METAMORFOZ

Af Eeezgiii

202K 15.2K 3.8K

Bir kız düşünün. Onu yaşıtlarından ayıran tek özelliği farkındalığının yüksek olması. Bu farkındalığın ona hi... Mere

Φ 1. Bölüm Φ
Φ 2. Bölüm Φ
Φ 4. Bölüm Φ
Φ 5. Bölüm Φ
Φ 6. Bölüm Φ
Φ 7. Bölüm Φ
Φ 8. Bölüm Φ
Φ 9. Bölüm Φ
Φ 10. Bölüm Φ
Φ 11. Bölüm Φ
Φ 12. Bölüm Φ
Φ 13. Bölüm Φ
Φ 14. Bölüm Φ
Φ 15. Bölüm Φ
Φ 16. Bölüm Φ
Φ 17. Bölüm Φ
Φ 18. Bölüm Φ
Φ 19. Bölüm Φ
20. Bölüm - FİNAL

Φ 3. Bölüm Φ

12.7K 1.2K 219
Af Eeezgiii

Φ Medi'ye ithafen... Φ

"Girebilir miyim?" Umut birden duyduğu sesle oturduğu yerde sıçrarken bir eli istemsizce kalbine gitmişti. Siyah döner sandalyesini yavaşça kapıya çevirdiğinde babası özür dolu bir tebessüm kondurmuştu kapının ufak aralığından uzattığı yüzüne ama dillendirmemişti bunu "Affedersin." diye.

Anlık korkusunu üzerinden attıktan sonra başını olumlu anlamda salladığında içeri girdi uzun boylu, hafif göbekli adam. Babasının işten yeni geldiğini henüz çıkarmadığı lacivert takım elbisesinden anlayan Umut, elindeki kurşun kalemi bir türlü ne anlatmaya çalıştığını anlayamadığı kitabın arasına koydu.

"Nasılsın, kızım?"

"İyiyim. Sen?" iki adımda eski halısının ortasına gelen babasına oturmasını söylemeyi düşünmedi bile Umut. İstese otururdu zaten bu esmer koca adam. Arada bir kısaca hâlini hatrını sorar giderdi çünkü babası ve bu da o anlardan biriydi.

Babası gözlerini kızı dışında odanın her yerinde dolaştırırken, Umut sakince karşısındaki adamı izliyordu. Babasıyla arası kötü değildi aslında. Ama iyi olduğu da söylenemezdi. Birkaç senedir bir şey paylaşmaz olmuştu onunla. Eskiden de çok samimi değillerdi fakat şuan ki soğukluğun yanında o zamanlar et ile tırnaklarmış gibi geliyordu.

Umut ailesi dâhil herkesten geri çekmişti kendini. Bir insan nasıl ailesine dahi güvenemezdi? Nasıl şüpheye düşerdi hareketleri karşısında? Sürekli bu saçma kuruntuya kapılmasının nedenlerini düşünüyordu. Eğer diyordu, annesi ve babası olmasaydı bu insanlar... Şuan görüyor olduğu sevgiyi, şefkati görebilecek miydi onlardan sanki? Hayır... Onların evladı olduğu için bu kadar iyiydiler ona. Aile olmasalardı, bu iki insanın tüm maneviyatından mahrum kalacaktı. Zorunluluktu bu ona göre ve sırf bu yüzden ailesi ona her adım attığında, her sevgilerini göstermek istediklerinde Umut tereddütsüz bir adım geri atıyordu. Zorunda olmadıkça bir şey istemiyor, verdikleri harçlıkları artırarak ihtiyaçlarını karşılıyordu. Bu düşünceler kafasında dönüp dururken hayret ediyordu kendine. Kendini dünya üzerindeki en nankör insanlardan biri olarak görüyordu. En nankör evlat... Daha ne istiyordu? Ailesinin en anlayışlı anne ve babadan oluştuğunu göremiyor muydu? Yoruyordu Umut... Kendini o kadar çok yoruyordu ki bu karmaşık düşünceler yüzünden bir şeyleri yoluna koyacak gücü kalmıyordu. Ve boşveriyordu. Hemen her zaman yaptığı gibi...

