BİR KİBRİT YAK (ASKER KURGU )...

Galing kay zeynepsnmzsyy

593K 28.7K 29.1K

Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~... Higit pa

1.BÖLÜM ( GİRİŞ)
2.BÖLÜM ( GİRİŞ 2)
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5. BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
11.BÖLÜM
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17.BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20. BÖLÜM
21.BÖLÜM (+18)
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM (+18)
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM

12.BÖLÜM

18K 861 690
Galing kay zeynepsnmzsyy

Merhaba BİR KİBRİT YAK okuyucuları. Yine güzel bir bölümle geldim. Şimdi sizinle bol bol sohbet etmek isterdim ama eminim çoğunuz bu yeri atlamış ve bölümü okumaya başlamışsınızdır bile.

Neyse bu bölüm ve bundan sonra ki bölüm de BİR KİBRİT YAK kitabının 50 BİN olması şerefine.
Nice 50 MİLYONLARA olsun diyelim (ufak at ta civcivler yesin derseniz de yeridir jhhahsgvvzs)

Neyse hadi size iyi okumalar dilerim..
Yıldızları parlatmayı unutmayın

⭐👉🌟

....................................~ZS~.....................................

Ben doğru mu duymuştum az önce. Binbaşı YILDIRIM ÖZÇELİK dedi bide aşkım dedi.
Olduğum yere mıhlanırken hareket edemedim. Sol Gözümdeki yaş yavaşça yanağımda yerini alırken duvara tutundum.
Binbaşı..
Benim bal gözlü Binbaşım..
Benim değil Fisunun Binbaşısı..

Ona aşkım dedi. Sevgilim dedi. Herşeyi yanlış anlayabilirim ama bunu asla. Bunu açıklayamazdı.
Ruhum bedenimi terk etmişti sanki.
Duyduklarımın gerçekliği koca bir binanın üstüme çökmesi ile eş değerdi.

Kalbimde kol gezen sızı elimin oraya gitmesini sağladı.
Keşke seni sökebilseydim. Sadece seni değil Binbaşı ile yaşadığım her anı sökebilseydim. Bana olan bakışlarını, bal gözlerini, sesini, dokunuşunu, sarılışını nasıl unutayım.. Nasıl yapabilirdim bunu kendime.

Sadece birkaç dakika önce dünyadaki en mutlu insan iken şimdi tam tersi söz konusu idi. Milyonlarca evim vardı ve o evler bir anda yıkılmış ta sokakta kalmış gibi hissediyordum.

Ayaklarımı zorlayarak ordan uzaklaşıp sağlık ocağının tuvaletine attım kendimi. Kapıyı arkamdan kilitleyip klozete oturdum.

Gözyaşlarım akarken ben onu düşünüyordum. Yalan mıydı hepsi? Bana olan o tavrı, bakışları? O kadar nazikti ki bana karşı acaba ben yanlış mı anladım?

" Tüm dünya karşıma geçse katil dese umrumda olmaz ama senin bir bakışın.. Can yakıyor"

"Ben daha bakmaya kıyamıyorum bide eziyet mi edicem"

"Kelemi keserim de saçının kesmem"

"Ben ne zaman senin canını yaktım ki şimdi yakayım"

Elim saçıma gitti. Onları köklerinden sökmek istiyordum. Ben saçlarıma kıyamıyor sanırken o yalan söylemiş. SALAK Asena! SALAK! Herşeyi yalnış anladım her şeyi! Söyledikleri her şey yalandı! O kadar salağım ki?! Acaba bana gülmüş müdür!? Ne kadar salak olduğum ile eğlenmiş midir?

Peki ben gerçekten O kadar salak ve kör olabilir miydim?

Ya Fisunu tuttuktan sonra arkamdan gelmesi sevdiğim değil iması yapmasının nedeni neydi? Kimse duymasın diye mi saklıyorlar? Ben onları şikayet ederim diye mi?

Oyundu işte her şey oyundu. Bana oynanan çok güzel bir oyun. O kadar iyi oyuncu idi ki asla şüphelenmemiştim. Ne derse  tamam diyip ağzımdan salyalar aka aka ona tamam demiştim.

Kaç dakika oturdum o klozete bilmiyorum.
Kaç dakika sorguladım her şeyi bilmiyorum.
Söyledikleri ve yaptıkları arasındaki fark bir uçurum kadardı. Böyle bir uçurumu ne kapatırdı.

Ona sorsam? Yalan söyler mi bana yine? Peki
Fisunun yalan söyleme olasılığı.. Neden yapsın? .. Neden yapmasın ki. Oda Binbaşıdan hoşlanıyordu ben de.

Kimin yalan söylediğini kimin doğru söylediğini anlamanın tek yolu. Akşam restorana gidip o yemekte ne olup bittiğini görmek.

Oturduğum lozeten kalktım. Çantamı olarak lavabo kısma geçtim. Ayna da kendim ile bakışmak bile bendeki yıkımı gösteriyordu. Gözlerimin için ağlamaktan kızarmış, burnumun ve yanaklarımın da ondan bir farkı yoktu. Rimerim akmış tüm makyajım bozulmuştu. Özenle yaptığım saçlarım kız kavgasından çıkmışım gibi darmadağınıktı tıpkı aklım gibi.

Kalbim bile susmuş gerçekliği sorguluyordu. Aklım başımda değil gibiydi. Son defa kendime bakıp yüzümü yıkadım. Tüm makyajımı silip yeniden aynı makyajı yaptım. Saçlarıma da çeki düzen verip yüzme bir gülümseme yerleştirdim.

Gerçeği öğrenmeden durmak ve yıkılmak yoktu.
Ben Asena KANDEMİR. Gerçeği öğrenmeden asla pes etmeyecektim. Bu sefer ona yargısız infaz yapmayacaktım. Ne kadar duyduklarımın gerçekliği daha yüksek olsa da.

Lavabodan çıkıp. Kendimi dışarı attım. Temiz hava ciğerlerime nüfus ederken Binbaşı idman sahasında elindeki telefonu kurcalıyordu. Yanında çayı ve sigarası vardı. Etrafta Fisunu gözükmüyordu. Yüzümde bir gülümseme ile ona doğru yürüdüm.

Gerçekten Fisunla sevgili olabilir misin Binbaşı ? Ona doğru yürürken topuklu çizmemin çıkardığı sesten dolayı başını telefondan kaldırıp bana çevirdi. Gözleri parlarken sigarasını söndürdü ve yüzüne benimkinin aksine içten  bir gülümseme yerleştirdi.

"Tünaydın Albayın kızı?

" Tünaydın. "

" Bu gün geç geldin. Saat 4 e geliyor. "dedi saate bakarak

İki saatir tuvalete kendime gelmeye çalıştığım için geç geldim kusura bakam Binbaşı !

" Başka işlerim vardı " dedim yanına gelirken. Oturduğu yerden kalktı. Anlayışla

" Anladım "dedi. Sonra yüzüme baktı uzun uzun. Kaşlarını çattı ve emin olmak için  elini kaldırıp çenemden tutup gözlerine bakmamı sağladı. Süphe ile,

"Sen ağladın mı?" dedi.
Çenemi elinden kurtarırken çantama daha fazla sarıldım

"Hayır. Onu de nerden çıkardın?"  dedim gözlerimi kaçırarak

"Gözlerin kızarmış"

"Hayır ağlamadım. Uykumu tam alamadım. O yüzden" diye bir bahane attım ortaya.

"Anladım" dedi. Ama hala şüpheyle yüzüme bakıyordu.
Neyi anladın acaba neyi??!? Yalancı mısın sen !?

" Senin var mı? " dedim ağzını aramak için

" Ne? "dedi anlamayarak

" İşlerin "

" Şu an yok"

"Akşam. . Koşu için diyorum" ensesini kaşıdı.

"Akşam işim var"

"O zaman koşu iptal" dedim üzülerek. Fisunu muydu işin!?

"Maalesef"

"Ne işi ya da kiminle?" kaşlarını çattı dediğim şeyle.

"Aslanla işim var. Ben sorguya mı çekiliyorum?"

"Hayır. Sadece merak ettim. Senin hakkında birçok şeyi ettiğim gibi" dedim.

"Sor cevaplıyım?"

Fisunla sevgili misin Binbaşı? Bunca zaman bana oynadın mı? Söylediklerin yalan mıydı?

"Niye kıyafetime bu kadar taktın" dedim. Soramazdım. Eğer beni oyuna getiriyorsa şu an bunu öğrenecek gücüm yoktu.

"Takmak değil de. Sokakta büyümenin getirdiği bir alışkanlık diyelim. Açık bir yer olunca tüm dünya sanki ordan vurmak için an koluyormuş gibi geliyor o yüzden böyleyim.. Ama bakıyorum da bugün hiç öyle giyinmemişsin" dedi üstümdeki tulumu göstererek. Tulumun kolları dışında açık bir şeyi yoktu çünkü.

"Dünkü imandan sonra. Giyinmedim" güldü.

"Böyle daha güzelsin emin ol ki" dedi..

