TUTSAK

By eelsanna

74.3K 2.6K 3.1K

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevl... More

1- Kader
2-Bela
3-Kelebek
4- Tuzak
5- Kuş
6-Korku
7- Araba
8- Beklemek
9- Ev
10- Kan
11- Şu an
12- Eyvallah
13- Silah
14- Gitmek
15- Kaçmak
16- Kalmak
17-Evlilik
18- Fotoğraflar ve yaşanmışlıklar
19-Kriz
20-Karşılaşma
21-Geçmiş
Özel bölüm
23-Doğum günü
24-Hediye
25-Gidemeyişler
26- Katil'in Beyaz Kuş'u
27-Rüya Bir Gün
28-Güvenmenin Bedeli
29- Ölümün Siyahı
30-Cehennem Ateşi
31-Gece'nin Karanlığı
32-Küllenmiş Aşk
33-Yaralı Geçmiş, Geçmemiş
34-Alptekin Çakıroğlu
36-Mezar Taşı
37-Güz Güzeli

35- Kırk Mum

986 57 165
By eelsanna

Hellooo! Biz geldiiiik.
Bayramımız mübarek olsun çiçeklerim, umarım bayramınız bayram olmuştur. Bizim için buruk bir bayramdı🌸

Bebeklerim sizi çok seviyorum bölüm atmak da istiyorum ama oylar ve yorumlar moralimi çok bozuyor. Emeğimin karşılığını alamamak çok üzücü gerçekten. Beni yorumlarda ve oylarda yalnız bırakmayın olur mu?🥺

Duyurular ve alıntılar için;
Instagram; tutsakofficiial
TikTok; elsanna07
X; eelsanna07

Bölüm şarkımız;
Ali Beykant - İnanmış biri
Ben bu bölümü tamamen bu şarkıyla yazdım eğer beğenip dinlerseniz yorumlarda Tutsak'dan gittiğinizi belirtir misiniz? Yorumları beğeniyor olacağım💜

İyi okumalar çiçeklerim💗

🕊

"Yenge, ben abimle ilk tanıştığımda da kötü bir haldeydi. 18 yaşındaydım ben yanına girdiğim de o zaman da iyi değildi.  2016'da aldı beni yanına, eğitim dışında kalan zamanım hep onunla geçti. Annesinin babasının öldüğünü gördüm, Leyla'nın öldüğünü gördüm hiçbir zaman bu kadar kötü görmedim. Yenge, siz tanıştığınızda ben abimi ilk defa gülerken gördüm. Bizimle oyun oynadın ya bahçede ben abimin seninle çocuk yanını gördüm. Yıllardır yanındaydım, ben abimi seninleyken tanıdım" dedi, cümleleri içten ve samimiydi.

"Ben de onunla kendimi tanıdım Can sadece o değil. Ben de onunla birine güvenmeyi tattım. Yalandan değil gerçekten gülümsemeyi tattım ama bazı şeyler sonsuza kadar sürmez" dedim gözlerimi sokağın başına çevirdim.

"İkiniz içinde yıkımı çok büyük oldu" dedi Can bir sigara çıkardı cebinden.

"Abine neden içme demedin?" diye sordum elindeki sigaraya bakarken.

"Beni hiçbir zaman dinlemedi, gerçi senden başka bir kişiyi bile dinlemedi bu zamana kadar" dedi Can, elindeki sigarayı ağzına götürdü ve yaktı. Sessiz kaldım. "Abimi sigara içerken izlemeyi seviyormuşsun, araba sürerken, resim çizerken.. Senden sonra yani o günden nasıl söylesem-"

"Vurulduğum günden sonra" dedim gülerek, Can'ın bunu söyleyememesi hoşuma gitti.

"Biz mekana geldik yenge, vurulduğun yere.. geç geldik, geç kaldık biliyorduk ama geldik seni bulamadık. Düştüğün sandalye, düştüğün gibi yerde dururken, her yer kanla kaplıydı. Alpaslan da yoktu ve bu abimi çıldırtan şey oldu. Alpaslan'ın seni oradan çıkardığını düşündü. Yıllarca senin onun elinde tutsak olduğunu düşündü. Öldüğünü bir an bile düşünmedi. Seni aramaktan bir an bile vazgeçmedi. Bunları anlatmak da bana düşmez ben sadece yarın o yemeğe gittiğinde önyargıyla gitme diye konuşuyorum. İçeride bir ton insan var biraz soruşturdum bilirsin işim bu, Kenan'ı, Altay'ı, Kaan'ı bu evin önünden son bir ayda geçen herkesi araştırdım. Bizim evdeki gibi bir ailen daha olmuş onu anladım. Sen kendine burada yeni bir aile kurarken abim evsiz kaldı" dedi Can. Kelimeleriyle çok şey anlatmış olsa da o da kendi yaşadığını bilenlerden olduğu için sessiz kalacaktım.

"Ben kendime yeni bir aile kurmadım Can. Araştırmalarının sonucunda öğrendiklerini bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Ama ben sana kısaca bir şeyleri özetleyebilirim. Altay'ı araştırdım dedin peki Altay ben intihar ettiğimde yetişmeseydi öleceğimi de öğrendin mi? Kenan. Kenan, defalarca ters yapmama sorduğu hiçbir soruya yanıt vermememe rağmen ben saatlerce sussam da kendi kendime kalıp tekrar saçma düşüncelere girmeyeyim diye saatlerce bana kimseye anlatmadığı geçmişini anlattığını da öğrendin mi? Kaan'ın ben bir iş için şehir dışındayken kızımın hayatını kurtardığını da öğrendin mi? Soruyorum Can, öğrendin mi? Ben kimseyi aile olarak seçmedim onlar beni seçti. Ben, sizin evinize girdiğim gibi kimsesiz girdim bu eve" dedim sağ elimin işaret parmağıyla evi gösterdim "Hem de sizin eve girdiğimdeki gibi güler yüzlü, cana yakın, sıcakkanlı değildim. Terstim, konuşmuyordum, göz teması bile kurmuyordum ama hiç pes etmediler. Benden vazgeçmediler. Ben onları değil onlar beni seçti" dedim konuştuğum her anda geçmişe gitmiş o anı yaşamıştım gözlerim doldu.

"Yenge" dedi Can elindeki sigara çoktan bitmişti ben anlatırken yenisini yaktı.

"Bilmiyordun, bilmiyordun ve üzgünsün değil mi?" diye sordum. Herkesten aldığım bir cevaptı.

"Evet" dedi Can sesinde bir mahcupluk vardı "Yenge abimi affet demiyorum ama dinle" dedi Can elindeki sigarayı yere attı ve üzerine bastı.

"Yavuz da bu gün aynı şeyi söyledi" dedim arabanın önünden kalktım yüzümü Can'a döndüm "Yarın abin buraya gelmesin Can, ben kendim gideceğim mekana" dedim.

"Ben abime emir veremem yenge" dedi Can, gülümserken.

"Can, bir günde iki ayda gülmediğin kadar güldüğünü gördüm. Hayra alamet değil he" dedim ben de gülerken "Nare hanım böyle emretti de" dedim ve arkamı dönüp bahçeye girdim.

Bahçe kapısını Kaan açmıştı ve hiçbir şey sormadı bana. Gülümsedi sadece. Bahçeye baktım öylece, Can'ın dediğini düşündüm. "Sen burada kendine yeni bir aile kurarken abim evsiz kaldı" cümlesini düşündüm.

Sahi kimdi evsiz kalan? O muydu ben miydim? Kimdi kapıda kalan? Kimdi kimsesiz kalan? İnsan çok sevdiği yerlerden gidince mi evsiz kalır? Çok sevdiği yerlerden kovulunca mı? İnsan, kovulduğu kapılarda mı ölür? Öldüğü kapılardan mı kovulur? Gidince mi kaybeder? Kaybedince mi gider? Çok cevapsız sorum var. Alptekin Çakıroğlu bu sorularıma cevap verebilir miydi? Biliyor muydu cevapları?

Bana sorularımın cevaplarını verebilir miydi?

Ya da ben bu soruları sorabilir miydim? Soramazdım, sormazdım.

"Ne yapıyorsun burada tek başına?" diye sordu Öykü bana doğru gelirken.

"Düşünüyordum" dedim gözlerimi önümdeki salıncaktan alıp.

"Neyi düşünüyordun yarını mı?" diye sordu Öykü bahçe gurubuna otururken.

"Ne konuşacağız ki Öykü? Kim konuşacak? Kim hesap soracak?" diye sordum, ben de hiç bir cevabı yoktu.

"Normal konuşacaksınız Nare eskisi gibi, bunu bir hesaplaşma yemeği olarak düşünme bunu bir hasret giderme gibi düşün olur mu?" diye sordu. Belli ki beni ikna etmeye çalışıyordu.

"Hasret gidermek mi? Kalan ömrümün her saniyesini yanında geçirsem yine gideremem, ben yanındayken bile ona hasrettim, kollarının arasındayken bile. Şimdi onsuz geçirdiğim 1.435 günü kalan ömrüm bile telafi edemez" dedim dolan gözlerimle.

"Madem bu kadar özledin niye hala bu kadar uzak duruyorsun Nare?" diye sordu.

"Ben de cevabı olmayan sorular soruyorsun" dedim ellerimle oynarken.

"Yarın bir cevabın olabilir" dedi gülümseyerek, omuz silktim ona "Hadi uyuyalım, yarın işimiz çok" dedi ayağa kalkarken beni de kaldırdı.

"Kızımı özledim" dedim ayaklanmış yürürken.

"Alptekin'i özlemişsin" dedi Öykü kıkırdayarak.

"Yeni bir şey değil" dedim ben de gülümserken.

İçeri girdik ve Öykü'yle ayrıldık. O odasına giderken ben de Gece'nin odasına çıktım ve yanına yattım. Saçlarından öptüm, ellerini tuttum. Parmaklarımın tersiyle yanağını okşadım. Saçlarının alt kısımları lüle lüle, babasının saçlarına çekmiş tabi ki rengi bana çekmiş. Yağmur kokuyordu, Gece'ydi. Korkuyordum ya sevmezse.. ya istemezse?

Bu düşüncelere son vermek adına kızıma sıkıca sarıldım ve gözlerimi kapattım.

🕊

"Annecim günaydın" dedi Gece, i'yi ve ı'yı uzatarak, müthiş bir neşeyle söylemişti. Gözlerimi açtım ve Gece'nin neşe saçan güzeller güzeli yüzünü gördüm. Dünyam aydınlandı, gülen yüzü bana nefes aldırdı, tekrar yaşamanın verdiği heyecanı hissettim.

"Günaydın mavişim" dedim ona kocaman sarılırken, masmavi gözleri bana denizleri ve okyanusları tekrar sevdirdi. Ben, vurulduğum gece vaktinden artık nefret ederken, bir gece vakti bana gelişiyle bana tekrar karanlığı sevdirdi. Yağmurlu bir gündü öldüğüm gün, yağmur kokuyordu ve ben her gün onun kokusuyla uyandım ve tekrar yağmuru sevdim.

"Annecim tost yapar mısın bana?" diye sordu Gece, neşe saçan sesiyle göğüs kafesimde kuşlar uçtu.

"Sen istersin de ben yapmaz mıyım?" diye sordum onu kaldırıp yüzüne bakarken.

"Yaparsın annem" dedi Gece eğilip beni öperken.

"Kalk bakalım Gece hanım, pijamalarımızı değiştirip aşağıya inelim" dedim. Yataktan zıplayarak indi.

"Annecim ben dün gece seni üzmüştüm ama sen benimle uyumuşsun" dedi Gece elime uzandı ve beni de çıkardı yataktan.

"Ben sana küsemem ki" dedim eğilip elinden öperken.

