Kaderin Yadigârları

By beyzyilmaaz

751 305 152

Bir savaşın içindeydik. Savaşçıları da bizdik. Biz kaderin seçtikleriydik. Biz kaderin külleriydik. Biz kader... More

1. İLK CİNAYET
2. TEHLİKENİN AYAK SESLERİ
3. GERÇEKLERİN İSTENMEYEN YÜZÜ
4. NEFRETİN ZEHRİ
5. KAHRAMANCILIK OYUNU
6. KADERİN ÇİZDİĞİ İZLER
7. İNTİKAM ÇANLARI
9. KIRGINLIĞIN ARDINDA OLANLAR

8. GERÇEKLER

35 19 25
By beyzyilmaaz


Keyifli okumalar!


"Hayat ileriye bakarak yaşanır,
geriye bakarak anlaşılır."

-Kierkegaard


8. BÖLÜM

"Gerçekler"




Geceler, gerçeklerin yansımasıdır derdi adamın bir tanesi. Ancak kaç gecenin kaç gerçeği olduğunu atlamıştı.

Sahi, gerçekler geceyi sabırla bekler miydi?

Beklerdi.

Ben hikayenin sahilerini her seferinde karanlığın bir yıldırım gibi düştüğü vakitlerde öğrendim. O da bunlardan yalnızca bir tanesiydi. Gözlerimin odağında Bradley'in korkuyla hapsolmuş yüzü vardı. Dizlerinde Philip'in hareketsiz bedeni ile onlar için gelecek ambulansı bekliyordu.

Biz ise,

Biz ise öylece Bradley'in acı seslerini dinliyorduk.

Ben ise,

Ben ise hiç beklemediğim o gerçeklerin gölgesinde içten içe kıvranıyordum.

Onunla görüşmeni istemiyorum.

Şimdi anlıyordum babamın senelerden beri beni Bradley ile görüştürmediğinin sebebini. O bir kurt adamdı, babam ise bir avcı.

''İyi misin?'' Francis'in sesi kulaklarıma dolduğunda Bradley'de olan bakışlarımı çektim. Kafamı sağ sola salladım. Hayır, iyi değildim.

''Normal, kimse bu gerçekle yüzleşmek istemez.'' Yutkunma ihtiyacı hissettim.

''Nasıl dayanacağım peki?''

''Sen değil, zaman buna dayanacak.'' Bakışlarımı yavaşça Francis'e çevirdiğimde göz göze geldik. Onun bakışları çoktan bendeydi. Daha sonrasında ne ben konuştum ne de o. Öylece birbirimizi izledik. O yüzüme yerleşen acı ifadeyi izliyordu, ben ise onun ifadesiz yüzünü.

Ardından kenetlenen gözlerimizi ayıran tek şey bir silah sesiydi. Sesin verdiği o adrenalinle hızla arkamı döndüm. Babam az ötede elindeki silahla bize doğru ateş etmişti. Anlaşılan amacı bizi vurmak değildi, sadece korkutmaktı. Arkasından gelen adamlar ile bize doğru yaklaşıyorlardı. O sırada Francis, sinirle öne çıkarak koluyla beni arkasına aldı.

''Francis.'' Ona doğru fısıldadım.

''Arkama geç.'' Keskin sesi beni hareketsiz bırakmaya yetmişti bile. Adamlar birkaç metre mesafe bırakana kadar yaklaştılar. Artık onlarla karşı karşıdaydık. Etraftaki tek ses Bradley'nin acı dolu sesiydi.

Bakışlarımı Karen'a çevirdiğimde ona baktığımı anlamış olacak ki o da bakışlarını bana çevirdi. Sorun yok dercesine göz kırptı. Acıyla tebessüm ettim.

"Bunun bedeli ağır olacak Francis, biliyorsun değil mi?'' Babamın sözlerinden sonra Francis, başını dikleştirdi.

"Yaptığın tuzağa karşılık olarak sayarsın o hâlde moruk.'' Vampirlerin yaptığı hataya rağmen onları savunmuştu. Babam ise alayla nefes verdi.

O esnada ambulansın sesi etrafa bir çığ gibi büyüdü. Gelen sesle Francis gözlerini arkaya çevirdi ve kafasıyla gitme zamanı olduğunu belirtmek adına işaret verdi. Ve ardından son kez gözlerini gözlerime kısa bir süre çiviledikten sonra ortadan kayboldular. Francis ortadan kaybolduğunda babamın manzarasına girmek zorunda kaldım. Ancak sadece göz ucuyla baktım ona. Ne ona bakılacak yüzü vardı, ne de konuşacak sözü. Başımı çevirdim ve Karen'ın olduğu tarafa doğru adımlayacakken babamın sesiyle adımlarım kesildi.

"Pişman olacağın şeyler yapıyorsun güzel kızım.'' Sinirle dişlerimi sıktım. Kafamı arkaya çevirmedim aksine karşıya diktim.

"Sorun yok. İlk pişmanlığım değil sonuçta.''

Daha sonrasında Philip'i ambulansa alıp hastaneye götürdüler. Geri kalanlarımız ise evlere dağılmıştı. Şimdi ise gecenin karanlığıyla beraber yatakta uzanıyordum. Fakat yalnızca uzanmakla kalıyordum ki gözlerime gram uyku girmiyordu. Kulaklarımda çınlayan insanların ölümün verdiği acı dolu inlemeleri, koca kurtların o dişlerin arasında bedenden ayrılmış bir kafanın oluşu,  Bradley'in korku dolu sesleri, gözümde beliren ambulansın kendine has ışıkları...  Sanılanın aksine ben güçlü değildim. Korkuyordum. Ve bu korkunun beni bitirmesinden endişe duyuyordum. Hayatım birden tepetaklak olmuştu. Ve ben o eski sessiz sakin olan hayatımı özlemiştim.

Yatakta bir o sağ bir sola dönüp dururken telefonumdan gelen bir mesaj sesiyle gözlerimi açtım. Saate baktığımda akrep ve yelkovan 2.15'i gösteriyordu. Kaşlarımı çattım. Bu saatte kim beni rahatsız etmiş olabilirdi ki? Hızla yatağın yanındaki komodinin üzerinde olan telefonu elime aldım.

