Sapık!.

By justsmileandsleep

3M 99.7K 20.5K

Bizim hikayemizin olağanüstü bir güzelliği yoktu. Olağanüstü kişiler, olağanüstü olaylar... Hiçbiri. Ama bizi... More

●Başlangıç
●Komşu?!
●Sakin ol şampiyon.
●İtici bir sabah.
●"Yürü, gidiyoruz Aylin Ay."
●Yürüyüş.
●Fotoğraf.
●Tesadüf.
●Lunapark.
●Tehlikeli, salçalı makarna.
●TFIOS.
●Karne Günü VS Kötü (!) Haber
●Yıldızların Altında.
●Su Güreşi.
●En rezil gün.
●Alışveriş.
●Tanışma.
●.
20- Rezillik s.s
21- Tabu.
22- Bu kadar güzel olmaman gerekiyodu.
23- Romantik Öküz.
24- Karaoke.
25- Yoksa regl mi oldun?
26- Götün tavana kaçmamış mıydı senin?
27- Olaylı Bir Gece.
28- Paintball.
29- Öpçük?
Yazar Kendini Tanıtıyor B|
30- '' Kerhaneye mi gidiyoz amk?''
31- '' İkinci bir şans daha verebilir misin?''
32- Sapık!.
33- "Sonra döndüm dedim ki;"
34- " Sonsuza sevgilim"
35- " Ender?!"
36- Tehlikeli oyun.
37- " Bul beni kaybolmuşum."
38- " Hep gelirler."
39- " Bırakma.. Sen benim eksik parçamsın."
40- "İYİ GECELER DEDİM!"
*Çok önemli*
41- "Uçak kalkıyooor."
42- "Abiler kız kardeşlerini korurlar."
43- " Hayır danacık."
44- "Sen benim gökyüzündeki yıldızımsın." *Yılbaşı özel*
45- Çene kasılması.
46- "Tek Erkek."
47- Kardan melekler.
48- "Aşkına aşık olduğum adam."
49- "Ben kavrulmaya hazırım."
50- Tatil. *Sevgililer Günü özel*
51- Otel odası.
52- Doğum günü hediyesi.
53- Tokat.
54- Kaçırılmak.
55- "Beni bırakma."
*Rüyalar*Özel*
56- Zombi.
57- Vazgeçmek
58- Aldanış.
59- Haber
60- Hoşça kal.
61- FİNAL 1.PART
Yazar'dan Veda
Özel Bölüm 1
Özel Bölüm 2- Yeni Bir Yıl, Yeni Heyecanlar

FİNAL PART 2

24.5K 981 332
By justsmileandsleep

Size iki yeni duyurum var. Birincisi, kendi hikayemde başka hikayelerden bahsedilmesinden hoşlanmadığımı belirtmek istedim. Eskiden sorun yoktu ama, ne bileyim... Dikkate alırsanız öperim sizi :**
İkincisi, facebook grubumuza katılın lütfen. Linkini yoruma bırakacağım.

Medyada bölümle alakalı yaptığım küçük videolardan biri. En başta baloda kullandığı eşyalar var Aylin'in. Giydiği kıyafet, taktığı taç, saçı ve makyajı. Ayrıca şarkı olarak Güneşin Kızları jenerik müziği var. Sözlerinin kitabımıza uyduğunu düşündüm. Şarkıyı açın dediğim yerde açabilirsiniz. Ayrıca bol müzikal bir bölüm oldu. Youtube hazır edin bence.

Ailemize yakışır bir final yapmaya çalıştım. Umarım beğenirsiniz :**

--

Dejavu, dejavu, dejavu... Yıllar önce biz de böyle bir masada oturmuştuk Durukan'la. Ama bu sefer ben onla "sevgilicilik" oynuyordum. Şimdi yine sevgililerdeydik. Tek bir farkla: Karşı karşıya.

"Eee, artık yemekleri sipariş etsek mi?" dedim ve üçü arasında süren saçma salak sohbete bir nokta koydum. Ayça futbol oynuyor... Ve tabii ki lig hakkında konuşuyorlardı. En bir nefret ettiğim konu. Durukan, ligi çok takip etmezdi oysaki, şaşırdım.

"Olur," dedi "sevgilim" ve yanağıma ufak bir öpücük kondurdu. Hayır niye gereksiz samimiyet? Neden? Neden ben?!

Garson çağrıldı, siparişler verildi. Ve ah ben, üçlüyü dinlemiş gibi yapıyor, sıkıntıdan patlıyordum. Nerede benim sıpaydim?

"Ee Aylin, sen de biraz kendinden bahsetsene."

Durukan'ın sesiyle çoktan şok olmuştum bile, "Ha ben mi? Ben?"

"Evet, sen."

"Ben... Ne anlatayım ki," diyerek gülmeye çalıştım ve Bora'ya döndüm yardım dilenircesine. Eliyle anlatsana yaptı domuz kafalı sevgilim.

"Şey... Adım Aylin."

Dayak yemeyi severim. Adının Aylin olduğunu herkes biliyor geri zekalı.

"Ya tam bir dizi hastasıyım falan. Çok anlatılacak bir şey yok."

"Bora ile nasıl tanıştınız?" diye bir soru yöneltti bana Ayça.

Hay senin soruna da sana da limon sıkayım.

"İnternetten," diye sallamasyon bir cevap verdim Ayça'ya. "Ayy, ben böyle şeyleri çok tatlı buluruum! İlk kim yazdı, ne yazdı?"

Sıkıcı kız.

"Bora yazdı bana."

Götüm yazdı. Orada ortam nasıl? Teallam ya!

"Selam yazdı, başka ne yazabilir ki?"

"Ne bileyim ateşli geceler için ara falan." Ya bu cümleye kahkaha atılır mı? Bu kızın espri anlayışı IQ'sünden düşük yemin ediyorum.

O öyle deyince, Durukan'ın tepkisini inceledim. Boş gözlerle karşısına bakıyor, yüzünde bir mimik bile oynamıyordu. Bir dakika ya, onun buna tepki göstermesi beni niye ilgilendirsin ki canım? Aa, deli miyim ne. Psh, bir de beni kıskanacak ha!

"Ahahaha, Ayça ya ne komik kızsın sen canım benim ya!"

Yapmacıklıkta master yapıyorsun şu an be Aylin, vallahi tebrikler.

"Sayın müşterilerimiz..."

Duyduğum kalın sesle bakışlarım çevrede dolandı. Ve orada durdu. Vay canına... Burası cidden lüks bir lokantaydı ya hani, böyle tam zengin işi. Lokantanın köşesinde de küçük bir sahne vardı. Sahnenin üzerinde de bir adam. Buradan şirin görünüyordu. Öhöm, adam değil, sahne!

"Burada sahne de mi vardı?" diye mırıldandım sesimin nereden çıktığını anlamayarak. "Beğenemedin mi?"

Durukan beni neden tersleyip duruyor?! Biri beni aydınlatsın!

Ey geri zekalıların kraliçesi Aylin! Çocuk ne yapsın? Bunca yıl sonra sevgilisinin yanında sarılıp öpsün mü seni? Bir bakıyorum bir daha bakıyorum. Hala malsın. Çocuk haklı!

Bir kere de ben haklı olsam götüme zil takıp oynayacağım zaten.

"Yok ya ondan değil de işte.. Şaşırdım sadece."

"Hepiniz restoranımıza hoş geldiniz!"

Alkışlar, alkışlar...

"Bugünümüzün programında, yine ilk olarak, sahneye çıkmak isteyen müşterilerimizi alıyoruz. Sonra da tabii müzik kuşağımız başlıyor!"

Yeniden alkışlar... Cidden bir ara müzik kuşağı değil de arabesk kuşağı diyecek falan sandım.

"Eee, müzik yapan falan var mı? Merak ediyorum."

Tabii ki de Ayça dedi bunu, başka kim diyecek?

Durukan'ı az sinir etmek diyorum, fena olmaz hani.

Evet, hep o mu beni sinir edecekti? Yok öyle dünya.

"Şey... Durukan gitar çalıyordu bildiğime göre?"

"Oha, cidden mi! Durukan, bunu daha önce neden söylemedin?"

Ayça Durukan'ı soru yağmuruna tutarken Bora bana baktı, "Sen bunu nereden biliyorsun?"

Sıçtım.

"Ben? Ben şeyden yaa... Iıı.. Güneş söylemişti! Evet evet Güneş söyledi bana."

Durukan'a döndüm. Karanlık bakışlar atıyordu bana. Gözleri siyahlaşmış... Allah Allah! Amacıma ulaştım ya, şeytani bir sırıtış kapladı dudaklarımı.

"Çalardım da, artık çalmıyorum."

"Hadi ama Durukan, kırmasana sevgilini. Bak Ayça ne kadar da üzgün."

"Aynen Durukan, üzdün."

Yüzünü üzgün şekle soktu Ayça karısı. Mimiklerine tüküreyim e mi! Yapmacıklık kraliçesi. Hayır daha doğrusu hiçbir şeyin kraliçesi olamaz bu kız. Kıçımın kraliçesi.

"Ya Durukan, arkadaşım! Baksana kızlar ne kadar çok istiyor çalmanı. Geç bir kıyak..."

