunun boka sardığını Arca'nın sandalyesini sertçe ittirip yeri kazıyarak ayağa kalkmasından anladı.

"Ana! Kes! Yaramiyürse içmeyeceksin veya ağzınla konuşacaksın bir tarafınla değil!" diye çıkıştı.

Arzu umursamaz bir tavırla omuz silkip saçlarını savurdu ve oğluna kadeh kaldırıp bir sigara yaktı.

Arca yengesine döndü, "Yenge sen de yettin ha, git zıbar artıkın dellenmeye başladım yine. De haydi! Canan, sen de kalk kızım haydin, laf üretmeyin! Ben yarın gidiyürüm, kafamı siktiniz!"

Avluda üçü kaldılar. Kimse konuşmayınca Meyil, holdeki duvarda asılı olan sazı alıp geldi. Arca'ya uzattı. Arca keyifsizce cık, dedi. Meyil sazı kılıfından çıkarıp kucağına aldı ve biraz akor yapıp tıngırdatmaya başladı ve sevdiği adamın gözlerine derin bir aşkla dalıp giderek bir türkü söyledi.

Saat gece yarısını geçerken ikisi de içmeden sarhoş gibiydi, yatak odasının girişinde tek kelime etmeden ve önceden sözleşmişçesine ki bakışlarıyla sözleşmişlerdi, hasretle sarıldılar. Arca, nekahet döneminin artık sona erdiğin kızı kucaklayıp yatağa atarak gösterdi.

"Yapma, annen yan odada!"

"Duymaz onun kafası bi milyon."

"Ben rahat olamam."

"Olma... Zaten rahatını bozmak istiyorum."

"Arca iyileştiğine emin misin?"

"Ben eminim de, senin kanıta ihtiyacın var. Özledim seni. Gel buraya..."

...
Ertesi sabah erkenden İzmit'e dönmek için yola koyuldular. Adana'daki adamları kumarhane ve diğer işlerinin başında kalıyor, Nedim sonradan geldiği gibi uçakla geri dönüyordu. Arca günlerdir evde yat aktan sıkıldığı için yanına şoför de almamış arabasını kendi sürmek istemişti. Meyil de bu kez baş başa yolculuk yapacakları için çok memnun olmuştu. Yol saatler sürüyordu ve şoför ve korumanın varlığında, arka koltukta hiç sesini çıkarmadan put gibi oturmak zorunda olmayacaktı.

Arca'ya "Birini tanımanın en iyi yolu onunla beraber ya yolculuğa ya da alışverişe çıkmaktır." diye takıldı.

Ve genç adamı daha iyi tanıma isteği gerçek oldu! Allah'tan başka bir şey isteseydi demek olacaktı ama dileği yanlış yön bulmuştu, bu yüzden dualarda detay vermek önemliydi.

Tuvalet molası için durdukları dinlenme tesisinde, Arca arabaya benzin alırken Meyil tuvalete gitti. Giderken tesisin içindeki markette oyalandı. Hediyelik eşya ve incik boncuk raflarının arasında gezindi, ayaklı stantlardan birinde seyahat için boyun yastığı satıldığını görüp renk renk, boy boy şişme yastıkçıkları denemeye başladı.

O sırada genç bir erkek onu gözüne kestirmiş, ince ve uzun, sarışın, güzel genç kızı bir köşede durup iştahla dikizlemeye başlamıştı. Meyil, yastıklardan birini ve annesine hediye etmek için birkaç yöresel yiyecek ile anahtarlığı alıp kasaya giderken de adam peşindeydi. Meyil, kasada fiyatları duyunca çıkıştı.

"Oha bu ne be? Altın mı satıyorsunuz, kuyumcu mu burası? Alt tarafı birkaç lokum, anahtarlık ve yastık aldım, iki bin üç yüz lira olur mu?"

"Abla her şeye zam geldi, biz nabalım..." diyen satıcıya üstündeki nakit yetmeyince söylene söylene kartını uzattı.

