Asiller ve Çıraklar | Devam E...

Galing kay rmyanp

81.3K 6K 9.8K

Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bi... Higit pa

Karakterler/1
Karakterler/2
1 - Davetsiz Misafirler
2 - Elementler Okulu
3 - Çıkar Anlaşması
4 - Oyun/1
5 - Oyun/2 - İlk Gün
6 - Kütüphane/ Kırgınlık
7 - Özür
8 - Saklı Gerçekler
9 - Bir adım kala
10 - Seçim / Yeniden
11 - Hain Plan
12 - Fedakarlık
13 - Beklenmeyen İtiraf
14 - Plan
16 - Tutsak Kız / İtiraf
17 - Kuleye Hapsedilen Pamuk Prenses
18 - İlk Temas
19 - Yanlış Hamle
20 - Dost
21 - Dostun Gerçek Yüzü
22 - Yüzleşme
Yeni Sezon Duyurusu💕
23 - Arayış
24 - Tehlike
25 - Şifacı
26 - Yasaklı Büyüler
27 - Ceza
28 - Normal Zaman Dilimi
29 - Uyuyan Tehlike
30 - "Sonra benim olacak mısın?"
31 - Tatlı Anlar
32 - Digoflar Diyarı
33 - Digoflarla Anlaşma
34 - Özel An
35 - Balo

15 - Hainlere Karşı İlk Adım

2.5K 203 272
Galing kay rmyanp

Hepinize selamlarrr🥰💖

Umarım beğeneceğiniz bir bölüm olmuştur diyorum ve sizi bölümle baş başa bırakıyorum💖🌼🧚‍♀️

...💚💚...

Emma'dan

"Senin için fazla mı büyüğüm?" 

Yaşadığım şokun etkisinden yeni yeni çıkarken, iki büklüm olduğum yerde dikleşerek yeniden ciddiyetimi takındım.

"Bana yürümeyi bırak" diye söylenirken yeniden defterime dönmüştüm.

Umursamazca omuz silkerek "seninle uğraşmak hoşuma gidiyor" dediğinde cinnet geçirmeye yaklaşmak üzereydim.

Bakışlarım hızla onu bulduğunda sinirli bir şekilde "sor bakayım uğraşılmak benim hoşuma gidiyor muymuş?" dedim.

Parmaklarını birbirlerine kenetleyerek ellerini kucağına yerleştirdiği sırada "seninle uğraşmam hoşuna gitseydi buna uğraşmak denmezdi zaten" diye açıkladı.

Göz devirerek yeniden defterime döndüm.

"Yine zevzekliğin tuttuğuna göre devam edebiliriz."

Hafifçe boğazını temizlediği sırada göz ucuyla su içtiğini gördüm.

Kısa süre sonra şişeyi dudaklarından uzaklaştırarak kapağını kapatıp şişeyi yere bırakmıştı. "Başka ne bilmek istiyorsun?"

Kalemimi bir ileri bir geri sallarken "elementler hakkında temel bilgiler istiyorum" dedim.

Ders sırasındaki ciddiyetine bürünürken "öncelikle şuna açıklık getireyim. Işık elementiyle aydınlık elementinin özellikleri bir değildir. Işık elementi geçici körlük sayesinde dikkat dağınıklığına neden olurken aydınlık elementi seni sonsuza kadar kör edebilir. Bir diğer değişle görünü senden çalabilir. Ayrıca aydınlık elementi aynı zamanda telakinezi yeteneğine sahiptir." diye uzun bir açıklama yapmıştı.

Sözünü bölmeden ve araya girmeden sadece not almaya odaklanmıştım o yüzden tepki vermeyi sonraya saklıyordum.

"Aydınlık elementi saldırı yönelikliyken Işık elementi, geçici körlük ve sinsi zihin kontrolleriyle daha çok destek elementidir. Tabi bu adam öldüremeyecekleri anlamına gelmez."

Ne kadar da sıradan bir şeymiş gibi bahsediyordu

"Ateş elementinin adam yakabilmesi ve lanetli ayin yapabilmesi bile saldırı yönelikli olmasına yetiyor. Elbette ki bu lanetli ayinler yıllar önce yasaklı büyüler arasına alındı o yüzden yıllardır ateş elementi bu özelliği kullanmaz. Onun yanında su elementi yarı saldırı yarı destek yönelimlidir. Su elementinin silahı buz oklarıdır. Aynı zamanda adamları buza çevirebilse de onların erimesine veya kırılmasına neden olurlarsa bu yasaklı büyüye girer ve büyüyü yapan kişinin ceza almasına neden olur"

Kaşlarım havalanırken kendime engel olamayıp "bu neden yasaklı büyü olsun ki?" diye sorduğumda "savaş kurallarımız var. Ne olursa olsun karşımızdaki kişiyi tamamıyla yok edemez veya onu tanınmayacak hale getiremeyiz. Cesetlerin ailelerine teslim edilmesi veya gömülmesi gerekir" diye açıklamıştı.

Bunu bir yandan saçma bulsam da ufak bir empati yaptığım zaman haklı bulmuştum.

"Doğa elementi destek ve şifa yönlüdür. Elbette tamamıyla iyileştiremez ama acılarını hafifletip yaralarını yavaşlatabilir. Doktor ve şifacılar da doğa elementinden gelir. Son olarak kara büyü elementi kaldı. Tahmin edeceğin üzere yarı saldırı yarı destek yönlüyüz. Kara büyüyü kara delik gibi düşünürsek yapabileceklerinin bir sınırı yoktur. Aslında bu yüzden kara büyü elementi başlı başına yasaklıdır. Bizlere sadece temel veya risk içermeyecek büyüleri yapabilme izni verilmiştir."

Çok fazla detay vardı ve şimdiden zihnim yorulmaya başlamıştı.

Gerekli olan bilgileri aldığımı düşünerek defterimi kapattım.

"Fazlaca önemli başka bir bilgi yoksa şimdilik mola verelim. Önce öğrendiklerimi sindirmem lazım." dediğim sırada başka bir şey olmamasını umut ederek eşyalarımı toplamaya başlamıştım.

"Yok" diyen Drake ile çantamın ağzını kapatarak ayaklandım. Gideceğim sırada ona kayan bakışlarımla yalandan masum bir tavır takınmıştı "beni burada tek başıma mı bırakıyorsun?" sorusuna karşılık gözlerimi devirerek ilerlemeye başladığım.

 "odana git Drake" 

"Ah" diye bağırdığında kısa bir an duraksayıp ona döndüm ancak numara yaptığı barizdi. 

"Canımın acısından gücümü kullanamıyorum" 

Ciddi misin der gibi baktığımda elini kalbine götürerek masum olduğunu düşündüğü bir şekilde gülümsedi ancak nedense ben o gülümsemede masumluktan çok sinsilik görüyordum.

