BİR KİBRİT YAK (ASKER KURGU )...

By zeynepsnmzsyy

586K 28.5K 29K

Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~... More

1.BÖLÜM ( GİRİŞ)
2.BÖLÜM ( GİRİŞ 2)
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5. BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
12.BÖLÜM
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17.BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20. BÖLÜM
21.BÖLÜM (+18)
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM (+18)
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM

11.BÖLÜM

21.8K 1.2K 1.5K
By zeynepsnmzsyy

Öncelikle merhaba ' BİR KİBRİT YAK' kitabının sevgili okuyucuları. Karşınızda 11.BÖLÜMLE ben Zeynep Sönmezsoy. Siz bana kısaca ZS de derseniz olur fark etmez yani çünkü soy adım baya uzun..

Gelelim sebebi ziyaretime. Allahın emri peygamberin kavli ile XLFNFKFZSZS şaka yaptım ya şaka gülün diye.

Neyse azıcık ciddi olalım. Sebebi ziyaretim küçük bir duyuru. Aranızda beni takip etmeyenler var ve sürekli yeni bölüm ne zaman diyen arkadaşlar var o yüzden burda yazayım dedim. Her hafta çarşamba günü saat 9 da yeni bölüm yayınlıycam özel bir sebep olmadığı sürece tabiki de. Onun dışında asla yayınlamamak gibi bir durum söz konusu değil.

Gelelim ikinci mevzuya. Kitabınızın birçok hayalet okuyucusu var. Bölümü okuyup beğenmeyen arkadaşlar çok maalesef sizden ricam lütfen bölümü okuyup beğenmeniz. Çünkü burda emin olun ki bir emek var ve siz beğendikçe biz mutlu oluyoruz. Sizden tek ricam ellerinizi kaldırım o yıldıza basmanız. Şimdiden zamanınızı çaldım. Özür dilerim..

11.BÖLÜM ile sizi başbaşa bırakıyorum. İyi okumalar.. Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın..

⭐👉🌟

...................................... ~ZS~...........................................

Gördüğüm mazara ile şaşkın şaşkın onlara bakarken  ikisinin başı da bana döndü. Binbaşı'nın şaşkın bakışları gözlerimle buluşunca şaşkın ifademi düzeltip zorda olsa gülümsedim. Binbaşı elindeki Fisunu unutmuş olacak ki kollarını bırakınca Fisun poposunun üstüne yere çakıldı.

Fisun acı içinde haykırırken ben aynı sinir bozucu gülümseme ile

" Kusura bakmayın  iki dakika sevgiliniz ile zaman geçirip aşkın başınızı döndürmesine izin vermedim . Ama yapacak bir şey yok . Şu tabağı koyup gidicem. Yoksa sizi ayırmak  asla  istemezdim. Lütfen siz devam edin" diyip tabağı gördüğüm ilk masaya bırakarak sağlık ocağından çıktım.

Arkamdan duyduğum ayak sesleri ile arkamdaki kişiye bakmadan yoluma devam ederken Binbaşı'nın

"Albayın kızı" dediğini duydum. Ona dönmeden yoluma devam ederken  sağlık ocağının biraz uzağında hemen bir bankta oturan annem ve Zeynep kapıdan çıkan bize baktılar. Annemin gözleri benden hemen sonra Binbaşıya dönünce Albayın kızı dediğini duydu. Zeynebin gözleri şaşkınlıkla açılırken hemen kendini toparlayıp pis pis sırıtı  ikimizi görünce.

Annemin yanına giderken Binbaşı da peşimden gelmişti. Annem hemen,

"Yıldırım" dedi.

"Sevda hanım. Sizi burda görmek ne büyük şeref" dedi kibarca. Ben zoraki bir gülümseme ile anneme

"Ben bir babama bakayım, siz konuşurken" diyip annemin bir şey demesine izin bile vermeden askeriyeye doğru yürüdüm. Sinirden neredeyse önümdeki herkesi ezip geçecek gibi ayaklarımı yere sert bir şekilde vuruyordum.
Gördüklerimden dolayı önüme gelen herkese saldırmamak için zor duruyordum.

Kucağında idi ya kucağında.!!
Fisunun senin kucağında ne işi var be! Ne!!
Kucak tedavisi çıktı da benim mi haberim yok!

Ben beş gündür bu adamı görmüyordum ama görmek için  geliyorum ama adamı başka kadının kollarında görüyorum.!

Acaba ilişkileri mi var ve ben boşuna mı gelin güvey oluyordum!

Tamam bas baya adamı kıskanmıştım hem de Fisundan ama olacak o kadar. Ben beş gündür bu adamı görmüyorum. Onun için hazırlandım süslendim püslendim yemek bile yemeden geldim ama  kadını adamın kucağında gördüm.

Tamam beni de kucağına aldı ama ben bayılmıştım o hiç bayılmış gibi durmuyordu. Bayılsa gözleri kapalı olur dimi!!

Bide ben bu adamın ceketini kokluyordum. Özlemim dinsin diye ama o başka kadınların kollarında sefa sürüyordu.

Kendi kendimi dolduruşa getiriyordum ama o görüntü aklımın en ücra köşesine kazınmıştı ve bence iğrenç bir görüntüydü.

Şu an geri gidip Fisunun kaburgalarını tek tek söküp bizim eve avize yapmak istiyordum. O sarı saçları eminim elime çok yakışırdı, onları yerde sürükleyip paspas niyetine kullanırdım.

"Çakma sarışın!" diye kendi kendime konuşurken çarptığım bedenle iki adım geri gittim. Elindeki kahve onun ütüne dökülürken panik oldum.

Adamın elindeki kahve hem eline hem de üniformasına dökülmüştü.

"Özür dilerim. Ben dalmışım. Pardon" diyip çantamdan peçete çıkarmaya giriştim. Allah belanı versin Binbaşı senin yüzünden bir adamı yaktım.
Peçete çıkarıp adamın üniformasını temizleme giriştim

"Gerçekten üzgünüm. Ben, yanlışlıkla oldu yani. İsteyerek olmadı, gerçekten " diyip saçmalama başladım. Hepsi Binbaşı yüzündendi.

Üstümde Yüzbaşı üniforması olan adam otuzların başında gibi duruyordu. Cüseli yapısı ve uzun boyu ile bana bakarken tedirgin olmuştum. Tedirginliğimin sebebi ne siyah dağınık saçları ne de sert yüzü idi. Tedirginliğimin sebebi tamamen gözleri idi. Mavinin en açık tonu olan gözleri bana göre griye  kayıyordu. Binbaşı' nın bal gözlerinden sonra gördüğü gri gözler bedenimi bir ürperti sarmasına sebep oldu. Tüylerim diken diken olurken yutkundum. Adam beyaz dişlerini bana gösterek gülümsedi, samimi bir şekilde

"Hiç önemli değil " dedi.

"İyi misiniz yaktım sizi resmen?"

"Sadece küçük bir kahve. Gerekten sorun yok ayrıca iyim"

"Tekrardan özür dilerim"

"Tekrardan önemli değil" dedi. Ben ona  gülümserken o yüzümü incelemeye başladı. İncelemesi bitince bir şey hatırlamış gibi kaşları havalanırken

"Sen Kenan Albayın kızı değil misin yanlış hatırlamıyorsam? Galiba onun odasında görmüştüm fotoğrafını"

"Evet oyum" dedim.

O fotoğraf. Benim ona isyan etmemeden iki gün önce çekilmişti. Aile fotoğrafı olsun ve asla ondan ayrılmayalım diye masasına koymuştu. Ben onu hayal kırıklığına uğradığımda bile o asla o fotoğrafa dokunmamıştı her daim yeri ne isi öyle bırakmıştı.

"Kenan Albayıma geldin galiba. Ama şansına küs Kenan Albay burda değil" dedi. Dediği şeyle durdum babam için gelmiştim bir kısmen.

"Anladım söylediğiniz için teşekkürler" diyip kibarca teşekkür ettim.

"Rica ederim ne demek. Bu arada tanışmadık" diyip bana elini uzattı "Kartal ben. " dedi. Uzattığı eline bakarken tereddüt etsemde elini sıktım bende.

"Asena" dedim.

"Memnun oldum" 

"Bende" diyip karşılık verirken ikimizde sustuk. O üstünü gösterek "Benim şunu değiştirmem lazım"

"Ayy evet"

"Tekrar görüşmek umuduyla" dedi bende başımı sallarken bana gülümsedi ve gitti.

Arkasından baka kalırken içimden Binbaşıya sövdüm hep onun yüzündendi. Keşke onun o bal gözlerini yerinden sökebilsem hata o Fisunu kucağına alan parmaklarını tek tek suya sokup sonra prize soksam, Fisunun dokunduğu omzunu kesip lime lime edip onu onun köpeği olan Barbara yedirtsem..

Ben bunları düşünürken babamın olduğu kata çıkmak için yöneldi. Tamam belki burda değildi ama yine de emin olmam gerekiyordu.

Üst kata çıkmıştım ki kolumun çekilmesi ile kendimi sürüklenerek buldum. Ağzım yabancı bir elle kapanırken belimdeki el beni bir odaya soktu. Sırtım kapı ile buluşunca bal gözlerle karşılaştım. Bir eli ağzımı kapatmıştı, belimdeki eli artık başımı dayandığı kapıya başımın kapıya değmesini engelerken gözlerimiz kenetlenmişti. Benden boy olarak büyüktü ve topuklu ayakkabılar ile bile anca onun omzunun gerisinde kalıyordum.

Onun bal gözlerini görünce bağırmak ve  çırpınmak yerine sustum. Onun odunsu kokusu bana ulaşırken aramızdaki milim uzaklıklar bizi ayıran tek şeydi.

Ağzımdaki elini çektim sinirle. Az önce Fisuna dokunduğu ellerle bana dokunamazdı. Gözlerimden ateş çıkar gibiydi. Sesimin düzeyini bile ayarlamadan

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

"Ne yapmışım?" dedi. Kaşlarım iyice çatılırken sinirden saçımı başımı yolmak istiyordum

" Ne mi yapıyorsun?! Beni niye çekip buraya getirdin Binbaşı hem de ağzım kapalı bir şekilde!?"

"Konuşmak için" dedi baştan savma bir şekilde. Sinirlerim iyice tepeme atarken ayağımı yere vurdum

"Benim konuşacak bir şeyim yok! " diyip tam kolları arasından çıkacakken ağzımdan çektiğim ellini kapıya dayadı. Kapı onun arasında kalırken sinirle ona döndüm

"Tamam ben konuşayım. Sen dinle" diye bir öneri ortaya attı.

"Dinlemekte istemiyorum!"  diyip çıkmak için tekrar hamle yapacakken buna izin vermedi

"Albayın kızı"

" Ne!?" dedim sinirle. Onu dinlemek istemiyorum! Hemde asla!

"O gördüğün şeyler -"

"Binbaşı emin ol ki sevgilinle aranda geçen şeyler umrumda değil !?  " Umrumdaydı  ama bunu bilmene gerek yok!

" Sevgilim mi? "dedi tek kaşını kaldırarak

" Evet sevgilin. Şimdi kolunu çek te gideyim! "

" Öyle bir şey söz konusu bile değil! "

" Ne demek değil! Gidicem! "

" Yalnış anladın! "

" Doğrusunu bilmek istemiyorum! "Diyip gitmek için bir adım atmıştım ki izin vermedi yine

" Albayın kızı, sinirlerim tepeme atıyor ama"

"Umrumda mı sence! "  dedim ona meydan okur gibi

"Umrunda olsa iyi olur çünkü onlarla uğraşacak olan sensin! " dedi.

"Hayır ben değilim.  Git sevgilin uğraşsın! " diyip onu itirdim. Onu itirmemle ağzımdan küçük bir çığlık koparken ona yapışık buldum kendimi.

Başımın arkasındaki elinde  saat vardı ve o saati saçıma takılmıştı. Onu itince bilmeden kendi canımı yakmıştım. Kurtarmak ve ondan uzaklaşmak için elimi saçıma attım.

"Kolunu çek Binbaşı!"

" Çekemem. Çekersem Saçın acıyacak. İzin ver ben yapayım!" dedi az önce sinirli halinin aksine

"İstemez!" diyip kolunu tutup saçımdan uzaklaştırırken  acı bir feryat daha koptu tudaklarımdan. Binbaşı elimi tutarak başımın üstüne sabitledi. Gözlerimin derinliklerine bakarak

"İzin ver ben yapayım" dedi. Nefes yüzümü yalarken gözlerimi ondan çektim. Onun gözlerine baktıkça yumuşuyordum o yüzden başımı çevirip

" Hayır, kes saçımı! Makas nerde!? " diyip etrafa bakındım. Çıkarması için beklemek istemiyorum. Onun yüzünü dahi görmek istemiyorum! Hemen burdan defolup gitmeliyim!