Poşetini alıp tuvaletlerin olduğu uzun koridora yöneldi. Hayatında ilk kez evinden uzaklaşmış, ilk kez Anadolu'yu, uzun yol otobüslerini, dinlenme tesislerini görmüş olduğu için her şeye merakla ve dikkatle uzun uzun bakıyordu, bu yüzden peşindeki pejmürde kılıklı yabancıyı farketmedi. Uzun koridorlardan döne döne epey yürüdü ve yürürken de bu mesafeye söylendi. İçeriye girip çıkan başka kadınlar olduğunu görünce rahatladı, yoksa bu arka bölümde tek başına olmaya cesaret edemezdi. Tuvalet ihtiyacını halledip arabaya dönerken Arca aradı,

"Hadi gülüm nerede kaldın?" derken telaşlıydı.

"Geldim aşkım, önce marketten bir şeyler aldım oyalandım son-ra... Ay!"

O anda peşindeki sapık takipçi ile çarpıştılar. Telefonu çarpışmanın şiddetiyle elinden düştü. Kaba saba sapık, kıza doğru eğilip anlamadığı bir dilde bir şeyler söyledi.

Meyil geri çekildi, "Önüne baksana be!" Eğilip telefonunu alırken de adamın üstüne doğru gelmeye niyetlendiğini anlayıp temkinli hareket etti, yanlarından başka kadınlar gelip geçiyordu ama sapık hala karşısında ona bir şeyler söylüyordu ve Meyil geri geri çekildikçe eliyle uzanmaya çalışıyordu.

"Çekil git kardeşim manyak mısın? Anlamıyorum seni! Mülteci doldurdular her yeri ya öf, çekiiiil!"

Adam korkutucu olmaya başlamıştı ve Meyil yol isteyerek sağa sola kaydıkça önünü kapatıyordu. Telefon ekranına bakıp Arca'yı aramayı düşünürken telefonunun, düşmenin şiddetiyle kapanmış olduğunu gördü ve artık çığlık atmaya karar verdi. Tesisisin her yerinden duyulabilecek bir çığlık kopardığında aslında korkmuyordu, öfkeliydi, etraf kalabalıktı ve karşısındaki sapık kim bilir nasıl ahlaksız teklifte bulunuyordu...

Arca kulağında telefonla endişe içinde kızı arayıp hattına ulaşılamadığını duyunca deliye dönmüş tesisin her yerinde onu arıyordu. Neyseki çığlığını duyduğunda son dönemeçteydi, Meyil'i karşısında herifin biriyle görünce hiç düşünmeden adamın üstüne atıldı, yere yıkıp sağlı sollu yumruklarla dövmeye başladı. Kafası güzel, cılız, muhtemel işsiz güçsüz serseri karşılık bile veremedi. Arca onu ağzını burnunu kırana kadar dövdü. Tesiste çalışanlar yetişip öldürmeden elinden zor aldılar.

Meyil donup kalmış vaziyette olanları izlerken
"O sapık beni taciz etti! Polis çağırın!" diyebildi.

Arca elleri kan içinde yanına geldi, "Dokundu mu sana? Bir şey yaptı mı?"

Meyil yutkundu, adam dokunmamıştı, ama Arca'yı aklamak için öyle söylemişti. Gözlerini telaşla kırpıştırınca Arca durumu anladı.

Esnaf, "Polise gerek yok, biz hallederiz" deyip baygın haldeki adamı sürükleyerek götürdüler. Birkaç kadın çalışan, bunlardan bıktık, güvenliğimiz kalmadı diye şikayet etti.

Arca, Meyil'i kollarına alıp sıkıca göğsüne bastırdı. Saçlarını öpüp kokladı. "Ayrılma gözümün önünden. Aklımı yitirdim. Deli gız..."

Meyil'i alıp arabaya dönerken sapığı dışarıda bir kaldırımın üzerine oturtulmuş ayılmış olduğunu gördüler. Arca yine atıldı,
"Ulan dağdan inme ayı, ulan bize kendi sapığımız yetiyürdü bir de siz çıktınız başımıza! Siktir git ulan geldiğin yere kabile pigmesi!"