Bora da girmişti devreye! Bakalım şimdi ne olacak... Bir dakika, bir dakika! Durukan neden hain hain sırıtıyor aynı benim gibi? Ya bu çocuk neden bana kin besliyor ki?! Ben ona ne yaptım da benden nefret ediyor?

Kendi kendine gelin güvey oldun da bir düğünün kaldı geri zekalı.

"Çalarım, tamam. Tamam çalarım da... Aylin de şarkı söylüyordu bildiğime göre."

Evet evet ondan! Gelin güvey oluyormuşmuşum! Al işte niyeti belli. Başka neden sırıtsın ki? Anca sapık bir şeyler düşünür tam olur! Offf!

"Hayır ya o nereden çıktı? Kim söyledi onu sana?"

"Kerem."

Yalancı!

"Bora, Ayça... Bakın benim sesim karga gibidir. Hatta karga görse gözleri yaşarır, şaka yapıyor. Şaka yapıyorsun değil mi Durukancım?"

Tamam, bilerek "Durukancım" demiştim ona. Yüzümdeki pis sırıtışı desteklemek için yani. Vallahi ya, valla.

"Yoo, gayet ciddiyim."

"Ya ben merak ettim şimdi, Durukan'la düet falan yapsanıza."

"Çüş!"

Durukan'la aynı anda söylemiştik. Ayça abartıyordu ama yani! Düet ne ya?! Ben hayatımda düet yapmamışım kız gelmiş düet yap diyor. Hem de Durukan'la!

Bir kere Durukan'la birlikte yapmıştınız ama yine de sen bilirsin. İkinci olsun bu da yani.

"Ayça haklı. Lütfen, kırmayın bizi."

"Seninle sonra görüşeceğiz!" diye mırıldandım alttan alttan Bora'ya doğru.

"Şimdi sırası mı arkadaşlar?"

Durukan'ın cümlesiyle ışıklar kapandı. Sanırım sahneye biri çıkmıştı. Ve evet, tahmin ettiğim gibi oldu. Gitar çalıyordu görevlilerin ona uzattığı bir gitarla. Bayağı iyiydi.

Ve... Işıklar yeniden açıldı.

"Ya bakın lütfen diyoruz, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen...."

Fazla...Fazla... Fazla yalvarıyorlardı Ayça ile Bora. Gecenin yarısına kadar ben bunları mı dinleyeceğim ya?!

Sıkıntıyla Durukan'a baktım. O da bıkkınlıkla bana bakıyordu.

"Ay tamam yeter susun!"

Bunu söyleyen bendim, devam ettirdim cümlemi, "Sadece bir şarkı. O çalacak ben söyleyeceğim. Sadece bir kere! Tamam mı?!"

Masum masum başlarını salladılar. Durukan'ın yanına gittim küçük, küçücük adımlarla. Neden böyle hissediyordum birdenbire? Kendine gel Aylin! Of, her an bayılabilirim.

"K-kusura bakma. Yani sen de çalmak istemezsin biliyorum da, sussunlar diye yaptım."

Kaşları çatıktı, gözleri bomboş. Bu kadar mı iğrenç bir şeydi onun için, benimle birlikte çalmak? Tabi, benden iğrenmek en en doğal hakkıydı. Yine de...

"Fazla önemli değil zaten."

Bu ne demek şimdi?

Yutkunarak arkasından, sahneye doğru yürüdüm. Görevli Durukan'a bir gitar uzattı, bana da mikrafon verdiler.

"Hangi şarkıyı söyleyeceğiz?"

Kısa bir an durdu, düşündü, "Bir aralar bir şarkı vardı. Oğuzhan Koç'un: Aşkla Aynı Değil. Biliyor musun?"

Kısa bir an düşündüm, bir yerlerden hatırlıyordum, "Evet."

"Başlıyoruz," diye fısıldadı ve gitarla oynadı biraz, sonunda başladı müzik. Kendimi toparlamaya çalıştım. Sakin ol...

Senin adın aşkla aynı değil
Kimseye bitene değin, sabretmem
Geri adım atmak hiç bana göre değil
Üzgünüm ölene değin, affetmem.

Elimde bi tek gururum
İçimde biten umudum
Yüzümde birkaç çizgi daha...

Akıl hep seni unutur elbet
Yüreğime desem hep ha gayret
Teselliler yetmez bana...

Bu şarkıyı neden seçtiğini merak etmiştim açıkçası. Ne zaman kırptığımı hatırlamadığım gözlerimi açıp Durukan'a baktım. Bana bakıyordu. Tövbe bismillah.

İnanmam kim bile bile yok sayar tüm hatalarını, ben saydım
Göz göre göre gittiğin o kör kuyuları sana anlattım.
Bir bilene sor gözyaşı biter mi, bi gün akar bi gün dinmez mi?
Harcadığın bir ömür sana yetmez mi?

Kim bile bile yok sayar tüm hatalarını, ben saydım
Göz göre göre gittiğin o kör kuyuları sana anlattım.
Bir bilene sor gözyaşı biter mi, bi gün akar bi gün dinmez mi?
Harcadığın bir ömür sana yetmez mi?

Sonunda şarkı bitti. Kırptığım gözlerimi yeniden açtım. Hah, herkes bizi alkışlıyordu ve ben nedense yanıyor gibi hissediyordum. Belki de alev halini almıştım o an. Bakışları neden bu kadar yoğun ve ağırdı?

Hızla sahneden indim, Durukan da arkamdan. Masaya geçtim aynı hızla. Ayça ve Bora alkışlarını kestiler, "Aşkım, çok güzel söyledin. İyi ki varsın."

Gülümsemeye çalışarak, "Sen de," dedim Bora'ya.

"Tebrik ederim aşkım," dedi Ayça, ve Durukan'a sarılıp onu öptü! Yuh ya aile var burada!

"Şey... Bora ben hava alıp geleceğim, olur mu?"

"Tamam da, neden ki?"

"Sıkıldım buradan. 5-10 dakikaya gelirim."

Masadan yeniden kalktım, ve çıkışa yöneldim. Direk teras gibi bir yere açılıyordu. Hava almak için ideal yer.

Derin bir nefes alıp elimi korkuluklara yasladım. Ayça onu öpmek zorunda mıydı? Karşımda sevgilisiyle oturmak zorunda mıydı? Bu kadar bencil olmak zorunda mıydım? Bora'dan ayrılmalı mıydım? Kendimi Durukan'la çıkmak için Bora'dan yararlanıyor gibi hissediyordum.. Bu berbat bir histi. Yorulmuştum. Dünyaya karşı... Durukan karşısında savunmasızdım. Bir zamanlar bana sevgilim derdi ya hani, Bora'yla çıksam da çıkmasam da bana bakarak bu sefer başkasına sevgilim demesi... İğrençti.

Bir şarkı döküldü dudaklarımdan. Nereden geldiğini anlayamadım. Ama söylemek istiyordum işte... Kafa dağıtmak, zaman geçirmek istiyordum. Onlardan uzakta.

Bu sabah yerini kimler almış
Diye düşündüm kalktığımda
Hiçbiri seni, hiçbiri beni, hiçbiri bizi anlamamış.

Bu sabah telefonu hiç açmadım
Çaldı durdu aldırmadım
Hiçbir şey seni, seni düşünmemi
Engellemez ben anladım
Bu sabah

Gül ki sevgilim
Gül ki gözlerin
Solmasın sakın aşk çiçeğim
Gel biraz bana
Gel biraz daha
Arşa çıksın namelerim

Bu sabah adını boş kağıtlara
Yazdım astım duvarlara
Ben bir tek seni
Eski günleri
Istedim canım anlasana
Bu sabah yatağın boş kısmını
Resimlerinle süsledim
Gördün halimi
Anla derdimi
Ne olur dön
Çok özledim
Bu sabah

Gül ki sevgilim
Gül ki gözlerin
Solmasın sakın aşk çiçeğim
Gel biraz bana
Gel biraz daha
Arşa çıksın namelerim

Şarkıyı söyledikten sonra, sustum. Ve şoke eti o kalın ses beni, "Güzel söyledin."

Hızla arkamı döndüm. Oha! Durukan'ın burada ne işi vardı ya?! Nasıl beni dinlerdi? Yok anam! Hava da alamıyoruz!

"Ne işin var senin burada?"

"Hiiç, hava almaya geldim."

Gevşek gevşek sırıtmaya başlayınca ben de sinirlenmeye başlıyordum. Senin düşüncelerine tüküreyim çocuk!

"Tamam, ben havamı aldım."

Tam içeri giriyordum, önünden geçiyordum ki, kolumdan tutup durdurdu beni. Kolum sızlarken, acıdan değil, daha çok, yıllar sonra bana dokunmasından, geri çekmeye çalıştım kendimi. Bunu neden yapmıştı şimdi? Başladığımız yere geri falan mı dönüyorduk?

"Ne yaptığını sanıyorsun?!"

"Konuşmamız gerek."

"Benim konuşacak bir şeyim yok."

"Ha biz taşınırken öyle demiyordun ama?"

Pislik orangutan yavrusu.

Yanaklarım yanarken, bana bakan gözlerinden istifade çektim kolumu, "O yıllar önceydi. Şimdi benim bir sevgilim var."