Bilinmeyen numara: Aşağı in.

Bu da kimdi?

Ben: Kimsin?

Bilinmeyen numara: Sen mi inersin yoksa ben mi camdan geleyim insancık?

Ben: Francis?

Bilinmeyen numara: Hâlâ bekliyorum.

Ben: Numaramı nereden buldun?

Bilinmeyen numara: Sarışın kızdan.

Ben: Amy?

Bilinmeyen numara: Sanırım. Daha ne kadar bekleyeceğim? Ben sabırsız bir vampirim.

Ben: Geliyorum.

Bakışlarımı telefondan ayırıp şaşkınca duvara baktım.

Neden kalbim bu kadar hızlı atıyordu ki?

Sakinleşmek adına derin nefesler almaya başladım. Sonrasında daha fazla bekletmek istemediğimden yataktan kalkıp odanın kapısını yavaşça açtım. Evdeki herkes uyuyordu. Kimseye gözükmemeliydim. Yakalanırsam başım fazlaca ağrırdı. Yavaş adımlarla dış kapıya yöneldim. Açmadan önce kapını solundaki duvarda asılı olan aynaya bakıp kendime çeki düzen verecektim ki son anda kendimi durdurdum.

Ne yapıyordum ben?

İçten içe kendime bir sabır dilenerek kapıyı açtım. Tenime değen soğukla başta titrediğimde üstümün ince olduğunu henüz yeni idrak edebilmiştim. Fakat buna aldırış etmedim.

Akıl mı bıraktı bu vampir?

Kapıdan çıktığımda bakışlarımı Francis'in olduğu yöne çevirdim. Ellerini cebine koymuş arkasındaki motoruna yaslanıyordu. Beni fark ettiğinde bakışlarını benim olduğum yöne çevirdi. Ardından yavaşça baştan aşağı süzdüğünde anlamadığım şekilde kaşlarını çattı. Daha fazla yerimde durmayarak ona doğru yürümeye başladım.

Resmen seke seke gitmemek için mücadele veriyordum.

"Neden geldin? Önemli bir şey mi oldu?''

''Ne bu hâlin?'' Sesi oldukça sert çıkmıştı. Bakışlarımı anlamsızca üstüme çevirdim. 

"Ne varmış hâlimde?''

"Git üstüne bir şeyler al. Üşüyeceksin.'' Umursamazca omuz silktim.

"Sorun yok, üşümüyorum.'' Tek kaşı havaya kalktı. Hâlâ bekliyorum havası vardı yüzünde. Bıkkınlıkla gözümü devirdim.

"Konumuz bu mu Francis? Neden geldin onu söyle.''

"Nasıl oldun?" Sorduğu soruyla bütün keyfim kaçmıştı. Gözlerimi kaçırarak yutkundum.

"İyiyim."

"Üzgünüm, bu olaylara şahit olmanı istemezdim." Kafamı kaldırıp ona baktım. Sorun olmadığını göstermek için zorlukla gülümsedim.

"Senin suçun değildi Francis."

"Yanlış yaptım. Seni bu olaylara hiç bulaştırmamalıydım." Sıkıntılı nefes verdi. Sanki bunu bana değilde daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Bir adım atarak ona yaklaştım. Sağ elimi kaldırarak onun koluna koydum. O sırada bakışlarını yavaşça elimi koyduğum koluna, ardından bana baktı. Gözlerinin ardında bir şey geçti.

Bu bir parıltıydı sanki.

"Böyle söyleme. Eninde sonunda öğrenecektim zaten. Gerçekler kaçınılmazdır, öyle değil mi?"

Sessiz kaldı. Bir süre yüzüme baktı öylece. Daha sonra bakışlarını yavaşça açıkta kalan boynuma götürdü.

Tam da doğum lekenin oradaydı gözleri. Ardından derin bir iç çekti.

"İçeri gir artık. Hava soğuk, hasta olacaksın." Diye mırıldandı. Bakışları artık bendeydi. Yutkunmamın ardından kafamı salladım. Arkamı dönüp birkaç metre ötemdeki kapıya doğru adımladım. Kapıya vardığımda kapıyı açmadan önce bedenimi ona doğru çevirdim. Elleri cebinde koymuş içeri girmemi bekliyordu.

"İyi geceler Francis."

"İyi geceler insancık."

                                        🍬

"Tanrım, al canımı da kurtulayım." Bu Karen'in tamı tamına 16.hayıflanışıydı. Sabahın köründe Amy, bizi erkenden bir AVM'ye çağırmış beraber vakit geçirmeyi teklif etmişti. Bizde bunun eğlenceli olacağını düşünüp kabul etmiştik. Ve eğleniyorduk da.

Ben ve Karen hariç.

Axel ve Amy'nin eğlence anlayışı bizden tamamen farklıydı. Aldığı ürünlerin poşetlerini bize taşıttırıyorlardı. Bizde doğal olarak bıkmış ve usanmıştık. Önde Axel ve Amy; arkada ise ben, Karen ve bize eşlik eden poşetler vardı.

"Of Karen. Bir sus artık. Sabahtan beri dır dır dır." Arkasına bir bakış atan Axel, sanki bir podyumdaymışçasına yürüyor fakat beceremiyordu.

"Bana bak Axel, yemin ediyorum arkadaşım falan dinlemem sana bir önüme gelene on tekme yaparım. Götünün acısından oturamazsın. Oturamadığın için de tüm gün ağlarsın." Karen'ın savurduğu tehditle Axel'in adımları durdu. O durduğu içinde doğal olarak biz de durmak zorunda kaldık. Yavaşça bedenini bize doğru döndüğünde yutkunmamak elde değildi. Axel'in yüzü, Karen'ın az önceki tehdit dolu cümlelerinden daha tehditkardı. Dudaklarımı birazdan gelecek azabın endişesiyle dudaklarımı dişledim.

"Ne dedin canım? Duyamadım da az önce."