Bak işte güzelsin diyor ama Fisunun telefon konuşması..
Zoraki bir şekilde gülümsedim

"Teşekkürler" dedim.

Etme işte iltifat etme yumuşuyorum. Uzun uzun yüzüne baktım. Yalan mı söylüyordu? Sanki bunu yüzünden okuyacakmışım gibi hissediyordum ama öyle bir şey mümkün değildi

"Niye bana öyle bakıyorsun?" dedi kaşlarını çatarak.

"Nasıl bakıyorum?"

"Sanki bir şeyin cevabı bende saklıymış gibi" gözlerimi ondan kaçırdım

"Sadece bazen ne yapacağımı bilmiyorum?"

"Dinle o zaman Albayın kızı?"

"Kimi?"

"Ben bu yaşıma kadar aklımı dinledim ama sen kalbini dinle oda yolu biliyor."

"Sen dinlemiyor musun kalbini?"

"Yeni yeni başladım diyelim" kim için? asıl soru buydu

"Sence ben salak mıyım?" dedim direk. Dediğim şeyle önce kaşları havalandı sonra ise çatıldı

"Sana salak olduğunu mu söylediler?"

"Hayır sadece bazen öyle düşünüyorum..Yani bazen çok yanlış düşünebiliyorum ve yanlış düşünmem beni salaklığa itiyor"

"Kimi dinlediğine göre düşünüyorsun aslında. Aynı olayda kalbini dinlersen farklı aklını dinlersen farklı sonuçlar çıkar. Çıkan her sonuç seni farklı hisslere götürür.. Hissettiğin bir şeyi yaptın ve o şey yanlışsa sen salak olmazsın sadece yanlış bir karar almış olursun Albayın kızı "

" Bence ben salağım "dedim sanki anladığım tek şey buymuş gibi. Dediğim şey onu güldürdü.

" Bu dersi çıkarman biraz kırıcı " dedi.

                .................. 🇹🇷...........

Yiğit ıslıklar eşliğinde elinde tuttuğu poşetle salana salana kaldıkları odaya girdi. Hepsi Binbaşı'nın zorlu sabah idmanından yeni çıkmışlardı. Saat daha 9' a gelirken aklına Zeynep için alacağı intikamı kafasında kurmuştu bile. İntikam dan önce keyifle levreğini yiyip Baranın kaçak çayından içmeden asla tadını çıkaramazdı.

Elindeki iki poşet biri birazdan kahvaltıdan sonrası için atıştırmalık diğeri ise tamamen keyfiydi. Odanın kapısını bile çalmadan içeri girdi. Tüm arkadaşları kendi hallerinde takılıyor, Süleyman namaz kılıyordu. Hepsini es geçerek Baranın ranzasının yanına gitti.

Hastanede kaldıkları boyunca onunla can ciğer olmuştu. Onun laf sokmaları, kavgaları tamamen kardeşliktendi. Tek çocuktu ve kardeş kelimesini tamamen Baranla öğrenmişti. Baran ondan yaşça büyüktü ama asla yaşı gibi davranmıyordu. Çoğu zaman beş yaşındaki çocuk gibi olup onunla zaman geçiriyordu.

Yatakta uzanan Baranı ayağından dürterek

"Size Gevrek getirdim" dedi. Baran uzandığı ranzatadan kalkarken Yiğitin gözlerini sokarak kaldırdığı poşetlerden birini eline aldı.

"Gevrek mi?" dedi heyecanla. İlk defa duyduğu şeyin şaşkınlığıyla hızla poşeti açtı. Görmeyi beklediği şey her ne ise onu görmemiş olacak ki umutsuzlukla

"Simit lan bu! Ne Gevreği" dedi. Emin olmak için yanlarına gelen Feyzullaha uzattı poşeti. Feyzullah poşeti alarak içinden bir tane simit çıkarıp ağzına attı. Barana açıklama yapmak için

"İzmirliler simite Gevrek der" dedi. Baran yüzünü buruşturarak

"Niye İzmirliler Türkiyeden değil mi de simit yerine Gevrek diyorlar"

"Boşver onlar cins" dedi Aslan İzmirlileri kast ederek.

"Baran sana da çiğdem getirdim" dedi. Baran duyduğu şeyle yatağında düştü.

"Çiğdem mi? İçeri kız mı soktun lan? Binbaşı öğrenirse 72 sülalemi kurşuna dizer. Biliyorsunuz ben kürdüm ve sülalem de baya çok. O yüzden bu biraz uzun sürer!"

"Lan nasıl yaptınız bunun!" dedi Dursun duyduğu kızla . Baran hemen atılarak

"Valla benim suçum yok Dursun . Haberim bile yok!" çiğdemin çekirdek olduğunu bilenler olayın absürtlüğüne kıs kıs gülerken Yiğit Baranın telaşlı halinden dolayı korkarak

"Kız değil" dedi. Baran hiddetle

"Lan artık erkeklere çiğdem de mi diyorlar!?"

"Erkek te değil" Baran yere oturarak  dizlerini vurdu

"Fıtıracam lan kuran Fıtıracam! Tamam çabuk söyle gey mı lezbiyenim mi ona göre küfür edicem!?"

Süleyman sağa sola selamını vererek sitemle

" Hele hele bak şuna. Yav şu yola çıktığım arkadaşlarıma bak! Biri çiğdemi kız sanır, diğeri ona uyar odaya kız atık sanır diğerleri çiğdemin çekirdek olduğunu bilmelerine rağmen susar! Ya sabır! "

" Çiğdem çekirdek mi?" Yiğit elindeki poşeti açarak onun gözünün içine sokarak ona göstererk

" Çekirdek tabi ne kızı! İzmirde çekirdeğe çiğdem deriz "

" Niye manyak mısınız? "

" Of Baran " Baran Yiğiti kollarından tutarak ona döndürdü

" Yav iki çavemin çiçeği. Siz İzmirliler niye kendinizi Türkiyeden bu kadar soyutluyorsunuz?"

Yiğit Barana bakarak güldü sinirle. Baranda haline güldü. Sonra Yiğit kendini ranzasına atarak uzandı.

" Hayırdır lan sen niye bize durduk yere simit aldın "

" Çünkü intikam günü? "

" Ne intikamı? "

" Benimle bir arkadaş arasında sen boşver" Baran ayağıyla Yiğiti dürterek

" Madem öyle kalk çay koy da içelim. Simiti yanına iyi gider " dedi. Yiğit onun ayağını iterek, onun ayağına yüzünü buruşturarak baktı.

"Niye sen koymuyorsun da biz içmiyoruz? " dedi. Baran kendini savunarak gururla

"Çünkü ben rütbe olarak senden büyüğüm" dedi. Yiğit gözlerini devirdikten sonra  rahatını bozarak oturduğu yerden kalktı. Dışarı semaveri yakmak için çıktı. Baran heyifle arkasına uzanırken Süleyman Barana ters ters bakarak

"Gel şuraya bir cemaat namazı kılalım desem kalkmazsın ama konu çay olunca kalkıp bir çay koyarsın!"

"Çay benim kırmızı çizgim"

"İslamı kırmızı çizgilerinden biri de namaz ama"

" Haklısın münin Sülo kardeşim.. Ee sen namazı kılıyorsun saat 10 'a gelecek"

"Namazları çok takip ediyor da soruyor?" dedi seccadesini toplayarak

"Sen de iyice beni kafir yaptın ha Sülo . Biliyorum namazları. 5 vakit elhamdülillah Müslümanı."

"Say ulan islamın 5 şartını"

" Çok kolay yerden sordun Sülo ya! Orta okulda öğrettiler bize. Namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutamak, hacca gitmek.. " sonra durdu hepsi ona bakarken gülerek "Haccdan dönmek" dedi. Süleyman ona iğrenir gibi bakarak

"Odanın tüm bereketini kaçırıyorsun Baran"

"Malamıne! Sanki bilmiyorum Şehâdet etmektir lo! " uzandığı ranzadan inerek Süleymanı yanına gitti ve kollarını onun omzuna atarak

"Gel karşılıklı çay içek. Gel , gel."

"İstemez!" diyip onun kolunu ittirdi.

"Niye loo? Gel işte!" diyip bu sefer koluna giri Baran kaçmasın diye.

"Süphanallahi" diye sabır çekti kendine Süleyman.

"Elhamdülillah" diye ona karşılık verdi Baran sırıtarak

"Hz. Yusufun kardeşlerinin yeni sürümü gibisin Baran" dedi Süleyman ona bakarak. Baran suçsuz muş gibi

"Durduk yere ne yaptım ben willav." dedi alınmış gibi

....

"Ne oluyor burda?" dedi Özge Timdeki arkadaşlarının hararetli sohbetlerine. Odalarına gitmiş ama onları görememişti . Aklına ilk gelen yer semaverin yanı olduğu için ilk buraya gelmişti. Aslan ve Feyzullah dışında herkesin oturduğu masada Özge sorgular bakışları onlar üzerinde kol geziyordu. Az önce Baran ve Yiğit baya hararetli bir şekilde tartışıyordu yanlış görmediyse.

Baran hemen atılarak,

"Yav Özge bacım sen söyle. Arkadaşların mı karın mı?"