"Allah sana bağışlasın."

"Benim zaten!"

Dediğim şeyle ortalığa derin bir sessizlik çöktü. Bir farklı davranıyordu, bir farklı... İnsan davranışlarına nokta koymaz mı canım?

"İyi, senin zaten. Ayça da benim farkındaysan."

"Ne yapabilirim?" derin bir nefes alıp devam ettim, "Bunları neden bana gelip söylüyorsun durduk yere? Kıskandırmaya falan mı çalışıyorsun?"

Göz bebekleri irileşti Durukan'ın. "Ne münasebet? Peki, sen... Bora'yı kıskanırmak için falan mı tuttun?"

Tutmak?

"Sen kendini ne sanıyorsun ya?! Bora benim gerçek sevgilim ve bunu sana kanıtlamak zorunda değilim!"

"Ne olursa olsun... Ben sana inanmıyorum. Ciddi olsan da, onunla yatmışsındır da se-"

Söylediği şeyi tamamlamasına izin vermedim. Nasıl böyle düşünürdü?! Ben öyle bir kız değildim. Gerçekten yeniden liseye dönmüşüz, yeniden ergen olmuşuz gibi hissediyordum!

Attığım tokatla, başı bir milim bile kıpırdamadı, ama yanağının kızardığından eminim. Ve o zor konuşmayı yapmaya başladım, "Aradan ister yıllar geçsin, ister asırlar. Ben hep aynı Aylin'im. Sizden uzak durduğum, değiştiğim anlamına gelmez ki, bak, böyle olaylar için sizden uzak duruyordum. Ama anlaşılan, yıllar sana yaramamış. Cidden, çok değişmişsin. Ha ayrıca... Ödeştik!"

Son sözümü söyleyip, havalı ve ciddi bir çıkış yapacakken, arkamdan seslendi, "Sana acıyorum. Acı çekmeyeceğim diye, dostlukları bile hatırlamıyorsun, yazık!"

Sözlerine aldanmamaya çalıştım. Onun tarafına dönmeyip, lokantaya girdim tekrar. Ayça ve Bora'nın yanına koştum hızlıca. Durukan haklı olabilir miydi? Bencilliğim yüzünden dostluklarımı bile mi unutuyordum? Of, tamam öyleydi. Sadece gerçekler iğrençti, ve acı verici.

"Durukan nerede?"

"Bilmiyorum, rastlamadım."

"Ha, tamam sağ ol canım."

O kadar düşünceliydim ki, Ayça'nın "canım" deyişini umursamamıştım. Ama yine de "canım kadar başına taş düşsün" diyebilirdim içimden.

Ben saçma salak şeyler düşünürken Durukan da girdi içeri. Hiçbir şey olmamış gibi. Ihım, yanağında gerçekten kızarıklık vardı. Ama bunu hak etmişti!

Ayçanın yanağını fark etmesine izin vermeden konuştu Durukan, "Ya artık kalksak mı?"

Vay canına, ilk kez doğru bir şey söyledi!

"Bence de, geç oldu zaten. Hadi kızlar, gidiyoruz..."

Durukan'a bakmamaya özellikle özen göstererek üçlüyle birlikte kalktım, hesapları ödeyip dışarı çıktık. Bu gece hayatımın en iğrenç gecesi olarak tarihe geçebilirdi...

--

Önce sağa dön, sonra sola, kafanı kaşı, yastığa vur kendini, 360 derece bir daha dön... Son yarım saattir yaptığım tüm hareketler, yalnızca bundan ibaretti. Eee, yetti ama ha!

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Sali'yi uyandırmamalıydım. Yoksa koparırdı kıyameti. Cazgır karılar gibi bağırır durdu uykumu böldün diye.

Kendime bir su doldurup, yatağa oturdum tekrar. Madem uyuyamıyordum, belki de Güneş'i falan aramalıydım. Ne de olsa, yıllar geçse de hala dost sayılırdık biz. Küflensek de...

Heyecanla telefonuma uzandım, ve numarasını tuşladım. Uyuyordu kesin. Çalıyor da açmıyordu çünkü!

"Alo?!"

Ah evet, sonunda! Uykulu, sinirli bir Güneş sesi... Tanrı bizi kutsasın deyip filmlere bağlamak da vardı şimdi.

"Güneş?"

"Yok Ay. Götüne girmek üzere hazırlanan. Kimsin?"

Ekrana bakmadan açtığı fazlaca barizdi. Gülmemek için dudağımı ısırdım, "Ben Aylin."

"Ne oldu Aylin? Gecenin beşinde neden arıyorsun?! Rüyanda beni mi gördün? Hayranım mısın? Ne yani ne?!"

Uykusu bölündüğü için sinirli olan bir Güneş...

"Yok, ben öylesine aramıştım. Şey ayrıca birkaç soru sorabilirim."

"Öylesine mi? Öylesine?! Lan ben uykumdan öylesine mi uyandım? Soruların iyi olsa iyi olur Aylin, yoksa kemiklerini kıracağım yemin ederim."

Sorularım iyi sayılmazdı... Öl Aylin öl.

"Sorularım pek iyi sayılmaz. Şey aslında Durukan ile ilgili."

Sali yatağında kıpırdayınca dudağımı dişleyip sustum. Telefonun öbür ucunda da sessizlik vardı. Sonunda bir şeyler söyleyebildi Güneş, "Tamam, konuş. Hazırım."

Gören de uçak uçurmaya hazırlanıyor sanır. Geri zekalı.

"Bugün... Yemekte Durukan ile bir düet yaptık. Çok garipti. Gözüme gözüme bakıyordu, tedirgin oldum. Hava almaya çıktım. Sonra da peşimden geldi, saçma saçma konuştu. Yok işte Bora'yı onu kıskandırmak için tutmuşum da, Ayça onunmuş da, kesin Bora'yla yatmışım da falan da filan da. Çok sinirlendim, geçirdim bir tane yüzüne. Sence iyi mi yapmışım?"

Ufak bir sessizlik çöktü yine, ama hemen toparladı. "Bunu yaptığın için plaket veremem belki ama, yani sen Aylin'sin. Kendini savunman güzel bir şey. Bak Aylin, sana bir şey söyleyeceğim, ama aramızda kalacak, bana sinirlenmeyeceksin tamam mı?"

"Sen böyle dediğine göre kesin sinirleneceğim bir şey."

"Ya of dalga geçme! Bence... Durukan da sen de hala birbirinize aşıksınız. Sadece kendinizi kandıran aptal iki aşıksınız siz. Birbirinizi unutmak için, yıllardan ve yanınızdaki kişilerden güç alan iki hasta manyak."

Sırıttım. Öyle olsa ne yapardım cidden?

Keşke olsaydı.

Ne diyorum ya ben böyle?!

"Saçmalama. Gözleri ona nasıl bakıyor görmedin mi? Bir zamanlar bana da öyle bakıyordu. Hem sen daha dün dedin ders olsun sana, Durukan başkasına aşık oldu işte diye. Bir daha asla bana dönmeyecek o Güneş. Bunu ikimiz de biliyoruz. Hem dönse Ayça ve Bora ne olacak? Ben ne diyeceğim? Kendimi kandırmak... Belki hala ona aşığım, belki değilim. Bundan ben bile emin değilim. Gelse söylese, fazla ani olmaz mı sence de?"

"Belki öyle... Of, şakadan demiştim ben onu, belki akıllanırsın diye. Ama aptal gururun aşkının önüne geçiyor. Üzgünüm Aylin."

"Ben ona aşık değilim!"

"Öylesin."

Öyle miyim?

"Bak Aylin... Bugüne kadar hep bir şeyleri inkar ettiğin için kaybettin. Lütfen daha fazla inkar etme. Şu an yanıma gelip benden ve Kerem'den özür dilemek istiyorsun. Bizden kaçtığın için. Durukana her şeye rağmen sarılmak istiyorsun. Ve bir daha hiç bırakmamak. Boradan ayrılıp Ayçanın saçını başını yolmak istiyorsun, canın yanıyor. Ölmek isteyecek kadar. Ama yine gururun işte.. Bunları söyleyemiyorsun. Yapamıyorsun. Korkak olma Aylin. Git ve aşkının peşinden koş. Onu bırakma. Durukana bunu yapma. Bir kere olsun, hayatın tadını çıkar. Hayat, yaşamak için değer. Korkak olup gururuna yenik düşmen için değil."

Lanet olsun... Güneş hep haklı olan taraf zorunda mıydı? Hep doğruları söylemek zorunda mıydı? Canım yanıyordu. Doğrular bunlar olduğu için. Ne kadar kaçmaya çalışsam da, aşkıma yenik düşüp bu aşkı daha fazla taşıyamadığım için.

Burnum sızladı, sulu göz benin, gözleri çoktan dolmuştu bile. Dolan gözlerime inat, gülümsedim. Burukça olsa da, hayata inat... Gülümsedim. İçimi çektim sonra... "Bizim için bir şans var mıdır Güneş?"

"Şans her zaman vardır... Bak ne diyeceğim, hemen şimdi bana gelsene. Bizde kal. Öğlene kadar dedikodu yaparız. Yıllara rağmen anlatırız her şeyi birbirimize. Ha, ne dersin?"