"Dedim ki-"

"Çok yoruldum ben. Oturup bir şeyler içmeye ne dersiniz?" Sözlerini kestim hemen. Araya girmek en doğrusuydu. Yoksa eceli düşman olmaları an meselesiydi. Amy, yüzündeki endişeyle hızla kafasını sallayarak verdiğim tavsiyeye destek verdi.

"Evet, evet. Çok iyi bir fikir. Hadi gidelim." Hızla Axel'in kolundan çekiştirip aralarındaki göz temasını kesmeyi başardı. Rahat bir nefes verdim. Karen'a baktığımda gözlerini kapatmış sabır diliyordu.

"Hadi Karen. Kıpırda biraz." Yürümeye başladığımda arkamdan ağlama sesi duydum.

"Tanrım, nolur al canımı da kurtulayım."

Daha sonrasında ilk gördüğümüz yere girip uygun yerde oturduk. Oturduğum sırada ayaklarımın sızısı kendini henüz yeni belli ediyordu.

"Ağlayacağım, ayaklarım acıyor." Karen acıyla yüzünü buruşturmuş ayaklarını tutuyordu.

"Kıyamam sana, koy dizime ayaklarını da ovayım." Axel'in söylediği şeye bakakaldım. Karen'da hızla ayaklarını Axel'in dizine koyduğunda Axel, ovmaya başladı. Şaşkınlıkla Amy'e baktığımda o da şakınca bana bakıyordu.

Bunlar az önce kavga etmiyor muydu?

"Bazen sizden korkmuyor değilim." Amy'e kendimce hak verdim. Gerçekten de ilişkileri korkunçtu.

Biraz sonra siparişlerimiz geldiğinde yorgunluğumuzdan olsa gerek ortama bir sessizlik çökmüştü. Kimseden ses çıkmıyor, sadece içeceklerimizi içiyorduk.

"Karen." Amy'nin seslenmesiyle Karen ona döndü. "Cadı olduğunu neden daha önce söylemedin?"

Artık hepimizin dikkati masadaydı. Karen başta bakışlarını içeceğine vererek sessiz kaldı. Daha sonrasında iç çekti.

"Korktum. Söylersem bir daha benimle konuşmayacağınızı düşündüm."

"Saçmalam-"

"Bu konuyu konuşmasak olur mu? Kendimi kötü hissediyorum." Amy ise bu isteği anlayışla karşıladı.

"Tabii, nasıl istersen." Ortama sessizlik tekrar çöktü. Onca yaşanılan şeyden sonra kimse ne konuşacağını bilemez olmuştu. Ancak fazla sürmeden Karen bu sessizliği bozdu.

"Babanla aran nasıl Freya?"

Çok iyi. Beraber bulutların üstünde seyahat falan ediyoruz.

"Kötü." Omuz silktim. "Bu gidişle daha da kötü olacak gibi duruyor."

"Hiç mi barışamazsınız?"

"O hatasından dönerse neden olmasın Karen?"

O esnada birinin sessizliği fazla göze battığından dolayı bakışlarımız ona döndü, Axel'e. Yüzündeki sırıtmayla telefonla ilgileniyordu. Tek kaşım yukarıya kalktığında birbirimize baktık. Ardından hızla ona doğru eğilip elindeki telefonu bir hışımla kapmayı başardım. Telefonu almamla Axel'in tedirginliği gün yüzüne çıktı.

"Ver şu telefonu!" Ona bakmayı tercih etmemiştim. Yüzümdeki hain sırıtışla bakışlarımı telefona çevirdim. Telefonun ekranı baktığımda Axel'in, biriyle mesajlaştığını gördüm.

Hahaha, çok komiksiniz yakışıklı bey.

Arkadaşlarımın yanındayım. Ama senin yanında olmayı tercih ederdim.

Mükemmel görünüyor. Bir ara bunları canlı görmek isterim:)

Dişlerin olayım ısır beni daddy...

Şaşkın bakışlarımı Axel'e gönderdim.

"Kim bu?" Axel'in mimikleri bir saniye içinde şekilden şekilde girmişti.

"Bir arkadaşım." Diye mırıldandı. İnanmadığım apaçık belliydi.

"Sen tüm arkadaşlarına daddy'mi diyorsun Axel. Yeme beni şimdi."

"Ne!" Diğerlerinin şaşkın bakışları artık bendeydi. Axel, baskıya dayanamamış olacak ki gözlerini kapatıp sıkıntılı olduğunu gösteren bir nefes verdi.

"Öf be tamam. Ben biriyle konuşuyorum."

"Sen her zaman konuşuyorsun Axel. Ne var bunda bizden saklayacak?" Dedi Amy. Axel, aksine başını eğip gergince parmaklarıyla oynamaya başladı.

"Şey, söyleyeceğim ama kızmayacaksınız." Üçümüz de onun diyeceği şeyi bekliyorduk. "Turnuva zamanı yaşadığımız o olaylı gün var ya. İşte orada tesadüfen tanıştık onunla." Kaşlarımı çattım.

"Kimle?"

"Edwin."

Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler. Benden bu kadar. Bırakıyorum artık.

"Ne dedin sen?" Sesim yüzümün aksine oldukça sakim çıkmıştı.

"Ondan işte." O kadar şaşkındık ki kimse ne diyeceğini bilemez oldu. En sonunda Karen dayanamayarak yüzünü sertçe Axel'e döndü.

"Ya sen ne dediğinin farkında mısın Axel? O bir vampir, sen de bir insansın. Bu ilişki sana ne kadar sağlıklı geliyor?" Bir yandan haklıydı. Sonuçta bu canlılar insan kanıyla beslenen canlılardı. Bu da Axel'in hayatı bir yandan tehlikede demek oluyordu. Axel ise sadece omuz silkti. Bu görüntüsü bir çocuktan farksızdı.

"Biz birbirimizi seviyoruz." Karen bu söze alayla güldü.

"Oldu olacak bir de babam beni sana vermiyor kaçır beni de ona, tam olsun." Birden gülecek gibi olsam da kendimi tutmuştum. Öksürerek araya girdim.

