ALABORA

Af bbyzkkck

180K 5.7K 872

ALABORA Annesinin ölümünün ardından, babasıyla İstanbul'a taşınan bir genç kızın hikayesi... Yeni bir okul... Mere

GİRİŞ
1. BÖLÜM: GİZLİ NUMARA
2. BÖLÜM: KEHRİBAR GÖZLÜ ADAM
3. BÖLÜM: LEZA
4. BÖLÜM: YENİ OKUL
5. BÖLÜM: GEÇMİŞİNDEN KAÇAMAZSIN
6. BÖLÜM: ZİHİNDEKİ NEŞTER
7. BÖLÜM: SIRLARIN İÇİNDEKİ KELEBEK
8. BÖLÜM: İBLİSİN İNİ
9. BÖLÜM: SEVGİNİN FEDAKARLIĞI
10. BÖLÜM: KANLI GEÇMİŞ
11. BÖLÜM: KAR MASKELİ ADAM
12. BÖLÜM: KARANLIK KORKUSU
14. BÖLÜM: KORKARSAN KORKUTURLAR
15. BÖLÜM: TAKİP
16. BÖLÜM: DEMİRKIYNAK
17. BÖLÜM: ŞÜPHELER YÖN DEĞİŞTİRİR
18. BÖLÜM: VAVEYLA
19. BÖLÜM: SIRLAR YA DA SINANANLAR
20. BÖLÜM: DEPODA GİZLENENLER
21. BÖLÜM: İHANET
FİNAL - 22. BÖLÜM: YÜZLEŞME

13. BÖLÜM: KATİL KİM

3.8K 166 51
Af bbyzkkck


Oy ve yorumları unutmayın lütfeeennnn

10. 11. 2022

Ata'mızı sevgi, saygı ve bolca özlemle anıyorum. 

Keyifle okuyun. 

13. BÖLÜM: KATİL KİM

O, kendisini bir uçurum olarak görüyordu. Bahsettiği o tepede karşılaştığı benliğimde ona doğru yaklaşırsam uçurumdan atlayacağımı düşünüyordu. Bazen kurduğu cümlelerin altındaki derin anlamdan korkuyordum.

Gece sessizlikle geçti. Onun uyuduğunu nefes alışverişinden anlayabiliyordum. Gün ayana kadar yatakta tetikte bekledim. Şafak vakti söktüğünde Demirkan'ı uyandırmadan banyoya geçip yüzümü yıkadım ardından mutfağa gidip bayıldığım yere uzun süre baktım, sonra mutfak kapısını kontrol ettiğimde beni şaşkına uğratan kapı kulunun parmak izinden okunuyor olmasıydı.

Kar maskeli adamın bu korunaklı eve girmesi başlı başına sorunken, böyle güvenliğin fazla olduğu bir evde nasıl olurda elini kolunu sallayarak buraya kadar nasıl gelmişti? Her türlü tehlikeli biriydi. Tüylerim diken diken oldu. Kafamın içinde bir türlü halledemediğimde ofladım.

Düşüncelerden kurtulmak adına eyleme geçtim, dolapta bulduklarımdan hızlı bir kahvaltı hazırladım, çay demleyip masayı kurduğumda tüm bunlar epey vaktimi almıştı. Bardakları elime alıp döndüğümde kapı pervazından Demirkan'ı görmemle bir an irkildim, elimdekileri titredi ama düşmedi.

''Ödümü kopardın!'' Homurdanarak masaya bardakları yerleştirdim. Ardından sofraya oturup sıcak çaydan bir yudum içtim.

Demirkan dağınık saçlarını karıştırıp başını hafif eğdi, dudakları yukarı doğru kıvrıldığında sofraya ardından bana baktı.

''Bunları bana mı hazırladın?''

''Evet,'' dedim. Biraz utanmıştım. ''Dün benimle gerçekten ilgilendin.''

Kocaman gülümsediğinde yanıma gelip karşımda oturdu. Ona kahvaltı hazırlamam hoşuna gitmiş gibi görünüyordu. Salatalıklardan birini ağzına atıp arkasına yaslandı, doğrudan yüzümü incelerken homurdandım.

''Neden bön bön suratıma bakıyorsun?''

Cevap vermediğinde kafamı kaldırıp kaşlarımı çattım, tepkimi biraz geç fark etti. ''Hı?'' dedi. Çocuksu görünüyordu.

Sözümü yineledim. ''Biri uzun süre yüzüme bakınca kızarım ama.''

''Sadece,'' dedi. Bana doğru eğildiğinde dirseklerini masaya yaslayıp yavaş yavaş konuşmaya başladı. ''İlk kez biri benim için bir şey hazırladı.''

Nabzım hızlandı ve bunun ardından aramızda tuhaf bir sessizlik girdiğinde mahcup bir ifade yüzümdeydi.

Elimden geldiğince etkilenmemiş gibi soğukkanlılıkla cevap vermeye çalıştım. ''Okula geç kalmayalım,'' diyebildim. Gözlerimi kaçırdım. Kahvaltısını gayet rahat bir şekilde yapmaya başladı, ben ise kendimi zorlayarak atıştırmaya çalıştım. Az önce söyledikleri ve ifadesi hafızama öyle bir yer etmişti ki bir daha unutamayacağımı düşünürdüm. Ona ne üzülmüş ne de acımıştım; yalnızca dikkatimi çeken onunla olan benzerliğimizdi. Demirkan ilk kez kendisi için birinin bir şey yaptığını söylediğinde o kadar afallamıştım ki bir aptal gibi konuyu değiştirmeye çalışmıştım. Belki de ona neler olduğunu sormalı ya da sadece gülümsemeliydim. Yaptığım davranışın kabalık olarak algıladım, göz ucuyla Demirkan'a baktım ama alınmış gibi durmuyordu.

Onun gülümsediğini fark etmemle arkama yaslanıp çayımı yudumladım. ''Neden gülüyorsun?''