"Kelemi keserim de saçını kesmem albayın kızı!" dedi baskın bir sesle. Yüzüne baktım.

"İki dakika bekle" diyip saçıma baktı

"Tamam Çabuk ol! " dedim sonunda kabulenerek

"Bu kadar mı gitmek istiyorsun?"

"Evet!"

" Başka biri görse eziyet ettim sanır!" dedi sinirle.

"Ediyorsun zaten!"

"Sana bakmaya bile  kıyamıyorken nasıl eziyet edeyim" dedi. Ama bunu o kadar kısık bir sesle söylemişti ki duymadığımı sandı çünkü kendi kendine konuşuyor gibi söylemişti. O kadar yakınındayım ki hem bunu duymuş hem de yumuşamamaya çalışıyordum. Bu adam beni kalpten götürür bu gidişle.

Elimi tutan elli ellimi bıraktı ve belime attı. Belimden beni çekip kendi göğsüne yasladı. Bağım onun kaslı göğsüne yapışırken çok yakındık. Başımı kaldırıp ona baktığımda bir eli ile saçları çıkarmak için uğraştığını gördüm.
Saç tellerime nazik davranarak çıkarmaya çalışıyordu olmayınca elinden saatini çıkarmaya başladı. Saatini çıkarırken bilmeden saçımı çekmiş oldu.

"Acıyor! " diye inledim mızmızlanarak .  Saçımı kurtarayım derken bilmeden daha fazla çekiyordu.

"Bekle albayın kızı, çıkarıcam" dedi sabırlı bir sesle ama benim sabredecek vaktim de sabrıma yoktu, o yüzden sesimin desibelini ayarlamadan

"Acıyor! " diye inledim  tekrardan . Ona bu kadar yakın olduğum için zaten paniktim bide sesimin desibelini ayarlayamazdım. Yakınlığımızdan  dolayı sesim onun kulaklarına  daha fazla şiddetli bir desibelde ulaşırken  sesten dolayı yüzünü buruşturdu

"Ses ve desibel denen şeyden haberin var mı !"  diye sitem etti saçımı saatinden kurtarmaya çalışırken. Dediği şeyle sinirle daha yüksek sesle acımamasına rağmen

" Acıyor! " dedim. Bu şey en sonunda  onun sabrını taşımış oldu. Saçımdan elini çekti ve ağzımı kapatı. Bal gözlerini acı kahve gözlerim ile buluşturdu. Sitemle,

"Ben ne zaman senin canını yaktım ki şimdi yakayım " dedi.

Yaktın Binbaşı yaktın. Çöpe atarken yaktın, fisunu kucaklarken yaktın.. Gözlerim dolarken elini çektim ağzımdan ve gözleirmi ondan saklamak için başımı çevirdim. Başımı olumlu anlamda sallarken gözlerimin dolduğunu fark etti. Eliyle çenemden tutu ve onun gözlerine bakmamı sağladı. Kaşlarını çatarak

"Çok mu acıyor? İki dakika bekle acını dindiricem" dedi ve tekrar saçım ile ilgilenmeye başladı. Saçımı kurtarınca dudaklarımdan koca bir oh çıkmıştı. Kolundan çıkardığı saati cebine attı.

"Sonunda" dedim be gitmek için kapı kolunu tutum ama Binbaşı benden önce davranarak kapıyı kapatı.

"Konuşmamız bitmedi Albayın kızı"

"Ama benim sabrım bitti"  alayla güldü

" Sabrın mı bitti! O doktor - "

" Ne var biliyor musun Binbaşı . Ne sen ne de Fisun ile aranızda olan şey  ilgimi çekmiyor "  dedim ve zorda olsa kapıyı açıp onu o odada tek başına bırakıp çıktım.

                            ........ 🇹🇷........

Bir hafta sonra

Bir hafta geçmişti koskoca bir hafta bu haftada tim üyelerinin tamamı hastanede bir sedyede beyaz bir tavana bakarak dört duvar arasına sıkışıp kalmıştı. Hepsini aynı odaya almamış ikiye bölmüşlerdi.

Yiğit, Baran, Feyzullah, Süleyman aynı odada. Aslan, Özge, dursun, Tahir ve serhat ta aynı odada kalmışlardı. 

Özge ve Aslan zamanlarını çoğunu Dursun ve Tahirin Tarbzon sohbetlerini dinleyerek geçirmişlerdi. En sonunda Aslan Binbaşıdan hem kendi hem Özge hem de Serhat için kulak tıkacı almasını söylemiş hata tehdit etmişti. Binbaşı onun bu isteğini bir poşet mandalina eşliğinde kabul etmişti. Ama artık Aslan için mandalina bitmişti Binbaşı 'nın son yaptığından sonra. Getirdiği mandalinaları hemşirelere dağıtmıştı.

Kulak tıkacı alan üçü rahatlarına bakarken Tahir ve Dursun sohbetlerine ara vermeden devam etmişlerdi.

Diğer odada ise Yiğit sürekli kürtçe kelime öğrenirken Baran kız tavlama taktikleri üzerinde ter döküyordu. Feyzullahın gizemli kutu haleri bitmiş onları kendi kardeşlerinden ayırmadan şakalaşıp sohbetlerine katılıyordu. 

Bu sabahta Binbaşı  üstünde her zaman ki gibi  asker üniforması ile saat onbire  gelirken hastaneye girir yaptı.  Önce Aslanın olduğu odaya bakacakken gözü gölge timindeki digerlerinin kaldığı odaya takıldı. Kapının önünde küçük bir kuyruk oluşmuştu ve bu dikkatini çekti. Yaşlısı, genci, hemşiresi hepsi odanın önünde tek sıra şekilde sıra ile biri içeri girip biri çıkıyordu.

Binbaşı adımlarını Aslanın odasından çevirip o odaya yönlendirdi. Kapıdaki kalabalığa bakarak olayı anlamaya çalıştı ama nafile. Kendi aralarında fısır fısır konuşan yaşlı teyzelerin ne dediklerinden olayı anlamıyordu.

Sırayı takmadan içeri girmek için hepsinin yanından geçip kapıyı açacaken yaşlı bir kadın onun kolundan tutup onu durdurdu.  Atışların sonundaki kadın Binbaşıya sinirli bir bakış atarak

"Sırayı görmüyor musun?" dedi. Binbaşı ona anlamsız bir bakış atarak

"Görüyorum" dedi. Kadın sinirle

"Madem görüyorsun o zaman sıraya girmen gerektiğini de bilmen gerekiyor."

"Ama -" diyip BİNBAŞI kendini açıklayacaken yaşlı kadın

"Aması maması yok. Ne zamndır bekliyorum ben biliyor musun!?"

"Neyi?" dedi kadın hiddetle

"Neyi mi ? Üfürükçü hocayı tabiki de!"

"Üfürükçü hocayı mı?"

"Tabbi"

"Burda mı?" dedi Binbaşı kapıyı göstererek. Teyze Dah fazla hiddetlenerek

"Burda tabi başka nerde olacak?! Başka yerde olsa niye burda bekleyeyim. Hasta mıyım ben!" dedi.

Binbaşı başını kafası iyice karışırken yalnış odaya gelip gelmediğini kontrol etmek için başını kapı numarasına çevirdi. Bir haftadır geldiği oda olduğunu görünce bu sefer teyzeye döndü.

" Burda üfürükçü hoca mı kalıyor? "

" Evet. Hata söylediklerine göre bir nefesi o kadar güçlüymüş ki sakat olan birini üfğrmesi ile birden ayağa dikmiş" binbaşının kaşları havalanırken iyice kafası karışmıştı.

"Bu hocanın adı yok mu?"

"Var da dilendirmek doğru değil" diyip etrafına baktı. Onun bakması ile Binbaşı da etrafı koloçan etti. Kadın kolumdan tutarak ona eğilmesin işareti yapınca Binbaşı onu dinleyerek kendi yarısı olan teyze için eğildi. Kadın bir sır verecekmiş gibi kısık sesle

"Süleyman peygamberin soyundan geldiği için. Süleyman diyorlarmış hata imammış"

" İmam Süleyman mı?" kadın binbaşının omzuna vurarak

"Yüksek sesle zikretme" dedi. Binbaşı eğildiği yerden doğrularak.

"Anladım teyze. Allah şifa versin" dedi ve içeri girip ardından kapıyı kapatı.

İçeride gördüğü şey kaşlarını atmasına sebep oldu.  Süleyman başında namaz kılan erkeklerin  taktığı gibi beyaz bir takke, elinde yeşil bir tesbih yatakta bağdaş kurmuş şekilde oturmuştu. Yiğit bir kenarda bir hemşire ile sohbet ediyor, Baran ise Süleymanı hemen arkasında eli pençe duruyordu.

İşin tuhaf tarafı Süleymanı yatağının hemen yanında sandalyede bir kadın oturuyordu elinde bir resim ile. Yetmişlerindeki kadın,

"Hocam bir okuyup üfleseniz. Kızım evde kaldı" dedi. Süleyman sıkıntı ile

"Teyzeciğim ben üfürükçü deği-" diyecekken Baran birden atılıp

"Merak etme teyze. Hocamız bir üfkeyecek senin kızın tez vakite bir koca bulacak. Hiç şüphen olmasın " dedi onu teskin etmek için. Kadın memnuniyetle ona bakarken Süleyman Baranın kolunu tutarak dişleri arasından

"Lan ben Üfürükçü müyüm de üfliyim?! İmamım ben imam!" başındaki takkeyi çıkardı hırsla "Şunu da başıma taktın bide elime tesbih verdin. Kepaze etin yetmedi bide Üfürükçü mü yapacaksın!"

"Muska da olur hocam" diye atıldı kadın. Süleyman şaşkınlıkla kadına bakıp

" Bide muska mı ?" 

" He ya muska. Bak Bi valla gencecik benim kızım daha kırıkların başında. Evde kaldı yavrum" dedi ve fotoğrafı Süleymana uzattı. Baran ondan önce davranarak fotoğrafı alıp inceledi

"Ya ya gencecik!  Bir nadide gül bahçesi gibi halbuki. Dah hayatının baharında. Nasıl evde kaldı acaba?" dedi. Süleyman,

"Çok istiyorsan sen evlen bu nadide gül bahçesi ile" dedi. Kadın umutla ona bakınca gözlerimi açarak telaşla

"Ben evlenemem benim Şewkiyem var" dedi. Kadının umutları kırılırken Binbaşı olayın uzuyacağını anlayınca  ayağını yere vurarak

"Gölge timi!" dedi yüksek sesle. Odadaki üç adam duydukları sesle kısa bir küfür ettikten sonra başlarını sesin geldiği yöne çevirdiler. Binbaşı kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyarak   onlara  bakıyordu.

Hiçbirinin ağzından tek kelime çıkmazken Bulundukları yerden kalkıp sıraya girdiler. Odadaki yaşlı kadın oturduğu yerden kalkıp binbaşının yanına tünedi

" Bekar mısın evladım?" dedi. Binbaşının kızgın yüzü  kadına çevrilince atılan kaşları havalandı. Karşından yüzünde masumluk akan yetmişlerindeki kadını görünce kızgın yüzü silinirken kadın kelimelerine devam etti.

" Parmağında yüzük yok demek ki bekarsın. Benim de bekar bir kızım var. Sizi baş göz edelim. Görsen beğenirsin. Hata dur fotoğrafı var, göstereyim." diyip Baranın elindeki fotoğrafı almak için hamle yapmıştı ki Binbaşı onu durdurdu.

"Teyzeciğim ben bekar değilim" dedi. Ne diyeceğimi bilmeden

"Evli misin? Yüzüğün de yok halbuki " diyip elini işaret etti.

"Değilim ama -"

"Tamam o zaman tanışırsınız" diyip tekrar hamle yapmıştı ki Binbaşı yine onu durdurdu. Onu kırmadan

" Sevdiğim var" dedi. Kadının  gülen yüzü solarken Süleymanın Baranın ve Yiğitin kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı. Binbaşı odadaki hemşireye dönerek yaşlı kadını göstererek

" Teyzeyi dışarı alın. Timin geri kalanını da buraya çağırın. Bide kapıdaki insanları dağıtın! "diye emir verdi. Hemşire korku ile başını sallayarak yaşlı kadının koluna girerek onu dışarı çıkardı.

Süleyman, Baran  ve Yiğit sonunu beklerken birkaç dakika sonra içeri timin geri kalan üyeleri girdi. Hepsi ayakta sıra şekilde dikilmiş yüzlerinde endişe ile onlara bakan üyelere baktı. Onlar gibi sıraya girdiler. Binbaşı önlerinde eleri arkalarında bağlamış şekilde yürüken Feyzullahın önünde durdu. Onlarla aynı odada kalıyordu bundan haberi olup olmadığını bilmek istiyordu.