Keşke derim.

"Olmaz, yarın anneme gitmem gerek, kadına söz verdim. Hem hani senin uykun vardı?"

"Öf uyku mu kaldı bende! Ya Aylin bak lütfen, lütfen, lütfen, lütfen..."

Bugünlerde ne çok kişi yalvarıyordu bana? Ben kralım en büyük benim hahaha diye haykırmak istesem de bunu içime attım. "Ya Saliha garip karşılamaz mı ki... Hem adresini bilmiyorum ben senin. Yurt arkadaşına da rahatsızlık olmasın."

"Saliha kim ya? Öff Aylin, öff! Kezo oldun çıktın başıma ha! Yurtta kalmıyorum ben, evim var benim. Tek kalıyorum!"

Dediğini umursamadım. Tamam, Güneş yine haklıydı. Onunla sohbet etsem açılırdım. Yeniden eskisi gibi dostlar olurduk. Telafi ederdik yılları. Hem her şeyi düzeltmek istiyordum! Eski yaşantımı geri istiyorum ben! Ve... Turnuvalar şu saniye başlasın!

"Ay kızdaki lükse bak... Tamam tamam, adresini at bana mesaj olarak. Taksiye atlayıp geliyorum ben."

Güneş'in sevinç çığlığına mahsur kalmamak için telefonu kapatıp, kağıt aldım elime. Sali için bir not yazdım: Ben arkadaşıma gidiyorum. Oradan da annemlere geçeceğim, Salı günü görüşürüz. Oda sizin, yatağımı kullanmayın seni kafir.

Nota son bir bakış attım. Kendimden iğreniyorum. Yazdığım not bile iğrenç, ne olacağım ben ya.

Çoktan hazırladığım çantamı elime alıp, son kontrolleri de yapıp çıktım odamdan. Şu andan itibaren geri dönüş yoktu. Ya Güneşe ve Kereme kendimi affettirecek, gönüllerini alacak, Durukan yeniden benim olacaktı... Ya da Bora ile mutlu olmaya çalışıp, mezuniyet günümde Durukan ile Ayçayı izleyecek hatta Bora ile evlenecektim!

Bu bir savaş, ve baş rolde, ben varım!

--

"Allah belanı versin geri zekalı! Kolayı yatağa döküp zıplamak nedir geri zekalı! Para verdim ben o çarşafa geri zekalı!"

"Ne yapayım Güneş ya?! Gaza geldim sen kızlar gecesi yapacağız deyince... Hem saat 8 oldu gecesi de kalmadı da... Ayrıca bu yatak ya kan olacak ya kola demedin mi sen?!"

"Tövbestağfurullah. Lan yatak kan falan..."

"Yuh Güneş! Yemin ediyorum yuh! Nasıl fesat düşünürsün yaa!"

"Ama mecazen söylemiştim ben o cümleyi, beyinsiz olman benim suçum mu?!"

"Dilini eşek arısı soksun da eşeğe dön inşallah Güneş!"

"Ahhaha, çok komik ahhaha, gözümden işiyorum (!)"

Güneşe dil çıkarıp kendimi temiz olan yatağa bıraktım. "Yatağı kim temizleyecek?"

"Sonra temizlerim..."

"Bir 1000 yıl sonra falan mı?"

"İyi fikir."

Yorulmuş olacak ki Güneş de gelip yamacıma uzandı. Yurdum ve Güneş'in evi arası çok az bir mesafeydi. Neredeyse on beş dakikada varmıştım. Gelir gelmez ağlamıştım ona sarılarak. İyi ki vardı. Bir kez daha anlamıştım, ve kendimden utanmıştım o an. Pişman olmuştum. Onun yerini kimse dolduramazdı, kimse. Çok şey anlatmıştık birbirimize, acılarımızı, kederlerimizi, onca yılda neler yaptığımızı...

Bir aksilik çıkmazsa bu Cuma mezun oluyordum. Güneş de benden bir hafta sonra mezun oluyordu.

"Güneş?"

"Hı?"

"Özür dilerim."

"Ne?"

"Onca yıl sizden kaçtığım için falan... Özür dilerim."

Uzandığı yerden kalkıp sarıldı bana, "Saçmalama Aylin. Ben eninde sonunda pes edeceğini biliyordum, o yüzden çok takmadım seni zaten. İyi ki de takmamışım."

"Mal," dedim ve sırıtarak geri çekildim. "Uykum var. Uyuyalım mı?"

"Bence de ya, uyuyalım azıcık."

--

"Oy benim güzel kızım mezun mu oluyormuş! Oy oy oy canım kızım benim, melek kızım. Tosun kızım. Bir tanem, güzelim-"

"Anne biraz abartmıyor musun sence de? Ya sadece mezun oluyorum, ne var bunda?"

Babam da anneme beni destekleyen bir cümle kurdu hemen. "Kız doğru söylüyor Nesibe. Az rahat bırak yahu! Sabahtan beridir ağzına börek tıkayıp duruyorsun!"

"Aslan babam benim be! Helal süper devam baba. Yani anneciğim, alt tarafı psikolog oluyorum. Ne var bunda büyütülecek?"

Aha, annem savunucu anne moduna geçiyor. Yandık! "Siz baba-kız öldüreceksiniz beni. Kalp krizinden gideceğim bir gün Allah korusun! Kızım mezun oluyor, sevincimi de yaşayamayacağım!"

Babam ile birlikte sustuk. Çünkü biliyorduk ki bir ağzımızı açsak, bir saat sonra bir daha açabilirdik anca. "Neyse, ben odama gideyim... Yarın yurda dönüyorum zaten."

"Son haftanda evde kalsana kızım."

Babama öpücük yolladım, "Eşyalarımı toplayıp geri döneceğim."

Tam odama gidiyordum ki, bu sefer de annem durdurdu beni. "Mezuniyet balosu için alış verişe çıktınız mı Güneş ile?"

Güneş derken sesi cıvıldıyordu resmen. Ona yeniden eskisi gibi olduğumuzu söyleyince o kadar sevinmişti ki.. O yüzdendi bu börekler, pastalar... Eh, biraz da mezun olacak olmamdandı tabi.

"Yok anne, aslında baloya katılmayı planlamıyordum bile ben."

"Saçmalama Aylin! 22 yaşında kız demeyeceğim çarpacağım şu terliği ağzına ha!"

"Tamam tamam. Çarşamba-Perşembe falan gideriz işte."

Gitmeyi hiç istemiyordum... Üniversitedeki tek arkadaşım Sali'ydi. Ha bir de Cemre. Cemreyle de kaç gündür konuşmuyorduk ki.. Umuyorum ki misafir kabul ederlerdi. Böylece Güneşi, Keremi ve... Durukan... Onları da sokabilirdim içeriye.

Son cümlemi de söyleyip, odama çıktım. Çok dertliydim, hatta arabesk dinleyecek kadar. Boradan ayrılmayı düşünüyordum. Ama neden... Neden bulamıyordum işte. Sorun sende değil bende diye de saçma bir klişe bahane edemeyeceğime göre... Aslında hayatım klişeydi benim, cümle fena sayılmazdı. Tamam, bu berbat bir fikir. O bir yana, Durukan beni seviyor mu, Yoksa Ayçaya mı aşık bunu da bilemiyordum. Öff, ona nasıl açacaktım konuyu?! Hislerimiz karşılıklıysa Ayçaya yazık olmayacak mıydı?

Tamam, yavaş yavaş gel Aylin, yavaş yavaş... İçimde yaşadığım kısa savaş sonucunda ilk olarak Borayı aramaya karar verdim ve öyle de yaptım.

"Alo?"

"Alo, Bora?"

"Efendim sevgilim?"

Sevgilim dedi ya.. Off!

"Şey diyecektim ben... Acaba seninle sahilde buluşabilir miyiz? Konuşmak istiyorum."

"Tabi, hazırlanıp geliyorum."

Bıkkın bir nefes verip telefonu kapattım. Onun kalbini kıracaktım... Bundan nefret ediyorum. Kendimden nefret ediyorum. Bora'nın hiçbir suçu yok oysa.

Hayat bu azizim, hayat...

"Artık konuşmak istediğin şeyi söyleyecek misin Aylin?"

Bakışlarımı yerden kaldırıp Boraya çevirdim. Sahilde buluşmuştuk. Ve yarım saate yakındır susuyorduk ikimiz de.

Nefes aldım, "Ben ayrılmak istiyorum Bora."

Yüzüne öylece bakıp, tepkisini inceledim. Ancak tepki vermiyordu... Bunun anlamı ne? Ve ah, işte bir kahkaha patlattı. "Nereye el sallıyorum?"

Yutkunmaya çalıştım. Onun üzülmesini istemiyordum, hak ettiği şey bu değildi. Ama yapmak zorundaydım.

"Ben ciddiyim. Bak... Sorun sende değil bende tamam mı?"

"Ne sorunundan bahsediyorsun ya?! Sorun beyninde falan mı?! Daha çıkmaya başlayalı kaç gün oldu ki? En fazla 2 be 2!"

Titreyen dudağımı umursamadan konuşmaya devam ettim. Şu an öyle kötü görünüyordu ki... Gözlerinde saf öfke ve şaşkınlık, elleri titriyor, oraya buraya savuruyor...

