Kaderin Yadigârları

Oleh beyzyilmaaz

751 305 152

Bir savaşın içindeydik. Savaşçıları da bizdik. Biz kaderin seçtikleriydik. Biz kaderin külleriydik. Biz kader... Lebih Banyak

2. TEHLİKENİN AYAK SESLERİ
3. GERÇEKLERİN İSTENMEYEN YÜZÜ
4. NEFRETİN ZEHRİ
5. KAHRAMANCILIK OYUNU
6. KADERİN ÇİZDİĞİ İZLER
7. İNTİKAM ÇANLARI
8. GERÇEKLER
9. KIRGINLIĞIN ARDINDA OLANLAR

1. İLK CİNAYET

240 44 43
Oleh beyzyilmaaz


Keyifli Okumalar!





1.BÖLÜM

"İlk Cinayet"






03.11.2010

Genç adam gece vardiyasını bitirmiş,son kontrollerini yaptıktan sonra çalıştığı yerden ayrılmıştı. Neyse ki bugün diğer günlere nazaran daha az yorulmuştu. Sakince adımlarını eve doğru yöneltti.

Hayat onun için kolay değildi. Okurken aynı zamanda çalışmak zorunda kalması ona göre hiç adil değildi. O da diğer çocuklar gibi okul çıkışlarında işe gitmek yerine bir pastanede arkadaşlarıyla saatlerce oturmak ya da sinemaya gitmek isterdi.

Bunları düşünürken bir iç çekti. Cebindeki sigaradan bir dal alarak yaktı. Çakmağın çıkardığı o ses onun öylesine hoşuna gidiyordu ki, sadece bunun için bile sigara içebilirdi. Onunki bağımlılık değildi. Sadece düşüncelerinden kaçmak için bir bahaneydi. Bunu bilmek canını sıksa da sigara ona iyi geliyordu.

Adımlarını hızlandırdı. Neyse ki çalıştığı yer evine yakındı. Bir an önce evine gidip uyumak istiyordu.

Sokaklar boştu. Yaşadığı kasabada Kasım ayına girdikleri zaman insanlar evlerine çekilirdi. Fakat yaz mevsimi tam tersiydi. Gece saatlerine kadar durmayan çocuk sesleri, sabaha kadar açık kafeler, cıvıl cıvıl insan sesleri. Yine de sevmiyordu. Yaz mevsimini değil, sesi sevmiyordu. Kış aylarında oluşan, kasabada yaşayan sakinlerin deyimiyle, korku filmini aratmayan Hawnsville sokaklarını seviyordu genç adam.

Eve yaklaştığı sırada sesler duyduğunda adımlarını durdurdu. Başta seslerin nereden geldiğini anlamasa da biraz dinledikten sonra sinirle bir nefes verdi. Sesler evinden geliyordu. Muhtemelen yine annesi ve babası kavga ediyordu.

Sesleri sokağa kadar geldiğini farkettiğinde utandı. Koşarak evinin kapısına geldiğinde artık sesleri net bir şekilde geliyordu. Anahtarla kapıyı açtığında salona yöneldi ki gördüğü manzara onu bir hayli sinirlendirdi. Babası, annesinin kolundan çekiştiriyordu. Annesinin yüzüne baktığında babası annesine vurmuş olacak ki bir yanağı kızarıktı. Genç adam hızlıca babasını ittirerek annesini o adamın kollarından kurtardı.

''Ne yaptığını sanıyorsun?'' Babasının ona olan bakışlarını gördüğünde bir an için kaçıp gitmek istedi.

''Çekil çocuk. Yoksa sen de nasibini alırsın.'' Genç adam sinirden dolayı boynunda ki damarlarının şiştiğini hissetti.

''Dur artık. Daha ne kadar huzurumuzu bozacaksın? Görmüyor musun halimizi?'' O kadar dolduğunu hissetti ki, patlaması an meselesiydi. Babası umursamazca nefes verdi.

''Huzurunun benim bozduğumu mu sanıyorsun? Annenin yaptıklarını bana mı atıyorsun?'' Mesafeyi yok denecek kadar kapattı. Genç adam, babasının burnundan soluduğunu gördüğünde işlerin hiç iyi gitmeyeceğini anlamıştı.

''Ne yaptım ki? Sadece elimde ki tabağı düşürdüm.'' Annesi ağlayarak kurduğu bu cümle karşısında donakaldı. Sadece tabağı düşürdü diye mi bu kadar bağırışlar?

"Kes sesini be kadın!'' Kadına tekrar yumruk sallayacaktı ki, genç adam babasının göğsünden tutarak geri savurdu.

"Sakın bir daha bunu yapmayı cüret etme. Yoksa seni bir an olsun düşünmeden gebertirim.'' Babasının yaptığı bu hareket, genç adamın sabrının son damlasıydı.