"Senin haberin var mı?" Feyzullah anlamayacak ona baktı

"Neyden komutanım?"

"Üfürükçü hocadan"

"Üfürükçü hoca derken komutanım?" dedi şaşkınlıkla. Bilmeyenlerin ağzı bir karış açılırken Binbaşı Feyzullaha

"Sen bu odada kalmıyor muydun?"

"Kalıyordum da dün akşam diğer odaya geçmiştim" dedi. Binbaşı onun bilmediğine emin olunca soru sormayı kesti tatmin olarak.

"Üfürükçü bey  bir adım öne çıkar mısınız?" dedi eğlenerek. Süleyman yutkunarak bir adım öne çıkınca hepsinin bakışlarının hedefi oldu

"Tanıştırayım timimizin Üfürükçü hocası. İmam diye bildiğiniz arkadaşınız üfürükçüymüş"

"Komutanım -" diye Süleyman atılmıştı ki Binbaşı

"Daha bitirmedim" diye onu susturdu

Süleyman susup başını öne değince Binbaşı kelimelerine devam etti

"Arkadaşınız üfürükçüyüm diye herkese üflüyormuş. Hastanedeki herkes ona kendini üflemek için kapıda sıra olmuştu. Denilenler göre nefesi o kadar güçlüymüş ki sakat birine üfleyerek onu ayağa kaldırmış." dedi. Hepsi Binbaşıyı nefes almadan dinlerken Binbaşı devam etti

" Bu daha bir şey mi. Evde kalan kadınlara muska da yapıyormuş. Onlara koca buluyormuş "dedi alayla.

Yiğit gülmemek için yanağının içini ısırmış olsa bile binbaşının gözlerinden kaçmamıştı.

" Hayırdır çömez. Hoşuna mı gitti? "Yiğit kendini toparlayarak

" Hayır komutanım "dedi.

" O zaman bu iş senin başının altından çıkmadı? "dedi şüphe ile. Yiğit sitemle

" Gökten taş yağsa benden bileceksiniz komutanım" binbaşı  alayla gülerek

" Senden değil ama artık bozacının şahidi olan çıracı Baran Ağadan bilirim!" dedi. Baran birden atılarak

" Yav komutanım ben  niye arada kaynadım"

"Çünkü Baran Ağa Süleyman öyle yapacak biri değil!"

"Ben yapacak biri miyim?"

"Evet öyle birisin!"

"Wallahi de billahi de kalbimi kırıyorsunuz komutanım" dedi alınarak.

"Öyle mi Baran Ağa? O zaman bize bu olayın nerden çıktığını anlat!? Bu adam imamken nasıl bir anda Üfürükçü ilan edildi!?" diyip Süleymanı gösterdi. Baran hemen atılarak

"Siz isteyin komutanım hemen. Şimdi olay şöyle oldu. Ben Süleymana ' sülo sülo  beni bir üfle. Benim üstümde nazar var' dedim. Sülo beni dinlemedi tabi ama Yiğitle onu ikna aetik bir kez üflemesi için. Oda bizi kırmayarak beni üflemeyi kabul etti. Haa! İste o beni üflerken birden ne olduysa bizi öyle birkaç hemşire gördü. Bunu da " diyip Süleymanı gösterdi " üfürükçü sandılar " dedi. Binbaşı

" Bak sen "

" Dimi komutanım. Sonra onlar gidip aralarında 'hoca burda üflüyor, şifa dağıtıyor '  diye tüm hastaneye yaymasınlar mı " dedi heyecanla. "  Sonra dedikodular tüm hastaneyi yayıldı ve bizim odaya yaşlı, tonton nineler, geldi ama nasıl tatlılar. ' Bize de üfleyin '  Tabi biz dedik biz üfürükçü değiliz ama inanmadılar. O kadar ısrar etile ki onlar kırılmasın diye Sülo yalandan üfledi. Hem nasıl kıyalım biz o kadar gaddar mıyız ki kıralım. İşte O üfledikçe nineler artı onların yerine genci geldi böylece olay büyüyüp muska yapmaya, koca bulmaya kadar geldi. Evet olay buydu. Bu kadar "diyip tüm nefeste heyecanlı heyecanlı tüm olayı anlattı.

Binbaşı tüm olayı dinleyip güldü. Am abu gülüş samimiyetten çok uzaktı.

" Burdan ne anladım biliyormusun Baran Ağa? "

" Ne komutanım? " dedi merakla

" Siz boş bırakmaya gelmiyorsunuz.! Ben biraz daha dinlenin demiştim ama bitti. Siz iki dakika idman yapmayınca yoldan çıkıyorsunuz.!   O yüzden bitti tatiliniz! Bir saat içinde sizi dışarıda bekliyorum! Hazırlanmaya idmanlara hazır olun! " dedi ve onları bırakarak dışarı çıktı. Baran yumruğunu ısırarak

" Aboo gitti! "dedi.  Özge sinirle

" Aboo mu?! Ya siz deli misiniz? ! Üfürükçü ne ya üfürükçü ne!? "dedi saçlarını çekerek. Yiğit

" Hoca de istersen  " Aslan sinirle

" Sorun adı mı yani!  İki gün gül gibi yatacaktıktık. Hayal oldu. Kalkın şimdi idmana! Yapacağınız işe sıçayım! " Baran

" Ne bilelim Aslan kardeşim böyle olacağını? " Feyzullah alayla

"Başka nasıl biteceğini düşünüyordun Baran?"

" Böyle biteceğini düşünmüyordum aslında. Eee şimdi ne olacak?"

"Naneleri yerken bize mi sordunuz!" dedi ve odadan çıkıp gitti. Dursun Süleymana  bakıp

"Bu Barselona benim bildiğim barselona değil." dedi başını olumsuz anlamda sallayarak "Sana ne oldu Süleyman hemşerum."

" Dursun sence ne olacak?" dedi Baran Dursuna. Dursun sitemle,

" Ne olacak  Got kafalı, hazırlanacağız. Allah bilir komutanım bizim için ne hazırladı" dedi ve oda Özgenin arkasından çıkıp gitti. Aslan onlara sinirli bir bakış atarak Tahir ve Serhatı da yanına alarak odadan çıktı.

Onların çıkması ile Feyzullah Süleymanı ensesine bir şaplak yapıştırdı sitemle

" Bide imam olacaksın. Adın Üfürükçü ye çıktı" Baran ile Yiğiti göstererek " Şunların aklına uydun ya!"  Yiğit hemen atılarak

"Beni karıştırmayın komutanım ben hiçbir şey yapmadım" dedi. Süleyman ensesini tutarak

"Ne bilelim komutanım böyle olacağını" Baran ona katılarak

"He ya komutanım. Biz de anlamadık bir anda büyüdükçe büyüdü" dedi. Feyzullah,

"Neyse ne hazırlanmaya başlayın. Bir saat var. Bir saat sonra canımız çıkacak" dedi.

Tim dedikleri gibi bir saate hazırlanıp hastaneden çıkmıştı. Binbaşı öndeki arabasında onlardan önce askeriyeye giderken Özge kötü bakışlarını Süleyman, Yiğit ve Baranın üstünden çekmiyordu. Baran onun bakışlarını takmadan kendi kendine kürtçe şarkı mırıldanırken Süleyman utançtan başını yere eğmiş suçunu kabullenmişti. Yiğit ise Özgenin kötü bakışlarına karşılık verirken Aslan Yanında oturan Özgeyi kolu ile dürtü.

"Boşuna öyle bakma. Geçti artık bitti dinlenme" Özge sinirle

"Onlar yüzünden erken bitti" Aslan,

"Yapabileceğimiz bir şey yok elbet bitecekti" Özge sinirle son defe onlara bakıp Aslanın sözünü dinleyip önüne döndü. Baran Özgenin hemen Aslanın laf dinleyen halini görünce keyifle şarkısına devam ederek imalı bir şekilde güldü. Özge bunu farkedip ayağı ile onu dürterek

"Hayırdır niye öyle gülüyorsun?"

"Yok bir şey. Wiilav kendi kendime de gülmiyeyim."

"Kendi kendilerine gülenler ne dediklerini benden iyi biliyorsundur umarım"

"Biliyorum bacım."

"İyi"

"İyi" diyip aynı sırıtışla şarkısına devam  etti.

Araba askeriyeye girerken hepsinin başı idman sahasında ki cam fanusta çevrildi. Yaşlaşık olarak üç metre olan fanus önünde düzenek kurulıyordu. Hepsi yutkunurken Tahir ,

"Sıçtık gölge timi!" dedi ağıt yakar bir sesle.  Özge sinirle

"Kimin yüzünden acaba!?" dedi. Araba durup herkes inerken Binbaşı onlara çevirdi bakışlarını yüzünde bundan zevk aldığı beli olan bir gülümseme vardi.

"İnşallah yüzmeyi unutmadınız hastane de gölge timi? Herkes hazırlanıp gelsin. Biraz yüzün  değil mi ?" diyip onlara başı ile gitmelerini işaret etti.

Hepsi başının sallayarak  yüzmek için daha rahat kıyafetler giymeye giriştiler. Üstlerinde siyah kısa kolu tişört altlarında asker pantolon ile hepsi giyinirken Baran  Serhata bakarak,

" Sen su subayısın dimi Serhat"

"Evet Baran " dedi Serhat bağcıklarını giyerken. Baran Tahire dönerek

"Sen de dimi Tahir"

"Öyleyim hemşerum"

"Birinci hanginiz?"

"Birinci biz değildik. Necmiydi. Baltacı Necmi"

"O niye burda değil o zaman?" Özge üstünü giyinmiş gelmiş sohbetlerine atıldı

"Açığa alındığı için." hepsinin kaşları havalanırken başlarını saladılar. Özge yanındaki dolaba kollarını bağlayarak yaslandı

"Duyduğuma göre Binbaşı açığa alınan asker istememiş timde." Yiğite bakarak "Keşke şerefsizleri de istemeseydi" dedi. Yiğit konunun yine ona geldiğini görünce Özgeye bakıp sinirbozucu bir gülümseme ile baktı

"Çok şikayetçi isen. Kapının yerini biliyorsun Özge. Çık git!" dedi ve ayağa kalktı.

Onun yaslandığı dolabı onu iterek açtı ve içine çıkardığı kıyafetleri giydi. Özge açılan kapıdan dolayı iki adım ileri doğru sendelenerek Aslana çarptı. Aslan Yiğite sinirle bakarak

" Dikkatli ol! "dedi. Yiğit onun dediği şeye omuzlarını silkeleyerek cevap verip odadan çıktı. Özge odadan çıkan Yiğitin arkasından. Aslan Özgeye bakarak

" İyi misin? "

" Bir şey yok. Zengin züpesi ne olacak "dedi. Aslan başını salayarak üstündeki tişörtü çıkartı. Kaslı vücudu gün yüzüne çıkarken Baran dağılan konularından dolayı yine Serhata döndü

" Kaç dakika suyun altında kaldın Serhat ? "

" 7, 15 dakika "

" Tahir sen? "

" 7, 10"dedi. Baran keyifle

"Bende bi 5 yaparım en az" dedi gururla. Serhat ve Tahir de ona gülerken

"O kadar kolay değil" dedi Feyzullah

"Niye?" diyip Tahiri gösterdi

"Bu avel yaptıysa ben de yaparım. Yalnış anlama kardeşim lafın gelişi diyorum onu" dedi. Tahir sorun yok der gibi başını olumsuz anlamda saladı. Serhat

"Biz eğitim aldığımız için uzun süre kalabiliyoruz. Sen herhangi bir eğitim almadan o kadar dakika kalamayabilirsin"

"Kalırım canım kalırım. Hiç bir şey olmaz"

"Dene izlemesi zevkli olur" dedi Aslan dolabını açarak. İçinden siyah tişört çıkararak üstüne giyindi. O sıra ona kaçamak bakışlar atan Özgeye baktı gözlerini kısarak

"Sen makyaj mı yaptın?" Özge kendini toparlayarak

"Makyaj değil. Kalem çektim"

"Suya giricez" dedi Aslan

"Yani? Suya girince yapılmıyor mu? "

"Yani mi? Yapılıyor mu? Silinecek!"

"Hayır su geçirmez bunlar." diyip Aslanın anasının önüne giderek bozulup bozulmadığına baktı. Bozulmadığına görünce memnuniyetle gülümsedi.

"Hadi ben dışarıda bekliyorum sizi." diyip arkasında şeşkın şaşkın bakan adamları bırakarak çıktı.