"H-hislerimden emin değilmişim! Özür dilerim, tamam mı? Bunu yaptığım için özür dilerim!"

"Özür dileyince hiçbir bok olmuyor Aylin!" Sesi sonlara doğru incelmişti... Gözlerime bakarak sürdürdü konuşmasını, "Ben seviyordum. Ama anlaşılan hislerimiz karşılıklı değilmiş..."

Arkasını döndü, gitmeye hazırlanıyordu. Hayır hayır, kalbinin kırılmasını istemiyordum! Böyle ayrılmak da istemiyordum...

"Bora dur!" diye bağırdım birden.

Mavi gözlerine baktım bir daha.

"Böyle bitsin istemiyorum. En azından... Arkadaş olarak kalsak?"

Burukça gülümsedi, "Şaka falan mı yapıyorsun? Yazık."

Ve gitti. Oflayarak banka bıraktım kendimi. Harika ya harika! Daha anca 24 saat geçtikten sonra bir kişi daha bana yazık diyor. Ama cidden, cidden yazık bana!

"Lanet olsun," dedim ve elimi başıma vurdum. Bir yağmur damlası düştü burnuma. Hah! Yaz geliyor ya hani, Aylinin ruh hali de bok gibi ya, yağmur da yağsın tam olsun!

Telefonumu cebimden çıkarıp Güneş'in numarasını tuşladım hızlıca. Sağanak yağmadan eve varmak istiyordum. Ama önce akıl danışmam lazımdı.

Birkaç çalıştan sonra telefon açıldı, "Alo? Güneş sen misin?"

"Yok ben Kerem."

"Kerem! Güneş yanında mı?"

"Evet."

"Verir misin?"

"Kanka verir misin falan... Ayıp oluyor."

Ya neden çevremdeki her insan fesat?!

"Kereem! Git Mahmut Tuncer videosu falan izle bozma asabımı! Güneşi ver!"

"Ayy kıçımın kenarı," Dedi Kerem. Deli olacağım, vallahi bugünlerde deli olacağım! Çok şükür ki Kerem'den hemen sonra telefona Güneş çıktı. Yoksa saçımı başımı yolacaktım!

"Alo, n'oldu Aylin?"

"Ben de bir bilsem... Ben..."

"Sen ne?"

Bir yağmur damlası daha düştü kotuma, bir tane daha, bir tane daha...

"Bora'dan ayrıldım."

Bir süre konuşmadı, ama sonra ses geldi hemen, "Ee? İstediğin bu değil miydi zaten?"

"Öyleydi ama. Böyle kötü biteceğini tahmin edemezdim. Ne yapacağımı bilemiyorum. Of! Sence Durukan'la bugün mü konuşmalıyım?"

"Yani. Hatta şimdi konuş bence."

Bir şey demeden kapattım telefonu. Bir süre yağmurun altında kaldım. Eve gitmek istiyordum ya, nedense şimdi istemiyordum. Yağmur damlalarıyla birlikte içimdeki tasalar da akıp, gidiyordu. Dipsiz kuyulara gömüleceklerdi belki de... Deniz ile yağmur... Çok güzel bir bütün oluşturmuşlardı. Deniz en çok yaz yağmurlarıyla uyum sağlıyordu bence. İkisinin de teması aynı sonuçta...

Tekrar telefonumu çıkardım, Güneş'ten aldığım numarasını tuşladım titrek ellerimle, bir yandan da açması için dua ediyordum. Ve.. Telefon açıldı. Sesi uykulu geliyordu. Öğlen beşe kadar yatmış mıydı... Okulu yok muydu acaba? Ah! Valla malım ben. Son haftada nasıl olur... Hem de bugün hafta sonu!

"Alo?"

"Mm, öhöm, şey, Durukan, ben Aylin."

"Numaramı nerden buldun?"

"Güneş'ten. I-ı... Acaba müsaitsen sahile gelebilir misin? Konuşmak istiyorum."

"Konu?"

Biraz yardımcı olmaya çalışsan ölür müsün angut kafalı pislik!

"Geldiğinde konuşuruz," dedim ve bir şey demesine izin vermeden kapattım telefonu. Çünkü biliyordum, uzadıkça uzardı konuşma...

"Hadi be Aylin, göreyim seni!"

"Şey... Geldiğin için teşekkür ederim."

"Ha ha."

Yuh be sığır! Bari dün için hala sinirli olduğunu bu kadar çok belli etmeseydin!

"Ee, neymiş şu konuşacağın konu?"

Bunu bile benimle göz teması kurmadan yapıyordu. Ona belli etmeden homurdanıp ben de ona bakmayı kestim. "G-geçmiş hakkında konuşmak istiyorum." Aa, dikkatini çekecek bir konu buldum! Çünkü gözüme gözüme bakan gözleri bunu işaret ediyor.

"Ne?"

"Özür dilerim."

Sırıttı. Neden sırıtıyor? "Neden özür diliyorsun?"

"Sizden kaçtığım için. Eğer seni bekleseydim, telefon numaramı değiştirmeseydim mesela... Şu an sarılıyor olurduk. Hatta belki de nişanlı. Çok çok özür dilerim. Pişmanım."

Şu an başımı deve kuşu gibi toprağa gömmek ve sonsuza kadar orada yaşamak istiyordum. Söylediklerimi geri almak istiyordum ama bir yandan da Durukan'ın tepkisini, ne diyeceğini deliler gibi merak ediyordum.

"Bunu demek için mi çağırdın?"

"Bizim için bir şans olmasını çok isterdim. Var mı?"

Gözlerine umutla bakıyordum şimdi... Bir yandan da kendimi yuva bozmaya çalışan sürtük ve yüzsüz kız gibi hissediyordum. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı Durukan, "Bak Aylin... Bu dediklerin... Şu an çok utanıyor olmalısın ve utanmalısın da. Eğer bunları 1 yıl önce demiş olsaydın, şimdi sarılırdım sana. Ama her şey için çok geç. Ben Ayça'yı seviyorum. Cidden seviyorum, üzgünüm."

Kulaklarım uğulduyordu söyledikleriyle. Ben Ayça'yı seviyorum. Ben Ayça'yı seviyorum. Bizim için bir şans yok. Her şey bitti. O artık başkasının. Artık başkasına gülümseyecek, başkasına sarılıp, başkasını öpecek, ve belki de başkasıyla evlenecek. Ve ben üçüncü dışlanan kişi olacağım. Kızarık, domatesi andıran suratımla.

Titredim.

"Kendine iyi bak, olur mu?"

Kendine iyi bak mı? Söyleyeceği en güzel şey bu muydu? Nasıl kendime iyi bakabilirdim? Kendimi toparlamaya çalıştım, "S-söylediklerim için üzgünüm. Sana Ayça'yla mutluluklar. Mutlu ol." Hayır hayır, yanında ağlamamalıydım. Zaten yeterince küçük düşmüştüm. Biraz daha düşemezdim.

Hızla kalktım banktan, son kez yüzüne baktım. Ve koşarak oradan uzaklaşmaya başladım. Hıçkıra hıçkıra, ağlaya ağlaya, buruk bir kalp, dağınık saçlar, sağanak yağan yağmur ile... Düşlerle, koştum. Canım, acıya acıya...

--

"Aylin, kanka bak, bu harika!"

"Hıı."

"Ayy şu da çok tatlı!"

"He he."

"Aylin?"

"Evet o elbise de harika."

Güneş bıkkın bir nefes verdi, "Sen beni dinliyor musun?" "Evet," dedim başımı ona çevirerek. Moralim kaç gündür fazlaca bozuk olduğu için, uzattığı elbiselere bakıyor gibi yapıp, hepsine güzel diyordum. Oysa başımı bile çevirmiyordum...

"Neler oluyor?"

Sali de yanımıza geldi. Evet, 3 kişi balo alışverişine gitmiştik. Aslında balo işi tam bir muammaydı! Şükür ki misafir alıyorlardı da öyle zor ikna etmişlerdi beni.

"Aylinin aklı başka yerlerde! Elbiselere bakmıyor bile..."

Güneş ve Sali hiç anlaşamıyorlardı. Eee, ortak ve biricik arkadaşlarıyım sonuçta. "Tamam tamam, özür dilerim. Tamam, hadi! Hadi seçin."

Sali kısa elbiselere yöneldi. Yine mi kısa, he? Yine mi?!

"Aa, bak, ne kadar şirin ve güzel bir elbise!"

"Çüş, o çok kısa! Maximum kısa! Aylin giymez öyle şeyler..."

"Aynen, Güneş haklı!"

"Aman iyi be! Seçmiyorum ben elbise falan, Güneş seçsin sana."

"Tabii ki seçeceğim, onu senden daha çok tanıyorum!"

"Allah Allah! Bence çok yakın durma sen Aylin'e, ismin gereği yakarsın kızı mazallah!"

"Ya tamam! Susun, kesin!"

"Arkadaşına bir şey söyle Aylin!"

"Sus Güneş, sen de sus!"

"Bu böyle olmayacak! Ya anlaşırsınız kardeş kardeş, ya da ikinizle de alışveriş falan yapmam. Oldu?"