"Yardım etmeyecek misin?" diye sorduğunda cıkladım. Düz bir ifadeyle ona bakmaya devam ederken adımlarım uzaklaşmayı reddediyordu. Onun gittiğine emin olmadan bir yere gidemezdim ve o da bunu biliyordu. Bildiğine emindim.

Yüzünü asarak yaslandığı ağaçtan destek alıp ayaklandı. Sarsak adımlarla yanıma gelirken, kollarımı göğsümde bağlayarak ne yapacağını izlemeye koyuldum.

Kısa sürede yanıma varmasıyla elini omzuma atıp arkama dönmemi sağlayarak bana yaslandı.

"Hadi gidelim"

Elini tutup üzerimden çekmeye çalıştığımda buna izin vermeden daha sıkı tutunmaya başladı. Sinirli bakışlarımı üzerine dikerek "ayakta kalmanın sana iyi gelmediğini söylememiş miydin sen?" diye sordum. "dinlenmen gerekiyor. Odana git"

"Bunalıyorum kızım" demesiyle onunla baş edemeyeceğimi ve ne dersem diyeyim sözümü dinlemeyeceğini anlayarak başımı iki yana sallayıp sessizliğime gömüldüm.

Bir yandan sırtımdaki çanta, bir yandan ağırlığını bana veren Drake derken gerektiğinden daha yavaş bir şekilde ilerlemeye başlamıştık.

"Sen varken ayakta durmak benim için sorun olmaz" 

Sanırım Drake'in bu haline alışmaya başlıyordum. Bakışlarım ona döndüğünde, onun zaten bana baktığını gördüm.

"Okulda kız mı kalmadı Drake?" 

Sorum karşısında kaşlarını çatarak "ne alakası var?" diye sordu.

Bakışlarım yeniden yola dönerken "niye bana yürüyorsun? bu kadar çok birine yürümek istiyorsan okul kız dolu, elimizde Fiona gibi seçenekler var" dedim imayla.

Bir kaç saniyelik sessizliğin ardından kahkaha atarak "Fiona ne alaka şimdi?" diye sordu. Kahkahası yok olup sırıtışa dönüşürken yüzünü dibime yaklaştırdı.

Hareketiyle kafamı geriye doğru çektiğimde kaşlarım havalanmıştı.

"Kıskandın mı?" 

Sorusu karşısında sinirlendiğimi hissederek "ne kıskanacağım seni? sen seversin ona bana vurdurtmayı, ondan söyledim" diye açıkladım. Kendini ne sanıyordu bu?

"Kıskanmışsın" dedi halen daha gülerek ve geriye çekilip yola doğru dönerek.

Uzaklaşmasına sevinerek rahat bir nefes aldığımda "uydurma" diye karşılık verdim. Hala keyifle güldüğüne emindim ama dönüp ona bakmadım. Zaten tam o sırada da okul ve bahçedeki çocuklar görüş açımıza girmeye başlamışlardı.

"Uydurup uydurmadığımı görürüz" diye bir şeyler gevelediğinde onu duymazdan geldim. Kendi hayal dünyasında yaşaması benim için sorun yaratmazdı.

Biz okula doğru ilerledikçe bizi görenler anında kendi aralarında dedikodu yapmaya başlamışlardı. 

Harika, şimdi kim bilir nasıl dedikodular çıkacaktı.

"Neden ışınlanmadık ki?" diye söylendiğim sırada Kasey'in görüş açıma girmesi bir oldu. Sanki hissetmiş gibi oda bize döndüğünde nedense hoşlanmayacağım şeyler olacakmış gibi hissetmeye başlamıştım.

"Tanrım, o gelenler Emma ve ona ahtapot gibi yapışmış olan Drake mi yoksa ben mi yanlış görüyorum?" 

Sözlerini, aramızdaki mesafeye rağmen duyabildiğimde anında gözlerimi devirdim. 

"Herman! Emma elden gidiyor"

Bu kızın Herman ile ne alıp veremediği vardı anlamıyordum.

"Zevzekliği kes Kasey" 

Tanıdık sesin sahibiyle bakışlarım, okuldan yeni çıkan Harold'ı buldu. Onu ilk kez böylesine ciddi görüyordum sanırım. 

Aklıma son yaptığı ihaneti gelince, ciddi duruşunu önemsemeden konuşacaktım ki bunu şimdi yapmamaya karar vererek sessizliğimi korumaya devam ettim. 

"İkizimle düzgün konuş Harold" 

Ne korumacı bir ikiz ama...

Kasey, Darrel'i önemsemeden Harold'a karşılık "onun yerine nefesini kesmemi ister misin Harold?" diye sorduğunda adımlarım duraksamıştı.

"Yine başlıyoruz" diye söylendi Drake.

Ne oluyordu anlamamıştım ama Kasey'in tavırları yarı alaylı yarı flörtözdü.

Harold yanımdaki yerini aldığında "seninle uğraşamam" diye karşılık verdi.

Flörtöz tavrına rağmen Kasey'in Harold'dan hoşlandığını sanmıyordum.

"İkizine laf edilmesine dayanamıyorsun ama ikizinin birilerine yürümesi senin için sorun olmuyor mu yani Darrel?" 

Bunu diyen kişi, çenesini tutamayan ben olmuştum. Darrel'in tavırları sinirimi bozuyordu.

Darrel yayılarak oturduğu çimenlerden kalkarak bana doğru adımladığında ellerini ceplerine yerleştirmişti.

"Asil çocukların arasındaki meselelere karışma hakkını sana kim veriyor pamuk prenses?" 

Sorduğu sorunun altındaki iğrenç imayla yüzümü buruşturdum. 

Ayrıca pamuk prenses ne alakaydı şimdi?

"Waow bu sinirli aura da ne?" Kasey, çimenlerde oturmaya devam ederken ciddiyetsizliğini korumaya devam ediyordu. Bakışlarım kısa bir an onu bularak yeniden Darrel'e döndüğünde cevap vermeye koyulmuştum ki Drake benden erken davranmıştı.

"Boş boş konuşmayı kes de çekil önümüzden Darrel"

Darrel'in bakışları Drake'i bulduğunda yapmacık bir şekilde yarım ağız gülmüştü "belli oluyordu zaten" 

Bu sefer Harold ve Drake'den erken davranarak Darrel'e tokat attığımda, bahçeyi bir kaç kızın çığlık sesleri kaplamıştı.

"İğrenç imalarını kendine sakla yoksa canını yakarım Darrel" 

Darrel sol elini cebinden çıkararak saçlarına attı ve yana düşen yüzünü düzelterek yeniden bakışlarımızı buluşturdu.

