Yaramızda Saklı

By cirokahelbesteke

156 29 22

More

Karakter Tanıtımı
1
2
3
4
6

5

5 3 0
By cirokahelbesteke

Bir ateş çemberi sarmış çevremi. Yanarken yakıyorum. Çembere giren bir yerden sonra kül oluyor, yok oluyor, ölüyor. Ölmekten beter oluyorum ama yaşıyorum. Onların yanışlarını yana yana izliyorum. Yanan yandığıyla kalıyor, ben yaktığımla...

Kitapçının bana hediye ettiği kitabı okuyordum. Kitabın son sayfalarındaydım ve Yaren bir yerden sonra saymayı bıraktığım bilmem kaçıncı kez beni aradı. Açmasam eminim yine arayacaktı.

"Açacaksan aç artık!" dedi Derya. Onlar çıktıktan sonra Yaren aramıştı. Üst üste arayınca ben de bağırarak konuşmak zorunda kalmıştım ve Derya uyanmıştı. "Kime diyorum? Açsana ya! Kafam şişti!"

Telefonu açtım. Bıkkın bir nefes verdim. Telefonun içine elimi sokup beni arayan ellerini kırmak istedim. Bu kadar da aranmazdı bir insan. Aranmamalıydı.

"Kaan aradı mı seni?" diye sordu çatallaşmış sesiyle. "Kesin beni aldatıyor." Durdu. "Yoksa niye açmasın telefonlarımı?" diye devam etti ben cevap veremeyince.

"Yeter, yeter! Ye-ter! Bendeki de kafa! Arayıp arayıp ağlıyorsun. Senin ağlamanla mı uğraşacağım?" Daha fazla dayanamamıştım. "Seni arayacağını söylemiş, demek ki arayacak. Niye hâlâ beni arıyorsun ki?"

"Senin arkadaşın ya, ne halt yiyorsa sana söylemiştir. Doğru söyle, sana öyle dedim diye mi yapıyor bunları?" Burnunu çekerek ağlıyordu.

"O da insan. Kafa dağıtmaya ihtiyacı vardır. Bir yerlere gitmiştir," dedim. Sakin olmaya çalışıyordum ve bu sakinlik beni bayağı şaşırtıyordu.

"Sen olsan ne yapardın ha? Sevgilin seni aldatsa ne yapardın?" Derya'ya baktım. Yaren'in dedikleri karşısında göz devirdi.

"Hiçbir şey yapmazdım çünkü sevgilim yok." Yazık. "Olsa bile aldattığını bilsem siktir ederdim." Durdum ve derin bir nefes aldım. "Aldattığından şüphelendiğimde ağlayıp canımı sıkmak yerine sorardım."

"O da zaten aldattım derdi, değil mi?" dedi Derya alayla.

"Bak, duydun mu? Derya haklı. Aldatan aldattım der mi?" deyip daha çok ağladı. Derya'yı cimciklediğimde küçük bir çığlık atmıştı.

"Söylemese ve şüphem devam ederse de ayrılırım. O kadar zor değil. Kalkıp bir erkekle bunun için uğraşamam. Hele bir de aldatıyorsa hiç uğraşamam, siktir ederim. Kaan seni aldatmıyor ama ondan şüphe ediyorsan bitir bence," dediğimde Derya bu dediğimi ayıplar gibi bakmıştı. "Yoksa günün sonunda ikiniz de zarar görürsünüz." Ağladıkça daha çok başım ağrıyordu ve Yaren'e yol gösterdiğime inanamıyordum.

"Ama seviyorum onu. Onsuz yapamam."

Derin bir nefes aldım. "Seviyorsan kafanda kurmak yerine seni aradığında bunları ona sor."

Dediği çoğu şeyi anlamıyordum. Bir şey desem hemen ağlıyordu. Bilmediğim bir süre boyunca konuştuk. Daha çok ben konuştum, o ağladı.

Belki de ellinci kez dediklerimi tekrar ettikten sonra telefonu kapattım. Kafamın içinde ağlama sesi yankılanıyordu.