"Küsemezsin ki" dedi kocaman gülümserken "Ben senin dünyanım" diye de ekledi. Şımarık bu kız tam bir şımarık.

"Sen çok şımardın" dedim saçlarını karıştırırken.

"Anne!" diye kızdı bana.

"Ay pardon Gece hanım ya" dedim gıdıklayıp odama kaçtım. Gece kapıda kaldı.

"Annecim kapıyı açar mısın? Anneciim" dedi Gece kahkaha atarken bir yandan da kapıyı açmaya çalışıyordu.

"Giyiniyorum bebeğim sen de gidip hemen üzerini değiş koş" dedim kapının arkasından.

"Tamam annecim" dedi Gece sesinden gülümsediği anlaşılırken.

Giyinme odasına girip üzerimi değiştirdim. Banyoda saçlarımı taradım ve perçemlerimi düzeltim saçlarımı da at kuyruğu yaptım. Kapıyı açtığımda Gece kapının önündeydi.

"Gece bu ne hal bebeğim" dedim kahkaha atarken.

"Anne ancak bu kadar giyebildim" dedi omuz silkerken. Giymek istediği tişörtün kolunun birini giyememiş, pantolonun fermuarını çekememiş ve saçına dört beş tane tel toka takmaya çalışmış ama saçlarını dolaştırmış. Çok tatlı görünüyordu.

"Kızım ben sana öğretmiştim bunları ama" dedim gülerken.

"Anne gülme ya" dedi üzgün bir suratla.

"Tamam tamam" dedim dudaklarımı birbirine bastırdım. Eğildim ve kolunu tişörte soktum, pantolonunu düzgünce giydirip fermuarını çektim. Saçlarındaki tel tokaları çıkardım ve saçlarını iki taraftan tel tokayla düzgünce tutturdum. "Çok güzel oldun bebeğim" dedim yanaklarını öperken.

"İyi ki varsın annecim" dedi Gece yüzünde gülücükler açarken.

"Asıl sen iyi ki varsın bebeğim" dedim ve mutfağa geldik.

"Günaydın" dedi Altay masa da oturuyordu.

"Günaydın" dedim "Altay bana tost makinasını verir misin?" diye sordum.

"Tabi ki duvar hanım" dedi ve yerinden kalkıp makineyi verdi.

"Günaydın Aytay" dedi Gece şirin şirin.

"Günaydın dünyam" dedi eğilip, Gece'yi öptü.

"Ben annemden tost istedim o da bana tost yapıyor Aytay" dedi Gece yüzündeki haklı gururla.

"Benim bir annem yok ki bana tost yapsın" dedi Altay.

"Üzülme Aytay, annem sana da yapar" dedi uzanıp, elini tuttu Altay'ın.

"Hayatım da aldığım en güzel teselliydi" dedi Altay eğilip Gece'yi kucağına aldı.

"Çok konuşuyorsunuz!" diye söylendim hemen "Bana kaşar ve sucuk verin dolaptan" dedim ekmek keserken.

"Azar yedik yine" dedi Altay dolaptan kaşarı alıp Gece'nin eline verirken sucuğu da kendi eline aldı ve geldi "Getirdik duvar hanım" dedi elindekileri bana uzatırken.

"Teşekkür ederim" dedim elindekileri alırken.

"Hadi yerimize oturalım" dedi Altay, Gece'yi yanındaki sandalyeye oturttu.

"Kaşarlı sucuklu mu sadece kaşarlı mı?" diye sordum onlara dönerken, aralarında fısır fısır bir şeyler konuşuyorlardı "Ne konuşuyorsunuz siz orada?" diye sordum.

"Hiçbir şey annecim" dedi Gece, eliyle ağzını kapatırken bir yandan da kıkır kıkır gülüyordu.

"Sana ne arkadaşım aramızda" dedi Altay, Gece'den makas aldı ve o da güldü.

"Soruma cevap verin!" dedim kaşlarımı çatarken.

"Söylemeyeceğiz anne!" dedi Gece, kızar gibi.

"Seni bir ısırırım var ya!" dedim Gece'ye hemen Altay'ın arkasına girdi "Kaşarlı mı karışık mı? Ona cevap verin" dedim gülerken.

"Benimki karışık olsun annecim" dedi Gece saçlarını geriye atarken.

"Benimki kaşarlı" dedi Altay saçlarını geri atıyormuş gibi yaparak Gece'yi taklit ederken. Gece bu harekete çok güldü, beni de güldürdü.

"Siz tostlarınızı yerken ben de hazırlanırım, sen bu gün evde misin?" diye sordum Altay'a.

"Şirkete gitmem lazım 19.00'da genç girişimcilerle ilgili yatırımcılarla toplantım var" dedi Altay.

"Akşam ben de çıkacağım, ne yapacağız?" diye sordum.

"Nereye?" diye sordu mutfağa giren Kenan, Öykü de onunla birlikte girdi.

"Yemeğe davet edildim ya" dedim imalı imalı, tost makinesini bastırırken Kenan ve Öykü de yerlerine oturdu.

"Günaydın herkese ama en çok sana günaydın bal böceği" dedi Öykü, Gece'ye. Gece duyduğu cümleyle gülümsedi.

"Günaydın Öyküş" dedi Gece.

"Günaydın" dedim ona öpücük atarken.

"Gece benimle şirkete gelebilir" dedi Altay.

"Orası daha tehlikeli en azından evde daha çok onu koruyan adam var" dedim tostları tabaklara koydum ve Altay'la Gece'ye verdim "Size de yapayım mı?" diye sordum Kenan ve Öykü'ye.

"Ben yaparım sen hazırlan" dedi Öykü oturduğu yerden kalkarken.

"Tamam afiyet olsun" dedim ve mutfaktan çıkıp odama geldim.

🕊

Hazırlanmıştım. Saçlarımı at kuyruğu yaptım, perçemlerimi önde serbest bıraktım. Göz altlarımı kapattım, maskara sürdüm ve dudaklarımı da bir dudak kalemiyle hafifçe belirginleştirdim. Siyah bir badi ve siyah bir pantolon giyip üzerine de siyah bir trençkot aldım. Siyah omuz çantasıyla, siyah stilettolarla şık ve sade bir kombin yapmıştım.

Odadan çıkıp merdivenlerden indim ve mutfağa geldim.

"Gece'm" dedim ona doğru yürüyüp.

"Anne çok güzel olmuşsun" dedi yüzünde güller açarken.

"Nare hanım bu ne şıklık" dedi Öykü göz kırparken.

"Ne sandın" dedim ben de ona göz kırparken "Bebeğim ben bir iki saate gelirim" dedim eğilip onu öperken.

"Tamam annecim ben uslu bir kızım zaten" dedi, herkesi tekrar güldürürken. Neşe kaynağıydı. Neşenin kendisiydi!

"Sen de öp bakalım" dedim yanağımı ona uzatırken.

"Annecim ama ağzım yağlı" dedi Gece ben cevap vermeden işaret parmağımı yanağıma vurdum iki kere "Tamam annecim" dedi ve kocaman öptü beni.

"İstersen çamura batmış ol Gece, herhalukarda beni öpmek zorundasın!" dedim gülerken ve tekrar onu öptüm. "Görüşürüz" dedim bizimkilere.

"Görüşürüz" dediler ben de onlara el sallayıp mutfağın bahçe kapısından çıktım.

"Günaydın" dedi Kaan.

"Sen uyumadın mı?" diye sordum gözünü ovuşturuyordu.

"Akşama doğru kestiririm sen beni düşünme" dedi bir yandan da esniyordu.

"Kaan ayakta duramıyorsun Allah aşkına git, uyu" dedim onun için endişelenmiştim.

"Elimi yüzümü yıkarım geçer şimdi hadi sen git randevun var" dedi Kaan gülerek.

"Geldiğimde uyuyor olmak zorundasın!" dedim işaret parmağımı ona sallarken.

"Emriniz başım üstüne" dedi ve kendisiyle birlikte beni de güldürdü.

"Görüşürüz" dedim ve kapının önünde bekleyen arabama bindim.

Ben arabayı çalıştırıp yola çıktığım anda Can'da peşime takıldı.

Keşke Can evin önünde bekleseydi, Gece'yi korurdu. Bu gün kötü bir hisle uyandım, Gecenin neşesi ne kadar güçlüyse benim içimdeki huzursuzlukta o kadar güçlüydü. O sabah gibi huzursuz uyanmıştım yıllar sonra ilk defa. Akşam yemeği mi geriyordu acaba beni? Derin bir nefes aldım ve Yavuz'un attığı konuma doğru yola çıktım.

Camı açtım, rüzgar yüzüme vursun istedim, yaşadığımı hissedeyim istedim. Ben bazen rüzgar yüzüme vurunca yaşadığımı hissederim.

Akşamı düşünmek istemesem de kafamın içinde sürekli karşılıklı oturduğumuz o an beliriyor, elimi ayağımı koyacak yer bulamıyorum, telaşlanıyorum. Sanki ilk defa görecekmişim gibi içimde bir yerde bir şeyler derinden sarsılıyor.

İlk karşılaştığımız güne dönseydim yine o iki ay için her şeyi verirdim gerçi tam iki ay bile sürmedi. İki ayı bırak göğsünde uyuyacağım bir gün için kalan ömrümü feda etmeye bile hazırdım. Duygularımın adı koymakta hep zorlanmışımdır ama Alptekin Çakıroğlu'na kırgın olduğumu çok derinlerde bir ses fısıldıyor bana, ellerini tuttuğu ve sonra da bıraktığı o kız çocuğundan geliyor ses. Benim de bildiğim tek bir şey varsa o da çok kırgın olduğum.

Kırgınlığım çok çabuk öfkeye dönüşüyor çünkü ben kendimi korumak için kırgınlığımı gizleyip öfkemi gün yüzüne çıkarıyorum. Öfkemden korktuğu için hep bir karış mesafe bırakmak zorunda kalıyor. Buzlar kraliçesi elinde buzdan sivri kalıplar tutuyor ve her defasında karşı tarafa bir ok misali fırlatıyor. İçimdeki buzlar kraliçesinin kalbi erirse, ölür.

Eğer o ölürse Nare bütün çıplaklığıyla karşısında olur, ben karşısında savunmasız, güçsüz ve kimsesiz kalmaktan korkuyorum. Beni kimsesiz bırakan adamın karşısında Nare olarak durmaktan çok korkuyorum çünkü Nare, koşarak kollarına sığınacak kadar yorgun. Peki ya şimdi kollarına bu kadar kolay sığınırsa dört yıl çektiği cehennem azabı ne olacak? Hiç adil değil.

Bırak Nare konuşsun akşam, bırak anlatsın! Özlediğini, kızınızı, her şeyi anlatsın. Kollarına sığınsın!

Sus! Sus yalvarırım sus!

Kafamın içindeki sesleri susturamıyorum. Biri hep kollarında olmak isterken biri hep kaçmak istiyor. Biri ellerini tutmak isterken biri hep ona uzanmayan eli kırmak istiyor. Biri yüzünü okşayıp ona dokunmak isterken biri hep yüzüne sert bir tokat atmak istiyor. Biri sevdiğini söylemek isterken biri hep ondan nefret ettiğini haykırmak istiyor. Ben hep buzlar kraliçesiydim.. Bundan sonra da buzlar kraliçesi olmaya devam edeceğim. Etmek zorundayım, bir kere daha yenilirsem ya o zaman da vazgeçilirsem?

Kendimi susturmam mümkün değildi ama navigasyonun 'Varış noktasına ulaştınız' cümlesi beni kendime getirdi. Etrafa baktım, bir villaya benziyordu burası. Arabayı park edip indim. Tabelayı gördüm. 'Varol Psikiyatri Merkezi' yazıyordu.