"İyiyim ben de. Okulun nasıl? Dersler?" sorulara cevap vermek yerine babasının ondan çekindiğini düşünüyordu Umut. O bir zamanların şen şakrak kızı ölüp yerine bu ruhsuz kız geldiğinden beri böyle hissediyordu doğrusu. Babasının bu hareketleri de düşüncesinde ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu ona. Ama babası da haklıydı. Suçlamıyordu onu hiçbir şekilde. Haklıydı çünkü bir yabancı vardı artık eski Umut'un yerinde. Kendisi de farkındaydı bunun fakat elinden bir şey gelmiyordu.

"Kendime bile faydam yok." diye mırıldandığında babası ilk kez ama anlamaz gözlerle kızına bakınca "Fena değiller." deyiverdi sesini yükselterek.

"Güzel." dedi babası yeniden odaya göz gezdirirken, ardından ekledi: "Bir sorun yok değil mi?"

Dudaklarını bir miktar yukarı kıvıran Umut başını iki yana salladı. Bu hareketle odada daha fazla durmasına gerek olmadığını anlayan adam kapıya yöneldi, bir saniye kadar tebessüm ettikten sonra... Babasının bu aceleci tavrı Umut'ta garip bir sızıya neden oldu. Bir zamanlar onun ailesinden kaçtığı gibi şimdi de ailesi ondan kaçıyordu. Sızı biraz daha büyüdü, tam babası kapıyı kapatacağı sırada...

"Baba?" dedi Umut ne yaptığının bilincinde bile olmadan.

Kızından uzun süredir duymadığı 'baba' kelimesini aniden işitmek olduğu yerde durdurdu orta yaşlı adamı. Kalbinin attığını hissetti bir an için.

Umut, diyeceğinin babasında ne tepkiye yol açacağına bakmak istedi ve kaldırdı başını masadan. Ona beklentiyle baktığına emin olduğu adamın yanağına odakladı irislerini. Bakamadı gözlerine... En fazla bu kadar cesareti vardı. Uçup gitti o da. Sıcak bastı birden, vazgeçmek istedi söyleyeceği şeyden. Ama geçerli bir sebep bulamadı söylememek için ve göğsüne fazlaca hava depolayıp ses tellerini harekete geçirdi:

"Merhaba, baba..." Bakışlarını, zorla, birkaç saniyeliğine kendisinin tıpkısı olan kahverengilere çevirdiğinde, şaşkınlığın nasıl taştığını gördü o gözlerden. Babasının ne cevap vereceğini ya da cevap verip vermeyeceğini umursamadan yönünü çalıştığı kitaba çevirdi ve kalemi alarak yeniden okumaya başladı metni.

En fazla beş saniye sonra sessizliğin Umut'ta neden olduğu gürültü eşliğinde kapandı kapı.

Adam anlamamıştı kızının kendisine ondan kaçmamasını söylemeye çalıştığını... Hatta o an, bir zamanlar sabahları eşinin yanından kalkıp uyumaya yanında devam ettiği kızının saçmalamış olduğunu düşünmüştü.

Umut atabileceği en büyük adımı atmıştı bu zamana kadar ki. İyi hissetmişti kendini kısa bir an için, çok kısa bir an için... İçinde kalsın istememişti. O kalmamıştı ama içinde kalan başka bir şeydi şimdi. Anlaşılamamanın verdiği o his, çok daha kötü hissettiriyordu.

"Seni anlayan olmadıktan sonra, dünyanın en anlamlı sözcüklerini bilsen ne olur?" fısıltısıyla dakikalardır okuduğu paragraf bulanıklaşınca elinin tersiyle sildi gözlerini. Zaten toparlayamadığı kafası iyice karman çorman oldu, sandalyesini geriye itip kalktı ayağa. Şampanya rengi duvarlarına baktı boş boş. Bir farkı var mıydı sahi bunlardan? Onlar kadar soğuk değil miydi? İnsanlar ona da çok kez canları istediğinde bir çivi çakmamış mıydı? İşleri bittiğinde sökmemişler miydi o çiviyi oradan? Onlar o çivi izi görünmesin diye bir kat boya atmamışlar mıydı ona da? Peki, artık görünmez olsa da o açıklık kalmamış mıydı onda? Onlar artık görmüyor diye duvar yok mu etmişti sanki o izi? Bir çividen bir şey olmaz diyip onlarcasının kendine saplanmasına izin verince yıkılmıştı Umut bir zamanlar. Zar zor kendine gelebilmişti. Bu yüzdendi ya artık kimseyi kendine yaklaştırmaması...