"Kim? sen mi canımı yakacaksın?" diyerek alayla güldü "yapabileceğin tek şey ancak böyle tokat atman olur" dediğinde Harold araya girerek "bir şeyi unutmuyor musun Darrel?" diye sordu ve yanımda durdu.

Yanımıza gelen Kasey, Darrel'in yanında yerini alarak "kavganızı izlemek çok hoş olurdu ama ikizimin ölmesine izin veremem" diye uyarıda bulundu.

Darrel, bir Harold'a bir de Drake'e bakarak "demek bu pamuk prensesin kim olduğunu öğrendiniz, yoksa dibinden ayrılmamanızın başka bir nedeni olamaz..." dedi ve bakışları Drake'de durunca "...ya da belki de vardır" diye devam etti.

"İhtimalleri göz önünde bulundurarak attığın adımlara dikkat etmeni tavsiye ederim Darrel. Seninle bir sorunumuz yok ama bizi o duruma çekme" Drake'in uyarısıyla Darrel sessizleşmişti.

Bunların aralarında bir mesele mi vardı yoksa hep mi böyleydiler bilmiyordum ancak buna beni de dahil etmeleri sinirimi bozuyordu.

"Bensiz olay mı yaşanıyor burada?" 

Herman yanımıza vardığında önce bana sonra da Kasey'e baktı. Bakışları Darrel ve kızaran yanağında oyalandıktan sonra gözlerini kısarak hepimizi süzdüğünde "olayın içinde Kasey ve Emma varsa neler döndüğünü hiç merak etmiyorum." dedi ve elindeki topu bir kez havaya fırlatıp tuttu.

Drake'in üzerimdeki ağırlığını git gide arttırması, onun ayakta durmakta zorlandığını anlamamı sağlamıştı.

"Hadi yakar top oynayalım millet!" 

Herman'ın bağırarak söylediği şeyle anında bir kaç kişi bir araya gelmeye başlamışlardı. 

Darrel ve Kasey yanımızdan uzaklaşırken, eş zamanlı olarak Alvin ve Elvis görüş açımıza girmeye başlamışlardı. 

Onları görmezden gelerek sağımdaki Harold'a döndüm "Drake'in oturması lazım, bana yardım et" 

Sözlerime dikkat ederek kısık sesle söylemiştim ama herkesin onun hasta olduğunu bildiğini biliyordum.

Harold başını sallayarak Drake'in solunda yerini aldığında, onu en yakınımızdaki ağaçlardan birinin altına oturtturmuştuk.

"Odasına gitmeyi reddediyor. Onunla ilgilenir misin?" 

Harold bakışlarını bana çevirdiğinde Drake anında bileğimi tuttu ve kaşlarını çatarak "olmaz. Ben gay değilim" dedi.

Bir an ciddi bir şey diyeceğini sandığım için kendime sinirlenerek elimi yumruk yapıp ısırdığımda acıtmayacak şekilde yumruğumu kafasına geçirdim. "aptal aptal konuşmayı bırak!" 

Yüzünü buruşturarak kafasını tuttuğunda "kafama vurmayı bırakmazsan daha da aptallaşacağım" diye söylendi.

"Sen tanıdığım Drake değilsin" 

Harold Drake'in yakasından tutup onu hafifçe sarstı ve "ne yaptın ona? benim tanıdığım Drake zeki bir adamdı" diye yakındı. 

İkisinin bu hali gözüme komik görünmüştü ama kendimi tuttum. Aslında ikisine şöyle bir bakınca yakışmıyor da değillerdi.

Kendi düşünceme dayanamayıp kahkaha attığımda bir kaç kişinin bakışları bize dönmüştü. Özellikle de Herman, Alvin ve Elvisin bakışları.

"Ulu orta gülme şöyle. Kimse gülmene alışık değil, dikkatleri üstümüze topluyorsun" 

Harold'ın uyarısıyla kahkahamı keserek yanlarına oturup çantamı çıkarttım.

"Tamam o zaman, hadi değerlendirme yapalım" dediğimde ikisi de şaşkın bakışlarla "bura da mı?" diye sordular.

Aslında sessizlik büyüsünü kullanarak konuşabilirdik. Ya da ben zihinlerine ulaşmayı bilseydim belki de işimiz daha kolay... olurdu...

Aklıma gelen şeyle çantamı bırakıp Harold'a döndüm "bana zihinler arası iletişimi öğretecektin" 

Harold basit bir şeyden bahsetmişim gibi rahat tavırlarla omuz silkerek "öğreteyim" dedi.

Aramızda oturan Drake, başını ağaca yaslamış bir şekilde gözlerini kapattığında bakışlarım ona kaymıştı. Acaba ne kadar kötüydü?

Harold gözlerimin önünde parmağını şaklattığında kendime gelerek ona döndüm "evet?"

"Zihnini boşalt ve bana odaklan Emma" 

Başımı olumlu anlamda sallayarak gözlerimi kapattım. Kendimi etraftaki seslerden soyutlayarak Harold'a odaklandığımda sesi zihnimde yankılanmıştı.

Şimdi... önce kendi zihnine odaklan, ardından beni hayal et.

Pekala.

Kendi zihnime odaklandığımda beni karşılayan karanlık olmuştu. Harold'ın dediği gibi yaparak bu sefer de onu hayal ettiğimde karşıma beyaz bir kapı çıkmıştı. 

Harold'ın dediği şeyin bu olmasını umarak ilerlediğimde kapıya ulaşmamla elim kulpuna gitmişti. Kulpu indirdiğimde, kapı hiç zorlanmadan açılmış ve beni bembeyaz bir oda karşılamıştı.

Odaya girmemle gözlerim anında kendiliğinden açılmıştı.

- Oldu mu yani şimdi?  diye sordum zihnimden. Beni duymuş muydu bilmiyordum.

Harold'ın yüzünde memnun bir ifade oluşurken aferin. Gördün mü, zor bir şey değilmiş. Derse odaklansaydın bunu daha önceden öğrenebilirdin dedi.

"Tamam anladık, iyi ki bir defa derse odaklanmadım" diye söylendim.

Harold çok bilmiş bir edayla Drake'in yanına oturarak "kaçırdığın en ufak bir konuda bile şimdiye kadar nasıl zorlandığını bir hatırla istersen" diye bir hatırlatmada bulundu.

Orası doğruydu, konuşmak istediğim anlarda onlarla iletişime geçemediğim için sadece yüzlerine bakabilmiştim.

"Doğru" diyerek dediklerini kabullendim. "bana başka ne öğretebilirsin? boş durmak istemiyorum" 

Elini çenesine yaslayarak düşünceli bir ifadeye büründü "ne kadar ileri gidebileceğini bilmiyorum o yüzden emin değilim" 

Tabi babamın bütün elementleri yöneten eski okul müdürü çıkması işleri karıştırıyor olmalıydı. 