"Ee bu kadın mış?" dedi Baran.

"Kadındı zaten"  dedi Dursun

"Kadındı da. Hiç öyle durmuyordu" dedi ve önüne döndü. Aslan onun arkasından sırıtarak bakıp peşinden gitti.

Hepsi tamamen hazır olunca dışarı çıkıp sıraya giridi. Binbaşı hazır olan düzeneğe baktı önce sonra timine. Onların yanında yeni yeni gelen sağlık ekibi ile Gölge timi az da olsa rahatladı.

Baran binbaşının gülüşüne dikkat çekerek yanındaki Yiğite kısık sesle,

"Bak bak nasıl zevk alıyor bize işgence ediceği için" Yiğit güleceken yanağının içini ısırarak

"Sen olmasaydın biraz geç olacaktı bu iş"

"Ben ne bileyim. Böyle olacağını" hayıflanır gibi

"Neyse ne. Önüne dön bir ceza daha çekemem" dedi.

Binbaşı onlara dönerek

"Anlatmama gerek yok herhalde"

"Yok komutanım görüyoruz. Anlatmaya gerek yok" dedi. Binbaşı sırıtarak

"İlk senden başlayalım diyeceğim de burda su subayları varken ilk onlarla başlamamız lazım" dedi.

"İlk hanginiz olsun?" dedi Serhat ve Tahiri göstererk. Serhat bir adım öne çıkarak

"Ben başlıyayım komutanım" dedi. Binbaşı memnuniyetle başını salayarak yolu gösterir gibi.

Serhat oradaki askerlerin yanına giderek onların önce kollarını ve ayaklarını bağladılar. Ondan sonra onu çıkarmak için beline kalın bir halat ve o halatı sabitlemek için koltuk altlarından geçirip omuzlarına doğru bağlayarak tutturdular. Merdivene çıkarak orda dikildi ilk birkaç dakika. Binbaşı elindeki kronometreyi alarak

"Hazır mısın Serhat?"

"Hazırı-" cumlesini bile bitirmeden binbaşının emri ile arkasındaki asker onu suya itti. Kelimesini bile tamamlamadan suya düştüğünde kronometre başlamıştı bile. Herkes nefesini tutarak onu izledi.

Saniyeler dakikalara dönüşürken Serhat çıkmak için çırpınmaya başlayınca Binbaşı düzeneği başındaki askere baş işareti yaptı. Asker aldığı emirle düzeneği çalıştıracak halatla bağlanan Serhat yukarı çıkarıldı. Kollarından tutarak tamamen su yüzüne çıkan Serhat derin nefes alarak nefesini düzene sokuyordu.

"7,03 dakika. Paslanmışsın Serhat" dedi. Serhat susarken elleri çözülüyordu. Aynı prosedür bu sefer  Aslan üzerinden geçerken Binbaşı uzaktan onu izleyen Kartalı farkedip kronometreyi asker uzatıp onun yanına gitti konuşmak için.

Kartal yüzündeki endişeli ifadeyi silerek pişkin bir gülüş yerleştirdi yüzüne. Binbaşı tıpkı onun yaptığı gibi gülerek onun yanına geldi. Elini cebine sokarak

"Beğendin mi manzarayı?"

"Çokk."

"Beğenmene sevindim." dedi Binbaşı onun pişkin yüzüne bakarak. Kartal,

"Aynı merhametsizlik. Çocukken de böyleydin" dedi. Binbaşı gülerek

"Çok iyi hatırlıyorsun çocukluğumu bakıyorum da."

"Nasıl unutabilirim ki!" dedi ve düz bir ifade ile ona döndü "Özellikle kanlı pazı sarmlarını"

Binbaşının gülen yüzü solup ciddileşirken oda ona döndü.

"Sana da  unuturmayacağım! "  Binbaşı'nın dudağı onun dediği şeyle kıvrılırken

" Gerçekten beni düşmanın mı beleyeceksin " güldü  . Suya sokulan Aslanı işaret ederek " önce şunu düşün. Dostuna bunu yapan adam, düşmanına neler yapar! "

Ciddiyetini kaybetmeden ona üsten bir bakış attı
" Ona göre karşına beni al!"  dedi ve ona sırtını dönüp timinin yanına gitti.

15  dakikadan daha uzun sürmeyen konuşması bittip timinin yanına gelince Aslanın çıktığını gördü. Onun yanına gitti.  Sinir bozucu bir sesle

"Eziyet çektiğini izleyemedim" dedi. Aslan aynı onun gibi sinir bozucu bir şekilde gülerek

"Bir dahakine artık kardeşim" dedi. Binbaşı gülerek

"Aynen öyle" diyip Tahirin suyun içine alışını izlemeye koyuldu.

Tahir de çıkarken her şeyi hevesle izleyen Baran atıldı Tahir den hemen sonra

"Ben gireyim komutanım"

"Çok isteklisin bakıyorum Barana Ağa"

"Öyleyim komutanım" dedi  Baran sağlık ekibinin arasındaki Zeynebe bakarak. Binbaşı onun baktığı yere bakınca dudağı kıvrıldı

"Geç bakalım" dedi onu izleyen Asenadan habersiz.

Baranın elleri ve kolları bağlanarak, beline ve kolları arasından geçirilen halatlarla fanusun tepesine çıktı. Üsten Zeynebe bakarak

"Şewkiye" dedi. Zeynep utançla başını eğerken binbaşının emri ile arkasındaki adam onu suya itiridi.

Baran aniden düştüğü Sudan kendini toparlayarak bir pozisyon belirleyip gözlerini kapatarak durdu. İçinden sayarken aldığı nefes bitince birden gözlerini açtı. Dışarı çıkmak için de elenince binbaşının emri ile dışarı çıkarıldı. Bilmeden çabalayalım derken su yutmuştu. Herke endişe ile ona bakarken gözleri kapalıydı. Hemen onu fanusun içinden çıkarıp yere bırakınca sağlık ekipleri acele ile yanlarına geldi.  Aralarında Zeynebin olduğu grup ilk yardım için atılmıştı ki Baran gözlerini açtı.

Gözlerini açıp Zeynebe baktı.

"Keşke biraz daha kalsaydım da suni teneffüs yapsaydın" dedi Baran munzır bir şekilde gülerek. Zeynep az önce onun için endişelendiği için kendine kızarak

"Ben yapamam ama emin ol Necmettin abi yapardı" dedi arkada bıyıklı bir adamı gösterek. Baran başımı onun gösterdiği yere çevirince birden ayağa kalktı

"İyim, iyim." Zeynep,

"Değilsin, değil. Necmettin abiii. " diyip onu çağırdı  gülerek

"İyim, iyim Şewkiye. Valla iyim" diyip ayağa kalkmaya çalıştı. Binbaşıya  dönerek

"Komutanım, iyim iyi valla" dedi. Binbaşı başını sallarken bir asker gelip onu çözmeye koyuldu.

                          ........... 🇹🇷...........

Asenanın anlatımı

Yaklaşık bir haftadır Binbaşıya tripliyim. Evet tam tamına bir haftadır. Askeriyeye geliyorum Zeynebin yemeklerini vermeye ama Binbaşıya bakmadan gidiyordum. Hata bildiğiniz o yokmuş gibi davranıyordum.

Bu bir haftada Fisunun da yüzüne o bakmıyordu. Fisunu gördüğüm yerde saçını olmamak için uğraşsamda sadece dilimi tutabiliyordum yüz ifademe asla çare bulamıyordum. O geldiğinde yapmacık olduğu beli olan samimi tavrına aynı yapmacıklıkla karşılık veriyordum.

Binbaşı her sağlık ocağına geldiğinde ben ya lavaboya ya da başka bir odaya geçip telefonla konuşuyor numarası yapıyordum. Beni beklediğini bildiğim için telefonumdaki bütün numaraları arıyıp hal hatır soruyordum. Aramadığım kimse kalmamıştı resmen. O beni bekliyor ben gelmesem bile öylece dikiliyordu. En son  ya başka bir asker onu cağırınca gitmek zorunda kalıyordu ya da Zeynebin kibarca onu kovmasından. Olanları ona anlattığım için Fisuna olan kini bin kat artarken kavga çıkmaması için sürekli beni teskinliyordu. Çünkü kavga çıkarsa o kızın sarı saçları parmaklarım arasında kendilerine yer bulacaklardı.

Öğlen vaktinde yine her daim yaptığım gibi hazırlandım. Hava az da olsa kapalıydı o yüzden siyah bir bluz altıma kot pantolonu geçirdim. Kahve rengi kemerimi ve siyah büyük çantamı aldım. Siyah deri çizmemi giyip Zeynebin diyet yemeğini çantama attım. Tokayla birazını tuturduğum siyah saçlarım ve soft makyajıma kırmızı ojelerimi fazlaydı ama umrunda değildi. Çantamı koluma takarak askeriyeye doğru yol aldım.

                           ( Asenanın giydikleri )

Sağlık ocağına girmeden önce Binbaşı'nın dışarıda idman sahasında olduğunu gördüm. Önünde üç metre boyunda koca bir cam fanus ve içinde su  dolu idi. Timdekiler için hazırlanmıştı. Bir asker ki bu galiba Barandı. Elleri bağlanıyordu. Cam fanusun hemen yanında hazırlanmış merdivene çıktı arkasındaki askerle. Asker önce Baran'ın beline ve kollarına bir düzenek bağladı ki onu dışarı çıkarmak kolay olsun diye. İşlem bitince  Asker Baranı uca götürdü. Baran ağzından bir şey gevelerken sözünü bitirmeden  arkadaki  asker onu iterek suya düşürdü. Benim gözlerim büyürken izlemeye devam ettim.

Baran kendi düzeneğini içinde dengeye getirerek gözlerini kapatı. Binbaşı elindeki kronometre bakarak ara sıra Barana çevriyordu başını. Telefonu çantamdan çıkarıp kronometre açtım çabucak.

Saniyeler akarken Binbaşı'nın yüzünde bir gülümseme vardı ama benimki de ise endişe.  Kronometre 4 dakikayı gösterirken Baranın gözleri birden acıdı ve endişe ile yukarı çıkmak için çabaladı.

Ben olayı şaşkınlıkla  izlerken Binbaşı sadece bir kronometre bir Barana bakıyordu. En sonunda Binbaşının emri ile oradaki asker düzeneği çalıştırıp Baranın başta beline ve kollarına asılan halatlarla onu su yüzüne çıkardılar. Baranın bilinci neredeyse kapalı iken onu yere yatırdılar.

Benim daha yeni farketiğim ama orda olan Zeynep ve sağlık ekipleri ona ilk müdahalayi yapmaya başladılar.

"Ne kadar da acımasız ama değil mi? " yanımdaki bedenin varlığıyla irkildim. Kartal, Binbaşıya bakan başını bana çevirdi. Hafifçe gülümseyerek

"Korkutum mu?" diye sordu. Nerden çıkmıştı bu adam? Korkmuştum ama belli etmemeye çalışarak

"Hayır bir anda irkildim" dedim. Başını sallayarak

"Benden mi manzaradan mı?" dedi Binbaşı'nın yaptığı şeyi göstererek. Baran neredeyse ölüyordu ve bu adam tamamen bundan bahsediyordu

"Manzaranın öyle  bir tarafı yok" dedim. Haklıydım ben asker kızıyım ve bunlara alışıktım ama uzun zamndır görmediğim için panik olup tedirgin olmuştum. Onlar özel timdi eminim bundan daha fazla acımasızlıklara katlanacaklardı. Dediğim şey onu güldürüken

"Asker kızı olduğunuz için alışıksınız tabi bu acımasızlıklara ama bu sizin için bile fazla. Ama o hep böyleydi zaten "dedi elini cebine atarak. Dediği şeyle kaşlarımı çattım. Binbaşı dan mı bahsediyordu bu adam

"Binbaşı dan mı bahsediyorsunuz?" diye bir soru yönetim

"Evet Özçelikten bahsediyorum" başını bana çeviridi "Yakından tanırım onu. Çocukluk arkadaşım" dedi. Dedi şeyle kaşlarım havalanırken hafifçe gülümseyerek önüme döndüm.

"Anladım"

"Hata bu dünyada benden iyi onu tanıyan yoktur. Siz tanıyor musunuz onu? "

" Pek değil" dedim. Güldü.

"Tanımak istemediniz zaten"

Hayır isterdim de sen niye böyle konuşuyorsun be adam!

"Neden?"

" Kim elleri kanlı birini tanımak ister ki!?" diye bir soru yönelti. Dediği şeyle kaşlarım havalanırken doğru duyup duymadığıma emin olamıyordum. Elleri kanlı mı!