Babası, çocuğun söylediklerine o kadar sinirlendi ki elini kaldırmasıyla yüzüne bir yumruk geçirmesi bir oldu. Kendinden geçmiş, önünü göremez halde çocuğa öyle acımasızca dövüyordu ki, onu ancak telefon sesi kendine getirmişti.

Kendine gelmesiyle çocuğunun kana bulanmış yüzünü gördüğünde bir an afalladı. Birkaç saniye etrafına baktığında karısının ağlayan suratını gördü. Üstünden kalkarak boş bakan gözlerle odasına gitti.

Genç adam ağzındaki kanı yere tükürerek ayağa kalkmaya yeltendi. Ayağa kalktığını gören kadın, hemen yanına gelerek kalkmasına yardımcı oldu. Çocuk, annesinin kolundan kendisini kurtardı. Babasına kızgındı, annesine kırgındı. Buz gibi baktı annesinin yüzüne.

"Boşuna ağlama. Beni daha önce dinleyecektin.''Annesi bunun üzerine daha çok ağlamaya başladığında genç adam, daha fazla dayanamadı. Öylece kapıyı çarpıp gitti.

Yürüdü, yürüdü ve yürüdü. Öyle çok yürüdü ki yorulduğunun farkına ancak varabildi. Etrafına bakındığında Hawnsville ormanına  geldiğini gördü. Bu duruma şaşırsa da, yapabildiği tek şey gülmekti.

Yüzünde ki sızı daha yeni kendini belirttiğinde yüzünü buruşturdu.

Piç herif, onu fena halde dövmüştü.

Ağaçların arasından geçerken sigara içmek için eline cebine atmıştı ki sigara paketinin evde düştüğünü fark etti. Bu durum onu sinirlendirmişti ve bağırarak ağaca tekme attı. Bu sefer de ayağını incitince bir küfür mırıldandı.

Yaşadıkları onu o kadar yoruyordu ki her gece kafasını yastığa gömdüğünde ölmeyi diliyordu. Ölmek onu hiçbir zaman korkutmamıştı. Tekrar diledi. Ağlayarak tekrar ölmeyi diledi. Ölüm ona aradığı huzuru verecekti. Buna inanıyordu. Bu sefer Tanrı'ya öyle bir yalvarıyordu ki, sanki onun tek kurtuluş yolu buydu.

Hıçkırarak ağladı. Bir süre sonra hıçkırıkları dindi ama ağlaması dinmedi. Yoruldu, kendini yere yattı. Biraz daha ağladı. Gözlerinin acıdığını hissettiğinde ağlaması da durmuştu. Kaç saat, kaç dakika orada durdu bilmiyordu. Ağlamak ona iyi gelmişti. Uzun zamandır bu kadar rahatladığını hatırlamamıştı.

Yatmaya bir son verip oturdu. Çimleri seyretti bir süre. O sırada uluma sesi duyduğunda sese dikkat kesildi. Ardından ayağa kalkmaya yeltendiğinde bir uluma sesi daha geldi. Bu sefer ses daha yakından geliyordu. Genç adam başta ne yapacağını bilemedi. Kaçması gerektiğini biliyordu ama korkudan kıpırdayamıyordu.

En sonunda hareket etmeye cesareti kendinde bulduğunda koşmaya başladı. Nereye gittiğini bilmeden öylece koşuyordu. Öylesine koşuyordu, bütün dertleri sanki bir anda silinmişti. Şu an için onun tek derdi kaçmaktı.

Sonrasında yağmur başladı. Yağmur onun görüş açısını zorladığından dolayı yavaşlamak zorunda kalmıştı. Ardından bir uluma sesi daha geldi. Durdu ve nefes nefese etrafına bakındığı sırada karşıda ağaçların arasından hızlı bir gölgenin geçtiğini gördü. Yanlış gördüğünü düşündü. Oraya daha dikkatli baktığında bu sefer gölge daha da yakından geçti. Hayır, yanlış düşünmemişti. Bir gölge ağaçların arasından hızla öylece geçiyordu. Korkuyla titremeye başladı. Ve adımlarını yavaşça geri sürmeye başladı.

Bir gölge daha geçti. O gölgenin yaklaştığını anladığında vakit kaybetmeden arkasını dönüp koşmaya başladı. Arkasından bir hırlama sesi geldiğinde o şeyin peşinde olduğunu anlamıştı. O kadar korkuyordu ki, bedeni zangır zangır titriyordu.

İşte o zaman anladı. Genç adam ölmek istemiyordu. Aslında istediği tek şey huzurdu. O kadar pişman olmuştu ki, keşke geriye dönebilseydim ve o dileği hiç dilemeseydim dedi içinden.