"Üzüldüm ama. Aldatıldığını düşünüp hiçbir şey bilmemek işkence gibi. Bir de sorsam öyle değilse kırılır diye düşünmek var. Çin işkencesi bile böyle değil," dedi Derya.

Elinde benim aldığım cips paketiyle kola vardı. Televizyondan saçma sapan bir film açmıştı ve sesini o kadar yükseltmişti ki kitap okumama engel oluyordu. Kitabın son sayfalarını da okuyup altını çizdiğim bazı cümlelere göz attım. Ama bu kitaptan çıkardığım anlamın ne işime yarayacağını anlamamıştım.

"Yaşamaktan nefret ediyorum," dedim bir anda. Derya bunu niye dediğimi anlamamış gibi baktı bana. "Yaşadıklarım, yaşadıklarımız, mecbur kaldıklarım ve mecbur bıraktıklarımdan dolayı yaşamaktan nefret ediyorum. Nefes aldığım her âna lanet ediyorum." Kurduğum son cümlede sesim titremişti.

"Şu an yanımda sen varsın ve senin olmayacağın her güne lanet edeceğim," dedi sıkıca sarılırken. "Sensiz nefes aldığım her güne lanet edeceğim. Senin üzgün olduğun her saate hatta her saliseye lanet edeceğim." Kollarından ayrılıp yüzüne baktım. "Üzülme, n'olur."

"Üzülmüyorum ki." Yutkundum. "Sadece yorgunum ve bu yorgunluğumun sonu yok sanırım." Ölünce geçer. Bir tutam saçını işaret parmağıma sardım. "Uyuyunca geçmeyecek bir yorgunluk." Başımı yavaşça salladım. "Niye böyle hissediyorum bilmiyorum. Biliyorsam da bilmiyorum. Bilmemek işime mi geliyor, emin değilim. Güçsüzüm ve güçsüz birine göre-"

"Güçsüz değilsin. Sana bunu düşündüren nedir bilmiyorum ama güçsüz değilsin," dedi sözümü keserek.

"Bilmem, belki de dediğin gibi değilimdir." Elimi cips paketine daldırdım. Boğazıma takılan gözyaşlarımı ağzıma attığım cipsle yuttum. Ağlamamalıydım.

"Yavaş, boğulacaksın!" Öksürmeye başladım.

"Gözün mü kaldı ne?" dediğimde yok artık der gibi baktı. "Kaldır şunları. Bir bez getir, batırdın buraları." Ortalığı toplayıp mutfağa gitti. Elindeki bezle sehpanın ve koltuğun üstüne düşmüş cips kırıntılarını topladı.

"Düştüğüm hâle bak," dediğinde ayağımla sızlanma der gibi dürttüm onu. Tekrar mutfağa gittiğinde kapı sesi geldi. Kapı açılmıyordu ama ses devam ediyordu. Derya daha mutfaktan çıkmamışken ben de mutfağa koştum.

"Sessiz ol. Kapıda biri var, kapıyı zorluyor," dedim oldukça kısık sesle. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. "Gel burada dur." Elini tutup mutfağın bahçeye açılan kapısına ilerledim. Tezgâh ile duvar arasındaki boşluğa oturttum onu. "Kıpırdama, kal burada," dedim sessiz olmaya devam ederken.

Gideceğim sırada elimi tuttu. "Gitme ya. Kadir abileri arayalım," dedi ama ben sadece işaret parmağımı dudağıma götürüp sessiz olmasını belirttim. "Korumalar geceleri de bahçede oluyorlardı. Olmuyorlar mıydı?"

"Bilmiyorum ki. Öyleyse bile kontrol etmiş olurum. Şimdi sessiz ol ve buradan çıkma."

Çekmeceleri açıp ilk bulduğum bıçağı elime aldım. Olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordum ama yavaş hareket ettikçe kemiklerimden çıkan ses buna engel oluyordu.

