RUHUMDAKİ LEKELER

Von Anesrum

536 68 7

Yüreğinden dolup taşan bir öfkeyle sadece kendini yakar o diye düşünür herkes ama insan unutmamalıdır; ateşe... Mehr

SAHNE
SAHNE BİR: "KIVILCIM"
SAHNE İKİ: "KÖPRÜNÜN UCUNDA"
SAHNE ÜÇ: "RÜYALARINDA MUTLU OL"

SAHNE DÖRT: "AYNI YALANI SÖYLEYEN SAHTEKÂRLAR"

22 1 0
Von Anesrum

Uzun bir zaman sonra bölüm güncelliyorum. Açıkçası Narız ile Mahru'yu yazmayı özlediğimi diyalogları akmaya başladığında fark ettim.

Bu satırları okumayı tercih eden herkese burada oldukları için teşekkür ederim.

Kitabı okurken yaptığınız her bir yoruma, attığınız her bir oya minnettar olacağım.

RUHUMDAKİ LEKELER'i okuma listelerinize almayı unutmayın.

İyi okumalar,

Anesrum.

07.02.2024

-

Gecenin bir yarısı uyandığımda ellerim mengene gibi yorganı kavramıştı, yırtılacakmış gibi oksijeni tüketen göğsüm hızla inip kalkıyordu, saçlarım alnıma yapışmış, tüm bedenim terden sırılsıklam olmuştu. Çığlık atmadan, inlemeden sessizce uyandığımda duyduğum ilk şey camımı döven yağmurdu. Ben o kadar paniğe kapılmıştım ki bu sakinleştirici, benim için ana kucağı kadar narin ve arındırıcı şey bile bunalmış ruhumu rahatlatamıyordu.

Yorganın kumaşını sıkan parmaklarımı gevşettim ve bakışlarımı karşımdaki duvara dikip düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Domino taşları gibi hepsi teker teker devrilirken bunu yapmam bayağı zor oldu, birileri kafamın içini ateşe vermiş gibi hissediyordum. Aynı yangın, bedenimi de sarmıştı. Deli gibi terlemiştim.

Gece lambasının ışığının vurduğu duvarın rengi açık sarıydı. Bu rengi Süheyla Teyze seçmişti, iç karartıcı gece mavisi rengini sonsuza kadar uzaklaştırmak istercesine kat kat sürdürmüştü. Duvara çok yakından bakarsam çıkıntılı yüzeyini görebiliyordum. Yıllar önce üzerindeki çiçekli böcekli duvar kâğıdını çıkarttırmıştım ve o gün, gece mavisinden kalan her şey odamdan sökülüp alınmıştı.

Gece mavisi, annemin en sevdiği renkmiş. Tek bildiğim buydu ve onun isteğiyle sürdürülen boya bile artık bu dünyada değildi.

Annemi hatırlamak yeniden bedenimi dehşete düşürdü. Nefeslerimi dengelemeye çalışmak için belli bir noktaya odaklanmaya çalışmak başka bir tepki vermeme neden olduğu için kendime kızdım ve ellerimi kaldırıp yüzüme yapışmış saçlarımı çektim. Kendimi ferahlatmak amacıyla oldukça yavaş hareket ediyor ve bir yandan da güzel şeyler düşünmeye çalışıyordum. Bunların çoğunda Ravza vardı.

Onunla geçirdiğim günler, yaptığım şeyler, güldüğüm olaylar... Deli gibi onu aramak istesem de bu isteği bastırmak zorundaydım çünkü fazlaca endişeleneceğini biliyordum. Bunun yerine yorganı üzerimden attım ve yatağımdan çıktım. Yağmurun sesini çok net bir şekilde duyabiliyordum, yeniden benimle birlikte ağlıyormuş gibi hissettim ama o an düşüncelerim çok karmaşıktı. Zihnimin bir köşesinde kâbusum yeniden oynuyordu ve bundan çok korkuyordum, bir köşesinde gece mavisi ve annem vardı, üzüntü beni boğuyordu, başka bir yerde ise üzerimde muhtaçlık vardı, Ravza'yı ve onun yatıştırıcı sesini duymak istiyordum. Mantıklı yanım beni durdurmayacak olsa gidip büyük babamın yanına kıvrılıp yatabilirdim. Fakat o güzel, yaşlı adamın bu durumdan oldukça kıllanacağını ve de korkacağını biliyordum.

Islak avucumu deriyi yırtıp gitmek isteyen kalbimin üzerine bastırdım, onu sakinleştirmek istiyordum. Kâbus gördüğümü biliyordum ama bunu ona kabul ettirmek benim için daha zordu. Benden farklı şekilde düşünüyor ve hareket ediyordu. En büyük düşmanım kendi yaşam kaynağım mıydı? Ayaklarımı sürüyerek, gece lambasının koruyucu haresi altında banyoya ilerledim ve ışığı açıp içeriye girdim. Aynaya baktığımda gördüğüm görüntüye karşın düşündüğüm ilk şey, korkudan sinmiş küçük bir kız çocuğu oldu. Tam olarak buydu. Kızarmış bir burun, çökmüş gözaltları terden sırılsıklam olmuş saçlar ve korkulu bakan gözler.

Musluğu açtım ve acımasızca soğuk suyu suratıma çarptım. Korkumu ve güvensizliğimi geçirsin diye, sanki kendime tokat atıyormuşum gibi hissederek yaptım bunu.

Kendine gel. Uyan. Kendine gel.

Tokatlar parçalara bölünmüş zihnimi yeniden bir araya getirdi. Yaşanan üç farklı duygu karmaşası kayboldu ve domino taşları yitip gitti. Şimdi ise sessiz bir çayıra benziyordu. Gündüzleri yakan, geceleri üşüten.