''Yeni evli çiftler gibi değil miyiz?'' diye sorduğunda ağzımdaki çayı püskürttüm. Gözlerini kapatıp açtığında yüzünü yavaş bir şekilde silerken beni öldürecekmiş gibi baktı.

Ellerimi havaya kaldırdım. ''Pardon.''

''Tam şu anda boşanma aşamasında olurduk.''

''Lütfen,'' dedim sakin kalmaya gayret ederek. ''Saçma sapan konuşmasana.'' Ayağa kalkıp yüzüne doğru peçeteyi attığımda havada yakaladı. ''Ben hazırlanmaya gidiyorum. Benimle kafa buluyorsun.'' Göz ucuyla sofrayı gösterdim. ''Artık masayı toparlarsın. Gıcık herifin tekisin.''

''Kesinlikle sana hakaret davası açacağım!'' diye arkamdan bağırdığında kendimi tutamadan gülmeye başladım. Yüzümdeki sırıtmayla birlikte üst katta bana ayrılan odaya geçip duş aldım, ardından hazırlanmaya başladım.

Hızlıca eteğimi ve gömleğimi giydim. Sırt çantama cüzdan, telefon, kulaklık vs. gibi eşyaların yanına bir test kitabı attım. Hiç çözülmemiş, yaprağı bile açılmamıştı. Bir de ağzıma naneli sakızlardan birini attım. Bu sayede şuanda bulunduğum stresten belki kurtulabilirdim. Saatti kontrol ettiğimde çoktan geç kaldığımızı görmemle bir küfür savurdum. İlk dersi kaçırmıştık.

Saçımı atkuyruğu yaptıktan sonra son olarak ilk defa kullanacağım yeni parfümümü sıkarak odamdan çıktığımda telefonum çaldı. Arayan Gökçe'ydi.

''Yağmur, günaydın!''

''Günaydın,'' dedim ve hemen ardından. ''Biraz geç kaldım, sen okulda mısın?'' diye sordum. O sırada koridoru ve odaları inceliyordum. Duvarlarda manzaralı tablolar vardı, altında büyük bir harfle H harfi kazınmıştı. Hande'nin yaptığı tablolar olmalı diye düşündüm.

''Ay, siz şimdi Demirkan ile beraber kaldınız değil mi?'' Sesi heyecanlı geliyordu. ''Neyse, gelince neler olduğunu anlatırsın. Sana acil bir şey sormam lazım.''

''Evet, dinliyorum.''

''Yarın okulun kampı var, üç gün sürecek. Sınava yakın motivasyon olsun diye böyle bir şey organize edildi. Adını yazdırmamı mı ister misin?''

Biraz düşündüm. ''Sen de gideceksen neden olmasın,'' dedim. Gökçe neşeli bir çığlı attı, aceleyle telefonu kapattı.

Canım sıkkın olmasına rağmen gülümsedim. Zihnimin içinden geçenlere bakarsak her şeyin böylesine korkunç bir şekilde ilerlemesi sinirlerimi bozuyordu. Neyse, belki de bugün izlenmeyeceğime emin olduğumda karakola giderdim. Doğru olan buydu. Polise gidip anlatmak, belki de iyi bir avukat tutmak. Tüm bu süreçlerden babamın haberi olsun istemesem de ona anlatmayı düşünmeliydim.

Koridorda bakmadığım tek oda kaldığında, Demirkan'ın odası diye tahmin ettiğim kapıyı birkaç kere tıklattım, ses gelmediğinde kapıyı açtım. Üzerini değiştirdiğini görmemle anında sırtımı döndüm.

''Beni mi dikizliyorsun?''

''Kapıyı tıklattım ama cevap vermedin,'' dedim. ''Ne zaman çıkacağız?''

Soruma cevap vermedi. ''Dönebilirsin,'' dedi.

Önce etrafıma bakındım. Gözüme ilk çarpan kocaman bir DVD koleksiyonu oldu. Onun tam sağ yanında ise küçük bir çalışma masası vardı. Masanın hemen duvar tarafında boylu boyunca uzanan bir pencere bulunuyordu. Tam karşıda ise büyük odanın –muhtemelen benim odamın iki katı- yarısını kaplayan büyük bir yatak vardı. Yatağın hemen çapraz duvarına yapışık üçlü dolap ve odayı ikiye bölen bir kum torbası duruyordu.

Demirkan okul formasının aksine rahat kıyafetler giymişti. Kaşlarımı çattım. ''Bu kılıkta okula gitmene izin veriyorlar mı?''

Bana doğru yaklaştı. ''Bazen,'' dedi. ''Ama bugün ben başka bir yere gidiyorum.'' Az kalsın nereye gidiyorsun diye soracaktım ama haddime olmadığını düşünerek çenemi kapadım. ''Anlıyorum,'' diyebildim. ''O halde ben daha fazla geç kalmayayım.''

Tam arkamı dönecektim ki kolumdan tutup beni kendisine çevirdi. ''Seni ben bırakırım,'' dedi. ''Etrafı öğrendikten sonra kendin gidersin.''

''Gerek yok, zahmet vermek istemiyorum.''

Onaylamaz gözlerle baktı bana. Böyle şeyler konusunda itiraz istemiyordu. Demirkan'ın iyi bir yanı buydu aslında. Ufak tefek konularda rahat davranıyor, bana yardımı dokunacak kadar yaklaşıyordu. Onun hakkında iyi olan düşüncelerim az sonra değişeceğini düşünmezdim.

''Ağzında ne var?'' diye sordu bir anda.

''Ne?''

Tekrar sorduğunda öfkelendim. ''Sakız var, sakız!'' diye ciyakladım. ''Ne alaka şimdi ya?''

Genişçe gülümsedi. ''Göster,'' dedi.

Ona tamamen dönüp manyaklaşmış gibi baktım. ''Paldır küldür öyle sorulur mu?'' dedim. ''Hadi geç kalıyoruz.''

''Gideceğiz, bir dakika.'' Omuzlarını kaldırıp indirdi. ''Ben de sakız istiyorum.''

