EFSANE - Yalın Serisi I

By aslihangungorzeybek

9.2M 4.5K 535

Hayatı, işleri ve kendisi böylesine karmaşık bir adamdan kaçması gerekirken, Armağan tam tersini yapıp adama... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
'veda'

8.Bölüm

2.9K 280 20
By aslihangungorzeybek

Aldığı notla bütün sinirleri gerilmiş, morali tamamen bozulmuştu. Saat gece yarısını geçene kadar çalışma odasından çıkmayıp ne yapacağını, nasıl bir yol izleyeceğini düşünürken, gönderilen üç fotoğrafa da uzun uzun baktı.

Fotoğraflara bakarken geçmişini hatırlıyor, geçmişteki acıların aynısını ne yaşamak, ne de başka anne babaya yaşatmak istiyordu.

Armağan'ı yanında tutmanın, savaşta tutmak anlamına geldiğinin ve tüm okların ona dönmesine sebep olduğunun farkındaydı.

Onu bu evden, daha doğrusu yanından göndermeye karar verip odadan çıktı. Merdivenlerden sessizce inip salona girdiğinde gördüğü manzarayla duraksamıştı.

Üçlü koltuğun ortasında kıvrılıp uyuyakalmış olan kıza bakarken gülümsedi ama gülümsemesine inat eder gibi gözleri puslandı.

Parmak uçlarına basa basa koltuğa ilerleyip, yere çöktüğü esnada üstündeki tozpembe geceliğin göğüs kısmına işlenen pamuk şeker desenini fark etti.

Dudaklarını kemirerek sessizce gülmeye başladığında ise gözyaşları yanaklarına düştü ve çenesine ilerledi. Kızıla boyanmış lüle lüle saçlarına dokunup iç çekerken ses çıkarmamak için alt dudağını ısırmıştı.

''Çok masumsun, tertemizsin güzelim. Benim yüzümden, o köpeğin hırsları yüzünden, masum birinin canı yansın istemiyorum. Ayrılık vakti geldi.'' Diye fısıldadığı sırada mutfaktan çıkan Ayşe, Ertuğrul'a çatık kaşlarının altından ağlaya ağlaya bakıyordu.

''Ayrılık vakti mi?''

Ertuğrul, Ayşe'nin sesiyle irkilip yaşlı gözlerine bakarken yüreğinde kocaman bir azap vardı.

''Tehdit ediyor, 'Çiçek gibi olur.' diyor.''

Ayşe birkaç adımda onun yanına gidip kolundan tuttuğu gibi kaldırdı. Gözyaşlarının ıslattığı sakallı yanaklarını silip, çatık kaşlarının altından bakmaya başladı.

''Sen, bu kızcağızı kendinden uzaklaştırırsan asıl o zaman koruyamazsın. Armağan, bu kapıdan çıkarsa akbaba gibi başına üşüşürler. Onu yanında tutacak, dibinden ayırmayacaksın. Armağan, Çiçek gibi olmayacak çünkü ona her şeyi anlatacaksın. Sen anlatmazsan ben anlatırım. Kendini koruması, dikkatli olması için bu şart! Çiçek, aldığı tehditleri söyleseydi onu da korurdun ama o söylemedi.''

Ertuğrul o günleri hatırlayıp, Ayşe'nin sözlerine hak vererek başını salladıktan sonra hiçbir şeyden habersiz mışıl mışıl uyuyan kıza bakmıştı.

''Düşündüğümüz gibi olmazsa, Armağan'ın başına bir şey gelirse ne yaparım? Bunu onun ailesine nasıl açıklarım? Kendi vicdanımın azabıyla nasıl yaşarım?''

''Bu kız, sana güvenmese evinde kalır, elini tutarak uyur muydu?''

''Hayır, yanıma gelmez, elimi tutup uyumazdı.'' Derken başını sağa sola sallıyordu.

''Sana güvenip, sığınan birine 'git' demenin yakışı kalır yanı var mı? Kendini, bizi ve aileni nasıl koruyorsan onu da koruyacaksın. O şerefsize pabuç bırakırsan sana hakkımı helal etmem. O mendebur suratlı soysuz Armağan'a dokunamayacak. İçini ferah tut ve Armağan'ı odasına götürüp yatağına yatır. Güzel kızım...'' deyip ona tebessümle bakarken usulca saçlarını da okşamıştı.

''Büzüşmüş, ufacık olmuş. Sırtı ağrıyacak.''

Ertuğrul da tıpkı Ayşe gibi buruk bir tebessümle ona bakarken

''Bana kızgın mısın?'' diye sordu. Ayşe, acı dolu gözlerle ona uzun uzun bakıp başını salladı ve

''Sana hiçbir zaman kızmadım. Sen elinden gelenin fazlasını yaptın ama kızımı o manyaktan kurtaramadın. Biz kızımızı kaybederken, sen de kardeşin yerine koyduğun kızı kaybettin. Ben sana hiç kızmadım evladım. İçin rahat olsun. Biz sana hakkımızı helal ettik.'' Dedikten sonra Ertuğrul'a sımsıkı sarılıp sırtını sıvazladı.

''Çiçek için hâlâ üzüldüğünü, kendine kızdığını biliyoruz. O da biliyor ve hassas noktandan vurmaya çalışıyor. Rabbim, zalimlerin kazanmasına izin vermesin.''

Ayşe'nin yazmasının üstüne öpücük konduran Ertuğrul

''Amin.'' Diye fısıldadığı sırada Ayşe, Armağan'a bakıp gülmeye başlamıştı.

''Hayırdır Ayşe Sultan?''

''Ertuğrul oğlum...''

Ertuğrul onun cilveli ses tonunu duyup

''Çıkart bakalım şu baklayı.'' Dediği anda Ayşe daha da gülmüştü.

''Ben bu kızı çok sevdim. Şunun güzelliğine baksana, maşallah Allahım nazarlardan korusun. Tatlı dilli, cıvıl cıvıl, hanımefendi bir kız. Yaşı da tam yerinde.''

''Tatlı dilli, cıvıl cıvıl ve hanımefendi mi? Armağan'dan bahsettiğine emin misin Ayşe Sultan? Bana soracak olursan çatal dilli, cazgır bir kız çocuğu derim. Ayrıca, yaşı yerinde ne demek?''

Ayşe, omzuyla Ertuğrul'u dürtüp

''Evlenilecek yaşa gelmiş demek. Çoluk çocuk sahibi olacak yaşta demek.'' Dediğinde Ertuğrul kocaman açtığı gözlerinin ardından ona inanamıyor gibi baktı.

''Ayşe Sultan senden korkulur.'' Deyip gülerken Armağan'a yaklaşıp usulca kucaklamıştı ki sehpanın üstünde duran telefona gelen mesajın sesiyle duraksadı.

Gözleri duvarda asılı saati bulurken dudaklarından belli belirsiz bir küfür çıkmıştı. Kızı yeniden koltuğa bırakıp telefonu eline aldı, kilit ekranını Armağan'ın parmak iziyle açtı ve mesaja tıkladı.

''Oğlum, ne yapıyorsun?'' diye şaşkınca soran Ayşe'ye aldırmadan gelen fotoğrafları açtığındaysa göz bebekleri kapkara olmuştu.

Eniştesi Cenk, kadının biriyle çekildiği uygunsuz fotoğrafları atmış, altına da not düşmüştü.

'Seni de böyle halledeceğim... Evine sığındığın o ortağın ya da sevgilin bile seni kurtaramayacak. Belki de benden önce onunla seviştin ama umurumda değil. Bu sadece biraz üzülmeme sebep olur.'

Notun sadece bir kısmını okumuş, bu kadarı bile midesini bulandırmıştı. Dişlerini sıkarak ardı ardına küfürler ederken merdivenleri koşarak çıktığında Ayşe bir şeylerin ters gittiğini anlayıp Ertuğrul'un arkasından bakarken ne yapacağını bilemiyordu.

Armağan'ı uyandırıp uyandırmamayı düşündüğü sırada Ertuğrul'un evden hışımla çıktığını ve belindeki silahın kabarıklığını görüp

''Hiii!'' diye bağırmıştı. Duyduğu bu sesle sıçrayarak uyanan kız ise Ayşe'ye korkuyla bakarken zar zor

''Ayşe Hanım?'' diyebildi.

''Armağan, bu deli senin telefonuna baktı, öfkeden köpürdü, silahını alıp çıktı.'' Demesiyle telefonunu eline alan Armağan gelen mesajı hızla ama pek idrak edemeyerek okuduğu gibi kapıya koşmuştu.

Evin kapısından çıkıp bahçeye adım atmasıyla yeni sulanan çimlerin ayağını ıslattığını hissetti fakat bunu umursamadı.

Tam bu sırada evin altındaki garajın bahçeye açılan kapısının sesini duyarak duraksadı. Sesi takip ederek o yöne koşarken Ertuğrul'un aracı, garajdan hızla çıkmıştı.

''Ertuğrul!'' diye avazı çıktığı kadar bağırdı fakat araç bahçenin kocaman demir kapısına ilerlemeye devam etti.

Aslında Ertuğrul, aracın yüksek motor sesine rağmen onu duymuş ama duymazdan gelmişti.

''Kapıları açmayın! Açmayın!'' Diye bağıra bağıra taş yolda koşarken kapıların açılma sesini duymasıyla

''Gitme!'' diye feryat edip olduğu yere, dizlerinin üstüne çöktü ve bir kez daha

''Gitme!'' dedi.

Ertuğrul, Armağan'dan çıktığına inanamadığı o bağırışı duyduğu anda gözlerini aynaya çevirmiş ve arabanın arkasından koşan kızın olduğu yere diz çöküp öylece kaldığını görmüştü.

El frenini tüm gücüyle çekip arabadan indiği gibi Armağan'a koştu, yere oturup onu sımsıkı sardı.

Kız hâlâ 'gitme' diye sayıklıyor, tir tir titriyor ve nefes almaksızın iç çeke çeke ağlıyordu.

''Gitmeyeceğim. Ağlama... Ağlama güzelim. Gitmeyeceğim.''

''Gitme...''

''Armağan, kendine gel yavrum. Bak gitmedim. Gitmiyorum.''

''Ertuğrul...''

''Söyle güzelim.''

''Gitme.''

Dudaklarını kızın saçlarına bastırıp yine

''Gitmiyorum.'' Diye mırıldandı ama nafileydi.