Bembeyaz bir villayı psikiyatri merkezi yapmışlar. Bahçesinde çeşitli oturma yerleri olan ve oturma yerlerinin her birini çeşitli renklere boyamışlar. Bahçenin bir köşesi çocuklar için düşünülmüş ve küçük bir park da yapılmış. Bahçeye bakmayı bırakıp önümde açık duran kapıdan içeri girdim. Çok ferah görünüyordu merkezin içi. İlerlediğim de bir danışma olduğunu gördüm.

"Merhaba hoş geldiniz" dedi güler yüzlü, siyah saçlı, badem gözlü bir kadın.

"Merhaba, hoş buldum" derken masanın önünde durdum.

"Randevunuz var mıydı?" diye sordu badem gözlü kadın.

"Nare Yıkılmaz adına olması gerekiyor" dedim şüpheye düşmüştüm Yavuz'a sormadım çünkü hangi isimle aldığını.

"Nare Koral adına bir rezervasyonumuz var ama" dedi bana bakarken.

"Evli olduğunu unutuyor insan bazen" dedim gülerek. Durumu çaktırmamaya çalışırken.

"Kimlik alabilir miyim?" diye sordu nazikçe. Çantama attığım elimle hemen cüzdanı buldum ve içinden kimliğimi çıkarıp kadına uzattım. Kontrol ettikten sonra kimliğimi bana geri verdi "Biraz bekleteceğim sizi, içerideki hastanın seansının bitmesine biraz daha var" diye devam etti.

"Önemli değil" dedim gözlerim etrafa bakarken.

"İçeride bekleme salonumuz var, kitaplar, dergiler, çeşitli hobi alanları beklerken oraya da göz atabilirsiniz" dedi gülümserken ve ilerideki büyük odayı gösterdi. Başımla onu onayladıktan sonra odaya doğru yürüdüm.

İçerisi beyaz ve bebek mavisi ağırlıklı döşenmiş, cam kenarlarına saksılı çiçekler koyulmuş. Kitaplar bir kitapçıdaki gibi çift yönlü raflara dizilmiş. Koltuklar, masalar hepsinin özenle seçildiği ve seans öncesi hastayı rahatlamaya yönelik olduğu çok aşikardı. Bu renkler beni daha çok yormuştu ama iyi gelmiyordu bana. Her şey çok renkliydi.

Odayla ilgilenmeyi bırakıp raftaki kitaplara yöneldim. Her çeşit kitabın olduğu bir kitaplık yapmışlar, her yaşa ve her kesime hitap ediyordu. O sırada içeri bir çift girdi.

Kadının saçları yamuk yumuk kesilmiş, üzerinde bol siyah bir hırka içinde ise eşofman vardı. Adam ona nazaran takım elbisesiyle şık bir görüntü sergiliyordu.

"Oturalım sevgilim hadi" dedi adam, kadının omuzlarından tutuyordu sanki düşmesinden korkuyor gibiydi.

"Eve gitmek istiyorum" dedi kadın kurumuş boğazından kelimeler hırıltılı çıkmıştı.

"Gördüğün kabusu bir de doktora anlatalım sevgilim, ilaç verir bize, belki iyi gelir sana biraz daha dayan olur mu?" diye sordu adam. Kelimelerini teker teker ve gayet açık bir şekilde dile getirdi. Kadın oturduğu yerde adama daha çok sığındı. Adam kollarını kadına daha sıkı sardı.

"Randevusuz geldiğiniz için sizi bir iki saat kadar bekletmek zorunda kalabilirim" dedi badem gözlü danışmadaki kadın, yeni gelen çifte.

"O kadar bekleyecek gücüm yok sonra gelelim" diye sızlandı kadın. Adam çaresiz gözlerle baktı badem gözlü kadına.

"Daha erkene almaya çalışacağım ama dört doktorumuzda çok dolu" dedi badem gözlü kadın.

"Lütfen, görüyorsunuz durumu" dedi adam, kadına şifa olmak ister gibi.

Danışmaya geri döndüm ve masanın önünde durdum.

"Merhaba ben acaba sıramı yeni gelen çifte verebilir miyim?" diye sordum gülümserken.

"Sizin bekleme süreniz uzayabilir" dedi badem gözlü kadın.

"Sorun değil, kendisini içerideki hasta çıkınca alın durumu benimkinden daha acil görünüyor" dedim acı bir tebessümle.

Bu an bana çok tanıdıktı, kendi sıramı geçmişteki bana veriyormuşum gibi hissettirdi.

"Emin misiniz?" diye sordu kadın tekrar, başımı salladım aşağı yukarı "Peki o zaman" dedi ben de gülümseyerek arabama yöneldim. "Gidiyor musunuz?" diye sordu kadın arkamdan gelirken.

"Hayır arabadan laptopumu alıp bir kaç işimi halledeceğim bahçede" dedim kadına.

"Çay, kahve bir şey alır mısınız?" diye sordu kadın gülümseyerek.

"Çay olur" dedim gülümserken başını salladı ve içeri girdi. Ben de arabanın kilidini açıp ne olur ne olmaz diye yan koltuğuma koyduğum laptopu elime aldım ve kapattım kapıları. Bahçeye girdim ve ilerideki siyaha boyanmış banklara yürüdüm. Önümdeki masaya elimdeki laptopu bıraktım hava biraz sıcaktı üzerimdeki trençkotu çıkarıp yanıma koydum.

Laptop açılırken ben de çalan telefonumu elime aldım ve yerime oturdum.

"Efendim" dedim bir yandan açılan laptopun şifresini girerken.

"Gittin mi?" diye sordu Yavuz direkt konuya girerken.

"Ben de iyiyim hayatım sağ ol sorduğun için" dedim gülerken.

"O faslı konuşuruz gittin mi?" diye sordu tekrar.

"Geldim" dedim etrafa bakarken.

"On dakika sonra girsen bir saat sürse ben seni bir saat yirmi dakika sonra ararım" dedi kendi kendine hesap yaparken sesi çok hevesli çıkmıştı.

"Randevusuz bir hasta geldi, durumu pek parlak değildi sıramı ona verdim" dedim, laptop ekranına bir bildirim düştü.

"Neden?" diye sordu Yavuz ciddileşirken.

"Eski bana benziyordu" dedim, gelen maili okuyordum bir yandan da.

"Seni ne zaman alacaklarmış?" diye sordu.

"Bir saat yirmi dakika sonra" dedim kahkaha atarken.

"Sen tam bir salaksın" dedi o da benimle gülerken.

"İşim var hadi görüşürüz" deyip suratına kapattım. Uzattıkça uzatıyordu ya!

Maile bakıyordum ve ne demek istediğini anlayamıyordum.

"Merhaba Nare Yıkılmaz;
Şu anda Türkiye'nin en büyük yazılım şirketinin ortağı olduğunu biliyoruz ve sizinle bir işbirliği yapmak istiyoruz. Koral Yazılım ve Milli savunma bakanlığı olarak ortak bir proje yönetmek istiyoruz. Projenin içeriğinden güvenlik sebebiyle bahsedemiyoruz. Eğer sizin içinde uygunsa ve proje hakkında görüşmek isterseniz aşağıya bırakacağım numaradan bize ulaşabilirsiniz

05*********"

Milli savunma bakanlığı neden resmî soy adımı değil de Yıkılmaz'ı kullandı? Ve neden ulaşan kimsenin ismi yokken isimsiz bir telefon bıraktı? Altay'a ulaşmaları daha kolay olurdu neden bana mail atmayı seçtiler?

Aklıma yatmadığı için yazdığım bir programı açıp numaranın kime ait olduğunu arattım. O sırada badem gözlü kadın bana doğru geldiği için ekranı eğdim.

"Çayınız" dedi güler yüzünden hiç ödün vermiyordu.

"Teşekkür ederim" dedim elinden çayı alıp masaya bıraktım ve elimi uzattım "Nare ben" dedim minik bir tebessümle.

"Pınar" dedi uzattığım elimi nazikçe sıkarken.

"Memnun oldum" dedim elimi çekerken.

"Ben de memnun oldum, ben arada çayınıza bakması için birini yollayacağım" dedi. Ben de gülümsedim.

"Teşekkür ederim" dedim ve Pınar uzaklaşıp gözden kaybolduğunda ekranı geri kaldırdım ve çıkan isme baktım.

Hamit Güngören.
Milli savunma bakanlığında bakan yardımcısı.
50 yaşında, evli ve üç çocuğu var. Genel olarak hep devletin yararına işler yapmış.

Sorun şu ki neden Nare Koral değil de Nare Yıkılmaz? Koral yazılıma ortak olduğunuzu biliyoruz diyor ama Altay Koral'ın eşi olduğumdan haberleri olmaması mümkün değil. Gizli bir proje olduğunu da söylüyor. Eğer savunma bakanlığı benimle iletişime geçtiyse ve yazılımla ilgili bir şeyler de ortak çalışmak istiyorsa büyük ihtimalle İHA'larla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu gece eve gidince Altay'la konuşmam gerekecek.

Biri tam karşıma oturdu. Gözlerimi ekrandan kaldırıp karşıma baktım. Gözlerim, gözlerine değdi. İçimde bir deprem oldu, kaçmaya bile fırsat bulamadan olduğum yerde yerle bir oldum.

"Yalnız kalmanı istemedim" dedi gözlerimin içine bakıyordu. Sesi rahatlatıcı olsa da çekiniyordu. Gözlerimi kaçırdım ve laptop ekranına geri indirdim. Açtığım sekmeleri ve laptopu kapattım.

"Akşam yemekte zaten görüşecektik" dedim yutkunarak. O kadar görmeyi beklemiyordum ki kalbim ağzımda atıyordu. Nefes alamıyordum. Açık havadaydık ama ben sanki boğuluyormuş gibi hissediyordum.

"O kadar renk varken yine karanlıkta beyaz kuş olmayı tercih etmişsin" dedi banka bakarken konuyu da değiştiriyordu. Diğer renklerde apaçık görünüyormuşum gibi hissediyordum. Yüzüne baktım sadece cevap vermek yerine. "Anladım şu an konuşmak istemiyorsun" dedi kendi kendine.

Üzerinde beyaz bir gömlek vardı, siyah takımının içinde eskisinden daha karizmatik görünüyordu.

Yıllar Alptekin Çakıroğlu'ndan sadece beni götürmüş.

"Merhaba" dedi bir erkek sesi başımı oraya çevirdiğim de biraz önce içerideki takım elbiseli adam olduğunu gördüm.

"Merhaba" dedim gülümserken.

"Pınar Hanım söyledi, sıranızı bize vermişsiniz. Çok incesiniz teşekkür ederim" dedi adam mahcup bir ifadeyle.

"Ne demek, benim zamanım çoktu sadece" dedim olabildiğince adamı mahcubiyetten uzaklaştırmaya çalışırken.

"Caner Bey kahveniz" dedi Pınar elindeki kupayı adının Caner olduğunu öğrendiğim adama verirken.

"Teşekkür ederim Pınar Hanım" dedi Caner Bey. Pınar içeri girerken Caner Bey ayakta duruyordu.

"Gerçekten ben ne yapacağımı bilemedim, biliyorum randevusuz gelmek biraz kabalık" dedi Caner Bey.

"Oturmaz mısınız?" diye sordum. Alptekin sessizce bizi izliyor hiçbir şey söylemiyordu sorduğum sorudan sonra ayaklandı. Gidiyor zannetsem de dolanıp yanıma oturdu. Yüzümü ona döndüm.

"Ne yapıyorsun?" diye sordum gözlerinin içine bakarken.

"Misafirimize yer açıyorum" dedi sert ses tonuyla sanki kızgın gibi.

"Buyurun oturun" dedim Caner beye. Otururken elini uzattı bana "Caner Altuğ" dedi.