En sonunda koluna dokunup onu çekiştirdim. ''Tamam, evden çıkalım, vereceğim sana!'' Sonra kendi kendime güldüm. ''Mızıkçı komşu çocuğu gibisin.'' Çantamın ön gözünden sakızı çıkartıp avuçlarına zorla bıraktığımda sırıttı. Delirdi herhalde.

''Sabahları sakız çiğnemeyi severim.'' Sonra havayı kokladı. ''Parfümünü değiştirmişsin. Bu kokuyu sevmedim.'' Bir an ona öylece baksam da konuyu değiştirmiş olduğunu kavrayarak onu engelledim.

''Seni ilgilendirmez.'' Odadan çıktığımızda kolunu bıraktım.

''Parfümünü değiştir.''

''Hayır.''

''Doğal kokun daha güzel. Parfüm kullanma.'' Normal kokumu nereden biliyordu bu çocuk? Eh fazla parfüm kullanmadığım için olabilirdi. Tekrar hayır dedim. Birkaç kez daha tekrarladı ve artık motora bağlamış gibi hayır deyip duruyordum.

''Beni sevmiyorsun dimi?''

''Hayır.'' Ah, hayır, olamaz! Beni tuzağa düşürmüştü. Bu çocuk ciddi anlamda sinir bozucunun tekiydi!

''Beni sevdiğini itiraf ettin sonunda. Bunu biliyordum,'' dedi ellerini havaya kaldırıp esneyerek. Onun esneme hareketlerini görmek istemediğim için hızlıca konuştum.

''Gökçe aradı. Yarın okulun bir etkinliği varmış. Öğrencileri kampa götüreceklermiş, üç günlüğüne. Ben adımı yazdırdım. İlgilenirsen okula uğramanı tavsiye ederim, galiba kayıt tutuyorlar.''

''Gelmeyeceğim için uğramama gerek yok.''

''İyi. Ben gideceğim,'' dedim kapıya doğru birkaç adım atarak.

''Hiçbir yere gitmiyorsun.'' Ayaklarım yere sabitlendi ve hızlıca ona döndü.

''Ne demek gitmiyorum? Buna sen karışamazsın-'' sinirle konuşurken sözümü kesti. O sırada hemen karşımda belirmişti.

Sakince konuşmaya başladı. ''Kampa gitmiyorsun. Baban seni bana emanet etti, bu bir hafta boyunca yanımdan ayrılmaman gerekir ve ben o rezalet etkinliğe gitmek istemiyorum. İnan bana sen de gittiğine pişman olacaksın.''

Bir kahkaha koyuverdim. ''Demirkan kendini ne sanıyorsun? Allah aşkına, en azından söylediklerinin kulağın duysun.''

Bana karışmaya asla ve asla hakkı yoktu. Bu cümleyi bin kere daha tekrar edebilirdim. Kendimi daha fazla yormadım. Sadece güldüm ve tekrar kapıya doğru ilerledim. Evden çıkmadan önce kasıtlı olarak kendi kendine konuşuyormuş numarası yaptım.

''Demirkan, özgüvenine hayran kaldım,'' dedim gülerek. ''Şakacı şey.''

Çok geçmeden Demirkan ile birlikte okula gitmek için yola çıktık. Yanımda telefonla konuştuğunda daha çok dinleyen taraftı. Gergin görünüyordu ama ona herhangi bir şey sormadım. Yol üzerinde benzin istasyonunda durduk. Aracın deposunu tam doldurttu.

''Kahve alacağım, ister misin?'' diye sordu bana bakmadan.

''Evet,'' dedim. Camdan dışarıya baktım. ''Espresso olabilir.''

Başını salladı, cüzdanını alıp arabadan indiğinde düşünceli ve durgun görünüyordu. O gittikten sonra arabanın içinde öylece durup bekledim. Telefonunu arabada unutmuştu, mesaj sesiyle ekran parlayıp söndü.

Birdenbire içimde bir dürtü oluştu. Az sonra yapmayı düşündüğüm şeyin doğru olmadığını biliyordum. Çevreme bakındım, onun gelmediğine emin olduğumda telefonunu elime aldım. Şifresini görmüştüm. Mesajı açmadan üsten kaydırarak baktım.

Bir telefon numarasıydı, kaydedilmemişti.

Peki, Demirkan Bey, istediğiniz şeyleri yapacağım. Ama bana birazcık daha zaman vermelisiniz. Dediklerinizi araştırıyorum önemli bir bilgiye ulaştım beni müsait bir zamanda ararsanız anlatacağım. Bu arada kızın peşindekilerinden emin değiliz. Siz onu yalnız bırakmayın. İyi günler.

Hemen telefonu hızlıca kenara koydum. Demirkan tam o sırada elinde kahve bardaklarıyla araca doğru yaklaşıyordu. Kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. İçimde derin bir huzursuzluk çöktü. Onun benden bir şeyleri gizlemesine hüzünlendim.

Onu izlerken, bana bu oyunları oynayanın onun olabileceği aklıma geldiğinde dehşete kapıldım. Ya gerçekten oysa? Bir kitap okumuştum ve bu kitabın konusu Psikolog bir kadına oynanan oyundu. Çevresinde ki insanlar tek tek korkunç bir şekilde öldürülmüştü. Bunu en güvendiği insana yani kocasına anlatmış beraber bu oyunları ona oynayan kişiyi bulmaya çalışmışlardı. Kitabın en sonunun da ki sayfa da bu oyunlarının sahibinin kim olduğu yazıyordu. Psikolog Bayan Ann'ın en yakınında ki, en güvendiği insan kocası ona bunları yapan kişiydi. Kısacası kadının asla aklına gelmeyecek biri, yani sevdiği adam onu kandırmıştı.

Birden yüzüme doğru eğildiğinde irkildim. Ne zaman araca bindiğini bile dikkat etmemiştim. Bardağı bana doğru uzattığında teşekkür ederek aldım. Kahveyi dudaklarıma götürüp birkaç yudum aldığımda dilim yandı, yüzümü buruşturdum. Demirkan kahvesini bardak kutusuna yerleştirdi, emniyet kemerini taktı.

