KAN KADER (+18)

By ShoroSharpen

244K 10.5K 16.7K

Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN... More

KAN KADER GİRİŞ - TANITIM
1. BÖLÜM - İLK KURŞUN
2. BÖLÜM - KALBİ DİRİLTEN DUYGU
3. BÖLÜM - TAKİPÇİ
4.BÖLÜM - T.G.I.F
5.BÖLÜM - ÇIRAK VE USTA
6.BÖLÜM - ROLEPLAY
7.BÖLÜM - KAPANA KISILDIK
8.BÖLÜM - TİK TAK, TİK TAK
9.BÖLÜM - AYNADA Kİ TUHAF KADIN
10. BÖLÜM - KARMEN'İN ÖLÜMÜ
11.BÖLÜM - YARALI KALPLER VE BEDENLER
12. BÖLÜM - İHANETTEN GERİ KALAN
13. BÖLÜM - YAS SİGARASI
15. BÖLÜM - MASKENİ KUŞAN
16. BÖLÜM - CEHENNEM'E BİLET
17. BÖLÜM - DİKKAT, KAÇAKLAR KAÇIYOR!
18. BÖLÜM - KARANLIĞA BÜRÜNEN BİLİNMEYEN
KARAKTERLER
KARAKTERLER PT.2
19. BÖLÜM - KANLI PARA ve YALANCI YANSIMA
20. BÖLÜM - VAHŞET DOLU GEÇMİŞ
21. BÖLÜM - OYUN BAŞLADI
22. BÖLÜM - KİRALIK KATİL
23. BÖLÜM -YANDAŞLAR
24.BÖLÜM - GÜVENLİ BÖLGE
25. BÖLÜM - HIRSIZLAR
26. BÖLÜM - KORKAK KALPLER
27. BÖLÜM - KÜLLERDEN DOĞAN AİLE
28. BÖLÜM - SAÇLARINI ÖREBİLİR MİYİM?
29.BÖLÜM - ŞEYTANLA DANS
30. BÖLÜM - DİŞE DİŞ, KANA KAN
31.BÖLÜM - ÖLÜ YA DA DİRİ

14. BÖLÜM - TEHLİKELİ SULAR

5.9K 279 490
By ShoroSharpen

If I could paint the sky
Well all the stars would shine a bloody red

Black out days - phantogram

(Eğer gökyüzünü boyayabilseydim,
Tüm yıldızlar kanlı bir kırmızıyla parlayacaktı)

Band-Aids don't fix bullet holes
You say sorry just for show
If you live like that, you live with ghosts
If you love like that, blood runs cold

Taylor swift - Bad Blood


(Yara bantları kurşun yaraları için işe yaramıyor. Gösterişten üzgün olduğunu söylüyorsun,
Eğer böyle yaşıyorsan, hayaletlerle yaşıyorsun.
Eğer böyle seviyorsan, kanın soğuk akar!)

❤️⛓️🖤

Uyanma vakti geldi Karmen, aç gözlerini. Geç kalırsan yetiştiemezsin. Neden uyuyorsun? Başında gezinen tehditler yok mu? Kafanı yastığa koyarken verdiğin yemini bugünde tutmamanın vicdan azabı sızlatmıyor mu yüreğini?

Neden gözlerin kapalı Karmen? Neden bilincini kaybetmiş ve savunmasızsın? Yoksa sen, seni gerçekten koruyacak birilerinin olduğunu mu sanıyorsun?

Kimseye güvenme Karmen. Herkes gider, yemin edenler, söz verenler, kalanlar ve en çok gitmem diyenler.

Sen hala dersini almadın mı? Kaç kere daha yarı yolda bırakılman lazım? Veya ne zamana kadar bu işi uzatmayı planlıyorsun?

Hala zayıfsın Karmen. Ne zaman güçleneceksin? Dövüşmeyi pek beceremiyorsun, ellerin hala silah tutarken titriyor. Neden Karmen? Neden hala bu kadar çaresizsin?

Yoksa çare başkasından mı gelecek sanıyorsun? Aptal kadın, aptal Karmen, uyan!

-Ahhh...

Uyan Karmen! Senelerdir uyuyorsun, artık uyan!

-Iğhhh...

UYAN!

Soluk soluğa, terle ıslanan yastığımdan kalktım ve gözlerimi açtım. Boğazım kurumuştu, ellerimi yatağımın yanında ki masaya attım ve bulduğum şişenin kapağını delicesine açıp kafama dikledim. Yarısı üzerime yarısı ağzıma dökülen suyu içmem, boş şişenin dibini görmemle bitince, plastiği odanın bir kenarına fırlattım.

Parmak uçlarımla şakaklarımı sert hareketlerle ileri geri masaj yapmaya başladım. Rüyalarıma kadar giriyordu artık bu iş. Sinsi bir yılan gibi derimin altında sürünüyor, bedenimi çivilere çakıp geriyor ve zihnimi zehirliyordu.

Fakat zoruma giden, zihnime akıtılan bu zehrin doğru olmasıydı. Uyuyacaktım elbet fakat bir gözüm açık kalmalıydı. Yemek yiyecektim elbet ama aynı anda çatal ve kaşık tutamazdım. Bir elimde çatal varsa ötekinde silah olmalıydı. Bir elimle yemek yiyorsam boşta kalanla siper almalıydım.

Nefes almalıydım elbet ama içime çektiğim her zaman oksijen olmayacak korkuyu da tadacaktım.

Yaşayacaktım elbet ama ruhum ölü, zihnim zehirli, kalbim yaralı, bedenim yamalı, hayallerim yıkılan, kabuslarım çoğalan, insanlar yalancı, aynada ki yabancı, yatağımda ki çivi, sırtımda ki bıçak, ikisi de bana saplanacak, bugünler rastgele, yarına kalmak denk gelirse, ellerim kanlı, lekesi gitmeyen, silahım da kurşun, yerinde durmayan ve namlunun ucunda sayısız kimliği belirsiz kişi ve tetiğin üstünde ki işaret parmağımla, yaşayacaktım.

Ellerimle çabucak üst baş kontrolü yaptım. Kolyem boynumda silahım ise belimdeydi. O zaman rahatlayabilirim.

