ELIYS (+18)

By nursenturanli

158K 9.4K 4.3K

Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye ne... More

UYUYAN GÜZEL
ÇİLEKLİ PASTA
KABUS
UYANIŞ
ŞİZOFREN
KIZIL VAZO
GİRDAP
KAPI
SİS
SANDIK
EFİRUS
KÜKÜRT
AYNADA Kİ YANSIMA
DERİN KORKU
KAYIP TABLO
BİLİNÇ
HİÇLİK
NEFRETİN İLK TOHUMU
BEDEL
BROŞ
Sızı
KARANLIK YÜZ
İLK ADIM
DÜĞÜN 1.
DÜĞÜN. 2
IZDIRAP
AMADEOS MOZART
1.KISIM SIR SARMALI
2. KISIM BASKI
3.KISIM UÇURUM
ŞAH VE MAT
HASAT VAKTİ
Dönüş 1
Ölüme Çeyrek Kala
Yalanlar Ve Gerçekler
ANAHTAR
Geçmişin Tozları
SON ELIYS
Elyıs Başlangıç
İlk Ateş
Güç Oyunları
Ayrılık
Savaş
Madalyon
İNANÇ
KADER AĞI
KİM SİN SEN?
Zehirli Elmalar
YILAN OTU
ZEHRİ AŞK
Mecuz
DÜĞÜN

LANET

1K 89 141
By nursenturanli

Bembeyaz ışıklar sarmaya başladı bir anda,
katran gibi kara zindanı. Kirpiklerini kırpıştırırken, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gözkapaklarını açmak istiyor, güneş kadar parlak ışık gözlerini yakıyordu, sımsıkı yumdu ve yeniden ağır ağır araladı gözlerini. Parlaklığın arasında bulunan her neyse, ona doğru yakınlaşıyordu. Işık hüzmelerinin arasında bulunan nesne, tam da karşısında duruyordu. Görüyordu ama ne olduğunu bir türlü seçemiyordu. Kırık nefesi ile seslendi ona:

"Kim var orda!?"

Yankılı, buğulu ve insan sesine benzemeyen garip bir ses ile fısıldar gibi konuştu onunla.

"Elıysss"

Gözleri ve kulakları sesin sahibini arıyordu ama görmek çok zordu. İçeri saçılan beyaz ve parlak ışık ile, bir bütünlük vardı sanki. Elıys geri çekiliyor olsa da duvar tek engeliydi.

"Kimsin sen? Neden seni göremiyorum?"

Ne olduğu belirsiz varlık, fısıltılı sesi ile yanıt verdi.

"Beni gözlerinle göremezsin Elıys, beni ancak kalbin ile görebilirsin. Ne yazık ki o da sende yok. Yapayalnızsın Elıys, tıpkı yüksek kayalıkların donmuş zirveleri, ya da çöllerde açan kupkuru bir ot gibi. İçinde barındırdığın ateş seni küle dönüştürecek ve bu ateş ebediyen senin tek mekanın olacak. Bugün ölmeyeceksin, yaşamanı temiz ve merhamet dolu bir insana borçlu olacaksın. Sevmeyi dene, Fabriyan bunun için hayatını bağışladı. Gör ve duy! "

Ardından aydınlattığı ışık, gidişiyle yerini zindanın zifiri karanlığına bıraktı. Varlığın gidişi ile Elıys kederli bir hale bürünerek, başını yere eğdi ve tüm yaşamını yeniden gözden geçirdi. Uzun süre boyunca düşündü düşündü ve düşündü. Ani bir refleks ile ayağıya kalkarak, avazı çıktığı kadar bağırdı.

"Muhafızlar!"

Oraya doğru yönelen iki muhafız, tanrıların kızı olarak bilinen prenses Elıys'ın karşısında mahçup bir halde:

"Buyurun efendim"

Elıys kendinden emin bir tavırla:

"Prens Amaryan'ı görmek istiyorum! Derhal buraya gelmesini söyleyin!"

Muhafızlar birbirilerine baktılar ve ürkek bir halde:

"Derhal efendim"

Elıys kendine has edası ile yeniden iki elini belinde birleştirdi ve küçücük zindanın içinde volta atarak beklemeye koyuldu.
Geçen iki saatin ardından  Prensin ayak sesleri zindandan duyulmaya başladı. Zırhlı kapı açılır ve Prens Amaryan, Elıys'ın karşısına dikilir.

"Beni görmek istemişsiniz! Bugün  infazınız gerçekleşecek! Asla merhamet dilemeyin!"

Bu söz cidden Elıys'ı güldürmüştü. Onun bu hali prensi daha da öfkelendirmeye yetiyordu.

"Dinliyorum, isteğiniz nedir!?"

Elıys prense doğru sokularak, yumuşak ve sakin bir dille:

"İhtiyar Fabriyan'ı görmek istiyorum"

Amaryan umursamaz gözlerle prensesi süzdü. Canı yanıyordu ve terlemekte olan avuçlarını sıkmaya başladı:

"Üzgünüm, bu imkansız. Onu göremenize izin vermeyeceğim!"

Elıys biraz daha sokuldu ve yine aynı tonlama ile:

"Yapmayın prensim,  idam edilecek birinin son isteği olarak kabul edin. Bunu yapmak zorundasınız"

Amaryan birkaç saniye Elıys'ın yüzüne baktı ve ne gariptir ki ne korku, ne de endişenin olduğunu gördü. Üstelik prenses haklıydı, o sıradan alalede biri değildi ve son isteğini yerine getirmeliydi. Boynunu hafiften kırarak kabul ettiğini beyan ederek:

"Peki, sizi onunla görüştüreceğim. Umuyorum ki ölmeden önce son isteğinize değecek olsun. Yerinizde olsam, hakkımı daha verimli bir istek için kullanırdım. Mesela ülkenizden yardım talebi gibi bir istek olabilirdi"

Ve ardından sırtını dönerek oradan ayrılır. Evet prensesin son isteğini kabul etmişti, fakat bunu sadece Elıys için yapmamış, ikisi arasında yapılacak olan görüşmede neler konuşacaklarını merak ediyordu. Bunun planlı bir eylem olup olmadığını bilmek istiyordu.
Öğlen vakti saat tam onikide dört muhafız prenses Elıys'ın yanına geldi. İkisi önde diğer ikisi arkada olmak üzere yürümeye başladılar. Onu bir odaya götürerek beklemesini istediler.

Müzik:Heimta Thurs

Biraz sonra kapı açılır ve ihtiyar Fabriyan yavaş adımlarla içeri girer. Bedeni yorgun düşmüş ve hatta yürüyemiyecek bir hale gelmişti. Elıys durduğu yerden onu izliyordu. Fabriyan zarzor oturdu ve çenesini asasının üstüne koydu. Elıys bu ihtiyar adına cidden üzgündü ve onu anlamaya çalışıyordu. Bir süre konuşmadan izlerken onu Fabriyan İlk sözü söyledi.