"Neyse, olan olmuş. Sonuçta aşk bu. Kimse bunu engelleyemez." Axel'e doğru hafifçe gülümseyerek göz kırptım. O esnada Axel, benden destek aldığını gördüğünde hayali olan saçını eliyle savurmuş gibi yapıp oturuşunu dikleştirdi.

"Ay size ne be! Isırılacak olan benim, kanı gidecek olan benim. Size ne oluyor?"

Aslında şöyle bir baktım da, çok da destek almasına gerek yokmuş.

Biraz daha oturduktan sonra saatin geç olduğu daha yeni idrak ettik ve kalkıp eve doğru yola çıktık. Tabii Axel'in durmak bilmeyen sesi de bize eşlik ediyordu.

"Ama bir görseniz. Nasıl romantik, nasıl aşk dolu..." Aşk patlaması olsa gerek derin bir iç çekti. Biz de derin bi iç çektik fakat bu tamamen bunalmaktandı.

"Aa bakın aklıma ne geldi. Geçen gün bu çok acıkmış tamam mı. Hayvan kanı içebilir ama bunun canı insan kanı çekmiş. E hâliyle insanlara zarar vermek istemiyor. Ben de gittim dedim ki; gel, ben sana kendi kanımı vereyim." Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Ne!" Amy, içimdeki çocuğun sesini dışarıya çıkartmıştı.

"Sanırım kusacağım." Diye mırıldandı Karen. Verdiğimiz tepki Axel'in hoşuma gitmediğinden dolayı gözünü devirdi.

"Of, size de bir şey de-" Sözünü kesen bir silah sesiydi. Korkuyla yürüyen adımlarımız yere çivilendi. Silah sesin ardından bir hayvanın inleme sesi duyuldu. Ve bir silah sesi daha geldi. Kaşlarımı endişeyle çattım.

"Bu ses de ne böyle?"

Bir insan silah sesinden kim olduğunu anlar mıydı?

Ben anladım.

Kimseyi umursamadan hızla sesin geldiği yere doğru koşmaya başladım. Hayır baba. Sen olmamış ol, lütfen.

"Freya! Nereye?" Cevap verecek durumda değildim. Korkunun vermiş oldunu adrenalinle düşündüğüm tek şey o silah sesinin kime ait olduğu idi. Ve bir süre sonra nereye gideceğimi bilemediğim için bir yerden sonra durdum. O sesin tekrar gelmesi umuduyla oraya kulak kesildim. Ve ses tekrar geldi. O yöne doğru koştum. Diğerlerinin arkamdan geldiğini biliyordum. Fakat onlara bakmadım. Rotamı ağaçların olduğu tarafa çevirdiğimde artık Hawnsville ormanındaydık. Koştum ve koştum. Bir süre sonra birkaç metre ötemdeki manzarayı gördüğümde durmak zorunda kaldım. Diğerleri de arkamda durduğunda etraftaki tek ses hızlanan nefes seslerimizdi. Gözlerimi kısıp karşıya daha dikkatli baktığımda yüzüm endişe hâlini almıştı.

Hayır.

Babam, adamlarıyla birlikte oradaydı. Karşılarında ise yere yatmış, çaresiz bir şekilde duran kurt vardı. Onlara doğru koştuğumda varlığımı hissetmiş olacaklar ki bakışları bana doğru döndü. Babam beni gördüğünde kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı.

"Freya?" Ona karşılık vermedim. Bir hışımla yerde yatan kurdun önüne geçerek onların bakış açılarını bir nebze kapatmış oldum. Onu öldüreceklerdi ve ben nedense buna engel olmak istiyordum.

"Bunu yapamazsın."

"Çekil önümden." Dişlerini sıkarak söylediği şey ile etkilenmemiştim.

"Götürün onu." Bunu söylerken bakışlarım babamdaydı. Fakat arkamda duran arkadaşlarıma söylediğim anlaşılıyordu. Hızla hareketlenip onu götürecekken babam sinirle bana doğru atıldı.

"Seni gebertirim Freya. Seni büyüttüğüme pişman ederim." Onu cevapsız bırakarak tek bir mimik olmadan ifadesiz yüzümle sadece baktım. Ona korkmadığımı gösterecektim.

"Götürün." Arkaya işareti vermemin ardından babam hızla elindeki silahını bana doğrulttu.

"Beni buna zorlama kızım." Yutkundum. Bakışlarım silahın namlusuna gitti ve sonra babamın yüzüne.

Bir baba kızını öldürmek ister miydi?

"Git hadi." Arkamdan gelen Karen'in fısıltılı sesinin ardından kurt koşarak uzaklaşmaya başladı. Dudağımın iki kenarı yukarı kalktı. Onu ölümden kurtarmıştım. Onu ailesinden ayırmamıştım.

Babam sinirle silahın namlusunu sertçe başıma dayadı. Gözleri sinirden kıpkırmızıydı.

"Geri çekil!" Karen sinirle öne atılacakken diğer adamlar da silahı arkadaşlarıma doğrultmaktan geri kalmamıştı. Yutkundum ve ardından derin bir iç çekerek yavaşça gözlerimi kapattım.

"Beni hiç mi sevmedin baba?" Fısıltılıydı sesim. Kapattığım gözlerimi ona bakmak için geri açtım. Gözlerinde tek bir sevgi kırıntısı bile yoktu. Alayla güldü. Bu hareketini beklemiyordum.

"Sevmek mi? Sevilecek bir yanın mı var Freya?"

Sevilecek bir yanın mı var Freya?

Bu soruya ne cevap verilirdi? Bir baba kızını sevmiyorsa ne yapılırdı ki? Hiçbir şey. Ben de aynen öyle yaptım. Hiçbir şey yapmadım. Kafamı salladım yavaşça. Ardından yanından geçip gittim. Uzaklaşmak istiyordum ondan. Kirpik diplerim acıyordu. Ağladığımı görsün istemedim.

"Freya, bekle!" Arkamdan gelen arkadaşlarımın sesiyle durdum fakat onlara doğru dönmedim.

"Yalnız kalmak istiyorum."