Üzerimde ki ince örtüğü köşeye ittirip kalkıp makyaj masamın yanına gittim. Parçalanmış aynamın etrafa saçılan cıncıklarını dün temizlemiştim. Ama geride kalan boş tahtasında ki kurşun deliği, tıpkı duvarımda ki yarığa benziyordu.

Yaralarımın kirlenmiş bezlerini söküp, tentürdiyot döküp yeniden sarmaladım. Yüzümde ki geçmeye yakın morluklara merhem sürdüm. Üzerimi de değiştikten sonra hiç oylanamadan aşağıya inip kahvaltımı yaptım ve spor odasına çalışmaya geçtim.

Emir dün gece beni evime bıraktıktan sonra kendi evine gitmişti. Bugün ise yanıma uğrayamayacak ve hala bir kaç problemi olan arabasını tamire götürecekti. Emir'in yokluğu Kehribarla olacak olan görüşmemin üstüne iyi denk gelmişti. Gün içinde beni ararsa, mecburen yalan söyleyecektim artık.

Çünkü, bir başkasının kirli işlerini yapacağımı öğrense buna pek sıcak bakmazdı. Zaten Kehribarın bana ne iş vereceği ayrı muammaydı.

Düşüncelerimle beraber, koşu ve ısınma hareketlerini bitirmiş artık taktik çalışıyordum. Kum torbasına tekme atmaya çalıştığım her sefer dengesizce yere kapaklandım. Tabii ki tek bir tane düzgün tekmeyi atana kadar vazgeçmeden üst üste denemler yaptıktan sonra nihayet birisi olmuştu.

Sadece tekmeyle yetinmeyip, yumruk, ağırlık, dövüş manevraları derken terden sırılsıklam hâle gelene kadar devam ettim. Gerçi beklediğim şey dün geceden beri bana konum atmasını istediğim Kehribardan gelen bir mesajdı.

Mesajın gelme süresinin hala bu kadar uzun sürmesi içime kurt düşürüyordu. İstiyordum ki bir an önce bu işten kurtulayım ve rahatça intikam planımın peşinden gideyim. Elimde olan bilgiler artmıştı, tanıdığım insanlar da öyle. Eğer Emir'le beraber t.g.i.f'e rol play yaparak geçmekten daha işe yarar planlar yaparsak belki, İgima'ya ulaşabilirdik.

Elimde ki diğer bıçağı yere bırakıp hedef tahtama doğru gittim. Uzak mesafe atışı ile fırlattığım bıçağım yedi puana saplanmıştı. Fena değil, ama on iki puan görene kadar asla yeterli olmayacağım.

Bıçağı hedef tahtasından çekip diğerinin yanına attım ve spor odamda gözlerimi gezdirdim. Bugün talim atışı yapmak istemiyordum. Pekala, işim bitmiş sayılır o zaman.

Kehribardan mesaj gelene kadar çalışırsam pestilim çıkardı. Spor odamdan çıkıp salona geçtim. Emirle olan çalışma kağıtlarımızı, TV ünitesi rafından çıkartıp orta masanın üzerine bıraktım ve dibine çöktüm.

Elime önce, İgima Dizable'nin belgelerini aldım. Türkiye çapında, ünlü İgima gözlük şirketi. Sadece siyah gözlük üretirler ve sloganları ise, "gözler sizi açığa vurur, onları sakla" gibi bir saçmalık.

Başka bir kağıdı çekip incelemeye başladım, Phiqz başlıklı bir belge. Eskilerde çökmüş hukuk bürosu. Sahibeleri, 60 yaşında Avukat Yakup Gedik ve 57 yaşında ki eşi Nezaket Gedik. Artık işsiz olmalarında Ronni ekibin'in bilgilerine göre İgima 'nın parmağı var.

Peki neden? Aralarında sürtüşme mi olmuştu? Yoksa, Phiqz İgima'nın hukuk bürosu muydu? Ve döndürdüğü karanlık işlerden birinde ufak bir patlak meydana gelince de işler bozulmuş muydu?

Peki hala düşman mıydılar? Öylseyse neden İgima onları öldürmemişti?

Kağıtları sıkıntıyla incelerken kafamı kaşıyordum. İgima'nın gazabına uğramış bir grup daha vardı elimin altında ve kesinlikle onların üzerine gitmeliydim. Eğer hala düşmansalar, belki onları benimle birlik olmaları için ikna edebilirim.

Çünkü gün geçtikçe anlıyorum ki, koskoca İgima Dizable'yi çökertmek tek başıma başarabileceğim bir iş olmaktan çıkmıştı. Hatta hiçbir zaman öyle olmamıştı.

Telefonunu çıkartıp masamın üzerine koydum ve yoğun bakışlarımı ekrana doldurdum.

-Ara, mesaj at, ara, mesaj at, ara mesaj at...

Tık tık tık.

Bu ses... Mesaj sesi değildi. Kapım üç kere çalınmıştı. Telefonu yerine sokup, kağıtlara uzandım. Ama sonra vazgeçip yerinde bıraktım. Emir veya bir başkası olsa bile saklayacak oyun değildi bu.

Ben kapıma yetişene kadar bir kere daha çaldı. Ama bu ötekine göre biraz hayvancaydı. Emir bu kadar erken gelmeyecekti. Ve evimi bilen insan sayısı artmıştı. Yani şu kapının ardından görmek istemediğim herkes çıkabilirdi.

Sağ elimi sağ belime atıp silahımı çıkartıp kapının dibine sokuldum. Gözetleme deliğine gözümü dayayınca, kapının önünde arkası dönük bir kafa silueti buldum.

-Kimsin, diye bağırdım.

Kapının diğer tarafında olsa bana duyulan hırıltılı nefesin ardından,

-ADAM, sesi geldi.

Kim olduğunu anladığım anda yüzüme çarpık bir gülümseme doldu. Silahımı yerine koymaktan yarı yolda vazgeçip kapıyı açtım ve geriye çekildim.

Tereddütle itilen kapının ardından eve atılan ayak sesleri zemini sarstı. Ve kapının ön tarafından evime girip sonunda kendini belli adamın yüzü bana dönüktü.

Arkasına yaklaşıp kapıyı çarptım ve ensesine tüyler ürpertici bir şekilde üfledim.

-LAN!

Diye bağırıp öne zıpladı ve başını korkuyla bana çevirdi. Silahımı da ona doğrulttuğumu görünce ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı.

-Kadın! Ne biçim karşılama lan bu korku filmlerindeymiş gibi?