"Üzgünüm prensesim, benim yüzümden başınız büyük belaya girdi. Bunun cezasını benim çekmem gerekirdi, siz değil"

Elıys iki dudağını üzgün bir halde içe doğru sıktı.

"Bunu neden yaptın Fabriyan?"

Yaşlı adam suçluluk duygusuyla kendini ifade ediyor ve af diliyordu. Elıys'ın sorusunu duymuyormuşcasına aynı şeyleri tekrarlayıp durdu.

"Üzgünüm prenses, çok üzgünüm. İnanın size zarar gelmesini istemezdim. Benim yüzümden ölecek olmanız beni kahrediyor"

Elıys yere çöktü ve başını Fabriyan'a doğru yükseltti.

"Bak ihtiyar, kimse benim kılıma dahi dokunamaz. Sana söz verdiğim İlk andan itibaren buraya çoktan adamlarımı yerleştirmiştim. Ülke içindeki bir çok güçlü adamı ben kontrol ediyorum. Ve dahası Prens Amaryan farkında değil belki ama ülkesi kuşatmam altında. Ordularım şuan tüm  sınırları kapatmış bulunuyor. Şimdi söyle bana, neden yaptın bunu? Sana söz vermiştim, er yada geç sözümü gerçekleştirmeye hazırdım"

Fabriyan yorgun ve buruşmuş ellerini prensesin ellinin üstüne koydu.

"Biliyorum efendim, sözünüzü yerine getireceğinizi biliyordum, işte tam da bu sebepten dolayı yaptım"

Elıys kaşlarını çatmaya başladı ve elini onun elinden çekerek ayağıya kalktı.

"Bu da ne demek oluyor!?"

"Bakın prenses, ben hayatım boyunca çok kral tanıdım ve her zaman büyük, kudretli idarecilerin sofrasında yer aldım. Ne yazık ki Kral Halesi kadar kötü, gaddar, acımasız bir kral tanımadım. Şira'mı, evleneceğim kadını ve gözlerimin ışığını benden aldı ama asıl acı olan masum ve zavallı insanlara yaptığı daha korkunç eylemlerine tanık olmamdı"

Elıys gergin bir halde onu dinlemekteydi.

"Nereye varmaya çalışıyorsun ihtiyar? İşte bunun için sana bir şans tanıdım. Kötü hatıralarınla dolu bu ülkeyi, başlarına yıkmayı ve içinde körüklediğin intikam ateşini söndürmek istedim ama senin aceleci tavrın beni düşündürdü. Amacın neydi? Bana açıklaman gereken şeyler olmalı"

Fabriyan onu görüyor gibiydi, çünkü Elıys'ın keskin soluğunu rahatlıkla duyabiliyordu. Başını ona doğru yönelterek:

" Bu ülkeye geldiğimiz gün, şehrin içinden geçtik ve ben çocukların kahkahalarını işittim. İnsanların sakin ve huzurlu hallerini duydum. Bu ülkenin insanları çok mutlu prensesim. Prens Amaryan hayatımda tanıdığım en adil, ahlaklı idareci. Halesi gibi bir şeytan, nasıl olurda Amaryan gibi bir oğula sahip olur anlamış değilim"

Elıys aniden hiddetlenerek:

"Peki bu neyi değiştirir! Onun iyi bir kral olması sana ne sağlayacak?"

Bu söz üstüne Fabriyan yerinden kalktı ve yalpalayarak ona doğru yürüdü. Feri sönmüş gözlerini ona doğru odaklandı.

"Demin size söylediğim gibi prenses, Halesi tanıdığım en korkunç iblisti. Bu hayatta onun kadar kötüsünü tanımadım. Ne yazık ki size rastlayana kadar!"

Elıys'ın kocaman olmuş gözleri hayretle ona bakıyordu. paniklemişdi ve şaşkındı. Onu Halesi ile aynı yerde tutmuştu. Etkileyici sesi ile, öfke içinde bağırdı:

"Haddini bil ihtiyar!"

"Ne yapacaksınız prenses? Beni öldürecek misiniz? Bu ülke ve içindeki insanlar sizin gibi bir zalimi hak etmiyor! Burayı feth etmek isteyişinizin bana verdiğiniz söz ile hiç bir ilgisi yok değil mi? Aniden bu savaş kararınızı benim için mi verdiniz? Ben sadece yaşlandım ama zekam hala yerinde. Bu ülkeyi ele geçirmek adına bir çok kıyım yapacaksınız ve zavallı masum insanları katledeceksiniz! Halesi'ye en yakışan evlat siz olabilirdiniz! Kral Halesi öldü! Kendi intikamımı kendim aldım ve bu durumda bana verdiğiniz söz fesh edildi. Şimdi bu insanları rahat bırakın ve huzur içinde ölmemi sağlayın!"

Elıys'ın adeta nutku tutulmuştu. Bu acı ve düşündürücü sözler onu fazlasıyla sarsmaya yetmişti. Elbette Elıys ve Fabriyan'ın bilmediği bir detay vardı ki o da Prens Amaryan'ın onları gizlice dinliyor olmasıydı.
Amaryan yan tarafda bulunan gizli odadan çıkarak, yanlarına yaklaştı. Elıys ve Fabriyan tüm konuşulanları duyduğundan emindiler. Amaryan yaşadığı büyük hayal kırıklığı ile Elıys'a doğru ilerledi. Acınası bir ifade ile ona baktı.

"Demek ülkemi ele geçirmeyi planlıyorduuz? üstelik en başından beri öyle mi? Oysa ki ben size her daim saygı ve sevgi ile yaklaştım. Bu ihtiyarın söyledikleri ne kadarda doğru, siz gerçekten kalpsiz bir cadısınız. Tüm konuşulanları dinledim ve her zaman olduğu gibi yine adil davranacağım. Duyduklarım gerçek ise suikast ile bir ilginiz yok ve bu sebepten dolayı serbest bırakılacaksınız. Sakın bu kararı sizden korktuğum ya da ülkemi kuşatan ordularınız için yaptığımı düşünmeyin. Onurlu biri olarak yaşadım ve öyle de kalmaya devam edeceğim. Siz ve General Langord gidebilirsiniz ama Fabriyan biraz sonra idam edilecek"

Fabriyan başını yere eğdi ve tekrardan yerine oturdu. Kısa bir sessizliğin ardından gülümseyerek:

"Babanız kral Halesi beni derin kederlere boğdu, siz ise beni sonsuz bir huzura erdirdiniz prensim. Size minnetarım efendim"

Prens hüzün içersinde karşısında oturan onurlu adama baktı. Ülkesi ve halkı uğruna kendisini nasıl feda ettiğini izledi. İçten içe babasının ne denli zalim biri olduğunu biliyordu ve bunun için bu yaşlı adamı suçlayamazdı. Her ne kadar Fabriyan'a saygı ve minnet duysada, babasını dolayısıyla kralı öldürdüğü gerçeğini değiştiremezdi. Yaşadığı minnet duygusu Amaryan'ın tüm ruhunu sarmıştı. Yaşlı Fabriyan için gerçekten üzgündü. Elıys'da ondan farksız değildi ve Fabriyan'ın asılacak olması onu da üzmüştü. Amaryan içinde olduğu ruh halinden sıyrılarak:

"Muhafızlar! Bu yaşlı adamı artık götürebilirsiniz!"