"Karım derken?"

"Senin kocan mı?"

"Ben hiçbir şey anlamadım?"

"Bak bu" diyip eli ile Dursunu gösterdi. "Karın mı arkadaşların mı sorusuna arkadaşlarım diyor. Yav insan karısını seçmez mi!?"

"Yav hemşerum karım gelip geçici -" diyip kendini savunacaken Dursun, Baran onun sözünü keserek

"Gelip geçici ne ya! Değil karım geçici falan. Hep karım yaşasın karım!"

"Şimdi böyle sonra" dedi Dursun ima ile,

"Şimdi de böyle sonra da böyle. Hem azıcık mantıklı düşünün eğer arkadaşlık kadından değerli olsaydı Hz. Adem Babamızın yanına Hz. Havva Annemiz değil Hz. Adem babamızın arkadaşları olurdu" Süleyman onu alıkışlayarak

"Sokratesin savunmasından daha iyi bir savunma" dedi. Baran gururla çayından bir yudum alıp Yiğite döndü. Bu sefer elle onu göstererek

"Ha şu gundi de diyor ki 'sevgilimin erkek arkadaşları olabilir' bak hele" Yiğit onun dediği şeye gözlerini devirdi.

"Olamaz mı kardeşim!?"

"Olamaz kardeşim. Yav sevgili olma potansiyeli var. Nasıl olsun!?"

"At kafalısın Baran at!" dedi Yiğit oturduğu sandalyeye yaslanarak.

"He at kafalıyım. Hem nikah ta düşüyor. Düşmüyor mu Sülo?" diye ona döndü

"Düşüyor"

"Bak gördün mü?!"

"Magarandan selam ver Baran"

"Aleyküm selam. Yav ben selam veririm ama o karşı cinse selam veremez"

"Off Baran!"

"Yav sen git etek giy Yiğit!" dedi sinirle.

"Hadi lo!"

"Senin ayyakabın fiyakalı ama çorabın delik Yiğit. Dur bir dakika.." dedi aklına bir şey gelmiş gibi. "Hani sen diyorsun ya benim de kız arkadaşım olabilir onun da erkek arkadaşı"

"He öyle diyorum" dedi Yiğit kararsızlıkla . Baran sinsi sinsi sırıtarak

"Madem sana göre kızla erkek arkadaş olabilir sen niye gidip en yakın arkadaşım dediğin kızla yatın. Arkadaş kalamıyor musun kızla?" dedi.

Özge ormanda kaldıkları sürede onlara Yiğiti aldatma olayının detaylarını anlatmıştı. O detaylardan biri de aldattığı kızı Yiğiti sadece arkadaşım diye tanıştırmasıymış. Özge Baranın vurduğu yerden keyifle sırıtarak Yiğiti renkten renge giren suratını izledi. Tahir Yiğite bakarak

"Kapak!" işareti yaptı kahkaha atarak. Baran sanki çok önemli bir mahkemeye girmişte o mahkemede müvekkilinin beraatini sağlamış gibi gururla çayından bir yudum daha aldı. Dursun Yiğitin suratına bakarak

"Bu gol Bekirin Marsiyal maçında attığı rövaşata golünden bile çok konuşulur" dedi tespit yapar gibi. Baran hevesle

"Türübin nerde? Nereye el salıyoruz? " dedi Yiğite soktuğu lafın şerefine.

Yiğit sinirle oturduğu yerden kalktı.

"Ben gidiyorum"

"Nereye Yav! Daha karpuz kesecektik" dedi Baran eğlenerek. Yiğit ona cevap vermeden onların yanından uzaklaştı.

........

Feyzullah ellinde tuttuğu iki çay ile kantinde bir masada gofretini yiyen Aslanın yanına adımlarını yönlendirdi. Masaya gelip çayları koyduktan sonra bir sandalye çekip onun karşısına oturdu. Aslan oturuşunu bile bozmadan gofretini yerken Feyzullah çaylardan birini onun önüne itti. Şekerliğe uzanıp

"Hala iki şeker mi atıyorsun?" diye sordu karşısında gofreti ağzına tıkmaya çalışan arkadaşına. Aslan ağzındaki lokmayı bitirip başını evet anlamında salladı. Feyzullah gülerek onu onaylayıp iki şeker attı onun çayına.

"Ne zaman tanıdın?"dedi. Aslan alayla gülerek ona cevap vermek yerine gofretinin kalan son parçasını yemeye devam edince Feyzullah alayla gülerek

"Gofreti bitirmeden cevap verme huyun da mı geçmez"

Aslan gofretinden son lokmayı yutuktan  sonra

"Bazı şeyler değişmiyor. Ne yapacaksın "

"Öyle. Sen soruma cevap ver. Ne zaman tanıdın?"

"Mermiyi görünce" diyip künyesinde asılı duran mermiyi işaret etti. Feyzullahın elli künyesinde ki mermiye gidip onu sıktı.

"Sen geç anladın galiba" dedi alayla Aslan.

"Pek değil. Timi niye kabul ettim sanıyorsun"

"Benim olacağım belli bile değildi o zaman. Geleceğimi de nerden çıkardın? "

"Yıldırım her türlü seni alırdı. Yapışık ikiz gibi her yere birlikte giden siz aynı timde mi olmayacaktınız?"

Aslan onun dediği şeye güldükten sonra çayını karıştırıp bir yudum aldı.

"İnsanın Binbaşı arkadaşı olunca sırtı yere gelmiyor" diyip oturduğu sandalyeye yaslandı keyifle. İkisinin sohbetini bölen Aslanın omuzuna koyulan ellerin sahibi oldu.

"İnsanın senin gibi derdi olunca başka derde de gerek kalmıyor" diyip onun yanındaki sandalyeye oturdu Binbaşı. Feyzullah selam vermek için kalkacakken Binbaşı eliyle onu durdurdurarak buna izin vermedi. Aslan gücenmiş gibi yaparak

"Kalbimi kırıyorsun ama"

"Var mı sende öyle bir şey?" dedi alayla arkadaşına takılarak.

"Komutanım" dedi Feyzullah konuşmalarını bölerek

"Feyzullah. Hatırlamışım sonunda"

"Son değil. Başta. Adınız geçtiği anda"



20 yıl önce /İstanbul (2004)

Bazı anlar vardır insanların yıl dönümü olur ya da kırılma noktaları. O gün Yıldırım ile Aslanın yaşadığı kayıp ikisini de koca bir boşlukta sallandırdı.
Yıldırım belki de hayatındaki en önemli kararı o gece verdi. Aslanın kolundan tutarak İstanbul'a giden koca bir tırın kasasına soktu ve yeni hayatlarında yeni bir sayfa açmaya çalıştılar.

Koskoca İstanbul bu iki sokak çocuğuna pekte insaflı davranmadı başta ama onlara yeni bir dost hayatlarında yeni bir yardım eli dokunmasını sağlayan birini gönderdi. O zamanlar yeni Yüzbaşı rütbesini yükselen Cesur, iki çocuğa da tıpkı yıllar önce Feyzullaha kol kanat germesin gibi kol kanat gerdi.

Küçük çocukların asker olarak yetiştirildiği yurda ikisini bırakırken daha 15 yaşındaki Feyzullaha Yıldırımı ve Aslanı emanet etti. 10 yaşlarındaki bu iki sokak çocuğuna bakmayı sırf Cesurun isteği üzerine kabul eden Feyzullah ikisine karşı pek te yumuşak değildi.

O gece saat 2'ye gelirken yurt derin bir sessizliğe gömülmüştü. Ayakta olan tek çocuk olan Feyzullah ses etmeden çıplak ayakları ile bastığı zeminde Yıldırımın ranzasına doğru yürüdü. Feyzullahın nefes alış-verişi odadaki tek ses kaynağı iken kafasına kadar çektiği yorganın altındaki bedenin yanına ona seslenmeden gitti.

Etrafı koloçan edip yorganın ucunu tutup kaldırdı. Uyuyan bir çocuk görmeyi beklerken sadece bir çift ayak görünce anlık olarak gardını indirerek aval aval ayaklara baktı. Yıldırım ters yattığı yatakta, içeri gizlice soktuğu çakı ile onun bu anından faydalanarak onun koca cüsesine meydan okur gibi Feyzullahın boyuna dayadı.
Feyzullahın aldığı nefes yarıda kesilirken sokaklarda uyuyan birine öyle sessiz yaklaşmaması öğretilmemişti.

Yıldırım yatakta hareketlenerek çakıyı ona iyice bastırarak
"Ne istiyorsun?" dedi. Feyzullah çakıyı göstererk

"Çek şunu!" dedi kısık sesle. Yıldırım tereddüt etse de çakıyı çekip Feyzullahın iki adım geri gidip elini boğazına attı. Yıldım önce çakıyı onun gözünün içine baka baka cebine attı sonra ondan açıklama ister gibi ona baktı. Feyzullah kendine gelerek yardım isteyen bir sesle

"Yardım lazım" dedi.

"Ne yardımı?" dedi Yıldırım kaşlarını çatarak.

"Kedi sesi duydum"

"Ne?"