İkisi de suçlu suçlu başlarını önlerine eğdiler. "Tamam ya, özür dileriz." "Aynen, özür dileriz."

"Aferin! Sali, sen Güneş'in mezuniyeti için ona uzun abiye bak. Güneş sen de bana adam akıllı bir şeyler... Hadi, yallahın!"

Dağıldılar. Ben de koltuğa oturup, moda dergilerini incelemeye başladım. Güneş'e hiç bahsetmemiştim ama, beyaz, hafif göğüs dekolteli upuzun bir elbise hayal ediyordum ben. Kafamda da papatya tacı... En sevdiğim tarzdı. Ama nerede... Bulamazdım kesin.

"Oha, gelip şu elbiseye baksana Aylin!"

Yerimden yavaşça kalkıp, bir zombi yavaşlılığıyla dediği yere vardım. Siyah, uzun, hafif göğüs dekolteli, ve bacağında iddialı yırtmacı olan bir elbiseydi bu. Güzeldi.

"Tamam, ben bunu denerim. Şey, bir de bunun beyazı varsa bakar mısın? Yırtmacı olmasın yalnız."

"Tamam," diye mırıldandı ve arayışa koyuldu. Ben de o arada aynada seçtiği elbiseyi iyicene bir inceliyordum.

"Buldum!"

Hazine bulmuş gibi çığlık atınca ufladım, "Az sessiz ol. Ver de bakayım."

Tövbe.

Elbiseyi heyecanla uzattı bana doğru. Aldım elinden. Çok çok güzeldi... Tam hayallerimdeki gibi. Uzun, bembeyaz, hafif göğüs dekoltesi var... Üzerine bir papatya tacıyla hayal ediyordum. Ne güzel olurdu...

"Al şu siyah elbiseyi. Beyazı satın alıyoruz."

"Abartma Aylin. Önce bir deneseydin..."

"Yok yok. Sali'yi çağır da gidelim. Takı bakmaya gidiyoruz."

"Ay geldim geldim!"

Elinde tam on tane elbiseyle geldi Sali, "Bir şeyler de baktım. Bak bakalım, beğenecek misin?" Elindekileri Güneş'e uzattı. Hele şükür ki hepsi uzun şeylerdi. Hepsine tek tek baktı, hepsini tek tek inceledi. Ve sonunda bir tanesine hayran kaldı. Su mavisi, sağ tarafında derin bir yırtmacı olan, tek kollu iddialı bir elbiseydi bu. "Ben de bunu alacağım!"

Sali elbisesini çoktan satın aldığı için daha fazla orada durmayıp kasaya yürüdük. Ne olursa olsun, kalbim kırık olsa da, güzel olmak istiyordum. Çok güzel...

--

Tık... Bu ses? Ne bu ses ya? Homurdanıp kafamı biraz daha gömdüm yastığıma. Hayal falan görüyorumdur, ne sesi?

Tık tık tık... Off! Uykumu bölen şeyi gerçekten çok merak ediyordum. Gözlerimi yavaşça açıp, yüzümü buruşturdum. Ses, pencereden geliyordu.

Pencereyi açmamla kafama bir taş çarpması bir oldu, "Ahh!"

Hangi dangalak atmıştı onu?!

"Aylin, kafana mı geldi?!"

Yok götüme geldi! Allah Allah. Bir dakika... Bu ses... "Durukan?! Ne işin var burada?!" Burada olmasına gerçekten fazla fazla şaşırmıştım. O konuşma, son konuşmamız sanıyordum. Ve deli gibi yağmur yağıyordu. Yaz yağmurları da, eh, etkili oluyordu. Her ne kadar sıcak olsa da...

"Konuşmamız lazım, aşağı in."

Ne konuşması ya bu şimdi?

"Konu?"

Onu taklit etmekten kıvanç duyuyordum. Kafam acımasa pis pis sırıtasım vardı.

"Konuşunca görürsün."

Hımm, demek o da oynamak istiyordu.

"İki dakika bekle, geliyorum."

Geri çekilip kafam için aynaya baktım. Çok hafif bir kızarıklık vardı. Gecenin bir yarısı olduğundan fazla da belli olmuyordu zaten. Sonra üzerime baktım. Hello Kitty pijama takımı... Yok, ben akıllanmayacağım.

Dolabıma yönelip bir yarım kol ve kot çıkardım kendime. Ha bir de kapüşon ayarladım. Hızla giydim onları. Konuşacağımız konuyu cidden çok merak ediyordum. Saçlarımı da serbest bıraktım. Eh, 5 yaşında gibi iki yanımdan örgü yapınca tost yapılmış gibi olmuşlardı. Ve... Sonunda hazırım!

Ses çıkarmamaya özen göstererek çıktım odamdan. Aynı sessizlikle, dış kapıyı açtım. İlk adımımı attım ıslak kaldırıma. Titriyordu ellerim. Soğuktan değil, heyecandan. Bir adım daha attım, bir adım daha... Ve vardım ona. Durmadan yağan yağmurun altında o kadar eşsiz görünüyordu ki... Kahve gözleri, karanlığa inat parlıyordu.

"Merhaba.." dedi gülümseyerek. Gözleri bir başka parladı, yüzünü güzelleştiren gamzesi ortaya çıktı. Ama... Biraz ters değil miydi bu iş? Yağmur yağarken evimin önüne gelmesi, beni buraya çağırması, kibar davranması, gülümsemesi...

"Merhaba," dedim yutkunarak. Saçlarım şimdiden sırılsıklam olmuştu. Ne çok yağıyordu böyle... Göğün gürüldemesiyle irkilsem de, öylece durdum orada.

"Ne konuşacağız?"

"Ben... Aa şey... Yere oturmak ister misin?"

"Kıçımız ıslanacak," dedim yanaklarım kızarsa da. Cesur olmalıydım. Sırıttı. Ama piçlik yapınca gelen sırıtışlardan değil... Sapık şeyler düşündüğü için sanırım.

"Hey, sapık şeyler düşünmeyi kes!"

"Nereden anladın?"

Sırıtışını bozmadı. "Gözlerin... Gözlerin sapık şeyler düşününce daha çok koyu oluyor."

"O zaman uygulamaya geçelim, ha?" Göğsüne yumruk çaksam da içten içe özlemiştim sapık düşüncelerini bile. Tamam, bu kadar terslik yeter de artardı bile. "Tamam, benimle flörtleşmeyi kesip konuya geçsen diyorum? Korkmaya başladım."

"Tamam tamam.." dedi ve gözlerime bakarak konuşmaya başladı. Yağmur damlaları yüzünden geçip, yere düşerken... Bu biraz dikkat dağıtıcıydı. Hele de dudaklarına düşenler... Ama hey, konuşmamız gereken bir konu vardı! Önüme düşen sarı tutamı geri ittim.

"Ben... Numara yapıyordum."

Ne?!

"Ne?"

"Sahilde söylediklerim... Yalandı. Ben Ayça'ya aşık değilim."

Nefesim... Şaşkınlıktan nefesimi tutmuş, nefes alamıyordum. Ağzım şaşkınlıkla açılmış, göz bebeklerim irileşmişti. Haklıydım! Ne kadar kalbim kırılmış, umutsuzluğa kapılmıştım, haberi var mıydı? Yoktu! Nedensizce bir umut yeşerdi içimde. Umuda kapılma Aylin. Umuda kapılma.

Nefes almaya çalıştım, "Peki, kime aşıksın?"

"Bunu söylemekten nefret ediyorum ama sana. Taşındığımız günden beri sana. İlk günden... beri sana."

Ne? Hayır hayır... Ne? Çüş... Ha? Yok yok, yanlış mı duydum acaba? Sırılsıklam yüzüne öylece baktım. Hiçbir şey söyleyemeden. Bana. Aşıktı. Durukan... Bana aşıktı.

"C-ciddi misin?"

"Hiç olmadığım kadar."

"Aylin, sen iyi misin?"

"H-hayır. N-nefes.... A-a-lamayı-"

Gözlerim karaldı bir anda. Gerisi sadece karanlıktı... Zifiri karanlık.

"Aylin? İyi misin?"

"Ne oldu bana..."

"Bayıldın. On dakika sonra falan da ayıldın."

Ah... Sırtım sırılsıklam olmuştu. Eee, yerler bile suydu. Bir yandan da yüzüme değiyordu yağmur damlaları, yüzüm de sırılsıklamdı.

(Şarkıyı açın)

"Sen... Bana... Aşık olduğunu mu söylemiştin? Numara yaptığını?"

"Evet."

Kahkaha atıp yüzüne tokat attım. Sonra da vurduğum elimi öptüm, "Bu nedendi şimdi?"

Yüzümdeki damlaları silmeye çalışırken cevap verdim Durukan'a, "Neden olacak şapşal? Numara yapıp kalbimi kırdığın için! Az kalsın bana sinir krizi geçirteceğin için! Bir dakika bir dakika... Sen Ayça'dan ayrıldın, değil mi?"

"Tabii ki!"