"Nare Yık- Nare Koral" dedim uzattığı eline uzanırken, Alptekin kendi elini uzatıp Caner'in elini sıktı.

"Alptekin Çakıroğlu" dedi. Ters ters baktım Çakıroğlu'na. Caner, Alptekin'in bu hareketine güldü.

"Memnun oldum" dedi Caner, kahvesinden bir yudum aldı.

"İyi misiniz?" diye sordum Caner'e. Çok yorgun görünüyordu. Biraz önce içeride duran adam değilmiş gibi sanki kadının yanında daha güçlüymüş gibi görünüyordu.

"Değilim açıkçası" dedi Caner, eliyle gözlerini ovuşturdu.

"Sizin içinde zor" dedim Caner'e. Alptekin Çakıroğlu ise sadece izliyor ve çıt çıkarmıyordu.

"Ben önemli değilim de onu böyle görmeye dayanamıyorum" dedi Caner. Sözleri ve hareketleri birbirini tamamlıyordu. Gösteriş yapmaya çalışan bir eş değil gerçekten endişelenen bir eş vardı karşımda.

"Umarım her şey sizin için daha iyi olur" dedim samimi bir gülümsemeyle.

"Teşekkür ederim gerçekten" dedi Caner tekrar yorgun gülümsemesiyle.

"Ne demek lütfen teşekkür etmeyi bırakın" dedim kızar gibi.

"Neden buradasınız?" diye sordu Çakıroğlu. Sessizliğini bozup.

"Bazı geceler çok korkunç kabuslar görüyor" dedi Caner. Gözlerimi kaçırdım, başımı bahçenin ilerisine çevirdim.

"Senin için zorsa anlatmak zorunda değilsin" dedi Çakıroğlu. Sanki masada yokmuş gibi davranmayı seçmiştim.

"Bazı geceler kaçırıldığını, bazı geceler öldüğünü, bazı geceler de ona birinin dokunduğunu gördüğünü söylüyordu" dedi Caner, göğsümün ortasından başlayan bir ağrı bütün vücuduma yayıldı. "İlk başta geçeceğine inandık, gelmek istemedi. İyiyim sadece bir kabus deyip geçiştirdi beni. Kabus gördüğü geceler terler içinde uyanıyor, duşa giriyor bazen saatlerce çıkmıyor" dedi yutkunurken. Zar zor Caner'e baktım, Alptekin'in gözlerinin üzerimde olduğunun farkındayken. "En kötüsü bu sabah oldu, bir anda fırladı yataktan anlamadım kalktım peşinden banyo kapısını kilitledi içeri giremedim" dedi elini saçlarında dolaştırıp indirdi "Ses vermediği için kapıyı kırdım, içeri girdiğim de saçlarını kesiyordu" dedi gözlerimi kapattım. Caner'in anlattıkları gözlerimde yıllar öncesinin canlanmasına sebep oluyordu. Kalbimin ritmi bozuluyordu olanları düşündükçe gözlerimi gökyüzüne çevirip derin bir nefes almaya çalıştım, kursağımda kaldı.

"İçeri girip hemen elinden makası aldım, bağırmaya başladı. Artık ne gördü bilinmez ona başkasının dokunduğunu bana bakamayacağını söyledi. Kalbime bir şey saplandı o an" dedi Caner gözünden bir damla yaş aktı. Çakıroğlu'nun gözleri benim üzerimdeyken nadiren Caner'e değiyordu. Duydukları ona da bir şeyler hatırlatmış olacak ki gözlerini benden çekmemeye yemin etmiş gibi davranıyordu.

"Sarılmayı denedin mi?" diye sordu Alptekin Çakıroğlu. Sesi içimdeki her şeyi yerinden oynatıyordu. Tecrübe edindiği şeylerden bahsedecekti.

"Denedim, istemedi, itti beni" dedi Caner gözünden akan yaşları sildi. Ben de Alptekin'i itmiştim.

"Bırakmamalıydın" dedi Alptekin, gözlerimi kapattım. Beni sarıp sarmaladığı ittiğimde bırakmadığı o an canlandı gözümde. Dokunuşlarının beni sakinleştirdiği o ana gittim. İçim bayılıyordu sanki. Çok güçsüz hissettim.

"Korktum" dedi Caner bir nefes aldı "Korktum Allah kahretsin ki korktum" dedi elini masaya vururken "Sarılmaya devam edersem ona iyi gelememekten korktum" dedi.

"Senden başka ne iyi gelebilirdi ki?" diye sordu Alptekin Çakıroğlu. Sorduğu her soru göğsümün ortasına bir kurşun olup saplanıyordu. Cebinden bir paket sigara ve çakmak çıkardı. Yüzümü ona döndüm. Bana baktı gözleri, yüzümde dolandı. Sanki Caner anlattıkça bize o günleri tekrar yaşatıyormuş gibiydi.

"O an öyle bir andı ki uzak durmak sanki onun için daha iyi gibiydi, anlatmak mümkün değil o anı" dedi Caner. Çakıroğlu paketi uzattı Caner'e. İçinden bir tane alan Caner çakmağa uzanıp yaktı sigarayı. "Eşim istemiyor diye bırakmıştım" dedi parmaklarının arasındaki sigarayı gösterirken.

"Benim de eşim içmeme kızardı" dedi Alptekin sanki hala kızmamı istiyormuş gibi. Gözlerimi masada gezdirdim sadece.

"Geçmiş zaman kullandın" dedi Caner, Çakıroğlu'na.

"Bizden vazgeçmiş" dedi. Hareketlerim durdu, gözlerim olduğu yere sabitlendi. Aldığım nefes ciğerlerimde kaldı. O elindeki sigaradan bir nefes çekti ciğerlerine. Kokum yerine ciğerlerine dolan sigara dumanını kıskandım.

"Yaşıyorsa hep bir umut vardır" dedi Caner, bana bakarak söylediği için gülümsedim. Pınar bize doğru geldi elindeki bir bardak kahveyle.

"Misafirinize kahve getirdim" dedi Alptekin'e uzattı kahveyi. Bana baktı hiç oralı olmadım.

"Teşekkür ederim" dedi Pınar'ın elindeki kahveyi aldı ve masaya bıraktı. Pınar gülümsedi ve içeri girdi.

"Siz çift terapisine mi geldiniz?" diye sordu Caner, biraz önceye nazaran daha iyiydi.

"Hayır" dedim sadece.

"Evlisiniz sanırım" dedi Caner, bu gün bizi öldürmeye yemin etmiş gibi.

"Evliydik" dedi Alptekin Çakıroğlu.

"Sen hala yüzüğünü çıkarmamışsın" dedi Caner, Alptekin'e. Gözlerim parmaklarına değdi. Üzerinde kuş işlemesi olan alyansı gördüm. Gözlerimi yüzüne çıkardım. Onun gözleri de bana değdi, gözlerimin içine içine bakıyordu.

Ben o gece vurulmadan saniyeler önce yüzüğü parmağımdan çıkarmış ve yere bırakmıştım. Eğer üzerimde kalsaydı ben o yüzüğe tutunmaya çalışırdım. Alptekin'e ait hiçbir şey görmek istemiyordum. Bu yüzden aylarca aynaya bile bakmamıştım. Parmağındaki yüzüğü görünce aklıma geldi yüzüğüm. İstemsiz bir şekilde elim sol elimin yüzük parmağına değdi. Ben parmağımla oynarken aklıma yüzüğü parmağıma taktığı ilk an geldi. Kolyemle aynı yaparsa takmak isteyeceğimi düşünmüş. Çocuk mu avutuyordu? Telafi mi ediyordu? Sadece beni düşünüyordu. İstemeyerek takmamdansa benim sevdiğim bir şey olsun istiyordu.

"Daldın" dedi Caner önümde masaya iki kere tıklatırken.

"İşle ilgili bir şey düşünüyordum" dedim geçiştirirken.

"Kocan yüzüğünüzü çıkarmamış ne düşünüyorsun bunun hakkında?" diye sordu Caner.

"Hiçbir şey" dedim hızlı cevap verirken, beklersem tereddüt ederdim çünkü.

"Neyse" dedi Çakıroğlu konuyu kapatırken. İçeriden Pınar çıktı ve Caner'e seslendi.

"Güzel sohbetiniz için teşekkür ederim umarım tekrar karşılaşırız" dedi Caner yüzündeki samimi gülümsemeyle.

"Umarım görüşürüz" dedim ben de samimi bir şekilde gülümserken.

"Görüşürüz" dedi Çakıroğlu.

"Niye buradasın?" diye sordum Çakıroğlu'na. Gözlerine bakmak, o harabeye girmek demek bu yüzden gözlerine bakmadan sordum sorumu.

"Söylemiştim, yalnız kalmanı istemedim" dedi sesinde bir sinir mevcuttu. Neye sinirlendiğini anlamasam da gittikçe kızıyor gibiydi.

"Dört yıldır yalnızım ve seni hiç karşımda görmedim" dedim, ben kızgın değildim kırgındım üzerimdeki kırgınlıkla söylemiştim bu cümleyi.

"Cümlelerini gözlerime bakarak kur" dedi. Sanki ona bakmadığımda nefes alamıyormuş gibi bir çaresizlikle söyledi bunu. Yüzümü ona döndüm, gözleri yüzümde dolandı. "Bir daha söyle" dedi gözlerime bakarken. Derin bir nefes aldım.

"Dört yıldır yalnızım ve seni hiç karşımda görmedim" dedim cümlemi gözlerinin içine bakarak tekrarlarken. Göz bebekleri titredi. "Git, akşam konuşalım ne konuşacaksak" dedim verecek bir cevabı olmadığından onu bu zahmetten kurtarmak istedim.

"Nare-"

"Nare hanım sizin sıranız" dedi Pınar kapıdan bana seslenirken.

"Buradayım" dedi Çakıroğlu sadece. Başımı salladım iki yana ve onu orada bırakıp içeri yürüdüm.

"Zeliha hanımın seansı bitti" dedi Pınar bir yandan da merdivenleri çıkıyorduk.

"Daha iyidir umarım" dedim onu takip ederken.

"Dış görüntüsü daha iyiydi" dedi Pınar, beni üçüncü katta bir odanın kapısına getirdiğinde. Kapıyı tıklattı ve açtı "Nare hanım geldi" dedi.

"İçeri al, lütfen" dedi doktor. Pınar bana eliyle öncelik tanırken kapıdan içeri girdim. Çok açık renkliydi aşağısı gibi burasıda beyaz ve bebek mavisi doluydu, çiçeklerle süslenmiş, rahatlatıcı bir ortam yapılmış, aşağıdaki uyum devam ettirilmiş.

"Merhaba" dedi yeşil gözlü, sarı saçlı bebek gibi bir kadın.

"Merhaba" dedim ben de gülümserken bir yandan da etrafa göz atmaya devam ediyordum.

"Buyurun şöyle oturun" dedi masasının önündeki sandalyeyi gösterirken. Ben de bana gösterdiği yere oturdum. "Hoş geldiniz Nare hanım, ben Tanya Varol" dedi elini bana uzatırken.

"Memnun oldum, Nare Koral" dedim uzattığı elini sıkarken.

"Uyku şikayetleriniz varmış ama ben önce bir genel sohbet edelim istiyorum" dedi yüzündeki gülümseme ve ses tonundaki o rahatlatıcı tınıyla ikna olmamak mümkün değildi.

"Edelim" dedim derin bir nefes verirken.

"Nasılsınız genel olarak?" diye sordu ben bu soruyu düşündüm. Nasılım? Bilmiyorum.

"Bilmiyorum" dedim gülümserken.

"Karmaşık olduğundan mı yoksa isim veremediğinizden mi?" diye sordu elindeki kağıda bir şeyler yazarken.