İçeri giren muhafızlar onu sert bir şekilde kavrayarak yürütmeye çalışıyordur ki Prens yeniden seslenerek:

"Kendisine karşı nazik olun. O yaşlı bir adam!"

Fabriyan teşekkür mahiyetinde başını eğdi ve muhafızlar eşliğinde asılmak üzere oradan uzaklaştırıldı.
Amaryan ise derin bir nefes çektikten sonra Elıys'ın yüzüne baktı.

"Size gelince prenses, umarım bir daha asla karşılaşmayız!"

Elıys yeniden toparlandı ve seri adımlarla kapıya doğru yöneldi, tam çıkacağı sırada Amaryan yüksek bir nida ile bağırdı:

"Prenses Elıys! Şunu bilmenizi isterim ki yaşadığım sürece sadece sizi seveceğim ve aynı zamanda yine sadace sizden nefret edeceğim!"

Elıys başını dahi çevirmeden usulca dinledi ve ardından kapıdan çıkıp gitti. Amaryan aşık olduğu kadın tarafından, ihanete uğramış olmanın hayal kırıklığıyla doluydu ve nemlenen gözleri onun ispatıydı. Elıys odasına çıkarak birkaç parça eşyasını aldı ve dışarı çıktı. Langord ve Efirus kapıda onu beklemekteydi. Durgun, içli bir hali vardı. Atına atlar ve meydana doğru ilerler. Fabriyan'ın asılacağı alana girerek, yoğun kalabalığın arasına karıştı. Halk bu yaşlı adam için ölüm naraları atıyor, ona olan nefret ve kin dolu sözleri ile feryat ediyordu. Zavallı yaratıklar nereden bilebilirdiler ki hayatlarını o yaşlı adama borçlu olduklarını. Bunu bilen sadece iki kişi vardı, Prens ve prenses. Adil değildi bu durum hiç adil değildi.

Biraz sonra halkın daha da galeyana gelmesi ile yaşlı adam iki muhafız tarafından asılmak üzere kurulan düzeneğe doğru getirilir. Zorla çıktığı beş basamak ile insanlar aynı ağızdan bağırmaya başladı.

"Ölüm! Ölüm! Ölüm!"

Fabriyan fazlasıyla sakin ve huzurlu görünüyordu. İdam edilen yüzlerce insanın derisi ile kararan yağlı urganı boynuna geçirdiler. Amaryan ise yüksek bir yerden, emri vermek adına beklemekteydi. Kısacık bir an, sadece kısa bir an Elıys ve Amaryan gözgöze geldi.

Amaryan yeniden askerlere doğru dönerek, ölüm emrini vermiş oldu. Cellat bu emir ile Fabriyan'ın ayakları altında bulunan eski tahtayı çekerek, infazını gerçekleştirdi. İhtiyar Fabriyan, can çekişiyor iken halkın sevinç nidaları çok hazin verici bir durumdu. Elıys yüzünü yana doğru çevirdi ve bu yaşlı adamın son bulan yaşamını üzüntü içinde izledi. Langord prensese yaklaşarak:

"Gidelim efendim. Burada yapacak birşey kalmadı"

Elıys, Efirus'un eğerini çevirdi ve hiç olmadığı kadar hızla oradan ayrıldı.
Ülkeden uzaklaşana dek hiç durmaksızın koştu ve ardına anlamlı bir halde bakarak Efirus'u yavaşlatı.
Durgun ve çok fazla sessizdi. Langord ise arkasında yol alıyor, onun seyri ile ilerliyordu. Efirus çok yavaş ilerliyor, sanki prensesin ruh halini biliyor gibi nallarının sesini dahi duyurmak istemiyordu. Bedensel olarak oradaydı ama aslında ruhen çok farklı yerlerdeydi. Bu kadar ağır ilerlemeleri elbette yolculuğu çok uzatıyordu. Artık gün bitmiş güneş yerini karanlığa bıraktı. Soğuk hava insanın nefesini kesiyor, Elıys hiçbir şey hissetmiyordu. Langord prensese doğru yanaşarak:

"Efendim, hava çok soğuk. İsterseniz geceyi burada geçirelim, yorgun görünüyorsunuz"

Bomboş gözlerle ona bakıyor ve hiç konuşmadan başını salladı. Langord prensesin bu hali karşısında üzgündü. O hırcın, kasırga misali esip gürleyen kadın nerede? Langord atından inerek derhal çalıçırpı topladı ve bir ateş yaktı. Elıys ve ikisi yanan ateşin karşısına oturdular. Prensesin kederli hali Langord'u düşündürüyordu. Yanan ateşin gölgesi prensesin güzel silüyetinde aydınlanıyordu. Keder dahi bir kadına yakışır mı? Evet yakışıyordu. Langord onun hüzün dolu yüzüne kaçamak bakışlar atıyor iken onunla konuşmak istiyordu fakat buna cesaret edemiyordu.
Elıys ardı ardına yaşadığı garip olaylar nedeni ile çok sarsılmıştı. Kimbilir belkide İlk defa kendisini sorguluyordu. Büyük bir hastalıktan kurtulmuşcasına ya da sonu olmayan bir kabustan uyanmak gibi. Yaşlı Fabriyan'ın ve ne olduğunu bilmediği o varlığın sözleri beynine mıh gibi saplanmıştı. Karşısında oturduğu ve yanmakta olan ateşe dikkatle bakarken göz bebekleri büyümeye başladı. Yaptığı katliamlar, masum insanların çığlıklarını duydu. Hepsi adeta ateşin içinde can bulmuş gibiydi ve dehşetle yaptıklarını izliyordu. Yüzünün aldığı tuhaf haller Langord'u endişelendiriyordu. Derken Elıys gözlerini sımsıkı kapatarak yüzünü ateşten çevirdi ve soluna doğru uzanarak gözlerini yumdu. Langord ateşin başında sessizce onu izliyor ve onun yaşlı Fabriyan adına üzüntü duyduğunu düşünüyordu. Bir süre sonra Prensesin uyuduğunu sanan Langord, ayağıya kalkar ve ona doğru ilerler. Dizlerini kırarak yere çöker ve arkası dönük olan prensesi izler. Sırtında bulunan kaba kürkü çıkarıp, nazikçe üstünü örttü. Sağ elinin parmakları ile onun zifiri karası, ipek saçlarını okşuyorken bu kadar masum birinin nasıl bu kadar zalim olacağını düşünüyordu. Uyurken bir meleği andırıyor, hırcın savaşçı prensesin yerini bebekler kadar temiz bir genç kız almıştı. Langord'un ona olan aşkı bir çığ gibi  hergün daha da büyüyordu içinde. Onu böyle hüzünlü görmek canını yakıyor olsa da sabah uyandığında belki de Fabriyan'ı dahi hatırlamayarak eski haline bürüneceğinden emindi. Tıpkı General Eboyani'de yaşanılanlar gibi. Langord elini ondan çektiği an Elıys'ın sorduğu soru ile donakaldı.