Işığını kendi kapattı bu sefer. Sanki saatlerce hiç durmadan taş taşımış gibi her bir hücresi yorgundu. Başı desen ayrı dünyaydı. Öyle bir ağrı saplanmıştı ki...

Girdi yatağına yaşlarını durduramazken... Soğuk çarşafı hissetmek aynı zamanda yaşıyor olduğunu da hissettirdi. Derin bir nefes aldı ve yavaşça içindekini geri hediye etti dünyaya.

"Sen bari iyi hisset." dedi yabancıya ithafen. Adını layıkıyla taşıyamayan Umut, uzun zamandan sonra ilk kez biri için bir şey dilemişti. "Senin bari iyi hissedecek bir sebebin, iyi hissettirecek umutların olsun." Yorganını başına kadar çekerken cenin pozisyonunu aldı ve sımsıkı kapattı gözlerini. "Tanrım lütfen... Tüm samimiyetimle diliyorum bunu senden, ona hayatında bir şeyleri yoluna koyması konusunda yardım et. Daha iyi hissettiğinde bana bir şeyler anlatmaktan vazgeçecekse bile yardım et. Lütfen... Beni duyduğunu biliyorum. Lütfen."

Hava karanlıktı. Oda karanlıktı. Umut'un zihni karanlıktı... Bilincinin de kararmasına izin vermekten başka çıkar yol yoktu. O da öyle yaptı zaten.

Ettiği dua için kalbinden bir parçayı Tanrısına göndermeyi ihmâl etmeden...

Φ

Tenefüs zili çaldığında, sırasında oturmuş pencereden dışarı bakıyor yağan yağmuru izleyerek bugün ne anlatacağını düşünüyordu o tuhaf çocuğun. Ta ki dürtülen sağ omzuyla düşünceleri arasına  “Omzum çürüdü.” cümlesini ekleyip kıpırdanana kadar.

“Umut?”

“Efendim?” omzunun üstünden geriye baktığında Altan'ın sırasından doğrulduğunu gördü.

“Tenefüslerin öğretmen ve öğrencilerin hava alması için olduğunu biliyor muydun?” Altan’ın imâsını anlasa da tepki olarak omuz silkti önce, sonra da bakışlarını yeniden yağmura çevirip ekledi:

“İyiyim ben böyle.”

“Ya kızım hadi... Geometri dersine gireceğiz bak az sonra, dayanamazsın kırk dakika.” Umut, arkadaşına ısrar etmemesi için saniyenin onda biri kadar baktı ve yeniden döndü pencereye. Fakat Umut’taki inattan Altan’da da vardı. Tuttu bu pek de güçlü olmayan kızı ve ayağa kaldırdı.

“Tek başıma gitmek istemiyorum kantine işte, mızmızlık yapmasana.” on dakikalık tenefüsün beş dakikasını zaten harcadığını söylemek istese de bu siyah saçlı çocuğa, vazgeçti Umut. Zorla da olsa gideceğini o da biliyordu çünkü. Altan’ın onu kolundan tutup sürümesini istemiyordu herkesin içinde. Yapmışlığı vardı sonuçta. O yüzden cüzdanını aldı yanına ve yürüdü arkadaşının peşi sıra.

Zamanın azaldığının farkına Altan da varmış olacak ki büyük adımlar atıyordu sınıftan çıkarken. Umut, bunca insan arasında neden bu çocukla arkadaş olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Altan da diğer herkes gibiydi aslında, küçük bir farkla… Canı ne isterse onu yapardı Altan, diğerlerinin aksine... Kim ne der diye düşünmezdi. Bir şeyi istiyorsa direkt söyler, kimseye yaranmaya çalışmazdı. Demişti ya az önce de Umut'a kantine yalnız gitmek istemediğini ondan götürüyordu onu da yanında. Bir anlamı yoktu yani başka ‘Kaba’ diye itham ediliyordu bu tavırları yüzünden fakat Umut kaba olmasını ikiyüzlü olmasına yeğliyordu elbette.