Armağan şoka girmiş, sürekli aynı şeyi sayıklıyor, 'Ertuğrul' ve 'Gitme' dışında hiçbir şey söylemiyordu.

''Ayşe abla, battaniye getir. Armağan buz gibi olmuş.'' Derken kollarını küçük bedene daha sıkı dolayıp içine katmak ister gibi sarıldı.

Ayşe, yaşların durmadan aktığı gözlerine inat bir battaniye bulup bahçeye çıkmış ve ikisinin de üstünü güzelce örtmüştü.

''Oğlum, taşa oturuyorsun, yerler soğuktur.''

Ertuğrul, kukla misali başını sağa sola sallayıp

''Ayşe abla, korumalara söyle, bahçeden çekilsinler. Sen de evine geç. Bizi kimse görmeyecek ve rahatsız etmeyecek. Hadi!'' Dediğinde ses tonundan sözlerinin ikiletilmesini istemediğini anlayan Ayşe

''Peki oğlum.'' Deyip yanlarında ayrılmıştı.

Korumalar bahçeden çekilip, Ayşe abla da kocasıyla birlikte bahçenin diğer tarafındaki evine gittiğinde Armağan derin ve titrek bir nefes aldı.

Titremesi, ağlama krizi ve iç çekişleri biraz olsun azalmış ancak Ertuğrul'un gömleğini sıkı sıkı tutan elleri biraz bile gevşememişti.

''Seni kızdırmak, kışkırtmak için bilerek yapıyor. Çünkü seninle kaldığımı biliyor. Gitme, beni yalnız bırakma.''

''Hiçbir yere gitmiyorum, buradayım, yanındayım. Ne olursun rahatlamaya çalış, hasta olacaksın diye korkuyorum.''

Sözleriyle, gerçekten endişelendiğini fark ederek biraz olsun toparlanmaya çalıştı.

''Söz ver, gitmeyeceksin.''

Ertuğrul usulca başını sallayıp

''Söz veriyorum.'' Dedi, bir süre durdu ve devam etti.

''Gitmeyeceğim.''

İçeri girip, Armağan'ı doğruca yatak odasına götürdü, yatığa yatırdı ve başucuna çektiği sandalyeye oturup ellerini birleştirdi.

''Buradayım, sen güzelce uyu.''

Kızın duyduğu son sözler bunlar olmuş, yorgun bedenini uykuya teslim etmişti. Sabahın ilk ışıklarıyla gözünü açtığında Ertuğrul hâlâ uyanıktı ve elini tutuyordu. Boşta duran sağ eliyle gözlerini ovuşturup

''Sen uyumadın mı?'' diye sorarken sesi hırıltılı, uykulu, bir hayli yorgun çıkınca yüzünü ekşiterek huysuzlandı.

''Günaydın, nasılsın?''

Yatakta doğrulup sırtını başlığa yasladı, gözünün önüne düşen saçlarını uflaya puflaya kulaklarının arkasına itti.

''Beni bu kadar çirkin gören tek erkek sensin. Babam ve abilerim bile beni bu hâlde görmemişlerdir.''

Bir anda hiç alakasız söylediği bu sözlerle afallayıp, ardındansa kahkahayı patlatan Ertuğrul, sandalyeden kalkıp yatağa oturdu ve onu kolunun altına aldı.

''Şimdi, seni böyle gördüğüm için şanslı mıyım, yoksa şanssız mıyım?''

Kısa süre sessiz kalıp şöyle bir düşündükten sonra ona dönerek

''Bilmem, bunun cevabını sen vereceksin. İş yerinde gördüğün makyajlı, saçı başı yapılmış, topuklu ayakkabıları üstünde şipidik şipidik yürüyen Armağan mı, evde şiş bir suratla makyajsız, saçları kabarmış, dağılmış, parmak arası terlikleriyle şipidik şipidik yürüyen Armağan mı?''

diye sorduğu anda kahkahalara boğuluşunu keyifle izlemişti.

''Hmm, düşüneyim bakayım...''

Derken yandan yandan Armağan'a bakıp düşünür gibi yapıyordu ki bir anda döndü, onu yatağa yatırdı ve üstüne eğildi.

''Topuklu ayakkabıyla şipidik şipidik yürüyen Armağan mı, parmak arası terlikle şipidik şipidik yürüyen Armağan mı öyle mi? Dur biraz daha düşüneyim.'' Deyip haylaz bir gülüşle kıza baktı ve gıdıklamaya başladı.

Armağan neye uğradığını şaşırıp karnında gezen parmakların yaşattığı hisle kahkahalara boğulurken

''Ertuğrul dur.'' Diye bağırıyor, onun bağırışlarınaysa Ertuğrul'un kahkahaları eşlik ediyordu.

Bu sırada sesleri duyup yatak odasının kapısına gelen Ayşe'yse kapı aralığından gördüğü manzaraya uzun uzun baktı ve gülümsedi.

''Ah deli çocuk, sevdaya düştün haberin yok.''

Diye mırıldanıp mutfağa gittiğinde kahvaltı için hazırlık yapmaya başlamıştı ama mutfağa kadar gelen kahkaha seslerini de mest olarak dinliyordu.

Armağan'ın kıpkırmızı olduğunu gören Ertuğrul küçük şakasına ara vererek yanına uzandı. Birlikte odanın tavanına bakıp derin soluklar alıyor, birkaç dakika önce yaşadıkları duygulardan arınmaya çalışıyorlardı.

''Dün akşam seninle yarım kalan bir konuşmamız vardı. Hatırlıyor musun?''

Sorusuyla duraksayan Armağan kısa süre düşünüp aklına gelen şeyle sağ tarafına döndü ve Ertuğrul'la yüz yüze geldi.

''Anlatacak mısın?''

''Anlatacağım çünkü bilmen gerekiyor.'' Diyerek ayağa kalkıp elini uzattı.

''Gel...''

Yatak odasından çıkıp çalışma odasına geçti, Armağan'ı deri koltuklardan birine oturttu ve dün akşam gönderilen üç fotoğrafı önüne bıraktı.

Armağan, fotoğraflara anlamsızca bakıp neler olduğunu anlamaya çalışırken, sadece kendisinin olduğu fotoğraftaki ayrıntıyı hemen fark etmişti.

Kırmızı kalemle yüzüne konan çarpı işaretine uzun süre göz attıktan sonra

''Bu... Beni öldürmekle tehdit ediyorlar demek sanırım. Yani filmlerde, dizilerde hep öyle oluyor.'' Dediğinde Ertuğrul başını hafifçe salladı.

''Ama bu bir film ya da dizi değil. Bu, gerçek.''

Armağan, 'gerçek' kelimesini duyduğu anda ürperip, tozpembe geceliğinin eteğini kavrayıp sıktı.

''Bunu kim gönderdi? Neden beni ölümle tehdit ediyorlar?''

''Seni değil, beni tehdit ediyorlar. Ender tehdit ediyor.'' Deyip fotoğraflardan birinin arkasını çevirdi.

O fotoğrafta hiç tanımadığı, hayatında ilk kez gördüğü bir kız vardı ve o kızın kim olduğunu çok merak etmişti. Aklından bu soru geçerken fotoğrafın arkasındaki notu fark edip, sesli olarak okudu.

'''İhaleden çekilmezsen Armağan'ın sonu da Çiçek gibi olur!' Çiçek kim? Ona ne oldu?''

Armağan'ın önüne, sehpanın ucuna oturup bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ancak ne diyeceğini, nasıl anlatacağını bilemeyerek sustu.

Bu nottan, Ertuğrul'un sessizliğinden ve hüzünlü bakan gözlerinden anladığı tek şey, duyacaklarının iyi olmadığıydı ama duymak istiyordu. Öğrenmeliydi.

''Ertuğrul...'' diye fısıldayıp eline uzanmasıyla Ertuğrul'un kollarının arasında kalması aynı anda olmuştu.

Bedenini sımsıkı saran kollar nefesini kesse de onun kocaman sırtını sıvazladı. Sakinleştirmek ister gibi, her şeyin iyi olacağına ikna etmek ister gibi

''Sakin ol.'' Demişti.

Birkaç dakika sessiz kalmaya devam etse de merak ettiği çok şey vardı ve hepsini öğrenemeye kararlıydı.

''Seni bu kadar üzen, değiştiren ne? O kız, yani Çiçek kim?''

Sorusuyla onu kolları arasından çıkartan Ertuğrul, sehpadan kalkıp yanına oturdu ve gözlerini buluşturdu.

''Ender Açıktan ve ben bu ülkenin en iyi, en gözde birkaç mimarından ikisiyiz. Açıktan Yapı İnşaat, Ender'in babası Eşref Hulusi Bey tarafından Kırk yıl önce kurulmuş köklü bir şirket. Şirket neredeyse Ender'le yaşıt denilebilir. Eşref Hulusi Bey, bundan on yıl önce şirketin tüm yönetimini oğluna bıraktığında işleri gayet iyi gidiyormuş. Şirket, aynı başarı grafiğini devam ettiriyor, genç varis Ender yeteneği, çalışkanlığı ve zekâsıyla göz dolduruyordu. Ta ki ben, gelip de Yalın Holding'in inşaat sektörüyle ilgili alanını kurana kadar.''

Sustu, yutkundu ve derin bir soluk alarak sözlerine devam etti.

''Açıktan Yapı İnşaat'ın, yani Ender'in inşaat sektöründeki saltanatı benim gelişimle sarsılmaya başladı ve kısa sürede yıkıldı. Böylelikle aramızda sessiz bir savaş başladı ama bu sessizlik çok kısa sürdü. Ender, bana, işlerime, şirketime, girdiğim ihalelere oyunlar oynamaya başladı.''

Armağan duyduklarını bir yapboz misali yerine yerleştirmeye çalışırken zar zor konuştu.

''Oyun oynamaya başladı derken?''

Ertuğrul silik bir tebessümle ona bakarken, işaret parmağını saçlarının arasından alnının çizgisine kadar gelen yara izine dokundurmuştu.