"Sence ben bir iblis miyim?"

Langord bu soru karşısında şaşkındı ve onun aslında hiç uyumamış olduğunu farketti. Yerine oturdu ve İki elinin parmaklarını birbirine kenetleyerek:

"Hayır prensesim, İblisler yetim çocukları evlat edinmez"

Elıys gözkapaklarını araladı.

"İnsan olduğumu düşündürecek hiç bir belirti yok değil mi? O iki çocuk dışında kalbimin olduğunu düşünmüyorsun?"

Langord sessiz kalmakla yetindi, ne diyebilirdi ki. Ve Elıys yenide gözlerini yumarak uykuya daldı...

***
Elıys ülkesine geri dönmüştü ve tüm orduları bu defa yeni hedeflerinin hangi coğrafya olduğunu tartışıyor, kendi aralarında teoriler üretiyordular. Prenses ise ölüm sessizliği içerisinde odasından pek çıkmıyordu. Kendi içerisinde hesaplaştığı binlerce hesabı vardı. Dev stunlardan oluşan odasında, bir o yana bir bu yana yürüyordu. Fabriyan'ın ona sarfettiği sözler korkunç gerçekleri tıpkı bir tokat misali yüzüne yüzene çarpmıştı. Kral Halesi kadar korkunç ve zalim biri olmak ha, kendi yansımasını hiç bu denli net görmemişti. Hayatını gözler önüne sermiş, yaptıklarını düşünüp duruyordu. Kimbilir, belki o da Halesi gibi kaç Fabriyan'ın dünyasını karartmıştı. Tüm bunların asla bir sonu olmayacaktı ve eninde sonunda o da ölümle yüzleşecekti. Belki de ondan nefret eden biri tarafından yatağında öldürülecek ve lanetler yağdıralacaktı.
Peki ya o zindanda beliren o varlığın korkunç sözleri, işte bu Fabriyan'ın kelimeleri ile bağlayıcıydı.

_Kalpsiz bir iblis!

İnsan olupda nasıl iblis gibi yaşadığını ve hayatı boyunca insanları sadece bir nesne gibi görüp, onlara asla anlam yüklememesi. Kaç aileyi yok ettiğini kaç oğulu ya da babayı ailesinden kopardığını düşündü. İlk defa empati kuruyor ve onların yaşadıklarını hissediyordu.
Ya birgün onunda oğulları olurda, biri onları kendisinden koparırsa. Tanrılar adına bu korkunç bir his ve ilk defa bu kadar objektif bakabiliyordu.
Sevgi ve merhamet denen duygunun anlamı nedir? Hiç bir zaman yaşayamadığı tek duygu. Amaryan onda izler bırakmıştı. Herşeye rağmen iyi bir kalbe sahip olması, kendi babasının katiline dahi nazik davranabiliyor olması, onda şaşkınlık yaratmıştı.
Tüm bu olanları düşünürken bile sanki içinde binlerce diken bedenine saplanıyor ve dışarı çıkıp onu kendi karanlığına hapsetmeye çalışıyordu. Avuçları ile yüzünü kapadı. Tane tane düşen ter damlacıkları onun ızdırabının şahitleriydi. Yerinden kalkarak temiz hava almak istedi. Artık boğulduğunu ve nefes alamadığını anlıyordu. Hemen pencereye yanaştı ve gökyüzüne baktı, uçan kuşların nizami bir halde nasıl süzüldüklerini gördü. Penceresinin altından yayılan mis gibi çiçeklerin kokusunu duydu. Ne garip, oysaki yüzlerce kez bu pencereden bakmıştı ama hiç bu güzel şeyleri farketmemişti. Farklı sezgiler onu hiç bu kadar cezbetmemişti. O sırada aşağıda gülüşen ve saraya getirdiği iki kardeşin gülüşmelerini duydu. Başını sesin geldiği noktaya doğru sarkıttı ve Langord'un o çocuklarla nasıl ilgilendiğini gördü. Hatta kardeşi Ediyorin'de onlarla birlikte mutluluk içinde gülüyordu.
Nefes alamıyor, huzur bulamıyordu bir türlü. Ne çok güzel şeyleri kaçırdığını anlamıştı nihayet. Babasının söylediği sözleri düşündü. Evlenmeli ve birbirinden güzel çocuklar dünyaya getirmeliydi. Belkide artık hırsın ve nefretin sonunun olmayacağını kavramıştı.

***
Birkaç haftanın ardından Elıys bir bildiri yayınladı ve tüm krallıklara gönderdi. Mektupları okuyan her hükümdar şaşkın ve mutluydu, çünkü prenses Elıys Matiya savaşlarına son verdiğini ve ülkesine herhangi bir saldırı ya da tehdit altında olmadığı sürece, barış istediğini yayınlamıştı. Tabiki en büyük şaşkınlığı başta babası olmak üzere, tüm ordu ve halkı aynı anda  yaşıyordu.Artonya halkı bu ciddi karar karşısında sevinmiş ve o günü bayram ilan etmiştiler. Savaşlar zaferle sonuçlansa dahi, her zaman mutlaka ağır bedelleri olurdu. İnsanlar ardı ardına yapılan savaşlardan bıkıp usanmış, artık huzur ve barış içinde yaşamak istiyordular. Her zaman olduğu gibi bu durumdan hoşnut olmayanlarda vardı, çünkü savaş demek, bazıları için para ve güç demekti. Ama asla bunu dile getirecek cesareti gösteremezdiler.

Elıys artık dikkat çekecek kadar halsiz ve sükundu. O bıckın, aksi halinden eser kalmamıştı. Sık sık Efurus ile uzak yerlere gidiyor, belkide ruhundaki karmaşadan biraz olsun kurtulmak istiyordu. Yine böyle birgün de deniz kenarında küçük bir barakaya gitmiş, orada kendi ile hesaplaşıyordu. Gökyüzünü kaplayan kara bulutlar, tıpkı onun kalbini yansıtıyordu. Islak kumlara oturdu ve denizin kabarttığı dev dalgaları izledi. O sırada sırtına binen ağırlık ile heyecanlanarak başını çevirdiğinde, General Langord'u gördü. Langord üşümemesi için kürkünü onun sırtına örtmüş ve şefkatle ona bakıyordu. Elıys onu umursamadan yeniden hüzünlü yüzünü hırcın dalgalara döndü. Langord izin dahi istemeden prensesin hemen yanına oturdu ve iki dizini kendine doğru çekti. Bir süre hiç konuşmadan kayalara çarpan denizin öfkeli dalgalarını izlediler. Dahası Elıys izledi, Langord ise onu.  Elini beline götürdü ve içinden bir bez barçasına sarılı olan bir şey çıkararak ona doğru uzattı. Elıys kahverengi bir paçavraya sarılı olan şeye baktı ve sordu.