"Hayı-"

"Lütfen." İtiraz kabul etmediğimi anlamış olacaklar ki ses çıkarmadılar. Ben de bu fırsattan istifade yürümeye başladım. Her adımımda göz pınarlarımdan gelen yaşlar inatla yükselmeye başladı. Göl oluşturdular orada. Daha sonrasında taştı yüzüme. Yanağımda bir yol çizdi. Ardından bir tane daha ve bir tane daha... Bacaklarımın artık beni tutacak gücünün kalmadığını anladığımda kendimi bir ağacın dibine atıverdim. Gözyaşlarım sanki bunu bekliyormuşçasına yüzümü daha fazla ıslattı. Bir süre ağacın dibinde öylece ağladım. Az önceki yaşadığım şeye değil, tüm ağlayamadığım anlara da ağladım. Fakat bu iyi gelmişti. Kendimi bir kuş gibi hissetmemi sağlamıştı.

"Bir küçük hanım için böyle bir yer sence de tehlikeli değil mi?" Arkamdan gelen sesle kafamı kaldırıp baktım. Sesin sahibi soylu vampirlerden biri olan Robert'ti. Bakışlarımı ondan ayırarak karşıya baktım.

"Sanırım artık bunu önemsemiyorum." Gözlerimi silerek burnumu çektim. Robert yanıma gelip oturmuş, benim gibi karşıya bakıyordu.

"Seni kimin ağlattığını sorabilir miyim küçük hanım?" Dalga geçercesine nefes verdim.

"Biliyor musun? Bu da önemsiz."

"Belki. Belki de önemlidir." Buna karşılık vermedim. Ya da belki de zayıf tarafımı belli etmek istemedim.

"Neden buradasın?" Konuyu değiştirmek sanırım en doğrusuydu.

"Avlanmaya çıktım." Bunu beklemediğimden gerek aniden yüzüne baktım. "Ne? Benim de beslenmeye ihtiyacım var."

"Ah, kusura bakma. Bir an sen öyle diyince." Diyerek mırıldandım. Gülerek ayağa kalktı. Üstünü silkeledi ve bana bir bakış atıp elini uzattı. Düşünmeden uzattığı elini tutup ayağa kalktım. Yürümeye başladığında hızla arkasından yetişip yanına geldim. Artık yan yana yürüyorduk.

"Sen bir soylu vampir misin yani?" Başını evet anlamında salladı.

"Peki, kaçırıldığım gün evde senden önce üç kişiyle karşılaşmıştım. Onlar kimdi?"

"Kardeşlerim." Şaşkınca kaşlarım havaya kalktı.

"Nasıl yani? Onlar senin kardeşlerin miydi?"

"Evet. En büyüğümüz ismi Harold. Kıvırcık saçlı ergen olan  William. Kız kardeşimin ismi ise Beatrice."

Demek isimleri bunlardı.

"İyi de niye isimlerini söyledin?" Omuz silkti. "Bilmem. Belki bir gün işine yarar." Cevap vermedim. Bir süre sessizce yürüdük. Ardından bu ölüm sessizliğini bozan ben oldum.

"Bendem bir şey saklanıldığını düşünüyorum." Diye mırıldandım. Bu yaşadıklarım bir tesadüf olamazdı. Bunları sadece benim yaşamam bir terslik olduğunu gösteriyordu kendimce. Robert, derin bir nefes verdikten sonra başını salladı.

"Evet, saklıyorlar." Heyecanla ona doğru döndüm.

"Ne saklıyorlar?" Yandan göz ucuyla bana baktı.

"Babanın bir piç olduğunu." Ardından yüzünü sinir bozucu sırıtma aldığında gözümü devirdim.

"Hahaha, ne komik. Dalga geçme Robert. Ben ciddiyim."

"Şaka bir yana, bu konuyu benimle konuşman doğru olmaz. Francis ile görüşmelisin Freya." Ona yandan bir bakış attım. Francis ismini duymak bu zamanlar da bana iyi gelmiyordu. Ardından aklıma gelen bir fikirle ona doğru döndüm.

"O zaman beni ona götür." Kaşını kaldırdı. "Şimdi mi?" Sırıtmaya başladığımda Robert, bunun doğru bir karar olmayacağını düşünmüş olacak ki yüzü gergin bir hâl aldı.

"Evet, şimdi. Siz vampirler uyumuyorsunuz ki. Başka ne zaman olacak?" Ardından yüzünü gökyüzüne çevirerek mırıldandı.

"Lanet olsun."

           
                                       🍬

Robert, baskılarıma dayanamayarak teklifimi kabul etmişti. Şimdi ise Creedence Clearwater Revival- Bad Moon Rising müziği eşliğinde yola çıkmıştık. Ve ben de Robert'in garip bakışları eşliğinde şarkının o güzel melodisiyle yerimde dans ediyordum.

"Stewart'ın kulak zevki gerçekten de iyimiş." Müziğin yüksek sesi yüzünden bağırarak söylemiştim. Robert sesimden rahatsız olduğundan gerek yüzünü buruşturdu.

"Bipolar mısın?" Ona baktığımda sanki bana daha önce böyle bir canlı görmemiş gibi bakıyordu.

"Duyamadım. Ne dedin?" Gözünü devirdiğinde hafiften sinirlenmeye başladığımı hissettim.

"Diyorum ki seni böyle mutlu görmek ne güzel." Ardından zorla olduğu uzaktan bile belli olacak gülümsemesini gönderdi. Cevap vermedim. Radyoyu kapatarak arkama yaslandım. Orman yolundan uzaklaşmıştık. Hawnsville kasabasına doğru gittiğimizi anladığımda kaşlarımı çattım.

Francis Hawnsville' de mi oturuyordu?

Hadi canım!

Geçip giden arabanın camından yukarıda duran ayı izledim. Küçüklüğümdeki bu alışkanlığı adet edinmiştim. Ayı izlemek sanki biraz bile olsa kafamın içindeki düşünceleri alıp götürüyordu. Ya da ben öyle olmasını istiyordum.

Bir süre sonra arabanın durduğunu anladığımda arabanın ön camından dışarıya baktım. Gözlerim karşımdaki görkemli bir eve çarptığında ağzımın açık kalmaması imkansızdı.