''Şirketimin içerisine mimarlar yolluyor, yapılan projeleri çaldırıyor, hatta mimarlarımı tehdit ediyordu. Tabi durumu kısa sürede fark ettik ve kendimizce önlemler almaya başladık. O zamanlar çok genç ve bazı işlere bulaşmamıştım. Yani henüz dilden dile dolaşan hikâyelerim ya da bir lakabım yoktu. Şirketle ilgili başarıların yanına taş koleksiyonculuğu ve onları takı hâlinde tasarlayıp işçiliğini yapabilmem de eklenince dikkatleri daha da üzerime çekmiştim. Bu durumsa Ender'i iyice zıvanadan çıkarmıştı. Durmuyor, nefes almıyor, kesinlikle aklıselim düşünmüyor ve kudurmuş bir köpek misali üstüme saldırıyordu. Bir süre sonra iki şirket de yapılacak yeni yerleşim alanları işinde yer almak istedi. Hazırladığımız projelerimizi üst makamlara gönderdik ve duyduk ki Ender'in projesi seçilmiş.''

Sanki o günlere dönmüş, aynı olayları baştan yaşamıştı. Gerilen yüzü, usulca oynattığı çenesi, yumruk yaptığı elleri, hâlâ ne kadar öfkeli olduğunun belirtisiydi.

''Projeyi Ender'in kazanmış, benim kaybetmiş olmam benim açımdan kafaya takılacak bir şey değildi. 'İş dünyası, bugün o alır, yarın ben alırım' diye düşünüyordum. Çok sakin, anlayışlı ve rahattım. Zaten normal olan her şeyde buraya kadardı. Seçilen projenin sunumunun yapılacağını biliyorduk, projeyi görmek için adres verilen yere gittik ve gördüklerim karşısında şok oldum. Aslında bir nevi kıyamet koptu. Ekranda Ender'in projesi diye görünen çizimlerin hepsi benim çizimlerimdi.''

''Ne?''

Diye bağırarak ayağa fırlayan Armağan şok olmuş gözlerle Ertuğrul'a bakıyor, duyduklarına inanamıyordu.

''Ender Açıktan projeleri değiştirmiş. Yani benim projemi çalmış. Birilerini ayarlamış, projemi araklamış ve bir güzelde kendininmiş gibi sunumunu yapmaya başlamış.''

Armağan duyduklarıyla şok üstüne şok yaşarken nefesinin daraldığını hissediyordu.

''Ne yaptın? Sessiz kalmadın değil mi? 'O proje benim' dedin değil mi?''

Ertuğrul başını bir kez salladı.

''Dedim, dedim ama kimse dinlemedi, inanmadı. Üstüne üstlük yalan söylüyormuşum gibi beni suçladılar. Genç ve güçsüz gördüler. Bir şey yapamaz diye düşündüler. Ertuğrul bir şey yapamaz ama Ender hepimizin canını yakar diye düşündüler. Böylelikle İstanbul'un en güzel yerlerinden birine, benim çizdiği ama Ender'in inşa ettirdiği yapılar yapıldı. Tüm şikâyetlerime, mahkemenin durdurma kararlarına rağmen eninde sonunda o evleri yaptı. Ben de, beni yalancı ilan edenlere, küçük görenlere inat ülkenin en korkulan adamlarından biri oldum.  Bu Ertuğrul'u onlar yarattı. Ben değil.''

Armağan, tanıştıkları ilk günden beri öğrendiği bilgileri birleştirip, yerli yerine oturttuğu anda

''Tabi ya!'' diye fısıldadı.

''Ondan sonra bu işlere bulaştın çünkü haksızlığa uğramayı, emeğinin ellerinin arasından kayıp gitmesini kaldıramadın ve bugünkü adama dönüştün.''

''Evet, ama tek sebep bu değil. Daha farklı sebepleri de var. Gazete ve dergilerde takım elbiseleriyle görüp, adam sandığımız adamların birçoğu aslında silah kaçakçılığı, uyuşturucu ve kadın ticareti gibi iğrenç işler yapıyorlar. Onların en büyük isimlerinden biri de Ender Açıktan ve ailesi.''

Armağan duyduklarına daha ne kadar şaşırabileceğini düşünürken, buz gibi olan elleriyle Ertuğrul'un ellerini tutmuştu.

''Nasıl?''

''Kaybettiğim saygınlığımı, yalancılıkla itham edilen ismimi, işimi kurtarmak için Açıktan ailesinin tüm işlerine çomak sokmaya başladım. Yasa dışı işlerini kanıtlayamasam da, bunlara kendi bildiğim şekilde engel oluyorum. Aramızdaki husumetse her geçen gün git gide kızışıyor.''

''Peki nasıl oldu da bir an da bu kadar büyük bir isme sahip oldun?''

Ertuğrul bu soru karşısında ona gülümseyerek bakıp

''Bir anda olmadı. Aslında ben o işlerin içine doğmuş bir adamım.''

Dediğinde Armağan'ın kaşı şaşkınlıkla ve sorarcasına havaya kalkmıştı. Genç kız, içine düştüğü olaylardan o kadar habersizdi ki hali, tavrı Ertuğrul'u daha da gülümsetmişti.

''Babam, Süleyman Yalın eski İstanbul kabadayılarındandı. Ne hikmetse Eşref Hulusi Açıktan'la birbirlerini tanır ve hiç sevmezlerdi. Yaşadığım haksızlıktan sonra vazgeçmeyip başarı basamaklarını hızla çıkarken babamdan bizlere kalan en büyük mirası, yani soyadımızı kullanarak bugünlere geldim.''

Son sözlerini söyleyip sessizleştiğinde Armağan huzursuzca kıpırdanıp

''Baban?'' diye sordu.

Gözlerinde endişe ve hüznü fark eden Ertuğrul, onun şefkat dolu kalbine, ruhuna bir kez daha hayran olmuştu. Tebessüm ederek

''Hayatta. Aslında büyük bir ailem ama pek görüştüğümüz söylenemez.'' Dediğinde gelebilecek soruları engellemek içinse vakit kaybetmeden konuşmaya devam etti.

''O da başka bir günün sohbet konusu olsun. Bugün sadece Ender'le ilgili olan kısmı anlatacağım. Şimdi gelelim Çiçek'in kim olduğuna.''

Az evvel ters çevirdiği fotoğrafı düzeltip fotoğraftaki kıza uzun uzun bakmıştı.

''Çiçek, Ayşe abla ve Veysel abinin kızıydı. Biz uzun yıllardır tanışıyoruz, hatta o kadar uzun ki benim lise yıllarımı bilirler. Çiçek, benden birkaç yaş küçüktü, kız kardeşim gibiydi. Onu gözümden sakınırdım çünkü çok güzel bir kızdı. Neşeli, cıvıl cıvıl, enerjisi hiç bitmeyen, yüzünden gülümsemesi eksik olmayan naif biriydi. Ben evimi ayırınca Ayşe abla, Veysel abi ve Çiçek'te buraya taşındılar. Her şey şimdi olduğu gibiydi. Ayşe abla evle ilgileniyor, yemek yapıyor, Veysel abiyse bahçenin bakımıyla uğraşıyordu. Çiçek o zamanlar üniversiteye başlamıştı. Benim gibi mimar olacağından bahsedip tatlı tatlı gülerdi. Ben de her seferinde 'Benden bile iyi ol' derdim. Gel zaman git zaman Çiçek durgunlaşmaya başladı. Gerekmedikçe konuşmuyor, gülmüyor, eskisi gibi şakalar yapmıyordu. İçine kapanmıştı. Biz, üniversiteye alışmaya çalışıyor, belki de birine âşık oldu falan diye düşünürken durumun öyle olmadığını anladık ama çok geç kalmıştık. Bir gün, soğuk bir şubat sabahı demir kapının önüne bedenini atıp kaçtılar.''

Demesiyle Armağan'ın ağzı açık kalmış, gözlerinden yaşlar boşalmıştı.

''Kim yapmış? Ender mi yapmış?''

Ertuğrul başını sallarken ona sarılıp sırtını sıvazlamıştı.

''Sonradan öğrendik ki Ender, Çiçek'i bulup tehdit etmiş. Bu evde olan biteni öğrenebilmek adına elinden ne gelirse yapmış ama Çiçek bunu kabul etmemiş. Durumu bizlere çaktırmadan onunla baş etmeye çalışmış. Bir süre bu durum böyle devam etmiş, tabi bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu ama dediğim gibi hareketlerinin değiştiğinin farkındaydık. Bir şeyi olup olmadığını sorduğumuzda iyi olduğunu söyledi ve bizleri geçiştirdi. Keşke böyle olmasaydı. Keşke peşine düşseydim, onun gençliğine verip göz ardı etmeseydim. O zaman ölmezdi. Çok gençti, çok küçüktü...''

Gözyaşları yanaklarına süzülürken derin derin iç çekti. Armağan, onun gözünden akan yaşlara, hızla inip kalkan ve titreyen göğsüne bakarken içi acımıştı.

Ertuğrul'un hâlâ merhamet ve sevgi dolu yanı olduğunu gözyaşlarında görmek o kadar garip gelmişti ki ne yapacağını bilemiyordu. O yıkılmaz, boyun eğmez, zalim sandığı adam için için ağlıyordu.

''Armağan...'' diye fısıldayıp kızın yüzünü kavradı ve gözlerini buluşturdu.

''Seni korumak için ne gerekiyorsa yapacağım ama sen de en ufak şüphende bile bana gelecek, haber vereceksin. Hiçbir şeyi tek başına yapmayacaksın. Yolda yürürken Ender'i görsen arayacaksın. Emin ol, o şerefsiz sana görünmek istemediği sürece görünmez. Eğer ki görünüyorsa altında muhakkak bir pislik vardır. Anladın mı?''

Armağan başını hızla sallayıp

''Anladım.'' Dediğinde onu kendine çekip alnını öptü.

''Şimdi aşağı inip güzelce kahvaltı edeceğiz. Hadi bakalım.'' Deyip tebessüm ederek kızın yanaklarındaki ıslaklığı silerken, kendi yanaklarını da onun kurulamasına izin vermişti.

Kahvaltı edip bahçede kahvelerini içtikleri sırada Ertuğrul yine düşünceliydi ve kendi kendine homurdanmaya başlamıştı.

''Yahu sen, bu şerefsizin gerçek yüzünü nasıl anlamadın?'' Diye çıkışmasıyla Armağan sadece omuzlarını silkip sessiz kaldığında

''Kafamı kıracağım. Duvarlara vura vura kıracağım. Aklım almıyor.''

Sözlerini duymasıyla kendini sıktı sıktı ama dayanamayıp kahkahayı patlattı. Onun katıla katıla güldüğünü gören Ertuğrul ise ufak çaplı bir şok geçirmişti.