Kantine girdiklerinde neredeyse tüm masaların dolu olduğunu görmüştü ikisi de. Altan, Umut’a “Senin yüzünden oturamayacağız.” bakışı atarken Umut aldırış etmiyordu buna pek.

Beraber, içeceklerin hazırlandığı tezgâha ilerleyip verdiler siparişlerini. Bakışlarını siyah botlarına sabitleyen Umut, bir zamanlar kendisinin de kantindekiler kadar sesli kahkaha attığını hatırladı ve neden şuan bu gülüşmelerin kulağına gürültü gibi geldiğini sorguladı.

“Değiştin.” diye söylendi içinden kendine. “İnsanlar gülmenin bir bedeli varmış gibi hissettirdiler.” diye devam etti. “Ne kadar çok, ne kadar içten gülersen o kadar çok üzülürsün, düşüncesini empoze ettiler sana. İnandın sen de.”

Kolunda hissettiği baskıyla düşüncelerini yarıda kesip başını sola çevirdi Umut ve gördü Altan’ın elinde tüten kahveleri.

“Yürüsene kızım, ders başlayacak.” yaslandığı tezgâhta toparlandı hemen ve içeceğinin ücretini ödemek için cüzdanını açtığı sırada “Yok artık,” diye söylendi arkadaşı. “Ya yürü hadi, tavırlara bak.” Kızmıştı Umut Altan’ın bu tavrına ama mahcubiyeti kızgınlığının önüne geçti ve bardağını alıp kuru bir teşekkür etti. Kızmıştı çünkü birilerinin onun için küçük de olsa bir şey yapması kendini onlara borçlu hissettiriyordu. Sevmiyordu bu duyguyu. Birinden herhangi bir iyilik görse yadırgıyordu. Karşılıksız bir şey yapanlar… Ölmemiş miydi?

Bir daha da konuşmadılar zaten. Altan yanında yürüyen kızın sessizliğine, Umut da onun umursamazlığına alışmıştı. Hatta Umut’un yanındakinde en sevdiği özelliklerden biriydi bu. Okul ilk açıldığı zamanlar sormuştu Altan Umut'a bir kez “Neyin var?” diye ve “Hiç.” demişti Umut anlatmak istemediğini açık açık belli ederek. İşte o zaman başlamıştı bu çok da samimi olmayan arkadaşlık. Altan yerinde bir başkası olsa “Anlat.” diye sıkıştırırdı muhtemelen Umut’u ama o ağzını açıp tek kelime etmemiş omuz silkmişti sadece. Ne olduğunu Umut da bilmiyordu ya neyse… Deliriyordu muhtemelen. Kendi kendini delirtiyordu.

Öğle arasından önceki son derse kahveleri eşliğinde girdiklerinde henüz gelmemişti geometricileri. Umut, sınıfta her zaman kendini gösteren kargaşadan uzak durmak isteyerek koşar adım sırasına geçti. Birkaç dakikaya gelmişti hocaları da zaten.

Altan haklıydı. Umut geometri dersine cidden dayanamıyordu. Odaklanmaya çalıştığı çokgenler konusundaki tüm o şekillerin köşeleri kafasına vuruyordu sanki. Anlamaya zorladıkça kendini ağrıyordu başı. O da boşvermeye karar verdi dersi, öğle arasının da neden olduğu heyecanının etkisiyle… Geleceğini biliyordu yabancının yanına fakat içine kurt düşürmeden edemiyordu bir türlü. Ya gelmezse? Ya anlatmazsa bir şey? Kim olduğunu bilmediği birinin onu bu kadar etkilemesine şaşarken son iki gündür ona en yakın kişinin de bir yabancı olması tuhaf hissettirdi Umut’a. Yakın bir yabancı…

Akrep ve yelkovan her saniye öğle arasını Umut’a biraz daha yaklaştırırken o, çenesini sağ elinin içine koymuş kamelyaya bakıyordu. Onun oturduğu sondaki masa görünmüyordu fakat yabancının masası tam karşısındaydı. Kafasına doluşunca düşünceler çevirdi gözlerini yağmura… Zihninde o çocukla tanıştığı çeşitli senaryolar canlanıyordu. Anca canlanırdı zaten… Yoktu ki Umut’un çocuğa dönecek cesareti. Birileriyle kendi isteğiyle iletişime geçmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki ne yapması gerektiğini bilmiyordu bile. Diyelim döndü… Sonra ne olacaktı, ne diyecekti? Hiçbir fikri yoktu.