"Nedir bu?"

Langord eşsiz gülümsemesi ile:

"Sizin için bir hediye efendim. Yakında doğum gününüz var, yirmiyedi yaşına basacaksınız. Bu hediyeyi bizzat kendim yaptım. Kabul ederseniz çok mutlu olurum"

Prenses bez parçasına sarılı olan hediyeyi eline alarak, karşısında heyecanla gülümseyen adama baktı. Ona açması için cesaret verirken ne kadar da heyecanlıydı.
Üstüste katlı olan bezi, nazikçe bir bir açmaya başladı. İçinde duran hediye resmen ışıldıyordu. Başını yeniden kaldırdı ve sordu:

"Bu da ne böyle?"

"O bir broş efendim"

Elıys yüzünü buruşturdu.

"Ne işe yarıyor?"

Langord onun bu haline bayılmıştı. Koskaca güzeller güzeli bir prenses olup da nasıl kadınlarla ilgili hiçbir şey bilmiyordu.

"Bu bir süs. Kadınlar bunu güzel elbiselerinin yakalarına takarlar"

Elıys şaşkınca baktı.

"Bu kadar büyük birşeyi neden göğüslerinde taşıyorlar? Kaldıki ben mücevher takmam"

Langord onu ilk defa bu kadar sıcak ve samimi bulmuştu. Tebbesüm ederken gözlerine baktı.

"Kadınlar güzel olmak için herşeyi yaparlar ama sizin hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Tanrılar sizin yerinize bunu yapmış zaten"

Elıys utanmış ve heyecanlanmış olsa da bunu ona asla sezdirmiyordu. Elinde duran broşu ona doğru uzatarak:

"Teşekkür ederim, dediğim gibi ben süslü taşlar takmam, bunu başka bir kadına hediye edin"

"Onu sizin için yaptım efendim. Hiçbir kadın onu takamaz. Kaldı ki o bir broştan ziyade bir silah"

İşte şimdi Elıys'ın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Elıys hayretle broşa baktı.

"Bu nasıl bir silah olabilir? Bildiğim hiçbir silaha benzemiyor"

"Bana izin verirseniz gösterebilirim"

Elıys başını eğerek onay verdi. Langord onun elini tuttu ve cebinden çıkardığı ince hançer ile eline küçük bir çizik attı. Elıys onun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu ve yine çok sakindi. Sıyrık attığı elinden çok az miktarda kan sızmaya başladı. Broşu tam olarak parmağının altına koydu ve bir damla kanı üstüne damlattı. O an broş harekete geçti kenarlarında duran hilal şeklindeki beş  mekanizma genişlemeye başladı. Her biri jilet kadar keskindi. Bir damla daha damlattı. Bu defada altından ve üstünden demir civiler çıkmaya başladı. Broş neredeyse kırk santimlik yuvarlak ve düz bir hale geldi. Elıys'ın gözleri kocaman olmuş bunun nasıl olabileceğini sorgulayan bakışları Langord'a yöneldi. Langord kendisine baktı ve ılık sesi ile:

"Şimdi bunu kullanın"

"Nasıl? Bunu nasıl kullanacağımı bilmiyorum ki"

Langord ayağıya kalktı ve onun elini tutarak ayağıya kaldırdı.

"Şimdi onu denize doğru var gücünüzle fırlatın"

Elıys elinde duran broşa baktı ve neden onu denize atması gerektiğini sordu. Langord ısrarla onu yükseğe doğru fırlatmasını istedi. Prenses anlamsız bir halde dediğini yaptı ve broşu tüm gücü ile denize doğru fırlattı. Silah niteliğindeki broş, dönerek hızla yükseldi ve denizin üstünde uçuşan martıları bir bir keserek bir bumerang şekli ile yeniden prensese doğru hızla geri geldi. Elıys onu tek hamle ile yakaladı. Öylesine şaşkındı ki böyle birşeyin imkansız olabileceğini düşündü. İkna olmak adına yeniden denedi ve bu kez daha süratle fırlattı. Broş kendi etrafında dönerek martıları biçe biçe dönüyordu. Ölen martılar ikişer üçer denizin yüzene yağmur gibi düşüyordular. Onu hiçbir hediye bu kadar heyecanlandıramazdı. Bir savaş meydanında bununla neler yapacağını düşünerek mutlu olmuştu. Nefesi kesilmiş bir halde Langord'a baktı.

"Sen bir büyücü olmalısın. Bu nasıl mümkün olabilir?"

Langord başını iki kez salladı.

"Hayır hayır efendim, ben büyücü falan değilim, sadece becerikli biriyim. Artık broş sizi tanıyor, çünkü kanınız ile kilidini açtınız. Dünyada sizden başka hiç kimse artık bu broşu açamaz"

Elıys bu tuhaf icadı uzun uzun inceledi. Langord'un sıradan biri olmadığını hep biliyordu ama onu hergün daha da şaşırtıyordu. Broşu incelerken masumlaştı ve elleri ile saçlarını geriye doğru süpürdü.

"Neden hep peşimdesin? Amacın nedir?"

General Langord ona daha dikkatli baktı.

"Hiç bir Amacım yok efendim, kalbinize sahip olmak dışında"

Hava gerçekten çok soğuktu, prensesin elleri sert esen rüzgardan rengini kaybetmişti. Yerinden kalktı bedenine yapışan ıslak kumları bir iki öteleyerek barakasına girdi. Langord ise uzun süre orada oturup, o soğuk ve ıslak kumların üstünde onu bekledi. Hava kararmaya yüz tutmuş, rüzgar daha da sert esiyordu. Langord yerinden kalktı ve barakaya doğru yürüdü. İçeri girdiğinde barakanın seyrek dizilen derme çatma tahtalarından içeri giren soğuk yüzünden bir hayli soğuk olduğunu farketti. Etrafda hiç birşey yoktu tahtadan bir sedirin dışında. Prenses tıpkı cenin şeklinde uyumuş ve neredeyse vücudunun tamamı titriyordu. Onun adına çok üzülüyordu, neden sıcacık onlarca koca sarayları varken bu lanet yere sığınmış olabilirdi? Derdi neydi acaba? Elıys'ı hiç bu kadar masum ve savunmasız görmemişti. Başucuna dikildi ve parmaklarını onun yanağında gezindirdi. O an yüzü değişmişti panik ile vücudunun diğer taraflarına dokundu. Prensesin neredeyse morarmış ve donmak üzere olduğunu farketti. Yine hayvan postuyla yapılan sırtında ki kürkü çıkarır ve üstünü örter. Bunun hiç fayda sağlamadığını anladığı an belden yukarı ne varsa çıkartır ve yanına uzanarak onu göğsüne sımsıkı sarar. Elıys'ın soğumuş, solgun yüzü onun bedenine yapışmış, nefesi ile çıkan duman Langord'un teninde yok oluyordu. Kürkünü daha da örterek prensesi ısıtmaya çalıyordu. Gecenin yarısı Elıys gözlerini Langord'un göğsüne yapışmış halde açar. Önce nerde olduğunu anlamaya çalışarak başını yükseltir. Generalinin koynunda olduğunu farkeder ve ilk defa güvenli bir bedende kendini huzurlu hisseder. Onun minik hareketi ile Langord uyanır ve hisli bakışları ile ona baka:

"Özür dilerim efendim, çok üşüyordunuz ve sizi ısıtacak bir bedenden başka birşeyim yok"

Elıys onun bu telaşına karşın sıcak bakışları ile yanıt verdi.