Bir süre sonra artık koşmaya dermanı kalmadığında durmak zorunda kaldı. Nefes nefese ellerini dizlerine koyarak bir süre bekledi. O sırada seslerin kesildiğini fark etmişti. Derin bir nefes alarak kendini yere attı, ardından gözlerini kapattı. Kurtulduğu için içinden Tanrı'ya şükretti. Gözleri kapalı bir şekilde yerde öylece durdu. Tehlike geçmişti. Bir daha Tanrı'dan ölümü istemeyeceğine dair yemin etti.

Fakat tehlike geçmemiş aksine tehlikenin tam önünde durduğundan habersizdi. Yüzüne doğru gelen nefesle vücudu kaskatı kesildi. O şeyin tam dibinde olması istediği son şeydi. Orada durarak hata yaptığını anlasa da geç kaldığını biliyordu. Ölümün geldiğini o anda fark etti.

Hırlama sesinin kulaklarına işittiği sırada gözlerini hızlıca açtı. Bağırmak istedi fakat bağıramadı. Üstünde duran o şeyin korkunç görüntüsü dilini tutuşturdu. Karşısında hayatında ilk defa gördüğü devasa bir kurt vardı. O kadar büyük ve korkunçtu ki, bir insanı tek hamleyle yutabilecek kapasiteye sahipti.

Genç adam yapacak bir şeyin olmayacağını anladı. Çaresizce ölümü bekledi. Artık tek isteği acısız bir ölümdü.

Devasa kurt, avını yemeden önce uzunca uludu. Sonrasında altında duran, onun bu gece karnını doyuracak yemeğine baktı. Daha fazla beklemedi. Ve dişleriyle genç adamın boynundan kaptığında acı dolu çığlıkları bütün ormana yayıldı.




10.11.2010

Çizmeleri ayağıma geçirmeye çalıştığım sırada saate baktım.

Evet, yine geç kalıyordum.

Zorlu bir mücadelenin ardından nihayet başarmıştım. Ayağa kalktığımda dağılan siyah saçlarımı iki elimle düzelttim ve yerdeki çantamı alarak tek koluma astım.

Bunları her sabah yaşıyor olmam ayrı bir
sıkıntıydı.

Merdivenlerden düşmeden ikişerli inmeyi başardığımda kendimle gurur duymuştum. Evet, gerçekten bu konuda kendimle gurur duyuyordum. Küçükken bu konuda epey bir travmalarım olmuştu.

Bir keresinde merdivenlerden düşüp kolumu kırmıştım. Sonrasında ise başka bir gün burnumu kırmıştım. Ah, o gün berbat bir gündü. O esnada burnumun yerinden çıkıp düştüğünü sanmış, ve korkudan bir gün boyunca ağlamıştım. Benim için çok utanç verici bir andı. Neyse ki bu konuyu bir şekilde halletmiştim.

Dış kapıdan çıktığımda yüzüme çarpan soğuk hava, kış mevsimin geldiğini belli ediyordu. Soğuktan korunmak için ellerimi montumun cebine koyarak okula doğru
yürümeye başladım.


Bu arada ben Freya.

Freya Garcia.

Ailenin tek çocuğu olan Freya. Babam Gerald, Hawnsville kasabasının polisiydi. Bu yüzden okulda polisin kızı olarak tanınıyordum.

Fakat bu durumdan pek haz ettiğim söylenemezdi.

Sokaktan döndüğümde okul görüş açıma girdi. Bahçeye girdiğim sırada bazı öğrencilerin daha sınıfa girmediğini gördüğümde saate baktım. Yetiştiğimi anlamamla derin nefes verdim. Bugünü de atlatmayı başarmıştım.

Yüzümün soğuktan kızardığını, okulun içine girdiğimde yüzüme vuran sıcaklıkla anladım. Nihayet sınıfa girmiştim. Sırama doğru yöneldiğimde arkadaşlarımı sırada oturmuş kendi aralarında gülüştüklerini gördüm. O tarafa doğru yaklaşmaya başladığımda varlığımı fark ettiler.

''Freya hanım sonunda gelmeyi teşrif edebilmiş.'' Axel, bacağını diğer bacağına atmış, bana kınadığını belli etmek ister gibi bakmaya başladı. Ya da çalışıyordu diyebiliriz. Çünkü beceremiyordu.

Axel, yakın arkadaşlarımdan yalnızca bir tanesi. Kahverengi ve dalgalı saçları, ona oldukça tatlı bir görüntü veriyordu. Babası, Axel sadece altı aylıkken ölmüş. Ve annesi ise çocuğuna tek başına bakmayı göze alamayınca yetimhaneye vermiş. Axel, bundan dolayı annesine nefret besler. Fakat bir yandan içten içe onu istediğini bilse de böyle bir şey olmadığını kendini inandırmaya çalışır. Ancak her şeye rağmen aramızdaki en neşeli kişi Axel'dir.