Tekrar çehreme baktım, su damlaları yanaklarımdan boynuma damlıyordu, ıslanmış, korkmuş bir küçük kız çocuğu vardı karşımda. Ama bu sefer zihnimde garip bir sessizlik vardı. Beni korkutmalı mıydı bilmiyordum. Terlemiş avuçlarımı soğuk suyun altında bir süre tutup musluk sesini dinlemeye başladım. Yatağa geri dönmek istemiyordum fakat alt kata inmek ve bir şeylerle ilgilenmek, uykusu hafif olan büyük babamı uyandırmak anlamına gelecekti ve de bunu hiç istemiyordum. Sanırım uzun bir süre ondan bunu saklamak zorundaydım. Bu da aşırı zor olacaktı.

Beyaz derim soğuktan kızarmaya başlayınca musluğu kapattım ve ellerimle yüzümü sertçe havluyla kuruladım. Daha fazla yüzüme bakmaya cesaretim olmadığı için direkt olarak banyodan çıktım. Yatak bir harbe benziyordu, ben de kendime gelen en mantıklı şeyi yaptım.

Usulca gece lambasının yanına iliştim, yere oturdum ve gözlerimi onun ışığı altında titreşen eşyalara diktim. Camın ardından gelen yağmurun sesi zihnimi sabah yaşadığım duygu boşluğuna ve yağmurda meczup gibi yürüyüp Narız'ın yanına gitmeme sürükledi. Bunun nedenini çok net bir şekilde biliyordum. Bakışlarında ki o ezilmiş duygular ve hissettiğim aynı gemiye mahkûmluk, zihnimde beliren ilk adın onunki olmasını sağlamıştı. Kendimi ona yakın hissediyordum. Dudaklarının arasından yalancı "Anlıyorum." kelimelerinin yerine, acıyla kavrulmuş bir "Anlıyorum." feryadının çıkacağını biliyordum.

Bunu nedensizce hissediyordum ve artık, garip bir şekilde onu tanımak istiyordum.

Cumartesi günü Süheyla Teyze'ce yaşanan rezillikten sonra kendimi iyi hissetmemi istemesini, dışarıdan kahvaltı etmemizi önermesiyle anlamıştım. Merkezin biraz dışında gürültüden uzak, daha önce gelmediğim bir yere zorla götürüp kahvaltı sofrasına oturtulmamla garip bir ifadeyle Süheyla Teyze ve büyükbabama bakmam bir oldu. Hasan Amca o an yanımızda yoktu ama olsaydı, bıyık altından bana bir şeyler fısıldayacağından emindim.

Büyükbabam biraz olsun konudan haberi yokmuş gibiydi. Dün gece sırılsıklam gelip odama kapandığım sırada evde değildi, dolayısıyla Süheyla Teyze'nin gözlerindeki endişe gayet doğruydu: gıcık kuzenimin beni yaraladığını düşünmüş ve moralimi düzeltmek için beni evden çıkarmak istemişti, bunu fark edebiliyordum. Fakat benim istediğim son şey evden çıkmaktı. Gece uyandığımdan beri geri uyuyamamıştım, gözlerim acıdan zonkluyordu üstelik hiç aç hissetmiyordum. Ne mutlu bir sohbete katılabilirdim ne de ilgimi onlara yönlendirebilirdim. Hiçbir şeye ilgim yoktu o an.

"Hadi ne bakıyorsun öyle, başlayıver yemeğe." Süheyla Teyze poğaçalardan birini bölüp tabağıma bıraktı. Burnuma tüten sıcacık koku bile midemde bir kıpırtıya neden olamadı. Tabiri caizse sadece kuş sütünün eksik olduğu masaya bakıp yutkundum. Büyükbabamdan önce davranıp şekeri onun önünden alan Süheyla Teyze gözlerini benden çekmeden tabağıma kahvaltılıklardan koymaya başladı. "Hadi kizim, bak kuymak ne kadar da güzel görünüyor öyle."

Süheyla Teyze ekmeğini kuymağa bandı, gözlerim ise büyükbabamın üzerine yöneldi. Sakince bana bakıyordu, dün geceki hâlimi görmüş olsaydı kesinlikle bu kadar sakin olmazdı, bunu biliyordum. Sırf onları birazcık mutlu etmek için kasılan midemi aksıya aldım ve benim için bölünmüş, dumanları havaya karışan poğaçadan birazcık koparıp ağzıma attım. Ben çiğnerken Süheyla Teyze'nin gözlerinde bir ışık belirdi ve benim için kızarmış ekmeğe yağ ve reçel sürmeye başladı. Bir yandan da büyükbabamı gözetliyordu.

"Bugün dışarı çıksana Mahru," dedi bir anda büyükbabam. "Ravza'yı ara da alışverişe filan gidin. Artık siz genç kızlar neler yapmaktan hoşlanıyorsanız."

"Canım pek..." diyecektim ki Süheyla Teyze elindeki çatalı tabağa vurarak beni susturdu.

"Kesinlikle harika bir fikir! Armada ya da CEPA'ya filan gidiverin, mağazaları gezin. Eminim Ravza'ya da iyi gelecektir, kizim. Vizelerinden önce kafanı dağıtmış oluverirsin."

Onların beni zorla dışarı çıkarma sevdasına dehşetle bakıp olabildiğince yavaş bir şekilde poğaçayı bölerken "Şey..." dedim. "Ravza'nın geleceğini pek sanmıyorum büyükbaba!" Hafifçe Süheyla Teyze'ye doğru eğildim, büyükbabamın da duymasını umarak, "Parası pek yok bu aralar...." dedim. Ravza'nın gerçekten parası yoktu ve bu istisnaya dayalı para harcarken onun bakmasına göz yumamazdım.