''Ne oldu, neye gülüyorsun? Komik bir şey söylemedim.''

Armağan zar zor nefes alıp

''İnstagramda fenomen olan bir amca vardı aklıma o geldi. 'Kırıcam bu kafayı' diyordu ama sen bilmeyebilirsin. Kabadayılar instagram kullanmazlar diye düşünüyorum ama yanılıyor muyum?'' sorusuyla bu sefer gülmeye başlayan Ertuğrul oldu.

''Nasıl yani hiç bakmadın mı?'' dediği anda

''Sosyal medya hesabı olup olmadığına bakmadım diye trip atan adama bakın. Hele hele... Şirkete sözleşmeleri imzalamaya geldiğimizde sen, benim kim olduğumu bile bilmiyordun. Hatta beni erkek sandığına eminim. Ben bunu sineye çektim. Trip falan atmadım'' Diyerek kıyameti kopardığında genç adam yeniden kahkahayı basmıştı.

''O küçük burnunu düşürüp bir kez bile bakmadın değil mi? Hâlbuki beni takip ettiğini düşünüyordum. Ayrıca 'trip atmadım' dedin, bu külliyen yalan. O gün, 'Sizinle özel olarak görüşebilir miyiz Ertuğrul Bey?' diyerek benim ağzıma sıçtın. Hem de kendi şirketimde, kendi odamda!''

Armağan o günü hatırlayıp gülmeye başladığında nefes alamaz hâle gelmişti.

''Hak ettin. Kabul et hak ettin.''

''Hak ettim, kabul ediyorum. Ayrıca... Seni erkek sanmıştım!'' itirafıyla

''Yok artık ya!'' diye avazı çıktığı kadar bağıran Armağan, eline geçen kırlenti ona fırlatırken bahçe kahkaha sesleriyle inliyor, onları mutfak camının ardından izleyen Ayşe'yse bol bol duâ ediyordu.

''Allah'ım, bu bahçede çoluk çocuk sesi duymayı da nasip et. Âmin.''

***

Ertuğrul, sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açıp bahçede gözlerini gezdirdi. Yine bahçedeki salıncak yatakta yatmışlardı. Armağan burayı fazlasıyla sevmiş, sahiplenmiş gibiydi.

Gözlerini, yanında huzurla uyuyan, uyurken bir an olsun elini bırakmayan kıza çevirip uzun uzun baktı.

Yanında kalmaya başladığından beri kâbus görmediğini fark edip gülümserken, sağ elinin parmak uçları yine saçlarının arasında gizlenen yaraya dokunmuştu. O geceyi hatırladıkça, bu yara izini gördükçe kendine tekrar tekrar kızıyordu.

Ellerini usulca ayırıp, Armağan'ın daha o anda çatılan kaşlarına, huzursuzlanan yüz ifadesine tebessümle baktı ve alnına küçük bir öpücük kondurdu.

''Buralardayım. Sen uyumaya devam et.''

Derin uykuda olsa da mırıldanmış, yüzünü yastığa gömüp bir de sıkı sıkıya sarılmıştı. Onun hâline bir kez daha gülümseyen Ertuğrul ise yatağından kalkıp doğruca eve girdi, üst kata çıktı.

Odasından içeri girip banyoya ilerledikten sonra kısa bir duşun ardından üstünü giymek için giysi odasına girmişti. Gömleklerinin asılı olduğu kısımdan beyaz bir gömlek alıp giyerken, takım elbiselerinin bulundu bölüme ilerledi ve kısa süre onlara göz attı.

Lacivert renkte takımı eline alıp giydikten sonra büyük cam bir bölmenin içinde duran saatlerine ve kol düğmelerine de göz atıp 'E.Y.' Yazan kol düğmesiyle, yine lacivert iç aksana sahip bir saati eline aldı.

Ceketi, saati ve kol düğmeleri elinde, bağlamaktan nefret ettiği ve bir türlü bağlayamadığı kravatı boynunda açık bir hâlde aşağı indi.

''Ayşe Sultan!''

Mutfakta kahvaltıyı hazırlamakla uğraşan Ayşe Hanım'a seslenmesiyle yanında biten kadın, onu görür görmez gülmeye başlamıştı.

''Ahh deli çocuk! Şu kravatı bağlamayı öğrenemedin.''

Ayşe Hanım gülerek başını iki yana salladı ve Ertuğrul'un kravatını ellerinin arasına alıp bağlamaya başlayacağı sırada Armağan merdivenlerde göründü.

Çoktan uyanmış, hazırlanmış ve Ertuğrul'un ilk gördüğü hâline bürünmüştü. Attığı her adımda evde yankılanan topuklu ayakkabısının sesine istemsizce gülümseyen Ertuğrul'un bu hali Ayşe Hanım'ın gözünden kaçmamıştı.

''Şunu bağlatmak için evleneceğim. Vallahi bak! Yapacağım bunu!'' Deyip bıyık altından gülerken, Ayşe de gülmeye başladı.

''Oğlum sen deli misin? İnsan bunun için evlenir mi? Evlen, evlenme demiyorum ama çoluğum çocuğum olsun diye evlen. Bu gidişle karta kaçacak ve evde kalacaksın.''

Merdivenin son basamağından inen Armağan'a göz ucuyla bakıp hâlâ bağlamadığı kravatı aniden bırakıp

''Ocakta yumurta vardı. Senin yüzünden unuttum deli oğlan! Armağan, Ertuğrul'un kravatını bence sen bağlayabilirsin.'' Dediği gibi arkasını dönüp mutfağa girdiğinde ikisini baş başa bırakmıştı.

Ertuğrul, onun bu yaptığına kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastırırken, Armağan da Ayşe'nin işgüzarlığını fark etmişti.

Ertuğrul kendini toparlayıp, arkasında duran kıza yavaşça döndü ve hoş bir tebessümle yüzüne baktı.

''Günaydın. Bunu bağlama görevi sanırım sana kaldı Maviş.''

Armağan, Ayşe Hanım'ın bu yaptığına gülmemeye çalışarak Ertuğrul'a yaklaştı ve

''Günaydın. Biraz eğilir misin?'' dedi.

Ertuğrul, yanaklarının içlerini kemirip gülmemeye çalışırken azıcık eğildi, bu arada da onu dikkatle incelemeye başladı.

''Senin gibi bir adam, bu kravatı nasıl bağlayamaz gerçekten şaşırtıcı!''

Özenle tuttuğu lacivert kravatı düğümlerken Ertuğrul'un dikkatli bakışlarının altında nefessiz kaldığını hissediyordu.

''Ben bağladığımda çirkin oluyor ve çok uzun sürüyor.''

''Sen de sırf bunu bağlatmak için evlenmeyi düşünüyorsun öyle mi?''

Sorusuyla gülümseyip, Armağan'ın yanağını elinin tersiyle okşadıktan sonra fısıldayarak cevap verdi.

''Her kravat bağlayanla değil, güzel bağlayanla evlenmek gibi bir düşüncem var.''

Dediği sırada yüzündeki hınzır gülümsemeyi gören Armağan, kravatı hızla çekip Ertuğrul'un nefesini kesmişti. Kravat son raddesine kadar boğazına dolanıp, sıkarken

''Dikkat et de karın tarafından boğulma!''

Sözlerini duyup gülmek isterken, gülemiyordu çünkü nefes bile alamıyordu. Armağan ise onun nefessiz kalışına aldırmadan arkasını dönüp mutfağa girmiş, kahvaltısına başlamıştı.

Kahvaltının son bulmasıyla ikisi de evden ayrılıp kapıda bekleyen araçlarına geçerlerken vedalaştılar.

''Akşama görüşürüz. Kendine dikkat et, bir şey olursa da muhakkak arayıp haber ver.'' Deyip usulca yanağını öpen adama gülümsedi.

''Evime gidip bir şeyler alacağım. Akşama görüşürüz, sen de dikkatli ol.''

Araca geçtiği sırada Ertuğrul, İsmail'e

''İsmail, arkanızdan bir araç sürekli takip halinde olacak ama sen yine de gözünü dört aç.'' Demişti.

İsmail usulca başını sallayıp

''Aklınız kalmasın Ertuğrul Bey. İyi günler.'' Diyerek aracın şoför koltuğuna geçtikten sonra hareket etti ve evden ayrıldılar.

Bir süre sessizlik içerisinde ilerlemiş, sabah trafiğinin yoğunluğunda eve varmaya çalışmışlardı. Bir saat sonra eve vardıklarında aklındaki düşüncelerle boğuşan Armağan hiç tereddüt etmeden

''İsmail, Ertuğrul'un çizdiği ama Ender'in inşa ettiği o binalar nerede?'' diye sordu ve onun yüzünün allak bullak oluşunu izledi.

İsmail, Armağan'a tereddütle bakıp ne diyeceğini bilemeyerek öylece kalırken

''Bildiğine eminim!'' sözlerini duymasıyla iyice mahcup hissetmişti.

Kısa süre sessiz kaldıktan sonra dikiz aynası aracılığıyla Armağan'ın gözlerine baktı.

''Şu an tam önünde duruyor ve içinde yaşıyorsunuz Armağan Hanım.''

Mırıldanır gibi söylediği sözlerle donup kalma sırası Armağan'a gelmişti. Aldığı cevapla gözlerini kocaman açıp

''Burası mı? Bu muhit, bu siteler mi?'' Diye sordu. İsmail tedirgince

''Evet Efendim.'' Diyerek az önceki cevabını onaylarken Armağan bedeninin buz gibi olduğunu hissetti.

Ertuğrul'un, kendisini bu evden çıkarmasının bir başka sebebiyle daha yüzleşip ürkekçe silkelendi.

''Neden söylemedin? Aralarındaki husumeti öğrenmeye çalıştığımı biliyordun. Merdivenlerden düştüğüm gece Ertuğrul'un sorduğu soruların ne anlama geldiğini şimdi daha iyi anlıyorum. O gece evime geldi ve nerede yaşadığımı görünce iyice delirdi. Şüphelerini onaylamış gibi olmuş ama anlamamışım.''

İsmail kıpkırmızı olurken ona bakıp başını sallamakla yetinmişti.

''Armağan Hanım, bunu benden duymanızın doğru olmadığını düşündüğüm için sessiz kaldım. Ertuğrul ve Ender'in savaşı, iş dünyasında bilinir. Siz zarar görmeyesiniz diye sustum. Başınıza bir şey gelmesinden korktum.''