-Gelişine yakışır bir karşılma yapmak istedim.

Diyerek sırıttım ve biraz cilveli bir hâl takınıp bedenin tam dibine bir adım attım. Bana şok olmuş gözlerle bakıyor nasıl tepki vereceğini çözemiyordu. Onu böyle çaresiz bırakmak fena hoşuma ve komiğime gidiyordu.

- Seni,
diye lafa girip sol elimin işaret ve orta parmağıyla onun elinin üstünden başlayıp koluna doğru çıkarak narince gezdirdim.

Sanki ilk defa bir kadın dokunuşuna maruz kalıyor gibi kafası karışmış halde bakıyordu. Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirip, parmaklarımı kısa kesilmiş sakalının üzerine getirip,

-Özledim, diye devam ettirdim cümlemi.

Şu tepkilerine gülmemek için içerden dilimi ısırıyordum.

-Lan, Lan kadın bozma benim asabımı. Tövbe tövbe.

Sonunda nasıl hareket etmesi gerektiğini hatırlamış ve büyük eliyle, yüzümde ki eli tutup bana fırlatmıştı.

-Gidiyorum ben!

Diyerek kapıya döndüğünde önüne atlayıp kollarımı iki yana açıp kapıya cephe aldım.

-Hiçbir yere gidemezsin Ceyhun, dedim.

Evet gelen Ceyhun Dinçti. Gerçekten şu kapıyı çalacak yüzlerce insan varken çalmış olmasını dilediğim, görmeyi en çok istediğim insan gelmişti.

Altında eskimiş bir kot pantolon üstünde ise beyaz demeye bin şahit bir tişört vardı. Ellerinde her zaman ki gibi siyah is lekesi bir kaç yer edinmiş, parmaklarının ucu yağa batmış, avuçları nasırlıydı.

Sol kolunun ön kısmında, tel gibi duran yanık izi duruyordu. Yüzü ise, en son gördüğümden daha çekiciydi. Kulaklarına kadar yetişen üst saçları dağınık, sakalını ne uzun ne kısa bırakmıştı. Kahverengi gözleri biraz mahçup bakıyor ve kaşları aynı mahçuplukla aşağı kıvrılıyordu.

Belki de onu özlediğimden böyle görüyordum. Bir insan nasıl olur da sadece iki gün vakit geçirdiğini birini özlerdi ki? Belki de birine alışmak için kâh 10 sene gerekiyordu kâh 10 dakika bile yeterli geliyordu.

-Geldiğime daha şimdiden pişman ettin, ben gidiyorum.

Ben onu engellemesem bile gidemeyeceğini ve buraya ihtiyaçtan geldiğini biliyordum. Ama git deyip, onu zorla kalmaya muhtaç bırakmak karaktersizlik olacağından gerekirse zaten kalacağına rağmen kalması için ayaklarına kapanırdım.

-Şu kapıdan görmeyi en çok istediğim insan geçiyor ve ben gitmesine izin mi vereceğim? Sence bunu yapar mıyım?

Söylediğim şeyle gözleri biraz parladı ve bakışlarını kaçırdı. Kendini değerli hissetmişti.

İşte onu bu doğallığı, mahçup ve masum ruhu için istiyordum yanımda. Ama bir o kadar da taksisine binen tehlikeli kadının aslında çaresiz olduğunu anlayacak kadar zeki, arabayı belaya sürmesine rağmen gaza basacak kadar cesur ve istese gidecekken kalıp hiç tanımadığı iki insana bakacak kadar da merhametli bir adam olduğu için.

Ceyhun Dinç iyi bir adamdı. Ben ise bu adama, karanlık dünya da iş verecek kötü bir kadın.

-Gel salon da oturalım. Ayakta durmayalım. Konuşmamız lazım. Değil mi? Buraya zaten bu yüzden gelmedin mi?

Başını salladı. Ben de onu teşvik ede ede salonuma kadar götürdüm. Masanın, az önce benim oturuduğum tarafın karşısında oturup, ellerini dizlerinin üstünde birleştirdi.

-Açsındır ben sana yemek koyayım.

-Hayır, hayır tokum. Gerek yok.

-Tamam bari içecek bir şey getireyim, bekle.

Deyip koşar adım mutfağa yetiştim, bardaklara portakal suyu doldurduktan sonra bir tabağa da üç dilim sandiviç koyup tepsiye dizdim. Elimden geldiğince hızlı davranıp konuya girmek istiyordum.

Mutfaktan çıkıp salona yetiştiğimde elinde bir kağıt tutmuş okuyordu. Orta masaya yetişip tepsiyi ortamıza bıraktım ve bende onun karşısında ki koltuğa oturdum.

-Bu adamı bir yerlerden tanıyorum, dedi yüzünü kağıttan çekmeden.

-Tanırsın tabi, İgima Dizable. İgima Gözlük sahibi, zengin ve hayırsever iş adamı. Televizyonlara çıkmakla pek ilgilenmemiş gibi dursa da tam tersi. Adam göz önünde durarak, göze batmamayı çözmüş.

-Allah Allah -diyerek portakal suyundan bir yudum aldı- bu genç yaşına rağmen pek çok iş başarmış.

-Genç yaş mı? Adam 55 yaşında.

-Allah Allah -dedi yine şüpheyle- bu adam nasıl 55 yaşında lan?

Daha fazla dayanamayıp elinde ki kağıdı çekip baktım. Ne gördüğümü idrak edememiş halde titreyen gözlerimi Ceyhun'a çıkarttım.

-Sen bu kağıtta ki adamı nereden tanıyabilirsin ki?

- Tanımıyorum, gözüm ısırıyor dedim. Taksime binen tuhaf tipleri unutmam ben.

Kağıdı öfkeyle Ceyhun'un önüne fırlattım.

-Tekrar bak, hatırladığım adam kağıtta ki kişi mi?

Kağıdı bir gözü bende bir gözü kağıtta incelemeye başladı. Yüreğim kramp geçiriyor gibi atışları canımı yakıyordu.

-Evet -dediğinde yutkundum- taksime binen garip bir adamdı bu hatırlıyorum.

-Yalancı!

Diyerek ayağa fırladım. Ceyhun tepkimden bayağı çekinmiş kağıtlara elini sürmüyordu.

-Ben yalan söylemem kadın.