"Bu da dert mi canım!" Büyükbabam bardağını bırakıp elini salladı. "Büyükbaba da harcamayacağı kadar para var! Bugün her şey benden. Ara sen Ravza'yı bakayım, göreyim aradığını kızarmış tavuk."

"Heh," Kafasını sallayarak büyük babamı onayladı. "beba doğru söylüyor Mahru, hemen ara kizi da haber ediver. Kahvaltıdan sonra da gidiverirsin."

Bir kuş karşıma konup bana gülmeye başladığında gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp iç geçirdim. Telefonumu çıkarıp Ravza'yı listeden ararken başka çaremin olmadığını biliyordum. Benim için endişelenmemeleri için dışarı çıkmalı, kendi iyiliğim için Ravza'nın reddetmesini ummalıydım. Hayat çok garipti. Bazen hangi tarafın ağır basması gerektiğine karar veremiyordum. Hele ki Süheyla Teyze'nin gözlerinde bu tür bir endişe denizi varken.

"Alo," dediğimde henüz birkaç saniye geçmişti. Meraklı göz bebekleri benim üzerimdeyken içimden Ravza'nın reddetmesini umuyordum. "Ravza neredesin?"

"Evdeyim, bugün izin günüm. Unuttun mu yoksa peluş?" Arkadan yükselen seslerle evinde ufak çaplı bir karmaşa olduğunu anlayabilmiştim.

Biraz fazla heyecanlı bir sesle "Evde birisi mi var?" diye sordum.

Ravza onaylayan bir mırıltı çıkardı. "Halamlar kuzenlerimle birlikte bize geldi. Ev payanıra döndü, her yerde koşuşturan çocuklar var."

"O zaman ben rahatsız etmeyeyim, sonra görüşürüz." dediğimde bir şeyler olduğunu hissetmiş olacak ki "Bir sorun mu var?" diye sordu. Hafifçe gülümseyerek "Hayır." dedim.

Pek inanmadığını ve daha sonra bana neler olduğunu soracağını biliyordum fakat gerçekten bir şeyler yapma havamda değildim. Son zamanlarda yaşadıklarım ve gördüğüm kâbuslar Ravza'nın sorularıyla birlikte gün yüzüne çıkacak kadar henüz omuzlarımdaki yüklerini hafifletmemişti. Ravza benim tek arkadaşımdı ama şu anda onun bile iyi geleceğini sanmıyordum.

Telefonu kapattığımda Süheyla Teyze'nin memnuniyetsiz bir şekilde bana baktığını gördüm. Beklediği şeyi alamadığını biliyordum ama en azından benim için çabaladığı için ona minnettardım.

"Misafirleri varmış." Konuşurken kendimi bir parça poğaça daha yemek adına zorladım. Midem kasılıyor, gelenleri reddediyordu ama bir şeyler yemezsem gitmeme izin vermeyeceklerinin farkındaydım.

Ailem gittiğinden beri benimle ilgilenen iki kişi de bu masada benimle oturuyordu. Ateşlendiğimde, hastalandığımda, üzüldüğümde... Her zaman yanımda olmuşlardı ve artık o küçük kızın büyüdüğünü görmek gözlerinde yorgun bir parıltının belirmesini sağlıyordu. Süheyla Teyze için onun kızından farksızdım, bunun bilincindeydim. Bu yüzden kendimi zorlamaya çalıştım. Ellerim çay bardağına uzanınca büyükbabam hafifçe öksürdü.

"Bugün ne yapmak istersin peki?"

"Kütüphaneye gideceğim." Aslında bugün için bir planım yoktu, tek istediğim yorganımın altına sığınıp uyumaktı lakin kendime bir iş çıkarmazsam beni peşlerinden sürükleyeceklerdi. Bir süre kendi hâlimde kalmanın ve kabuğuma çekilmenin en iyi olacağını biliyordum.

"Bugün de mi çalışacaksın?" Süheyla Teyze şaşkınlıkla bana baktı. Pek fazla gezen bir kız değildim ve genellikle vaktimi ya odamda ya da kütüphanede geçirirdim. Süheyla Teyze'nin buna neden bu kadar şaşırdığını anlamamıştım. Çayımı yudumlarken kafamı salladım. Büyükbabam bu fikri kafasına tartıyor gibiydi. Belki de İlkay'ın yaptıklarından o da hicap duyuyordu çünkü normalde olsa bu fikri desteklerdi. Onun gözünde ben ve İlkay şirketin gelecekteki yöneticileri olacaktık ve her şeyi layıkıyla öğrenmek için çok çalışmamız gerekiyordu. Okulla alakalı her konuda bu yüzden fazlasıyla anlayışlı davranırdı. Narız'ın aile yemeğimizi yarıda bölüp beni alıp götürüşüne izin verişi de bu yüzdendi.

"Hep yaptığım bir şey." dedim hafifçe gülümseyerek.

Telefonum titrediğin yavaşça elimi çantama attım. Büyük ihtimalle demin olanları anlayamayan Ravza bana mesaj atmıştı. Büyükbabam önündeki sucuklu yumurtadan Süheyla Teyze'ye de uzatırken telefonumu çıkarıp ekran kilidini açtım. Ekran açılıp bildirimlerde gelen mesajı görmemle kaşlarımın çatılması bir olmuştu. Yavaş ve sakince mesajı okurken elimden geldiğinde dışarıya renk vermemeye çalışıyordum.

Daha iyisindir umarım çünkü yaklaşık bir saate antrenman için buraya gelmen gerekiyor. Planın olmadığını varsayıyorum.