"Kedi sesi duydum"

"Dışarıdan geliyordur"

"Dışarıdan geldiğini biliyorum. Yardım istiyordu kedi"

"Kedilerin konuşabildiğin bilmiyordum" dedi alayla

" Dalga geçme . Gel işte. Tek başıma yapamam" Yıldırım

"Uykum var" diyip yorganı üstüne çekecekken Feyzullah onun kolundan tutarak onu durdurdu.

"Tüm harçlığımı sana veririm" dedi. Yıldırım şüphe ile karşısındaki çocuğa bakarken onun gerçekten de yardım isteyen bir halli olduğuna inandı. Başını sallarken Feyzullahın yüzünde oluşan ifade onu şaşırtsa da belli etmedi. Yıldırım yatağından çıkarak zorda olsa uyandırdığı Aslan ile birlikte Feyzullahın arkasından ilerledi.

Üç Cocuk gece iki sularında ellerinde bir fener ile koridorda tek sıra dizilmiş halde ilerlerken Aslan kısık sesle

"Günler çuvala mı girdi de gece arıyoruz kediyi " Aslanın dediği şeye Feyzullah elindeki feneri onun suratına tutarak

"Kediyi içeri almak yasak" diye açıklama yaptı.

"Çek şunu!" diyip gözlerini kamaaştıran ışıktan kurtulmaya çalıştı Aslan.

"Mantıklı olan kedinin içeri girmemesi zaten" dedi Yıldırım sitemle.

"Mızmızlanmayı bırakın ve beni takip edin" diyip feneri Aslanın yüzünden çekip önüne çevirdi Feyzullah. Aslan,

"Anlaşmayı unutma Feyzo. Eğer akşam tatlılarını bana vermezsen aramız bozulur bak"

"Bana da paraları"

"Tamam dedim ya! Vericem hem tatlıyı hem paraları. Gelin siz" diyip yurtan çıktılar yalın ayak. Yurdun arka tarafına ellerinde fener ile giderken Aslan,

"Keşke yalın ayak çıkmasaydık" diyip sitem etmeye devam etti. Feyzullaha gına gelmiş gibi,

"Bu hep böyle mi?" dedi Yıldırıma.

"Böyle" dedi. Feyzullah,

"Bakın şuraya" diyip el feneri ile aydınlatığı çatıya baktılar. Çatı hemen yurda yapışık şekilde bir kulubeydi. Yaklaşık olarak 5 metre uzunluğunda kulubenin tepesinde bir keid vardı ve sürekli miyavlayarak yardım istiyordu. Etrafta ne merdiven ne de oraya uzanabilecekleri için kullanabilirecek herhangi bir eşya vardı.

Feyzullah feneri Aslana uzatarak Yıldırım kolundan tutu.

"Omuzlarıma çık" Yıldırım şaşkınlıkla

"Ne?"

"Omzuma çık diyorum. Sen benim ozuma o da senin omzuna. Anca böyle alırız" diye bir fikir ortaya attı. Başta fikir Yıldırım ve Aslanın aklına yatmazken bundan başka seçenekleri olmadığını bildikleri için kabul etmek zorunda kaldılar.

En alta Feyzullah olacak şekilde herkes birbirinin omzuna çıkarken kedinin feryadı iki ayaklarını bir papuca sokmak dışında hiçbir işe yaramıyordu. Hepsinin toplamı beş metreye yaklaşmıştı. En alta olan Feyzullah diğerlerinin düşmemesi için sabit durmayı denerken Aslan sinirle

"Hareket etme! Hayvan korkuyor" diyip kediyi gösterdi.

"Deniyorum"

"Pisi pisi gel buraya" onu kendi tarafına gelmeye ikna etmeye çağırırken kedi sinirle Aslana hırladı. Pençesini ona doğru sallarken Aslan korkuya geri gideyim derken Yıldırım onu tutması ile son anda düşmekten kurtuldu. Hıncını Feyzullahtan çıkarır şekilde

"Gelmiyor bu kedi Feyzullah! Bide hırçın!" dedi. Feyzullah kırmızıya dönmüş suratı ile

" Yaralı çünkü ne yapsın, canı acıyor. "

"Onun canı acıyor diye benimki de mi acıyacak! İndir beni !" dedi Aslan kediye burun kıvırarak.

"Dur Aslan ne olursun. Yıldırım bir şey söyle " diyip ondan yardım istedi. Yıldırım Feyzullahın kediye olan bağlılığını anlamıştı o yüzden Aslanı ikna etmeye koyuldu.

"Aslan buraya kadar geldik. Almadan olmaz. Hem yiyeceğin tatlıları düşün" dedi ödülünü hatırlatarak.

"Vallahi de billahi de sırf tatlılar için katlanıyorum artık şu kediye!" diyip tekrar kediye döndü. Sevimli olduğunu düşündüğü bir sesle

"Gel pisi pisi gel. Aslan abi sana şeker verecek"

"Kediyi şekerle mi kandıracaksın Aslan!?" Aslan hırsla ona dönerek

"Çok biliyorsan gel sen yap Yıldırım!"

"Bakma Yıldırıma sen devam et Aslan" dedi Feyzullah belki kedi gelir ümidi ile. Kedi Aslana yaklaşırken Aslan sevinçle ona gülümsedi. Keid tamamen onun yanına gelip pençesini kaldırıp onun yüzüne doğru savurdu. Aslan yüzüne değen pençe ile geri giderken dengesini kaybedip üç arkadaşın acı şekilde çığlıkları eşliğinde yere yapışmasın sağladı. Üçü yerde acı içinde kıvrılırken yüzlerine tutulan fener ile

"N'oluyor burda?" sesi duyuldu.

Günümüz

Hepsi aynı şeyi düşünürken Binbaşı Aslanın önündeki çayı alıp bir yudum içti. Aslan sitemle,

"O gün Feyzullah yüzünde bir ay ayağım alçıda kaldım ben"

"Ama tatlıları yerken hiçte halinden memnun değil gibi durmuyordun?" dedi Binbaşı

"Ee ne yapsaydım?! O kadar düştüm bide tatlısız mı kalaydım"

"Lan biz ceza alırken sen safa sürüyordun"

"Ayağım kırıktı ya ne yapsaydım!? Kırık ayakla sizle birlikte tuvalet mi temizleseydim!? "

"En azından nispet yapar gibi 'çalışın köleler' demeseydin" dedi Feyzullah o gün söylediği şeyi hatırlatarak.

"Ben senin yüzünden bir ay top oynayamadım!"

"Benim yüzümden değil" dedi kendini savunarak Feyzullah. Binbaşı gülerek

"Kedi yüzünden" diyip elini cebine attıp sigara paketini çıkardı. Sigaradan bir dal ağzına alıp paketi masanın üstüne koydu. İkisi de sigara almazken Binbaşı cebinden bu sefer kibrit kutusunu çıkardı ve sigarasını yaktı. Feyzullah kibrit kutusunu görünce kederle

"Kaybetmemişsin" dedi kutuyu göstererek . Binbaşı onun dediği şeye dudak kıvırırken Aslan,

"Nasıl etsin oğlum? Sürekli üstünde taşıyordu. Götünde don yoktu üstünde kibrit kutusu vardı" dedi. Söylediklerinden sonra Binbaşı'nın kötü bakışlarının hedefi olurken bunu hiç takmafan oturdu sandalyeden kalktı.

"Bir şey isteyen var mı?" ikisi de başını olumsuz anlamda sallarken bir şey almak için kantindeki askerin yanına gitti.

Binbaşı sigarasını içerken üstündeki bakışlardan dolayı başını Feyzullaha çevirdi. Tek kaşını kaldırarak

"Ne oldu?" dedi.

"Değişmemişsin"

"Değişmem mi gerekiyordu?"

"İnsan büyüdükçe değişir"

"Sen değiştiğini mi düşünüyorsun?" dedi sigarasından bir nefes çekerek.

"Belki, kısmen" Binbaşı sigarasından aldığı nefesi dışarı verirken dudağı kıvrıldı

"Aynısın Feyzullah. Cesur Albay bizi sana emanet ederken ki çocuk neyse sen de osun. Aynı bakıyor, aynı duruyor, aynı konuşuyorsun.."

"Hiç mi değişmedim? Yapma Yıldırım en azından kilom artı" diyip şakaya vurdu. Binbaşı onun dediği ile gülerken yalnız kalmaktan faydalanıp aklına takılan soruyu sordu ona.

"Niye Yüzbaşı olmadın?" Feyzullah omuz silkeleyerek

"Daha o rütbesi hakketmedim"

"Hakketmedim mi? Yapma Feyzullah çoktan Yüzbaşı olman gerekiyordu" dedi bitmiş sigarasını külükte söndürerek.

"Belki bir gün"

"Evlilik için de belki bir gün diyordun"

"Yok artık onun için hiç diyorum " dedi gülerek.

"Doğruyu söyle evde mi kaldın?" diyip konuşmalarına dahil oldu Aslan. Sandalyesini çekip oturdu elinde gofreti ile.