-Ama söyledin işte -diye kızdım yine- Bu adam -duraksadım- bu adam yaklaşık 2 ay önce öldü.

Bacaklarım titreyerek koltuğuma oturdum. Ceyhun'un gözleri kocaman açıldı. Bana Harvey'in onun taksisine bindiğini söylemişti resmen. Bu imkansızdı, o ölmüştü. Ölmüştü.

İstemeden ağlamaya başladığımda, Ceyhun ayaklanıp bana yaklaştı. Ellerini koluma getirip geri çekti, sonra üstüme eğilip sarılacak gibi olup kendini yine çekti. En sonunda parmak uçlarıyla kafama okşama niyetiyle iki üç kere vurdu.

-Hey, hey. Karmen, sakin ol. Önce beni bir dinle. Bu adam her kimse Allah rahmet eylesin, ölmesi garibime gitti. Ama ben zaten bu adamı yaklaşık 5 ay önce, işe ilk başladığım zamanlarda görmüştüm. Hatta bana yüklü bir bahşiş bırakmıştı.

Göz yaşlarımı silip başımı Ceyhun'a çevirdim.

-Arabası varken taksi kullanmazdı ki, diye mırıldandım.

-Belli olmaz, bazen insanlar taksiye de binebilir arabaları varken. Mesela arabasını birine kullanması için vermiş kendisi de taksiye binmiş olabilir.

Bilmeden beni teselli etmeye çalışıyordu. Beni çıldırtan ise, bir an onun yaşıyor olduğu düşüncesiydi. Bir anlığına onun yaşadığını sandım ve her şey tekrar o eski güzel anına geri dönmüştü.

-Onu nasıl hatırlıyorsun?

-Fotoğraftakinden daha yorgundu. Ama yakışıklıydı. Bir de karnına kemerle dayamış silahımı görünce bayağı tırsmıştım.

-Onu nereden aldığını veya nereye götürdüğünü hatırlıyor musun?

Biraz durup düşündü ardından başını iki yana salladı.

-Ne yazık ki hayır. Sorması ayıp olmazsa bu adam kim kadın? Ve nasıl öldü?

Elimle yüzümü silip silkelendim.

-Bunları ben anlatmadan önce senin buraya geliş sebebini konuşmak istiyorum. Eğer kafamda ki sebeptense ve anlaşabilirsek sana zaten her şeyi anlatacağım.

Ceyhun ellerini dizine vurup yanımdan kalktı ve karşı koltuğa geçti. Dudaklarını ısırıyor ancak niye geldiğinden bahsedemiyordu.

Sonra mırın kırım ederek,

-İşimden ayrıldım, dedi.

-Aa, artık taksici değil misin?

-Buraya başka taksiyle geldim. Bu demek oluyor ki ben de artık yolcuyum.

-Aa -dedim üzülerek- bana taksici adam lazımdı. Yolcu değil.

Birden gözlerini büyütüp, kaşlarını çattı.

-İyi de kadın işten ayrıldım diye araba sürmeyi mi unuttum?

-Bilmem ki, sen buraya benim için araba sürmeye mi geldin?

Kıvrılan dudağımın kenarına bakıp iç geçiridi.

-Ulan ne fena kadınsın varya sen. He, buraya arabaya sürmek için geldim. Ne oldu artık beni istemiyor musun?

-Seni çok fena istiyorum, dediğimde gözlerini kaçırıp tövbe çekti ve bende gür bir kahkaha bıraktım.

Bu adam ben ona ne kadar şaka yaparsam yapayım bana alınacak gibi değildi hiç. Yanında böyle rahat hissetmem beni sevindiriyordu.

-Her neyse Ceyhun Dinç, ciddileşelim. Bana buraya neden geldiğini anlat.

-İşimden istifa ettim. Ama hala ödemem gereken kiram, faturalarım, doyurmam gereken karnım var. Yani işe ihtiyacım var.

-Harika bende de aradığın her şey bulunuyor. Ama neden Ceyhun? Neden işinden ayrılıp bana geldin?

Sandiviçin ikincisine geçmişken elindekini bırakıp lokmayı yutmayı kolaylaştırsın diye portakal suyundan içip geriye yaslandı.

-Duygusal konuşma yapmaktan nefret ederim.

-Anlatacakların duygusal şeyler miydi?

Kendi kendine kırdığı pot yüzünden kendine sinirlenmişti.

-Kabul etmeye geldiğin işin tehlikesinin farkındasın değil mi?

-Bahsettiğin ve gördüğün kadarından. Ama bana tehlikenin içinde olmayacağımı söylemiştin.

-Buna gerçekten inandın mı?

Başını hafifçe gülerek iki yana salladı.

-Şaşırmadım, yani işi kabul etmene.

-Neden? Çünkü ben baş ağrısını mı seviyorum?

-Hayır, yardım etmeyi seviyorsun. Çaresiz kalmışlara.

-Ben çok çaresiz kaldım kadın, şuan bile bir işim yok çaresizim. Çaresiz kala kala büyüdüm. Aç kalarak büyüdüm, evsiz kaldım. Okula gitmedim kadın. Konuşmamın ne kadar utanç verici olduğunu biliyorum. Bana acıyarak bakma, ben bu gözler altında kala kala büyüdüm.

-Ailen neredeydi?

-Babamın borcu vardı birilerine. Pek hatırlamam, yemek yiyorduk ufak bir dürümcüde. Öyle yerlere de sürekli gitmezdik. Fakirdik, nasıl gidelim ki?

Sonra, birden oldu her şey. İki tane patlama sesi duyuldu ve annem babam aynı anda yemek masasının üzerine yığıldı. Çok küçüktüm, belki altı yaşımdaydım belki beş.

Kanlara büründü dürümlerimiz. Ne annem bitirmişti yemeğini ne babam. Boğazında dizilmişti lokmalar. Beni kimse sahiplenmedi, oradan kaçtım o anda. Niye bilmiyorum çok korkmuştum.

Daha yeni kuruyan gözlerim yeniden ıslanmıştı. Ağzımı bile açamıyordum. Çünkü, çünkü kendimi görmüştüm onda.

-Beni hor görme kadın. Beni kimse eğitmedi. Yemekten önce veya sonra ellerimi yıkamam için kimse uyarmadı. Bak ellerim hala sık sık kirlenir. Sakalımı pek tıraş edemem, edersem yüzümü keserim.