''Soğuk bakıyorsun,'' dedi bana doğru. Yutkundum. Gözlerimi kaçırdım. Başını hafifçe bana doğru eğdi. ''Bir şey olmuş.''

''Hayır,'' dedim durmaksızın. ''Sadece okula geç kaldık, kahve keşke almasaydık.''

Rahatlayarak arkasına yaslandı, arabayı çalıştırdı ve hızlı bir şekilde sürmeye başladı. ''Okul bitmek üzere, devamsızlık konusunda bu yüzden dert etmiyorlar, son sınıf öğrencilere tolerans gösteriyorlar. Kafana takma.''

''Anladım,'' dedim kahvemden bir yudum alıp ona kaçamak bir şekilde baktım. ''Bu yüzden mi okula gelmiyorsun?''

''İşlerim var,'' dedi. ''Dert etme. Seni yalnız bırakmayacağım.''

''O yüzden sormadım ki,'' dedim. ''Her neyse. Neredeyse geldik.'' Çok geçmeden Demirkan beni okula yakın bir yerde bıraktı, ikimizin bir kez daha birlikte okula girmesini istemedim.

''Seni çıkışta almamı ister misin?''

''Gerek yok,'' dedim. ''Bana adresi konum olarak atsan sevinirim. Eve geç geleceğim.''

Kaşlarını çatsa da hiçbir şey söylemedi, iyi ki de söylememişti yoksa onu paylayacaktım. Gereksiz bir şekilde kapıyı sertçe kapatarak arabadan indim. Onun arkamdan uzun süre baktığını hissettim ama umurumda bile değildi. Bana yalan söylüyordu. Belki de babam haklıydı, bizim evde kaldığı vakit babamın çekmecesini karıştırmıştı. Bilemiyordum ama felaket moralim bozulmuştu. Okula hızlı adımlar attım. Damla ve arkadaşları ben geçerken laf atıp durdular, hakkımda gereksiz hakaretler duydum. Eskiden olsa bunlara sinirlenip kavga ederdim ama şimdi artık sadece onlar adına üzülüyordum.

İkinci dersi de kaçırmıştım ama diğer derse daha vakit vardı. Sınıfa girdiğimde teneffüstü. Gökçe sırasında oturmuş test çözüyordu, başını kaldırdığında yüzündeki durgun ifade değişerek yerine sevince bıraktı.

''Gelmişsin!''

Başımı sallayarak hafifçe tebessüm ettim, masama oturup tamamen ona döndüm. ''Bugün Özgür'ü gördün mü?''

''Evet,'' dedi. ''Bir sorun mu var?''

''Onunla konuşmak istiyorum ama benden kaçıyor,'' dedim. ''Onu ansızın yakalamalıyım. Öğle arasında sınıfına gitmek istiyorum.''

''Tamam, hızlı davranırsak ona yetişebiliriz.''

''Tek gitsem daha iyi olacak.''

''Anladım. Koridorun sonunda sınıfı.''

''Kampa gelecek mi?''

Gökçe bana şaşkınlıkla baktı. ''Özgür mü kampa gelecek? Hah, olacak iş değil. Kalabalık alanlarda sevgilisinin ölümünün ardından fazla bulunmuyor.''

İçimden tekrar ettim. Sevgilisi... Yani Özge. Özge... Aklım Demirkan'ın eskiden söylediklerine kaydı. Özge esrarengiz bir biçim de intihar etmişti. Bana bunu o kızı sorduğumda dolaylı yoldan olsa da söylemişti. Ona bunu sormam gerekiyordu. Ve aynı zaman da benden kaçmasının nedenini de soracaktım. Hem Hande ne demişti? Özgür bu aralar tek başına yaşıyor olmalıydı. Kız kardeşine lösemi hastalığı çıktığı için üvey annesi ve babası hep beraber başka bir ülkeye gitmişlerdi. Belki de şuanda yalnızlık çekiyor ve üzülüyordu. Ona birisinin destek olması gerekiyordu. Ve sanırım o da bendim.

O sırada edebiyat öğretmenimiz gelmişti, sınıfın isteği üzerine ses bilgisi ve yazım yanlışları konusunu tekrar yaptı, alıştırma testi verdi. Düşüncelerimi bir kenara bırakarak sadece önümdeki kâğıda odaklandım, hala bir şeyleri hatırlıyor olmam ve yanlışımın az olmasına sevindim. Biraz da olsa moralim yerine geldi ama her ne olursa olsun epey kötü hissediyordum.

Edebiyat dersinden sonra çok geçmeden öğle arası olmuştu. Hızlıca çantamı toparladım. ''Ben gidiyorum, öğleden sonra görüşürüz,'' dedim Gökçe'ye doğru. Başını salladı. Sınıftan çıktım koşar adımlarla koridorun sonunda sınıfa girdiğimde çoktan herkes çıkmıştı, onun dışında. En arka sırada cam kenarında oturuyordu. Önündeki deftere bir şeyler karalıyordu. Yanına doğru yürüdüğümde başını kaldırdı, epey şaşırdı, önündeki defteri hızlıca ters çevirdi.

''Nasılsın, Özgür?'' Berbat görünüyordu. Gözaltları uykusuz olduğunun kanıtıydı, saçları dağınıktı, sporcu halinden eser yoktu.

Özgür'le tam anlamıyla en son ne zaman sohbet etmiştik? Fazla olmamıştı. Ama bana asırlar gibi geliyordu.

Toparlanıp ayağa kalktı. Onu takip ettim. ''Fena değil. Sen?''

''İyi sayılır,'' dedim o yürümeye başlayınca ben de yanında yürüyerek.

''İyi,'' dedi ve sonra bana baktı. Gözleri buzul mavisi olduğu için biraz ürkütücüydü. Ama bakışları küçük bir çocuğun bakışlarından farksızdı. Saf ve masum...