"Belki, bilmiyorum" dedi Feyzullah. Aslan Binbaşıyı ima ederek

"En azından biri kalmadı" diyince Feyzullah şaşkınlıkla Yıldırıma dönerek

"Evlendin mi?"

"Hayır"dedi sakin sesle Binbaşı

"Hayır am sen yine de takım elbiseni hazır tut. Her an evleniyorum diyebilir" dedi pis pis sırıtarak Aslan. Binbaşı oturduğu yerden kalkarak

"Hayırdır kardeşim ne bu merak?"

"Arkadaşımın düğününde halay başı da olmayacaksam ohoo! yani " Binbaşı elini onun omzuna koyarak

"Kim bilir belki de haklısın kardeşim. Her an He şey olabilir" dedi ve ikisinin şaşkın şaşkın bıraktı. Aslan hemen kendini toparlayarak arkasından

"Sevgilin mi var lan! Kim o?!" dese de Binbaşı onu takmadan kantinden çıktı.

                           ........... 🇹🇷.........

Zeynebin anlatımı :

Elimde ilk yardım malzemeleri ile sağlık ocağına girdim. Bugün çok yorulmuştum. Sürekli ordan oraya koşuşturmuş ya birilerini pansuman yapıyor ya da yaralarını temizliyordum. Tüm işi Fisunu bana yıkarken kendi Allah bilir hanci cehennemde sefa sürüyordu.

Zaten Asena ile konuşamamıştım. Dün annesinin evine gitmişti ve büyük bir olasılıkla bugün de orda kalacaktı. Son olaylardan çok geri kalmıştım. En son Binbaşı ile ne yaşadıklarını merak etmekten çatlayacaktım. Tüm bilgilerimin günceliğinden emin olduktan sonra anca rahatlardım.

Boynumu kütletim içeri girerken. Resmen tutulmuştu. Gözlerim görenek istemeyeceğim manzara ile karşılaşınca sıkıntı ile nefes verdim. Yiğit denilen goril tek kişilikli koltuklardan birinde oturmuş bir ayağının ötekinin üstüne atmış 32 diş sırıtarak bana bakıyordu.
Gözlerimi devirdim bu görüntüye. Bu çocuk akılanmazdı hem de asla. Ben en son buna dersini verip burdan şutlamamış mıydım? Şimdi hangi yüz ile geldi acaba!
Şu an o kadar bitkin ve yorgundum ki onunla uğraşmaya hata laf dalaşına bile girecek mecalim yoktu.

Malzemeleri masalardan birine koydum önce ondan sonra kollarımı bağlayarak karşısına dikildim.

"Ne istiyorsun?" dedim. Acilen sadede gelip derdini öğrenmem lazımdı. Çünkü ona katlanacak beş dakikam bile yoktu. Oturduğu yere iyice yayılarak

"Bir şey değil" dedi.

"Öyleyse niye buraya geldin !? Han mı burası ?! Dinlenmek için gelesin!?" dedim yüksek çıkarak.

"Yooo" dedi ağzını yaya yaya. Yüzümü buruşturdum bu görüntüye. Ağzının ortasına çakmak istiyorum şu an.

"Kapının yerini biliyorsun. Hadi Good Bye" diyip kibarca kovdum. Kibarlığımda da asla taviz vermem. Ona sırtımı dönerek koyduğum ilk yardım malzemelerini yerleştirmeye giriştim. Duyduğum seslerle ayaklandığını biliyordum o yüzden zaferle gülümsedim. Çıkıp gitsin ve beni birazcık huzurla baş başa bıraksın. Elime tentürdiyotu aldım. Ensemde hissettiğim nefesle irkilirken ellerimi Yiğiti eli sardı. Kulağıma doğru kısık sesle

"Ben sana ne dedim?" dedi. Elleri arasındaki elimi kurtarmak istersek daha fazla sıktı. Dişlerimin arasından

"Bırak!" dedim. Eğer şimdi bırakmazsa bu sağlık ocağını onun başına yıkardım ve bunu yapmaktan da asla çekinmezdim. Sorduğu soruya kendi cevap vererek

"İntikamımı alıcam dedim" dedi ve elimi bıraktı. Benden iki adım uzaklaşınca hırsla ona döndüm. İşaret parmağımı onun yüzüne doğru kaldırarak

"Bana dokunabileceğini sana kim söyledi ha!?

" Tamam dokunmak yok "dedi ve elini teslim oluyormuş gibi kaldırdı. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi
" Amaa.. "dedi ve elini cebine attı.

Cebinden çıkardığı parfüm şişesi ile ağzım açıldı.

" Bende ne var " dedi. Gördüğümün gerçek olmaması için asklıkta asılı olan çantama koştum. Benim parfümüm olamazdı. Olmamalıydı. Çantamın karış karış her yerini ararken ondan bir iz yoktu. Panikle çantamı yere döktüm. İçindeki malzemelerin hepsi yerle buluşunca hepsini iyice yaydım. Burda olmalıydı. Benim parfümüm burda olmalıydı. Çantamdaki makyaj malzemeleri, kremlerim, cüzdanım, anahtarım, gözlüğüm.. Ve daha birçok malzemem yerli yerinde iken parfümüm yoktu. Onun elindeki parfüm benim parfümümdü. Çöktüğü yerden kalktım hırsla ona doğru yürüyerek avucumu açtım.

"Benim o! Hemen bana parfümümü veriyorsun! Hemde hemen!. Hem sen ne hakla benim çantamı karıştırıp içinden özel eşyamı alıyorsun!? Kimsin sen ha kim!" parfümü almak için bir hamle yapmıştım ki parfümü ulaşamayacağım kadar yükseğe kaldırdı.

"Kim miyim? Sana kim olduğumu öğreteceğim..hem karıştırmak demeyelim de -"

"Çalmak diyelim! Hata direk hırsız diyelim! "

"Yok öyle de demiyelim"

"Ver sunu!" diyip almak için tekrar hamle yapmıştım ki yine kaçtı.

"Cık olmaz" sinirle nefesimi verdim. Yüzümü sıvazladı sinirle. Ellerimi belime atarak sakin sakin hata tane tane

"Ne istiyorsun Yiğit?" dedim. Bu halim onun hoşuna gidip eğlenirken

"Ha şöyle sakinleş. Bakalım ne istiyorum?" düşünür gibi yaptı. Dudakları kıvrılırken
"İntikam istiyorum tavşancık. İntikam " dedi.

"Tamam intikam istiyorsun anladım. Ama parfümüm olmaz. Lütfen onu bana ver" diyip elimi ona uzattım.

"Ona çok kıymet veriyorsun dimi. Çok mu pahalı bir şey? Kaç maaşın gitti buna?"

"Maadi olarak değil manevi olarak değerli benim için"

"Yoksa sevgilin mi verdi"

Hayır sevgilim değil annem vermişti. Annemden bana kalan son hatıraydı o parfüm. Ölmüş bir insandan bana kalan tek şey o parfümü. Çok küçüktüm onu tekrar hatırlamayacak kadar çok. Onun hatırladım tek yanı kokusuydu. Çiçek kokardı benim annem. Beni kollarına aldığında sanki çiçek bahçesindeymiş gibi hissedeceğim bir kokusu vardı. Ablam onu kaybettiğimiz de ondan geriye kalan çoğu şeyi alsa da bana parfümünü verecek kadar cömert davranmıştı. Şimdi ondan kalan son şeyi kaybedip annemi tamamen hatıralarımdan silemezdim. Bu kokuyu kaybetmek demek annemi tekrar kaybetmek demekti benim için.

"Verir misin şunu?" diyip atakan yaptım sinirle

Kolunu kaldırarak ona ulaşmamı engelledi. Bu durumla eğleniyordu. Hemde ne biçim ama ben o parfümü alayım sana ne yapacağımı biliyorum. Şimdi suyuna gitmeliyim onu sinirlendirmek hiç de işime gelmezdi.

"Kıymetli dimi? Kıymetli kıymetli.. Ben de diyorum acaba nasıl intikam alayım? Aslında önce makyaj malzemelerinden birini kırmayı düşündüm sonuçta senin için değerliler sonra bundan vazgeçtim. Çantamda gördüğüm bu parfüm artık üretilmiyormuş. Yani bir daha bundan bulamazsın "

Bu ruh hastası gerçekten intikam planlayacak kadar düştü mü? Ona tiksinerek baktım. Rezil bir insandı.

" Haklısın birdaha ondan bulamam o yüzden lütfen onu bana ver "boğazım düğüm düğüm okurken aklımdan geçen şeyi yapmamsı için ona yalvarabilirim.

" O benim için çok kıymetli o benim an-" cümlemin bitmesine izin bile vermeden

" Kıymetli ve bunu kırmaktan zevk alıcam "diyip duvara fırlattı.

" Hayır! " diye bağırsamda duvara çarpıp binlerce parçaya ayrılıp etrafa açılan, duvarda küçük bir ıslaklık bırakan şişe artık kırılmıştı.

Boğazıma bir yumru otururken gözyaşlarım istemsiz akmaya başladı. Annemden bana kalan son şeye sahip olamadım. Gitti. Artık yoktu. Bedenim olayın şoku ile sersemlemiş gibi düşeceken yanımdaki koltuğa tutundum.