''Çok konuşuyorsun Axel.'' Dediklerimi dalga geçercesine tekrarladığında göz devirdim. Sırama oturduğumda nihayet
soluklanabilmiştim.

''Ödev varmış yaptın mı?'' Endişeyle gözlerimi fal taşı gibi açtım ve hızla arkamı döndüm.

Lanet olsun! Ödevden haberim yoktu.

''Ne ödevi?'' Sinirli sitemimle Amy, naif sesiyle gülerek ödevi bana gösterdi.

''Endişelenme. Sen gelmeden hallettik.''

Amy, yakın arkadaşımlarımdan bir tanesi daha. Altın saçları ve mavi gözleri en dikkat edici özelliğidir. Fakat kendisi o kadar saf kalplidir ki, onu bazen silkeleyip kendine getirmek istiyordum. İnsanlara gereğinden fazla güvenir. Sonucunda ağlayan kendisi olur. Onu her zaman bu konuda uyarsam da aynı şeyi tekrar yapar. Bu yüzden onunla uğraşmayı uzun zaman önce bıraktım.

Aynı zamanda platonik bir aşık. Okulumuzun popüler basketbol oyuncusu Micheal'a. Yanından ayrılmayan sarışın yerden bitme Daisy'i de unutmamak lazım. Amy'e her ne kadar dil döksek de anlamadı. Bununla da
uğraşmayı bıraktım.

Ona minnettar olduğumu belli eden bakışlarımı atarak elinde tutan ödevini aldım. Neyse ki ödev uzun değildi. Ders başlamadan hallederdim.

''Okul başkanı yine okula gelmemiş.'' Elimde ki kalemi bıraktığımda yüzümü Karen'a çevirdim.

Okul başkanımızdan uzun zamandır haber alınamıyordu. İlk zamanlar okul bunu umursamasa da ilerleyen günlerde hâlâ ortalıkta olmaması şüphelere neden olmaya başlamıştı. Bazıları kaybolmuş, bazıları ise okulu bıraktığını söylüyordu. Tabii bunlar sadece bir söylenti. Ne olduğu muamma.

''Onun için endişeleniyorum.'' Üzüntüyle kurduğu cümlenin ardından derin bir iç çekti Amy.

''Başladı yine.'' Axel'in bıkkınlıkla kurduğu cümleyle Karen homurdandı.

''Dalga geçme kızla Axel. Belki de durum sahiden ciddidir.''

Karen, yakın arkadaşımlarımın sonuncusu. Grubumuzun en huysuzudur desek tam yerinde olur. Esmer teni ve kıvırcık saçları ona havalı bir görünüm sağlıyordu. Dışarıdan sert görünse de, kalbi görüntüsünün aksine yumuşacıktı.

Karen benim ilk arkadaşımdı. O yüzden ona karşı ayrı bir bağ kuruyordum.

''Ailesi çoktan kayıp ihbarıyla polise gitmiş bile. Babam bu konuyu hala araştırdıklarını söyledi.'' Üçü de bana döndü. Şaşkın yüzlerini görmek epey komik gelse de yüz ifademi korudum.

''Ve bunu bize yeni söylüyorsun öyle mi?'' Karen sinirli halini gördüğümde söylememekle hata yaptığımı anladım. Ne yapayım unutmuştum?

''Üzgünüm,aklımdan öylece çıkıvermiş. Yoksa sizi bundan ihmal eder miyim hiç ?''

''Kafana sokayım. Böyle önemli bir bilgi unutulur mu?'' Sahte kırgınlıkla önüne dönen Axel'e, arkadan sırtına birkaç kere bana bakması için dokundum. Omuz silkerek dönmeyeceğini belirtti. O sırada Bay Brown sınıfa giriş yapmasıyla dersin başlayacağını anlayıp Axel'i rahatsız etmekten vazgeçtim ve sırtıma sıraya yasladım. Anlaşılan sıkıcı ders bizi bekliyordu.

🎭

Ders bitmiş ve dolaplarımıza doğru yönelmiştik. Dolabımı açıp içine kitaplarımı yerleştirmeye başladım.

Dolabıma özen gösterirdim. Dolabıma bakmak ve süslemek hoşuma gidiyordu. Belki saçma olabilir fakat yine de seviyordum.

Kitaplarımı yerleştirdim ve son bir kez göz gezdirdikten sonra dolabımı kapattım.

''Hey, yarın ki doğum günü partime sizi de bekliyorum.'' Sesin geldiği yöne kim olduğunu anlamak için baktığımda bu kişi Micheal'dı. Tabi yanında Micheal'ın koluna koala gibi sarılmış Daisy'de vardı.