Kapının önünde duruyordum. Derin bir nefes alıp kapıyı açabilmek için sağa çekildim. "Sessiz olun uyanacaklar," dedi kapının diğer tarafından gelen boğuk bir ses. Tek değildi. Son kez derin nefes aldığımda kapı açıldı. Kapıyı açan ben değildim ve o anki korkuyla bıçağı kaldırıp kapıyı açan kişiye saplamaya kalktım ama sertçe ve hızlı bir hamleyle bileğimi tuttu. "Delirdin mi, ne yapıyorsun?" Sırtımı duvara dayamış bıçak tutan elimi havaya kaldırmıştı. Onu duymuyor gibiydim. Duyuyordum ama sesi kafamın içinde yankı yapıp geri sekiyordu sanki. "Sakin ol." Nefes alıyor muyum? "Elini bırakacağım ve sen de o bıçağı bırakacaksın, tamam mı?" dedi. O an niye ona bıçak çektiğimi hatta hangi ara elime bıçak aldığımı unutmuştum. Başımı salladım ama bileğimi bıraktığı gibi bıçakla üzerine yürüdüm. Bileğimi tutmuştu yine ama başka bir hamlede bulunmamıştı. Üstüne yürüdükçe o da geri geri gidiyordu. Sakin olmamı söylüyordu ama ben niye ve hangi ara çektiğimi bilmediğim bıçakla üzerine yürüyordum. Bileğimi çekmeye çalışırken eli belime gittiğinde sanki ev yana doğru döndü. Üzerinde yüzükoyun uzanıyordum. "Sakin olacak mısın artık?!" diye bağırdığında diğer elimle boğazını sıktım ama bir anda benim sırtım yere değdi. Bu sefer diğer bileğimi de tutuyordu.

"Azra sakin ol. Bak, bir şey yokmuş." Derya'ydı konuşan. Görüyordu ve yardım etmiyordu.

"Öldüreceğim onu!" dediğimde Derya bıçak tutan elimi gevşetmeye çalışıyordu. Bıçağı almıştı elimden. O da kalktığı gibi doğrulup tekrar saldırmaya kalktım ama Kadir abi kollarıyla beni sıkıca sardı.

"Tamam bir şey yok, korkma." Titriyordum. "Sakin ol." Kolumu okşuyordu. Saçlarımı öptü. "İyi misin?" dedi yüzümü avuçları arasına aldığında.

"Bana saldıracaktı. Onu öldürmeliyim," dedim gözyaşlarımı tutarken.

"Saldırmayacaktı."

"Saldıracaktı," diye tekrar ettim.

"Saldırmayacaktım," dedi Demirarslan.

"Azra," dedi Kaan. Terlemişti. "İyi misin?"

Yaptığım şeyin farkına daha yeni varıyordum. Demirarslan'a bıçak çekmiştim. Yaptığım delilikti. Kim olduğunu unutmuştum. Üstüne üstlük bıçakla saldırmıştım. Bu tam anlamıyla delilikti.

Salondakilere baktım. "Ne yaptığını unuttum. Bir şey yapacak sandım. Geldiğinizi bilmiyordum. Derya'yı korumak istedim."

"Al, iç," dedi Çeri. Elindeki bardağa baktım. Almayacağımı anlayınca Kadir abiye uzattı.

"Kimse sana zarar veremez," dedi Kadir abi suyu bana içirirken. "Bir daha da ses duyduğunda hemen bıçağa sarılma. Ya yanlışlıkla kendine zarar verseydin."

"Ama zarar vermedim." Demirarslan'a döndüm. "Özür dilerim. Bir an ne yapacağımı bilemedim."

"Mümkün olmasa da sana zarar vermek isteyen biri olabilirdi. Kendini koruyabilmen güzel," dedi. Yüzündeki ifadesizliği yok etmeye çalışarak gülümsedi.

Ayağa kalktığımda Kaan oturduğu koltuktan düştü. Acıyla inlemeye devam ediyordu. Alnını yere dayayıp yere sıktığı yumruğunu vurdu.