Babam eski okul müdürüydü ve asıl elementi aydınlık elementiydi. Annemde aydınlık elementi olduğuna göre... ben nasıl aydınlık elementinden çok kara büyü elementini yönetebiliyordum?

Babamın kendine özel gücü elementlerin hepsini yönetebilmekti, benimki de kara büyü elementine yatkın olmam mıydı?

"Baksana Harold..." 

Öylece uzaklara dalıp giden bakışlarım Harold'ı bulduğunda "ikiz elementi olmama rağmen nasıl kara büyü elementini daha çok kullanabiliyorum?" diye sordum.

Aramızda oturan Drake gözlerini aralayarak bana baktığında, bakışlarımı ona çevirdim.

Bu da sana özel bir joker kartı

Beklediğim cevap tahmin ettiğimden farklı olmamıştı. Ancak nedense başka bir şey beklemiştim. Az önce Harold'a yaptığımı yaparak Drake'in zihnine ulaşmaya çalıştığım, zihnimdeki kapı anında aralanmıştı.

- Bunun babamla bir ilgisi olabilir mi?

Bakışları alaycılığından uzak bir şekilde üzerime kilitlenmişti. Dışarıdan bakan birisi bizim anlamlı bir bakışma yaşadığımızı bile düşünebilirdi şu an.

Asil kandan olmanla ilgili, her asilde olmasa da çoğu asilin kendine özel yetenekleri vardır

Bir anda boş bulunup - senin var mı? diye sordum ama saniyesinde pişman oldum çünkü nasıl bir tepki vereceğini tahmin edecek kadar onu tanımaya başlamıştım.

Var, görmek ister misin?

Yüzünde gülümseme yoktu ancak gözlerindeki sinsi parıltılar yine hoşlanmayacağım bir şey olduğunu haykırıyordu.

- Hayır

Her ne kadar öyle desem de merak ettiğim için Harold'a dönerek "Drake'in yeteneği ne?" diye sordum. Bir anda bunu sormamla Harold sorumu algılayamamıştı sanırım.

"Efendim?"

Drake aramızda yarım ağız gülmeye başladığında "Drake, kendine özel bir yeteneği olduğunu söyledi, ne o?" diye tekrarladım sorumu.

Harold'ın ağzını aralamasıyla Drake uzanarak elini başıma koydu. 'Ne yapıyorsun sen' dememe kalmadan görüş açım değişmişti.

Andan ayrılarak kendimi odamda buldum.

Üstelik Drake ile öpüşürken hem de!

Bilmediğim bir sebepten ötürü öpüşüyorduk ve ben bunu engelleyemiyordum! kendimi kontrol edemiyordum. Onun yerine gözlerimi kapatıp tutkulu bir şekilde ona karşılık veriyordum.

Görüntü aniden değişip kendimi yeniden bahçede bulduğumda gözlerim sonuna kadar açılmış ve şaşkın bakışlarla Drake'e bakıyordum. Kafamda duran elini hızla itip ondan uzaklaştım.

"Oda neydi öyle?!" 

Harold kınayan bakışlarla Drake'e dönerek "ona ne gösterdin?" diye sordu. 

Drake kollarını göğsünde bağlayarak yeniden gözlerini kapatıp omuzlarını silkti. "Hiiçç" 

Yaşadığım şoktan çıkamamışken bir de gördüğüm şeyin hiç bir şey olmadığını mı söylüyordu?

"Ne demek hiç? o neydi diye sordum sana Drake!" sesim istemsizce yükselir gibi olduğunda Harold olaya müdahale olarak "Drake'in gücü istediği kişiye istediği sahneyi gösterebilmesi. Sana ne gösterdi bilmiyorum ama gerçek değildi" diye açıkladı.

Ne diyeceğimi bilememiştim. Tek düşündüğüm bana neden öyle bir şey gösterdiğiydi.

- Neden bana böyle bir şey gösterdin şimdi?

Bakışlarım üzerinde dolanırken gözlerini aralamıştı. 

Belki de gerçek olmasını istediğimdendir

Net cevabı karşısında başka bir şok dalgası daha yemiştim bedenime. Tam olarak ne anlama geliyordu bu?
Her zaman ki alaycı hali olabilir miydi?

Ama hiç öyle durmuyordu.

- Beni öpmek istediğini mi söylüyorsun kara prens?

Üzerine diktiğim bakışlarım kısılmıştı.

Gözlerini yeniden kapatırken dudağı hafiften kıvrılmıştı ama bu o kadar belirsizdi ki.

Belki de

Harold'ın bakışları ikimiz arasında mekik okumayı bırakarak ayaklandı "bakıyorum da şimdiden elenmişim, gidiyorum ben" 

"Nereye?" diye sordum anında kolundan tutarak. Daha konuşacağım şeyler vardı.

Drake'in bana gösterdiği şey aklımdan çıkarsa tabi...

"Saraya" dediğinde "gidemezsin, konuşulacak şeyler var" diyerek gitmesini engelledim.

"Emma" 

Harold'ın bileğindeki elimi çekmeden başımı sesin sahibine çevirdiğimde Herman görüş açıma girmişti.

Yerimde dikleşip sert bir tavır takınırken "ne istiyorsun çimen kafa?" diye sordum ciddiyetle.

Elindeki topu göstererek imalı bir tavırla "gelmez miydiniz? bu sefer sizi engelleyen bir şey de olmayacak" dedi. Lafları özellikle banaydı ama Harold'la ikimize bakıyordu.

Herman'ın bakışları kısa bir an Drake'e kaydığında "en son hastalanacak kişilerden biri nasıl olurda aniden hastalanır anlamıyorum" diye söylenerek diğerlerinin yanına geri ilerledi.

Onu umursamadan Harold'a döndüğümde sırıtarak beni diğerlerinin yanına çekiştirmeye başladı.

"Biraz eğlenmekten zarar gelmez."

Ney?

"Daha önemli işlerimizin olduğunu biliyorsun değil mi?" diye sordum beni çekiştirmesine izin verirken.

Dibime girerek kısık bir sesle "şu an bu konuyla annemler ilgileniyor zaten. Bırak da biraz stres atalım" diye açıkladı. 

Yanlarına gittiğimizi gören Herman sırıtarak ikimize de ortayı gösterdiğinde Harold kendisiyle beraber beni de ortaya ilerletmişti.

Kaçan taraf olacaktık. 

Okulun önündeki küçük şelalenin altında oturan Alvin ve Elvis bizi izlemeye koyulduklarında Herman'ın sıradaki hedefi onlar olmuştu.

"Gelmiyor musunuz mavişler?"

Kollarımı göğsümde bağlayarak yüzümü buruşturdum. "mavişler ne be?"

Sanki Alvin'e mavili diyen ben değilmişim gibi.