"O bir asker" dedim. Elleri kanlı derken bunu kastettiğini düşündüm.

"Asker olmadan öncesinden bahsediyorum" dedi. Sonra bana döndü

"Pazı sarması yiyemediğini biliyorsunuzdur. Bunun sebebi sizce ne? Nefret etmesi mi?" alaycı bir gülüşle güldü

"bu kadar basit değil!? Size bir sırf vereyim o zaman" dedi ve bana doğru bir adım yaklaştı birazcık eğilerek "yememesinin Sebebi kan. Pazı sarmaları kanla kaplı onun için. Kendi eli gibi "dedi.

Benim tüylerim diken diken olurken dediklerini idrak edemiyordum. Ruhum bedenimi terk etmiş duyduklarım ile. Ayaklarım beni taşıyamayacaktı sanki.

Konuşmak için o tekrara ağzını açmıştı ki yanımıza koşa koşa gelen asker

" Komutanım. Albay sizi çağırıyor"

"Geliyorum" dedi ve bana döndü. Sararan yüzüme bakarak

"Bir gün kahve içelim. Üstüme dökmenizin bedeli olsun" diyip başını sallayarak gitti.

Kartalın gitmesi ile tuttuğum nefesimi bıraktım. Az önce söyledikleri gerçek miydi? Binbaşı katil miydi? Hayır hayır katil olamazdı. Nasıl olurdu. Sağlık ocağından uzaklaşarak önüme çıkan ilk banka oturdum. Aklım almıyordu bu  olanları. Doğruluk payı ne kadardı ve bu adam niye gelip birden bana bunları anlatmıştı?

Beni nerden tanıyordu da gelip bana Binbaşıyı kötülüyordu hem Binbaşıyı kötülemesi ona ne kazandıracaktı ki? Ondan hoşlanmıyordu bu beliydi ama ona iftira atacak kadar mı?

Oturduğum bankta Binbaşıyı düşündüm. Bana  karşı her daim kibar iyi niyetli olan adam gerçekten katil olabilir miydi? Saçlarım arasında dolaşan elleri kanlı mıydı?

Bunu öğrenmem lazım. Aklımdaki bu soru işaretlerine bir cevap bulmam lazımdı bunlar böyle kalamazdı. Kendimi toparlayarak oturduğum yerden kalktım. Ellimde çantam ve Zeynebin diyet yemeği ile sağlık ocağının oraya gittim.

Askerler düzeneği toparlamaya çalışıyorlardı. Ortalıkta gölge timi den kimse yoktu ve BİNBAŞI da ortalıkta gözükmüyordu. Sağlık ocağından gelen seslerle oraya yöneldim. Gölge timindeki iki asker biri baran biri de Yiğiti. İkisi de sedyede uzanmıştı. Baranın kolunda serum vardı. Zeynep hemen yanıma gelip koluma girid kısık sesle

"Diğer odada Binbaşı " dedi gülümseyerek.

Yüzüme bakınca durdu.

"Yüzün niye kireç gibi? Bir şey mi oldu?"

"Hayır, hayır bir şey olmadı" diyip kendimi toparlayarak ona yemeği verdim ve Binbaşı'nın olduğu yere gittim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Binbaşı'nın sedyeye uzanmış ellerini başı altına almış iki ayağını da üst üste atmış şekilde durduğunu gördüm. Başta kimseyi beklemiş olacak ki

" Rahatsız etmeyin deme-" dedi ki beni görünce susup uzandığı yerden kalkıp gülümseyerek

"Albayın kızı" dedi. Bana doğru bir adım atmıştı ki ondan birkaç adım geriye gittim. Bunu fark etti. Gülen yüzü düşerken yüzü ciddileşti

"Seni korkutuyor muyum?"

"Niye pazı sarması yemiyorsun?" dedim. Kaşları çatılarak

"O da nerden çıktı?" dedi sorgulayarak

"Niye yemiyorsun"  dedim sorumu tekrar ederek

"Niye sorguluyorsun? Zaten emek yoktu"  dedi baştan savma bir şekilde.

"Vardı Emek vardı.  Ben yaptım onları" dedim sesimi yükselterek söylediğim yalanı itiraf ederek. Yutkundum sesimin titremesi için çabalayarak

"Şimdi bana doğruyu söyle Binbaşı, kanlı mı pazı sarmalar? "  dedim. Duyduğu kelimeler ile duvara çarpmış gibi oldu. Bir çırpıda yanıma geldi ve iki kolumdan tutarak

"Sen  bunu nerden biliyorsun? " dedi. O kadar korkutucuydu ki şu an. Hayatım boyunca asla görmek istemeyeceğim bir Binbaşı vardı karşımda

" Doğru mu! ?" dedim hayal kırıklığı ile. Doğruydu. Binbaşı bir katil miydi yani? Olamaz. Olmamalı. O katil olamaz.

Kapı açıldı içeri Fisunu girdi. Başımı ona çevirdim. Binbaşı ise ona bakmadan beni bıraktı ve iki adım uzaklaştı

" Dışarı çık! "dedi sert bir sesle. Fisunu bir şey demek için ağzını açmıştı ki Binbaşı daha baskın bir sesle

" Dışarı çık dedim! " Fisunu  zoraki bir gülümseme ile

" Yavuz Albay seni çağırması için bir asker yolladı." dedi. Binbaşı gözlerini üzerimden çekerek ona çevirdi o bakışlarını. Kelimelerin üstüne basa basa

"Sana dışarı çık dedim!" 

Fisunu  son defa bana bakarak dışarı çıktı. O çıktıktan sonra bende çıkmak için kapıyı açmıştım ki Binbaşı benden hızlı olarak kapıyı sert bir şekilde kapatarak beni kapı ile kendi arasında sıkıştırdı.

Arkamdaki  bedenin varlığı ile gözlerimi açıp kapatım ve  ona döndüm. Yakınımdaydı hemde çok yakınımda. Bir nefes kadar uzağımda idi. Çene kasları belirginleşmişti. Dişlerini sıktığı belli olurken ilk defa bal gözlerini bu kadar koyu görüyordum. Dişleri arasından

"Sen ne biliyorsun?" dedi.

"Ne bilmem gerek Binbaşı?"

"Albayın kızı" dedi sabır diler gibi " Neyi ne kadar biliyorsun ?"

"Fark eder mi?"

"Eder tabi Albayın kızı eder." dedi.

"Katil misin?" dedim direk. Ellerini çekti duvardan sonra  benden bir adım uzaklaşttı.  Güldü ama sinirdendi.

"Kartal dimi.Kartal söyledi. Bunlar onun cümleleri "

"Bana ne olduğunu anlat Binbaşı . Bu kan ne,   ne oluyor? "

"San ne olduğunu mu anlatayım!" dedi ve histerikli bir kahkaha attı "Sen zaten ona inanmışsın. Gelmiş katilsin diyorsun bile. Hem sen onu nerden tanıyorsun !"

"  Tanımıyorum."

"Durduk yere gelip sana niye böyle bir şey anlatsın ki!"

"Bilmiyorum, bilmiyorum geldi ve senin arkadaşın olduğunu söyledi -"

"Arkadaş mı? Ben o şerefsizle arkadaş falan olmam"

"Öyle söyledi. Çocukluk arkadaşıymışsınız"

"Kim arkadaşının katil olduğunu söyler ki!"

"Katil değil misin yani ?"

"Ordan katile mi benziyorum Albayın kızı?!"  durdu sonra bana baktı. " Öyle bakıyorsun. Bir katile bakar gibi bakıyorsun. Ona inanmışsın"  dedi ve  odadan çıkıp gitti arkasında kapıyı sert bir şekilde kapatarak

Ben ne yapmıştım ya da ne olmuştu az önce? Katil değil diyor ama ben onu katil ilan etmiştim kendimce. Binbaşı beni bırakıp gittikten sonra bende bir çırpıda çıktı sağlık ocağından arkamda herkesin şaşkın bakışları eşliğinde. Çünkü Fisunun bana olan bakışları, Binbaşı'nın kapıyı çarparak çıkması hepsi buna sebebi olmuştu.

......

Eve gideyim derken annem beni aramış babamın iki günlüğüne Ankaraya  gittiğini söylemişti ve benden onunla kalmamı istemişti başta istemesem de annemin israrı ile kabul ettim . Onun yanına gittiğimde başta biraz sohbet etsek de onun migreni tuttuğu için erken uyumayı seçti. Saat daha dokuz bile olmadan kendini odasına atarak beni yalnızlığımla baş başa bıraktı.

Bütün gün önce Kartalın dedikleri sonra da Binbaşının dedikleri aklımda dönüp duruyordu. Bir Kartal katil diyordu bir Binbaşı susuyordu.

Neydi bu pazı sarmasının olayı? Ne ne olabilir di ki?
Binbaşıyı katil ilan edecek kadar neydi bunun sırrı?
Kim için katil olmuştu ya da gerçekten katil miydi?
Katil olmadığına inanıyordum. Ama içimden bir ses başka şeylerin olduğunu söylüyordu. Kartalın bilmediği başka bir şey. Sadece Binbaşının bildiği ve asla Kartala söyleyemeyeceği bir şey.

Peki bana niye söylemiyordu?
Onu yargılarım mı ya da güvenmediği için mi?
Kartalın dedikleri ile onu sorguya çekmem bile onu yargılamadan ibret değil miydi? Şimdi de gelmiş niye anlatmıyor diyorum!? Niye anlatmıyor çünkü sana güvenmiyor!? Kimsin ki sen onun için, ya da ne sin!? Basit bir Albayın kızı. Tıpkı onun da dediği gibi.

Albayın kızı
Kenan Albayın kızı
Kenan Kandemirin kızı

Daha fazlası yoktu belki de onun için

Ben Kenan Albayın kızı olmak istemiyordum onun için.
Binbaşının sevdiği kadın.
Ya da sevgilisi..

Anca rüyamda..  Uzandığım yataktan kalktım . Saat ikiyi geçmişti ama ben hala uyuyamamıştım. Bir Binbaşıyı düşünüyordum bir Kartalın dediklerini.

Ses çıkarmadan odamdan çıktım. Ev tamamen karanlığa gömülmüştü. Sinek vızıltısı duyulacak kadar sessizdi. Lambaları bile açmadan annemle babamın yatak odasına gittim. Onun kolları arasında uyumak istiyordum. Bu iyi gelicekti, biliyorum.

Küçükken de hep yalnız kaldığımda ya da çok endişelendiğimde en güvende olduğum yere yani onun kolları arasına girerdim. Onun kokusunun etrafımı sarması ve beni rüyalar alemine götürmesi her şeydan daha güzeldi.

Kapıyı açtığımda gözünde bandanası ile uyuduğunu gördüm. Komedideki uyku ilacı ile içeri girmekten vazgeçtim. Migreni geçmişti galiba yoksa migrenin üstüne uyku ilacı içmezdi. Uyku ilacı aldıysa derin uyurdu. 12 saatten önce onla iltibat kurmam olanaksızdı.

Kapıyı kapatım ardımdan yine sessizce ama mantıksızdı sessizce kapatmam çünkü derin bir uykuda idi. Yanında bomba patlasa bile duymazdı ki!

Evin karanlığı beni boğarken bahçeye çıktım. Köpekler bile uyuyorlardı kulübelerinde.. Gece yarısını geçmiş bir saate ayakta olan tek kişi bendim.

Gökyüzünü yıldızlar kaplamış, ay yüzünü göstermemek için birkaç bulutun ardına gizlenmişti. Sokak lambaları yanarken kedi ile köpek sesle bile duyulmuyordu.

Boş koltuklardan birine oturdum. Gece yarısıydı rüzgar yavaş yavaş ederken üstümdeki crop ve şortum ile yavaş yavaş soğuğu hissetmeye başlamıştım bile.

İçeri geçmek için ayağa kalktığımda gördüğüm bedenle durdum. Bir adam gecenin bu vakti koşu yapıyordu. Gece neredeyse iki buçuğa gelirken hemde?!
Altında gri bir  eşorfman, üstünde aynı renk gri bir kapşonlu Sweatshirt , beyaz spor ayakkabıları vardı.
Uzaktan yüzünü tanımasamda daha iyi bakınca bunun Binbaşı olduğunu gördüm.

Gecenin bu vaktinde ne koşusu ya! Eve girip ayakkabılarımı giyindim. Anahtarımı da cebime atım kendimi dışarı attım.

Benden neredeyse 35 metre uzaktaydı. O kadar odaklanmıştı ki hiçbir şey duymuyor gibiydi. Peşinden yavaş adımlar ile gittim.