Kantine girdik. Kendisine tost aldı, bana hiç sormadı. Epey alınmış davranıyordu. Bir haftadır onunla görüşmemiştim, mesajlarıma cevap vermemişti. Peki, öyle olsun. Kendi tostumu aldım ve ikimize de meyve suyu kapıp hemen oturduğu yere gidip karşısına yerleştim. Vişne suyunu önüne itekledim. Göz ucuyla bana baktı. Tostunu yemeye başladı. Ne yapacağımı şaşırdım desem yalan olmazdı herhalde.

''Sana bir şey sormam gerekiyor,'' dedim direk konuya girerek. Kafasını olumlu anlamda salladığında derin bir nefes aldım.

''İyi misin Özgür? Nasılsın?'' dedim gülümseyerek. Yutkundu ve gözlerini masaya kilitledi. Birden bire gözleri doldu ama hemen toparlandı. Etraftaki bakışlar üzerimizdeydi. Özellikle Damla'nın öfkeli gözlerini görebiliyordum. Kalktım ve hızlıca yanına oturdum. Sırtını sıvazlayıp elinden tuttum.

''Yağmur, çok kötü şeyler olacak,'' diye fısıldadı. ''Sevgilime bunu yapanın cezasını kendi ellerimle vereceğim.'' Birden gülmeye başladığında elimi çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Bu sefer birden sustu ve benden özür diledi. Ve sözlerine devam etti.

''Korkuyorum, Yağmur.''

''Korkma,'' dedim elini sıkarak. Ne oluyordu anlamamıştım. Ona o kadar üzüldüm ki. Sevgilisini, annesini, kız kardeşi yanından birer birer ayrılmıştı. ''Ben buradayım. Lütfen mesajlarıma da dön, seni yalnız bırakmak istemiyorum. İstersen daha sakin bir yere geçelim.''

Başıyla onaylayıp ayağa kalktı ve kantinden dışarı çıktı. Yiyeceklerimizi toparladım, peşinden hızlıca giderken Damla ayağını öne doğru uzattı. Az kalsın düşecektim. Duraksadım, öfkeli bir nefes verdim ama sabır dilenir gibi başımı sağa yatırıp ona dişlerimi sıkarak baktım. O ise sırıttı.

''Özgür'ün yanına gitmeyeceksin, seni istemiyor.''

''Sen karışma,'' dedim en sonunda.

''Hem Demirkan'ı hem Özgür'ü idare ediyorsun, kaltak seni!''

Dayanamadım ona doğru tam atılacakken kolumdan biri tuttu. Gelen Özgür'dü. Damla'ya bakıyordu. ''Yeter, Damla. Arkadaşımla doğru konuş! Bir daha görmeyeyim.''

Damla sarsıldı, söyleyecek bir şeyi yok gibi görünüyordu ama bir süre sonra kırgınlıkla konuştu. ''Senin arkadaşın olmaz,'' dedi. ''Bu kız sevgilin değil mi? Özge'den sonra yanına yaklaşan ilk kız.''

Özgür'ün öyle bir duruşu vardı ki bir an ben bile ondan korkup geriye çekildim. ''Bana bak,'' dedi Özgür. ''Bir daha onun adını anarsan seni mahvederim. Anlıyor musun? Peşimi bırak.'' Beni çekiştirerek kantinden çıkartırken herkes şok olmuş bir şekilde bize bakıyordu. Demirkan ile görülmem bile bu kadar insanları şaşırtmamıştı.

Özgür okulun arka bahçesinde kamelyalardan birine oturdu. Yanına gittim. ''Tostumuzu yiyelim,'' dedim. ''Soğumasın.'' Özgür çökmüştü, ne ara böyle yıkıldı bilmiyordum ama sanki bir haftada zayıflamıştı.

Başını salladı. Sessizce yemeklerimizi yedik. Dirseğimi masaya yasladım, Özgür'ün zorlukla yemek yediğini görmem derin üzülmeme neden oldu.

''Özür dilerim,'' dedim samimiyetle. ''Bir haftadır yanında olamadım. Annen babamla evlendi. Bu duruma sarsıldın. Düğüne gelmedin.'' Ona bildiklerini anlattım. ''Üvey kardeşin hastaymış, geçmiş olsun.''

''Önemli değil,'' dedi. Sağ ol dercesine başını salladı. ''Sorun bu değil.''

''Özge...'' dedim. ''Yani, eski sevgilinle ilgili korktuğun bir şeyler var sanırım, bana anlatabilirsin.''

''Biliyorum,'' dedi birebir aynı olan gözlerime bakarak. ''Sen buradasın ama senin de başın belaya girecek.''

''Ne demek istiyorsun?'' diye sordum şaşırarak.

''Anlatacaklarımı kimseye söylemeyeceğine söz ver.''

''Söz veriyorum,'' dedim merakla ne söyleyeceğini bekleyerek. Özgür etrafına bakındı ve fısıltılı bir sesle konuşmaya başladı.

''Beni takip eden birisi var.'' Yutkundum. ''Bir kere okula da gelmişti. Maç turnuvasının olduğu gün...'' Birden tüylerim istemeden havaya kalktı. O günü hatırlıyordum! Özgür tuhaf bir şekilde bir yere bakıyordu. Ama ben orada kimseyi görememiştim ki!

Cümlesine devam etti. ''Annemin düğününde oradaydı, ben o gün düğüne geldim ama yanınıza yaklaşamadım. Onu seni izlerken gördüm. Yanına gittiğimde koşarak kaçtı. O gün erkenden düğünü terk edip eve giderken yolda beni gizli bir numaradan aradı ve tuhaf bir sesle bana peşinde olduğunu söyledi.''

NE! Bir saniye!

Ne demekti bu? Bana oynan bu oyunun aynısı, Özgür'e de mi oynanıyordu? Özgür yalan söylüyor olabilirdi. Okuduğu tuhaf kitaplardan esinlenip, kafasından bir senaryo uyduruyor da olabilirdi. Ama bütün bunların hepsini tahmin edemezdi değil mi? Özgür'ün elini istemeden sıktığımda, korktuğumu anlayan Özgür bir şey söylemedi.