Dediğinde Armağan da başını sallamakla yetindi. Tam arabadan ineceği esnadaysa İsmail'in konuşmasıyla duraksadı.

''Duymanız gereken bir şey daha var Efendim. Madem artık gerçekleri biliyorsunuz. Bunu da öğrenmeniz gerek.''

Armağan, tereddütle İsmail'e baktı.

''Dinliyorum.''

''Ertuğrul Bey ve Ender Bey, Dubai de yapılacak olan bir iş için yine karşı karşıya geldiler.''

Armağan, İsmail'e buruk bir tebessümle basmasa da tüm bedeni gerilmişti.

''Duydum. Asıl savaş şimdi başlıyor hissediyor, dahası bunu ikisinin öfkeli bakışlarından biliyorum.'' Diyerek aracından inip evine girdi, birkaç parça daha kıyafet alıp şirketine geçti.

Odasında çalışmalarına gömülmüş, saatlerdir çizimleriyle uğraşıyordu ki çalmaya başlayan şirket telefonunu eline alıp aramayı cevapladı.

''Armağan Hanım, ablanız ve enişteniz geldiler. Sizi görmek istiyorlar efendim!''

Armağan, elindeki kalemi usulca masaya bırakıp derin bir nefes aldı.

''Gelsinler, bekliyorum.''

Fısıldar gibi cevap verip telefonu kapattıktan sonra buz gibi olan ellerini yumruk yapmıştı. Ayağa kalkıp masanın ardından çıkarken içeri giren ablasına gülümseyerek baktı.

Onun hemen ardında duran Cenk'e ise özellikle bakmamaya özen gösteriyor, bunu ablasına fark ettirmemeye çalışıyordu.

''Hoş geldin ablacığım.''

Ona sıkı sıkı sarılırken, aklından Ertuğrul'u bahçede feryat figan durdurduğu anlar ve o gece telefonuna gelen masajlar gelmişti. İçinde kocaman bir öfke vardı ama o öfkeyi kusamıyor, kendi kendine yanıp kavruluyordu.

Ablası özel hayatıyla ilgili olumsuz tek bir şey söylese Armağan her şeyi gün yüzüne çıkarmaya hazırdı fakat ablası o kadar mutlu görünüyordu ki ağzını bile açamıyordu.

Gerçekleri anlatırsa, Cenk bunları kabul etmez, ablasını doldurur ve aralarındaki ilişkiyi kopartır diye ödü kopuyor, susuyordu.

Sustuğu için kendine kızıyordu. Ablasının aldatılışını, kandırılışını görüyor ve susuyor, sustuğu her an ömründen ömür götürüyordu.

Aslında, o gece gelen mesajı ve fotoğrafları göstermek aklından geçmişti ama bunu nasıl yapacağını bilememişti. Her şeyi göstermenin anlatmanın elli farklı yolunu düşünüp hiçbirine cesaret edememesine kızıyordu.

Bu güçsüzlüktü, biliyordu ama kolay değildi. Dışarıdan göründüğü kadar basit ve kolay değildi. Yaşamayan bilemez, anlayamaz, çok rahat suçlardı.

Aklındaki düşünceleri en gerilere gönderip gözlerini kapattı ve usulca nefes aldı.

''Geldiğimizden beri yüzünü göremedik Armağan. Nerelerdesin? Bizimle görüşmek istemediğini düşünmeye başlayacaktım ki Cenk, 'O gelmiyorsa, biz ona gidelim.' dedi ve yanına geldik.''

Armağan, ablasına sarılmaya devam ederken, bir anlığına Cenk'e nefretle bakmaktan kendini alıkoyamadı.

''İyi yapmışsınız. Yarım saat içerisinde toplantım var ama bir kahvemi içersin değil mi ablacığım?''

Aslında toplantısı falan yoktu. Cenk'in bir an önce bu odadan ve binadan çıkması dışında hiçbir isteği yoktu.

''İçerim tabii ki güzellik.'' Diyen Aylin, kardeşinin yanaklarını uzun uzun öptüğünde, Armağan sadece ağlamak istediğini hissetti.

Ondan ayrıldıktan sonra hızlı adımlarla masasına ilerlerken, özellikle Cenk'ten uzak durmaya çabalıyordu. Telefonu eline alıp Nur Hanım'ı aradığı sırada

''Kahveni nasıl içersin ablacığım?'' diye sordu.

''Sade.''

Cevabıyla gözleri istemeyerek de olsa Cenk'e dönmek zorunda kalmıştı.

''Sen nasıl içersin enişte?''

Üstüne basa basa, dişlerinin arasından 'enişte' deyişini duyan Cenk, kendisiyle muhatap olmak zorunda kaldığı bu anın keyfini çıkara çıkara gülümsedi ve pişkin bir şekilde

''Şekerli... Tıpkı senin gibi!'' dedi.

Aylin, her şeyden habersiz kocasının bu masum sandığı şakasına gülerken, zorla yutkundu ve Nur Hanım'a kahveleri söyledi.

Aradan geçen beş dakika sonunda kahveler geldiğinde Armağan masasından kalkıp, ablasının karşısındaki koltuğa oturdu.

Kısa süre ettikleri sohbet esnasında, aslında ablasını ne kadar özlemiş olduğunun farkına varmış, bu durumsa içinde tuttuğu acılarını iyice gün yüzüne çıkarmıştı.

Onunla dertleşmeyi, havadan sudan konuşmayı, film izlemeyi, gezmeyi ve daha birçok şeyi özlüyor ama özlemini yıllardır gideremiyordu.

Aylin ve Cenk kahvelerini bitirip ayaklandıkları sırada Armağan da onları geçirmek için ayaklanmıştı. Yeniden ablasıyla kucaklaşıp vedalaşırken Aylin günün bombasını patlattı.

''Aslında biz, seni akşam yemeğine kaçırmaya geldik. Yani teklif yok, ısrar çok! Akşam bizimlesin itiraz istemem.''

Bir an ne diyeceğini bilemez hâlde öylece donup kalırken, Cenk'in kendisine pis pis sırıttığını açıkça görüyordu.

''Bu akşam...'' diye söze girip, teklifi geri çevirmenin yolunu aramaya başlamıştı ki odasının kapısı aralandı.

O, kimin geldiğine bile bakamadan omzuna dolanan kolu hissedip, çok tanıdık bir ses duydu.

''Bu akşam Armağan Hanım'la önceden belirlenmiş bir yemek planımız var. Kardeşinizden randevu almak çok zor oluyor Aylin Hanım.'' Diyen Ertuğrul, boşta kalan sağ elini Aylin'e uzatıp sıktı.

''Sizinle daha önce de burada karşılaşmıştık. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, Ertuğrul Bey'di değil mi?''

''Evet, Aylin Hanım. Doğru hatırlıyorsunuz.''

Ertuğrul, sarı saçları omuzlarından aşağıya dalga dalga dökülen, gözlerinin rengiyle, yüz ifadesiyle tıpkı Armağan'ı andıran ancak ona göre daha uzun boylu ve keskin vücut hatlarına sahip genç kadına gülümseyerek baktı.

Aylin ise kardeşinin yanında ilk kez böylesine samimi olduğu birini görmenin garip heyecanını yaşıyor, ikisine de dikkatle bakıyordu. Kardeşinin omzunu saran kolunun sahiplenici duruşu ve onun buna sessiz kalışıysa şaşırmasına sebep olmuştu.

Bu sırada Ertuğrul'un gülen yüzü aniden soldu ve gözleri Cenk'i buldu. Elini ona uzatıp olabildiğince sıkarken

''Siz de Aylin Hanım'ın kocasısınız sanırım!'' demişti.

Cenk, elinde hissettiği acıyla kıvranmamak için kendisini var gücüyle kasıp

''Evet!'' demeyi başarabildi.

''Aslında yemeğiniz çok özel değilse, sizinle birlikte yemek yemekten mutluluk duyarız!''

Bu sözlerle Ertuğrul ve Armağan'ın bakışları Aylin'e dönmüştü. Ertuğrul, onun gülen gözlerine bakarken, içinde hissettiği vicdan azabıyla savaşıyor, ona gerçekleri anlatmamak için kendisini zor tutuyordu.

Gözlerini ondan kaçırıp Armağan'a baktı. Gergin olduğunu anlamak Ertuğrul için zor olmamıştı. Omuzunu hafifçe sıkıp

''Güzelim?'' dediğinde Aylin, duyduğu bu sözle ufak bir şok daha geçirdi.

Kocaman olmuş gözlerini kardeşine çevirdiği sırada Cenk ise dişlerini sıkmış, karşısındaki adama öfkeyle bakıp kalmıştı.

''Sanırım, ablan seninle vakit geçirmeyi özlemiş. Bence onu kırmayalım. Bu akşam birlikte yemek yiyelim. Ne dersin?'' Diye sorduğunda Armağan'ın korku parıltılarının oynaştığı bakışları kendisine döndü.

Usulca gözlerini kapatan Ertuğrul, ona sakin olmasını söyler gibi bakıyor ve koluyla sardığı bedenini sımsıkı tutmaya devam ediyordu. Armağan gülümsemeye çalışarak ablasına bakıp

''Tamam. O zaman akşam yemeğinde sizdeyiz.'' dediğinde Aylin derin bir nefes almış ve mutlulukla kardeşine sarılmıştı.

İşte tam bu anda Ertuğrul'un buz gibi sert bakışları yeniden Cenk'i buldu. Adamı tek eliyle boğma isteği dışında hiçbir şey düşünmeyip zorla nefes alırken

''Akşama görüşürüz!'' dediğinde Cenk fark edilir şekilde irkilmişti.

Ablasıyla eniştesini uğurlayıp Ertuğrul'a döndüğü anda dakikalardır içinde tuttuğu nefesi verdi.

''Ertuğrul...''

Yardım ister gibi mırıldanıp, gözlerine tedirgince baktığında karşısındaki adamın dimdik duruşu güvendeymiş gibi hissettirmişti.

''Eve geçip dinlen ve hazırlan. Korkacak, tedirgin olacak bir şey yok. Ben yanındayım.'' Dedikten sonra

''Saat altıda evden çıkmış oluruz.'' Demiş, saçlarına küçük bir öpücük kondurmuş ve şirketten ayrılmıştı.

Saat dört gibi Armağan da şirketten çıkıp, bulundukları semtteki en yakın mağazalarından birine girdi. Akşam için uygun bir şeylere bakarken, bir yandan da mağazasını kontrol ediyordu.