Ne salak ikili ama!

Yüzüne tepkisizce bakarken Amy, aramızda fazla sırıtıyordu. Surat ifadesini  gördüğümde içimden bir küfür savurdum.

Aptal kız, bu kadar belli etme!

''Tabii ki geleceğiz. Bu anı kaçıramam.'' Dediği şeyle Karen yüzünü sıvazladı. O da benim gibi düşünüyordu belli ki.

Micheal, Amy'nin kurduğu cümle sonrasında bakışlarını ona çevirdi. Gözleriyle onu süzdükten sonra hoşuna gitmiş olacak ki elini dolaba yasladı. Tam olarak Amy'i dolaba sıkıştırmıştı. Kulağına doğru eğildiğinde Daisy'nin homurdandığını gördüm.

''Özellikle seni bekliyorum güzelim.'' Göz kırparak elini dolaptan çekti. Ardından kolunu Daisy'e attı ve yanağına öpücük kondurarak oradan uzaklaştı.

Amy kendinden geçmiş bir şekilde uzaklaşan Micheal'a baktığı sırada Axel, Amy'nin kafasına bir fiske attı.

''Aptal. O az oldu, ağzının içine girmeliydin. Tanrım, ne salak arkadaşım var benim böyle.'' Axel'e ilk kez hak vermiştim. Onaylamadığını belli ederek kafasını sağ sola salladı.

''Çok mu belli ettim?'' Karen, Amy'nin yanına gelerek saçını okşadı.

''Yok hayatım belli etmedin. Sadece yüzüne karşı bir tek sana aşığım demediğin kaldı." Amy, tedirginlikle yüzüme baktığında sorun yok dercesine gözümü kapatıp açtım.

Anlaşılan yarın partiye gidecektik. Her ne kadar istemesem de Amy tarafından silah zoruyla gideceğimizi biliyordum.

Okuldan çıktığımızda aklıma babamı aramak geldi. Yanına gidip son durumun ne olduğunu öğrenmek için ağzını arayacaktım. Telefonu elime aldım ve babamın numarasını tuşladım. Bir kaç çalışta açıldı.

''Kızım, nasılsın?'' Babamın sakin sesini duyduğumda sevindim. Belki de sakinliğini kullanarak yanına gelmemi izin verirdi.

'İyiyim baba. Yoğun musun? Yanına gelmek için aramıştım.'' Birkaç saniye karşıdan ses gelmedi. Kaşlarımı çattım. Tekrar soracaktım ki babamın sesini duydum.

''Gelebilirsin, yoğun değilim.'' Yine de gidip gitmemek konusunda kararsız kalsam da gitmeye karar kıldım. Babam için sorun değildim zaten değil mi?

''Harikasın. Geliyorum.''

Şansım yaver gitmiş olacak ki telefonu kapattığım sırada karşıdan gelen taksiyi gördüm. İşaret vererek durmasını sağladım ve araca binerek yola çıktım.

Küçükken baban mı yoksa annen mi diye sorulduğunda ben hiç düşüneye bile gerek duymadan babam derdim. Babamı seviyordum. İşinden dolayı çok göremesem de bunu sorun etmezdim.


O benim için her zaman bir kahramandı.

O zamanlar babama özendiğim için ben de polis olacağım derdim. Babam ve annem buna sadece gülüp geçiyordu. Güldüklerini gördüğümde ise küsüp giderdim. Gülmeleri hoşuma gitmezdi.

Onu örnek alıyordum.

Beni bu konuda desteklemesi gerekiyordu. Fakat güldükleri o günden sonra polislikten vazgeçmiştim. Hevesim kırılmıştı.

Taksi dediğim yerde durduğunda araçtan indim. Karşımda ki bina çok büyük değildi. Kasaba polislerine ait bina ne kadar büyükse o kadardı işte. Binaya doğru yürümeye başladığımda kapıdaki iki adamdan biri beni tanıyordu. Beni fark etmesiyle başıyla selam verdi. Ona karşılık vererek içeri girdim.

Babamın olduğu odaya doğru adımlarımı yönlendirdim. Kapıyı tıklattım ve gel komutunu duyduğumda içeri girdim.

Beni gördüğünde gülümsedi.

''Hoş geldin. Bu kadar hızlı gelmeni beklemiyordum.'' Karşısındaki sandalyeye oturdum. Kalçam yumuşak şeyle temas ettiğinde okul sıralarının ne kadar kötü olduğunu bana hatırlatmış oldu.

''Tuhaf yetenekler geliştirdim.'' Gülerek kurduğum cümleye o da güldü.