"İyi misin?" dedi Önder Erboğa. Tepesine dikildi.

"Alt tarafı koltuktan düştün. Çocuk gibi sızlanmayı bırak!" dedi Çeri. "Bir de silah istiyordu. Çok bir şey yapmış gibi gitmek için tutturmasa bir şey demeyeceğim," dedi alayla karışık bir sinirle.

Kaan koltuktan düştü diye böyle bir tepki vermez. Bir şey olmuş olmalıydı. "İyi misin?" dedim korkuyla yanına gittiğimde. Başını yerden kaldırması için omzuna dokunduğumda bir kez daha inlemişti. Korkuyla elimi çektiğimde parmaklarımda bir ıslaklık hissettim. "Kan mı bu?" dedim dehşete düşmüş gibi. Kadir abi kolumu tutup beni ayağa kaldırdı.

"Vurulmuş mu?" dedi Arıcan şaşkınlıkla. "Önder inmesine bile izin vermedi. Nasıl vuruldu?" Yanına gidip gerçekten vurulup vurulmadığını kontrol etti.

"Kaan!" dedim. Kolumu Kadir abinin elinden çekmeye çalıştım.

Onu kaldırıp sırtını koltuğa yaslamışlardı. Yanına oturan Erboğa üstündeki ceketi çıkarıp yarasına bakıyordu. Gömleği de çıkardığında omzundan akan kanı gördüm.

"Abi bırak! Kaan!"

Erboğa cebinden telefonunu çıkarıp birini aramıştı. "Gelmen gerekiyor. Kaan vuruldu." Sustu ve karşı tarafı dinledi. "Bilmiyorum. Vuruldu işte." Duyduğum kadın sesi bir şey söyledi. "Tamam, bekliyorum." Telefonu kapatıp koltuğa bıraktı.

"Yanında değil miydiniz? Size hiçbir şey olmamış. O niye vuruldu?" Kaan'ın vurulmuş olması hepsinin ölmesini istememe sebep oluyordu.

"Kendi kendini vurmuş bile olabilir," dedi Çeri. Şaşkınlıkla ona baktım. "Çünkü biz içeri gireceğimiz zaman Önder gelmesine izin vermedi. Vurulmuş olması mümkün değil." Ama vurulmuştu.

"Kaan kapatma gözlerini. Duyuyor musun? Kaan!" Erboğa'ya cevap vermemişti ama zor da olsa gözlerini açık tutuyordu.

"Başımıza kalmasın sakın," dedi Arıcan.

Kaşlarımı çatıp baktım ona. "Ne diyorsun ya?! Ölecek olması dert değil, başınıza kalacak olması mı dert oldu?!" O bıçağı ona çekip onu öldürmem gerekirdi.

"Unutma, bunları senin için yapıyoruz. Başımıza iş almak istemememiz gayet normal. Sonuçta bizim yüzümüzden olan bir şey değil," dedi. Onlara muhtaçmışım gibi hissettiğim için babama çok sinirliydim.

"Azra iyiyim, bir şeyim yok." Sesini duymamla arkama döndüm. Kolumu Kadir abinin elinden çektim. Yanına oturup Erboğa'nın yarasına bastırdığı gömleği kaldırdım ve yarasına baktım.

"Niye vurulduğunu onlara söylemedin? Hastaneye gitmen gerekiyordu." Gözyaşlarıma hâkim olamadım. Kısık sesle "Ölmemelisin." Pınar gitti, dayım gitti. Kaan da gidemez. "Hastaneye gitmelisin. Onu hastaneye götürmeliyiz."

Beni kendine çekip başımı sol omzuna yasladı. "Polisi bu işe karıştıramazdık," dedi. "Ayrıca gitmiyorum bir yere. Ufak bir yara sadece." Vurulmuştu ve ufak bir yara olduğunu söylüyordu.

"Nasıl vuruldun?" diye sordu Demirarslan.