Derken çaldı zil. Umut hızlıca cüzdanını ve bir türlü bitiremediği kitabını eline alıp ayaklandı sınıftaki diğer herkes gibi.
Geometricileri tahtada çözüyor olduğu soruyu yarım bırakıp öğrencilere baktı.

“Oturun,” dedi Umut’un kanının çekilmesine neden olarak. “Tahtadaki bu üç soru bitmeden kimse çıkmayacak dışarı.” Çaresiz, oturdu Umut. Hocası yeniden tahtaya döndüğünde ne hissedeceğini bilmeden baktı öylece tahtaya. Bir şey anladığı yoktu ki neden kalıyordu!

Dakikalar saat oldu sanki. O beş dakikada tüm öğle arası bitti sandı. Öğretmeni soruları çözüp de “Çıkabilirsiniz.” dediği an bir koşu tutturdu Umut. Kapüşonunu başına geçirecek vakti bile olmadı, ödü koptu çocuğun anlattıklarını duyamayacağının korkusuyla. Bir an kahve bile almadan kamelyaya gitmeyi düşündü ama yabancıyı şüphelendirecek bir şey yapmak istemediğinden telaşla kantine yönlendirdi ayaklarını. Geometricinin geç çıkarması yüzünden yemek sırası da her zamankinden daha uzundu. Kantinin kapısında durmuş gittikçe uzayan kuyruğa bakıyordu. Bir karar vermesi gerekiyordu. Ya şimdi çıkıp gidecekti ya da kahve pahasına yabancısız bir öğle arası geçirecekti. Tuhaf çocuğun şüphelenip şüphelenmeyeceğini umursamayarak dışarı çıkmak için hemen arkasını döndü ve kapüşonunu başına geçirmeye çalışırken çarptı birine. Öğretmen mi öğrenci mi olduğuna bakmaya fırsat bulamadığı bu kişiye gürültüde sesini duyurabilmek için “Affedersin!” diye bağırarak koştu, çıktı dışarı.

Yağmur her zamanki gibi varlığını gösterirken, Umut nefes nefese ulaştı kamelyaya ve resmen bıraktı kendini masaya. Yanan ciğerlerinin acısının geçmesini beklerken günlerdir yanında taşıdığı kitabını araladığında biraz düzene girmişti solukları.

Bu sefer bir sayfa dâhi okuyamadan duydu ayak seslerini. Koşuşturmasının etkisiyle zaten hızlı atan kalbi biraz daha hızlandı mümkünmüş gibi.  

“Diyorlar ki insan en sık neyin hayalini kuruyorsa en çok ona ihtiyacı vardır. Sen en sık neyin hayalini kuruyorsun?” Umut, artık aşinası olduğu gıcırdama sesini duyduğunda yabancının oturduğunu anlamış ve sorusunu düşünmeye başlamıştı. Sahi… En çok neyin hayalini kuruyordu? Zorladı kendini… En sık değil de en son neyin hayalini kurduğunu hatırlamaya çalıştı fakat olmadı. Hatırlayamadı. O ana kadar, uzun zamandır hayal kurmadığını fark etmemişti bile Umut.

“Ben bir değil, birden çok şeyin hayalini kuruyorum sık sık. Bak mesela Elif’in iyileştiğini düşünüyorum. Bizim tekrar huzurlu ve mutlu bir aile olduğumuzu... Bu hayal başı çekiyor ben de. Tahmin edersin… Ya da edemezsin, nasıl edeceksin? Duymuyorsun bile beni.” o an dönmek istedi Umut.

“Yanlıyorsun.” demek, yanına gitmek istedi onun ama anlık cesareti un ufak oldu anında. Oturdu oturduğu yerde. Her zamanki gibi...