"Anne" dedim belli belirsiz. Özür dilerim anne. Sahip çıkamadım. Ben nasıl bir insanım ki annesinden kalan son eşyaya bile sahip olamıyordum.

"Ne annesi?" dedi yanımda dikilen gölge. Onu es geçerek yalpalaya yalpalaya duvarın yanına gidip çöktüm. Büyük parçaları toparlayıp elime ağrırken kesilen elim umrumda bile değildi. Annemin kokusu hala bu parçalardaydı. Hala o kadar kaybetmemiştim belki de. Kolumdan tutulup oturduğum yerden sorla kaldırıldım. Bana bakan yeşil gözler sorguluyordu bu halimi

"Ne annesi dedim"

Kolları arasındaki cılız bedenim, onu göremeyecek kadar akan gözyaşlarım ve boğazımdaki yumru ile konuşamadım once. Beni silkeleyerek

"Cevap ver ne annesi diyorum?"

"Annemden bana kalan son eşyayı o parfüm şişesi. Onundu."
Kollarımı bıraktı. Ayaklarım beni taşıyamazken dizlerimin üstüne düştüm. Elimle yüzümü kapatım ve gözyaşlarımın almasına izin verdim.

"Özür dilerim ben bilmiyordum" dedi yakınımdan gelen ses. Ellerim arasından başımı çıkarıp ona baktım. Onun yüzünden olmuştu her şey onun yüzünden. Kolumla yüzümü silerek oturduğun yerden kalktım.

"Senin yüzünden. Sen kırdın. Ben annemin son eşyasını senin yüzünden kaybettim." hırsımı almayarak göğsün vurmaya başladım. Koca cüseli adamı benim gibi minyon bir kız iki adım geriye yalpalayarak gitmesine sebep oldu.
Tükürücesine konuşuyorum onunla çünkü o öyle anlıyordu

"Sırf intikam için kırdım parfümümü. MUTLU MUSUN HA MUTLU MUSUN! AL ÜZÜLDÜM. ALDIN İNTİKAMINI RAHATLADIN MI?"

"Özür dilerim ben bilmiyordu-"

"Bilmiyor muydun!? Anlatmama izin vermeden duvara fırlatın parfümü!? Allah belanı versin. Allah senin belanı versin! Birde özür diliyor. Dileme BENDEN ÖZÜR FALAN! DEFOL GİT! DEFOL!" diyip sağlık ocağının kapısına bitirdim onu.

"Bilmiyordum yemin ederim ki"

"Benim için önemli olduğunu biliyordun. Ondan üretilmediğini biliyordun. Ona rağmen kırdın!"

"Yemin ederim ki annenin olduğunu bilmiyordum" dedi sersemlemiş bir şekilde.

"Sen o kadar iğrenç bir insansın ki intikam için en alçakça şeyleri bile yapabilirsin. Eminim annemin olduğunu bilseydin bile yine kırardın!"

"Hayır Zeynep hayır -"

"ÇIK DIŞARI! DEFOL!"

"Zeynep -"

Onu kapının dışına attıp suratına kapıyı kapatım.

Sırtımı kapı ile buluşturarak çöktüm oraya. Gözyaşlarım eski yerlerini alırken ne yaparsam ya da o ne söylese artık hiçbir şeyin telafisi olmayacağını biliyordum.
Keşke onun üstüne o suyu hiç dökmesydim en azından şimdi parfümüm yanımda olurdu. Keşke onu hiç tanımasaydım. Ondan nefret ediyordum hemde tüm kalbimle.

Ben Zeynep Çetin Yiğit Halim Bulutan nefret ediyorum..

Kendime gelip sakinleşmem bir saatimi aldı. Kendime geldikten sonra büyük parçaları bir peçeteye koyup çantama koydum geriye kalan küçük parçaları ise temizleyip çöpe atmak zorunda kaldım. Sağlık ocağı benim annem gibi kokarken bu kokunun geçici olduğunu biliyordum. Yarına bu kokudan hiçbir iz kalmayacaktı.

Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkayıp tüm makyajımı temizledim. Biraz temiz hava iyi gelirdi. Kendimi hemen dışarı attım. Yiğit Allahtan gitmişti yoksa yine onu görüp ona saldırabilirdim.

Asla onun bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim ama galiba bazı insanlar fazla acımasız olabiliyorlardı. Kantine gidip kendime bir papatya çayı yapsam iyi gelebilirdi. Akşam nöbetim vardı ve bu halle asla çekilmezdi.

"Papatya çayı alabilir miyim?" dedim kantinde çalışan askere.

"Tamam abla " dedikten sonra beklemeye başladım. Uzaktan bana doğru gelen baranı görünce derin bir nefes aldım. Lütfen beni rahat bırak. Sadece çayımı alıp gitmek istiyorum

"Şewkiye"

"Baran" dedim tahammülsüz bir sesle.

"Bak burda ne var?" diyip elini cebine attı. En son bak burda ne var dedikten sonra benim yıkımım vardı acaba bu sefer ne vardı?

Cebinden çıkardığı Albeni çikolatasını bana gösterek sırıttı.


"Çikolata. Sen seversin" dedi çikolatayı bana uzatarak

"Bu bir ima mı?" dedim üstündeki yazıyı kast ederek. Dudağı kıvrıldı

"Bilmem öyle mi gülüm" dedi.

"Şansına küs ben Albeni sevmem" dedim.

"O zaman.. " diyip elini yine cebine attı. Bu sefer içerisinden Browni çıkardı. "ama Browni seversin. Sakın sevmiyorum deme. Daha önce yok diye kantinciye trip bile atmıştın" dediği şeyle kaşlarım havalanırken ağzım biraz açıldı. O bunu nerden biliyordu.

"Sen bunu nerden biliyorsun?"

"Kuşlar söyledi" diyip göz kırptı.

"Kimiş o kuşlar?"

"Sen bilmezsin"

"Bir dakika ya sen en son boğul muyor muydun?"

"Gözlerinde boğulmaya yeğlerim gülüm" dedi. Gözlerimi devirdim. Tüm erkekler tanıdıkları tüm mavi gözlü kıza bunu söylemek zorunda mı! İltifat kıtlığı mı var ülkede niye bu yani!

"Çay içelim mi?"

"Baran" dedim sıkıntıyla

" Ne olacak gülüm bir çay. Bak kahve de demiyorum ki 40 yol hatrı olsun" dediği şeye güldüm. Pes ederek

"Peki " dedim. Belki de yalnız kalmam gerekiyordu yalnız kalırsam sürekli parfümü düşünecektim. Birinin varlığı iyi olabilirdi.

Baran sevinçle kantindeki askere

"Bir çay gelsin. Bir çay gelsin. Ercan söyle bir çay gelsin" diye nakarat tutu. Dediği şeye kahkaha atmamak için zor tutum kendimi. Bu çocuk Zuhal Topalın izdivaç programını mı izlemişti.

"Ercan bize iki çay yap. Şewkiye ile karşılıklı höpürdetelim" diyip eliyle bir masayı gösterdi.

"Burun Şewkiye hanım"

"Benim adım Şewkiye değil biliyorsun dimi?" dedim önden ilerleyerek. Oda arkamdan geliyordu.

"Biliyorum "

"Niye öyle sesleniyorsun o zamn"

"Metarfor gülüm metarfor" dışarıyı gören masaya geldiğimizde oturmak için sandalyemi çekicektim ki benden once davranarak sandalyemi çekti. Kibar biri mi oldu bu şimdi, ne kadar kro dursa da.

"Teşekkür ederek" dedim ve çektiği sandalyeye oturdum.

"Ne demek gülüm, görevimiz"

Başımı dışarı çevirdim. Yavaş yavaş sonbahar geliyordu. Ve ben tamamen sonbaharda nefret eden biriydim. Ne istediğim gibi giyinebilir ne de istediğim gibi dışarı çıkabilirdim. Kış ve sonbahar benim kabusumdu. Keşke tek derdim sonbahar olsaydı. Burdan sağlık ocağı gözüküyordu ve aklıma yine annemin parfümü geldi. Parfümden bir tane daha yoktu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.

"Şewkiye?" başımı ona çevirdim. Git gide bu isime alışıyordum galiba. Üzüme sorgular şekilde bakıyordu

" Senin niye moralin bozuk? Bir şey mi oldu?"

"Yok.. " dedim direk . Elim şekerliğe giderken onu kurcaladım "sadece.."

"Söyle gülüm halledeyim hemen" dediği şeye gülümsedim. Halledilecek bir şey değildi ki.

"Halledebileceğin bir şey değil" dedim umutsuzlukla. Öyle olsaydı ben halletmiştim.

"Sen söyle Bi. Nerden biliyorsun halledemeyeceğimi?"

"Parfümüm kırıldı" dediğim şey onun endişeli tavrına son vermiş güldürmüştü. Rahatlayarak sandalyesine yaslandı

"Aboo! ben de dedim nedir. Alırım ben sana aynısından ne olmuş. Yav Bebekamın senin üzülmene bile değmez" dedi teselli vererek.