Gecenin bu vakti gerçekten de koşu mu yapıyordu bu adam! Neden ama! Acaba onun da uykusu mu tutmamıştı. Onun peşinden giderken tereddütteydim . Ne yapıyordum ben! Ben bu adam kırgın ve tripliydim şimdi peşinden gelmişim. Geri dönmek için dönmeye karar verdim. Banane! Fisunu gitsin peşinden.

Orda ki çocuk parkına girdi. Geri dönücektim ki yaptığı şeyle durdum. Sinirle oradaki kaydırağa tekma atmaya başladı. Ağzından homurdular küfürler çıkarken onu hiç bu kadar sinirli görmemiştim. Kaydırak insan olsa çoktan ölmüştü o ama hala devam ediyordu. Hırsla kaydırağı tekmelerle atarken durdu. Ellini saçlarına arasından geçirip küfürler devam etti. Bu manzarayı izlemek yerine koşa koşa onun yanına gittim. Kollarından tutarak onu kaydıraktan uzaklaştırdım.

Şaşkın gözlerle bana baktı önce. Sonra kaşları havalanarak güldü

"İyice delirdim!" dedi kendi kendine. Gözleri kızarmış, saçları dağılmıştı. Dişlerini sıktı ve kollarım arasından çıktı sinirle. Dişlerini sıkarak

"Gerçeksin" dedi. Başımı sallarken beni baştan aşağı süzdü. Ağzından

"Siktir!" sözü çıkınca kaşları çatma sırası bana geldi.

"Gerçeksin bide çıplaksın" diye sözlerine devam etti. Sinirle kollarımı bağladım. Çıplak mı! Şortumu ve crobomu görmüyor muydu bu adam!

"Çıplak mı!" dedim ayağımı yere vurarak. Sabah konuştuğumuz konu ile şimdiki halimiz arasında baya büyük bir fark vardı. Konu ne ara buraya gelmişti.

"Çıplak olmadığını mı düşünüyorsun Albayın kızı!" dedi dişlerini sıkarak. Elleri Sweatshirt eteklerine gidip bır çırpıda onu çıkardı.

"Soğuğu da mı hissetmiyorsun!" dedi aynı sinirle.

"Gel buraya giydirelim sana şunu " dedi. Tişörte tiksinir bir bakış attım. Tamam üsüyorum ama bu ona tripli olduğum gerçeğini değiştirmez.

"İstemez!"

"İstersin istersin" diyip kolumdan tutup beni bendinde yaklaştırdı. Beklenmeyen hamle ile ona yaklaşırken Sweatshirt kafamdan geçirdi. İtiraz etmek için ağzımı açmıştım ki kolumu sokmak için tutu

"Üşümüşsün be kızım! " dedi. İki kolumu da soktu ve üstümü düzeltti. Beni baştan aşağı süzdü. Sweatshirt kalçalarımı hemen altında bitmişti ve bana baya bol gelmişti. 92 kiloluk bir adamdı o bense 50 kilo bir ben daha sığardı ona. Şortuma memnuniyetsiz bir şekilde baktı

" Altında sadece baksır olmasaydı bunu da giydirirdim" dedi eşorfmanına bakarak. Sinirle  arkamı döndüm

"Gidiyorum ben!"  dedim. Ne diyordu bu adam yaa! Kolumdan  tutarak beni durdurdu.

"Şaka yaptım, şaka" güldü. O gülerken ben sadece bakıyordum.

"Komik değildi!"

"Tamam değildi" dedi. Suratımı düzeltim.

Onun üstünde sadece beyaz  tişörtü kalmıştı ve oda kısa kolu idi. Ellimi bırakıp ellerini  cebine attı.

"Bu sefer sen çıplak kaldın!" dedim onun yaptığı ima ile. Güldü.

"Tühh, bu sefer de ben çıplak kaldım desene " dedi başını yana yatırark. Ona tripliydim ama çok mu tatlıydı bu adam.

Yumuşama Asena yumuşama!
Tamam tatlıydı ama yumuşama!
Tamam tatlı tatlı gülüyordu ama yumuşama!
Tamam bal gözleri ile sana tatlı tatlı bakıyordu ama yumuşama!

Gülümsememi sildim yüzümden.

"Hala aynı bakıyorsun.." dedi. Gözlerimi onun üzerinden çektim ve dudağımı ısırdım. Gitmek için parkın çıkışına yönelmişti ki kolundan tutup durdurdum onu. Ona bakamıyordum. Bir adamın dediğine inanarak onu katil olmakla suçlamıştım

"Özür dilerim." yüzüne baktığımda sadece önüne baktığını gördüm. " Tanımadığım bir adamın dediğine inarak seni katil ilan ettim " gözlerini sıkıca yumdu ve adem elması aşağıya inip yine aynı yerine geri geldi.

"Yaptığım şey yargısız infazdı. Bunu hakketmedin hemde hiç."

"Bitti mi?" başımı ona çevirdim ama hala bana bakmıyordu. Az önce tatlı tatlı benimle konuşan adam yoktu karşımda.

"Gitmesen olmaz mı?" dedim. Yüzü yavaşça bana döndü. Bal gözleri az öncekinin aksine yine aynı tatlılıkla bakarken onun yumuşadığını anladım.

"Kendimi sana affetmek istiyorum. O yüzden gitme" dudağı hafifçe kıvrıldı

"Nasıl affetirmeyi düşünüyorsun kendini bana?" dedi merakla.

"Çok hazırlıksız oldu bu hiç düşünmedim ki" dedim. Dudağındaki kıvrılma artarken dili ile dudağının yaladı. Sonra kendini toparladı

"Kartalla konuşma."

"Gerçekler-"

"Onun anlattığı gerçek değil. Gel ben anlatayım sana gerçeği" diyip kolumdan tutup en yakındaki banka oturtu.

21 yıl önce /Çanakkale (2003)

Bazı insanlar sizin kaderinizdir ya hani. Bazıları ile tesadüfen tanışmaz onları kader size getriridi. Yıldırımın hayatına da Aslanı kader getirmişti. Hayatı tam onunla tanıştıktan altı ay sonra mahvolmuş ve tek güveneceği limanı Aslan olmuştu.

Sokaklara düşmüştü ama zaten Aslan sokaklarda büyüdüğü için buraya yabancı değildi ama yabancı olan Yıldırımdı. Birkaç saate hayatı yıkılmış ve kendini bir bankta uyurken bulmuştu.

Neredeyse iki buçuk yıldır sokakta dolaşan bir sokak çocuğu olmuştu oda Aslan gibi. Bir zamanlar gofret verdiği çocuk tek yanında durmuştu.

Sadece o da değil. O ve Aslanın Yıldırım dışında kardeşim dediği Memo adında bir sokak çocuğu daha yanında durdu . Yaşça onlardan büyüktü ve oda Aslan gibi sokaklarda büyümüştü. Aslan çogu şeyi ona öğretmiş ona kol kanat germişti şimdi de  bir gece Aslan yanında Yıldırım ile gelince Memo başta sorgulasa da onu da Aslandan ayırmamıştı.

Yıldırım eski Yıldırım değildi. Sokaklar insanı kötülüğe iterdi. O içindeki merhameti korusa da sokaklar düşmandı. Ve düşmanı yenmek için onun gibi olmak gerekiyordu. Oda öyle oldu. Gözlerindeki parıltı söndü ilk, sonra tıpkı sokak çocukları gibi kavgaya alışıp kavgacı oldu. Ayakkabısının içinde çakı taşıyacak kadar onlardandı. Her kavgada en başta gitmekte üstüne yoktu.

Değişmeyen bazı şeyleri vardı elbete. Kimsenin hakkını yemedi ve hakkı yenilenlerin yanında oldu, dayak yiyenlere kol kanat gerdi, ekmeğini bölüşürken eli bile tiremedi mesela.

Daha dokuz yaşına yeni basacak bir çocuktu ama sokaklar onun  bakışlarını bile değiştirmişti . Bal gözleri sanki dünyanın yükü omuzlarındaymış gibi dertli dertliydi.

O gün üç arkadaş arkalarında sürükledikleri çöp arabaları ile kağıt topluyordu. Memo büyükleri olmasına rağmen en gerilerinden gelip Aslan ve Yıldırımın   sohbetlerine katılmak yerine geçen arabalara bakıyordu.

Yıldırımın cebinden düşen kibrit kutusunu Yıldırım fark etmemişti o gün. Memo elini yerdeki kibrit kutusuna atarak

"Yıldırım  bey, kibrit kutunuzu düşürdünüz" dedi  kibar bir beyefendi misali. Yıldırım duyduğu adı ile arkasına döndü. Gördüğü siyah  üstü unutma beni çiçeği olan kibrit kutusuna baktı. Elini cebine atarak yokladı ilk telaşla.

"Düşmüş"

"Yine" dedi Aslan gülerek.

"Bu gidişle kaybedersin bunu demedi deme. Ben arakadan gelmesem elindeki tek şey de giderdi" Yıldırım kibrit kutusunu alarak cebine sıkıştırdı düşmemesi için

"Cebim delik ben ne yapayım"

"Ben onu bunu bilmem ben arkada olmasam ohooo!"

"Sanki kibrit kutusu düşerse diye arkadan yürüyor beyimiz. Arabalara bakmak için, sanki bilmiyoruz" dedi Aslan alayla. Memo gururla

"Bu güzel kardeşinin göz zevkine de karışmazsın be!"

"Boşuna hayal kurma. Onlardan biri bile senin olmaz!"

"Niye?"

"Sen daha kendine don alamıyorsun gelmiş burda araba alıcam diyorsun. Neydi ya şunun sevdiği araba" diyip Yıldırımı dürtü.

"Range Rover"

"Ha Range Rover.  Onu alacakmış. Hayale bak" diyip güldü. Memo elini Aslanın omzuna attı

"Hadi ben araba istiyorum sen uçak istiyorsun uçak uçak" diyip kahkaha attı

"Onu alamazsın belki pilot olursan anca"

"Nerde bende o şans be!" dedi Aslan umutsuzlukla. Memo gülerek

"Gelin lan" diyip çember oluşturdu.

"Sözümüz söz. Ben Range Rover alacam." Aslanı gösterek "Sende pilot olacaksın" Yıldırım hemen atıldı "Ben bir bok istemem"  Memo keyifle

"Sende siyah Range Rover al. Yarışırız" dedi. Hepsi gülerken Aslan çemberi bozarak

"Rüyamızda herhalde kardeşim"

"Bilemezsin. Kardeşim bilemezsin. Hem söz verin lan" diyip kollarını omuzlarına attı

"Söz verin. Ben söz veriyorum param olursa ilk Range Rover alacam. Aslan söz ver"

"Ben pilotluk okumam"

"Uçak kullanacağın herhangi bir şey ol o zaman"

"Bak o olur" dedi makul bir şekilde.

"Sende söz ver Yıldırım ilk paranla siyah bir Range Rover alacaksın" Yıldırım tiksinerek

"Siyah bide" dedi. Aslan

"Nazlanma oğlum bende kabul etim sende et işte"

"Evet ama nazlı çıktın ha! Al işte siyah bir tane kapıştırırız"

"Tamam. söz " dedi  bıkınlıkla. Memo gülerek

"Sözümü aldım. Yapmazsanız iki elim yakanızda olur bilesiniz" dedi. Yıldırım onun kolları arasından çıkarak

"Ne arabaymış arkadaş. Sanırsın kaşıkçı elması"

"Sen anlamazsın bunu sadece benim gibi araba aşıkları anlar" dedi. Hepsi arabalarını tutarak yürümeye devam ettiler.

Çannakalenin bir semtinden diğerine sırf daha fazla kağıt toplamak için giden üç çocuktu onlar. En büyükleri on iki yaşına girerken sokakta ilerleyen ilerleye gidiyorlardı. Arabalarını sürerken Yıldırımın durması ile hepsi durmak zorunda kaldı. Memo,

"Noldu oğlum?" Yıldırım başını hemen diğer sokaktaki küçük esnaf lokantasına çevirdi.

"Pazı sarması" ikisi onu dinlemeye koyuldular "Canım çekti" dedi. Aslan sinirle "Bende bir şey oldu sandım! Yürüyün lan geç kalmayalım! Sonra Haydun abi sinirleniyor geç geldik diye " 

Yıldırım başını son defa oradaki lakonataya çevirdi. Dışarıya kadar pazı sarması kokusu salınmıştı ve en son 2,5 yıl önce yemişti. Canı çekerken başını olumsuz anlamda sallayarak

" Ama be! "diyip Aslanın peşinden gitti. Memo Yıldırımın baktığı yere baktıktan sonra önüne dönüp onların peşinden gitti.

Saat bir buçuğu gecerken . Aslan ve Yıldırım topladıkları kağıtları satmak için düzenlerken Memo hepsinden önce bitirip satmaya götürdü. Kağıtları satiktan sonra diğerlerini beklemeye başladı. Yıldırım ve Aslanda kağıtlarını sattıp onun yanına geldiler.