Büyüdüm diye öğrendim mi sanıyorsun? Öyle olmadı işte. Ben tamircilikten, taksicilikten, garsonluktan, sanayiden, hammalıktan nefes mi aldım ki kendimi insan kalbına sokan şeyleri öğreneyim?

-Sana her ay yarım milyon vereceğim Ceyhun, istersen daha fazla. Ama benimle çalışmak zorunda değilsin.

-Neden? Sen hayır kurumu musun? Bana acıma beni hor görme demedim mi sana? Ben işimi yaparım kadın sonra sen de paramı verirsin.

-Masum kalsın diye ruhun, silah seslerini duyma diye.

-Orasını ben iyice düşünüp taşındım. Sen dert etme.

Bardağıma uzanıp biraz daha içtim.

-Neden benimle çalışmaya karar verdin?

O da tabakta ki son sandiviçi yiyip bitirdikten sonra ellerini tepsiye silkeledi ve pantolonuna sildi.

-Seni de benim gibi çaresiz gördüm. Bana kimse el uzatmamıştı ben düşmüşken, ben ise bana yapılanın bir başkasına yapılmasına katlanamadım.

Yatağıma her gün başımı rahatça koyuyorum da, o gün geriye dönüp baktığımda ne kadar boş yaşadığımı görüyorum.

Madem yaşıyorum kadın, madem bu yaşıma kadar tırnaklarımı kazıya kazıya geldim. Bari bir şeye değsin.

Ha birde, baş ağrısını çok severim.

Derin bir nefes alıp verdim. Ve önümde ki kağıtların arasında yarım parça boş kağıt bulup önüme çektim.

Kalemi de alıp yazmaya başladım.

İş veren- Karmen İvy As Cindy.
Çalışan- Ceyhun Dinç.

Ceyhun Dinç, Karmen İvy As Cindy'in şoförü olmayı kendi rızasıyla kabul etmiştir.

Aylık ödeme= 500.000 Türk lirası

İsmimin altına imzamı atıp kalem ve kağıdı Ceyhun'un önüne kaydırdım.

Ceyhun kağıdı alıp okuduktan sonra, gülümsedi ve o da imzasını karaladıktan sonra kağıdı ortaya bıraktı.

-Ne biçim bir iş sözlesmesi bu kadın? Hani ciddiyet?

-Bu kağıt, laf olsun diye. Asıl sözleşme sözlerimizle olacak.

-Ama söz uçar yazı kalır, unutma, deyip tek kaşını kaldırdı.

-Bizim sözlerimiz kulağımıza küpe olacak. Dilimizde her zaman bir yerde dolanacak. Aklımızın en silinmeyen anılarımda yaşam bulacak kendine.

-Öyle olsun. Sen beni işten çıkartana kadar, ne olursa olsun ben seni yalnız bırakıp işten çıkmayacağım. Her zaman arkanı kollayacağım, arabanı en hızlı ben süreceğim. Sırlarını kimseyle paylaşmayacağım. Ama gerek kalmadıkça karanlık işlerine karışmayacağım. Düştüğün de elimi uzatacağım.

Serçe parmağını bana uzattı.

-Ben de seni, sen işten çıkmak isteyene kadar çıkartmayacağım. Seni karanlık işlerimden uzak tutacağım. Arabam, senin araban. Paranı ne olursa olsun alacaksın.

Serçe parmağımı kanca gibi onunkine geçirdiğimde, söz verir gibi sıktık. Sonra elimizi aynı anda çekip gülümsedik.

-Karanlık dünyaya hoş geldin Ceyhun Dinç. Ama sen zaten çoktan buradaymışsın.

Ne olduğunu pek anlamasada başını salladı. Ona artık işlerimden bahsedebilirdim. Hatta Emir'e bahsetmediğin işlerden bile. Daha samimi olduğumuz için mi? Hayır. Çünkü Emir, benim tehlikeye koşmama engel olacakken Ceyhun olmayacaktı.

Zaten böyle anlaşmıştık. Bu yüzden onunlayken rahattım ya.

-Şimdi gelelim, bu ölen adamın kim olduğuna ve benim karanlık işlerime.

-İşlerine karışmayacağım Karmen.

-Biliyorum Ceyhun, ama beni tanıman lazım benim seni tanıdığım gibi.

-Pekala önce -deyip başını havaya kaldırıp evi süzdü- şimdi temizlenmiş olan o saksının nasıl kırıldığından bahset.

Hafifçe güldüm.
-Düştü kırıldı, boşver şimdi o saksıyı. Arama bekliyorum ya da bir mesaj.

-Kimden?

-Kızıl Kehribar adında bir kadından. İş yapacağız beraber. Beni sen oraya götüreceksin.

-Götürürüm.

-Ama kimseye bahsetmeyeceksin.

Üstüne alınmış gibi biraz gücenmişti.

-Az önce sırlarını paylaşmayacağım dedim ya.

-Ama hiç kimseye.

-Haaaa, şu yanında ki o diğer adamdan bahsediyorsun. Emir'den.

-Evet, pek zekisin. Lafı açılmışken, o benim erkek arkadaşım değil.

Yüzünde en ufak bir tepki aradım ama vermemişti. Hatta gayet rahat halde,
-Eee, ben bunu biliyordum zaten.

-Emir mi söyledi, dedim heyecanla.

-Yoo, yani söyledi ama diliyle değil. Ben aşık olan adamların, aşık olduğu kadına nasıl baktığını iyi bilirim. Seni seviyor, ama bu aşk değil.

İçim rahatlamıştı ama bunu sadece bakışlardan anlamasına epey şaşırdım.

-Demek sadece bakışlardan anlıyorsun ha?

-Yani, öyle sanırım.

Elimi hemen cebime atıp telefonumu açtım. Galeriye girip, Harvey'le olan fotograflarımızdan bana bakmış olan pozunu seçip Ceyhun'un yanına gittim.

-Baksana, sence burada ki adam nasıl bakıyor?

Ceyhun bir filozof havasında telefonu alıp resme baktı.
-Hımmm, bu adam seviyor. Ayrıca bu adam şura-

-Sadece seviyor mu, diye endişeyle lafını kestim.

Hemen telefonu alıp başka fotoğrafa kaydırdım.

-Tekrar bak, ne görüyorsun?