"Ağzını kapatsan iyi edersin." Robert'in uyarısıyla gerçekten ağzımın açık kaldığını fark ettiğimde hızla kapattım. Arabadan indiğimizde soğuk hava, yüzüme çarpmasıyla uykumu kaçırmayı başarmıştı. Anlık aldığım karardan pişman olsam da Robert, kafasıyla yürümem için işaret verdi. Önden yürüdüğünde adımlarımı hızlandırarak yanına geldim. Kapıyı çalmadan önce bana baktı. Ardından yaptığını yeni idrak ediyormuş gibi dudaklarını dişledi.

"Tanrım, nelerle uğraşıyorum."

Kapı ziline bastığında sanki kalbimin yerinden çıktığını hisseder gibi olmuştum. Nefesim heyecanla hızlandı. Bir süre sonra kapı açıldığında karşımda Francis'i görmemle yutkundum. Üstünde siyah kısa kollu bir t-shirt giymiş ve altında eşofman ile duruyordu. Üstünde ki kısa kol onun kaslı kollarını açıkta bırakmış ve ona oldukça çekici bir görünüm veriyordu. Yutkundum. Onu ilk kez ev halini görüyordum. Belli ki beni burada beklemiyor olacak ki tek kaşı havaya kalkmış bana bakıyordu.

"Al şu kızı başımdan Francis. Seni görmek istedi. Sabahtan beri tutturdu Francis'im de Francis'im diye. Zor baş ettim." Sinirle kaşlarımı çatarak Robert'e döndüm.

"Ne alaka ya? Ben öyle bir şey demedim." Francis'in bakışları ise hâlâ bendeydi. Fakat yüzünde herhangi bir ima bulunmuyordu.

"Alacak mısın artık?" Robert'in sabırsız sesi sinirlerimi iyice germeye başlamıştı. O esnada Francis bakışlarını benden çekmeden kafasıyla içeri girmem için işaret verdi.

"Gel bakalım." Yutkundum. Şu an kendimi ortama zorla giren bir çocuk gibi hissediyordum. O sırada Robert'a baktığımda bana gülümseyerek göz kırpmıştı. Göz devirdim.

Francis, içeri girmem için yol açtığında titreyen adımlarımla içeri girdim. Şu an da saçma bir sessizliğin içine gömülmüştüm. Kapıyı ardımdan kapattığında bana baktı.

"Takip et beni. Derdin neymiş öğrenelim." Yavaşça yanımdan geçip yürüdüğünde ellerimin titremesini durdurmaya çalıştım. Şuracıkta bayılıp kalacaktım.

Daha fazla yerimde öylece dikilip dikkat çekmek istemediğim için peşinden gitmeye başladım. Evin içi dış cephesinden farksızdı. Mükemmel dekore edilmiş ve kocamandı. Neyse ki bu sefer ağzımın açık kalmamasına özen göstermiştim.

Daha sonra etrafın dekorundan buranın bir salon olduğunu anladığım yere geçip bir koltuğa rahatça oturdu. Ardından öylece dikildiğimi fark ettiğinden olsa gerek bakışlarını bana çevirdi.

"Otur." Yaptığım saçmalığı henüz yeni fark ettiğimde hızla karşı koltuğa oturdum.

"Söyle bakalım."

"Neyi?" Şaşkınca kaşlarını havaya kaldırdı.

"Neden geldiğini Freya? Kahve içmeye gelmedin herhalde, değil mi?"

Salak Freya. Sen tam bir salaksın Freya. Resmen adama rezil oldun.

"Ha şey, evet." O esnada Francis'in dudağının sol kenarı bir an yukarı kalktığını görür gibi oldum. Söze başlamadan önce bakışlarımı kucağımda olan ellerime çevirdim.

"Benden bir şey saklanıyor ve senin bunu bildiğini biliyorum. Sürekli bana hiçbir şeyden haberin yok deniyor ama neyi bilmediğimi söylemiyorlar." Derin bir nefes aldığımda bakışlarımı Francis'e çevirdim. Keskin bakışları beni izliyordu.

"Öğrenmek istiyorum Francis. Her şeyi, ardımdan saklanan tüm şeyleri bilmek istiyorum." Bir süre yüzümü inceledi. O bir süre bana bir asır gibi gelmişti. Daha sonra eğilerek dirseklerini dizlerine koyup ellerini birleştirdi. Gözlerimiz o süre boyunca ayrılmamıştı.

"Sana tek bir şey soracağım. Bunu gerçekten istiyor musun?"

Sahi, bunu gerçekten de istiyor muydum?

İstiyordum.

"İstiyorum."

"Güzel. Yarın babama gideceğiz. Bunları o söyleyecek." İtiraz edercesine atladım.

"Neden sen söylemiyorsun?"

"Benim söylemem doğru olmaz. Olayların aslını babam daha iyi biliyor." Kabul ettiğimi belli edercesine susarak kafamı salladım. Söylecek bir şeyim kalmadığında ayağa kalkıp kapıya yönelecektim ki Francis'in sesiyle adımlarım durdu.

"Nereye?"

Zıkkımın köküne.

"Eve."

"Burada kal." Dediği şeyle gözlerim şaşkınlıkla açıldı.

"Anlamadım." Oturduğu yerden kalktığında eğik kafam artık yukarıya kalkmıştı. Ardından ellerini cebine koydu.

"Seni babama ben götüreceğim. Diğer türlü zor olur."

"Gerek yok. Sen bana konumunu atarsın ben giderim." Sıkıldığını belli eden bir nefes verdi.

"Sana zarar verecek değilim Freya. Kal burada. Yarın babama gitmemiz daha kolay olur." Söylediği şeyle utanmıştım. Ne kadar yanlış düşünmüştüm. Kabullendiğimi belli edercesine sustum. Francis, kabullendiğimi anlayınca salondan çıktı. Arkasından bir bakış attığımda geniş omuzları dikkatimi çekmişti. Yutkundum.

Kendine gel Freya!

İç sesimin uyarısıyla başımı hızla önüme çevirdim.