Etraftakiler ve Meyil onu sakinleştirip adamdan uzaklaştırdı ve zar zor arabasına binmeye ikna etti. Bıraksalar öldürecekti. Burnundan soluyarak arabayı çalıştırdı ve Meyil'e de çattı,

"Sen ne arıyorsun? Sen niye gözümün önünden kayboluyorsun? Ne aldın öyle, niye bana söylemiyorsun? Aha dedim kaçırdılar! Yüreğime iniyordu!"

Arabayı çalıştırırken hala küfredip duran adama gözlerini dikmiş ateşli bir sırıtışla bakıp duran Meyil, onun vites kolunu tutan eline uzandı.

"Ayy sen benim için adam dövdün! Hiii aşşş-kıııımmm! İnanamıyorum sana! Çok temiz dayaktı yalnız, hal etti pislik! Sert erkeğim, manyak Adanalım, dark maçom, limited edition serserimm!"

"Heye, senin için öldürürüm de çok dert değil."

"Haa çok seksi! Öpücem!"

Adam arabayı anayola sokmadan boynuna sarılıp şapır şupur öpmeye başladı. Arca ona gülmeye başlayınca Meyil daha da sırnaştı, kollarını üst bedenine sarıp orasını burasını sıkıştırdı, çimdirdi, boynunu ve yanaklarını öpücüklere boğdu.

"Dur gülüm, napıyon dur hele!"

"Ayy durmicam! Arca öp beni!"

"Ne?"

Meyil kendisine alık alık bakan sevgilisinin dudaklarına yapıştı, Arca el frenini çekip kendini o tatlı öpücüklere bıraktı ve hiç tereddüt etmeden Meyil'in gazını körükleyecek bir hareketle kızı yan koltuktan kucağına çekiverdi. Meyil'in blöf yaptığını ve az sonra duracağını düşünüyordu ama dudaklarını büyük bir açlıkla nefessiz öpücüklere boğan kızın elleri de rahat durmuyordu.

Arca fena halde tahrik olmakla kızı kucağından atıp toparlanmak ve yola devam etmek arasında kısa bir tereddüde düştü. Meyil, onun gömleğinin yakasını açıp göğsünü okşayarak tereddütünün üstüne gitti ve kucağında yüzüne eğilip nefes nefese fısıldadı.

"Acil sevişmemiz lazım!"

"A-acil?"

"Kekelersin öyle! Sen bam güm adam tepelerken de ben öyle şoka girmiştim. Hadi bir soteye çek. Çok fena azdım."

"A-azdın?"

"Dilin mi tutuldu aşko?" deyip pantolonunun üzerinden aletini sımsıkı kavradı ve alt dudağını ısırarak fettan bir gülüş attı. "Neyse ki burası tutukluk yapmıyor! Hep hazır!"

Arca şok halinde parmağını ısırıp kıza ilk kez görmüş gibi bakarak güçlü bir kahkaha attı.
"Lan nereye çekeyim koca arabayı..." deyip etrafa bakındı.

Meyil'i kucağından bırakmadan sert bir lastik cayırtısı eşliğinde el freniyle u dönüşü yaparak benzinliğin bitişiğinde, elli metre ilerideki arsada yarım kalmış inşaatın olduğu yere sürdü. Yıllardır atıl halde duran dört katlı betonarme binanın etrafında bir tur attı ve kimseler olmadığına, arabanın da yoldan ve dinlenme tesisinden görünmediğine emin olunca durdu. Devasa jipin camları en koyu filmle perdelenmişti ve tatlı aşığının isteğini geri çevirmemek için her koşul sağlanmıştı.

Teybin sesini açtı, koltuğunu yanındaki düğmeyle gidebileceği en son noktaya kadar geriye sürdü ve Meyil'in yüzündeki esrik ifadeye şöyle bir bakıp atkuyruğu saçına asıldı.

"İki dakikada kudurttun beni! Bu yol nasıl bitecek..." diye söylenip dudaklarına yapıştı. Ağzı, avına saldıran vahşi bir aslan gibi tüketiciydi, kızı dudaklarıyla, dişleriyle, diliyle, nefesiyle, her şeyiyle öpüyordu.