Bu sefer Herman beni umursamayarak bir ilke baş vurmuştu. Bunu beklemiyordum ama fazla da takmamıştım.

Gelmeyeceklerini düşündüğüm sözde mavişler yerlerinden kalkınca bir şaşkınlık daha geçirmiştim. Hiç de oyunlara katılacak tiplere benzemiyorlardı oysa.

"Ortaya geç Herman" 

Alvin Herman'ın elindeki topu alarak onu ortaya iteklediğinde, ikizlerin gelmesiyle bir çok kız da ortaya doluşmuştu.

Elvis de arka taraftaki yerini aldığında odağımı Alvin'e verdim.

Hiç uyarmadan topu üzerime atmasıyla son anda kılpayı kurtulmuştum ama arkamdaki iki kız vurulmuştu. Vurulan kızlar somurtarak gidip bir köşeye oturduklarında arkamı dönerek bu sefer de Elvise odaklandım.

"İlk elenenlerden olmayacağınızı umuyorum" 

Elvise bakmaya devam ederken ortalarında durduğum Herman ve Harold'a karşı söylemiştim sözlerimi.

"Kendin için endişelenmelisin" diyen Hermanla alayla dudaklarım kıvrıldı. Kesinlikle benden önce eleneceğine emindim. 

Lise zamanımda ara ara voleybol oynayan kızların arasına katılırdım ve bu sayede reflekslerim gelişmişti. Bu sebeple ilk benim elenmeme imkan vermiyordum.

Normal hayatım aklıma gelince bir an kendimi garip hissetmiştim. Sanki aradan yıllar geçmiş gibi hissediyordum.

Üzerime gelen topla Harold'ı da ittirerek son anda ikimizi kurtarmıştım.

Sıra yeniden Alvin'e geçtiğinde gözlerimi kısmış topu ne zaman atacağını tahmin etmeye çalışıyordum. Alvin topu attığında bu sefer hedefi diğer kızlar olmuştu.

Elvisle anlaşmışlar gibi Elvins kendisine geçen sırayı diğer kızları yakalamak için harcamıştı. Önce diğerlerini eliyorlardı çünkü bizi sona bırakmaya karar vermiş olmalıydılar.

Herkes birer birer elenip geriye sadece biz kaldığımızda Herman yorulmuş bir şekilde "hadi ama çocuklar, bir şu kızı vuramadınız" dedi beni işaret ederek. Göz ucuyla onu izlerken bakışlarım Elvisin üzerindeydi. 

"Herman" 

Alvinin seslenişiyle Herman bir anlık hataya düşerek arkasına baktığında Elvis onu vurmuştu.

"Bu ikizler işi biliyorlar" keyifle söylediğim şeyle, kafasına topu yiyen Herman'a bakarak güle güle der gibi elimi salladım.

Üzerime gelen bir cisim hissetmemle son anda kaçtığımda "çok da kahpeler" diye söylendim Elvise dönerek.

"Siz de mi bu kızın arkasındasınız" diye söylendi Herman yanımızdan uzaklaşıp bir köşeye otururken.

"Ağlıyor musun Herman?" diye sordum tekrardan toptan kaçarken. İkizler acımadan ard arda topu gönderdikleri için yorulmaya başlamıştım.

"İkizler taraf tutmaz Emma" Herman açıklama yaptığında bu açıklamanın daha çok onun için olduğuna kanaat getirerek Harold'a seslendim "Ne durumdasın Harold?" 

Ses gelmediğinde dönüp bakmak istemiştim ama toptan kaçmak için eğilmem gerekmişti.

"Ben eleneli çok oluyor Emma" dediğini duyduğumda "ciddi olamazsın, çimen kafadan önce mi elendin?" diye sordum hayretle. Oyuna ne kadar daldıysam artık, Harold'ın elendiğini fark etmemiştim bile.

"Yorulmadın mı hala sen?" 

Elvis boynunu sağa sola doğru oynatarak topu fırlattı. Ben yorulmuştum ama anlaşılan o ki onlarda yorulmaya başlamışlardı.

"Yoruldum" dedim itiraf ederek.

Alvin de duraksamıştı. "nasıl hala bu kadar hızlı kaçabiliyorsun anlamıyorum" 

"Bazen ölmemek için kaçmaktan başka şansın yoktur" dedim dizlerimin üzerine çöküp Alvinin attığı topu yakalayarak.

Onlar daha beni vuramazken ben artı bir can daha elde etmiştim. Hermanları oynarken gözlemlemek sonunda bir işe yaramıştı.

"Oyun bitti, kazanan Emma" 

Tanıdık bir ses duyulduğunda yerden kalktım. Bakışlarım sesin sahibine döndüğünde Fiona görüş açıma girdi. Elinde su dolu bir petşişeyle yanıma gelerek bana uzattı.

Elimdeki topu Alvine attığımda Fiona'nın uzattığı şişeyi aldım. Yorgundum ve susamıştım o yüzden aptallık yapıp ayağıma gelen fırsatı tepemezdim.

Beni ulu orta öldürecek aptallardan birine benzemiyordu ve sebepsiz yere neden bunu yapsındı ki?

Şişenin kapağını açarak kafama diktiğim sırada Alvin ve Elvis yanımıza gelmişlerdi.

"Güzel bir direnişti" dedi Elvis gülümseyerek. Bir önceki karşılaşmamıza kıyasla oldukça samimi görünüyordu.

"Sağ ol" dedim sadece.

Harold yanıma geldiğinde arka tarafı göstererek "Drake uyudu galiba, onu götürsek iyi olur" dedi.

Bakışlarım Drake'i bulduğunda gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Kim bilir kaç dakika geçmişti de uyumuştu.

"Tamam" dedim. İlerleyeceğim sırada Alvin araya girerek "Drake'in nesi var?" diye sordu.

"Hasta olduğunu duyduk, iyi mi?" diye soran Elvis de onu desteklemişti.

Ne diyeceğimi bilmediğimden sessiz kaldığımda Harold bu görevi devralarak "soğuk yemiş" diye açıkladı ancak nedense Alvin ve Elvis buna inanacaklarmış gibi hissetmiyordum.

Alvin tek kaşını kaldırarak "Drake mi?" diye sorduğunda tahminim tutmuştu. Alvin zeki birine benziyordu ve bu tür numaraları yemezdi ama ikizi için bir tahminim yoktu. Aptal mı yoksa zeki mi olduğundan emin değildim.

"Evet" dedi Harold Drake'e göz atarak. 

"Geçmiş olsunumuzu iletirsiniz." diyen Elvis Drake'i süzmüştü. Kısa süre sonra bize döndüğünde kolunu Alvin'in omzuna atarak "daha sonra görüşürüz" dedi ve yalanımıza inanmayan Alvin ile beraber bizden uzaklaşmaya başladılar.