Deliriyor muydum acaba?

Bir süre sonra salona geri gelerek kapı eşiğine yaslanıp bana baktı.

"Gel, sana uyuyacağın odayı göstereyim." Utançla kafamı salladığımda o önden gitti, ben ise arkasından yürümeye başladım. Kısa bir mesafeden sonra odaya girdik. Oldukça sade bir odaydı. Yatağın üzerinde olan pijamaları gördüğümde kaşlarım yukarı kalktı.

"Kız kardeşimin." Gözlerim onu bulduğunda bana bakıyor olduğunu gördüm. Ardından omuz silktim.

"Açıklama yapmak zorunda değildin."

"Canım zorunda hissetmek istedi." Yüzü ifadesizdi. Beklenmedik söylediği şeyle ne diyeceğimi bilemedim. Dolayısıyla sessiz kaldım. Ardından hafifçe öksürme sesi duydum.

"İyi geceler sana. Bir sorun olursa yan odadayım." Kafamı salladım.

"İyi geceler." Sesim içime kaçmış gibiydi. Bir süre bakışları yüzümde gezindikten sonra kapıya doğru yavaşça yürümeye başladı. Kapının kolunu çevirdiği sırada dayanamayarak arkamı döndüm.

"Francis." Bakışlarını bana çevirdi.

"Her şeyden sonra eğer kötü olursam yanımda olur musun?" Baktı öylece yüzüme. Anlam veremediğim bir şekilde iç çekti. Ardından gözünü yavaşça kapatıp açtı.

"Sen ne zaman istersen insancık." Tebessüm oluştu yüzümde. Gözleri tebessümüme kaydı. Ardından onun da dudağı hafifçe yukarı kıvrıldı. Ve kapıyı kapatıp çıktı.

🍬

İçimdeki sıkıntı boğazımı düğümlüyordu. Her ne kadar derin nefesler alsamda düğümün açılmasına yaramıyordu. Tekrar derin bir nefes aldım.

"Sakin ol." Francis'in fısıltısıyla düşüncelerimden ayrıldım.

"Deniyorum." Francis kapının ziline bastığında bir süre bekledik. Ardından kapının açılmasıyla gözlerimin kadrajına orta yaşta bir kadın girdi. Bizi gördüğü sırada yüzü şaşkın bir hâl almıştı.

"Francis Bey? Hoş geldiniz." Belli ki kadın bir hizmetçiydi. Francis içeri girdiğinde kadına doğru yöneldi.

"Babam evde mi?"

"Babanız salonda oturuyor, Francis Bey." Francis ise sadece kafa sallamakla yetindi. Yürümeye başladığında peşinden geliyordum. Geniş koridordan geçtikten sonra salona yöneldik. Salona girmemizle ikilinin gözleri bize doğru yöneldi.

"Oğlum, hoş geldin." Kadın sevinçle Francis'e sarıldığında Francis'de annesine karşılık verdi. O sırada yaşlı adam ile göz göze geldik. Beni beklemediğinden dolayı şaşkınca bana bakıyordu.

"Güzel kız, sen de hoş geldin." Kadının bana seslendiğini fark ettiğimde bakışlarımı ona yönelttim ve ardından yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.

"Hoş buldum efendim."

"Bir sorun mu var oğul?" Adamın meraklı sesiyle Francis ona baktı.

"Biraz konuşabilir miyiz baba?" Adam kafa salladığında Francis bana baktı. Yutkunarak ben de ona baktığımda kafasını oturmam için işaret verdi.

Kafamı sağ sola salladım.

Hayır, sen geç.

Ardından dişlerini sıkarak gözlerini belertti.

Geç dedim Freya.

İtiraz kabul etmediğini anladığımda dudaklarımı büzerek yürümeye başladım. Arkamdan o da geliyordu. Koltuğa geçip oturduğumda Francis'de yanıma gelip oturdu. Onun yanımda olması nedense gerginliğimi alıyordu.

"Dinliyorum." Bakışları bendeydi.

"Gerçekleri öğrenmek istiyorum." Tek kaşı yukarı kalktı. Yüzüne oturan o sevinç gözle görülür bir şekildeydi.

"Gerçekleri öğrenmek istiyorsun." Kafamı salladım. Ardından adam derin bir nefes verdi.

"Peki, gerçeklerin olduğunu nereden biliyorsun?" Başımı dikleştirdim.

"Yaşadıklarım bir tesadüf değildi efendim. Sizce de bu yeterli bir sebep değil mi?" Bu söylediklerim onun hoşuma gitmiş olacak ki gülümsedi.

"Zeki kız" Bunu daha çok kendi kendine söylüyor gibiydi. "Madem gerçekleri bu kadar öğrenmek istiyorsun, bana da söylemek düşer."

                                                                                   
24.08.1993

Rosa Morris ve Hector Wizard'in dünyaya getirdiği biricik kızları henüz iki haftalıktı. Korkuyorlardı. Bu korkunun tek bir sebebi vardı.

Yaşadıkları bu yasak aşk öğrenilmişti.

Rosa bir cadıydı, Hector ise bir vampir. Farklı türden canlıların aşk yaşaması yasaktı. Bu yasağı da hiç düşünmeden çiğnemişlerdi.

"Korkuyorum Hector." Adam kollarının altına almıştı sevdiğini. Öptü saçlarından korkusunu almak istercesine.

"Korkma benim güzel kadınım. Söz veriyorum ben her zaman yanında olacağım." Kadın ağlamaya başladı. Adamın ise yaptığı tek şey kadının yanaklarında yol çizen o gözyaşlarını silmek oldu.

Bu yasak aşkın bedeli idamdı. Birazdan onların idamı gerçekleşecekti. Ve yanlarında olan o küçük kızın da.

Freya Wizard.

Birbirine sarılmış iki aşık, onların ölümünü getireceği saati bekliyorlardı. Rosa'nın kucağında olan küçük kızı hiçbir şeyden habersiz o güzel yemyeşil gözleriyle annesine bakıyordu.