Sanki aylardır sevişmiyormuş gibi iştahla sevişmeye daldılar fakat iki öpüş ve dişleme arasında Meyil inleyerek "Çabuk ol." dedi.

Arabanın ön koltuğunun izin verdiği ölçüde ki çok fazla yere ihtiyaçları yoktu, bütün bedenleri yekpare olmuş, tüm uzuvları birbirine sımsıkı dolanmıştı, her an basılma heyecanıyla birbirlerini soymadan oynaştılar.

Arca, sabah üstünde görünce kıza -yolda bunu mu giyeceksin, diye laf ettiği eteğinin altına elini kaydırıp kızın çamaşırını yana sıyırdı ve parmaklarını Meyil'in sırılsıklam bekleyen dar girişine kaydırdı. Diğer eliyle bluzunun askılarını indirip dudaklarını şehvetle ağırlaşan göğüslerine kapattı. Meyil onun tahrikine adamı çıldırtan okşamalarla karşılık verdi ve bacaklarını ayırarak kucağına at biner gibi oturdu, Arca'nın yönlendirmesiyle kalçasını kaldırarak sertliğine yerleşti.

Adamın kaya gibi omuzlarına tutunup birleşme dansına usul usul başladı, heyecandan ciğeri doldu, adamın öpücükleri nefesini kestiğinde dudaklarını onun dişlerinden kurtarıp saçlarını savurarak omzundan geriye attı ve ince bedenini yay gibi gerdi, ritmini hızlandırdı ve üzerindeki devinimini derinleştirdi.

Arca onun sevişirken inim inim inleyip çığlık atmasına mest oluyordu, kızı seksin en keyifli anında kızıştırmak için canını yakan şaplaklar atıp bağırttı, belinin iki yanından kavrayıp kucağında yükseltti ve kendini çok şiddetli vuruşlarla onun nemli tenine uzun uzun çarptı.

Meyil, ona devam etmesini söyledi, gözlerini yumup uzun boynunu gererek başını geriye attı, dudaklarını kanatacak kadar ısırarak göğsünden derin iniltiler çıkardı. Koskoca jipin kendileriyle birlikte yukarı aşağı hareket ettiğini düşünmek ve radyoda çalan alakasız müziğin notaları, vücuduna hoyratça çarpan darbeler ve etini kavuran mengene gibi parmakların ateşiyle yükseldi, yükseldi ve kendini puslu zirvenin eşiğinden aşağı bıraktı.

Müthiş bir hafiflemeyle düştü, düştü, kasları çalışmaz ve kemikleri un ufak hale gelinceye kadar erkeğinin adını haykırdı.

Arca, yorgun ve terli sevgilisinin aksine yorulmadığını ve tükenmediğini belli ederek onu kucağında ters çevirdi. Yüzünü direksiyona, kalçasını ve sırtını kendine döndürdü ve Meyil'in boğazına parmaklarını sıkıca sararak vahşi darbelerini sürdürdü.

"Kıçın çok güzel aşkım. Tam şuranda dişlerimin izi var." dedi.

Meyil dün geceyi hatırlayınca ürpertiyle karışık derin bir sızıyla tekrar yükseldi. Arca, ona ne söyleyeceğini ve nasıl dokunacağını çok iyi biliyordu, parmaklarını Meyil'in bacaklarının arasından öne uzatıp dokunduğu an kızı titreten tomurcuğuna tam ihtiyaç duyduğu baskıyla yerleştirdi, parmaklarıyla yavaşça sıkıştırdı, çekti, okşadı, uyardı.

"Meleğim, her yerinde imzamı taşımanı istiyorum. Seni kendime yapıştırmam lazım yoksa çıldıracağım.

"Arca... Ahh..."

Meyil'in nefesi boğazında yarım kaldı, adamın sesi sevişirken hipnotize ediciydi, sözleri ise kıyamet alametleri saçıyordu. Daha önce bu kadar aydınlıkta, kamusal alanda ve bu kadar çılgınca sevişmeyi hayal bile edemezdi fakat şimdi yıldırıma tutulmuş gibi için için kavruluyordu. Arabanın direksiyonundan güç alıp kalçasını hafifçe oynatarak zevkin açısını istediği gibi yönlendirdi, içindeki doluluğun duvarlarına çarpan temasını tüm sinir uçlarında hissetti. Bu şok edici, delen, rahatsız eden sarsıntıyla bir kez daha coşkuyla boşaldı.