"Önemli değil, hiç önemli değil General"

Müzik:Lyfiaberg

Langord afallamıştı, ilk defa Elıys kendisine General diye hitap ediyordu.
Onun bu denli sıcak ve samimi bakışlarından cesaret almış olacak ki ona dahada sıkı sarılır.
Nedendir bilinmez, Elıys kendisini hiç bu kadar rahat ve huzurlu hissetmemiş, Langord'un bedeninde kendisini küçük bir kız gibi savunmasız görmüştü. Bu sıcak kuçağın ona verdiği güveni, hayatı boyunca hiç tatmamıştı. Kalbi ve ruhu ile ona doğru hızla koşuyordu. Langord onu Sarmalıyor iken, iki eliyle sırtını sıvazlayarak daha çok içine çekmek istiyordu. O an için İkisi de birbirilerinin bedenlerinde dünyanın en mutlu insanıydı. Elıys, Langord'un çılgınlar gibi atan kalbinin ritmini rahatlıkla duyabiliyor ve  kendisinin de ondan farksız olmadığını görüyordu. General sol elini onun belinden çekerek saçlarına doğru götürdü ve narince okşamaya başladı. Elıys şefkat ve şehvetin tam ortasında olup, iki duyguya da delicesine bağlanmıştı. İçinde bulundukları ortamın mistik atmosferi onları daha da büyülüyordu.

Elıys başını yeniden yükselterek Langord'un masmavi gözlerine baktı. O güzel, şefkat dolu gözlerde pek çok şey gördü. Birbirilerine bakarken içlerinde yanan ateş daha  da çok körükleniyordu.

Langord parmaklarını onun hatlı ve dolgun dudaklarında gezindirdi. Her dokunuşu Elıys'ı savaşçı bir liderden çıkarıp, bir kadına dönüştürdü. Bedenleri arzu ve ihtiras içerisinde yanıp kavrulurken, gözlerindeki istek onları birbirilerine çoktan kenetlemişti. Artık sadece sıradan iki insandılar erkek ve de kadın. Aşk ile öpülen dudaklar bunun geri dönüşü olmayan uzun bir yolculuğun bileti gibiydi. Langord onu doyasıya öpüyor, yıllardır hayali ile seviştiği bu kadına artık gerçekte de dokunabilmenin sevinçi içinde sarılıyor ve okşuyordu. Elıys'ın isterik, arzulu bakışları ve misk kokulu nefesi generali daha da tahrik ediyordu. Langord kendisini rüyada olmadığına inandırmak istiyordu, çünkü bu gerçek olamayacak kadar imkansız ve muhteşem bir his di. Ellerini prensesin narin vücudunda gezindiriyor onun en mahrem yerlerine dokunuyordu. Aralarında inanılmaz bir etki ve tepki vardı, buna karşı gelmek ise çok zordu. Langord'un dokunuşları Elıys'ı terletiyor bedeninden çıkan sıvı sevdiği adamı ıslatıyordu. Sıcacık soluğu ile Langord'a yaklaştı ve büyük bir şehvet ile dudaklarını ona sundu. Langord onun giysilerini birbir çıkarıyorken, prenses kendisini ona çoktan teslim etmişti. Bu kadının her zerresini ve her salgısını arzuluyor, deli bir istek ile tüm vücudunda bunu hissettiriyordu. Bu dünya yanlız onlara aitmiş gibi, sereserpe birbirilerinde nefes alıyor ve tenlerini birleştiriyordular. Langord onun hatlı ve yuvarlak göğüslerini avuçlayarak tutku içinde öperken, Elıys daha fazla der gibi onu göğsüne sarmalıyordu. Tenleri alev alev yanıyor, yılların ateşini yine kendilerinde dindirmek istiyordular.

Langord altında kıvranan, dünyanın en güçlü ve güzel kadınına sahip olmak için çırpınıyordu. Yaşadıkları muazzam heyecanın tarifi olamazdı ve onlar bunun farkındaydı. İkisininde teni daha önce dokundukları hiç bir tene benzemiyordu. Tanrılar onları birbirileri için yaratmış olmalıydı. Elıys'ın dudaklarından bir an olsun koparmıyordu kendisini, onu ruhuna bedenine çekercesine seviyordu. Kulaklarına fısıldadığı aşk dolu sözler Elıys'ı kendinden almıştı.

"Size aşığım prenses Elıys, siz benim parçam gibisiniz. Kalbim, ruhum, bedenim artık sizin esiriniz"

Mest eden sözler eylem ile Elıys'ı bambaşka birine dönüştürmüştü. O artık bir aşıktı hemde delicesine seven bir aşık. Nihayet Prensesin zevk çığlıkları ile Langord onu teslim almıştı.

Kalçalarını ona doğru sürterek daha fazla yakın olmak istiyor, bu yakışıklı adamın kadını olmak için o da tıpkı Langord gibi çabalıyordu. Artık inkarın bir yararı yoktu. Langord'u seviyordu, bunu kendisine ve herkese haykırmak istiyordu. Aşk çok garip bir eylem, bunu Elıys onun kollarında zevk ile inlerken bir kez daha anlamıştı. Defalarca defalarca karşı konulamaz istek ve arzu ile seviştiler ta ki bedenleri yorgun bitip tükenene dek. İki cins hiç bu denli birbirine yakışmamış olup, iki beden hiç bu kadar uyumlu olmamıştır. İkisi de sıradan insanlar değildi, elbette aşklarıda sıradan olmayacaktı.

Ruh bedenin kendisi, beden ise sevdiğinin gölgesidir...

İkisinin de yorgun bedenleri uykuya dalmıştı ki prenses gülümseyerek açtı mahmur gözlerini. Uyanarak bir süre göğsünde uyuduğu adamı izledi. Kendisini hiç olmadığı kadar rahat ve mutlu hissediyordu. Derin uykuda  olan Langord'un kollarından kendini ayırdı ve üstüne birşeyler giyerek dışarı çıktı. O an, inanılmaz derecede garip birşey gördü. Tüm kara bulutlar kaybolmuş, ay ise tüm görkemli hali ile karşısında duruyordu. Ay'ı hiç bu kadar yakın bir mesafede görmemişti. Evet Ay'ın dünyaya en yakın olduğu zamanı yakalamıştı ve hayretler içinde İlk defa tanık olduğu bu doğa olayını izliyordu. Muazzam bir görsellikti. Ay ışıklarını çarşaf gibi denizin üstüne dökmüş, denizde oluşan yakamozlar yanıp yanıp sönüyordu. Heyecan ve telaşla koşarak barakaya gitti ve uyumakta olan Langord'a dokunarak:

"Langord! Langord! Benimle gel, sana inanılmaz birşey göstereceğim!"