"Bilmediğimden, ben çoğu zaman ne hissettiğimi çok anlamam" dedim gözlerimi kaçırdım ve odanın etrafında gezdirmeye başladım.

"Mesela en son yaşadığınız olayı ve size ne hissettirdiğini anlatabilir misiniz?" diye sordu kalemi ve kağıdı bırakıp tamamen bana yöneldi.

"Açıkçası size öyle spesifik bir olay anlatamam ama genel olarak sadece öfke hissediyorum. Mutlu olunması gereken bir anda ya da ağlanması gereken bir anda boş boş etrafa bakıyorum" dedim, sağ elim sol elimin yüzük parmağına değdi ve onunla oynamaya başladım.

"Ağlamıyor musunuz?" diye sordu, yeşil gözlerini merakla bana çevirdiğinde.

"Ağlamıyorum" dedim acı bir tebessümle.

"Ne zamandır?" diye sordu eline kalemi tekrar alırken.

"Bilmem 10 seneden sonrasını saymadım" dedim. Tanya bunu da not aldı.

"Olabilir herkes ağlayacak diye bir kural yok" dedi hafif bir gülümsemeyle. "Kahve söyleyelim bize olur mu?" diye sordu.

"Ben çay içsem daha iyi olur" dedim, kolumdaki çantayı önümdeki sehpaya bırakırken.

"Olur tabi ki" dedi elini telefona götürdü ve bir kaç tuşa bastıktan sonra odaya bir çay ve bir acı kahve söyledi.

Kendime bile itiraf edemediğim gerçekleri burada konuşmak zorunda kalabilirdim. Hazır mıydım peki? Değildim.

🕊

"Haftaya tekrar görüşmek ister misin?" diye sordu Tanya. Ben bir yandan çantamı elime almış ve ayağa kalkmıştım.

"Söz vermiyorum" dedim hafif bir tebessümle.

"Sen bilirsin" dedi samimi gülümsemesiyle, onunla sohbet etmek keyifliydi. Sonu yaralarıma çıkmıyorsa şayet..

"Teşekkür ederim, görüşürüz" dedim elimi ona uzatırken.

"Görüşelim" dedi uzattığım elimi sıkıp. Ben kapıya yöneldiğimde Tanya da yerine oturdu, kapıyı açıp çıktım odadan.

Merdivenleri inerken konuştuklarımızı düşünüyordum. Dağılmıştım, bu kadar hızlı yüzleşmeyi beklemiyordum bazı şeylerle. Uyku uyuyamamamın sebebini öyle sert çarptı ki yüzüme.. İçeri girdiğim kadar neşeli değildim, aksine hiçbir şey yapmak istemiyordum. Kimseyi görmek istemiyordum.. Başımı kaldırıp merdivenin aşağısına baktım. Kimseyi görmek istemiyordum değil mi? Peki karşımda gördüğüm bu adamın kollarına sığınıp, onunla sessizleşmek istemek nereden çıkmıştı?

Ben, seni her gördüğümde yenilecek miyim sana?

"İyi misin?" diye sordu merdivenlere tutunduğumu gördüğünde bana doğru bir kaç merdiven çıktı anında ve vücudunu bana siper edip tam karşımda durdu. Kokusu burnuma geldi, başım dönüyordu. "İyi misin?" diye sordu tekrar kendisiyle göz teması kurmadığım için.

"Yalnız kalırsam daha iyi olacağım" dedim gözlerine bakmadan, o kadar yakındı ki gözlerimi kaçırmak çok zordu. Göğsüne kaydı gözlerim, yutkundum. "Çekilir misin?" dedim hala gözlerim yerdeydi.

"İyi değilsin" dedi, eli bana uzandı tutup tutmamakta tereddüt etti. Sağ dirseğime doğru uzandı ve kolumdan tuttu. O kadar nazik dokundu ki dokunuşu varla yok arasındaydı. Bayılmak üzereydim ve bana dokunuşu bunu tetikliyordu. Kolundan kurtuldum ve kalan bir kaç basamağı bitirip endişeli gözlerle bana bakan Pınar'ın masasının önünde durdum.

"Haftaya gelecek misiniz?" diye sordu Pınar.

"Evet" dedim zar zor.

"Haftaya aynı gün aynı saat, numaranızı alabilir miyim?" diye sordu. Ayakta durmakta zorlandım elimi masaya koydum ve ona tutundum.

"Ben söylerim" dedi Çakıroğlu, zorlandığımı anladığında. Hızlı adımlarla yanıma geldi, göğsü sırtıma denk gelecek şekilde durdu. Bana dokunmadı ama düşersem ona yaslanayım diye arkamda durdu. Numaramı söyledi.

"Teşekkür ederim" dedi Pınar, Çakıroğlu'na.

"Kolay gelsin" dedim elimi masadan çektim ve derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım. Gözlerim kararırken tutunacak bir yer bulamadım.

"Buradayım" dedi Çakıroğlu. Eli bana uzandı, kararan gözlerimin son gördüğü Alptekin Çakıroğlu'nun beni kucağına aldığıydı.

🕊

Gözlerimi açtım, hastane odasındaydım. Tanıdık bir hastane odasıydı. Gözlerim pencerenin önünde sırtı bana dönük adama değdi. Son hatırladığım şey beni kucağına aldığıydı. Kollarının arasındayım diye mi kapattım gözlerimi? Kolumda damar yolu vardı, gözlerim onu takip etti ve serumu gördüm. Gözlerim tekrar pencerenin önündeki adama çevrildi. Çok özlemiştim onu izlemeyi. Ceketini çıkarmış ve koltuğun üzerine koymuş, gömleğinin kollarını katlamıştı. Ensesini göremiyordum çünkü gömleği kapatıyordu. Ellerim karıncalandı, dokunamadım. Yüzünü döndü bana.

"Uyanmışsın" dedi sedyeye yaklaşırken "İyi misin?" diye sordu endişeli gözlerle bakıyordu bana.

"İyiyim" dedim kalkmaya çalışırken, elini uzattı. Tutmadan, oturur pozisyona geldim, elini çekti.

"Yemek yememişsin" dedi yüzüme bakıyordu ama ben gözlerimi kaçırdım.

"Aç değildim" dedim kolumdaki damar yolunu çözmeye çalışırken. Elimi tuttu.

"Yapma" dedi, elimi çekmeye çalıştım. "Onu da yapma" dedi elimi daha sıkı tutarken.

"Elimi bırakır mısın?" diye sordum gözlerimi gözlerine çıkarırken. Bir yandan elimi tutmaya devam ederken bir yanda da gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu.

"Bırakmasam olmaz mı?" diye sordu sanki bırakırsa kaybolup gidecekmişim gibi.

"Çakıroğlu" dedim zar zor, böyle anlarda Alptekin desem beni alıp gidecekmiş gibi geliyordu. Gözlerini kapattı duyduğuyla. Elimi bırakmaya niyeti yoktu anlaşılan. Kapı çaldı. Gözlerini açtı ve elimi bıraktı. Açılan kapıdan Yavuz içeri girdi.

"Sen gerizekalı mısın?" diye sordu bana ama bağırıyordu "Nasıl bu kadar aç kalabilirsin Nare!" diye tekrar bağırdı.

"Bağırıp durma başım ağrıyor" dedim sakin bir tonda konuşurken. Yavuz ayak ucumdaki dosyalara baktı.

"Ağrır tabi açlıktan ağrıyor gerizekalısın çünkü!" dedi bir kere daha bağırırken.

"Bağırma, başı ağrıyor" dedi Alptekin, Yavuz'a ama bunu o kadar uyarıcı bir tonda yaptı ki Yavuz uyarıldığının farkındaydı.

"Ağrı kesici yap, şunu da çıkar eve gitmek istiyorum" dedim Yavuz'a.

"O serum bitmeden hiçbir yere gidemezsin" dedi Yavuz, işaret parmağını bana sallarken "Ağrı kesiciyi de yapacağım şimdi" dedi daha sakin bir tonda. Kızsa da kıyamıyordu, salaktı ama tatlıydı.

"Ağrı kesiciyi yap ve git çok ses çıkarıyorsun" dedi Alptekin, Yavuz'a. Onu öldürecek gibi bakıyordu.

"Sana bağırdım diye beni öldürmek istiyor şu an" dedi Yavuz, Alptekin'i gösterirken.

"Sabrımı sınıyorsun" dedi Alptekin. Sanki benimle geçireceği süreyi gasp ettiği için daha kızgındı Yavuz'a.

"Serumun içine yapacağım iğneyi bu bitmeden gidemezsin hiçbir yere sonra da çıkınca bir yemek ye" dedi Yavuz bana doğru ve Alptekin'e baktı "Yemek yedir kıza" dedi emir veriyordu. Yavuz Arslan, Alptekin Çakıroğlu'na emir veriyordu.

"Aç değilim" dedim, Alptekin'le iki öğün yemek yeme fikri beni daha da geriyordu.

"Sana şuradan bir çarparım" dedi Yavuz sinirli sinirli.

"Çarp hadi" dedi Alptekin. Durup dururken ortamı geriyor ve kendisi de geriliyordu.

"Mecazen! Mecaz!" dedi Yavuz sinirli sinirli hala bağırıyordu.

"Yavuz siktir git" dedi Alptekin kelimeler sıktığı çenesinden zar zor kurtulmuş gibi çıkmıştı. Yavuz hiçbir şey demeden çıktı odadan.

"Ne yapıyorsun?" diye sordum yüzümü ona dönerken.

"Çok konuştu, başın ağrıyor" dedi. Sanki durup dururken yaptığı hatanın farkındaymış gibi serumu kontrol etti, arkasını döndü bana. Gözlerime bakmaktan kaçan bu sefer oydu.

"Senin işin gücün yok mu?" diye sordum "Meşguldündür, Altay-"

"Senden daha önemli bir işim yok" dedi yüzünü bana ışık hızında dönerken "Bir anlaşma yapalım Nare. Benim yanımda onun adını söyleme. Lütfen" dedi sesinde bir kızgınlık vardı, sitem vardı. Gözlerine baktım.

"Ne dememi istiyorsun Alta-"

"Nare!" diye bağırdı. Onu sinirlendirmeyi çok özlemişim, arkasını döndü bana tekrar "Özür dilerim" dedi peşine de.

"Daha önce adımı söylemeliydin şimdi çok sıradan geliyor" dedim, cümlemin bitmesiyle yüzünü bana döndü.

"Yaralamak istediğinin farkındayım, yaralıyorsun da. Canımı yakmak istiyorsun biliyorum, yakıyorsun da" dedi bana yaklaşırken yüzü çok yakındı çünkü yüzüme doğru eğildi kendimi yastığa doğru geriye bastırdım. "Korkma, öpemem seni" dedi yüzünü boynuma yaklaştırdığında "Sen, bana yasaksın"

Göz bebeklerim titredi son cümlesiyle, bana masal anlattığı o ana gittim, bana dokunmak isteyip dokunamadığı her anda söylediği o cümle çıktı dudaklarından. Gözlerimi kapattım, yasakları çiğnediği o gece geldi gözlerimin önüne sonra ertesi günü akşam düştü göz kapaklarıma, Alpaslan'ı gördüm. Elimi göğsüme götürdüm, gül dövmeme yara izimin tam üzerine. Nefes alamıyormuşum gibi geliyordu, ne zaman bu görüntü gözlerimin önüne düşse ben her seferinde vuruluyordum. Alpaslan her seferinde beni Alptekin Çakıroğlu'yla vuruyordu. Ben de her seferinde aynı yerden defalarca vuruluyor, kan kaybediyor ve ölüyordum.

"İyi misin?" diye sordu.

Yaralarım tahmin edemeyeceği kadar çoktu artık  ve sarmasıyla iyileşecek gibi de değildim.