''Adamı tanıyor musun?''

Özgür kafasını olumsuz bir anlamda salladı ve iç çekti. '' Sadece kar maskesi taktığını hatırlıyorum.'' İşte, bu inanılmazdı!

''Yok artık!'' dedim bağırarak. Özgür elini, elimin üzerinden hızlıca çekip bana öfkeli bir bakış attı.

''Sesli konuşmak yok.''

''Özgür,'' dedim gözlerim yaşarırken. ''Sana bir şey söylemem gerek.'' Özgür dinliyorum dermiş gibi bana bakarken, ona her şeyi anlattım. Kar maskeli adamı ilk önce kapüşonlu olarak gördüğüm o ilk günden beri, her şeyi...

''Bunları birisine anlattın mı?''

Kafamı olumsuz anlamda salladım ve burnumu çekerek, ''Hayır,'' dedim çatallaşan sesimle. ''Ama babama anlatmayı düşünüyorum.''

Özgür bir an öfkeyle bana baktı. ''Sakın ama sakın kimseye bu olanları anlatma, tamam mı?''

''Ama neden?'' dedim şaşırarak. ''Birinden yardım almalıyız. Bilmiyorum, belki Demirkan'a anlatmalıyız ya da direk polise gidebiliriz, korunmaya aldırırız kendimizi. Polis bu olayları çözemeyebilir ama bil-''

Özgür bir an kendi kendine bir şey söyledi ama anlamadım. Bana bu sefer farklı bir şekilde baktı. Endişe, anlayış, korku karışımı bir ifadeyle...

''Doğru. Bunları polis çözemez. Ama bil ki Demirkan'da çözemez. Eğer ona bunları anlatırsan kar maskeli adam onu da takip eder. Bu denkleme Demirkan'ı da sokmayacağız. O bize denklemin sonunda lazım.''

''Ne sonundan bahsediyorsun?'' Özgür bu sefer ortada çok komik bir şey varmış gibi gülmeye başladı. Gülme krizinin biteceğini umdum ama bitmedi. Yaklaşık bir dakika kadar sürdü ve benim canım burnuma geldi!

''Boş ver şimdi sonu filan. Anladın mı dediğimi?'' Gülme krizi bitince eski ciddi haline bir anda dönüş yaptı.

Ona delirmiş gibi baktım. Belli ki sinirleri bozulmuştu, benden daha fazla etkilendiği her halinden belli oluyordu. Fiziksel durumunu bir kenara bırakırsak ruhsal olarak yıpranmış olduğu kesinlikle belliydi. ''Pekâlâ, anladım anlamasına da, bize kim yardım edecek?''

''Bize kendimiz yardım edeceğiz,'' dedi Özgür kafasını eğip çok önemli bir plan anlatacakmış gibi fısıldayarak.

''Nasıl yapacağız?'' diye sorarken, onun gizemli havasının bana da geçtiğini anlamam kendime gözlerimi devirmeme sebep oldu.

''Sen o işi bana bırak. Sadece yanımdan fazla ayrılmayacaksın tamam mı?''

Dudak büzdüm. ''Demirkan'ın pek izin vereceğini sanmıyorum.''

''Siktir et Demirkan'ı!'' Böyle söylemesi cidden rahatsız olmama neden oldu, bu halimi fark etti daha yumuşak bir ses tonu kullandı. '' Burada canımızdan bahsediyoruz, Yağmur. Bu adamın kafası öyle ustaca çalışıyor ki şeytana pabucunu ters giydirir,'' dedi ve kendi kendine konuşarak ekledi. ''Giydirdi de.''

''Benim anlayamadığım bazı şeyler var. Öncellikle bu adam kim? Bizden ne istiyor ki! Ben ona bir şey yapmadım. Büyük ihtimale sen de... Bizden tam olarak ne istiyor?'' Ona kar maskeli adamın benden babamı bitirmek istediğini ve verdiği ipucundan bahsetmedim.

Özgür bana çok safsın bakışı attı ve gülümsedi.

''İntikam... Bizden intikam istiyor. İnsanların sırlarını gün yüzüne çıkartmak ve onları cezalandırmak istiyor. Bu seferki kurban sensin... Ve bir de ben. Çünkü bana sırlarını ortaya dökmezsen seni cezalandıracağım dedi.''

''Hadi canım sende Özgür,'' dedim inanamayarak. '' Saf biri değilim. Bu adam kim? Ve gerçekten bizden ne istiyor? Eğlendiği için mi saçma sapan oyunlar hazırlayıp bizimle oynuyor? Yoksa belki de bizimle kafa buluyor.''

''Senden bir şey istedi mi?''

İpucundan bahsetmedim. ''Babamın sakladığı bazı şeyler varmış, onları öğrenmemi istiyor.'' Biraz yumuşatmıştım. ''Peki, ama neden bunlarla ilgileniyor? Kim o?''

''Bunların hiçbirini bilemeyiz. Sadece bazı tahminlerim var.''

''Nedir onlar?'' diye Özgür'ün cümlesinin hemen ardından sordum.

''İkimiz de zenginiz. Bize bunu yapan fakir biridir büyük ihtimale. Ya bizden para almaya çalışıyor ya da baban ve annemden intikam almak istiyor.''

Bir an düşündüm. Bu çok mantıksızdı. Bizden para isteseydi öyle yapardı. Cevap vermedim.

''Peki,'' dedim aklımda ki soru işaretini Özgür'e yönelterek. ''Senin dediğin gibi intikam almak istiyorlarsa neden Demirkan'dan almıyorlar?''

''Ya Demirkan kar maskeli adamsa?'' diye bir fikir yürüttü ama yüzü bir an pişman dolu bir ifadeye büründü. Hemen ardından ekledi. ''Son cümlemi unut, olur mu? Demirkan'dan nefret etmem bana yaptığı bunca iyiliği görmemem anlamına gelmiyor.'' Yine kendi kendine sessiz bir şekilde konuşmaya başladı. Ama bu sefer Özgür'ün ne dediğini duymuştum.