Seni almamı ister misin?

Narız.

Ben ona numaramı vermemiştim ve numaramı nerden bulmuş olabileceğine dair bir fikrim yoktu. Ravza vermiş olamazdı çünkü Narız ondan numaramı istediği anda gelip öncelikle bana haber vereceğini biliyordum. Öyleyse bu da neydi şimdi? Neden beni çağırıyordu ki? Maçlarda ona eşlik edeceğimi kendim söylemiştim ama antrenmanlar için böyle bir anlaşma yapmamıştık. Üstelik beni yanında istemesinin sebebini ne kadar üzerinde düşünsem de anlayamıyordum. Gerçi Narız'ın yaptığı birçok şeyin nedenini kavrayamıyordum. Samimi olmadığı, sadece aşina olduğu birisi için borca girmesinin sebeplerine ilk sıraya acıya müptela olması dışında bir şey koyamıyordum.

Beni eve bıraktığı akşamki gözlerinde asılı kalan o kırgın bakışı unutamıyordum. Kendimi ona yakın hissetmeme neden olmuştu. Sanki ikimiz de benzer felaketlerden kurtulan, bir sahil kenarındaki bankın üzerinde üstlerimizde battaniyelerle dalgaların sahile vuruşunu dinleyen iki yabancıydık. Birbirimizi tanımıyorduk ama hislerimiz ortaktı. İsimlerimizi bilmiyorduk ama düşüncelerimiz birdi. Başlarımız başka yöne dönüktü ama korkularımız aynı çukurdan kopup gelmişti. Kendimi ona bu kadar yakın hissetmem tuhaf ve rahatsız ediciydi. Anımsayamadığım ya da anımsamak istemediğim kâbuslardan uyandığımda düğüm olmuş düşüncelerimin çözüldüğü anda onun ortaya çıkması rahatsız ediciydi ama nefeslerim dudaklarımdan sökülürken bana kendi nefesini anladığını belli edercesine nazik bir hareketle veren kişinin o olması rahatlatıcıydı.

Dikkat çekmemeye çalışarak hızlıca mesajına karşılık verdim.

Numaramı nereden buldun?

Oldukça kısa bir soruydu ama buna cevap vermesi uzun sürmüştü.

İnsanın aradığı takdirde neler bulabileceğini bilsen şaşırdın, Mahru.

Kaşlarımı çattım. Benimle oyun oynamaya çalışıyor gibiydi ve bundan hoşlanmamıştım.

Bir soru sordum?

Bu defa mesajıma hızlı bir yanıt verdi.

Gelirsen söylerim belki.

Süheyla Teyze büyükbabama çay koyarken kısa bir an için düşündüm. Narız'ı görme fikri beni heyecanlandırmıyordu ama nedense gitmek istediğimi fark ettim. Bunun sebebinin karmaşık, tahmin edilemeyen birisi olmasına yordum. Onu pek fazla tanımıyordum ama tanımak ve göğsümde gittikçe ağırlaşan bu acıyı başkasının daha taşıdığını öğrenmek istiyordum. Aklımdan geçen ve neden ile başlayan bir sürü vardı. Bu soruların cevaplarını bana verebilecek tek kişi oydu ve tanıştığımızdan beri bana inanılmaz derecede nazik davranıyordu.

Fazla ısrarcısın. Senin için planımı iptal etmemi mi istiyorsun?

Bu, ona attığım bir yemdi. Benden ne beklediğini öğrenmek istiyordum ama Narız'ın tavırlarını göze aldığımda buna cevap vermeyeceğini de çok iyi biliyordu. Yemime düşmesini dilerken çayımdan bir yudum daha aldım. Büyükbabam bana baksa bile yorumda bulunmadı ki bunun için ona minnettardım çünkü ona yalan söylemek zorunda kalmak en nefret ettiğim şeydi. Zaten Narız beni alıp götürdüğünde ona yalan söylemek zorunda kalmış ve bunun için kendimden nefret etmiştim. Büyükbabam ile pek de normal olmayan bir ilişkimiz vardı. Samimi ama aynı zamanda pek de samimi değildi. Bu tuhaf ilişkinin neresine şu anda yaşadığım şeyleri konumlandırabilirdim henüz kestiremiyordum.

Planın olduğu yalanında ısrar mı ediyorsun?

İşte, cevap vermemişti.

Neden sana yalan söyleyeyim?

Kendisini bu kadar önemli mi sanıyordu yoksa ondan kaçtığımı mı düşünüyordu? Neler düşündüğünü anlayamıyordum.

Hâlâ soruma yanıt vermedin. Seni almamı ister misin?

Beni tamamen görmezden geldiğinde iç geçirdim. Süheyla Teyze kemirdiği poğaçadan kafasını kaldırıp bana baktı. Gözleriyle elimdekini işaret ettiğinde büyükbabamdan gizli bir şekilde kiminle konuştuğumu sordu. Burnumu kırıştırarak gözlerimi kırpıştırdım, bir sorun olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Süheyla Teyze belki saf bir kadın olabilirdi, ondaki her şeyin ve herkesin iyi olabileceğini düşünme saflığıydı ama kesinlikle aptal bir kadın değildi. Tek kaşını kaldırdığında gülümsedim. Büyükbabam kendisine bir bardak daha çay koyarken neyse ki üstelememeye karar verdi ve büyükbabama dönüp şekerliği onun önünden aldı.

Kendim gelebilirim.

Bunu yazdığım anda kendimden nefret ettim. Seni almamı ister misin, sorusu aslında bir soru değildi. Altında yatan anlam çok farklıydı. Bana aslında gelmekten başka çarem olmadığını söylüyordu. İstesem de istemesem de.