-Ooo, baya seviyor. Yani öyle böyle değil. Ama Karmen bu adam, kağıtta-

Yeterli gelmemişti. Bir başka resim daha açıp gözünün önüne soktum. O ise parmağıyla kağıtları işaret ediyordu.

-Düzgün bak be adam. İyi bak, nasıl bakıyor?

-Yok yok bu adam, deyip bıyık altından sırıtıp bana baktı.

-Ne yok yok? Ne?

-Sevmiyor.

-Ne?!

-Aşık bu adam. Hem de deli gibi. Oldu mu? Aldın mı istediğin cevabı be karı. Çek şu telefonunu suratımın önünden.

Küçük bir kız çocuğu gibi dudaklarımı büküp yerime geçtim.

-Fotoğrafta ki adam, bu kağıtta ki adamın tıpatıp aynısı.

Telefonu son kez gözden kaçırdığım arama var mı diye kontrol ettim ama saat neredeyse on dört olmasına rağmen henüz arama yoktu. İç çekerek masaya bıraktım.

-Evet, çünkü o adam benim kocam, dedim tek hamlede direkt.

Ceyhun ayağa kalkıp geri oturdu. Sonra elini kağıda atıp tekrar baktı. Ve bana çevirdi.

-Bu adam senin kocan mı?

-Ölü kocam, diye düzelttim ölüyü bastırarak.

Kağıdı aşağıya hüzünle indirip eliyle başını ovuşturdu.

-Vallahi çok üzüldüm.

Duygusal boşluğa düşmeden belgelere eğildim ve içinden İgima'yı bulup çıkarttım.

-İşte bu da kocamı öldüren adam.

-Ee bu -deyip kağıdı elimden çekti- bunu da biliyorum. Ama bence bunu herkes biliyor. Zengin züppe iş adamı değil mi bu?

-Ta kendisi, ama görüldüğü gibi biri değil. Karanlık dünyanın en büyük şebekelerinden. Aklına gelecek her türlü pisliği de yapmış biri.

-Vay anasını, inanılır gibi değil, derken gözlerimi ona kıstım.

-İnan Ceyhun. Gerçekler bunlar. O adam kötü biri ve kocamı öldürdü. Ben de ondan intikam almaya çalışıyorum.

-İntikam derken? Yani bu adamı mı öldüreceksin?

-Evet, öldüreceğim.

Amacımın ona biraz uçuk kaçık bir hayalmiş gibi gözüktüğüne emindim.

-Ama bu çok zor -deyip dudaklarını ıslattı- ama, sen üstesinden gelirsin.

Omuzlarım istemeden kabarmıştı. Kağıtları karıştırıp, içinden Emir'i bulup ona uzattım.

-Bu da yanımda ki o adam. Ölen kocam yani Harvey'in dostu. Benimle intikam için savaşıyor.

-Vayy, şu özgeçmişe bak anasını satayım. Adam tetikçi miymiş? Bu pep, yok dur, pepori, yok yok pe-pe-ron-ni-ron-ni de neyin nesi?

-Peperonni, Emir ve Harvey'in eskiden içinde olduğu radikal bir kuruluş. Karanlık iş yapmazlar, ama tam ortasındalardır. Genellikle bilgi alıp satarlar.

Ceyhun kafası karışmış halde kağıtları benim önüme geri itti.

-Bak kadın en iyisi mi sen bana sadece gideceğimiz yerlerin konumlarından felan bahset, basmıyor kafam bunlara.

-Pekala, bilmen gerekenleri biliyorsun. Ama şu saatlerden sonra sürekli bir koşuşturma içinde olacağız bu seni-

Derken sözümü masayı titreten ve sesi kulaklarıma yetiştiği an tüylerimi ürperten zil sesimle telefonum çalmaya başlamıştı.

Ayağa fırlayıp telefonu elime aldım.
Bilinmeyen numara arıyor...
Ama ben Kızıl Kehribar'ı kaydetmiştim.

Tereddüt etmeden telefonu açıp konuştum.

"Alo"

"Karmen İvy As Cindy"
Bu sert ve balgamlı erkek sesini tanımıştım. Kehribar adına benimle anlaşma yapan, yüzü yaralı adamdı sanırım.

"Benim, sen kimsin?"

"Kızıl Kehribardan bir mesajın var. 1 saat içinde sana mesaj olarak atılacak konuma geleceksin. Dikkatli olmanı ve yalnız gelmeni söylüyor."

"Tamam, geleceğim."

Telefon benim onayımdan hemen sonra kapatılmıştı. Bir den boşluğa düşmüş gibi hissettim kendimi. Dizlerimin bağı çözüldü sanki.

Telefonu kulağımdan kaldırıp Ceyhun'a baktım.
-Hazırlan gidiyoruz, dedim.

Başını sallarken,
-Arabanın anahatarını getir, dedi.

Doğru, hemen merdivenlere doğru koşmaya başladım ve basamakları üçer beşer atlayarak yatak odama yetiştim. Bas ucu masamın alt çekmecesini açıp hem garajın hem de Harvey'in bana hediye aldığı, fakat sonradan kullanmama asla izin vermediği arabanın anahtarını alıp kapadım.

Tam kapıdan çıkacakken geri dönüp, yatağımın yanına geldim. Kısa bir süre baktıktan sonra bazayı üste kaldırıp altından silahımı kurşunla doldurdum. Ve orada duran başıboş silahı da alıp yatağı indirdim.

Merdivenlerden geri indiğimde Ceyhun'un kapıyı açmış beni bekliyor olduğunu gördüm. O da elimde ki ikinci silahı görünce hemen geri adım attı.

-Sadece tedbir amaçlı, deyip uzattım.

-Silahlar sadece tedbir amaçlı bu kadar kurşunla doldurulmaz kadın. O lanet şeyi üzerimde taşımak istemiyorum.

-Lütfen, deyip yeniden uzatmakta ısrar ettim.
Çünkü silah karanlık dünya da senin fenerin gibiydi.

-En azından sadece arabanda bulundur.

Çenesini kasıp silahı elimden iğrenircesine aldı.

-Ayrıca o senin araban, ben kendi paramla kendime ait bir araba alırım bir gün.

Başımı onaylarcasına sallayıp ellerimle artık çıkmasını belli ettim.