Daha sonra sessiz kalıp işine devam etti. O sırada etrafı inceliyordum. Küçük bir odaydı. Kapının hemen karşısında masası ve koltuğu göz önündeydi. Sağ tarafında pencere vardı. Oda kötü değildi. Hatta ideal bir odaydı. Buradakilerin fazlasında gözü olmazdı zaten.

Bir süre bekledim. Konuyu açıp ne olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Sıkıntıdan patlayacaktım.

Madem işin vardı niye çağırdın ki?

Babama göz ucuyla baktığımda hala dosyalarla uğraşıyordu. Şuracıkta bayılsam ruhu bile duymazdı. Öksürerek dikkatini çekme umuduyla söze başladım.

''Baba, bir şey sorabilir miyim?'' Kafasını kağıttan kaldırarak bana baktı.

''Dinliyorum.''

''Brice'dan bir haber var mı?'' Babam sorduğum soruyla bakışlarını benden ayırdı. Dudağını ıslatarak sıkıntılı bir nefes verdi. Bir sıkıntı olduğunu anlamıştım. Burnunu sert bir şekilde çektiğinde bana döndü.

''Söyleyeceğim,ama aramızda kalacak. Anlaştık mı?'' Kaşlarımı çattım. Neler oluyordu?

''Aramızda kalacak. Güvenebilirsin'' Bana güvenmediğini söylemek istediğini  anladığımda kırıldığımı hissettim ama şimdi bunun sırası değildi. Umursamadım.

''Brice'ı ormanda bulduk. Hayvan saldırısı. Bir kurt saldırmış'' Bunu duyduğumda kalakaldım.

Hawnsville'de yaşanan hayvan saldırısı en son 50 yıl önceydi.

''Ama bu olamaz. Çoktandır böyle bir olay yaşanmamıştı. Kurtlar kasabaya mı inmeye başladı?'' Epey mantıksız gelmişti.

''Anlaşılan öyle. Fakat endişelenilecek bir durum yok. Her şey kontrolümüz altında.''   

    
🎭

Günlerden Cumartesi.

Düzelteyim. Günlerden Micheal. Amy'nin evine gelmiş parti için hazırlanıyorduk.

Amy'i hazırlıyorduk desek daha doğru olurdu.

Yaklaşık iki saattir Amy'i hazırlamaya çalışıyorduk. Ve o kadar bunaltmıştı ki bizi, bir ara Amy'i Karen'ın elinden zor kurtarmıştım.

''Saçımı acıtıyorsun.'' Amy'nin homurdanmasıyla Karen sabır dilercesine gözünü kapatıp nefes alıp verdi. Ortamın kızışacağını anladığımda elindeki saç maşasını aldım.

''Ben devam ederim. Sen istersen hazırlanmaya başla.'' Göz kırptığımda Karen, bana minnettar olduğunu belli ederek hazırlanmaya başladı. Saçını yapmayı bitirdiğimde Amy, aynaya bakarak sevinçle el çırptı.

''Harika, mükemmel olmuşum. Hadi artık çıkalım. Geç kalacağız.''

Sorun şu ki Amy'i hazırlamaktan ben ve Karen'a sıra gelmemişti.

''Ciddi misin Amy? Bunu gerçekten söyledi mi Freya? Lütfen bana bu cümleyi kurmadığını söyle.'' Sanırım bu sefer benim sabrım taşacaktı. Sakin olmayı umarak Amy'e döndüm.

''Amy, sus. Yoksa kafanı patlatacağım.''

Elimden geldiğince hızlı hazırlanmaya çalıştım. O sırada Amy'nin bize baskı yapmasını saymazsak sakince hazırlanmayı bitirmiştik. Çıktığımızda partiye 15 dakika kalmıştı. Neyseki Micheal'ın evi uzak değildi.

Biraz yürüdükten sonra müzik seslerinin geldiğini duyduğumda yaklaştığımızı anladım. Ardından Amy, aniden adımlarını keserek durdu.

''Size bir şey itiraf etmek istiyorum.'' Amy'nin dediği şeyle merakla ona döndük.

''Bu gece Micheal'a açılmayı düşünüyorum.'' Olamaz.

İkimizde sabır dilercesine hayıflandık.

''Tanrım, Amy. Lütfen bunun bir şaka olduğunu söyle.'' Amy, Karen'ın tepkisini gördüğünde çekimser bir hal aldı.

''Neden ki?'' Sesi ince çıkmıştı. Bizden böyle bir tepki beklemediğini anlamıştım. Amy'i kolundan tutarak yüzüme bakmasını sağladım.

''Eğer kendini seviyorsan bunu yapmazsın Amy. İnan bana bu hayatında aldığın en kötü karar olur.'' Amy bir süre öylece yüzüme baktı. Ardından kaşlarını çattı ve sessiz kalarak yürümeye devam etti. Karen ile göz göze geldiğimizde Karen kulağıma fısıldadı.