Konum at, seni alırım.

Bir kez daha beni almaya gelirse büyükbabamın sorularının daha da büyüyeceğini bilerek hızla mesajına cevap yazdım.

Olmaz, yanıma gelmeni istemiyorum.

Bunun gururunu kıracağını ve geç cevap vereceğini sanmıştım ama Narız bir kez daha beni şaşırtarak aşırı uysal bir yanıt gönderdi.

Benimle toplum içinde görülmek istemiyorsan attığım konuma gel, seni oradan alırım. 20 dakikaya orada ol.

Geç kaldığın her on saniyede bir seni arayacağımı bilmelisin.

Orada görüşürüz.

Bana gönderdiği konuma baktığımda buradan uzakta olduğunu gördüm. Oraya gitmem bile en azından yirmi dakikamı alırdı. Göz ucuyla büyükbabama ve Süheyla Teyze'ye baktım. Şimdi onları bu sofrada bırakıp gitmeye kalksam bana izin vermeyeceklerdi çünkü kütüphaneye gideceğimi çoktan söylemiştim. Beni hemen gitmek zorunda bırakmasının tekrar yalan söylememi gerektirmesinden nefret etmiştim. Yapmadığım şeyleri yapmama neden oluyordu.

"İzninizle ben kalkıyorum." dedim şansımı denemeye karar vererek. Telefonumu çantama atıp ceketimi aldığımda büyükbabam ağzına zeytin atmak üzereyken duraksadı.

"Nereye kızarmış tavuk?" Çatalıyla çantamdaki elimi işaret etti. "Kütüphane kaçmıyor ya?"

"Evet kizim, bir şeyler yeseydin ya?" Süheyla Teyze ona arka çıkınca hafifçe nazlı bir ifadeye büründüm.

"Gerçekten midem almıyor. Acıkırsam dışarıda bir şeyler yerim." Hızlıca ceketimi sırtıma geçirdim. "Endişe etmeyin ve kızmayın, tamam mı?"

Büyükbabam bir şey diyecek gibi oldu ama sonra bundan vazgeçti. Bir şey demeden başıyla hafifçe izin verdiğinde hızlıca yanına gidip şakağına bir öpücük kondurdum. Süheyla Teyze hızlıca "Dur, bunları al bari!" derken bana poğaçalardan oluşan bir yolluk hazırlarken gülümseyerek ona bakındım. Elime peçeteye sarılmış iki poğaçayı tutuşturunca onu da iki yanağından öpüverdim.

"Sonra görüşürüz!"

El sallayarak yanlarından uzaklaştığımda söylediğim yalan yüzünden göğsüm sıkışmıştı.

Hızlıca mekândan çıkıp kendimi ana caddeye attım. Etrafa bakınıp bir taksi bulmaya çalıştım ama yakınlarda taksi çağırma düğmesi bile yoktu. Mekâna geri dönüp benim için bir taksi çağırmalarını istemeye karar verdim. Hızlı ve dikkatsiz adımlarla geri içeri girdiğimde öyle aptaldım ki boşları toplayan bir garsonla çarpıştım ve yarısı yenmemiş omlet resmen üstüme yapışırken tabaklar yere düşüp kırıldı.

"Çok özür dilerim!" Garson anında benden özür dilerken bir üstüme bir de saniyeler içerisinde yere düşen omlete baktım.

Yapacak bir şey olmadığı ve suçlu da ben olduğum için "Asıl ben özür dilerim, önüme bakmıyordum." dedim. Kasada duran bir kadın hızlıca yanımıza geldi. Onun gelmesiyle garson daha da telaşlandı. Hemen eğilip korku dolu bir hâlde kırıkları toparlamaya çalıştığını görmek yüreğimi parçalamıştı.

"İyi misiniz hanımefendi?" Kadın mahcup bir şekilde bana baktı. "Çok özür dileriz, lütfen garsonumuzun kusuruna bakmayın. Bu hatayı telafi-"

Elimi kaldırarak kadını susturdum. Garsona onu parçalayacak gibi bakmasından hoşlanmamıştım. Herkes hata yapabilirdi hem suçlu olan o değil bendim, önüme bakmamıştım.

"Garsonun hatası değildi, onun önüne çıkan bendim." diye düzelttim kadını. Tavırlarından hoşlanmadığımı belli eden bir bakış atmaktan çekinmeden eğildim. Garsona yardım etmeye yeltendiğimde genç çocuk daha da telaşlandı.

"Lütfen zahmet etmeyin, ben hallederim!"

"Evet, lütfen!" Kadın arkamdan çocuğa nasıl bakışlar atıyorsa çocuk daha da sararmıştı.

"Tabaklar benim yüzümden kırıldı. Hem siz de bu şekilde kırıkları toplamamalısınız." Başımı çevirip kadına kızgın bir bakış atarak imalı bir şekilde "Elinizi kesebilirsiniz." dedim.

"Taksiniz geldi, hanımefendi." Başka bir garson bana doğru seslenince mutfak kapısından bir kadın elinde süpürge ile çıkageldi.

Onun gelişiyle kadın gözleriyle garson çocuğa kalkmasını işret etti. Bir araya topladığı seramik parçalarını bıraktığında birlikte ayağa kalktık. Kadın bana ıslak mendil uzatınca teşekkür ederek kabul ettim ve hızlıca açıp önümdeki lekeyi silmeye çalıştım. Sabah gömlek giymeye karar vermek iyi bir tercih olmamıştı.

"Teşekkürler, iyi günler."