Tüm işleri bitince kalmak için yanlarına gittikleri Haldun abilerinin yanına gittiler.

Haldun yirmilerinin sonunda, zayif çelimsiz bir adamdı. Yanında çalıştırdığı iki delikanlı arkadaşı ile sokak çocuklarına kalacak yer verip onların kazandıkları paraları onlardan zorla alırdı. Kağıt toplayacaklar kağıt toplar, dilenecekler dilendirirdi.

Saat ilerlerken tüm sokak çocukları paralarını vermiş yatmaya girişmişlerdi. Onlar dışında kimse kalmamıştı. Onların geç gelmesi Haldunu başta sinirlenirse de Memonun onların başında olması az da olsa onu dizginledi. Aralarında en çok parayı o getiridi çünkü. Geç geldiyse eminim çok para kazanmak içindi. Yüzü gülerken Aslan ve Yıldırım paralarını ona verdiler. Onların parası da idare eder düzeydeydi. Memo cebinden paraları çıkarıp onun eline koyunca Haldunun gülen yüzü soldu. Beklediği para daha faza iken bu para çok azdı. Sinirle Memoya döndü

"Bu niye bu kadar az!?"

"Anca bu kadar çıktı" dedi el pençe

"Sen her daim çok getirirsin lan! Benden mi saklıyorsun para!?" diyip kolundan tutar onu aramaya giriştiler. Elleri delikli pantolonunun cebinden geçirirken üstünün temiz olduğunu gördü

"Niye saklıyım abi? Bugün işler kesattı. Yarın söz bunun iki mislini kazanırım" dedi. Haldunun gözleri seğirirken derin nefes aldı

"Seni severim Memo. Sen benden para saklamzsın. Bugün dediğin gibi olsun. Yarın iki misli ile gelmezsen aramız bozulur"

"Sözüm söz abi. Yarın iki misli ile"

"Tamam git uyu şimdi" diyip onları uyumaya gönderdi. Onlar uyumaya giderken Haldunda onların kaldığı yerden çıkıp gitti.

Aslan gözlerini çoktan uykuya dalmak için kapatmıştı. Memo hepsinin uyuduğuna ve Haldunun gittiğine emin olduktan sonra hemen yanındaki Yıldırımı dürtü

"Kalk bi?"

"N'oluyor? "

"Aslanı da uyandır. Bir şey göstericem"

"Ne?"

"Sen dediğimi yap"

"Saat 2 ye geliyor Memo. Bırak uyuyalım."

"Sonra uyursun şimdi kalk bi"

"Peki" diyip Aslanı dürtmeye Başladı Yıldırım.

"Aslan kalk!"

"Sesiz ol! Herkesi uyandıracaksın!" dedi  Memo kızarak

"Uyuyor ben ne yapayım!"

"Neyse boşver onu. Oda sabah yer"

"Ney?"

"Gel sen ama sesiz ol." diyip onu kolundan tutarak arka odaya götürüdü.

Arka oda ceza odası idi. Haldunun sözünü dinlemeyenlere burda ceza verir burda işgence ederdi. Odada bir sandalye ve sadece bir dolap vardı. Bir de duvarda asılı olan demir sopa. Dolapta onun sözünü dinleyenler için işgence aletleri vardı ve şu an da kilitliydi.

Yıldırım istemeye istemeye onun peşinden gitti. Arka odaya girince terdütle

"Ne işimiz var bizim burda Memo. Burayı sevmediğimi biliyorsun"

"Gel oğlum sen bi "diyip içeriye soktu ve sessizce kapıyı aralık bıraktı . Kapı içerde kilitlenirse sadece içeriden acılıyor dışarıdan kilitlenirse sadece dışarıdan açılacak şekilde ayarlanmıştı.

"Geldim noldu şimdi" dedi Yıldırım bıkınlıkla. Memo hemen köşeye sakladığı tabağı çıkarıp ona gösterdi. Yıldırım gördüğü pazı sarmaları ile Memoya baktı direk.

"Sen bunları nerden çaldın?"  dedi. Memo alınarak

"Ne çalması ya! Aldım oğlum"

"Yoksa sen -"

"Evet kağıt paralarımı birazını bunlar için harcadım"

"Bizde diyoruz bizden çok topladı ama nasıl bu kadar para verir diye. Niye aldın oğlum?"

"Canın çekti diye. Hem sen alıştığını sanıyorsun ama daha sokaklara tam alışmadın. Sen ne dersen de sen buraya ait değildin. Neyse ne bir kere de o Haldun değil de biz keyif yapalım. Değil mi?" diyip bir tane sarmayı ağzına attı.

"Çok güzel olmuş" dedi Memo tıpkı gurmelerin yaptığı gibi över şekilde.

" On üzerinden on hatta yıldızlı on "dedi." Sen de yesene "diyip ona doğru uzattı.

" Bende yiyip mi Memo? "diye bir sesle ikisinin başı da sese döndü.

Haldun yüzünde piç bir gülümseme ile kapının girişinde onlara bakıyordu. İkisinin yüzündeki gülümseme solarken Memo hemen atılıp

" Abi Bi dinle "dedi ki Haldun ilk siniri ile   ona tokadı yapıştırdı. Memeo elindeki sarmalar ile yere yapışırken etraf sarma olmuş ve Memonun dudağının kenarı patlamıştı. Yıldırım hemen Memonun yanına koşarak

" Memo "

" Memo ya Memo. Güvendiğim çocuğa bak meğersem oruspu çocuğu imiş." dedi. Yıldırım öfkeli gözler ile ona başını çevirince Memoya Yıldırımı işaret ederek

"Bide bu mahale züpesi için  ihanet ettin ha!" dedi.

"Mahale züpesi dediğin çocuk benim kardeşim, kardeşim"

"Sıçayım kardeşiğinize. Piç kuruları" diyip Yıldırımın kolundan tutu ve oradaki sandalyeye oturtu .
Yıldırım çabalasa da kendilerinin iki katı olan bir adama karşı iki cılız beden teklerdi. Kollarını sandalyeye bağladı.

"Bak abi onun suçu yok ben satım onları ve ben aldım bu sarmayı-"

"Onun canı çekti diye ama"

"Hayır hayır benim canım çekti, benim. Onun değil ben yaptım benim canım çekti. Onun suçu yok izin ver o gitsin bana ceza ver. Onu bırak abi"

"Cezayı zaten sen çekeceksin" diyip cebinden bir kağıt çıkardı. Kağıdın içindeki beyaz tozu ağzına attı hiç düşünmeden. Başının sallayarak silkelendi. İki çocuk ona dehşete bakarken ikisi de onun içtiği şeyin farkında idiler. Yıldırım çabalayarak ellerini çekiştirerk

"Benim canım çekti. Cezayı benim almam gerek Memonun değil"

"Senin cezan izlemek olacak" diyip gömleğinin kollarını kıvırdı. Memo Yıldırıma

"Eğ başını bakma" demesine bile kalmadan yüzüne inen tokatla yere yapıştı tekrardan

"Bak bak başını eğ demek  ha! " diyip yerde yatan bedenin yanına gitti. Memo kanlı tükürük kusarken yerdeki pazı sarmaların birkaçı  ezilmiti. Haldun Memonun saçından tutarak onun başını duvara vurdu ilk

"Benden çalarsın ha! Benden lan benden Haldundan. Nankör! " diyip ikinci defa başını duvara vurdu. Memo onu itirmeye çalışsada alnı kan olmuş yavaşça yüzüne akıyordu. Yıldırımın çığlıkları dur demeleri yalvarmaları boşuna idi. Memonun çığlıkların karışan ' Yapma abi' kelimeleri acısını dindirmek yerine katlıyordu.

Duvara kan izi olurken Haldun Memoyu yine yere fırlattı. Yıldırım "Memo" diye ağlayarak arkadaşına seslenirken Memeonun kanlı yüzü gözyaşlarına karışmıştı. Sersemlemiş şekilde atıldığı yerde Yıldırıma baktı. Dudaklarını oynatarak

"Eğ başını " dedi. Yıldırım başını olumsuz anlamda salladı acı ile.

Haldun hıncını alamamış olacak ki duvarda işkence olarak kullandığı demir sopayı yerinden aldı. Yıldırımın

"HAYIR!!" nidası onu durdurmazken kapının temelenmeye başlaması ile Haldun başını kapıya çeviridi.

"Memo, Yıldırım" Aslanın duyulan sesi ile Haldun kahkaha atarak

"Üçüncünüz de geldi" dedi keyifle. Kapıyı Haldun girerken kilitlediği için dışarıdan açılmıyordu. Yumruklar kapıya inerken Yıldırım acı içinde Aslana

"Öldürecek onu Aslan. Öldürecek yardım et" dedi. Aslan kapıya daha güçlü tekmeler atarken Haldun elindeki demir sopa ile Memonun başına dikildi.

"Onu bu manzaradan eksik ettim ama sesten etmeyeceğim" diyip Memonun sırtına demir sopa ile vurdu. Haldun yerde yatan on iki yaşındaki çocuğa acımasızca sopa darbeleri indirirken Yıldırımın bağırmaktan ses telleri koparken debelendiği sandalyeyi düşürdü. O yerle buluşurken Aslan her Memonun çığlığında daha sert bir şekilde kapıyı vuruyordu.

Kapıya darbeler iniyor, Memo bağırıyor, Yıldırım ağlıyor, bir çocuğun hayatı yavaşça ellerinden kayıp gidiyordu. Haldun vurdukça vurdu. Ne Yıldırımın çığlıklarını feryatlarını dur demelerini dinledi ne de Memonun hareketsiz yatan bedenini.

Haldun sonunda durdu. Çünkü artık çığlık atan bir memo yoktu. Ondan sesin kesilmesi ile Aslan

"Memo" dedi. Yıldırım boş gözlerle yerde cansız bir şekildeki bedene baktı. Ne inip kalkan göğüs ne de dudak oynatıp yardım istenen bir ses vardı.

Haldunun elindeki sopa kan olurken Memonun kanı ile yıkanan pazı sarmaları artık kimsenin umrunda değildi. Haldun sersemleyerek başını yere düşmüş sandalyedeki Yıldırıma  çevirdi. Boş gözlerle önümdeki bedene bakıyordu. Sandalyeye düzelti önce. Yıldırımın çenesinden tutup onun gözlerine baktı.

"Görüyor musun eserini. Hep senin bencilliğin yüzünden oldu tüm bunlar. Yıldırım, Yıldım bu saati unutma. Saat tam 2 de sen Memonun katili oldun" kahkaha attı sonra "Ben değil sen katili oldun. Söyle bana şimdi Ben bu kadar iyi çalışan bir çocuk daha nasıl bulucam" diyip hayıflandı.

Sonra kollarını serbest bıraktı. Yıldırım açılan kolları ile Memonun başına koşarken Haldun elindeki  kanlı sopayı alarak kapıya yürüdü. Kapıyı açması ile içeri düşen Aslan dehşetle önündeki manzaraya baktı.
Aslandan tıpkı Yıldırım gibi Memonun soğuk bedeninin yanına  giderken ne yapacağını bilmiyordu.

"Kan var Aslan. Çok kan var. Bu sefer kan var. Bu sefer çok kan var"  Yıldırımın sayıklamaları ile Aslanın ölü bedene olan bakışları o gecede asılı kaldı...

Günümüz

Duyduklarımın ağırlığı altında ezildim. Yaşadıklarını bana tüm saflığıyla anlatırken yanağıma doğru süzülen gözyaşımı o fark etmeden sildim hızlıca. Ağlamaya hakkım bile yoktu.

Çok küçüktü hemde çok. Kardeşim dediği çocuğun ölümüne şahitlik edecek kadar çok. İçten içe kendini suçluyor bundan emindim ve ben şimdiye kadar söylediklerimle onun yarasına tuz basmıştım. Sırf küçük bir çocuğun canı pazı sarması çekti ve arkadaşı ona aldı diye biri ölmüş diğeri, herkes bilmese de artık ben biliyordum, onunla toprağa girmişti. Bir can ruhu terk etmiş diğerini de ruhunu teslim etmişti. Biri toprağın altına gömülürken diğer ölü de şu an bankta yanımda oturuyordu.

Peki benim yaptığıma ne demeli. Katil dedim ona katil!! Sırf bir pazı sarması yemedi diye ben ona katil dedim.
Ona inanmak yerine daha iki defa gördüğüm bir yabancının sözüne kanıp karşısına dikilip gözlerine bakarak katilsin dedim!