Arca, kızı o gece her yerinden becereceğini söyledi, sıcak yuvanın içinde dolmuş sertliği artık rahatlamak için zonkluyordu, kızın kasılmalarına karşılık müthiş bir patlamayla teslim oldu. Sevgilisini kucağında tutup uzun uzun içine aktı. Boşalırken ensesini, boynunu, omuzlarını yaladı, küçük ısırıklar bıraktı, üstünde zevkle açılmış kadife katmanlarını kendine bastıran kızı peş peşe getirerek perişan etti, şehvetten bir tsunaminin içinde onu boğdu, bir yankesici gibi gasp etti, barbar orduları gibi acımasızca istila etti.

Kucağındaki ilahesi zevk, yoğun egzersiz ve heyecandan bayılmak üzereyken onu göğsüne yatırıp terli yüzünden öptü. Bir kadına karşı ilk kez böylesine kontrolden çıkıyordu. Hiç kimseyi onu istediği kadar manyakça istememişti ve aklından ona yapmayı geçirdiği şeyler bir şiir gibi geçmemişti. İşi bittikten sonra kimsenin yüzüne bir daha dönüp bakmamıştı ve tenini çaresizce özlememişti. Hiçbir kokuya karşı eroin bağımlısı gibi müptezel hissetmemişti. Bazen bu aşkın büyüklüğü karşısında çaresizliğe kapılıyor, ürperiyordu. Defalarca sevişmelerine rağmen nasılsa ona doymuyordu.

Sesli, sert bir soluk verdi.
"Ha siktir... Bu neydi..." diye hırıltıyla söylendi.

Meyil eteğinin altındaki çamaşırını parmaklarıyla düzeltirken epey kirlendiğini fark etti ve yüzünü kırıştırdı. "Üstümü değişmem lazım altıma işemiş gibiyim. Ahh! Seni bilmem ama galiba yola kıçımın üstünde devam edemeyeceğim. Hayvan!"

"Aşşşkımmmm." diye mayışmış ve keyifli bir ifadeyle kızın peçeteyle temizlenmesini seyredip güldü Arca. Bir keyif sigarası yakıp derin nefesler çekti, dumanını baca gibi üfledi.

Meyil yan koltuğa atlayıp kapı kolundaki pet şişeden kana kana su içti, göğsü hala delice inip kalkıyordu.

"Huh! İki kez geldim sanırım. Aman Allah'ım arabada düzüştük!" deyip bir kahkaha patlattı.

"O kadar çok bağırdın ki ben birini zar zor geldim yavrum. Bir dahakine kulağıma pamuk tıkayacam!"

Meyil ona tokat attı. Arca kızın elini tutup avcunun içine yoğun bir öpücük kondurdu. Gülerek ekledi, "Ağzını bantlamak da bir seçenek tabi!"

"Hele bir dene!"

"Yapardım ama çığlıkların beni kudurtuyor. Biz seninle apartmanda yaşayamayız."

"Kudurduğunu anlayacak kadar seksi tecrübe edindim. Huh!"

"Nasılmış o?"

Meyil kollarını Arca'nın omzuna sarıp kulağına, sevişme şiddetlendiğinde içinde mermer gibi olduğunu fısıldadı. Genç adam, damarlarındaki kanı gümbür gümbür coşturan bu söze verecek cevabı olmadığından kızı dudaklarını ağzının içinde cam şekerler gibi eritmek istercesine yoğun, az önceki fevkalade seksten kalma arzuyla aromasını içine çekerek uzun uzun öptü.

Meyil gözlerini yumup soluğunun normal ritmine dönmesi için dinlenirken Arca arabayı çalıştırıp yeniden otoyola çıkardı. Genç kız az sonra hareket eden arabanın ön koltuklarının arasından arka koltuğa geçip soyundu. Sırt çantasından temiz çamaşır ve şort çıkarıp üzerini değiştirdi.