"Sanırım hayatını sadece Azra'nın babasına borçlu değilsin artık," dedi içinde bulunduğu duruma rağmen gülerek. Demirarslan sorgulayıcı bakışlarla baktı ona. "Oradan ayrılırken biri sana ateş etti ya." Nefes almaya çalıştı. "Ama vurulmadın. Demir abiciğim vurulmamalı dedim ve kurşunu ben yedim." Yine güldü. "Merak etme, senin için yapmadım. Azra'ya yardım ediyorsun sonuçta. Bu yaptığına karşılık teşekkür ettim say. İlk ve son kez." Yüzünde ciddi bir ifade hâkim oldu.

"Böyle kalamaz. Hastaneye götürelim. Ölecek yoksa." Ağlamaya devam ediyordum. Herkes o kadar sakindi ki bu daha çok endişelenmeme ve korkmama sebep oluyordu.

"Doktor gelecek. Aradım, gelmek üzeredir," dedi Erboğa. Korkuyla alnını ovuyordu. Kaan'a baktı. "Sana da bunun hesabını soracağım." En çok da ben soracaktım. Kimse için kendini böyle bir tehlikeye atmamalıydı.

Bir süre sonra kapı sesi gelince Derya koşar adım salondan çıktı. "Buyrun, burası."

İçeri kırklı yaşlarında bir kadın
girdi. Sarı ve omzunda biten saçları onu fazlasıyla genç ve güzel gösteriyordu.

"Victor!" dedi kadın Önder Erboğa'ya sarılırken. Yüzünü avuçlarının arasına alıp buruk bir tebessüm takındı.

"Sofya. Onu hastaneye götüremezdik. Yardım et," dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmıştı. Kadının aksine gülümsemedi.

Kadının yüz ifadesi ciddileşirken Kaan'a yaklaştı. Yarasına bakıp arkasına doğru seslendi. "Boris! Çantamı getir!" dedi. İçeri bir doksan boylarında genç bir adam girdi. Salona gelip çantayı kadına uzattı. "Victor. Su ve bez getir. Sargı bezi de getir." Anladığım kadarıyla muhattabı Önder Erboğa'ydı. Anlamadığım ise Önder Erboğa'ya Victor demesiydi.

Erboğa Demirarslan'a baktı. Yüzünde, hissettiği mecburiyetten ne kadar nefret ettiği okunuyordu. "Mutfağı kullanmam gerekiyor."

"Sen suyu hâllet, ben sargı bezi getireyim," dedi Demirarslan. Düşmanlık yoktu o an. Aralarındaki soğuk savaşı bir kenara bırakmışlardı.

İkisi de salondan çıktı. Demirarslan yukarı kata çıktı. Erboğa da mutfağa gitti. Kadın genç adamın getirdiği çantadan bir örtü çıkardı. Ameliyathanelerde bulunan mavi örtülerdendi. Örtüyü koltuğa serip genç adamla birlikte Kaan'ı oraya yatırdı. "Seni uyutmamız gerekiyor." Çantasından bir iğne çıkarıp Kaan'ın koluna enjekte etti.

Erboğa getirdiği suyu kadının yanına koydu. "Sofya ne olur ona bir şey olmasın." Sesi çok endişeli geliyordu. "Yapmadığın şey değil daha önce de-" Demirarslan'ın uzattığı ilk yardım çantasıyla lafı yarıda kaldı.

"Victor, ben daha önce de bunu yaptım ama bu riskli. Ameliyathane ortamı gibi değil burası. Daha önce de kurtarma ihtimalimiz olsa bile riskli olacağını söylemiştim. Elimden geleni yapacağım. Ama-"

"Kurtar onu. Ne olursa olsun kurtar. Kolundan vuruldu sadece. Kolundan vurulunca ölmez insan. Ölmez değil mi Sofya?" Herkesin karşısında dik duran adam gitti küçük bir çocuk geldi sanki. Dokunsak ağlayacaktı. Ondan pek farkım yoktu. Ama ben zaten ağlıyordum.

Sofya eldivenlerini takmıştı. Pür dikkat yaraya odaklanmıştı.