Harold ile beraber Drake'e doğru ilerlediğimizde Harold'ın zihnine ulaşarak - Alvin inanmadı dedim.

Harold normal bir ifadeyle Biliyorum, Elvis'de inanmadı dedi sadece. Onları benden daha çok tanıyordu gerçi, asıl anlamaması saçma olurdu.

Adımlarım yavaşlayıp Harold'ın bir iki adım gerisinde kaldığımda yorgunluğum kendini hatırlattı. 

Harold'ın sırtıyla bakışırken aklıma gelen fikirle ilk kez açık bir ortamda ciddi benliğimi terk ederek koşmaya başladım.

Harold'ın sırtına atladığımda anında bacaklarımdan yakalayıp "Emma!" diye bağırdı. Onu takmadan kollarımı boynuna dolayıp "taşı beni beyaz prens" dedim başımı omzuna yaslayıp gözlerimi kapatarak.

"Drake ne olacak?" diye sorduğunda sıkıntılı bir şekilde nefesimi bıraktım. Bir de o vardı dimi?

Ne zaman iyileşirdi acaba?

Belime dolanan ellerle gözlerimi araladığımda "gerek kalmadı" dedi Harold.

Bakışlarım arkama kaydığında bir karış uzaklığımda ki Drake ile karşılaştım. "ne yapıyorsun?" diye sordum Harold'ın sırtında durmaya devam ederken.

Dağılmış siyah saçlarının arasından bakışları benimkileri bulduğunda "eteğin çok kısa" diye bir açıklamada bulundu. Bakışlarım karnımın üzerindeki ellerini bulduğunda belime siyah bir hırkayı bağladığını gördüm.

Harold'ın beline bağladığım ayaklarımı çözerek yere indiğimde "Sağ ol" dedim. 

Harold bize döndüğünde Drake'in koluna girerek "hadi seni götürelim" dedi. Drake sanki sarhoşmuş gibi yalpalamaya başlamıştı yine. Anlaşılan ara ara kötüleşmeye devam ediyordu.

"Görüşürüz" dedim ikisine bakarak. Harold başıyla beni onaylarken Drake yine yarı baygın duruyordu.

İkisinin de ortadan kaybolmasıyla bakışlarım kararmaya başlayan gökyüzüne döndü. Zaman ne çabuk geçmişti.

Teyzem ne yapmıştı acaba? ona teyze derken bile hala kendimi garip hissediyordum.

"Tek kalmış gibisin" 

Herman'ın varlığını unuttuğumu yeni fark ediyordum. Ona döndüğümde Fiona'ın da onun yakınında oturduğunu gördüm ama o Herman gibi benimle ilgilenmek yerine bir yerlere dalmış gibiydi.

"Sende öyle" dedim onunda yalnız olduğunu vurgulayarak.

Yarım ağız gülümsedi ama bu gülümsemesinde bir burukluk sezmiştim. "hiç hayatında her hangi bir eksiklik hissettin mi Emma?" 

Sorusunu beklemediğim için bir kaç dakika yüzüne bakakalmıştım. Neden şimdi birden böyle bir şey sormuştu ki? yoksa annemi biliyor muydu?

"Evet, çoğu zaman" diye yanıtladım sorusunu. Hayatım boyunca bir babanın eksikliğini hissetmiştim, ve şimdi annemin eksikliği de üzerine eklenmişti. Düşüncelerimin arasında sıkıntılı bir nefes vererek Herman'ın yanına oturdum.

Yerde bağdaş kurduğum sırada "ya senin?" diye sordum. Belki de bazen insanlara karşı daha farklı açılarla yaklaşmak gerekiyordur.

"Bu bir eksiklik mi emin değilim ama... sanki bazen bir şeyi unutuyormuşum gibi hissediyorum... bu hissi hiç bir türlü geçiremiyorum" dediğinde o an anladım Herman'ın tavırlarının asıl sebebini. İçindeki boşluğu geçirebilmek için bazen insanlarla uğraşıyor, bazen de onları tersliyordu.

Bunu elbette böyle geçiremezdi ancak ne yapacağını oda bilmiyor olmalıydı.

"O his herkes de vardır" dedim. Onu teselli etmeye çalışmıştım nedensizce. "evden çıkarken, bir yere giderken, veya benzer durumlarda sanki arkanda bir şeyi bırakmışsın gibi hissedersin." 

Bakışları yerdeki otlarda dolanırken bana bir kez bile bakmamıştı. Ne düşündüğünü merak ediyordum ancak zihninde de bir boşluk olduğuna emindim.

Kendi önüme döndüğümde, önümdeki otların büyüyerek çiçeklere dönüşmeye başladığını gördüm.

"Sanırım tavırlarımı şekillendirmeden önce seni tanımaya biraz daha vakit ayırmalıyım" diyen sesi kulağıma ilişmişti.

Önümdeki çiçeklerden birini koparttığım sırada "sanırım bu hikayedeki en masum kişi sen oluyorsun" diye bir şeyler mırıldandığında bakışlarım onu bulmuştu "ne demek istiyorsun?"  diye sordum bana baktığı sırada.

Ciddi bir tavırla beni seyrederken "sen bu okula geldiğinden beri okulda bir şeyler dönüyor. Muhtemelen herkes bunun farkındadır, en azından bizimkiler..." diye başladı cümlesine. Sessizce onu dinlemeye devam ederken elimdeki çiçeği burnuma yaklaştırıp koklamıştım.

"...neler döndüğü hakkında bir fikrim yok ancak bu hikayede senin masum olduğunu düşünüyorum. Okuldakilere güvenmiyorum" dediğinde onunda az çok bir şeyler bildiğini düşünmüştüm. Yoksa okuldakilere güvenmediğini bu kadar net söyleyemezdi.

"Sana bunu düşündüren nedir?" diye sordum sözlerini reddetmeden. Madem bildiği bir şeyler vardı o zaman şansımı deneyip ondan bir şeyler öğrenmeye çalışabilirdim.

"Sadece bir his" dediğinde istediğim cevabı alamamanın hüsranına uğramıştım. Fazla zorlamamaya karar vererek yerimden kalktığımda elimdeki çiçeği göstererek "sağ ol çimen kafa. Demek ki isteyince nazik olabiliyormuşsun" dedim yarım ağız gülerek. 

Oda aynı şekilde gülerek ayaklarıma baktığında ayaklarıma çarpan şeylerle bakışlarımı oraya çevirmiştim. Çekirgeler...

"Ciddi misin?" diye sordum çekirgelere bakarak.

"Ciddiyim" dedi alay ederek.

Gülerek onu geride bırakarak okula yöneldim. Bakışlarım kısa bir an Fiona'nın olduğu yere kaydığında onunda bana baktığını gördüm. Bakışlarımız buluşur buluşmaz yerinden kalkıp yanıma gelmeye başlamıştı.