Telaşla uyanan Langord hızla yerinden kalktı ve elini tutup çekiştiren prensesin ardından dışarı çıktı. Gördüğü manzara ile o da tıpkı Elıys gibi olduğu yerde hayretler içinde kalakaldı.

" Bu da neyin nesi böyle!? "

" Görüyor musun Langord!? Tanrılar bize bir hediye sunmuş! Sanki merdivenle çıksam Ay'a ulaşabilirim gibi"

Evet ikisi de gerçekten çok ama çok şaşkındı ve hayranlıkla bu an'ı izliyordu. Elıys'ın çocuksu neşesi ve heyecanı Langord'un daha çok ilgisini çekiyordu. Elıys karşısında duran Ay'ı izler iken, Langord sadece onu izliyordu. Çünkü Langord için bu dünya da Elıys'dan daha güzel birşey olamazdı. İki kolu ile Elıys'ı belinden  kenetledi ve onun boynuna yüzünü gömerek:

"Sizi seviyorum prenses, Benim Ay'ım da Güneşim'de sizsiniz efendim"

Bu güzel sözler üzerine prenses, Langord'un kollarını çözerek denize doğru birkeç adım attı ve garip bir şekilde soyunmaya başladı. Langord onun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken, Elıys Ay'ın aydınlattığı denize doğru çıplak ayakları ile ıslak kumların üzerinden  ilerledi.

"Prensesim hayır! Su çok soğuk!"

Prenses onu dinlemeden denize açıldı ve Ay'a doğru yüzmeye başladı. Kahkahalarını ilkkez duyan Langord yine de tetbiri elden bırakmayarak peşinden gitti. Ay parlak ışıklarını sadace onlar için yakmış gibiydi ve bu güzel iki aşığı kutluyorcasına daha da çok yaklaşıyordu dünya yüzeyine...
Ay'ın ışıklarını yansıttığı dingin denizde arınıyorcasına yüzdüler ve her ikisi de bu anın sonsuza kadar sürmesi için tanrılara yalvardılar...

***
Elıys ülkesine geri dönmüştü. Artık değişkenlik gösteren farklı biriydi. O artık tamamen bir kadına dönüşmüş, ruhen ve bedenen aşık bir kadının tüm belirtilerini taşıyordu. Elbette, neden olmasın? Herşeye rağmen sonuçta o da bir insandı. Langord'un bedenine bıraktığı İzleri sevmiş, her an ayna karşısında dokunduğu yerlerini izliyordu. Onu en çok mutlu eden husus ise, Langord'an olacak oğullarıydı. Üremek adına daha iyi bir aday bulunamazdı. Çünkü o mevki ve paradan çok oğullarının gen havuzunu düşünüyor, tıpkı Langord kadar güçlü, zeki, savaşçı  oğullarını hayal ediyordu. Kurduğu hayal nedeni ile mutluluktan tatlı tatlı gülümsüyordu. Gülümsemesi ne kadar derin ise gamzeleri o denli ortaya çıkıyor, çukur gibi beliriyordular. Çoktan hayaller kurmaya başlamış, doğacak olan oğullarını bizzat kendisi eğiterek  adlarını tarihe yazdıracaktı.
Bunları düşünürken öylesine mutlu olmuştu ki iki elini kalbinin üstüne koyup, bir anda dans ederek kendi etrafında dönmeye başladı. Elıys artık kabuk değiştirmiş ve tertemiz bir ruhla kendisini tazelemişti. Sanki her türlü vahşet ve kötülükten arınmış gibi, mutlu ve de huzur doluydu. Langord'a sırılsıklam aşıktı ve bu aşk onu değiştirerek bir meleğe çevirmişti. Onun ilk kez gülümsemelerine tanık olan hizmetliler, şaşkınca bakışıyor ve prensesin hasta olabileceğini düşünmeden edemiyordular.

Elıys tüm zamanını iki yetim çocuk ve de kardeşi Ediyorin ile geçiriyordu. Onun kahkahalarını duymak nasıl bir nimetdi? Saray ahalisi, halk ve de orduları onun bu halini pek sevmiştiler. Hele ki babası, Alagos tanrılara şükürler bağışlarken kızı için büyük hayvanlar bağışlıyordu. Kızının kalbinde bir filiz yetişiyordu taze ve merhamet dolu bir filiz. Tüm bunların sebebinin General Langord olduğundan emindi ve ona bir kez daha hayran kalmıştı...

Tüm bu süreçlerden rahatsızlık duyan tek kişi vardı ki o da General Forgest'di.

O herkesin aksine, Langord'an zerre kadar hoşlanmıyordu. Bunun sebebi sırf sevdiği kadını elinden aldığı için değildi, onun aslında hiç de göründüğü gibi biri olmadığından emin olduğu içindi.
Langord ise her zaman ki gibi kibirli ve mağrurdu. Ölesiye aşık olduğu kadının etrafında dolanıyor, çapkın ve etkili bakışlarını sürekli olarak onun üstünde tutmaya gayret ediyordu. İnsanlar Langord'a karşı bir adım geri atmış ve onun gelecekte prensesin yanında olacağını biliyordular. O gerçek anlamda baş edilemez bir adam haline gelmişti.

Bunu anlamak için kahin olmaya gerek yoktu, prensesin tüm neşesinin sebebi açıkca Langord olduğu besbelliydi. Bu saaten sonra o sadece bir General değil, dünyanın en güçlü adamıydı.
Elıys artık yirmiyedisine basacaktı ve babası onun için yine büyük bir davet hazırladı. Kızı için inanılmaz bir doğum günü partisi planladı.

Evet, nihayet Elıys yirmiyedisine basıyordu. Nereden bilebilirdi bu yaşın, onun miladı ve laneti olacağını...

***
Müzik: Voluspa skaldic

Davet hazırlıkları sabahın ilk ışıkları ile başladı.
Kral Alagos daha önce kimselerin yapmadığı büyüklükte bir davet düşünmüştü. Bu yaş ile kızı yeniden doğmuştu. Sadece kızının yeni bir yaşa girişi değildi sebep. Canı kadar sevdiği kızı, kalbinde biriktirdiği tüm kötülükleri kovmuş yerlerine merhamet ve sevgi ekmişti. Binlerce hayvan kesilerek, depolar dolusu şaraplar hazırlatıldı. Tüm yakın civarda bulunan krallıklar bu davetin konuklarıydı. Elıys'ın orduları baş generallerinin yeni yaşını kutlamak adına her tarafa devasa büyüklükte ateşler yaktılar. Yüce Tanrıların onu kutsaması adına her yanı aydınlattılar. Herkes mutluydu, çünkü prenses Elıys bu ülkeye bolluk, bereket ve iktidar kazandırmıştı. Elıys sayesinde, Artonya krallığı neredeyse dünyanın en zengin ve kudretli ülkesi haline gelmişti. Böyle bir prenses, kutsanmayı fazlası ile hak ediyordu.