İkimiz evden çıktık ve bahçenin yan tarafında ki garaja doğru yürümeye başladık. Siyah renk kepenkleri tozdan griye bürünmüştü. Anahtarı Ceyhun'a uzattım.

O da alıp, yere eğildi ve kilidi açıp kepenki yukarıya itmeye başladı. Yukarı tam çıktığında, büyük garajımın içinde Harvey'in ve benim arabamız duruyordu.

-Off, şu yavruya bak be!

Deyip Harvey'in arabasına gitti. Fakat benim alık gözlerle baktığımı görünce, sanırım bunun ölü kocama ait olduğunu ve hatırasına dokunmak gibi bir hatadan kaçmayı tercih edip elini çekti.

-Beğendiysen sana satabilirim, dedim şakayla.

Sonra benim siyah spor arabamın yanına yaklaşıp,
-İstemez, dedi.

Gülümseyip arabanın anahtarını ona fırlattım. Havada yakalarken bir yandan o da bana garajınkini attı.

-Sen arabayı çıkart ben de arkandan, kapatırım garajı, dedim.

Ceyhun arabaya binip, arabanın kontağını yaklaşık beş defa açıp kapayarak çalıştırmıştı. Arabaya binmiyordum ama bozulmasın diye Harvey ara sıra turlayıp getiriyordu.

Arabam sonunda çalıştığında garajdan çıkmıştı.

Ben de hemen arkasından kepenkleri indirip kilitledim ve arabanın arka koltuğuna atladım.

-Konumu alayım, dedi elini arkaya uzatıp.

Telefona gelen mesaja bakıp,

-Bu sefer pek bilinmedik bir yer değilmiş. Palandöken restorant diye gösteriyor. Biliyor musun yerini?

-Ben taksiciydim. Elbette bilirim, diyerek gaza yüklendi birden.

Ani çıkışımızla ben ön koltuğun sırtına yapıştım.

-Lan düzgün sürsene şu arabayı!

Ceyhun dikiz aynasından sinsice bakıp sırıttı.

-Artık düzgün sürmem için kurallar yok. Ben serbest şoförüm.

-Ama ben senden güvenli ve düzgün sürmeni istiyorum, dedim öfkeyle.

-Hım, güvenli sürerim de düzgünü de bir deneyeyim, dedi.

Fakat yola devam ettiğimizde rampalardan geçerken yavaşlamadığı için bizi havaya kaldırıyor, köşeleri sert dönerek oraya buraya çarptırıyordu beni.

-Ah bilseydim böyle yapacağını alır mıydım seni işe piç.

Dediğime kulak asmayıp güldü. Ben de telefonda, Harveyle olan fotoğraflarımıza bakıp bana ne kadar aşık olup olmadığını anlamaya çalışıyordum.

-Bir baksana -deyip telefonu ona verdim- burada nasıl bakmış?

-Abayı yakmış gibi.

-Yana çevir.

-Oo bu fotoğrafta sana aşık olduğu için biraz pişman gibi duruyor.

-Ne? Ya neden pişman ki? Onu da anlayabilir misin?

-Ne bileyim kadın.

-Tamam diğerine de bak.

-Araba sürerken telefonla oynamayı sevmiyorum.

-Son o fotoğraf son, gerçekten son.

-Aa, bak burada baya duygusal.

-Peki aşık mı?

-Off, deli gibi.

-Tamam ver telefonumu.-derken çoktan bana uzatmış olan cihazı aldım- Ve bir daha araba kullanırken telefonla oynamaya kalma yoksa maaşından keserim.

-Öyle olsun, dedi başını sallayarak.

Ve arabayı zikzak yapmaya başladı. Yolda ki diğer arabalar tümüyle kornaya abanmıştı. Korkuyla arabanın köşesine ufalıp sokuldum.

Kısa bir süre hiç konuşmamıştık fakat ardından şüpheli tonda takıldığı sesiyle,

-Hişt, kadın baksana. Şu arkada ki siyah araba senin elemanın arabası mı, Diye sormasıyla koltuğumda korkuyla doğruldum.

-Ne arabası? Emirden mi bahsediyorsun?

-Bilmiyorum arkamızda ki siyah arabaya bak, dedi yeniden.

Başımı çevirdiğimde gerçekten bizden biraz takip mesafesi uzağında bir araba geliyordu. Ama bu araba da siyahlıklar üzerinde alev modifiyeleri vardı.

-Hayır, bu Emir'in arabası değil, dedim rahatlamış bir şekilde önüme dönerken.

Fakat Ceyhun hala telaşlıydı.
- O zaman daha kötü. Çünkü kimin olduğunu bilmediğimiz bu araba bizi evinden çıktığımız andan beri takip ediyor.

-Ne dedin, diye çemkirerek arabaya tekar baktım.
Ama camları içeriyi çok yansıtmayan filmle kaplanmıştı. Ve kime ait olduğu hakkında gerçekten hiç fikrim yoktu.

-Neden en başından beri söylemedin o zaman?

-Bizi gerçekten takip edip etmediğini anlamaya çalıştım hanımefendi.

İçime dolan kaygıyla başımı bir yola bir arkaya çevirip durdum. Acaba Erdem miydi? Yoksa İgima'nın adamlarından mı? Yoksa Peperonni mi? Kimdi bu? Kim?

-Yetişmemize ne kadar kaldı.

-Yaklaşık 10 dakika.

-Hayır, nereye gittiğimi öğrenmeye çalışıyor olabilir. Onu kehribarla götüremeyiz. Ama Kehribarla buluşmam için de sınırlı vaktim var.

-Ne yapmam lazım kadın? Bir fikir ver.

-Ondan kurtulabilir misin?

Ceyhun, kemerini yerinde daha da sabitleyip aynasını düzeltti. Sonra,

-Allahtan karanlık işlerine karışmayıp sadece arabanı sürecektim, dedi.

Fakat hemen ardından,
-Bu şerefsize arabamı takip etmek neymiş göstereceğim. Sıkı tutun kadın, bu sefer gerçekten sıkı tutun.

Gaza yüklenip arabayı bağırtmış ve önümüzde ki arabalara makas atarak geçiyordu. Ben de yan koltuğun kemerini çekip onunla da kendimi korumaya almaya çalışıyordum.

Kafamı yolumuz yerine arkamıza dikmiştim.

-Hala arkamızda!