Başımı onun olduğu tarafa çevirdim. Keskin çenesi anlattıklarından olsa sertleşmiş boynundaki damar belirginleşmişti. Hatırlar her tarafını sararken elini cebine atıp sigarasını çıkardı. Diğer cebinden de kibrit kutusunu çıkardı. Sigara dudaklarında yerini alırken kibrit te onu yakmak için alevlendi. Konuşmaya cesaret ederek  çatalaşmış sesimle

"Yıldırım" dedim. Bankta ki varlığımın yeni farkına varmış ki dönüp bana baktı. Elindeki kibriti söndürdü.

"Özür dilerim. Sigaranın seni öksürtüğünü unutum" dedi ve sigarayı ağzından alıp cebine attı.

Özür mü dinliyordu benden bunca olan şeyden sonra benim dilemem gerekirken

"Yıldırım" dedim tekrara. Beni duymamış gibi anlattıklarına bir yenisini daha eklemek için  devam etti

"Kartalın sana anlattığı katil saçmalığı da şuradan çıktı. Haldun onun abisi. O gece biz Memoyu gömerken  onun düşmanlarına biri de onu öldürdü. Kartal o kişinin ben olduğumu sandığı için beni katil biliyor. Yani düşündüğün gibi bir katil değilim Albayın kızı. " durdu. Söyleyeceği şeyden emin değil gibiydi sesi yalvarır gibi

" Lütfen artık bana öyle bakma . Çünkü " durdu
" can yakıyor " dedi. Gözlerim iyice dolarken

" Tüm dünya karşıma geçse katil dese umrumda olmaz ama senin bir bakışın.... ne olursun artık bana öyle bakma...  " dedi acı çeker gibi.

Kelimeler ağzımda gevelenirken genzim yakan yıkıcı acı ile. Onda Yaratığım hasar ne kadar da büyüktü böyle. Ne yapmıştım ben! Yalvarıyordu bana. Binbaşı YILDIRIM ÖZÇELİK bana yalvarıyordu. Sırf ona öyle bakmayayım diye.

Kelimeleri toparlamak için sustum. Ne diyecektim bu adama. Bilmiyordum. Hemde hiç. Söyleyeceğim hiçbir şey ona dediğim şeyleri geri getirmezdi. Telafisi olmazdı. İçimden geleni yaptım. Kollarımı ona açıp ona sarıldım.

Evet ben Asena KANDEMİR Binbaşı Yıldırım ÖZÇELİĞE sarıldım...
Asena Yıldırıma sarıldı...
Albayın kızı Bal gözlü komutana sarıldı...

Bazen kelimeler kifayetsiz kaldığında kollar iş görürdü.
Yandan koca cüsesini iki kolumun arasına sığdırabildiğim kadar sığdırdım. Başımı onun omzuna koyup gözümü kapatıp kokusunu içime çektim.

Kat katı kesildi kollarım onun vücuduna dolandığı anda.  Nefes alışverişi hızlanırken çekilip çekilmemek arasında kaldım. Başım omzunda iken kısık sesle

"Senin için ne yapabilirim?" dedim. Yutkundu. Geri çekilecektim ki elli hareket etti ve belimi buldu. Bana doğru dönüp iki kolunu da belime atarak omzundaki başımı tam da boyun girintisine yerleştireceğiz şekilde sarılmama karşılık verdi. Başını saçımın arasına daldırarak

" Benim için bir şey yapıyorsun zaten... Şu an kolların yeterince iş görüyor" dedi.

Birkaç dakika böyle kaldıktan sonra bizi ayıran onun telefonundan gelen alarm sesi oldu. İstemeye istemeye ondan ayrılırken onunda kollarını üzerimden çekmek istemediğini hissediyordum.

Alarmı kapatı. Ve sıkıntıyla nefes aldı

"  Artık gitmemiz gerek. Saat  4 'e  geliyor. Senin de  uyuman gerekiyor artık  "dedi. Oturduğu banktan kalktı ben öylece ona bakarken elini bana uzattı.

" Hem  biraz daha dışarıda böyle kalırsan hastalanırsın " dedi. Uzattığı eli tereddüt etmeden tutum. O elimi bırakınca bende bırakıp kapşonlu elbisenin cebine atım tıpkı onun eşorfmanının cebir atması gibi. Yüzüme bakmadan parktan çıkarken ben onun solundaydım.
Evimin önüne gelene kadar hiç konuşmadık. Ara sıra göz göze gelsek te ikimizden de tek kelime çıkmadı.

Evimizin önüne gelince bir şey demek istedim ama diyemedim. Oda yalnızca gülümsedi ve gitmek için döndü.

"Yıldım" dedim tüm cesaretim ile. Bana döndü

"Şimdi nasıl  bakıyorum sana?" dedim.

"Katil değilmişim gibi" dedi ferahlamış gibi.

" Öyle değilsin çünkü...Hem bende koşarım, seninle. İstersen "

"Çıplak olmazsan neden olmasın" dedi sırıtarak. Güldüm. Bu adamın kıyafetlerim ile ne alıp veremediği var.

"Çıplaklık algımız aynı değil galiba "

"Hemde hiç." dedi başını olumsuz anlamda sallayarak . "İyi geceler albayın kızı "

"Sana da Binbaşı " dedim ve kapıyı kapatarak bahçeye geçtim.

İçimdeki kelebeklerin kıpırtısından neredeyse yerle olan tüm bağlantımı kesmiştim. Bu  gece hem benim için hem de binbaşı için bir milatı. O bana güvenmişti. Bana sırını açıklayacak kadar güvenmişti. Bende ona inandım. O katil değildi olamazdı. Bu gece ben Binbaşıya sarıldım. Onun kolları arasındaydım. Allahım kalbim heyecandan nasıl hızlı atıyor. Acaba o duymuş mudur bu kadar hızlı attığını? Duysa söylerdi. Eve geçip kendimi yatağa attığımda bile kalbimin çarpıntısı geçmiyordu.

Ama hala aklımı kurcalayan birkaç şey vardı.
Mesela 'Bu sefer çok kan var' derken neyi kastediyordu. Başka bir sefer daha mı vardı yani? İçimden bir ses bunun sürekli yanında taşıdığı kibrit kutusu ile alakası olduğunu söylüyordu.

Küçüklüğünden itibaren onu yaşıyorsa onu sevgilisi vermiş olamazdı değil mi?

Peki ya Aslan? Aslan Yıldırımı suçluyor muydu tıpkı Yıldırımın kendini suçladığı gibi? Suçlasa niye onunla aynı timde olsun ki!?

Binbaşı nasıl sokaklara düşmüştü? Ailesi neredeydi? Aslanla nasıl bir anda asker olmuşlardı peki? Aklımda deli sorular vardı ve bunların cevapları henüz yoktu ama olacaktı elbete..

Aynaya baktım. Üstümde onun Sweatshirt vardı bide. Yaka kısmını hemen burnuma götürüp kokladım. Hala onun gibi kokuyordu. Hem bu bana verdiği ikinci eşyası idi. Ceketinin kokusu gitmişti ama artık bu vardı. Üstümdeki Sweatshirt çıkarmadan üstüme pikeyi çektim ve Binbaşılı rüyalar alemine daldım.

Sabah gözüme vuran yakıcı güneşle açtığımda bile uykumu alamamıştım. Saat kaçtı ve güneş niye direk sanki bizim evdeymiş gibi parıldıyarak yüzüme vuruyordu. Elimi telefonuma attım. Saat ikiye gelirken onu geri yerine koydum erkendi. Hemde çok erken ben sonuçta dün gece geç yatmıştım.

Yüzüm güldü. Niye geç yatmıştım çünkü Binbaşıya sarılmıştım. Kahkaha atmamak için zor tutuyordum kendimi. Acaba bu gün onu görür müyüm? Dün geceden sonra bence görürdüm. Görmeliyim. Hemen yataktan çıkıp lavaboya koştum. Elimi yüzümü yıkayıp tüm işlerimi halledip hazırlanmaya başladım. Sağlık ocağına gitmeliydim kesin oraya gelirdi.

Üzerime sıfır kollu uzun kot bir tulum geçirdim.

                      (Asena'nın giydiği)

Burda kalan kıyafetlerim çok azdı ve hava git gide soğumaya başlıyordu. Ama ben buna rağmen sıfır kolu bir tulum giyiyordum. Eylüle girmiştik. Hava yavaş yavaş soğumaya rüzgar kendini belli ettiriyordu ama ben tamamen sonbahar gelmeden asla uzun kollu bir şey giymeyi tercih etmiyordum.

Saçımı salık bırakmak yerine büyük bir toka ile tutturdum. Soft bir makyajla artık hazırdım. Evde hiç ses olmaması annemin hala uyuduğunu gösteriyordu. Mutfağa geçip dolaptan ağzıma ne tıktıysam atıştırmaya başladım. Sağlık ocağına gidince Zeyneple bir şeyler yerdim.

Çekmeceden annem kalkıp beni göremezsem endişelenmesin diye çıktığıma dair bir not yazıp buzdolabına astım. Anahtarımı çıkıp lojmanların olduğu taraftan çıkıp sağlık ocağının yolunu tutum.

Küçük çocuklar gibi neşeliydim. İçim içime sığmıyor yüzümdeki gülümsemeyi silemiyordum. Aşk bana neler yaptırıyor ya.. Sağlık ocağına gireceken uzakta gördüğüm Binbaşıya durdum. Ayy bu kadar çabuk göreceğimi bilseydim daha hızlı gelirdim. Elinde telefonla gülerek biri ile konuşuyordu. İçten bir gülüştü bu. Tuhafıma gitti kiminle böyle konuşuyordu bu adam. Yanına mı gitsem acaba? Yok yok önce Zeynebi göreyim sonra. Onu es geçip sağlık ocağına girdim. İçerde kimse yoktu ama bir odadan Fisunun telefon konuşması geliyordu.

Şu an onu görüp sinirlenmek istemiyordum. Çünkü binbaşının kucağında gördüğüm gün aslında onun sırf böcek var yalanı ile kucağına atladığı zaman aklıma geliyordu. Koskoca doktor olmuş kız küçük bir böcekten korkuyormuş! Yalan bak! Onu dinlemek yerine dışarı çıkacaktım ki söylediği kelime beni bulunduğum yere çiviledi. Gülerek

"Off Yıldım yaa.."  onun odasının azıcık Aralık bıraktığı kapıdan ona  baktım. Eli saçında cilve yapar gibi gülüyordu. Dün gece benim sarıldım Yıldırımdan mı bahsediyordu?

"Evet.. Tamam sen nasıl dediysen öyle olacak. Kimse aramızdaki ilişkiyi bilmiyecek. Sen sanki aramızda bir şey yokmuş gibi sürekli bana kızıcaksın. Bunları bin kere konuştuk.." durdu karşı tarafı dinledi.

"Emredersiniz  Binbaşı Yıldırım Özçelik." dedi aynı gülümseme ile.

"Ne dersen o sevgilim.. Akşam mı?"

".."

"Evet akşam boşum. İtalyan restoranda akşam yemeği yiyebiliriz . Saat 9 da olur mu?  Hem oranın spagettisi güzelmiş diyorlar"

"..."

"Tamam görüşürüz aşkım" diyip telefonu kapattı.

...................................... ~ZS~...........................................

Az önce ben ne yazdım ve siz ne okudunuz öyle..

Bomba üstüne bomba patladı resmen..
Can kaybı inşallah çok yoktur ndnfnfkfzs

En uzun bölüm oldu galiba çünkü tam 10k kelime mevcut ve benim şu ana kadar yazdığım en uzun bölüm..

Duygularınızı yorumlarda okumaktan keyif aldığımı bilin o yüzden elinizi korkak alıştırmayın yazdıkça yazın. Sizi çok seviyorum gelecek çarşamba günü saat 9 da yeni bölümde görüşene kadar hoşçakalın..

( Yıldızları parlatmayı unutmayın)

⭐👉🌟

Continue Reading

You'll Also Like

KEKRE By Aden

Non-Fiction

6.1K 525 34
Kekre: Senden nefret ediyorum. Osi: Biliyorum. Kekre: Senden hep nefret edeceğim. Osi: Buna izin veremem, kekre. 🎬 "Arkadaşım tarafından öpüldüğüm...
78.8K 4.3K 13
Siz: İçinden geliyorsaa tutup öpsene beni! Egemenvarol61: Kimsin? Siz: Gel bir sarayım, aşkın olayım. Egemenvarol61: Bir polise fake hesaptan yazm...
586K 28.5K 26
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...
2.1K 82 9
Drury Lane Tiyatrosu dışındaki kalabalık da ğılmı ştı. Son at arabası, iki yolcusuyla birlikte gözden kaybolmaktaydı. Yürüyerek gelmi ş olan pek az s...