Alptekin Çakıroğlu, yaralarımı iyileştiren değil tuz basan oluyordu.

"İyiyim" derken gözlerimi de açmıştım.

"Doktoru çağıracağım" dedi bana inanmadığı gün gibi ortadayken.

"Doktorun beni iyileştirebileceğini düşünüyor olmana şaşırdım" dedim dudaklarımın arasından çok itici bir gülüş çıktı. Adımları yere mıhlanmış gibi olduğu yerde kaldı. "Senin yaraladığını doktorun iyileştirmesini mi bekliyordun?" diye sordum. Sinirlenip, kendine hakim olmayı bırakmasını istiyordum.

"İzin verecek misin iyileştirmeme?" diye sordu yüzünü bana dönerken "Vermeyeceksin! Yaklaşmama bile izin vermiyorsun" dedi. İstediğimi elde etmek üzereydim, sinirlendiğinde elini ensesine atıp oradaki saçlarıyla oynardı şimdi de eli ensesinde ve saçlarıyla uğraşıyordu.

"Ben bir kere beni iyileştirmen için sana izin vermiştim, sen beni o gün öldürdün" dedim gözlerinin içine bakarken. Kurduğum cümleyle sadece onun kalbini değil kendi kalbimi de kırmıştım.

Bazen doğruları söylemekte yakar insanın canını, yana yana söylersin o doğruyu. Acı, insanı diri tutar. Acıta acıta severiz bazen, vazgeçemediğimiz ama affedemediğimiz herkesi. Affetmek isterken göz kapaklarına asılı kalan her kare öfkeni diri tutar. Vazgeçmek isterken göz kapaklarına asılı kalan anılarınız, sevildiğini hissettiğin her an sana kendini tekrar hatırlatır.  Böylece ne affedebilir ne de vazgeçebilirsin. Bazen öyle bir yer kırılır ki içimizde ne tamiri ne de telafisi mümkündür. Bazen o kırılan yeri çok sevdiğimiz biri kırmıştır ve affetmek için bahaneler üretiriz. Aslında öyle demek istemedi, aslında öyle yapmak istemedi. Kendimize çeşitli bahaneler sunup karşı tarafı haklı çıkarmaya çalışırız. Oysaki içimizde kırılan yerin acısını çekmeli, hesap sormalı ve niye yaptığını öğrenmeliyiz. Canımızı ne kadar yaktığını anlatmalıyız, susmak bazen hiçbir şeyi çözmez.

Sessizlik bile anlayan insana denk gelince önemli. Benim sessizliğim bile o kadar gürültülü ki kendi sesimi bile duyamıyorum artık. İç sesimi o kadar çok susturdum ki artık o konuşsun istesem de çıt çıkarmıyor. Susturulan, yok sayılan her şey zamanla gerçekten yok olur. Acımı yok saydım yıllarca, sanki ölen, ölmekten beter olan ben değilmişim gibi. Ben, ölmekten beter olduğumda bile Alptekin Çakıroğlu'nu kaybetmenin yasını tutuyordum.

Ben, saklanırken bile bulunmak arzusuyla yanıp tutuşurken saklanıyordum. Zaten insan bulunmak için saklanmaz mı? Bulunmamanın acısını da ekledim, Alptekin Çakıroğlu'nu kaybetmenin yanına. Sonra kızımın babasız büyümesinin acısını da ekledim.
Acıyı acıya tutturdum ben. İlmek ilmek acı işledim ruhumun her bir yerine.

İnsan sevdiği birini kaybettiğinde kalbinde yanan kırk mumun biri hiç sönmezken, benim kalbimde yanan kırk mumun kırkı da hala eksiksiz yanıyor. Yanan mumlar, kalbimi eritmesi gerekirken ruhumu eritti, ruhumun her yerinde yanık izleri var, kurşun yaraları var, vazgeçilmek var, kimsesizlik var, O'nsuz kalmak var.

Alptekin Çakıroğlu kalbimdeki mumları söndürebilir miydi?

"İyileştirmedim mi?" diye sordu, bana sanki 'Bize bunu yapma' der gibi bakıyordu.

"İyileştirdin Alpaslan Yıldırım'ın bütün izlerini silip, her bir yaramın üzerine kendi adını bıraktın. Ne demiştin? Hepsinin üzerine Alptekin Çakıroğlu izi bırakacağım mı? Bıraktın" dedim başımı aşağı yukarı sallarken imalı bir tebessümde belirdi yüzümde.

"Nare" dedi titreyen sesiyle "Ben-"

"Üzgünsün" dedim sözünü keserken "Üzgünsün, böyle olsun istemedin. Yıllarca beni aradın falan filan" dedim tebessümüm ufak bir kahkahaya döndüğünde "Bulamadın ama" dedim bu cümleyi söylerken ciddileşmiştim.

"Bulamadım" dedi bana yaklaşırken, yatağın kenarına oturdu "En güvendiğim adamın, babamın yerine koyduğum adamın bana ihanet edeceği hiç aklıma gelmedi çünkü" dedi sözlerini gayet sakin bir tonda söylerken "Seni kurtarmak için bana yalan söyleyeceği aklımın ucuna bile gelseydi ben seni bulurdum" dedi eli havalandı, parmakları yüzüme değmek istedi. Başımı çevirdim, şimdi dokunmasına izin verirsem akşam yemekte kendimi de tutamam "Suçluyum biliyorum" derken uzattığı elini de indirdi "Cezam neyse çekmeye de razıyım" dedi gözlerimin içine içine bakıyordu.

"Sen cezanı çektin" dedim, bensiz ve Gece'siz geçirdiği dört yıl onun cezasıydı. Asıl çekeceği acı ise Gece'siz geçirdiği günleri öğrendiğinde başlayacaktı.

"Sensiz kalmak mıydı cezam?" diye sordu.

"Az mı geldi?" diye sordum hafif bir tebessümle.

"Başkasının karısı olman zannediyordum" dedi yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdığında, yutkundum. Ağzından ikinci defa çıkıyordu bu başkasının karısı cümlesi. Dün Altay karım dediğinde Altay'ı neredeyse öldürecek olan kendisi değilmiş gibi.

"Yaptığın şeyin bedeli bu kadar az mı sence gerçekten?" diye sordum kendimi geri çekerken. Gözlerini kapatmıştı, muhtemelen kokumu içine çekmeye çalışıyordu ama geri çekildiğim için açtı gözlerini.

"Az mı? Nasıl bir cehennemde olduğumu biliyor musun?" diye sordu gözleri dudaklarıma kaydığında, istemsiz yaladım dudaklarımı gülümsedi.

"Bilmem, Leyla'yla birbirinizi ne kadar sevdiğinizi anlattığınız videonuzu izlemem gibi mi? Ya da size ait bir evin içine girmem gibi?" diye sordum. Yüzündeki gülümseme yerini hızla ciddiyete bırakırken söylediğine pişman olduğuna adım kadar emindim.

"O gece seni gördüğümden beri Leyla aklımın ve kalbimin hiçbir yerinde yoktu. Gözlerini gördüğüm o andan itibaren senden başkası hiç var olmadı" dedi eli tekrar havalandı, gözlerim elindeyken bana doğru uzandı, başımı çevirdim tekrar. Parmakları çeneme değdi, nazikçe kendine çevirdi yüzümü. Elimi kaldırıp eline dokundum. Dokunduğum elini çenemden çektim. Gözlerinin içine baktım.

"Dokunma" dedim sakin bir tonda, dokunduğu her yer alev alev yanıyordu.

"Sen, benimsin" dedi fısıltı halinde çıkan sesi, içimdeki her şeyi yerinden oynattı. Yüzü tamamen yüzüme yaklaştığında kaçacak yerimde yoktu. Uzaklaşsın istiyor muydum? Hayır.

"Değilim" dedim elimi kaldırıp göğsüyle omzu arasında bir yere dokunarak onu biraz itmiştim.

"Biraz önce elime dokundun, şimdi göğsüme dokunuyorsun devam edersen daha fazlasını istemeye başlayacağım" dedi başını boynuma indirdi. Hiçbir şey yapamadım. Farkındaydı gitmesini istemediğimin "Tenin hala benim olduğunu söylüyor" dedi. Ateş basmıştı beni. Derin bir nefes aldım.

"Ben, sana yasağım" dedim. Cümlemin bitmesiyle yanağı yanağıma değdi. Kirli sakalları yanağımda hafif bir sızı bırakırken yanağını hafifçe oynatıp bana dokundu. Elimi göğsüne koyup daha sert bir şekilde ittim bu sefer. Yerinden bile oynamadı "Çakıroğlu" dedim ikaz eden bir ses tonuyla.

"Dokunmayacağımı söylemiştim" dedi daha çok yaklaştığında "Her zamanki gibi sen, yeminler bozduruyorsun" dedi.

"Çok yakınsın, uzaklaşır mısın?" diye sordum. Elim hala göğsünün üzerindeyken.

"Hala çok uzağım" dedi başını geri çekerken gözlerimin içine baktı. Korku vardı gözlerimde, bana dokunursa kendine hakim olamamaktan korkan Nare vardı. O sadece korkuyu gördü. Kapı açıldı. Alptekin kendini tamamen geri çekerken odaya giren Yavuz'du.

"İyi misin?" diye sordu Yavuz bana ve Alptekin'e şüpheli gözlerle bakarken.

"İyiyim hadi çıkar şunu da defolup gideyim" dedim. Kendime çok sinirlenmiştim.

"Ne yaptın da sinirlendirdin?" diye sordu Yavuz, Alptekin'e. Bir yandan da serumu çıkarmak için bana doğru geldi.

"Bir şey yapmama gerek yok, zaten sinirli bana" dedi Alptekin, yataktan kalktı koltuktaki ceketini aldı ve çıktı odadan.

"Ne oldu?" diye sordu Yavuz, sessiz sessiz. Alptekin'in kalktığı yere o oturmuştu.

"Ne olacak, ne olabilir ki! Hala karşı koyamadığımı anladı! Ne olacaktı başka!" dedim sinirli sinirli.

"Durmaz biliyorsun değil mi?" diye sordu. Damar yolunu sökmüştü çoktan.

"Durmak zorunda evliyim ben evli!" dedim iyice sinir katsayım yükselirken.

"Zaten o yüzden durduruyordur kendisini" dedi Yavuz ayağa kalkarken. Bana da elini uzattı, uzattığı elini tutup çıktım yataktan. Ayakkabılarımı giyindim ve ayağa kalktım.

"Sinir tepemde sus!" dedim Yavuz'a. Kapıya doğru yürüdük. Çakıroğlu bize baktı. Yavuz'a sarıldım. "Bir günde müstakbel sevgilini görmeye geleceğim!" dedim kulağına doğru.

"Önce ben bir göreyim de" dedi o da  bana sarılırken. Güldü.

"Görüşürüz" dedim ondan ayrılırken. Alptekin Çakıroğlu bize manidar bakıyordu. Bakışının altında kıskançlıktan başka bir şey vardı. El salladı Yavuz bana.

Ben de önümdeki adamı takip etmeye başladım. Aşağıya kadar hiç konuşmadı benimle. Arabanın önüne geldiğimizde bana baktı.

"Benim arabam nerede?" diye sordum.

"Kliniğin önünde kaldı" dedi, arabanın kapılarını açıp arabaya bindi. Boş boş arabaya baktım, yolcu camını açıp "Binmeyecek misin?" diye sordu.

"Çantam nerede?" diye sordum.

"Bilmiyorum" dedi yalan söylüyordu. Arabanın kapısını açıp içeri girdim. Emniyet kemerini takmıştı. Gözlerim ona değdi. Nereye baktığıma baktı. "Senin yüzünden" dedi sinirle ve emniyet kemerini çözdü.