Derya, Çeri'nin çektiği sandalyeye oturmuştu. Ne kadar onu sakinleştiren olmak istesem de gözlerimi Kaan'dan alamıyordum.

Sofya bizi yeni fark etmiş gibi bize baktı. "İkisini de dışarı çıkar," dedi. Bunun sebebini söylemesi için ona baktım. "Ağlıyorsun dikkatim dağılıyor." Ağlayan bendim ama ikimizin de çıkmasını söylemişti. "Boris, onlara eşlik et. Victor sen de gel bana yardım et."

Derya çoktan dışarı çıkmıştı. Boris yanıma gelince Kadir abiye baktım. Erboğa çıkmamızın daha doğru olduğunu söyleyince Kadir abi de başıyla çıkmamı işaret etti.

"Çıkalım," dedi Boris. Ama hareket etmeden olduğum yerde duruyordum.

"Onu yalnız bırakamam," diyebildim. Sofya çatık kaşlarıyla bakışlarını bana dikti.

"O şu an bir ölü ve senin bir ölüye herhangi bir yararın olamaz. O yüzden işime engel olmak yerine dışarı çık ve ölüden farkı olması için dua et." Kelimelerini özenle seçiyordu. Bakışları ses tonu kadar yumuşak olmasa da bunu işini daha rahat yapamak için yaptığını biliyordum.

🗝

Ne kadardır dışarıda bekliyorduk, hiçbir fikrim yok. Kadir abi bir ara gelip içeri geçmemizi ve yukarı çıkıp uyumamızı söylemişti. Saat bir buçuk olmuştu ve Derya'nın gözlerinden gerçekten de uyku akıyordu. Ona gidip uyumasını söyledim. Gelmem için ısrar edince biraz daha bekleyip sonra uyuyacağımı söyledim ama böyle bir durumda uyuyamayacağımı biliyordu.

"Üşümüyor musun?" diye sordu Boris. Hayır der gibi başımı salladım. Üşüyorsam bile Kaan iyi olana kadar ısınmamayı kendime şart koşmuştum.

Omuzlarıma bir hırka konduğunda arkama baktım. "Üşüme diye," dedi Demirarslan.

"Üşümüyorum." Üşüyordum.

"Annem başarılı bir doktordur," dedi Boris. "O yüzden merak etme, Kaan emin ellerde."

"Önder'le nereden tanışıyorsunuz?" diye sordu Demirarslan. "Ona niye Victor diyorsunuz? Kod adı gibi mi?"

Boris onun sorusu karşısında güldü. "Kod adı değil, ikinci adı." Nereden tanıştıklarını söylememişti.

"Peki Türkçeyi nasıl bu kadar iyi konuşuyorsunuz?"

"Yıllarca Türkiye'de yaşadık. Rusya'ya dönmemize rağmen Türkçeyi unutmadım. Sık sık Türkiye'ye geliyoruz." Boris soruları takılmadan cevaplıyordu ve bu da dediklerini doğruluyordu.

"Bu seferki gelişiniz yeni mi yoksa uzun zamandır burada mıydınız?" Demirarslan onu sorguluyordu. Bu meraktan çok bir sorguydu ve Boris bunu anlamış olsa bile sorduklarına rahatlıkla cevap veriyordu.

"Victor için geldik. O iyi değil."

"Niye? Ne oldu ki?" Sessizliğimi soru sorarak bozdum.

"Haberleri kastettim. O haberler onu kötü etkiledi. Yanında olmak istedik." Bahsi geçen haberlerde ben de vardım o yüzden bakışları uzun süre üzerimde durdu.

"Azra Hanım," dedi Umut. Gülümseyerek bana bakıyordu. "Arkadaşınız uyanmış," dediğinde gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.

"Gerçekten mi?" diye sorduğumda başını salladı. Derya yanımda olmadığı için boynuna atladığım kişi Umut oldu.