Arca ara sıra dikiz aynasından dudaklarını yalayarak ona çapkın bakışlar atıyor ve artık en sevdiği arabasının bu olduğundan söz ediyordu.

"Hıı? Öyle mi?"

"Artık bu oyuncağı asla satmam. Satamam! Anılarımız çok değerli!"

Meyil ona güldü.

"Aklım zaten kuş kanadındaydı onu da başımdan aldın deli gız. Ne yapacam ben seninle. Senden başka bir şey düşünemiyorum, uyuyamıyorum, çalışamıyorum. Bağımlın ettin beni."

"Şikâyetçi misin?"

"Asla! Tapıyorum sana. Güneşim, gülüm... Hadi giyinmedin mi, yanıma gel."

"Tatmin olmuş öküz iltifatları, hah!"

"Tatmin olsam ne, gözümü yumduğum an karşımdasın. En güzel, kıpkırmızı, terli, kendinden geçmiş halinle aklımdasın. Seni düşünmek bile anında azdırıyor beni."

"Konuş aşkım, öv beni! Hıı sonra?"

"Sonrasını evde anlatırım. Yoksa başka bir sote daha bulmak gerekecek."

"Ay yok yok, ben bittim!"

Meyil az sonra camdan dışarıya bakarken malum olmuş gibi kinle çıkıştı, "O koltuğu ayarlamalar filan sen hayırdır? Daha önce yaptın galiba bu işi?"

"Ne işi, hangi işi?"

"Arabada diyorum, seks yaptın mı?"

"Lan gülüm Allah'ıma kitabıma öyle bir şey yook! Arabada seks yapılır mı?"

"E biz naaptık az önce?"

"Bana öldük de cennete gittik gibi geldi, sence?"

"Yalan söyleme! Zaten senin o 365 DNİ fantezilerinden ben bi işkillenmiştim! Elli ton derken adam Don Massimo çıktı başımıza! Pis sapık!"

"Aşkım sen neler izliyorsun öyle kurban olduğum, bende yok öyle arşiv ha, yapma gözünü seveyim ne arabası, ne elli tonu, ne donu?"

"Yalancı domuz! Allah seni kahretsin!"

Kız ağlamaya başlayınca Arca afalladı, gülmemek için kendini sıkarak "Bakele sen boşalmadın mı niye böyle üstüme geliyorsun? Şimdiye bir gevşemiş olman bulutlara falan bakman lazımdı. Ne bu sinir? Histerik tavırlar ha?"

"Ben histeriksem sen de psikopatsın! Hem boşalmanın tüm ilişki sorunlarını çözdüğünü sana düşündüren ne? Bir kanıtın varsa söyle bilelim?"

"Kanıt bu yani, bak bana mis gibiyim, midemde kelebekler, havada güneş tabak gibi, radyoda türkü on numara, sevdiğim yanımda... Gerçi cenabet gidiyoruz Allah vermeye kaza yapmasak bari! Çekeyim mi sağa ha bir posta daha?"

"Ay konuyu nerden nereye getirdi şuna bak manipülatör pis-lik! Posta ne ya, posta sensin! Sapık! Sa-pııık! Sen beni şaşırtıp meseleyi unutturmaya çalışıyorsun ama yemezler!"

"Posta, ııı şey, tur, parti, ekşın... Cık, olmadı."

"Olmadı kekocum olmadı! Ben erkeğin tecrübelisi makbuldür diyenlere gıcık olurum, o neymiş öyle daldan dala atlayıp gelip açmamış güle konacak! Keşke ben de senin ilkin olsaydım!"

"Gülüm şu tecrübe meselesine amma taktın ha! Sen benim ilk kalp yangınımsın. Yedik birkaç nane tamam ama öyle playboy herifi geçmişimiz de yok yani! Ben bu kızların kafasını anlamıyorum ulan siz ne sanıyorsunuz heriflerin kafasına sokakta am yağmıyor! Yok öyle dünya! Hem her şeyin de bir şeyi var, haysiyeti! Biz de erkeğiz diye önümüze gelenle düşüp kalksaydık ohoo! Ben hoşlaşmam öyle kırk tane herifin altına yatmış zillilerden. Biz de namuslu delikanlıyız anlüyün mü?"