Patronlarının sürpriz ziyaretiyle elleri ayaklarına karışan çalışanlarına gerektiğince ciddi, mesafeli ama anlayışlıydı.

İstediği, aklında belirlediği kriterlere uygun iki üç parça kıyafeti kısaca anlatıp getirmelerini beklerken duvarda kocaman harflerle yazılı olan 'Armi Karcan' adına baktı.

Çocukluk hayali, yıllar süren eğitimlerin, alın terinin ve emeğin karşılığı bu marka olmuştu. Her gün aynı heyecanla işe gitmek, çalışmak ve başarıyla bezenip tatmin olmak bambaşka hissettiriyor, onu daha da kamçılıyor ve daha büyük başarılara yürümesine yardımcı oluyordu.

Çalışanlarının getirdiği bluz, ceket ve pantolondan oluşan parçaları kombin yapıp denedikten sonra aynadaki yansımasına baktı.

''Bence oldu. Sizce?'' diyerek çalışanlarının da fikrini almak istediğinde fikirden ziyade beğeni dolu sözlerini işitmişti.

Kıyafetleri alıp mağazadan çıktığı gibi aracına geri döndü ve vakit kaybetmeden eve geçti. Hızlıca duş alıp giyinme odasına girdikten sonra hazırlanmaya devam etti.

Saçlarını dağınık bir topuz yapıp tel tokalarla tutturdu, hafif bir makyaj yaptı, tenindeki kurulukları gidermek için vücut kremini sürüp giyindi.

Saat beşte eve gelen Ertuğrul da hızlıca hazırlanmış, Armağan'ı beklemeye başlamıştı. Aslında fazlasıyla gergin, sinirli hatta öfkeliydi.

Bütün gece boyunca Cenk'in yüzünü dağıtmadan nasıl duracağını bilemiyor, bu ayrıntıyı düşünmemeye çalışıyordu. Kendini sakinleştirmek içinse ç

'Armağan üzülür, hasta olur. Onun hasta olmasını istemezsin.' Diyordu.

Evin giriş katına uzanan merdivenlerin karşısında duran boy aynasına bakıp üstünü düzelttiği sırada gözleri arkasında beliren kızı buldu.

Bileklerine varmadan biten siyah renkte kumaş pantolonun üstüne, beyaz bir tişört giymiş onu da siyah bir ceketle tamamlamıştı. Rahat ve şık görüntüsünde Ertuğrul'u en çok şaşırtan ayağına giydiği beyaz spor ayakkabıları olmuştu.

Onu evde pijama, eşofman gibi rahat kıyafetler içerisinde görmüştü ancak dışarı çıkarken her zaman ayağında olan topuklu ayakkabılarının yerine spor ayakkabı giymesine şaşırmıştı.

Ayrıca böyle bir kıyafetin altına giydi o ayakkabılar, onu daha da ufak tefek göstermişti. Tebessüm ederek, gayet sakin, naif ve insanın içini kıpır kıpır eden bir tonlamayla

''Armağan!'' dediğinde, kızın gözleri gözlerini bulmuştu.

''Ertuğrul!''

Kendisini taklit edercesine aldığı bu cevaba gülüp, omuz hizasının azıcık altında kalan kıza şöyle bir baktı.

''Senin boyun kaç santim?''

Kendisini tutamayarak sorduğu bu soruyla kaşları derince çatılan Armağan

''Bir metre elli beş santim!'' dediği anda Ertuğrul dişlerini sıkıp, gülmemeye çalışırken renkten renge girmeye başlamıştı.

''Komik mi?'' Diyen sert sesiyle, boğazını temizliyormuş gibi yapıp iki elini havaya kaldırdı.

''Hayır, tabii ki değil! Hiç komik değil.''

''Bence de değil! Onun için, bana havadan havadan bakıp gülme!''

Armağan bir yandan ona söyleniyor, bir yandan da giyim tarzını itinayla inceliyordu. Beyaz kumaş pantolonu, açık mavi gömleği ve üstüne giydiği krem rengi ceketiyle yine hoş bir görünüm elde etmişti.

Bu sırada gömleğinin yakasının ceketin yaka kısmının içinde kaldığını fark edip, parmak uçlarında yükseldi ve eğreti duran kısmı düzeltti.

''Annen seni neyle besledi gerçekten merak ediyorum.''

Bu sözlere tebessüm eden Ertuğrul

''Onu da anneme sormak lazım!'' derken Armağan'ın gözlerinin içine bakıyordu.

Utandığı, telaşlandığı kırmızıya dönen yanaklarından belliydi. Kısa bir an onu izleyip

''Eğer hazırsan çıkalım!'' dediği anda gerilen yüzünü anbean izledi. Kolunu usulca omzuna sarıp kapıya ilerlerken

''Sakin ol, ben yanındayım ve yanında olacağım. Korkup gerilecek bir şey yok!'' diyor, onu olabildiğince sakinleştirmeye çalışıyordu.

Ancak bu durum Armağan için çok zordu. Araca geçip bir saate yakın yol gittikten sonra misafir olacakları evin önüne geldiler ve birbirlerine baktılar.

İkisi de yol boyunca hiç konuşmamış, tabir caizse ağızlarını bıçak açmamıştı. Ürkütmeden, tedirgin etmeden eline uzanıp tutarken

''Sen hayatımda gördüğüm en güçlü kadınlardan birisin Armağan Karcan!''
deyip gülümsediğinde Armağan'ın da yüzünde minnettar bir tebessüm oluştu.

''Sen de hayatımda gördüğüm en ilginç adamsın Ertuğrul Yalın! Biraz deli, biraz dengesiz ama özünde iyi kalpli ve centilmensin! Canın yanmadığı sürece!''

Dedikten sonra ikisinin yüzünde de küçük bir gülümseme belirmiş, Armağan da sözlerine birkaç şey daha eklemek istemişti.

''Hepsini aynı bünyede nasıl barındırdığına şaşırıyorum.''

Ertuğrul'un yüzündeki gülümseme daha da büyüdü ve cevap hiç gecikmeden geldi.

''Canımı sıkana deli, şerefsizlere zorba, senin gibi güzel, meleği andıran bir kadınaysa iyi kalpli ve centilmenim. Bence bunu anlamak çokta zor değil.''

Armağan, çatılan kaşlarının ardından Ertuğrul'un gözlerine bakarken, kavga ettikleri gecedeki o soğuk bakışları hatırladı ve o bakışları aradı.

Ancak günlerdir aynı evi paylaşıp, bol bol vakit geçirmelerine rağmen o bakışların tek bir kırıntısını bile görmediğini fark etti.

Ertuğrul, o evin sınırları içerisinde gerçekten bambaşka bir adamdı. Dışarıda görünenle hiç alakası olmayan bir adam!

''O gece bana, kin, öfke ve nefretle bakan gözler gerçekten bunlar mıydı? Günlerdir o gözlerle hiç karşılaşmadım ve bu yüzden o gecenin bir kâbustan ibaret olduğunu düşünmeye başlayacağım. Yara izimi görmesem!''

Bir anda söyleyiverdiği bu sözlerle yüzündeki gülümsemeden eser kalmayan Ertuğrul, derin bir nefes alırken

''Ömrübillah bunu söyleyeceksin değil mi?'' diye sormuştu ama sesi öfkeli değildi.

Aksine çok üzgün, pişman ve yaralı çıkmıştı. Armağan'ın alnın üst kısmındaki yaranın daha derini Ertuğrul'un kalbine hatta ruhuna kazınmıştı.

Gözlerindeki hayal kırıklığı, pişmanlık ve üzüntüyse bariz şekilde belli oluyordu. Bu durum Armağan'ı etkilediyse de geri adım atmaya niyeti yoktu. Madem bir laf etmişti, sonunu da getirecekti.

''Bir ömür görüşeceğimizi sanmıyorum ama bir ömür o bakışını hatırlayacağımı biliyorum. Sana edeceğim hiçbir teşekkür şu ana kadar yaptıkların ve yanımda olmanın karşılığı olamaz, bunu da biliyorum. Ancak, o gece beni yargılamak yerine sorabilirdin. Üstüme gelmek yerine, benimle doğrudan konuşabilirdin. O gece için sana hâlâ kırgın hissediyorum.''

Ertuğrul sessizce onu dinliyor, bir yandan da durmadan dudaklarını kemiriyordu. Sessizdi çünkü Armağan'ın söylemlerinde ne kadar haklı olduğunu biliyordu. Üzülüyordu. Yıllar sonra gerçekten üzülüyordu.

Armağan, ne yaşarlarsa yaşasınlar kırgınlığını kalbinde hissettiği gibi o da üzüntüsünü kalbinde hissediyordu.

''Artık eve girsek iyi olacak.'' Diyerek arabadan inen kızın yanına ilerleyip, omuzlarını sıkıca kavradı ve zile basması için hazır olacağı anı sabırla bekledi.

''Beni hiç affetmeyecek misin?''

Tam zile basacağı sırada duyduğu bu soruyla duraksayan Armağan, yavaşça arkasına dönüp Ertuğrul'un gözlerine baktı.

''Elini tutmayıp düşen ve yaralanmama sebep olan bendim. Sen bana yardım etmeye çalıştın ama ben istemedim. Bu konuda seni asla suçlamıyorum. Fakat o gece öfke kusmak yerine dinleseydin böyle olmazdı.'' Deyip sustu ve asıl varmak istediği konuya girdi.

''Mesajları görüp evden silahla çıktığın gece... Seni ben durdurmadım, sen kendi kendini durdurdun. Lütfen bu gecede öfkeni kontrol et ve sakin ol. Her şey açığa çıkacak, hiçbir sır, sır olarak kalmayacak biliyorum ama ablam böyle öğrenmesin. Lütfen sakin ol. Benim için değil, ablam için sakin ol.''

Neden böyle bir konuya dönüş yaptığını ve eski yaraları kaşıdığını anlayan Ertuğrul, ona sarılıp başının üstünü öperken

''Sakin olacağım. Senin için ve ablan için sakin olacağım.'' Diye fısıldamıştı.

Kısacık sessizliğin sonunda yeniden fısıldadığındaysa dudaklarından şu sözler döküldü.

''O gece beni durduran sendin. Gitme diyen birini, hele ki seni bırakıp gitmem. Gidemem.''