“Bundan sonra kurduğum en sık hayalde sen varsın.” Birinin hayallerinde yer edindiğini duyan Umut, yediği tırnaklarına eziyet etmeyi bırakıp dondu kaldı şaşkınlıktan. “Seninle tanıştığım anın hayalini kuruyorum. Sana tüm bunları yüz yüze anlattığımı, şu aldığım kahvenin senin ellerinde olduğunu, seninle şarkılar ya da kitaplar üzerine konuştuğumuzu hayal ediyorum. Hiçbiri çok büyük hayaller değil... Ama hepsi çok büyük mutluluk sebebi.” yabancı ne zaman konuşsa, Umut’a düşünmek zorunda olduğu yeni konular çıkıyordu. Şuan zihninin her yerini işgal etmiş tek soruysa: "Bu çocuk neyin nesi?"  sorusuydu. Şüphe ediyordu ne olduğundan çünkü insan olamayacak kadar iyiydi, hassastı ve tuhaftı.

Kısa bir sessizlik oldu. Gitti diye endişelendi Umut fakat işittiği iç çekişle endişesinin yersizliğini anladı. Sessizce, tuttuğunu sonradan fark ettiği nefesini verdi.

“Hep benim hakkımda konuşuyoruz. Biraz da senden bahsedelim mi? Tanıdım sayılır seni bunca zamandan sonra ama merak ettiğim şeyler yok değil hakkında.” merakı kat kat artan Umut, bekledi yabancının sözlerinin devamını getirmesini. Kibar çocuktu o da, çok bekletmedi bu ne yaşadığına hâlâ inanamayan kızı.

“Neden hiç gülmüyorsun mesela? Gülsene biraz... Olmaz mı? Tebessüm et bâri... Biliyor musun insanın kendine yapabileceği en büyük kötülük, kendini kendinden saklamasıdır. Sen de gülüşünü saklıyorsun kendinden. Sanırım biraz da mutluluğu… Neden yapıyorsun bunu? Hatırlıyorum… Sen önceden böyle biri değildin, daha göz önündeydin. Sonra çektin kendini birden bire… Ne değişti? Beni ilgilendirmez haklısın ama değişen neyse ona minnettarım. Bencilce düşünüyorum özür dilerim ama gerçek düşüncelerim bunlar ve ben sana bu zamana kadar hiç yalan söylemedim. Ne anlattıysam hepsi gerçekti. Gerçek duygularım, gerçek olaylardı.” yabancının sözleriyle sebepsizce doldu Umut'un gözleri.

“İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmüyor musun?” dememek için zor tuttu kendini. Her zamanki yaptığını yapıp sayfa çevirdi sadece.

“Sanmıyorum ama... Eğer bir gün birinin elini tutmasına ihtiyaç duyarsan kolunu arkaya uzat. Ne olursa olsun ben tutarım. Söz veriyorum.” artık bir sebebi vardı yaşların gözlerinde birikmesi ve süzülmesi için… İzin verdi Umut da... Bu izni bekliyormuş gibi gözyaşları, akıverdiler yanaklarından. Yabancı, bilmediğinden sırtı ona dönük kızın ne hâlde olduğunu, devam etti:

“Az kaldı zilin çalmasına, gitmem gerek. Ama gitmeden söyleyeceğim bir şey var... Gülümse Umut…” adını birden ondan duymak inanılmaz şaşırttı Umut’u. Bu zamana kadar söylemeyince ismini bilmiyor sanmıştı oysa. Kendi adını ilk kez duymuş, yeni öğrenmiş gibi oldu. “Gülümse çünkü bir kez geldiğin bu dünyada gülümsememen kendine edeceğin en büyük eziyetlerden biri olur. Ne yaşarsan yaşa, ne hissedersen hisset gülümse.” masanın o eskimiş tahtalarının ardından çakıl taşlarını ezen ayakların sesini duydu. Gözlerini kurulamak için yüzüne götürdüğü elleri duyduklarıyla kalakaldı havada.

“Bu arada… Koşarken kapüşonunu takmaya çalışma. Kantinde çarpışmamız çok şiddetli değildi ama bir dahakine daha dikkat et kendine ve unutma: Gülümse.”  

Not: Merhaba... Okuduktan sonra olumlu olumsuz görüşlerinizi bildirin lütfen, neyin olmadığını bilmem gerekiyor gelişebilmem için. Bir başka bölümde görüşmek üzere...

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

1.7M 88.4K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
222 46 4
Işık ve karanlık; aydınlık her zaman iyiyi, karanlık her zaman kötüyü temsil etmiştir. Işıklar kapatıldığında çocuklar karanlıktan kaçar bu yüzden; a...
1.7M 101K 62
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
209K 18.7K 55
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...