"Tipin düzgün, ben sokakta üstüne atlıyorlardır diye düşünmüştüm. Anavarza'da dondurma sırasında beklerken seni izledim, kızlar sana bakıp fısıldaşıyordu, gözleriyle yedi kahpeler! Sen istemesen de seni rahat bırakmazlar be kuşum, yeme beni!"

"Çiçeğim ekmek banmadan parmaklarımla çıtır çıtır yerim seni. Tipim de çok matah değil kara yağız bir şeyim, klasik Vanlı tipi, Anadolu'nun bağrında elini sallasan ellisi."

"Hadi ordan çakal! Külahıma anlat sen onu! Vanlıyı bilmem de Adana ortalamasını yükselttiğin kesin! Doğru söyle, kaç kişiyle birlikte oldun?"

"Nerden çıkarıyorsunuz şu fantezileri ulan? Anadolu dediğin yer cinsel açlığın Afrika'sı, hangi erkek her gece başka hatun götürdüm derse bil ki yalan söyler. Makineye bak! Kimmiş o babayiğit? Adamın ancak MİT ajanı falan olması ha bir de Nick Bateman gibi tipi olması lazım. Double shot libido da cabası!"

"A-a? MİT dedi, ben ne alaka? Türkçe konuş anlamıyorum."

"Çok alaka! Neyse! Kapat şu konuyu! Anladım senin aybaşın yaklaştı. Sustum." deyip Arca parmaklarıyla ağzına fermuar çeker gibi yaptı.

Genelde her Türk erkeği ve özelde ise çoğu Adanalı gibi Allah ve kitap sözlerinden gerisi komple yalandı. 'Yap ama yakalanma, yakalandıysan ölümüne inkâr et' sözü kendini bildi bileli en birinci hayat düsturu olan birisi için atmasyon, manipülasyon, kıvırmasyon, ajitasyon işleri hiç de zor değildi. Karşı cinsle olan münasebeti, hafiflettiği kadar masum değildi, Meyil'in abarttığı kadar da değildi ve bir ortak noktada buluşmalarının imkânsızlığı, kadın ve erkeğin yaradılışı kadar eskiydi. Bu noktada yalan ve inkâr mekanizması tek çözüm olarak devreye giriyordu.

Meyil telefonundan takvime bakınca adamın haklı olduğunu fark ettiyse de söylemedi. Zaten ne zaman dünya başına yıkılacak ve hiçbir şey düzelmeyecek gibi hissetse, iki gün sonra regli başlıyor ve tepetaklak olan duygu dünyası yine eski gök kuşaklı haline geri dönüyordu. Arca'nın haklı yorumundan da yine, geçmiş tecrübeleri hakkında kendince çıkarımlarda bulunup kadınlar hakkındaki bilgisiyle kıskançlıktan çatladı.

"Aybaşım-mış-tı! Çok biliyorsun sen! Nerden biliyorsun? Hani hiç sevgilin olmamıştı? Sevgilin olmadıysa kimlerle takıldın, nasıl takıldın, kadınların özel günlerini nerden öğrendin? Erkekler yapar ama dimi? Pis kadınlarla düşüp kalkmak elinizin kiri sizin için dimi! Tüh sana!"

Arca sakince "Haklısın aşkım. Kafam kopsun." dedi.

Meyil burnunu çekerek "Ay kim o aşufteler kahroldum ya, ölücem sinirimden! Kim bilir ne hayranların vardır senin! Sen de tabii sek Adanalı olarak kadınları boş çevirmemişsindir!"

"Hiç öyle değil ama yine de sen haklısın yavrum. Allah benim canımı alsın. Şeyim düşsün!"

"Dalga geçme bak gebertirim! Nolur yani senden başkasını görmedim desen? Gönlümü alsan? Tek gerçeğim sensin desen? Dünyadaki tek kız sensin benim için desen?"

"Dedim, benim güzel çiçeğim. Dünyada tek sen varsın, sen benim güneşimsin, ışığımsın, diğer kadınlar yerin dibine batsın, senden başkasını gören gözüm önüme aksın."