''Söyleyecek.''

Bunu biliyordum. Amy her zaman böyleydi. Aşık olduğunda gözü kimseyi görmez üzüleceğini bilse de sadece kendi bildiğini yapardı.

Saf kızım benim.

Partiye geldiğimizde etraf o kadar süslenmişti ki bunun için fazla uğraş verdikleri belliydi. Karen'a baktığımda ağzı açık etrafı izlediğini görüp kıkırdamama engel olamadım. Kıkırdamamı duyduğunda Karen sertçe bana baktı.

''Ne gülüyorsun? Her gün bu manzarayla karşılaşmıyorum Freya.''

Amy kolumuzu çekiştirerek karşıda bize el sallayan Axel'i gösterdi. El sallama bir yana, kendini göstermek için resmen masaya çıkmıştı. Ardından Amy'de aynı şekilde el sallayınca umudu kesmiştim.

Aramızda normal olan yoktu.

''Nerede kaldınız. Ağaç oldum burada.''Axel hayıflanınca Karen kendini savunmaya aldı.

"Her şeyin suçlusu Amy. Tanrım, ne kadar sınandığıma dair haberin var mı?'' Amy saçlarını savurdu. Aslında bu hareket Karen'a karşı bir cevaptı.

Aniden Brice hakkında öğrendiklerim aklıma geldi. Söyleyip söylememekle arasında kalsam da Axel'in huysuzluğunu çekmek istemediğimden söylemeye karar verdim.

''Babamla Brice hakkında konuştum.'' Söylediğim şeyle hepsi bana dikkat kesilmişti.

''Ormanda ölü bulunmuş. Bir kurt saldırısıymış.'' Bunu beklemiyor olacaklardı ki dehşete kapıldılar.

''Olamaz. Nasıl olur?'' Amy elini ağzına götürmüş açık gözlerle bana bakıyordu. Axel'de, Amy'den farksızdı.

Karen ise tepkisizce yeri izliyordu.

''Bu sadece aramızda kalacak. Anlaştık mı?'' Amy ve Axel anlaştığını belli ederek kafalarını salladı.

''Mantıklı değil.'' Karen çatık kaşlarla gözlerini yerden ayırmamıştı. Her ne düşünüyorsa, bu hoşuna gitmemiş gibiydi.

Gerçekten mantıklı değildi.

"Bana da tuhaf geldi ama söz etmedim. Hem babam bunun için niye yalan söylesin ki?''

Karşıdan Bradley'in bize doğru geldiğini gördüğümüzde konuyu kapattık.

Bradley, çocukluk arkadaşım ve aynı zamanda sınıf arkadaşım. Beraber büyümüştük. Ailem küçükken Bradley ile oynamaya çıkmama izin vermezdi. Fakat onları dinlemeyip gizlice evden çıkar, onunla oynamaya giderdim. Zaman geçsede hâlâ neden izin vermedikleri hakkında bir fikrim yok. Sormadım da.

Masamıza doğru geldiğinde birbirimize gülümsedik.

''Selam. Bölüyorum sanırım?''

''Ah, hayır. Sohbetimiz bitmişti. Seni burada gördüğüme şaşırdım.'' Axel'in bana karşı imalı bakışını görmezden geldim.

Cidden sinir bozucuydu!

''Sadece kafa dağıtmak için geldim. Bu arada çok güzel olmuşsun.'' Dediği şeyle yanaklarımın kızardığını hissettim.

Hadi ama. Bana aniden böyle iltifat etmeyin.

''Teşekkür ederim.'' Sesimin içine kaçtığını söylememe gerek yoktu sanırım.

Axel'den bir kıkırdama sesi duydum. Muhtemelen yüzümün aldığı hali görmüştü. Ona uyarı anlamında baktığımda bunu gördü fakat omuz silkti.

Ama cidden sinir bozucuydu!

Bradley ortamın saçmalığına son vermek istemiş olacak ki, bir elini ensesine atarak bana bir bakış attı.

''O halde ben Philip'e bakayım. İyi eğlenceler size.'' Koşar adımlarla yanımızdan uzaklaştı. Bizi yanlış anlamıştı. Axel'e dönüp kızacakken Amy söze atladı.

''Sanırım pasta kesilecek. Hadi gidelim.''

Kocaman pasta bahçenin ortasında duruyordu. Arkasında üflemek için duran Micheal vardı.

Egoist herif, bu kadar büyük pastaya ne gerek vardı.

Pastayı üflemeden önce gözlerini kapatıp bir dilek diledi. Pastayı üflediğinde bir alkış koptu. Ardından Daisy, üstüne atladı. Bu görüntü karşısında utançtan kendimi yememe az kalmıştı.