" Öyle kolay değil Baran."

"Nasıl değil gülüm. Alt tarafı bir parfüm. Binlerce üretiliyordur ondan"

"Üretilmiyor." boğazım düğümlenirken ağlamamak için kendimi sıktım. Bunca insanın içinde olmaz. " O annemin parfümüydü. Ve artık ondan üretilmiyor" elimin üstüne elini koydu. Alacağı cevaptan korkar şekilde

"Senin annen.." dedi devamını getiremedi. ' Senin annen öldü mü? ' diyecekti. Başımı olumlu anlamda salladım.
Bir süre ikimizde sustuk. Ne o bana soru sordu ne ben ona. Kararsızlıkla yüzüme baktı. Bir şey söyleyecek gibiydi.

"Söyle Baran?" dedim cesaretlendirmek için.

"Şöyle ki gülüm. Ama sakın ümitlenme ne olursun belli değil yani."

"Ney Baran? "

"Şimdi bizim köyde Hate Anna var. İşte o kadın bitkilerden falan ilaç yapıyor, melhem yapıyor.." durdu. "parfüm de yapıyor. Eğer sen o kokuya benzer bir şey verirsen ona yollatayım. Yapabilirse o yapar diye düşünüyorum"

"Gerçekten mi?" gözlerimdeki ışıltılı görmüş olacak ki endişeyle elimi sıktı

"Ümitlenme yinede gülüm belki olmaz yani. Sen yine çok şey etme"

"Tamam tamam etmem. Ama lütfen yapsın Baran benim için çok kıymetli"

"Söylerim gülüm. Yav ben Ağayım bir sözüme bakar. Sen o kokuya sahip bir şey ver ben hemen yollatırım ona."

"Sağlık ocağında parfümün parçaları var. Onlar kokuyordur. Onlar olur dimi?"

"Olur olur. Bizim Hate Anna K9 köpeği gibidir mübarek her kokuyu alıyor kuran" dediği şey beni gülümsetirken. Minnetle ona baktım.

"Çok teşekkür ederim Baran. Gerçekten"

"Daha etme. Allahın izni ile olursa o zaman edersin" dedi.
O sıra Ercan denilen asker elindeki tepsideki iki çayla yanımıza geldi. Koyu olanı Baranın önüne koyunca Baran bardağı alıp Ercanın göreceği şekilde kaldırdı ve sitemle ,

"Yav Ercan bu niye bu yüzüm kadar koydur. Çayın diğer tarafından Şewkiyeyi göremiyorum" dedi. Dediği şey hem beni hem de Ercan gülümsetirken

"Cemal Süreyya da mı biliyorsun?"

"Sadece seni etkileyecek kadar" dedi çapkın bir şekilde.

İyi biriydi ve bir o kadar komik. Dedikleri şey beni ister istemez umutlandırırken yüzümdeki gülümsemeyi silemedim. Belki bir ihtimal olurdu ve bu ihtimali tamamen Barana borçluyum.

Çaylarımızı bitirip sağlık ocağına doğru yürürdük. Bayram akşamı çocukların yüreğinde olan sevincin aynısı şu an yüreğimdeydi. Baran yanımda yürüyüp bu halimi sadece gülerek izliyordu. İçeri girdiğimizde kaşlarımı çattım manzara ile.

Feyzullah denilen iki metre boyundaki asker odanın ortasında kollarını bağlamış bir ayağını ritim tutar gibi yere vurarak sert yüzü ile dikilmişti. Bizi görünce sert yüzü iyice sertleşirken başımı Barana çevirdim. Onun için mi gelmişti acaba. Biz daha bir şey söyleyemeden o,

"Kedi mi ver!" dedi gür sesi ile. Ben korkudan iki adım geri giderken duyduğumu şeyin garipliği ile yüzüne aval aval baktım. Kedi mi dedi o? Bana dedi çünkü direk bana bakıyordu.

"Ne kedisi?" dedim korka korka. Şu an o kadar korkunçtu ki neredeyse arkama bakmadan kaçabilirim.

"Kendim hemşire, kedim. Kedimi ver!" dedi kelimelerin üstüne basa basa. Bu kedi diyor ama bende kedi yoktu ki! Yutkunurken ne diyeceğimi bilmiyorum.

"Bende kedi yok" dedim ilk.

"Vardır"

"Yoktur"

"Vardır"

"Komutanım!" diye Baran araya girecekti ki Feyzullahın o sert bakışların hedefi oldu. Oda aramıza girmekten vazgeçip bana mahçup mahçup baktı. Onun Susması ile Feyzullahın bakışlarının hedefi tekrar ben olurken kollarını serbest bıraktı

"Her şey bitti kedi hırsızlığı na mı başladın hemşire!"

Hırsız mı ben mi?? Teröristliğim biter hırsızlığı başlar!? Ben nasıl bir insanmışım ya!
Baran onun hırsız demesinden sonra atılarak

"Komutanım hırsız demesek" dedi uzlaşmacı bir tutum ile.

"Baran ben hırsız mıyım?"

"Hayır değilsin gülüm" dedi endişe ile. İki cephe arasında kalmıştı.

"Bu niye öyle diyor?" diyip Feyzullahı gösterdim.

"Kedimi ver, kedimi?!"

"Kedi falan yok bende!"

"Vardır!"

"Yoktur!"

Biz öyle atışırken tartışmayı bıçak gibi bölen topuklu ayakkabılar oldu. Sağlık ocağının kapısının girişinde Zehra bize olayları anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Eminim dışarı kadar sesimiz gitmiştir. Ama bizi şaşırtan şey Zehranın gelmesi değil Zehranın elinde bir kedi ile gelmesiydi. O kedi burda köpekler tarafından saldırıya uğrayıp Zehranın bana iyileştir diye getirdiği kediydi. Kedi iyileşene kadar biz sahiplenmiştik.

Baran Zehrayı göstererek

"Asıl hırsız o!" dedi. Benim başım direk Feyzullaha dönerken Zehranın elindeki kediye merhamet yüklü bakışlar ile bakarken başını Zehraya kaldırıp o bakışların yerini sinir alması oldu.

Zehra Baranın dediğine kaşlarını çatarak bakarken Feyzullah tempolu adımla ile onun yanına giderek

"Devlet malını çalmaya utanmıyor musun?" dedi.

"Devlet malı mı?"

"Evet elinde tuttuğun şey!" diyip kediyi gösterdi. Sokak kedisine devlet malı dedi bu adam. şaka gibi!

"Kedi mi?"

"Kedim!" diyip kediyi onun kolları arasından aldı. Kedi ye zarar vermeden onu alırken Zehra ne yapacağını bilemeden onun yüzüne baktı. Kedi Zehranın kollarından çıkıp Feyzullahın kolları arasına girince hiç te garipsemedi hata onun kolları arasına girip ona yaslandı. Başını ona sürterek ondan sevgi bekledi. Feyzullah gülerek kedinin başımın okşayıp çıkıp gitti.

Zehranın elleri boş kalınca onun arkasından üzülerek baktı. Alışmıştık kediye hatta ben ona isim bile bulmuştum. Sütlaç koymuştum adını tamamen ona ters bir şekilde. Bizle kaldığı süre zarfında hem ben hem Zehra hem de Asena sürekli onunla oyunlar oynayıp iyileşmesi için elimizden geleni yapıyorduk.

Hepimiz alışsakta en çok Zehra onu benimsemişti. Sürekli kediyle yatıyordu ve Sütlaçı sahiplenmek bile istiyordu ama gel gör ki tedavi etmek için getirdiği kedimizden olmuştuk. Feyzullah ardına bakmadan gittikten sonra Zehra dudağını ısırıp yanıma geldi. Kollarımı ona açtım.

"Onunmuş" dedi. Baran onun bu halini görünce üzülerek

"Siz onun olduğunu bilmiyor muydunuz?"

"Yok Baran nerden bilelim? Burda gördük iyileştirip eve götürdük"

"Adını bile koymuştuk" dedi Zehra suratını asarak.

"Üzülme bacım ben arada çalar getiririm kediyi. Sıkma sen canını"

"Gerçekten mi?" dedi Zehra heyecanla.

"Esahtan tabi bacım. Bizde yalan olmaz. Şewkiyemin kardeşi benim de bacımdır."

"Teşekkür ederim"

"Rica ederim. Neyse bu sorunu da haketiğimize göre ben artık parfümü alayım"

"Tamam dur getireyim" diyip çantama yöneldim. İçinden parfüm parçaları olan mendili çıkarıp onun yanına gittim.

"Al bakalım"

"Tamamdır. Hadi eyvallah" diyip gitti.


                    ..............🇹🇷...........

Asenanın anlatımı :

Bazı anlarda insan koca bir bilinmezliğin içindedir. O bilinmezliğin içinde asılı kalır. Ne yapacağınızı neye inanıp neye göre hareket edeceğinizi şaşırırsın ya işte bende öyle bir andayım.