"Tamam tamam abartma. Uyuycam ben teybin sesini kıs. Klimayı da kapat, sigara içme, çok hızlı sürme, sollama yapma, kornaya da basma, kırmızı ışıkta yavaşla ama durma."

Deyip Meyil, dinlenme tesisinin marketinden satın aldığı boyun yastığı ile kavga ederek kendine uyku pozisyonu aradı. Koltuğunu geriye yatırıp boyun yastığını sağına, bacaklarını ise Arca'nın kucağına uzattı, ışık gelmemesi için güneş şapkasını gözlerine kadar indirdi.

Arca elini yüzünden geçirip içinden ya sabır çekti ve sakince peki dedi.

Meyil yolda iki saat kadar uyuyup uyandığında İzmit'e hala üç saatlik yolları kalmıştı ve Arca eşlikçisi uyurken onu rahatsız etmemek için teybin sesi kısılmış halde ve sigara içemeden araba sürmekten yorulmaya başlamıştı. Göz kapakları ağırlaşmaya ve yolu çift görmeye başlayınca temiz hava almak için sunroofu araladı. Saatte 170/180 kilometre hızla giden aracın tavanından dolan rüzgâr gürültüsü Meyil'i uyandırdı. Rahatsız uykusundan gerinerek etrafa bakındı.

"Nerdeyiz?"

"Çorum."

"Of ya daha ne kadar var?"

"Üç saat. Acıktın mı?"

"I-ıh, sen?"

"Midem bulandı. Bir mola verecem."

"Çay içmeyeceksin, doktoru duydun! Sigarayı da azaltacağına söz verdin."

"Tamam başımın tatlı belası. Ayran içerik."

"Niye uçakla gitmiyoruz ki?"

Arca pis pis güldü. Meyil onun pazusuna yumruk attı.
"Öf tamam sırıtma, sormadım!"

"Yerim belli olmasın diye."

"Niye, bir şeyden mi saklanıyorsun?"

"Belli bir şeyden değil, genel tarzım bu."

"Tarzını seveyim aşko, sen ne işler çeviriyorsun?"

Arca yüzünü gözünü ovuşturup midesi rahatsızmış gibi burnunu kırıştırdı. Meyil hemen sorusunu unuttu,

"İyi misin aşkım, iyi misin? Su iç biraz." dedi.

Arca kızın saflığına için için gülerek konuyu kapattığına memnun oldu. Meyil'in uzattığı suyu içip kızı bam telinden vurarak yolun kalanını rahat geçirmek için mahsus nazlandı.

"Midem kaynıyor yav. Of, diyete de uyduk daha ne yapak, ölek mi? Ot yemekten imanım gevredi. Zayıfladım dimi? Yüzüm gözüm çöktü bak, sapsarı oldum."

Meyil ona gözlerini devirdi, "Yaa kıyamam sana bünyen çok narin, gözünün feri söndü, hiçbir yerin de tutmuyor zaten felç oldun bu genç yaşta yazık..." diye keklenmediğini belli ederek söylendi.


*****

Continue Reading

You'll Also Like

90.9K 6.5K 28
*** Timur'un soyundan gelen Babür İmparatoru Ekber Şah, zamanın belki de en kudretli hükümdarıydı. 14 yaşında çıktığı tahtla halkına yepyeni bir yö...
33.4K 4.3K 48
"Bana metal bir kol verdiler ve geriye kalan her şeyimi benden aldılar. Ama Marin, o; içinde kaybolduğum karanlıkta tek umudum, tek aydınlığım oldu...
97.4K 4.9K 51
Tuğkan (not delisi) : Aslansın, kaplansın, aşkımsın. Luna Handan : Aşkın mıyım? Tuğkan (not delisi) : Şaka olsun diye.
HARBİ By Selin Şafak

General Fiction

14.5K 2.6K 28
Orada hiçlik ve çokluk her zaman peş peşeydi ona göre. Tanıdığı, bildiği her şey kendi zıttıyla muhteşem bir uyum içinde yuvarlanıp gidiyordu. Hiçbir...