Arkamı döndüğümde kadın gömlekle ilgili bir şeyler demeye çalıştı ama el sallayarak dışarı çıktım. Gömleğimi temizletmelerini istesem parasını çocuktan keseceklerini biliyordum. Hem alt tarafı bir lekeydi, ne gibi bir zararı olabilirdi ki? Beni bekleyen taksiye binip telefonumdan adresi gösterdim.

Yol, günlerden cumartesi olması yüzünden daha da uzun sürdü. Trafik iş çıkışı saatiyle yarışacak vaziyetteydi ve Narız'ın Ulus'ta buluşmak istemesi de bunun tuzu biberiydi. Kızılay'a giden her yol tıklım tıklımdı.

Bu yüzden de yaklaşık on beş dakika sonra telefonuma çağrılar düşmeye başladı. Narız tıpkı söylediği gibi her on saniyede bir telefonumu çaldırıyordu. Telefonum sessizde olmasına rağmen, bir süre sonra titreşimini bile kapatmış olmama rağmen bu sinirimi bozmaya başlamıştı. Sadece sinirimi bozmakla da kalsa iyiydi, beni telaşlandırmaya da başlamıştı. Bir sorun olmadığını biliyordum ama bir yere geç kalmış olmayı sevmezdim. İnsanlara, zamana ve yere geç kalmanın bir daha o fırsatı yakalayamayacak anlamına geldiğini düşünürdüm. Birisine geç kalmak geri döndüremeyeceğiniz bir hataydı. Dünya birbirine geç kalan âşıklar, ebeveynler, kısacası insanlarla doluydu. Birisine geç kalma yapabileceğimiz en büyük hata olabilirdi.

En sonunda Narız'ın arabası görüş alanıma girince hızlıca çantamı açıp cüzdanımı çıkarttım. Taksi müsait bir noktada durunca ücreti ödeyip arabadan indim. Taksi yoluna giderken önüme uçuşan saçlarımı kenara çekip soğuk rüzgârın altında titreyerek yürümeye başladım. Ben taksiye bindiğimde hava bu kadar soğuk değildi ama Ankara insanı her zaman soğukluğuyla şaşırtabiliyordu. Gözlerim Narız'ın arabasına kilitlenince onu şoför koltuğunda koltuğu hafifçe arkaya yaslandırmış ve başını arkaya atmış bir şekilde dururken gördüm. Parmakları direksiyonun üzerindeydi ve açıkçası uyuyormuş gibiydi. Ben onu izlerken çok tuhaf bir şey oldu. Bir anda yattığı koltukta doğruldu ve doğrudan bakışlarını bana çevirdi. Sanki geldiğimi biliyormuş, sanki geldiğimi hissetmiş gibi. Bunu görünce duraksadım. Caddenin ortasında, arabaya varmama en fazla yirmi beş adım falan kalmışken öylece kalakaldım. Narız'ın bakışları benimle buluştu ve sadece birkaç saniyeliğine birbirimizde asılı kaldık. Sanki beni ilk defa görüyormuş gibi bakıyordu.

Bu tuhaf an, Narız'ın arabadan inmesiyle son buldu. Yavaşça açtığı kapıyı kapattı ve öteki tarafı dolaşıp yolcu tarafının kapısını açıp bana baktı. Söylediği şey netti.

Gel.

Buna uyarak arabaya doğru ilerledim ve bir şey demeden yolcu koltuğuna oturdum. Narız kapıyı kapatıp şoför koltuğuna yönelirken onu izliyordum. Gerçekten anlamakta zorlandığım birisiydi, insanlarla anlaşma yolları da bir o kadar garipti.

Kapıyı açıp içeri girdi ve bir şey demeden bana baktı. Bakışları önce yüzümde ardından üstümde gezindikten sonra bana doğru eğildi. Yüzü, yüzüme yaklaşırken nefesimi tuttum ve ne yapmaya çalıştığını anlamayı denedim. Karamel rengi saçları ceketime sürtünürken uzandı ve emniyet kemerini alıp taktı.

Geri çekildiğinde "Bunu ben de yapabilirdim." dedim. "Söylemen yeterdi."

"Ben söyledikten sonra yapmanın bir anlamı olur muydu?" Anahtarı çevirdi ve hafif debriyaja basarak arabayı boşa aldı. Gaza basıp arabayı çalıştırdığında sinyali verip bizi caddedeki trafiğe soktu.

"Şu anda emniyet kemerinden bahsediyoruz, değil mi?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak çünkü öyle hissettirmiyordu.

"İstediğin her yöne çekebilirsin." Bana bakmadı. "Bu, hayatının her noktasına uyarlayabileceğin bir cümle."

"Bilmece gibi konuşuyorsun ve ben seni hiç anlamıyorum."

Güldü. Boğazından yükselen o kalın, güzel sesi bir anda arabayı doldurdu. "Ben de kendimi anlamıyorum zaten o yüzden anlamaya çalışmanı tavsiye etmem."

"Neden?" Ellerimi kucağımda birleştirip ona baktım. Bugün o da benim gibi üstüne bir ceket geçirmişti. Koyu kahve bir kazak, altına da siyah bir pantolon giymişti. Saçları yine dağınık bir şekilde alnına dökülüyordu.

"Bilmediğin koylarda yüzmeye çalışmak bazen ölüme gitmekle eş değerdir. Birçok insan yüzme bilir ama herkes o bilinmez sularda boğulur."

"Ağzından hiç düzgün bir cümle çıktığı oluyor mu?" Cama doğru döndüm, bu lafları öğrenmek için evde kitap okuyup bulduğu her alıntının altını çizip çizmediğini sorma isteğimi bastırmaya çalışıyordum.

"Belki uykumda."