"Emma, iki dakikan var mı?" 

Durduğum yerde yanıma gelmesini beklerken "buyur?" dedim. Kollarımı göğsümde bağlayarak bu konuşmanın bir an önce bitmesini bekledim.

"Yanlış bir şekilde mi özür diledim?" diye sorduğunda kaşlarım havalandı. "Senden özür dilediğim günden beri nedense hala bana kızgınmışsın gibi hissediyorum. Ben insanlarla pek iletişim kuran biri değilim ve o yüzden nasıl özür dileyeceğimi pek bilmiyorum." diye devam ettiğinde şaşırsam da tepki vermedim.

Ben onu unutmuştum bile. Şimdi neden bana böyle bir açıklama yapıyordu ki?

"Ben çoktan unuttum bile" umursamazca söylediğim şeyle şaşırmıştı.

"Ne yani? Çoktan affettin mi?" diye sorduğunda "ne bekliyordun?" diye karşılık verdim.

Yüz ifadesi yeniden normale döndüğünde bana bakmaya devam ederek "bir şeyleri yanlış yaptığım için bana hala kızgın olduğunu düşünmüştüm" dediğinde "bunu uzatmanın bir anlamı var mı? Sonuç olarak emri veren Drake'di" diye karşılık vermemle sessiz kalmıştı.

Haklı olduğumu oda biliyordu o yüzden başka söze gerek kalmamıştı.

Fırsattan istifade ederek yeniden önüme dönüp yürümeye koyuldum. Odama gidecektim ancak bakışlarım etrafı süzerek Amy'yi arıyordu. Neredeydi bu kız?

🍏

Yazardan

Sabah

Faren boylu boyunca zindanın betonunda uzanırken, gelecek olan muhafızları bekliyordu. Alanis ile çoktan planı kurmuşlardı ve rolü için hazırdı.

Sonunda beklediği o an gelmiş ve her gün yemek getirmek için yanına gelen muhafızın sesi duyulmuştu.

"Kurtulmak onun için bu kadar kolayken ne diye diretmeyi seçmişti ki? sanki kurtulabilecekmiş gibi... aptal kadın" 

Faren her gün bu sözleri duymaktan sıkılmıştı ve birazdan o adama hak ettiği sonu vermeyi düşünüyordu. Çoktan kanlı bir savaşa girmişlerdi ve bunun geri dönüşü yoktu. İlk kanı kendileri akıtmışlardı ve Faren de aynı şekilde onlara karşılık verecekti.

London, cebindeki anahtarları çıkararak demir parmaklıkları açmaya koyulduğunda Faren nefesini tutmuştu. Kaçmasına saniyeler kalmıştı ve bunun için tek bir şansı olacaktı. 

"Ölmüş mü gerçekten de?" diye sordu Bert. Sesi hem şaşkın hem de alaylı çıkmıştı. Açılan kapıdan girerek ayağıyla Faren'i dürtüklemişti. Yaşayıp yaşamadığından emin olmaya çalışıyordu.

Faren sabrederek London'ın da zindana girmesini bekledi. Erken davranırsa ikinci muhafız kapıyı kapatıp kaçmasını engelleyebilirdi.

Neyse ki London da çok geçmeden içeriye girerek "ölmüş işte görmüyor musun? ölülere saygın olsun en azından Bert" diye söylendi ve Faren'in yanına çöktü.

"Gel de onu taşımama yardım et" diye söylenen London ile Bert "niye ikimiz taşıyoruz? birimiz taşısak olur bence" diye homurdandı.

Elbette ki London bunu da düşünmüştü. "ikimizde tek başımıza onu taşımayı kabul etmeyeceğimize göre bu görevi beraber yapmalıyız Bert. Kes artık gevezeliği de gidip onu gömelim" diye açıklamasıyla Bert söylene söylene Farenin yanına ilerleyerek çökmüş ve kollarını kavrayarak üst bedenini kaldırmıştı. 

London da Farenin ayaklarından tuttuğunda Faren ani bir hareketle bacaklarını London'ın boynuna dolayıp Alanis'in ona verdiği hançeri belinden çıkararak Bertin boynuna saplamıştı.

İki muhafızda beklemedikleri bu hareket karşısında afallamıştı. 

Bert boynunu tutarak gerilediğinde Faren hançeri boynundan çıkarıp bedenini London'ın omuzlarına çıkarmıştı. Boğulmakta olan London karşılık veremeden Faren bu sefer de hançerini London'ın boynuna saplayıp geri çıkarmıştı.

Dizlerinin üzerine düşen London, boynunu tutarak kan kusmaya başladığında Faren üzerinden inerek iki muhafızında kanlar içinde kalışını izlemeye başlamıştı.

Böyle olmasını istememişti. Belki Bert bunu hak etmişti ama ya London? onun Farene bir yanlışı olmamıştı. O bunu hak etmiş miydi?

Faren hançerini Bertin üzerine silerek temizlediğinde kolunun tersiyle de yüzüne sıçrayan kanları silmeye çalışmıştı.

Burada daha fazla oyalanmanın bir anlamı yoktu artık onun için.

Adımlarını kapıya çevirip zindandan çıktığında ilk iş elindeki hançerle eline küçük bir kesik atıp odacık oluşturmaya çalışmak olmuştu ancak elde ettiği tek şey küçük bir ışık topu olmuştu. 

Zindanda geçirdiği her gün onu zayıflatmaya başlamıştı ve bu yüzden güçlerini kullanmakta zorlanıyordu.

"Hadi ama" diye söylendi Faren. Her an birileri gelebilirdi, onu bulmamalıydılar çünkü bu onun tek şansıydı.

Faren kendini zorlayarak açtığı küçük odacığı büyütmeye çalıştı. Açtığı odacık büyük zorluklarla ve yavaş bir şekilde büyürken Farenin bir gözü koridordaydı.

Bir kaç dakikanın sonunda odacığın geçidini geçebileceği kadar büyütebildiğinde anında içeriye girip kapıyı geri kapatmıştı.

Yine zor bela odacığı arındırmaya koyulup bir yandan da koridorda ilerlemeye başlamıştı. 

Sonunda odacığı arındırabildiğinde derin bir nefes alıp geçide ilerledi. Onun için asıl zor olan iş, çıkış kısmıydı.

Aceleci adımlarla koridorda ilerlerken bir yandan da buradan sonra ne yapacağını düşünüyordu. Elbette bunu daha önce de düşünmüştü ama ya beklediği ve planladığı gibi ilerlemeseydi?

O zaman ne yapacaktı? Kocasını öldürmüşlerdi ve ortada gizli bir savaş varken açıkça onlara karşılık veremiyorlardı bile. 