"Takmasaydın!" diye söylendim ben de sinirle.

"Tak sen de!" dedi tekrar kendi emniyet kemerini takarken. Başımı iki yana sallarken cevap vermedim ve kollarımı göğsümde birleştirip önüme döndüm. Bir anda emniyet kemerini çözüp üzerime eğildi ve kemere uzandı. Kendimi koltuğa iyice yasladığımda geri çekilirken bir kaç saniye gözlerime baktı. Sonra kemeri çekti ve yerine taktı. Yerine oturdu, kendi emniyet kemerini de bağladı.

"Ne yapıyorsun?" diye sordum yüzümdeki kızgın bakışla.

"Seni kızına sağ salim götürmeye çalışıyorum" dedi arabayı çalıştırırken gözü yoldaydı. Derin bir nefes verdim.

Cevap vermedim o da bir cevap beklemiyordu. Arkama yaslandım ve onu izlemeye başladım. Bu fırsatı bir daha bulamayabilirdim. Sol kolunun dirseği cama yaslı eli saçlarındaydı, sağ eli ise direksiyonu sıkıca tutuyordu. Dalgalı saçlarından bir tutam alnına düşmüş, eskisinden uzun saçlarıyla daha sempatik görünüyordu. Kirli sakalları her zamanki gibi biraz bile uzamadan aynı şekilde kesmiş. Göz altları hala eskisinden daha mordu. Sıcaklamış olsa gerek, ceketi çıkarmaya başladı. Direksiyonu diziyle kontrol ederken hızlı bir şekilde ceketi üzerinden çıkardı. Gözleri gözlerime denk geldi. Onu izlediğimi fark etti. Bozuntuya vermeden ceketi arka koltuğa attı. Radyoya dokundu. Hafif hafif çalan bir şarkı vardı. Ses olsun diye açtığı radyo bizi derinden yaralayacaktı. Uzandım ve sesi açtım.

"Sen açmayan bir yaprak gibi
Ben sulardım inatla seni
Yüzüme yüzüme yağdı karların
Ama ben dağına inanmış biri"

Dolan gözlerimi camdan dışarı çevirdim. Arabanın içinde son ses yankılanan şarkı beni darmadağın etmişti, sanki çok toparlanmışım gibi. Geçip giden yollarda arkada bıraktığımız keşke sadece yol, ağaçlar ve diğer arabalar olsaydı. Geri bıraktığım bir aşk olmasaydı, aşık olduğum adam yanımdayken ben onsuz geçen günleri geride bırakmış olmasaydım. Yüzümü tekrar ona çevirdim. Radyoya uzanıp sesi kıstım, yararlanacağımız kadar yaralanmıştık zaten.

"Evimin yoluna benzemiyor" dedim yolu gösterirken. İlk defa bu kadar sakin araba kullanıyordu. Hızlanmadı, sollamadı öylece şeridinde seyrediyordu. Sanırım benimle geçireceği vakti uzatmaya çalışmakta devam ediyordu.

"Misafir olduğun eve götüreceğimi hiç söylemedim" dedi ve camını açtı biraz.

"Kızıma götüreceğini söyledin" dedim onu izlediğim için ne yapacağını şaşırmış gibiydi.

"Şu an demedim" dedi hafif bir tebessümle hoşuna gitmişti sanırım.

"Nereye gidiyoruz peki?" diye sordum. O sıra da bir araba önümüze kırdı. Kornaya bastı Alptekin ama bırakmadı uzun uzun bastı. Öndeki araba basıp giderken Alptekin Çakıroğlu altındaki arabanın hakkını vermek için arabayı çoktan spor moda almıştı.

Hala Alptekin Çakıroğlu'ydu, hala benim sevdiğim adamdı.

"Uğraşma boşver" dedim önümüze kıran arabayı takip etmeye başladığında.

"Sen eskiden bu kadar korkak değildin" dedi kelimeler ağzından bir nefret söylemi gibi çıkmıştı.

"Yer değiştirmişizdir belki? Eskiden kaybedecek hiçbir şeyi olmayan ben korkusuzdum. Kaybedecek çok şeyi olan sen korkaktın! Şimdi kaybedecek çok şeyi olan ben korkağım, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan sen ise korkusuzsun" dedim bir yandan da alkışladım onu. O hala öndeki aracı takip ediyordu.

"Ben mi korkaktım?" diye sordu hızı iyice artarken.

"Değil miydin?" diye sordum fısıltı halinde çıktı sesim. Gözleri saliselik bir kapanmanın ardından yüzünü bana döndü.

"Değildim! Korkak falan değildim sadece senin canını yakmamaya çalışıyordum!" diye bağırdı, öndeki araca selektör yaptı.

"Canımı yakmaktan çekiniyordun ama beni öldürmekten hiç çekinmedin Alptekin Çakıroğlu!" diye bağırdım ileri doğru çıkarken bağırmamla vücudum kendini ileri atmıştı. Kemer çok sıktı, nefret ediyorum bağlanmaktan! Açtım kemeri.

"Tak şunu! Bir fren yapsam camdan fırlarsın!" diye bağırdı o da bana.

"Alpaslan yatağa kemerle bağlardı beni" dedim dan diye. Duyduklarıyla gerçekten ani fren yaptı. Ama fren yaparken sağ kolunu bana uzatıp bana yeni bir kemer yapmıştı. "Niye şaşırdın bu kadar? Kemeri bağlamamamın sebebini söylüyorum ki bir kere daha ısrar etme" dedim sanki çok sıradan bir şeyden bahsedip konuyu kapatmışım gibi. Hemen toparladı kendini ve hızını tekrar yükseltirken arkadaki arabadan özür dilemek adına dörtlülerini yaktı.

"Özür dilerim" dedi Çakıroğlu önüne bakarken, direksiyonu tutan eli tekrar sıkılaştı "Bahsetmezdin hiç şaşırdım" dedi.

"Hala bahsetme taraftarı değilim sadece ısrar etme diye açıklama yaptım" dedim biraz önceye göre daha sakindim.

"Anlatmak ister misin diye soracağım anlatmayacaksın" dedi kendi kendine konuşurken "Sevmediğin şeyleri yaptıktan sonra mı öğrenebileceğim ben sana ne olduğunu?" diye sordu, yüzünü bana çevirirken.

"Senin bana yaptıklarından da bahsedecek miyiz?" diye sordum gözlerinin içine bakarken.

"Bahsedelim" dedi hiç düşünmeden. "Bahsedelim ve ben sana tam olarak ne yaptığımı bileyim" dedi yüzünü benden çevirirken öndeki araca çarpmamak adına sağa kırdı direksiyonu.

"Bilmek mi istiyorsun gerçekten?" diye sordum alaycı bir gülüşle.

"Hakkım yok mu?" diye sordu.

"Her katil olay mahalline döner sonuçta" dedim, başımı diğer tarafa çevirdim.

"Sen de katilin beyaz kuşusun sonuçta" dedi buz gibi sesiyle.

"Kuş mu?" dedim kızgın çıkan sesimle, yüzümü ona dönmüştüm "Mutluluktan havalarda uçarken vurup öldürdüğün mü?" diye sordum.

"Yaşıyorsun!" diye bağırdı. Gözlerimi kapattım. "Yaşıyorsun Nare! Buradasın. Hayalini bile kuramadığım kadar gerçeksin! Yanımdasın, benimlesin" dedi ses tonu gittikçe düşerken "Her şeye rağmen yanımdasın" dedi. Gözlerimi açtım.

"Yanında değilim, yakınındayım" dedim gözlerim yüzünde dolandığında.

"Umurumda değil, yaşıyorsun" dedi. Biraz önce önümüze kıran araca yaklaştığında yüz ifadesi herkese olduğu gibi, çok sertti.

"Yaşıyorum öyle mi?!" diye bağırdım kendime engel olamazken "Yaşıyorum ya ben helal olsun bana!" dedim kızgın çıkan sesimle tonunu da düşürmüştüm.

"Yaralısın, farkındayım! Korkuyorsun farkındayım! Farkında olmadığımı mı zannediyorsun?" diye sordu bağırmadan ama bastıra bastıra "Dokunsam uçup gideceksin diye aklım çıkıyor benim! Seni tekrar kaybedeceğim diye ödüm kopuyor! Yaralısın yaralıyorsun ve yaralanıyorsun ama gururundan vazgeçmiyorsun. Yargılamıyorum Nare, hakkın bunu yapmak. Beni yaralamak, canımı yakmak hakkın izin de veriyorum zaten gördüğün gibi ama sen benim canımı yakarken kendi canını daha çok yakıyorsun. Yanmıyorum sanıyorsan da yanılıyorsun sen benim cehennem ateşimsin" dedi kelimeleri bastıra bastıra söylemeye devam ederken sesinde kendi canımı yaktığım için bir sitem vardı.

"Benim canımın yanıp yanmamasını bu kadar önemsediğini bilmiyordum, bana da sürpriz oldu" dedim ağzımdan çıkan istemsiz bir küçük kahkahayla.

"İn" dedi arabayı sahilde bir yere çekerken, etrafıma baktım neredeyiz diye karşımda gördüğüm köfteciyle nerede olduğumuzu gayet iyi anladım.

"Aç değilim" dedim, yemek yiyelim diye getirdiğinin farkındaydım.

"Fikrini sormadım, in" dedi tekrar emir veren o sert ses tonuyla. Emir vermek en çok ona yakışıyordu ama ben hiçbir zaman emirlere uyan olmazdım.

"Emir verirsen yapmam, unutmuşsun galiba hatırlatayım" dedim koltukta geri yaslanırken.

"Kendini bana kucaklatma" dedi tehditvari bir ses tonuyla.

"Kılıma bile dokunamazsın" dedim gözlerinin içine içine meydan okurken, onunla inatlaşmayı çok özlemiştim.

"Yapamam zannediyorsun" dedi gözlerime bakarken hafif bir tebessüm yakaladım dudaklarında saliselik "Beni hiç mi tanımıyorsun?" diye sordu yüz ifadesi ciddileşirken bana doğru eğildi.

"Cevap kalbini kırabilir" dedim. Elim bana yakın olan yüzüne istemsiz şekilde havalandı ve dokundu.. dokunuşumla gözlerini kapattı, parmak uçlarım sakallarında ve yanağında gezerken o gözleri kapalı bu anın tadını çıkarıyordu. Ellerim yüzünü özlemişti. "Yüzünle, sesinle, saçlarınla, hareketlerinle, bakışınla hala o ara sokakta tanıştığım Alptekin Çakıroğlu'sun ama değilsin" dedim elimi yüzünden çektim, cümlemin bitmesiyle o da gözlerini açtı.

"Senin için korkaktım o zamanlar şimdi ise senin için hiçbir şeyden korkmuyorum. İkisi farklı geliyorsa sana şöyle açıklayabilirim, biri Nare Yıkılmaz'dan öncesiydi diğeri Nare Çakıroğlu'ndan sonrası. Senden öncesi ve sonrasında iki farklı adam olduğumu kabul ediyorum! Çünkü senin sevgin beni değiştirdi! Seninle iki ay geçirdiysem yokluğunla dört koca yıl geçirdim. Benimle olmadığını ispatlayamazsın bana çünkü ben her sabaha seninle uyandım, her geceye seninle uyudum. Kravatımı sana seçtirdim, her gün ekmeği sana aldırdım! Her gün sofraya seninle oturdum! Karşımdaki boş sandalyede, boş koltukta, boş yatakta hep vardın çünkü! Ben senin yokluğunla senden çok vakit geçirdim!" dedi zaman zaman yükselttiği sesini son cümlesiyle fısıltı halinde bitirdi. Gözlerim doldu cümleleriyle. Ben de böyle yaşamıştım, bağırıp çağırıp haykırmıyorum diye o mu haklıydı? Gözlerimi çektim gözlerinden.