Armağan, duydukları karşısında biraz şaşırmıştı ama çok da mutlu olmuştu. Kalbi hızla atıyor, karnına ağrılar giriyordu ama yüzü gülüyordu. Onun yüzündeki gülümsemeyi görüp gülümseyen Ertuğrul'unsa keyfine diyecek yoktu.

''Gerçekten benim için mi durdun?'' Sorusuyla daha da gülümserken usulca eğilip kızın kulağına fısıldadı.

''Başka kimin için duracaktım ki!''

Aralarında yeniden uzun bir sessizlik oluşmuş, dilleri susmuş gözleri konuşmuştu. Bir dakikanın sonunda toparlanıp kapı ziline basan Armağan derin bir soluk alırken omzunu sıkıca tutan eli hissediyordu.

''Hoş geldiniz, nerede kaldınız?'' diye kapıyı gülerek açan Aylin kenara çekilip onları içeri alırken Ertuğrul bombayı patlattı.

''Küçük hanımla ufak bir konu hakkında tartışıyorduk. Armağan'ı tamamen yanımda yaşaması için bir türlü ikna edemiyorum. Aslında Armağan'la birlikte yaşamak çok güzel ve bunu kaybetmek istemem!''

Elleri ceplerinde, yüzünde silik bir tebessümle önce Armağan'ın şok olmuş yüzüne, ardından Aylin'in kocaman olmuş gözlerine, son olarak da Cenk'e baktı. Ancak gözleri, onun gözlerini bulduğunda aniden buz kesmişti.

''Aynı evde yaşadığınızı bilmiyordum!'' Diyen Aylin, ikisine de aynı şaşkınlıkla bakmayı sürdürüyordu.

''Aslında yaşıyor sayılmayız. Yani kısa süreli bir...''

Armağan sözünü tamamlayamadan Ertuğrul yeniden konuşmaya başladı.

''Kardeşinizi benimle yaşaması için siz ikna edebilirsiniz diye umut ediyorum Aylin Hanım.''

Aylin duyduğu son sözlerle gülmeye başlarken, bir yandan da Armağan'a sarılıyordu.

''Armağan, ikna edilmesi zor ve inatçı bir kadındır. Allah yardımcınız olsun Ertuğrul Bey.''

''Doğru!'' diyen Ertuğrul az ilerisinde duran Cenk'e ilerleyip, mide bulandırıcı bir şeye bakıyormuş gibi ifade takınarak tokalaştı. 

''İyi akşamlar Cenk!'' derken dişlerini var gücüyle sıkıyor, keskin ve kısa soluklar alıyordu.

''İyi akşamlar Ertuğrul...'' demeye kalkmasıyla Ertuğrul'un kapkara bakışları ve keskin bir hareketle havalanan kaşını görüp yutkunmaya çalıştı.

''Ertuğrul Bey.'' Dedi.

Duyduklarından, gördüklerinden gayet memnun kalan Ertuğrul ellerini ayırıp, kirli bir yere dokunmuş da birbirine vurup temizlemeye çalışır gibi yaptı.

Ceketini tek hamlede çıkartıp, gömleğin sıkıca sardığı yapılı bedenini ve kaslarını göstere göstere arkasını döndü.

Ceketi askıya asmak birkaç adım atmıştı ki Aylin, Armağan'dan ayrıldı. Kocasıyla kız kardeşine kısacık bir an bakınca, Armağan istemeden de olsa kendisini Cenk'in önünde bulmuş, bunu fırsat bilen Cenk ise Armağan'a sıkıca sarılmıştı.

Ertuğrul, karşısında duran ayna sayesinde olan biteni fark edip buz gibi olurken, Cenk başını birazcık kaldırdığı an, aynadan kendisinin her hareketini öldürücü bakışlarıyla izleyen Ertuğrul'u gördü.

Dişlerini sıktığı için kasılıp kalan çenesi ve tüm yüz hatlarına inat, Armağan'ın kulağına doğru eğildi ve Ertuğrul'un anlayamadığı bir şeyler fısıldamaya başladı.

''Ben de seni ziyaret etmek için evine gelip duruyordum ama bir türlü seni bulamıyordum. Demek bu adamla yaşamaya başladın ha! Öyle mi Armağan? Öyle mi sevgilim?'' dediği anda tüm vücudu kasılıp kalan Armağan, bir an önce Cenk'in kollarından kurtulmak için duâ ediyordu.

Daha kendisine sarılalı beş saniye olmamıştı ancak, o beş saniye ömür gibi gelmişti.

''Bu adam bana neden böyle bakıyor sevgili baldızım?'' diye sorduğu sırada onun kollarından kurtulmayı başardı.

''Gidip kendisine sorsana sevgili eniştem!''

Karşısındaki adama nefretle bakarken, sözcükler ağzından zorla çıkmıştı.

''Armağan?''

Aylin'in mutfaktan gelen neşeli sesiyle toparlanıp arkasına döndüğü sırada Ertuğrul'la burun buruna geldi.

''Bir an Armağan'ı hiç bırakmayacaksın sandım Cenk!''

Güler gibi söylediği bu sözlerle ortam buz tutarken, Armağan onun ne yapmaya çalıştığını anlayabilmek için gözlerine bakıyordu.

Arkasında duran Cenk'e çaktırmadan susmasını işaret ettiği sırada kendini yine Ertuğrul'un kolları arasında buldu.

Bedenini sımsıkı saran kollarla güvenli sulara çekilmişti ancak bu sefer ki sarılışı kapıdakinden çok daha farklı ve güçlüydü.

''Ben, sevdiğim insanı paylaşamam! Kıskancımdır ve kıskançlıkta bende aşırı öfke yapar!'' demesiyle Cenk'in cevabı hiç gecikmedi. Yüzünde alay eder gibi bir gülümsemeyle,

''Belki de Armağan beni bırakmak istememiştir Ertuğrul Bey!'' dediği anda yanlarında biten Aylin olmasa, ortalık çoktan karışacaktı.

''Armağan, üç kez seslendim ablacığım! Âşık mısın?'' dediği sırada gözleri Ertuğrul'a dönmüş ve açıkça gülmüştü.

Armağan, Ertuğrul'un kolları arasından çıkıp ablasıyla mutfağa girerken tedirginlikle arkasına baktı. İki adam hâlâ aynı yerde duruyor ve birbirlerine buz gibi, öldürücü bakışlar atıyorlardı.

Aylin'le yemekleri getirip masaya geçtikten sonra hem yemek yemiş, hem muhabbet etmişlerdi. Her şeyin çok lezzetli olduğunu söyleyerek Aylin'e iltifat eden Ertuğrul, sinirinden kıpkırmızı kesilen Cenk'e göz ucuyla bakmayı sürdürüyordu.

Yemek bu şekilde son bulmuş ancak kimse masadan kalkmamıştı. Ara ara mezelerden atıştırıyor, kadehlerdeki içkiler tazeleniyordu. Armağan ise alkollü hiçbir şey almayıp, yakın zamanda iki kez rakı içtiğinden bahsederken Ertuğrul'a bakıp tebessüm etmişti.

Kızlarla meyhaneye gittikleri akşam yaşananlar ikisinin de hafızasında tazeliğini koruyordu.

Genç kız, ablasıyla tatlı bir muhabbete başladığı andan beri omzuna sıkı sıkı dolanan kolun yarattığı güven hissine içten içe şaşırıyordu.

Cenk'in varlığını en az şekilde düşünüp hissediyor ve ablasıyla, onu özlediği tüm anlara inat hasret gideriyordu. Bu sırada ayağa kalkan Aylin,

''Cenk, bir dakika mutfağa gelebilir misin?'' dediğinde adam silkinerek kendine geldi ve karısının peşinden ilerdi.

''Yüzünüz gülüyor Armağan Hanım!''

Ertuğrul'un bir saat öncesine göre daha sakin, daha ılımlı ses tonunu duyan Armağan, ona doğru döndüğü an dudaklarına hafifçe dokunup geçen dudakları ve nefesine karışan o sıcacık nefesi hissetti.

İkisi de aniden oluşuveren bu temasla donup kalırken gözleri kapanmış, yaşanan o garip heyecanın gerginliği damarlarında oluk oluk akmaya başlamıştı.

''Sadece... Teşekkür etmek istemiştim!''

Kısa süre sonra Armağan zar zor bu cümleyi kurduğunda Ertuğrul'un yüzünde yarım ve çapkın bir gülümseme oluştu.

''Daha öpmedim ki Maviş. Bu teşekkür ne için?''

Armağan, çatık kaşlarının altından ona sert sert bakmak istedi ama bu sefer başarılı olamadı. Yüzünde beliren gülümsemeyi dudaklarını kemirerek saklamaya çalışırken, Ertuğrul'un sessiz kahkahaları kulağına doluyor, boynuna çok yakın bir yerde aldığı nefeslerse tenini yalayıp geçiyordu.

Hayatı, işleri ve kendisi böylesine karmaşık bir adamdan kaçması gerekirken, tam tersini yapıp ona koşuyordu.

Ateşe koşuyordu.

Onu yakıp kül edecek ateşe.

Ama ateşe de razıydı, yanıp kül olmaya da.

Gönüllüydü bu sefer, bütün yaşayacaklarına.

Aslı gibi gönüllüydü sevdaya, razıydı yanmaya.

İçinde ilk kez hissettiği, yeni filizlenen sevdayla hazırdı savaşmaya, barışmaya, kazanmaya, kaybetmeye.

En çok da sevmeye ve sevilmeye.

Onun bilmediği şeyse, kendisi nasıl Aslı gibi yanmaya razıysa, kollarıyla kendisini saran adamda Kerem olup onun ardından diyar diyar gezmeye çoktan razıydı.

Kerem gibi sevdasıyla yanmaya, yandıkça yakmaya hazırdı.

Kerem gibi yanacaktı Ertuğrul.

Aslı nasıl Kerem'in ateşinde küle döndüyse Armağan da Ertuğrul'un ateşiyle yanıp küle dönecekti.

Herkesi, her şeyi yakar mıydı sevda?

Yaşayıp göreceklerdi.

Onlar birbirlerine bakıp gülerken Aylin ve Cenk yeniden masaya geldiler ve Ertuğrul'un az evvelki ifadesinde zerre eser kalmadı.

Saniyeler içerisinde yüzündeki gülümsemeyi yok etmiş, bakışlarındaki sıcaklığıysa gözlerinin karalığına gömmüştü.