-Çünkü hala ana yoldayız. Şuan amacım hızlanıp ara sokaklara sapmak.

Arabayı sağa sola yalpalanarak sürüyor ve arkamızda ki kimliği belirsizde aynısını yapıyordu. Ceyhun'un eli vites üzerinde dans ediyor, direksiyonu elinin bir parçasıymış gibi ustaca döndürüyordu.

Ana yolu bitirmemize çok az kalmışken ışık sarıdaydı. Ceyhun gazı köklerken,

-Kırmızı yanacak, kırmızı-

-Kadın ne yapacağını biliyorum, diye atarlanıp tam kırmızı yandığı anda yolu bitirdikten hemen sonra dar, ara sokaklara daldık.

-Dikkat et, karşına her an bir insan atlayabilir, dediğimde zaten bunun farkındaydı.

Arkamızda ki araba şimdilik görünürde değil, derken yine peşimize düşmüştü.

-Onu burada atlatacağız, korkma.

-Nasıl?

-Ben sokaklarda yatıp kalktım yavrum buraları avcumun içi gibi bilirim. Üstelik taksiciydim bunu sık sık unutuyorsun.

Dudaklarımı birbirine bastırıp ön koltuğa tutunmuştum. Ara yollar taşlarla ve ufal çukurlarla doluydu. Ama bir labirentin içindeymişiz gibi oradan oraya dönmemiz benim bile başımı döndürmüştü.

Biraz sonra yeniden ana yola bağlandık. Kafamı arkaya çevirdim. Nihayet o lanet modifiyeli arabadan kurtulmuştuk.

-Arkamızda değil! Ceyhun, başardın!

Diye sevinçle bağırdım. O da benim kadar sevinçliydi. Ve gözümden kaçmadan, ona "başardın" dediğimde ki memnuniyeti paha biçilmezdi.

-Götü yiyorsa çıkmayı başarsın o mahalleden. Orada ki sokakların labirentten farkı yok.

Sanki araba yerine biz hız yapmışız gibi nefes nefeseydik. Biraz soluklanma molası verdikten sonra,
-Yetiştik, dedi.

Başımı camdan dışarı çıkartıp baktım. Palandöken restorant yanımızdaydı.

-Senin arabadan inmene gerek yok. Konuşmamız biraz uzun sürebilirsin. İstersen beklemek yerine arabayla git, seni çağırdığımda gelirsin.

"Tch' yapıp emniyet kemerini söktü.

-Mesai saatlerim üzerindeyken dinlenmek iş ahlakına ters. Sen gelene kadar beklersem ağaç olmam herhalde.

Ben de emniyet kemerimi söküp,
-Sen bilirsin, deyip kapıyı açıp çıktım.

Ve hızlı adımlarla etrafıma göz atarak restorantın girişinden geçtim. Beni üniformalı, saçları sarı ve topuz yapmış genç bir kadın karşıladı. Güleryüzüyle,

-Hoş geldiniz efendim. Size yardımcı olabilir miyim, diye sordu.

-Merhaba, gerek yok teşekkür ederim, deyip yanından geçmeme rağmen yeniden peşime geldi.

-Lütfen efendim, size yardımcı olayım.

Sonra daha kısık sesle devam etti.

-Kızıl Kehribar sizi içeride bekliyor, götüreyim.

Benden uzaklaşıp yeniden gülümseyen kadına düz bir suratla bakıp onu takip etmeye karar verdim. Kimler neler döndürüyordu?

Masum sandığım kimler kötü ve kötü sandığım kimler masum çıkıyordu.

Kadın beni özel rezerve ve etrafta başka kimsenin oturmadığı bir masaya getirip yanımdan ayrıldı.

Arkası dönük, saçları kırmızı ve çalı gibi açılmış bir kadın oturuyordu sandalyede. Geldiğimi belli etmek adına öksürdüm.

Diğer sandalyeye uzattığı ayakları yere indirip ayağa kalktı. Sırtı biraz eğik ve vücut teni kırış kırıştı.

Yüzünü bana döndüğünde ona nefrete yakın duygularımla baktım. Ama o bana hala dostuymuşum gibi bakıyordu. Bana oynadığı oyunu unutmuş ya da şimdi ki gibi zorla bir işe çağırmamışçasına bakıyordu suratıma.

Gözlerinde hala kırmızı lensleri, eskisi gibi şişik göz altı torbaları, halsiz yüzü ve kurumuş dudağıma sürdüğü canlı kırmızı ruju ile Kehribar, bana elini uzattı.

- Merhaba Karmen.

- Merhaba Kehribar, diyerek ben de uzattım elimi.

Ve elini bilerek acıtarak sıkıp bıraktım.

-Nasılsın?

-İyi olacağım, sen?

-Heyecanlıyım, dedi beni süzüp.

Yutkunup vücudumu dikleştirdim.

-Peki hazır mısın Karmen?

-Neye hazır mıyım?

-Erdem Aker'i öldürüp T.G.İ.F 'in başına geçmeye?

14. BÖLÜM SONU

Bölüm Hakkında ki düşüncelerinizi alayım hemennn.

Ceyhun Dinç, hakkında ne düşünüyorsunuz? Onun geçmişinden ve kendisinden etkilendiniz mi?

Sizce Karmen'in arabasını kim takip ediyordu?

Ve Erdem Aker'i öldürmekte ne demek???? Sizce bu iş ne olacak?

Bölümü okuyan gözlerinize sağlık, sizleri seviyorum.

Sınırımız yine olacak, çünkü kitap okunmasına rağmen vote'lar her zaman az geliyor.
Tepkilerinizi çok merak ediyorumm lütfen yorumlarda çıldırın.

Sınır 20 vote 200 yorum

Instagram @kankaderoffical2

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere









Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 72.9K 65
İlk yalancının ilk yalanı, toprağa düştüğü andan itibaren, yatsıdan sonra yanan mum ona bebek gibi bakacaktı. Yalanın tohumu büyüyecek ve çiçek açaca...
OYUN SONU By silayaz

Teen Fiction

22.5K 973 18
"Az daha dayan, seni göğüs kafesimin içine saklayıp bütün mutsuzluklardan, umutsuzluklardan ve kötü olan, senin o narin yüreğini incitebilecek her şe...
91.3K 5.8K 12
"Ben fısıltıyım çığlığım olsana."
1.8M 50.8K 87
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..