Hızımı alamayarak yapıştım dudaklarına. Yıllara inat, yağmur damlaları üzerimizden geçerken. İstisnasız bir şekilde. Dudaklarımızdaki damlalar birbirine karışırken, dudağım titrerken ve onunkisinden güç alırken. Ellerini belime doladı, gülümsedi dudağı dudağımdayken. Mutluydum. Yıllardan sonra, ilk defa. Şu an hem heyecandan hem soğuktan titrerken hem de. İlk defa bir yağmurda hava böyle olmuştu ya...

Kollarımı boynuna doladım sabırsızca. Sonra ellerimi saçlarının arasından geçirdim. Sırılsıklam olmuş saçlarının arasından. Bu an, en özel anımızdı şu ana dek. Bize özel. Yağmur altında, hem varlıklarıyla hem dokunuşlarıyla güç alan iki insan. İki aşık. İki aptal...

Biliyordum ki, intikam düşünürken, onu terk ederken bile bir yanım ona aşıktı. Onu seviyordum... Kim ne derse desin, özgür bir şekilde. Delicesine seviyordum. Onu sevmekten vazgeçemezdim de.. O her sapık düşüncesini dile getirdiğinde göğsüne çakmadan, beni her öptüğünde kalbim delice atmadan, her üzüldüğümde sımsıkı sarılıp göğsünde ağlamadan, kokusunu içime çekmeden yaşayamazdım.

Daha sıkı sarıldım. Bu ona hareketlerimle seni seviyorum deme şeklimdi.

Geri çekilirken fısıldadım sessizce, "Seni seviyorum..."

Geri çekilirken fısıldadı sessizce, "Seni seviyorum..."

Hiçbir şeyi umursamıyordum. Hiç kimseyi. Dünyada, şu an, şu yağmurun altında yalnızca ikimiz vardık sanki. Yalnızca ikimizin, birbirine ait olan kalpleri...

"Ben... Gideyim o zaman. Yarın... Yarın görüşürüz. Mezuniyet şeysinde.."

Evet, o kadar anın şaşkınlığını yaşıyordum ki "şeysi" gibi saçma kelimeler kullanabiliyordum.

"Hoşça kal."

"Hoşça kal."

Yanağına ufak bir öpücük kondurup, eve doğru ufak adımlar attım. En güzel, en güzel günümdü bugün benim.

--

"Ya bir rahat dur ya!"

"Ya gözümün içine eyeliner süreceksin geri zekalı Güneş!"

"Sen hareket ettiğin için olabilir mi mal?"

Öyle bir ihtimal olabileceğinden susup makyajı bitirmesini bekledim. O kadar mutluydum ki... Sabah kepleri atmıştık, şimdi de balomuz olacaktı. Ya ben mezun oluyordum, okul hayatım resmi olarak bitiyordu! Buna inanamıyordum...

"Sonunda bitti!"

Hohlayıp ayağı kalktım. Çok güzel olmuştum, övünmek gibi olmasın. Beyaz, upuzun, dekolteli, bir o kadar masum elbisemin üzerinde sarı, geriye atılmış dalgalı saçlarım... Kafamın üzerindeki zarif papatya tacı, papatyalarla kaplı küçük bilekliğim, ve hafif, eyelinerli makyajım... Mavi gözlerim uzaktan bile belli olabilecek gibi yapmıştı makyajı.

Teşekkür ettim ona. Bana gülümseyip kendi makyajını yapılmaya koyuldu. Gece mavisi elbisesini kendi balosunda giyecekti, o yüzden bugüne başka bir elbise ayarlamıştı. Koyu yeşil, straplez, siyah tül astarlı, gösterişli bir elbise... Siyah saçlarını tepesinde toplamış, çok hafif yeşil far sürmüştü ve eyelinerle desteklemişti makyajını. Ben hiç onun kadar cool olamaycağım...

"Hadi, çıkalım artık," dedim bıkkınlıkla. Bizi Durukan alacaktı, Kerem balonun yapılacağı yerde bekliyordu. Biz dörtlü, biraz baloda takılıp, sonra kendi aramızda kutlamak için başka bir yere gidecektik.

Ve... Annemin Durukan ile çıkmaya başladığımdan haberi vardı! Çok zorlanmıştım söylemekte, ama Güneş de bana yardım edince iş hallolmuştu. Kızmamıştı annem, hatta bana hak vermişti. Evde mi kalacaksın koca kız oldun, bari sen Durukan alsın demişti. Ah anne ah...

"Çıkalım," dedi ve beni peşinden sürükledi. Seslendim anneme, "Anne biz çıkıyoruz!"

"Sağ salim dönün!"

"Kendime kiralık katil tuttum anne, sırf seni dinlememek için kendimi öldürteceğim. Cesedimi de paket yaptırıp kapıya astıracağım. Allah Allah ya!"

"Düzgün konuş kız, o ne biçim laf?!"

"Yürü Aylin yürü," diye homurdana homurdana dışarı çıkardı beni Güneş. Ve çıkar çıkmaz Durukan ile burun buruna geldim. Uh... Ne kadar... Yakışıklı olmuştu. Giydiği smokiinin içinde nefes kesici görünüyordu.

Ne ara bu kadar azgın oldun be sen?

Tövbestağfurullah.

"Hoş geldiniz bayan," dedi ve elimi alıp dudağına götürdü. Yanıyor yanıyor yanıyooor!

"Hoş bulduk bay smokin," dedim ve kıkırdadım. Alaycı bakışlarını üzerimden çekip Güneş'e döndü, "Hoş geldiniz baldız.."

Baldız mı? O baldız oluyorsa ben onun karısı oluyorum! Çüş...

"Hoş buldum enişte..." dedi ve o da şen bir kahkaha patlattı. Hop hop, ne oluyor bunlara?! Siz Aylin ve Güneş'siniz kendinize gelin!

"Artık gitsek mi?" dedim konuyu değiştirme maksadıyla. "Olur," diye mırıldandılar. Arabaya binerken Durukan bana çok güzel olmuşsun deyince bin kat kızardım tabi. Of Durukan of!

"Bana bu dansı lütfeder misiniz bayan?"

(Beathy Queen- ben's Brother açabilirsiniz)

Ben sıkıntıdan patlayıp buharlaşıp gidecekken Durukan'ın sesiyle hayata döndüm, "Tabii ki, bayım." Uzattığı eli tuttum heyecanla. Yıllardan beri ilk defa dans edecektik. Yıllardan beri ilk dansım olacaktı bu... Hem de Durukan'la. Benden mutlusu olabilir miydi?

Çalan şarkıyı Beuthy Quuen söylüyordu. Ben's brother...

"Dünkü anımız hakkında ne düşünüyorsun?"

"Utanç verici." dedim başımı boynuna saklayarak. Eliyle çenemden tutup gözlerine bakmamı sağladı, "Ne demek utanç verici?"

"Öyle değil, tam kızarmalık."

Kahkaha attı Durukan. Belimdeki ellerini daha çok sıkıp,sanki mümkünmüş gibi iyice yakınına getirdi. Kollarımı boynuna dolayıp bir daha başını boynuna gömdüm. "22 yaşına geldin, hala kızarıyor musun ergen sevgilim benim?"

"Maalesef Durukan Bey!" dedim yalancı bir kızmayla.

"Tamam tamam, kızma hemen."

"Durukan..."

"Efendim?"

"Benimle düet yaparken... Ne hissettin?"

"Hmm... Bir bakalım," dedi mırıldanarak. "O an dünyanın hem en şanslı, hem en şanssız herifiydim."

"O ne ya öyle?"

"Yani... Senin gözlerine bakabildiğim için şanslı, ama sana sahip olamadığım için şanssızdım. Anladın mı?"

"Anladım," dedim ellerimi saçlarından geçirirken. Yumuşacıktı saçları.

"Hala yumuşacık saçların var."

"Bence ellerini saçlarımdan çekmelisin," dedi pis pis sırıtırken. "Öküz," diye homurdanarak elimi yine boynuna götürdüm. "Hayır, şaka yapıyordum. Saçlarımla oynayabilirsin. Ben de seninkilerle oynarım."

Kıkırdayarak tekrar saçlarıyla oynamaya başladım. O da dediği gibi yapıyor, sarı saçlarımı nazikçe eline doluyor, tekrar serbest bırakıyordu. "İyi ki de yeniden sarışın olmuşsun. Aptal sarışın... Tam sana uygun bir isim."

"Hey! Kibarlığınızı koruyun bayım..."

Gülümsedi. Ne kadar gerçekçi bir gülümsemeydi bu... Bu gülümsemenin sahibi olduğum için, gurur duydum kendimle. İyi ki onunlaydım. İyi ki buradaydı. Sarıldım ona, sımsıkı. Hiç bırakmayacak gibi... Ve onu asla bırakmayacaktım. Bir kere bulmuşken olmazdı.

"İyi ki varsın," dedim öylece orada dikilirken. "Sen de, iyi ki benimsin."

"Bundan sonra taşınmak yok!" dedim uyarıcı bir ses tonuyla. "Yok," dedi ve saçıma minnak bir öpücük kondurdu. "Ama... Geçmişe saklamaya çalışmak da yok. Tamam?"

"Tamam..."

"Mmm.."

"Tövbe tövbe. Transa mı geçtin? Ne oluyor?"

"Aylin, vallahi geri zekalısın güzelim sen. Ama dua et ki benimsin yani... Sadece saçlarını kokluyordum."