"Uykunda konuşuyor musun?" diye sordum camdan dışarıyı izlerken.

"Bilmem, öğrenmeme yardım etmek ister misin?"

"Ne demeye çalışıyorsun?" Sesimin kızgınlığı onu güldürdü.

"Ne demeye çalıştığımı sanıyorsun?"

"Soruları daima sen soramazsın."

"Daima sorularına cevap bulamazsın." Kırmızı ışıkta durmamız gerekince bana doğru döndü. Bakışlarını üzerimde hissettim ama yüzümü ona çevirmedim. Benimle alay etmesini izlemek istemiyordum. "Bazı sorular yanıtsız kalmalı."

"Teşekkürler, Feuerbach." dedim dalga geçer gibi.

"Hiçbir şey olmamak ve hiçbir şeyi sevmemek aynı şeylerdir." İşte bu söz, ona dönmeme sebep oldu. Yüzünde alay eden bir ifade yoktu, aksine oldukça ciddiydi, neden bilmiyordum ama gözleri parıldıyordu.

Şaşkınlıkla "Feuerbach." dedim. "Okuyor musun?"

"Okuyor olmam seni şaşırtıyor mu?" diye sordu yine bir sorumu daha yanıtsız bırakarak.

"Seni tanımadığım için neye şaşırmam gerektiğini de bilmiyorum." Dudaklarımdan dökülen bu dürüst sözler Narız'ın dudaklarının yukarı kalkmasına neden oldu. Gülücüğü, yüzüne yamuk bir şekilde yerleştiğinde yeniden önüne döndü ve yeşil ışığın yanmasıyla gaza bastı.

"Sence Feuerbach bu sözüyle ne demeye çalışıyor?" diye sordu ilk defa gerçek bir şeyden bahsederek.

"Sevgi, var olmanın bir biçimidir." Omuzlarımı silktim. "Kişi sevmedikçe asla varlığını tamamlayamaz, bir olamaz."

"Olağan bir bakış açısı." dedi mırıltıyla. Bizi Kurt'a götürmediğini fark ettiğimde nereye gittiğimizi sorma arzumu bastırdım. Nasılsa bana söylemeyecekti.

"Peki, sence ne demeye çalışıyor? Paylaşmak ister misin?" İmalı bir şekilde konuşmaya devam ettim. "Çünkü belli ki senin düşüncen olağandışı."

Narız buna hafifçe sırıtarak karşılık verdi. "Ne düşündüğümü mü merak ediyorsun?"

"Dürüst mü olmamı istersin alaycı mı?" diye sordum.

"Dürüst ol."

"Ne düşündüğünü sürekli merak ediyorum. İnsanlar ne düşündüğünü anladığı anda dehşete düşecekmiş gibi davranıyorsun, bu kadar kapalı kutu olmanı bir sebebi var mı?"

"Senle bu konuda birbirimize benziyoruz."

Narız'ın sesi samimi ve sakindi. Aslında bunu hiç düşünmemiştim. En azından kapalı kutu olma mevzusunu düşünmemi gerektirecek bir şey olmadı. Onda kendimle benzer bulduğum şey gözlerinde gördüğüm yakaran bakıştı. Bunun dışında ne kadar düşünürsem düşüneyim ikimiz daima bir terazinin iki farklı ucunda beliriyorduk zihnimde. O ve ben birbirimizden birçok açıdan çok farklıydık. Benden siyah ile beyaz renkleri arasında seçim yapmam istense ben birisini seçer ve yoluma devam ederdim ama o, başka sorular sorardı. Sorduğu soruların cevaplarına göre tercihinin değişeceğini bilirdi.

"Birbirimize benzediğimizi düşünmüyorum."

Buna yürekten inanıyordum. Beni eve bıraktığı gece tanık olduklarımdan ve İlkay'ın yerine maçlara çıkmayı kabul etmesinden sonra adrenalin bağımlısı olduğuna ve de kendisine hiç acımadığına karar vermiştim. Bedeni ve kalbi onun değilmiş gibi kullanıyor, canının yanmasını umursamıyordu. O akşam atağım gelmese kaza yapabilecek olduğumuz gerçeğini göz ardı ediyordu.

"Ben kapalı bir kutuyum çünkü ne düşündüğümü bilemiyorsun; sen kapalı bir kutusun çünkü insanların nasıl hissettiğini bilmesine izin vermiyorsun. İkimiz de aynı yalanı farklı şekillerde söyleyen sahtekârlarız."

Narız, benle oynuyordu. Bunu bilerek mi yapıyordu bilmiyordum. Söylediği her bir söz, yaptığı herhangi bir hareket içimdeki bir şeylerin, gömdüğümü ya da unuttuğumu sandığım bir şeylerin canlanmasına yol açıyordu. Bir insanın kendisini nasıl olur da bu kadar kaybetmiş olabileceğini tahayyül edemiyordum. Evet, doğru sözcük buydu. Kaybolmuş. Bana, kalabalık bir lunaparkta kaybolmuş ufak bir çocuğu anımsatıyordu. Sanki dünya kocaman bir panayırdı ve o, elinde tutunacağı sadece balonun ipi kalmış ufacık bir çocuktu.

"Senin yanındayken ne düşünmem gerektiğini bilemiyorum." diye mırıldandım. Gözlerim, direksiyonu gevşekçe tutan ellerindeydi. "Sözlerin kafamı karıştırıyor, davranışların bildiğimi sandığım şeyleri hiç bilmediğimi anlamama neden oluyor."

"Yaptığım en iyi şey bu çünkü." Narız nazik bir şekilde bana baktı. İkinci defa şefkati göğsüme doldu ve nefes, ciğerlerimi cömert bir şekilde tamamladı. "Karıştırmak."