Kollarımı hızla boynundan çekip eve doğru koştum. Salona girdiğimde Sofya ortalığı topluyordu. Kadir abi, Arıcan ile Çeri'yle birlikte yemek masasından çektikleri sandalyelere oturmuşlardı. Erboğa da koltuğun kolçağına oturmuştu.

Küçük adımlarla koltuğa doğru gittim. Erboğa beni fark edince ayağa kalktı. "Uyandı."

"Konuşabiliyor mu?" diye sordum. Gözlerim Sofya ile Önder arasında mekik dokuyordu.

"Yeni uyandı. Yormamaya çalışın," dedi Sofya. Başımı sallayarak onayladım onu.

Koltuğun önüne çöktüğümde Kaan yavaşça gözlerini açtı. Gülümsediğinde işte o zaman ısındığımı hissettim. Çatallaşmış sesiyle "N'aber kraliçem?" dedi yutkunarak.

"İyi olduğunu gördüm iyiyim," dedim gülümseyerek. Dağılmış saçlarının arasından parmaklarımı geçirip düzeltmeye çalıştım.

"O uyandığına göre sen de gidip uyuyabilirsin," dedi Kadir abi. Başımı sağa sola sallayıp gitmeyeceğimi söyledim.

"Git hadi. Uyu sonra yine gelirsin," dedi Kaan.

"Yok öyle dünya. Ben gidip uyuyacağım sonra o da seni buradan götürecek, yanına gideceğimi söylediğimde de izin veremeyecekler değil mi? Burada bekleyeceğim. Gideceksen eğer ben de seninle geleceğim."

"İyileşene kadar burada kalabilir," dedi Demirarslan. Bunu sırf Kaan onun hayatını kurtardığı için dediğine yemin edebilirim.

"Eve götürür birini tutarım. O şekilde daha güvende olur," dedi Erboğa.

"Ben de gelebilir miyim? En azından iyileşene kadar yanında kalırım," dedim. Cevap vermek yerine Kadir abiye baktı.

"Kemal amca kabul etmeyecektir." Burada kalmasını ister gibi baktığımda "Evde daha güvende olacak, aklın kalmasın," dedi. İçimize su serptin, çok sağ ol.

Kaan zorlukla yutkunup "Ben evde güvende olacaksam Azra da gelsin," dedi. Direkt Erboğa'ya bakıyordu.

"Kaan, konuştuk bunu." Bana baktı. "Umarım kırılmıyorsundur."

Başımı sağa sola salladım. "Kırılmıyorum." En azından onu görmeye gelebileceğimi söyleyebilirdi.

"Takma sen onu. Ben seni görmeye gelirim." Vurulan oydu ama ziyarete gelecek olan da oydu.

"Buyrun," dedi Demirarslan. İki kadeh şarap doldurmuştu. Birini Boris'e diğerini de Sofya'ya uzattı.

"Teşekkürler," dedim bir anda.

Sofya ona bakarak söylediğimi fark ettiğinde "Rica ederim. Görevim bu," demişti.

Hırkayı çıkarıp koltuğa bıraktım. Hâlâ yerde oturuyordum ve bir kez daha telefonum çaldı. "Ne var?" diye açtım telefonu.

"Kaan aramadı hâlâ," dedi Yaren. Yeni uyanmış gibi uyku mahmurluğuyla konuşuyordu.

"Bunu söylemek için mi aradın?!" Sinirlenmiş gibi yapıyor olsam da gerçekten sinirleniyordum. Ağlıyor gibi sesler gelince derin bir iç çektim. "Ağlama yine. Çekemem seni."

"Ya başına bir şey geldiyse," dedi boğazından bir hıçkırık koparken.

"Saatin kaç olduğunu farkında mısın acaba? Bu saatte kimseyi arayamazsın," dediğimde Kaan zorlukla kolumu tuttu. Yaren'in aradığını anlamış olmalıydı.

"Ben onu-"

"Bekle bir dakika," dedim sözünü keserek. "Derya şimdi söyledi. Kaan, Kadir abiyle birlikteymiş. Yani korkulacak bir şeyi yok. Kadir abi yanındaysa güvendedir," dedim imayla salondakilere bakarak.