Faren de ablası gibi hem ışık asillerinden hem de doğa asillerinden şüpheleniyordu ama içine sinmeyen bir şeyler vardı.

Gözden kaçırdıkları bir şeyler mi vardı?

Faren koridorun sonuna geldiğinde sağa dönerek çıkışa varmıştı. Kapıdaki muhafızların sesi buradan bile duyuluyordu. Alanisin ona yardım edeceğini biliyordu. Muhafızların çok yakında bayılması gerekiyordu.

Çıkışa yaklaşan Farenin adımları yavaşladığında, bakışlarını muhafızlara dikmişti. Yemek yiyip sohbet ediyorlardı.

"Aptal Bert, her gün o kadınla uğraşıyor" diyerek güldü aralarından biri.

Muhafızlardan biri ciddi bir tavırla bakışlarını onun üzerine diktiğinde "bu konunun konuşulması yasak! bir daha içinizden birinin bu konu hakkında yorum yaptığını duyarsam asillerden önce nefesinizi ben keserim!" diye uyardı onları sert bir dille.

Muhafızların hepsi sessizliğe gömülürken içlerinden biri oturduğu yerde bilincini kaybedip yere düşmüştü.

"Eldon?" 

Sert tavrını koruyan adam yerinden kalkarak Eldon denen muhafızın yanına ilerledi hızlı adımlarla.

Duyulan ikinci düşüş sesiyle muhafızlar birbirlerine bakmaya başlamışlardı panikle.

"Siktir! neler oluyor böyle?!" 

Hepsinin bakışları ortak bir yerde, yedikleri yemeklerde buluşunca içlerinden biri küfür etmişti.

"Siktir! zehir mi b..." diyen muhafız da bilincini kaybedip düştüğünde geriye sekiz kişi kalmıştı. Hepsi ard arda bayılmaya başlarken Eldon'ın yanına giden muhafız neler olduğunu anlamıştı.

"Harekete geçtiler demek" diye mırıldandı kendi kendine. Bu muhafız Emma'nın günlerce aradığı muhafızdı. Alonzoydu.

Günlerdir zindanda saklanan Alonzo, şimdiye kadar şans eseri Emmayla karşılaşmamıştı.

Faren Alonzoyu görür görmez harekete geçmek istemişti ancak Alonzo ondan daha erken davranarak hızla zindanın kapısına yönelmişti. Faren son anda yoldan çekilerek Alonzoyla çarpışmaktan kurtulurken Alonzonun zindana girişini fırsata çevirip hızla zindanın sınırlarına koşmaya başlamıştı. 

Kısa süre de sınıra ulaşan Faren anında aydınlık sarayına ışınlamıştı kendini. Elbette ki bunu dördüncü deneyişinde ancak yapabilmişti.

Sarayın salonuna ışınlanan Faren, ışık asillerinin salonda olduğunu görmesiyle kendini Alanis'in odasına ışınlamıştı. Güçleri zayıfladığı için aurası hissedilebilirdi ve bu isteyeceği son şey bile değildi.

Işık asilleri Alanis ve Loyal ile beraber salonda otururken kalkmaya niyetli değil gibilerdi.

"Drake'in hasta olduğunu duyduk. O iyi mi?" diye sordu Camella.

Alanis içten bir şekilde olmasına dikkat ederek gülümsedi. "İyileşiyor. Sadece soğuk yemiş biraz. Ara ara ateşleniyor o kadar" 

"Çok geçmiş olsun" diyen Kelvinle Alanis neredeyse alayla gülecekti. Asıl ziyaret etmeleri gereken kişi kendileri bile değildi. 

Bunun için neden Alfridaya gitmediklerini de soramıyordu çünkü ona gidecek olurlarsa Drake'i ziyaret etmek isteyebilirlerdi ve onu görmeleri iyi olmazdı. 

Zaten ışık asillerinin niyetinin başka olduğu, kendilerine gelmelerinden belliydi.

"Size bir şeyler ikram etmek isterdim ancak eşimle kasabaya uğramamız gerekiyor" diyen Alanis alttan alttan onlara gitmelerini ima etmişti.

Camella bunu anlamayacak kadar salak değildi ama aptala yatabilirdi. Neyse ki düşündüğü gibi olmamış onun yerine Camella ve Kelvin ayaklanmışlardı. "öyleyse biz gidelim." 

Zahmet olacak diye geçirdi Alanis içinden. Gerçekten de bu numaralara katlanamıyordu artık. Keşke eline koz verseydiler de bütün asillere gerçekleri söyleyebilseydi. 

Işık asillerine yardım edenleri bulmadan elinde koz olsa da kullanamazdı gerçi. Bütün hainleri bulmazlarsa başlarına yeniden bela açabilirlerdi.

Tek seferde hepsinden kurtulmaları gerekiyordu ve bunu yapmak için yemin etmişti. Kim bilir daha neler yapmışlardı da onlar hatırlamıyorlardı...

Hafızasında boşluklar vardı ve bunun için en kısa süre de bir çözüm bulması gerekiyordu ama kaleme soramazdı. Kütüphaneye gitmeleri dikkat çekerdi.

O zaman ne yapmalıydı da hafızası tamamıyla yerine gelmeliydi? Hatırlamadığı neler vardı?

💚Devam Edecek💚

💚Canımız annemiz💕🧚‍♀️

💚Bölüm hakkındaki düşünceleriniz ~

💚Bu bölümde Alvin ve Elvis hakkındaki düşünceleriniz neler? ~

💚Bu bölümdeki Herman'ı nasıl buldunuz? ~

💚Fiona'nın konuşması hakkında ne düşünüyorsunuz? ~

💚Kimlerin yokluğunu hissettiniz? ~

💚Farenin zindanda yaptığı şey hakkında ne düşünüyorsunuz? ~

💚Hepiniz öpüldünüz💕💖 sonraki bölümde görüşürüz canlarımm🌼🧚‍♀️

💚Yazılış tarihi: 12.01.2024

💚Düzenlenme tarihi: 16.04.2024

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

112K 15.8K 33
[TAMAMLANDI.] UZAYLI'DA 1: 28 Şubat 2022 "Atın onu." Hayatımız başkalarının avuçlarında bir oyuncak gibi... Zamanı gelince pilin...
1.3K 330 32
Efsaneler, varlığı belirsiz hikayeler. Siz bir efsanenin hiç gerçek olabileceğini düşündünüz mü? Biz düşündük ve fark etmeden inandık. "Kumsalın Kalb...
23.8M 1.4M 79
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
1.3K 343 26
On sekizinci yaş günü yaklaşırken bir bekçi olduğunu ve artık dünyada yaşayamayacağını öğrenen Lisa, bundan sonraki hayatına bekçilerin ülkesi olan R...