"Tüm bunları neden yapıyorsun?" dedim kendime engel olamayarak. Belki de bu an, o andı. Buna inanmıştım.

"Tam olarak hangisini soruyorsun?"

"Hepsini." dedim bir çırpıda. "Tüm bunları, her şeyi. Söyle bana, neden yapıyorsun?"

"Dürüst mü olmamı istersin alaycı mı?" diye sordu beni taklit ederek.

"Dürüst ol."

"Çünkü ben..." Duraksadı ve yavaşça bir spor salonunun önündeki park yerine girdi. Arabayı tek hamlede içeri sokup el frenini çektiğinde sağına, bana doğru döndü. Hafifçe üzerime doğru eğildi ve kolunu koltuğumun başına, kafamın hemen yanına yasladı. Ondan gelen parfüm ve nikotin kokusu burnuma dolarken cesurca gözlerine baktım. Uzandı ve titrememe neden olacak kadar nazik bir şekilde burnumun önüne düşmüş bir tutam saçı iteledi. Gözlerime bakarken ne düşündüğünü öğrenmek için nelerimi vermezdim. Bu gizemi aramızdaki dinamiğin yapı taşıydı. Aradaki gerilim gitgide artarken dudaklarını yaladı ve biraz daha eğildi. Artık yüzlerimiz arasında santimler vardı. Herhangi bir hareketinde ona vurmak için elimi yumruk yapmıştım ama sorularıma cevap alma düşüncesi beni öyle bir sarhoş etmişti ki yumruğumu savurabileceğimi bile düşünmüyordum. "Tatlı Mahru," dedi şiir gibi bir sesle. Dudaklarından adımın dökülüşü bile kulağa müzik gibi geliyordu. "ben görüp görebileceğin en şiddetli fırtınayım."

"Bu..." Kaşlarımı çattım, kımıldamaya cesaret edemiyordum. "Beklediğim cevap bu değil."

"Şimdilik alacağın cevap bu ama." Elini yeniden kaldırdı ve sol işaret parmağını yavaşça gözaltlarımda gezdirdi. İrkildim ve kendimi geri çektim ama elini benden çekmeye niyeti yoktu. "Hayattan her zaman seni tatmin edecek yanıtlar bulamazsın."

"Yine tuhaf konuşuyorsun." Yumruk yaptığım elimi gevşettim ve uzanıp bana dokunan parmağını ittirdim. Sinirli bir sesle "Dürüst olacağını söylemiştin." dedim.

"Dürüst olmamı sen diledin, evet, bu doğru fakat kaçırdığın bir nokta var." Gülümsediğinde ondan iliklerime kadar nefret ettim. "Ben sana dürüst olacağımı hiçbir zaman söylemedim."

"Götün tekisin." Kendimi tutamayıp ona hareket ettiğimde gülümsemesi daha da genişledi.

"İnsanlara çabucak güvenip inanmak bir kusurdur."

"Sana güvenip inandığımı nereden çıkardın?" Sesimdeki alaycılık onu eğlendirmişe benziyordu.

"Bana güvenip inanmak ise Mahru, bir cezadır."

"Dünyanın tüm yükünü sen çekiyormuş gibi davranıyorsun. Sanki tüm kara bulutlar senin tepende dolanıyormuş gibi, tüm yağmurlar seni ıslatmış gibi." Gözlerindeki bakışları okumaya çalışıyor ama beceremiyordum. Kararlı bakışlarım onunkilerde asılı kalmıştı. "Ama sen bile bunu ciddiye almıyorsun."

"Beni anlamaya çalışma Mahru." dedi nazik bir sesle. Bu kibarlığı kanımın kaynamasına neden oluyordu. Bunu söylerken sert bir ses kullanması, kaşlarını çatması ve beni kendinden uzaklaştırması gerekirdi ama o, tüm bunların tam tersini yapıyordu. Beni iterken kollarına çekiyor, kaşlarını çatarken gülümsüyor, sert bir ses tonuyla dünyanın en şefkat dolu sözlerini söylüyordu.

Narız Akal, benim çözmem gereken bir bulmacaydı ve ben, çözmek için çıldırıyordum.

"Seni anlamak istiyorum." Gözlerimi bir an için bile gözlerinden çekmeden konuştum. "Seni tanımak istiyorum." Samimiydim, bunu hissettiğini de biliyordum. Hiçbir açık vermiyordu ama bildiğini hissetmiştim. "Neden bizim için bu kadar çok şey yaptığını öğrenmek istiyorum."

"Beni tanımak için önünde haftalar var." dedi Narız sözlerimin anlamını tamamen değiştirerek.

"Neden böyle davranıyorsun?" dedim artık bu tavırlarından sıkılarak.

"Biliyor musun Mahru," dedi bu sefer hafifçe geri çekilirken. Yüzünü benden uzaklaştırdı ama kolunu koltuğumdan çekmedi. "tanıştığımızdan beri bana çok tuhaf sorular soruyorsun."

"Öyle mi?"

"Üstelik bu soruların cevaplarını ben bile bilmiyorum." Bunu söyledikten sonra birkaç dakika daha gözlerime baktı ve hemen ardından kemerini çözüp, araba anahtarını alıp dışarı çıktı. 

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

127K 4.1K 39
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz nie peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öde...
4.2M 118K 41
054* ***: benim seninle sevişme 054* ***: pardon antrenman yapma ihtimalim nedir? - : kapak tasarımı için @gokbuttired 'a çok teşekkür ederim.<3 :
247K 14.3K 34
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
BERCESTE Von itsmegokcen

Jugendliteratur

5.9M 194K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...