''Aylin, Armağan'la aranızda kaç yaş var?''

Ertuğrul, ikisine de sert ifadesinin altından gülümseyerek bakarken gözünün biri yine Cenk'in üstündeydi.

Cenk, yemek ve sonrasında bir kez olsun ağzını açmamış, sohbete katılmamış ve varlık belirtisi göstermemişti. Bu durumsa Aylin dışında, Cenk'in kendisi dâhil herkesi mutlu etmişti.

''Üç yaş var. Ben iki numaralı çocuğum, Armağan ise dört!'' dediğinde Ertuğrul başını hafifçe salladı.

Bu sırada telefonu çalmaya başlayan Cenk yanlarından ayrılırken Ertuğrul hiçbir şey yokmuş gibi konuşmaya devam etti.

''En büyüğünüz Murat, sen ve Arda ise ikizdiniz değil mi?"

Sorusuyla başlayan muhabbet, gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürmüştü ama Cenk bir daha hiç ortalıkta görünmemişti. Onun bu yaptığına içten içe bozulan Aylin'se masayı toplamasına yardım eden kardeşine mahcup bir hâlde baktı.

''Cenk nereye gitti bilmiyorum ama Ertuğrul Bey'e çok ayıp oldu.''

Sözleri söylerken yaşadığı hayal kırıklığını duyan Armağan, usulca omzuna dokunup içten bir sevgiyle okşadı.

Ablasına sımsıkı sarılıp, onu içine katmak, kocası olacak şerefsizden saklamak, sakınmak, korumak istiyordu ama bir yandan da delicesine korkuyordu. Yüreğinde yeniden açan bu endişe ve korkuyu göz ardı etmek için savaşırken

''Bir işi çıkmıştır, adamı rahat bırak abla!''

Dedi ve samimi olmaya zorladığı bir tebessümle ablasına baktı. Bir süre sessiz kalıp ortalığı toplamaya devam ettikten sonra tezgâhın üstünde duran kirli tabağa uzanmıştı ki sol yanında duran Aylin'in bir anda değişen ruh halini gördü.

Gözleri resmen parlamış, ışıl ışıl olmuş, dudaklarında da manidar bir tebessüm belirmişti.

''Hayırdır ablacım, gözlerin ışıldadı.''

Aylin elinde ne varsa kenara bırakıp kardeşine dönerken merakından kıpır kıpırdı.

''Bütün akşam soracak oldum ama soramadım. Gerçekten bu adamla aynı evde mi yaşıyorsun?''

Armağan ne cevap vereceğini şaşırıp, kocaman açtığı mavi gözlerinin ardından ona bakıp, kolunu usulca dürtmüştü.

''Hızına yetişilmiyor Aylin Hanım! Daha az evvel üzülüyordun, gıybet yapmaya ne zaman başladın?''

Aylin de kardeşinin kolunu hafifçe dürtüp

''Soruma cevap ver. Konuyu değiştirme!'' dediğinde Armağan gülmeye başladı.

''Sen konuyu değiştirirken sıkıntı yok, ben değiştirince bu yaşımda dayak yiyorum. Adalet nerede?''

İkisi de hem gülüyor, hem de işlerine devam ediyorlardı.

''Adalet falan yok! Sen onu en küçük kardeş olarak doğduğun gün kaybettin. Şimdi... Dökül bakalım Armi Karcan!''

Armağan, ablasından kaçamayacağını anlayınca derin bir nefes alıp, bu durumu nasıl açıklayacağını düşünmeye başladı.

''Hem evet, hem hayır!'' diyerek kaçak dövüşmeye çalışsa da, Aylin'in keskin bakışlarından kurtulamamıştı.

''O ne be öyle... Evet, hayır demek, emme basma tulumba gibi kafa sallamak yok. Doğru düzgün anlat dedim. Bak geliyor terlik!''

''Bir süredir birlikte iş yapıyoruz abla. Aslında hepsi bu! Evimde çıkan bir arıza sebebiyle onda misafir olmak zorunda kaldım.''

Aylin inanmayan gözlerle kardeşine bakarken

''Birbirinize nasıl baktığınızı gördüm Armağan. Adam sana bakarken, gözlerinin içi gülüyor. Senin de öyle! Bu yalanlara kanmadım bilmiş ol.'' Dediğinde Armağan sıkıntıyla ciğerlerindeki tüm havayı 'of' diyerek verdi.

''Tamam, tamam. Belli ki her şey çok yeni, ama bir soru sorsam fazla mı özel olur acaba?''

Armağan, ablasının gözlerinde resmen can bulan o imayı anladığında donup kaldı.

''Fazla özel olurdu... Ama öyle bir şey olsaydı. Abla... Biz sevgili falan değiliz! Kabul et ve sus artık. Çok ayıp ya!''

Aylin, Armağan'ın al al olan yanaklarına bakıp kıkır kıkır gülerken, mutfağa giren Ertuğrul'u görmesiyle sessizleşti.

''Armağan, saat geç oldu. Artık gitsek olur mu?''

Kibar bir dille sorduğu bu soruyla ona dönen genç kız, saniyeler önce ablasının sorduğu sorunun yüzünde bıraktığı kızarıklıkla ona baktı ve tebessüm etmeye çalıştı.

Eğer, onun evinde kaldığı duyulursa, herkesin tıpkı ablası gibi düşüneceği ancak aklına gelmişti.

''Tamam, gidelim.'' Deyip ellerini yıkadıktan sonra evin çıkışına ilerledi.

Ertuğrul ve Armağan, Aylin'le vedalaşıp arabaya bindiklerinde ikisi de son derece sessizdi.

Yolculuk aynı sessizlikle sürüp, bir saat sonra son bulduğunda araçtan inmiş ve eve girmişlerdi ki Armağan, evin kapısının kapanma sesiyle aynı anda bileğinde bir baskı hissederek olduğu yerde durup Ertuğrul'a döndü.

''O herif sana ne dedi?''

Sesi, bakışları, duruşu ve bedeninin her bir zerresinden öfke akıyordu. Kızın bileğini saran ellerinin soğukluğu resmen gözlerindeki soğuklukla yarışacak derecedeydi. Bunca saat kendisini tuttuğunu anlayan Armağan, zorla yutkunup

''Ertuğrul boş...'' diyemeden

''Armağan!'' diye bağırmasıyla irkildi.

İçinde biriktirdiği öfke, bulduğu ilk fırsatta ortaya çıkmış ve bir volkan misali patlamaya başlamıştı.

Kime, neden bağırdığının, öfke kustuğunun şu an Ertuğrul için hiçbir önemi yoktu ama durum Armağan için öyle değildi.

''Bana sesini yükseltme!'' derken hissettiği öfkeden göz bebekleri laciverte dönmüş, elleri ve sesi titremeye başlamıştı.

''Seni uyarıyorum Ertuğrul, eğer bir daha bana sesini yükseltirsen bu kadar sakin olmam!''

Ertuğrul, onun bu meydan okuyan tavrına alay eder gibi güldü ve adım adım üstüne gitmeye başladı. Gözlerinde yine o geceki gibi bir bakış belirdiği an, Armağan buradan geri dönüş olmadığını anlamıştı.

''Ona öfkelenip bana bağıramazsın tamam mı? Haksız yere beni ezmeye kalkamazsın. Sinirlerine hâkim ol!''

diye yeniden konuştuğu sırada Ertuğrul, Armağan'ın önünde durduğu süs eşyalarından birini alıp öfkeyle duvara fırlattı ve parçalanışını izledi. Öfkesinin sebebini ikisi de biliyordu, öfkelendiği kişiye gidemeyeceğini bildikleri gibi!

Armağan, yerde parçalara ayrılan vazoya bakarken, Ertuğrul ondan biraz uzaklaştığı sırada süs eşyalarından birini eline aldı ve

''Eşyalar öyle atılmaz, böyle atılır!'' dediği gibi elindekini karşı duvara fırlattı.

Fırlattığı şey Ertuğrul'un başını sıyırıp duvara çarparak paramparça olduğunda adamın gözlerinde şok, Armağan'ın gözlerindeyse ona meydan okumanın verdiği hazzın pırıltıları oynaşıyordu.

''Misafirlik bitti. Eşyalarımı alıp gidiyorum!'' demesiyle arkasını dönüp merdivenleri hızla çıkarken, Ayşe Hanım'ın şaşkın ve ürkek bakışlarıyla karşılaştı ama ona bakmadan yoluna devam etti.

Ayşe Hanım, yerde paramparça olmuş eşyalara ve Ertuğrul'a bakıp tam ağzını açacaktı ki,

''Şimdi değil Ayşe Abla, şimdi değil!'' diyen buz gibi sesi duymasıyla konuşamadan sustu.

O sustu ama dışarıda Armağan'ın odasının ışığının yanmasını bekleyenler tam da o anda konuşmaya başladı.

Ender'in günlerdir planladıkları devreye girerken, evin camlarını yerle bir eden kurşun sesleriyle kendine gelen Ertuğrul, bir an neler olduğunu, nereye ateş edildiğini anlayamadı.

Saniyeler içerisinde kapıdan giren Yekta

''Armağan Hanım!'' diye bağırdığındaysa yüreğine hızla pompalanan kanın kulaklarını uğuldattığını hissediyordu.

Sadece Armağan'ın kaldığı odayı nişan alan silahların sesleri ve kurşunların evin duvarlarını, camlarını delip geçişi gecenin sessizliğinde yankılandı.

Ertuğrul hızla üst kata yönelirken dudaklarından korkuyla yükselen bağırışıysa tüm sesleri gecenin zifiri karanlığına boğmuştu.

''Armağan!''

-Aslıhan Güngör Zeybek-

Continue Reading

You'll Also Like

1.8K 239 14
Ben, o adama baktım; herhangi bir adama bakar gibi değil. O ve benden başka kimsenin olmadığı bir zaman diliminde; tüm sınırlarını çiğneyerek ve uyan...
1M 56.5K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
21.8K 2.9K 21
Herkesin sadece bakarak taklit edilmesi mümkün olmayan ve ne yaparsan yap, dışarıdan bakıldığında anlaşılmayan bir hayat hikayesi vardı. Ne kadar sür...
7.5K 396 16
•Göğün Acı Feryâdı'nın devam kitabıdır.• Bulutların ötesinde, garamdan kalelerle korunan bir ülke varmış. Bu ülkenin rüyaların gerçeklere karıştığı...