Akşamın erken saatlerinde Artonya krallığında geniş bir hareketlilik vardı. Gemiler limana yanaşıyor, kralları ve imparatorları Artonya'ya getiriyordu. Karadan ve denizden her yerden insanlar akın akın bu büyük davet için geliyordu.
Akşam saatlerinde halk ellerinde taşıdıkları meşaleler ile sokaklarda dans edip eğleniyordu. Elıys'ın ülkesinde herkes ama herkes varlıklı ve de mutluydu. Büyük saray ağzına kadar dolmuş, insanlar dışarılara kadar taşmıştı. Ülkede yakılan devasa ateşler gökyüzünü kızıla boyamıştı.

***
Prenses odasında davet için hizmetliler tarafından hazırlatılıyordu. Onlarca hizmetli kız onu giydirip, saçlarını tarıyordu. Elıys İlk defa farklı bir giysi giymek istemiş, zırhlı, deri giysiler yerine ince, hafif bir giysi seçmişti. Ona hediye gelen bir giysiyi seçti. Bu elbise tavus kuşu ve kaz tüyünden yapılmış özel bir giysiydi. Daha önce yüzüne dahi bakmadan fırlatıp bir kenara attığı giysinin, aslında ne kadar güzel olduğunu farketti. O elbisenin içinde tıpkı bir meleği andırıyordu. İncecik tüy kadar hafif, yumuşak ve narin bir elbiseydi. Hizmetli kızlar onu ilk defa kendi elleri ile giydiriyor olmanın telaşını yaşıyordu, çünkü bu bir bakıma ona dokunmak demekti. Bu sebepten dolayı çok tedirgin ve de dikkatliydiler. Kızlardan biri nadide çiçeklerden arındırılmış bir parfüm şişesini getirdi ve tam sıkıcağı esnada aniden yere düşürdü. Cam şişe yere çarpar çarpmaz kırılarak tuzbuz oldu. Kızın rengi korkudan neredeyse bembeyaz kesildi ve dudakları titremeye başladı. Koltuğunda oturmuş olan prenses önce yere ardından hiddetle kıza baktı. Diğer hizmetliler birer adım geri çekilirken, şişeyi düşüren kızın ince bedeni zangır zangır titriyordu. İki kolunu önde birleştirmiş nemli gözlerle başı yerde sürekli af diliyordu. Elıys bir süre kızın gözlerinin içine baktı.
Büzüşen dudakları ağır ağır gevşemeye başladı ve gülümseyerek:

"Başka bir tane getir"

Kız bu söz üstüne derin bir nefes alarak heyecan içinde:

"Hemen! hemen efendim"

Ne garip, eski Elıys olsa bu sakarlığın bedelini o zavallı kıza ödetirdi. Kız yeni getirdiği şişeyi prensesin tüm bedenine sürmeye başladı. Elıys ayağıya kalktı ve odasında bulunan ihtişamlı, altın varaklı aynanın önüne geçti. Tepeden tırnağa kendini süzdü ve hizmetçilere:

Müzik : Lyfiaberg

"Getirin!"

Kızlardan biri küçük bir sandık ile yanına yaklaştı ve sandığı yükselterek diz çöktü. Elıys sandığın içinde bulunan zümrüt broşü dikkatli bir şekilde çıkartarak göğsüne iliştirdi. Onun göğsünde ne kadarda güzel görünüyordu, tıpkı gözleri gibi ışıl ışıldı.

Artık kendi doğum günü partisine katılma vakti gelmişti. Odasından çıktı ve büyük salona doğru ağır adımlarla yürüdü. Anlamsızca sürekli olarak gülümsüyor, gözleri ile zemini arşınlıyordu. Koca demir kapı açılır ve prenses tüm zerafeti ile içeri giriş yaptı. Derin gürültünün yerini, sessizlik sardı. İnsanlar onu daha önce hiç bu denli kadın görmemiş, karşılarında duran bu asil kadının nasıl bir güzelliğe sahip olduğunu idrak edemiyordu. Masada yer alan Langord ve diğerleri onun gelişi ile ayağıya kalktı. Langord bu kadının ona ait olamasını her şeyden çok arzu ediyordu. Elıys masaya doğru emin adımlarla yaklaştı ve bir kadeh şarap aldı. Salonda resmen ölüm sessizliği hakimdi. Tüm bakışlar onun üstündeydi ve söyleyecekleri merak konusuydu.
Şarabından bir yudum aldı ve kadehini yükseğe kaldırdı.

"Bugün yirmiyedi yaşıma basıyorum! Yapmam gereken her şeyi yaptım. Fakat, daha yapmam gerekenler var! Ama ne yazık ki hayat kısa ve ömrüm buna yetmiyecek, bunun için yeni bir çözüm bulmalıydım. Müstakbel kocam olacak General Langord ile evleneceğim! Sağlıklı oğullar doğuracak  ve onlarda başka oğullar dünyaya getirecek. İşte ben o zaman hepsinin bedeninde, hücrelerinde tekrar tekrar dünyaya geleceğim. Sonsuzluğu nihayet keşfettim! Onlar çoğaldıkça, bende çoğalacağım ve tüm dünya Elıys adını hep hatırlayacak! Şimdi kadehlerinizi doğacak olan oğullarım için kaldırın! Şerefe! "


Elıys kendince ebediyen yaşamanın formülünü bulmuş, doğacak olan kendi oğullarının bedenlerinde hücresel olarak can bulacağına inanmıştı. Oysa ki o hiç tanımadığı onlarca kadının bedenlerinde var olup yaşayacağını hayal dahi edemezdi. Kim bilir, belki de Tanrılar bu arzusunu başka yönden tevsir etmiş ve kabul görmüştüler...

E.... S

Continue Reading

You'll Also Like

53.8K 1.5K 5
Hayatın memnun etmediği iki insan... İkisi de birbirine yabancı... Bir o kadar da aynı... Aşk olmadan yanar mı ten? Hayatlarını değiştirecek bu tut...
ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

158K 9.4K 53
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
37.8K 5.8K 43
*Bu hikaye kalabalığın içinde benliğini arayan silüetlere ithaf edilmiştir.* *************** "Senin hikayen ne silüet?" Sigaramdan derin bir nefes...
329K 19.8K 23
Hakan ve Gazel'in, Zifiri karanlık ile gökkuşağının hikayesi. Küçük bir dokunuşla kalbi yakıp kül eden AŞK, mutlu hissettirdiği kadar acı verebiliyo...