Fisunun söyledikleri bir tarafta Binbaşı'nın Aslan ile işim var sözü diğer taraftaydı. Fisunun telefon konuşmasının yalnış duyma ihtimalim yoktu. Basbayağı Yıldırım Özçelik demişti sadece Yıldım değil aşkım da demişti. Bu duyduklarıma göre hareket edersem onların sevgili olduklarına kayıtsız şartsız inanmam demekti.
Ya Binbaşı'nın bana karşı tavırları. Söyledikleri, yaptıkları hepsini yalanlıyordu o telefon konuşması.

Ben ne tamamen Binbaşı doğru söylüyor diyebiliyorum ne de Fisunu yalan söylüyor. Binbaşının dedikleri Fisunu yalanlarken, Fisunun telefon konuşması Binbaşı'nın bana karşı olan davranışlarına, söylediklerine kara bir leke sürüyordu.

Tamamen bana aşık olduğunu söylemiyordum ama benden etkilenmemek olasılık yoktu. Kim etkilenmediği birine böyle sözler sarf eder ki? Etkilenmese öyle davranmaz. Davranmamalıydı da.

Elimdeki bezi hırsla suya sokup çıkardım. Bezi sıkıp televizyon ünitesine yöneldim. Tüm tozları ve kirleri almak için hırsla silerken temizlik beni rahatlatmak yerine daha da hırslandırıyordu. Kafamdaki sesle susmuyor kavga ediyor onlar kavga ettikçe bezi tutan elim sıkılaşıp bir oraya bir buraya savuruyordum bezi.

Binbaşı'nın yanından ayrılıp eve gelmiş ve bezi alıp temizliğe girişmiştim. Tuvaletle başlayan temizliğim, mutfakla, salonla, kendi odamla ve şimdi de oturma odasıyla devam ediyordu.

Onu düşünmek ve kafayı sıyırmamak için neredeyse evi çamaşır suyuna batırıp çıkarmıştım. Dip köşe temizlik yapmış ama sanki saat bana inat yavaş yavaş akmıştı. Gözüm saate kayıp ne zaman dokuza gelecek diye tetikte bekliyordum. Saat daha 8'e gelirken onların acaba gerçekten de aralarında bir şey var mı diye öğrenmeme sadece bir saat kalmıştı.

Bezi tekrar suya sokup çitilemeye başladım. O kadar hırsla yapıyordum ki sanki elimdeki bez, bez değil de Fisunun sarı saçıydı. Keşke onun sarı saçlarını cımbızla tek tek koparmak, aşkım diyen dudaklarını ekmek bıcağı ile kesip, yaya yaya Yıldırım diye gülüp gösterdiği dişlerini kelpeten ile söküp rahatlamak istiyordum.

"Asena?" başımı o düşüncelerden beni ayıran sese çevirdim. Annem oturma odasının kapısının girişinde üstünde geceliği ile bana şaşkın şaşkın bakıyordu.

"Bu ne kızım?" dedi ilk başta.

"Ne anne?" dedim oturduğum yerden kalkarak. Neyi kast ediyordu? Temizliği mi. "Temizlik yapıyorum" dedim sevimli olduğunu düşündüğüm bir sesle.

"Gecenin bu vakti mi?" dedi kaşları havalanırken. Niye herkes bunu soruyordu ki. Temizliğin zamanı mı vardı. İla sabah mı yapılmalıydı temizlik.

"Çok pislenmiş ev "

"Sabah birlikte yapardık. Kendini bu kadar yormana gerek yoktu" dedi etrafı göstererek. Ne yorması ya. Sadece koltukları çekmiş, camları yıkamış, perdeleri çıkarmış, yerleri bezle silmiş, mutfaktaki tüm dolapları boşaltmış, onları temizlemiş, dolaptaki eşyaların hepsini tek tek yıkamış ve yeniden dizmiştim.

"Yorulmadım anneciğim. İyi de geldi" dedim. Tüm hıncımı da almıştım bir bakıma. Yanına gittim. "Seni ben mi uyandırdım?"

"Yok kendim uyandım" dedi. Sarı saçları dağılmış bana melül melül bakıyordu.

"Sen ne zamandan beri uyku ilacına kulanıyorsun anne?"

"Baban yokken uyuyamıyorum o yüzden kullanıyorum"

"Önemli bir şey yok dimi?" dedim endişeyle.

"Yok kızım. Baban olmayınca uyuyamadığım için"

"Kullanma ilaç. İstersen ben uyurum yanında" dedim ve ona sarıldım. Oda kollarını bana doladı. Ondan uzaklaşınca yüzünü burulturark

"Uyu kızım da sen çamaşır suyu gibi kokuyorsun."

"Ee olacak o kadar anne. Çamaşır suyu içinde yüzdüm desem yeridir"

"Tamam yeter bu kadar temizlik git duş al"

"Bityi zaten toplayayım şurayı gidicem" diyip etrafı gösterdim. Kolumdan tutarak beni odama doğru yönlendirdi

"Git duş al sen. Ben toplarım burayı" dedi. Başımı sallayarak banyoya yöneldim.

Kısa bir duş alıp çıktım. Saat neredeyse dokuza geliyordu o yüzden hazırlanmaya başladım. Üstüme düz siyah bir tişört altıma da kumaş pantolon giyindim. Saçımı kurutmadan topuz yaptım. İçimiz yansıması olmuştu dışım ama böyle iyiydi. Tamamen siyah giyinmem görülme olasılığımız az da olsa azaltırdı. Odamdan çıktım.

Annem etrafı toparlamış elinde kumanda ile televizyon ile ilgileniyordu. Yanına gidip yanağına bir buse kondurdum.

"Benim küçük bir işim var. Halledip dönücem. Geç kalmam"

"Saçını kurutmamışsın!"

"Çok ıslak değil" diyip ayakkabılarımı giyindim. Lojmanlarrdan çıkıp çağırdığım taksiye binip adresi söyledim. Allahtan bahsettiği restoran ünlü bir yerdi de hemen bulmuştu adam. Taksi beni restoranın önüne bırakırken saat 09:15 geçiyordu.

Mekanda canlarla kaplı olmasına rağmen içi görülmeyecek şekilde dizayn edilmişti. Kalbim küt küt atarken burda onları görürsem ne yapacağımı düşünemiyordum. Dışarıda dikilmiş sadece restorana bakıyordum. Kaç dakika öyle kaldım bilmiyorum ama kararsızdım. Belki de doğru söylemişti, Aslanlaydı. Boşu boşuna buraya gelmiştim.

Ya doğru değilse? En azından içimde bir kuşku kalmayacaktı. Her şeyi öğrenmem lazımdı içimdeki bu belirsizliğe bir on vermem lazımdı. O yüzden restoranın giriş kapısına yöneldim.

İçeri girer girmez beni loş bir hava karşıladı. Duvarların çoğu can ile kapalıydı ve dışarıdan içeriyi izleme fırsatı vermezken içeriden dışarıyı izleme fırsatı veriyordu. Çok kalabalık olmayan bir setorandı ve gayet te şıktı. Masaların birkaçı doluydu ve etrafta gezinen kadınların giyinişine bakarsak ben buraya baya spor kaçmıştım.
Masalarda içki bardakları, garsonların tepsilerinde gezinen spagettiler, arkadan çalan hafif müzik insanı kendine çekse de benim gözüm etrafta iki sülület arıyordu.

Önce sarı saçlı kadın aradım ama Fisunun saçına benzeyen kimseyi göremedim o sıra gözüme çarpan bedenle aramaktan vazgeçtim.

Sırtı bana dönük bir adam oturuyordu masada. Karşısındaki sandalye boştu ama masada iki tabak vardı. Karşısındaki her kimse şu an burda değildi. Adamın koca cüsesi, siyah özenle taranmış saçları arkası dönük olsa da gördüğüm şeylerden biriydi. Üstündeki gri takımla tam bir beyefendi gibi masada oturmuş karşıdaki kişiyi bekliyordu.

Adam yavaşça bana döndü...












...................................~ZS~......................................

Evet bu bölüm bol bol Zeynep, Yiğit ve Baran okuduk. Yorumlarınızı paylaşın benimle.
Mesela Yiğiti yaptığı şeye siz olsaydınız ne tepki verirdiniz?
Peki Hate Anna gerçketen o parfümün aynısını yapabilecek mi?

Peki o adam binbaşı olabilir mi??

Bir sürü soru var yaaa..

Tabi koşa koşa diger bölüme çoktan koşmuşsunuzdur ve bu soruları bile okumamışsınızdır ama olsun yine de seviliyorsunuz.

Yıldızları parlatmayı unutmayın..

⭐👉🌟

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

1.6K 1.6K 22
"Bazı şeyler hayal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar da güzeldir." Kim bilebilirdi ki eski püskü bir kitabın içine hapsolmuş bir ruhu...
2.1M 37.8K 46
(+18bölümler vardır) Dedesinin isteği üzerine yıllar sonra dönmüştü gökçe mardin e nerden bilebilirdi ki aşkı burda bulucağını
2.1K 82 9
Drury Lane Tiyatrosu dışındaki kalabalık da ğılmı ştı. Son at arabası, iki yolcusuyla birlikte gözden kaybolmaktaydı. Yürüyerek gelmi ş olan pek az s...