"Cevabını kendin veriyorsun bazı şeylerin, Alptekin Çakıroğlu'ndan öncesi ve sonrası diye bende de ayrılıyor her şey! Çünkü beni senin ihanetin değiştirdi! Ben Alpaslan'ın karşısında çaresizce otururken sen gelmek için bir adım bile atmadın yerinden! Ben, bir ruh hastasının elindeyken sen sadece seyrettin! Ben sana ne kadar zor güvenmiştim oysa ki güvendiğim gecenin sabahında beni tam kalbimden vurdun.." sesim titredi devamını getiremedim. Sustum, yıllarca yaptığım gibi boğazıma dizilen bütün kelimeleri yuttum. Gözlerine baktım, cümlelerim onda ne ifade ediyor diye dolu gözlerle baktı bana.

"İnkar ediyor muyum?" diye sordu, gözünden alan bir damla yaşı silerken "Etmiyorum, seni ben vurdum. Seni ben öldürdüm o gün" eli yüzüme değdi, parmakları yanaklarımı narin narin okşarken gözlerini kapatma sırası bendeydi "Yaptığımın affının olmadığını biliyorum Nare ama son nefesimi verene kadar sana kendimi affettirmeye çalışacağım. Beni hiçbir zaman affetme" dedi alnını alnıma yasladı. Nefes alışverişlerim hızlandığında kendimi geri çektim. Bu yakınlığı beni heyecanlandırıyordu. Ben geri çekilince gözlerini açtı o da.

"Seni ölene kadar affetmeyeceğim" dedim gözlerine bakarken.

"Affetme ama yemek yiyelim" dedi başıyla köfteciyi gösterirken.

🕊

Yarım ekmek köfte yemiştik ve Alptekin Çakıroğlu çok sessizdi, yemeği yedik ve beni eve getirdi. İkimizde o kısa yüzleşmenin ardından sessiz kalmayı seçmiştik. Ben arabadan inerken bana "19.00'da kapıda olacağım, hazır ol" dedi. Bagajdan çantamı verdi, bahçeye girdiğimi gördü ve gitti.

Ben Öykü'yle kısa bir sohbet ettim, Gece'yi biraz ısırdım biraz sevdim biraz da mıncırdım ve odama hazırlanmaya geldim.

Ne giyeceğim nasıl bir makyaj yapacağım bilmiyordum. Aklımda hiçbir şey yoktu. Karar veremiyordum sanki ilk defa karşısına çıkacakmışım gibi çocuk bir heyecan taşıyordum üzerimde.

Giyinme odasında kıyafetlere bakarken hiçbirini üzerime yakıştıramadım, yaşlandım galiba. Saçlarımda beyazlar da var. Büyüdüğümü bana ispat etmeye çalışır gibiydiler.

Cinnet geçirecektim, giyecek hiçbir şeyim yoktu! Çok sinirlendim. Çok çirkindim! Aynada baktığım kadını hiç sevmedim.

Kapı çaldı ve açıldı. Yarım saniye sonra giyinme odasına yaklaşan ayak seslerini duydum.

"Nare" dedi Öykü.

"Gel" dedim Öykü'ye.

"Ee hazır değilsin hala" dedi yüzündeki şaşkınlıkla beni süzdü. Üzerimde eşofman takımı vardı.

"Böyle gitsem olmaz mı?" diye sordum dudak bükerken.. gülümsedi Öykü.

"Her halinle çok güzelsin böyle rahatsan böyle git" dedi beni desteklerken.

"Ben de isterim de böyle kendimi çok açıkta hissederim" dedim bir yandan dolaptaki elbiseleri çıkarıp geri yerine takarken.

"Siyah saten elbiseyi giymek ister misin?" diye sordu, askılarında beyaz taşları vardı söylediği elbisenin. Derin bir nefes verdim.

"Denedim, yakışmadı. Çok çirkinleşmişim Öykü denediğim hiçbir şey üzerime istediğim gibi olmadı" dedim halının üzerine oturup bağdaş kurdum.

"Nare saçmalama Allah aşkına! Ne diyorsun? Delirdin mi?" diye sordu yanıma oturup bağdaş kurarken.

"Hiçbirini yakıştıramıyorum kendime" dedim ellerimle oynarken.

"Sen şu an heyecanlısın, uzun zamandan sonra sevdiğini damla yemeğe gideceksin kendini beğenmiyor olman gayet normal Nare. Karşısına en iyi şekilde çıkmak istiyorsun" dedi ellerimi tuttu "Sen hala çok güzelsin" dedi gülümseyen gözlerle bana bakarken.

"Teselli cümlelerin için teşekkür ederim" dedim yüzümdeki gülümsemeyle.

"Teselli cümlesi kurmuyorum gerçekleri söylüyorum" dedi kendi ayağa kalkarken beni de kendiyle kaldırdı "Şimdi sana çok güzel bir elbise seçeceğim ve itiraz etmeden giyeceksin" dedi yanağımdan makas alırken.

"İtiraz edemez miyim?" diye sordum şirinlik yapıp ona kocaman gözlerle bakarken kirpiklerimi de kapatıp açtım.

"Edemezsin! Zaten aklımda sana giydireceğim elbise hazır" dedi göz kırparken. Başımı iki yana sallayıp ona gülümsedim.

Yarım saat sonra hazırdım.

Tek kollu, göğüs detayı olan bir elbise vardı üzerimde. Dizlerimin üç karış yukarısında ve yeterince kısaydı. Göğsünün bir kısmı straplez olan elbise bedenimi tam sararken hem çok şık hem de sade görünüyordu. Saçlarımı da sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Makyajım ise yerine göreydi, siyah gölgeli farım, uzun kirpiklerime sürdüğüm maskara ve dudaklarıma sürdüğüm bordo dudak kalemiyle birbiriyle uyumlu görünüyordu.

Ne abartılıydı ne de çok sadeydi.

"Çok güzel oldun!" dedi Öykü beni kendi etrafımda döndürürken.

İçimde liseli bir kız çocuğunun ilk buluşmaya gittiğindeki heyecanı vardı. İçim titriyordu. Karşısında güzel görünmek istiyordum. Belki de beni tekrar sevsin istiyordum. Heyecandan ellerim titriyordu.

"Hadi inelim artık saat geldi" dedi Öykü. Elimi bırakmadığı için beni çekmesi kolay oldu.

"Tamam yavaş bak düşeceğiz" dedim yüzümde bir gülümseme vardı.

"Adı bile sana nasıl iyi geliyor" dedi beni süzerken. Onu arkamda bırakıp hızlıca aşağı indim. Altay toplantı da olduğundan evde değildi. Kenan da Altay'la iş görüşmesinde olduğundan yoktu. Gece bahçe de Kaan'la oynuyordu. Kapıyı açıp bahçeye çıktım.

"OHA ANNE" diye bağırdı Gece yüzündeki o şaşkınlıkla elini ağzına kapattı ve gülmeye başladı "Çok güzelsin!" dedi gelip elimi tutarken.

"Kimin annesiyim" dedim bacaklarımı çarpmaz yapıp eğildim ve ona sımsıkı sarıldım.

"Anne ben de büyüyünce senin kadar güzel olur muyum?" diye sordu beni öperken "Keşke öpmeseydim makyajını bozdum" dedi yüzü düşerken.

"Benim yüzümdeki en güzel makyaj öpücüğündür bebeğim. Makyajımı daha da güzelleştirdiğin için teşekkür ederim!" dedim. Ben de onu öptüm ve yanağını ruj yaptım.

"Annecim çok güzel bir annesin, yaptığım hiçbir şey için bana kızmıyorsun" dedi yüzündeki o gururlu gülücükle.

"Henüz kızacağım bir şey yapmadın bebeğim" dedim "Gece'm ben bir iş yemeği yiyeceğim, geç gelebilirim bana kızmazsın değil mi?" diye sordu masmavi gözlerine bakarken.

"Kızmam annecim gelince yanımda uyursan eğer" dedi çatmaya çalıştığı kaşlarıyla dünyanın en tatlı kız çocuğuydu. Boynundan öptüm hemen bir kere daha. Yüzünü çevirip yanaklarından da öptüm.

"Oh!" dedim Gece halinden memnun olduğu için çok içten gülüşleri beni dünyanın en mutlu annesi yapıyordu "Geleceğim" dedim ve ondan ayrıldım. Bahçeden çıkarken ona el salladım "Görüşürüz bebeğim, geç yatmak yok" dedim ona gülerek.

"Tamam anne" dedi e'yi uzatmış ve sinirle söylemişti güldü bana ve eline öpücük koyup bana attı ben de onu tuttum ve göğsüme koydum elime.

"Sana emanet" dedim Kaan'a.

"Merak etme, çok güzel oldun" dedi bana samimi gülüşüyle. El salladım ona.

"Hadi biz içeri girelim" dedi Öykü, Gece'yi içeri götürdü.

Kapıdan çıktığımda arabaya yaşlanmış bir şekilde beni bekleyen Alptekin Çakıroğlu'nun gözlerine denk geldim. Duvarlar ve kapılar uzun olduğundan içeriyi görmesi mümkün değildi ama sesleri duymuştu.

"Şarap gibisin" dedi beni baştan aşağı süzerken. Benim gözlerim de onun üzerinde dolandı.

Üzerindeki takıma baktım, simsiyah takım özel yapım olduğunu belli ederken göğsündeki işlemeye denk geldim.
NAÇ' yazıyordu. Kulaklarımda o cümle yankılandı. "Kızım senin de baş harfini işlemek istiyorum" o takımdı. Üzerine muhteşem şekilde oturmuş, kaslı vücudunu ortaya çıkarmış, karizmatik ve çok yakışıklı görünüyordu. Saçlarını geriye doğru atmış olmasına rağmen yaptığı yerden bir kaç tutan yine alnına düşmüştü.

Yaslandığı araba.. Arabam.. Mustang. Bu gün bizi geçmişte yaşatmaya yemin etmişti. Hiçbir değişikliği olmayan arabama da baktım. Bana ilk verdiği gün yaşadığımız talihsiz o davetiye olayı, öncesinde benim arabamın patlaması. Her şey aynı anda aklıma hücum ederken gözlerim karşı saki adamın gözlerine değdi.

"Teşekkür ederim" dedim uzun bir bakışmanın ardından. Eğildi ve kapıya uzanıp benim için kapıyı açtı. Çantamı bacaklarıma doğru tutarken yavaşça girdim arabaya. Bir elimi uzatıp torpidonun oraya dokundum. Yavaş yavaş elimi gezdirirken arabaya bindi.

"Canavar seni özledi" dedi gülümseyerek bakıyordu bana.

🕊
4 saat sonra;

Sert yüzleşmenin sonunda birbirimizi çok kırmıştık. Gözlerim gözlerine değdiğinde artık Gece'nin onun kızı olduğunu söylemem gerektiğini hissettim.

"Alptekin" dedim titreyen sesimle.

"Efendim" dedi yüzünü bana dönerken.

"Ge-" çalan telefonuma baktım.

Numaraydı, meşgule attım.

"Sana bir şey söylemem gerekiyor" dedim. Ellerim de titremeye başlamıştı. Telefon bir kere daha çaldı.

Açtım.

"Merhaba Nare Yıkılmaz" dedi bir erkek sesi.

"Merhaba" dedim soru işareti koymuştum sesimle sonuna.

"Ben Cenk Tekir, tanışma faslını sonraya bırakalım. Eğer Alptekin Çakıroğlu'na Gece'nin onun kızı olduğunu söylersen kızın ölür. Ha bu arada kızına merhaba demek ister misin?" dedi.

Continue Reading

You'll Also Like

15M 606K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
710K 22.1K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
200K 7K 31
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...