''Ona bunu yapmayacağım.''

''Söylediklerin çok mantıklı...'' dedim düşünerek. Özgür'ün annesiyle Demirkan'ın annesi aynı kişiydi. Ona oynanan bir oyun varsa ucu mutlaka Demirkan'a dokunması lazımdı. Acaba Demirkan'a da mı aynı oyun oynanıyordu?

Heyecanla Özgür'e döndüm. ''Demirkan'a da sanırım aynı oyun oynanıyor! Çünkü telefon görüşmeleri yapıyordu. Aylardır birisini bulmaya çalışıyor ama bulamıyor. Sanırım o da kar maskeli adamı bulmaya çalışıyor! Ona da bize yapılan bu mantıksız tehditleri söylemeliyiz!''

Nefes almadan söylediğim cümle karşısında Özgür sadece gülümsedi.

''Hayır Yağmur. Demirkan'ın intikamı bambaşka...''

Durdurdum onu. ''Ne demek istiyorsun? Açık konuş.''

''Onun özelini sana anlatamam ama birisini bulmayla ilgili görüşmeleri doğru değil, sadece bazı şeyleri açığa kavuşturmaya çalışıyor. İşte bu doğru.'' Omuz silkeledi. ''Her neyse. Onu bu yüzden karıştırmamalıyız. Kar maskeli adam ondan bir şey isteyemez. Demirkan büyük ihtimale sana bu konuyu anlatmadı. Bende anlatmayacağım. Çünkü Demirkan,'' durdu ve nefes aldı. Konuşurken çok güçlük çekiyordu.

''Çünkü beni küçüklükten beri o yetiştirdi sayılır. Bana anlattığı intikam ateşi her yerini kavuruyordu ve artık bu ateş büyüdü. İntikamını almak istiyor. Bunu ona borçluyum. Onun davası onu, benim davam beni ilgilendiriyor.''

''Ne demek bu? Kafam karma karışık sebze çorbası gibi oldu. Dediklerinden hiçbir şey anlamadım.'' Özgür kendi davam diyerek neyden bahsediyordu?

''O anlatırsa dediklerimi anlayacaksın. Gelelim bizim konumuza, bence bize bunu yapan ya birilerine yaptırıyor ya da sadece kendisi hallediyor. Bizden istediklerini düşünmeliyiz.''

''Yani diyorsun ki boş kürek çekeceğiz.''

''Öyle değil,'' dedi Özgür. ''Sen, senden istediklerini bulmaya çalış. Ben de benden istediği üzerine yoğunlaşacağım.''

İçim rahat değildi. ''Peki,'' dedim. Yalan söylüyordum. ''Öyle yaparım.''

Sanki içimi okumuş gibi beni uyardı. ''Beni kandırma, tamam mı? En nefret ettiğim şey yalandır ve eğer yakalarsam...'' Sustu. ''Bunu hoş karşılamam.''

''Ben de öyle,'' dedim. ''Konuşalım Özgür. Aramalarıma geri dön.''

Başını salladı. ''Doğa kampına katılacak mısın?''

''Evet,'' dedim. Arkama yaslandım. ''Sen?''

Güldü, saçlarını karıştırdı. ''Korkumdan evde oturacağım.''

''Biz de kal. Evde yalnızız.'' Demirkan ile araları bozuktu. Tam olarak neler yaşadıklarını bilmiyordum. ''İstersen ben sana gelirim.''

''Babam eve gelecek,'' dedi. ''Eşi kızının yanında Kanada'da kalacak.''

''Anlıyorum.'' Öğle arasının bittiğine dair tanıdık müzik duyuldu. ''Hadi, sınıflara geçelim.'' Ayağa kalktığında yanına yaklaşıp onunla birlikte yürümeye başladım.

''Az önce bana 'Sevgilime bunu yapanın cezasını kendi ellerimle vereceğim' dedin. Ne demek istedin?''

''Öyle mi söylemişim?'' Güldü. ''Kar maskeli adamın Özge'nin katili olduğunu düşünüyorum.''

''Ne?'' Onu durdurdum. ''Özgür, ne dediğini farkında mısın? Özge intihar etmemiş miydi?''

Öfkelendi. ''O, öyle biri değil. Hayat dolu. Biri evine girip onu balkondan itti ama hiçbir iz bulamadılar.''

''Yani, dediklerin doğruysa katili tanıyor musun?''

''Hayır, ama beni tehdit eden kişi o olabilir. İhtimal var.''

''Yardım alırsak, o kişiyi buluruz. Bu söylediklerinde gerçeklik payı varsa, sana göre var olduğunu düşünürsek bu korkunç! Gerçekten katille uğraşıyoruz demektir.'' En önemli soru ise katilin kim olduğuydu, eğer bir katil varsa tabii. Bunları araştırmalıydım.

''Yağmur,'' dedi uyaran bir sesle. ''Şimdilik her şey belirsiz, bir aksiyon alacaksak beklesek daha iyi olur. Dediğim gibi senden istediği şey üzerine yoğunlaş, ben de bana ne demek istiyor onu düşünmeliyim.''

''İkimizle uğraşmasının bir nedeni olmalı.''

Desteklercesine omzuma dokundu. ''Bulacağız,'' dedi güven veren bir sesle. Başımı salladım ama kafam öyle karışmıştı ki tüm ipuçlarını ve şüphelerimi birleştirmeliydim. Berk bu işin neresinde olduğunu öğrenmeliydim. Berk bir şeyler biliyordu, babamla ilgili söylediklerini düşündüm. O, her şeyi öğrenmişti. Berk'in dediği gibi benimle oynayan kişi o değildi, çocukluk arkadaşımı ve aynı zamanda eski sevgilimi iyi tanıyordum ama onun bir şeyler bildiği apaçık ortadaydı. Özge... Berk... Demirkan... Özgür... Kar maskeli adam... Babam... Ve ben... Hepimizin ortak bir mevzusu olmalıydı.