"Mmmm...."

"Bu neydi şimdi Aylin?"

"Sadece seni taklit ediyordum."

"Salak kız," dedi kahkaha atarak.

"Senin salağın," dedim gözlerinin ta en içlerine bakarak. Tamam, romantiklikten geçilmiyordu belki ama, az cilve yapsam fena mı olurdu?

"Benim salağım. Ve ben de... Müstakbel senin sapığın."

"Abartma... O kadar da sapık sayılmazsın. Yani bilerek olan bir sapıklık bu..."

"Öyle demek istemedim... Sapıklar ne yapar? Seçtikleri kurbanlarını asla bırakmayıp, durmadan arayıp sorarlar. Rahatsız ederler. Dellendirirler. Ben belki bir kere bıraktım ama, bir daha bırakmayacağım. Durmadan seni arayıp, rahatsız edeceğim. Talimat vereceğim belki ama... Hiç bırakmayacağım işte. Seni deli edeceğim..."

Bu deli etmek normal deli etmek değil sanırım...

"Ben de sana izin vereceğim."

"İzin vermesen de olur, sapıklar izin almazlar."

Aferin, akıllıymış.

O sırada şarkı bitti. Ama biz öylece, sarılı kaldık birkaç dakika. Eğlenceli bir şarkı çalmaya başladı, "Biraz dans etmeye ne dersin? Çılgınca?"

"Harika olur derim."

Ve dediği gibi de, dans etmeye başladık. Çılgınca, özgürce. Bedenlerimiz harika bir uyum halindeydi. 80'lerde partideyiiz diye hönküresim vardı, ama yapmadım tabii ki. Ben akıllı kızım, hiç yapar mıyım öyle şey?

"Yeter bu kadar dans... Hadi, benimle gel. Başka bir yere gideceğiz."

"E Kerem ile Güneş?"

"Ya onlara çoktan söyledim sen benimle gel."

"Ama.."

Dudağımdan öpüp susturdu beni. Eh, tabi bana da susmak kalır.

--

"Gözlerimi açabilir miyim artık?"

"Hayır."

"Peki şimdi?"

"Henüz değil."

"Şimdi?"

"Sus yoksa öpe öpe susturacağım Aylin."

Fena fikir değil aslında.

"Tamam ta-"

Dudağıma iki saniyelik öpücük bırakıp tekrar yola döndü. Yani öyle tahmin ediyordum. Gözlerim bağlıydı sonuçta! Öyle istemişti... Nedeni sürprizmişmiş.

"Oh, geldik," Dedi ve kapı açılma sesi duyuldu. Sonra tahminimce kapı kapandı, benim kapım açıldı. "Gel bakalım sarışın tatlı bela."

"O tatlı orada olmasa yerdin yumruğu gözüne ha!"

Arkama geçip göz bandına uzandı. Elleri... Saçlarıma değiyordu. Ve sert göğsü sırtıma...

Dayıyor kanka dayıyor.

Saçma saçma düşünceleri bıraksam keşke!

"O-olmadı mı?"

"Oldu," demesiyle gözlerimin açılması bir oldu. Bu fazla ışıklı ortama alışmam için gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım. Ve olayı kavramamla ufak bir çığlık atıp Durukanın boynuna atıldım. Bu manzara harikaydı...

"Bunların hepsini sen mi hazırladın?"

"Saçmalama Aylin. Yardım aldım ama tüm planlar bana ait, senin için."

Ona içten bir şekilde gülümseyip etrafı incelemek için küçük adımlar atmaya başladım. Bir uçurum kenarındaydık. Karşımızda tüm ihtişamıyla, koskoca İstanbul! Bizim tarafımızda her yer sarı-beyaz ışıklarla kaplanmış, her bir karede en az bir milyon tane fotoğrafımız... Eskilerden hepsi. Ancak başka bir bölme var ki bu, bizim senemizdeki fotoğraflar.

O gün, otel odasında çekildiğimiz an bile vardı. Öpüşürken...

"B-bunların hepsini sen mi çektin?"

"Hem ben çektim, hem başkalarını tuttum çekmeleri için... Hep senden gizliydi. Çünkü hep hayalimdi burada, böyle bir teklif yapmak."

Teklif derken? Yoksa... Bir yandan bunu düşünüyor bir yandan da istemsizce Berke aklıma geliyordu. Demek bana gösterdiği fotoğrafları Durukan'dan çalmıştı... Ah!

"Açıklayıcı olur musun?"

Gülümseyerek yanıma geldi Durukan, iri ellerini belime doladı. Sarıldı bana. Sarılmasına karşılık verdim hemen. Hiç karşılık vermeden duramazdım ki...

"Şunu demek istiyorum küçük hanım: Dünya ahiret bacımsın..."

Ne?

"Ne? Durukan kafanı nereye vurdun bacım falan?"

"Ama farzet ki uzaydayız."

(Şarkı bittiyse The Afters-Beautiful Love açabilirsiniz)

Duyduğum şeye inanamıyorum... Bu gerçek mi? Rüya mı yoksa hepsi? Allah'ım eğer rüyaysa lütfen hiç uyanmayayım.

"Bu bir evlenme teklifi mi?"

"Aynen öyle benim küçük danacığım. Benim ol. Sonsuza kadar. Uyandığımda ilk gördüğüm yüz ol, her gün sarıldığım ve kokusunu içine çektiğim kişi, küçük Durukanlarımın annesi ol. Bunu istiyorum. Peki sen-"

"Evet!" diye fısıldayabildim anca. Şu an mutluluktan ağlayabilirdim! Sevdiğim, aşkına aşık olduğum adam bana evlenme teklif ediyordu. Onunla evlenecektim. Onun olacaktım. Ve o da benim olacaktı. Bir bebeğimiz olacaktı belki de... İkimizin bebeği. İkimizin kanı, canı...

Gözleri o kadar çok ışıldıyordu ki şu an... Onca ışığın arasından onun gözlerini de fark edebilirdim. Benim olacak adamın ayrı bir aşık olduğum gözlerini...

"Duyamadım?"

"Evet," dedim biraz daha yüksek bir sesle.

"Daha yüksek!"

"Evet!" diye haykırdım bu sefer. Sesim eko yapıyor yeniden bize dönüyordu. Devam ettim çılgınlar gibi haykırmaya, "Evet! Binlerce kez evet! Senin olurum! Çocuklarının annesi, her gün gördüğün yüz, öpmeye doyamadığın kişi de olurum! Seninim öküzcük! Sadece senin!"

"Seni seviyorum Aylin," diye haykırdı. Seslerimiz sırasıyla eko yapıyordu. Böyle güzel bir anı olabilir miydi... Dünden bile daha güzeldi. Onu seviyordum. Ayak parmağından, beynindeki hücrelere kadar. Herkesin benden iğrenebileceği kadar. Sonsuza kadar.

"Seni seviyorum Durukan," diye haykırdım ben de. Ve kucağına alıp etrafında döndürürken beni, çılgınca kahkahalar attım. Onu seviyordum. Ona aşıktım.

En sonunda bıraktı beni. Ve çılgınca dudaklarıma yapıştı. Ona karşılık verdim. Çılgınlar gibi... Tam bir dişi aşık gibi. Ona aşık gibi, ve öyle.

İşte... Bir gece, bir uçurum kenarında, sarı ışıklar eşliğinde, tüm çekildiğimiz fotoğraflar desteklerken bizliği, aldım evlenme teklifimi. Dünyanın benim için en harika evlenme teklifiydi. Romantik olmasına gerek yok. Biz varız ya içinde, o yeterli bile.

Ve bir şey daha... Tüm yaşantım boyunca, ilk aşkımla evleneceğim aklıma gelmezdi. Ama olmuştu işte. Ben içimde yaşadığım bu aşk ile mutluydum. Ben Durukan var oldukça mutluydum. Ben, o benimleyken yeniden var oluyordum. Ben, onunla mutluydum.

Hep yanımda ol öküzcük, çünkü ben hep yanındayım.

Alnımı alnına yaslarken fısıldadım, "Sonsuzum ol öküzcük."

"Sonsuzunum."

**

Görüşleriniz benim için her şeyden önemli. Lütfen belirtin. Büyük final çünkü bu.. Of... Duygulandım. Facebook grubuna gelmeyi de unutmayın bu arada. Veda yazımı en kısa zamanda yayınlayacağım. Takipte kalın. Sizi seviyorum :**

Continue Reading

You'll Also Like

20K 660 21
Mina:bak aşk diyorumm Mina:yanaş diyorumm Mina:kime diyoruuuummm
1.3K 82 176
Garip bir dünyanın garip hallerini anlatıyorum. Dehşet aldığın vakit, pencerelerden seyret, içlerine girme demişler. Öyle yapıyor, gözlemlerimi ya...
32.3K 4.1K 40
(Hikâye tamamlanmıştır.) +1850*******: Bir Oğlak erkeğini etkilemek istiyorsanız, asla basit yöntemlere başvurmayın. Onu sıradan cinsel numaralarla k...
19.5K 1.1K 31
Doğduklarında Kaçırılan ikizler devamı içeride;) Eminim ki beğeniceksiniz şans vermeyi deneyin keyifli okumalar