''İyi ki doğdun bebeğim.'' Ve öpüşmeye başladılar. O sırada bir çığlık tufanı koptuğunda Amy'e baktım. Gözleri dolmuş öylece onlara bakıyordu. Ona baktığımı hissettiğinde bakışıma karşılık verdi.

"Sorun değil.'' Gülümsedi. Bunun gerçek bir gülümseme olmadığını biliyordum. İç çekerek bakışlarımı kestim. Etrafıma bakındığımda gözüm bir yerde durmuştu. Uzakta biri vardı ve sadece izliyordu.

Bu da kimdi?

Ona daha dikkatli baktığım sırada gözlerimiz kesişti. Öyle bir bakıyordu ki gözlerimi çekmeyi başaramamıştım. Ne yapacağımı bilemeden öylece ona bakıyordum. Sonrasında gülümsedi. Bu normal bir gülümse değildi. Elini kaldırıp selam verdi.

''Hey, sen iyi misin?'' Karen kolunu omzuma koyduğunda gözümü ondan çekerek Karen'a döndüm. Tekrar o tarafa baktığımda ise o şey yok olmuştu. Yanlış gördüğümü düşündüm.

Umarım.

''Gel hadi, eğlence başlıyor.''

🎭

Müzik sesinin patlamasını beklemediğimden yerimde sıçradım. Müziği duyanlar dans etmeye başlamışlardı. Bıkkınlıkla nefes verdim. Benim için parti bu kadar yeterdi. Başıma ağrılar girmeye başlamıştı.

''Tanrım sanırım dayanamayacağım. Ben de dans edeceğim.'' Axel koşarak insanların doluştuğu yere gidince arkasından Amy seslendi.

''Beni bekle. Ben de geliyorum.'' Koşarak Axel'in gittiği yöne doğru uzaklaştı. Arkalarından gülmemek elde değildi.

''Deli bunlar.'' Karen'ın gülerek kurduğu cümleyle ben de güldüm. Nasıl bu kadar enerjiye sahip olduklarına bazen şaşırıyordum.


Dans edenleri izlerken birden kulağıma gelen nefesi hissettiğimde hızlıca yanıma döndüm. Bradley'i görmemle rahatlamıştım. Gülümsedi.

''Dans etmek ister misin güzel bayan?'' Bu teklifine güldüm.

''Ama ben dans etmeyi bilmem ki.'' Göz kırparak elimi tuttuğunda gerilmiştim.

''Sorun yok. Ben de bilmiyorum.'' Belimden tutarak ortaya götürmeye başladı. Karen'a baktığımda gülümseyerek göz kırptı.

Elini belime attığı sırada ben de kolumu boynuna doladım. İnsanların aksine biz sakince dans ediyorduk. Dışarıdan iki sevgili gibi gözüktüğümüzü biliyordum. Ama bu duruma kendimi alıkoyamıyordum.

''Çok güzel olmuşsun.'' Güldüm.

''Bunu daha önce de söylemiştin.'' Bradley'de gülmeye başladığında artık ikimizde gülüyorduk.

''Olsun, tekrar söylemiş oldum işte. Bir mazuru olmaz umarım.'' Ardından göz kırptı. Dudaklarım sanki yemin etmiş gibi gülümsemekten kendimi alamıyordum.

''Mazuru olmaz. Sadece ani iltifatta bulunma yeter.'' Bu sefer koca bir kahkaha attı. Evet, ben de duramadım, güldüm.

Ne çok güldüm ama!

''Peki, sana bir soru soracağım Freya.'' Kafamı sor anlamında salladım. Tam söze başlayacaktı ki evden bir çığlık sesi duyuldu. Telaşla o tarafa bakarken Bradley'den kendimi ayırdım. Herkes ne olduğunu anlamadığını belli edercesine etrafına bakındı.

Ve bir çığlık daha koptu. Nefesim hızlanmaya başlamıştı. İnsanlar ne yapacağını bilemez bir şekilde telaşla birbirlerine bakıyorlardı.
O sırada evden Daisy koşarak çıktığını gördüm. Yüzünün aldığı hâl korkunçtu. Ağladığını gördüğümde bir terslik olduğunu anlamıştım. En sonunda kendini yere attı.

''M-Micheal!'' Her ne olduysa konuşamıyordu.

''Micheal banyoda kanlar içinde!''









Okuduğunuz için teşekkürler...

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

802K 18.5K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
48.9K 1.9K 13
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
51.3K 6.4K 179
Kaderin bir cilvesi olarak, kaba gücü ve keskin içgüdüleriyle tanınan acımasız bir sokak haydutu olan Jun Hao, köle gibi hizmet ettiği patronunun eli...
267K 18K 31
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...