Özgür beni sınıfımın önüne kadar getirdi. İnsanlar dönüp durup bize bakıyordu. Özgür bana yaklaşarak fısıldadı. 'Kimsenin bilmemesi çok daha iyi olur, Yağmur. Özge'nin katili olup olmadığını araştıracağım.''

''Nasıl?''

''Bilmiyorum.''

''Peki, Özge senin dediğin gibi öldürüldü mü?''

Gözleri karardı. ''Bundan eminim, şüphen olmasın. Sen derse gir.'' Başımı salladım. Ondan uzaklaştım.

Gökçe yüzümde ne gördü bilmiyorum ama hiçbir şey sormadı. Dersler hızlı bir şekilde akıp geçti. Damla ve arkadaşlarının sözlü saldırılarına maruz kaldım. Gökçe'nin onları paylamasını izledim ama genel olarak sessizdim.

O an bir karar verdim. Özgür'ün söyledikleri saçmalıktı. İçimde biraz da olsa bir cesaret belirdi. Sersem davranamazdım.

''Gökçe, benim çıkmam gerekiyor. Akşam konuşalım.''

''Tamam, bir sorun mu var? Garip görünüyorsun.''

''Yok,'' dedim. ''Doğa kampı için neler hazırlanacak bilmiyorum, bana haber verir misin?''

''Elbette,'' dedi. Endişeli ve üzgün görünüyordu. ''Bir sıkıntın varsa bana anlat, Yağmur. Sana yardımcı olurum.''

Başımı salladım. ''Anlatacağım. Şimdi çıkmam gerekiyor.''

Apar topar çantamı hazırladım ve sınıftan koşarcasına çıktım. Kararımdan vazgeçemezdim. Kendini bir şey sanan hödük kar maskeli adama gününü gösterecektim. Tüm bunlar zırvalıktı! Özgür'ün dedikleri doğruysa bir katile uğraşıyoruz demekti, en mantıklı olan polise anlatmaktı. Taksiye atlayıp en yakın polis karakoluna gittim. İçeriye hızlı adımlar atarak girdim. Girişteki memura şikâyetimden üstü kapalı bahsettim, daha sonra ifademi almak için beni yönlendireceklerini söyledikleri yerde bekledim.

Sonra, telefonum çaldığında arayan kişi Gökçe'ydi. Aramasına cevap vermedim, sessize aldım ancak tekrar ısrarla çaldırmaya devam ettiğinde içime bir huzursuzluk çöktü.

Aramayı yanıtladım. Sırtımı duvara yaslayıp başımı eğip ayakkabımı izlerken sıkılmıştım. ''Efendim Gökçe?''

Gökçe hıçkırdığında kaşlarımı çatıp doğruldum. ''Gökçe, bir şey mi oldu?''

''Yağmur,'' dedi sesi perişan geliyordu. ''Hastaneye gelir misin?''

''Ne oldu? Sana bir şey mi oldu? Gökçe! Cevap versene, lütfen!''

Hiç düşünmeden karakoldan hızla ayrıldım, arkamdan seslenen polis memurunu dinlemeden dışarıya koştum.

''Efe dövülmüş! Çok kötü görünüyor, alnına dikiş atıldı. Okul çıkışında birden bire tenha bir sokakta kar maskeli bir adam onu sıkıştırmış ve sadece sana selam söylemesini istemiş.''

Kalakaldım. Karakolun merdivenlerinin önünde öylece durup karşıya bakarken kanım çekilir gibi oldu. Deliyim ben. Bunu yapmamamı söylemesine rağmen buraya gelip ondan şikâyetçi olacaktım, elimdeki kanıt yetersizliğinden hiçbir işe yaramayacağını bilmeme rağmen buralara kadar gelmiştim.

Bangır bangır kalp atışlarımın sesi yükseldi. Tam o sırada karşı yoldan birisini görür gibi oldum. Daha dikkatli baktığımda motosikletin üzerinde duran bir kişi vardı, kaskını çıkardı ve sıcak havaya rağmen kar maskesiyle duruyordu. Kafasını çevirip bana baktı, gözlerini yakından göremedim ama göz göze geldik. Tüylerim diken diken oldu. Yoldan halk otobüsü geldi, orada kısa bir süre durdu ve sonra uzaklaştı.

Nefes almadan karşı taraftaki karanlık yola gözlerimi çevirdim fakat orada hiç kimseyi göremedim. O an fark ettim ki kar maskeli adamın bir ortağı vardı, Efe'yi dövdürtmesi tamamen benimle ilgiliydi. Etrafımdaki insanlara zarar verebileceğini kendi dilinde bana böyle göstermeye çalışmıştı ve içimden bir ses yapabileceklerinin haddi hesabı olmadığı yönündeydi.

Katil olmak, bir insanı öldürmekle ilgili değildi; korkudan aklını kullanamamak en büyük cinayetti. 

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

222K 13.6K 36
Elif ile Furkan'ın hikayesi bu. Bir yanda günümüz modasına uymaya çalışan,dinine bağlı gibi gözüküp dünyevi lezzetlerde kaybolan Elif, diğer yanda ai...
139K 9K 69
0552... : Bende var senden bir yara. 0552... : Zor ama sen sar bir ara. O bana Kırlangıç dedi ben bana biçtiği altı aylık ömre razı oldum. Siz hiç en...
1.5K 250 67
Bana hep küçükken ne olmak istediğimi sorarlardı bende kuş olmak istediğimi söylerdim bu hikaye özgürce uçmak isteyen alaca kuş ve turna kuşunun hi...
Papatya Af Hayal Yazar

Teenage Fiktion

19.8K 864 42
Ya kadın giderde adam biterse... Geçmişin kirli elleri, boyunlarına dolanacaktı. Geçmişin kırgın sayfaları, yüzlerine yapışacaktı. Geçmiş, onların ge...