"Benim güzel Freya'm. Orman gözlü kızım. Merak etme, sen bu felaketin kurbanı olmayacaksın." Diye fısıldadı Rosa kızının kulağına. Ardından kapı hiddetle vuruldu.

Gelmişlerdi.

Rosa korkuyla adama baktı. Adam, kadına sorun yokmuşçasına gülümsedi. Yavaşça ayağa kalkıp kapıyı açtı.

"Bizimle geliyorsunuz." Kapıda duran adamın sert sesiyle iki aşık birbirine baktı. Artık vakti gelmişti. Çıktılar kapıdan. Ölümlerinin getireceği yere gittiler. Kadın ağladı, adam sarıldı. Kucağındaki küçük kızlarını kokladılar derince.

Bir süre sonra o yere vardılar. Cadılar bi tarafta, vampirler bir tarafta durmuş idamın sahibi o ikiliye bakıyorlardı. Her birinin bakışları kinle doluydu. Kadın için sağ tarafta duran urgan yapılmıştı. Adam için ise sol tarafta bir hançer vardı. Küçük kızları için ise ona göre hazırlanan bir hançer vardı. Sarıldılar sımsıkı birbirlerine. Defalarca öptüler birbirlerini. Daha sonra kızlarına yöneldi iki aşık. Bu sefer sadece kadın değil, adam da ağlıyordu. Kızından ayrı kalmak, istediği en son şeydi bu hayatta. İkisi de derince kokladı kızını. Defalarca öptüler. Sonsuza kadar yaşayacağı özlemi giderdiler. Ve artık zamanı gelmişti. Zorla da olsa ayrılmışlardı birbirlerinden. Teker teker geçtiler yerlerine. Cellat geldi adamın yanına. Eline hançeri aldığında adam son kez ailesine baktı.

"Sizi çok seviyorum." Ve kalbinden hançerlendi. Yüzü mosmor olmuştu adamın. Kadın sevdiği adamın yüzünü gördüğünde haykırarak ağlamaya başladı. Şimdi ise sıra kadına gelmişti. Baktı kızına. Derin bir iç çekti.

"Seni çok seviyorum orman gözlü kızım. Ve hep seveceğim." Ardından altındaki sandalye ayaklarının altından kayıp gitti. Kadın nefessizlikten ölmüştü. Artık sıra küçük kıza gelmişti. Cellat ona doğru yöneldiğinde kızın orada olmadığını gördü.

"Kız nerede!" Sert sesiyle etrafa bağırdı. Herkes telaşla birbirine bakıyordu.

"Size kız nerede dedim!"


1 gün önce...

Kapının ziline bastığında derin bir nefes aldı kadın. Elleri endişeyle titriyordu. Bir süre sonra kapı açıldığında kapının ardındaki kişi gördüğü şeyle kaşları yukarı kalktı.

"Rosa? Ne işin var senin burada?"

"Merhaba Nixie. Biraz konuşabilir miyiz?" Nixie hemencecik kabul etti kadını. İçeri buyur ettiğinde beraber salona geçtiler. Nixie, Rosa'nın yakınlarından birisiydi. Dertlerini birbirlerine anlatan, sohbetlerini, gülüşlerini paylaşan iki yakın arkadaştı.

"Senden bir şey istemek için geldim Nixie."

"Tabii ki. Elimden ne geliyorsa yapmaya hazırım." Gülümsedi bu tavrına Rosa. Arkadaşına karşı sevgisi daha çok artmıştı.

"Hector ile beni öğrendiler Nixie. Her an gelebilirler." Nixie korkuyla elini ağzına götürdü.

"Olamaz! Peki ya Freya?" Rosa'nın gözleri dolmaya başlamıştı.

"Onu da öldürecekler."

"Tanrım, hayır."

"Bu yüzden senden bir şey istiyorum Nixie." Nixie merakla arkadaşına döndü.

"İdam gününde kızımı kaçırmanı istiyorum. Ve kaçırdığında onu insana dönüştür. Bunu bir tek sen yapabilirsin. Bırak kızım insan olarak yaşasın. Tüm hayatı onlardan kaçarak geçmesin."

Ve Nixie arkadaşının isteğini yerine getirdi.




İdam günü...


Nixie kimseye gözükmeden küçük kızı kaçırmayı başarmış ve evine getirmişti. Onu koltuğa koyup küçük yüzünü dolu gözlerle seyretmeye başlamıştı. Arkadaşı ölmüştü. Kadın bunun acısını yaşıyordu fakat şu an daha önemli bir iş yapacaktı.

Küçük kızı insana dönüştürecekti.

Hazırladı gereken tüm malzemeleri. Kazanın içinde döktü teker teker. Daha sonra hazırladığı karışımı kıza içirdi ve suyu tüm vücuduna sürdü. Ardından bir şeyler mırıldandı. Bir süre sonra kapı çaldı. Kadın korkuyla irkildi. Yavaşça kapıya yöneldi.

"Kimsin?" Ses gelmemişti. Tekrarladı cümlesini.

"Kimsin dedim?" Tekrar ses gelmediğinde kapıyı açtı.

Kimse yoktu.

Neyse dedi kadın içinden. Belki de çocuklar şaka yapıyordur diye düşündü. Küçük kızın yanına geri geldi. Fakat küçük kız yerinde yoktu. Kadın korkuyla her yeri ince ince aradı. Fakat yoktu. Telaşla ağlamaya başladı kadın.

"Olamaz, kızı aldılar." Elini sertçe geçirdi saçına. "Kızı yakaladılar. Öldürecekler kızı."

Fakat kadının düşündüğünün aksine kız yakalanmamıştı, kaçırılmıştı. Bir avcı tarafından.

Küçük kız melezdi.

Gerald Garcia'da küçük melezi kaçırmıştı.









Okuduğunuz için teşekkürler...

Continue Reading

You'll Also Like

278K 24.3K 44
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
144K 9.9K 16
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
188K 15.6K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
1.8K 108 10
2011'de Bu Yayınevi tarafından basılmış olan Gölgeler Serisi ilk kitabi ile sizlerle.... Vampirlerin ve diğer doğaüstü yaratıkların korkulu rüyası üç...