"Gerçekten mi? Çok şükür! Kafayı yemek üzereydim! Çok sağ ol. Ona ulaşırsan beni aramasını söyle lütfen." En azından ağlaması kesildi diye şükredebilirdim.

"Tamam," dedim ve kapattım. "Hay senin de, sevgilinin de, ağlayıp zırlamasını da..."

"Niye yalan söyledin?" dedi bir kez daha yutkunarak.

"Ya gittiğinizden beri arıyor. Sen onu aldatıyormuşsun da, arayacağını söyleyip yalan söylemişsin de, kesin ben senin ne yaptığını biliyormuşum da, arkadaşın olduğum için yediğin haltı bana söylemişsindir de... Kafam şişti," dedim derin bir nefes alarak.

"Sen ona ne dedin?" diye sorduğunda elimi enseme götürdüm.

"Şey dedim. 'Kaan seni aldatmıyor ama ondan şüphe ediyorsan bitir bence,' dedim," dediğimde gözlerini kısarak baktı bana. "Ne bakıyorsun ya? Hiç haz etmiyorum böyle şeylerden. Ya evettir ya hayırdır. Ya devam eder ya biter. Ne o çocuk gibi ağlamalar?"

"Bitirmesini söylemeseydin bari. Hay senin teselli anlayışına..." Kolunu cimciklediğimde küçük bir inilti çıktı boğazından. "Kızım, o senin yengen yengen." Onu tekrar cimciklediğimde Sofya öksürür gibi yaparak beni uyardı.

İç çekerek yüzüne baktım. "Kaan, bir daha hiç kimse için kendini tehlikeye atmayacaksın. Bu sana ilk ve son uyarım. Kim olursa olsun öncelik senin canın olacak, tamam mı?" Beni başıyla onayladı. Yanağına uzanıp koca bir öpücük kondurdum.

Onun için çok korkmuştum. Kurşunun verdiği acıyı çok iyi biliyordum ve Kaan bu acıyı benim yüzümden çekmişti. Kurşunun yaraladığı gibi öldürdüğünü de biliyordum. O yaşıyordu ama ölebilirdi. Kurşunun deleceği beden benim bile olsa onun kendini hiç kimseye siper etmesini istemiyordum.

"Victor, o mu?" diye sordu Sofya. Kaşlarını kaldırıp beni işaret etmişti. Erboğa bir şey demeyip başını sallamakla yetindi. Sofya elindeki kadehi masaya bırakıp yanıma geldi. Elini uzattığında bir süre yüzüne baktım ve sonunda bana uzattığı elini sıktım. "Sofya," dedi kendini takdim ederek.

"Azra."

"Kaan sana emanet diyebilirim o zaman," dediğinde Kaan'a baktım. Kuzeni onu götürecekti ve ona bakmam mümkün değildi.

"Yanında olmaya çalışacağım."

"Hiç şüphem yok. Eminim ona en iyi sen bakarsın."

🗝

Sofya ile Boris gideli bir saat olmuştu. Kadir abi de onlarla birlikte çıkmıştı. Önder Erboğa dakika başı birileriyle konuşuyordu. Aradığı herkese emirler yağdırıyordu. Arıcan gitmek istese bile Demirarslan müsade etmemişti. Çeri tekli koltuğa geçmiş iptal edilen sözleşmeyle uğraşıyordu. Herkes bir şeyler yapıyordu ve ben Kaan'ın başında beklemek için hâlâ diretiyordum.

Önder Erboğa elini ensesine götürmüş salonda volta atıyordu. Kendi kendine konuşuyor gibi bir hâli vardı. Durdu. "Bugün burada kalman gerekecek," dedi Kaan'a bakarak. "Şu an seni buradan çıkaramayız."

Kaan ters bir cevap verecekmiş gibi derin bir nefes almaya çalıştı. "Neyse. Azra burada nasıl olsa," dedi gülümseyerek.

Önder bu kez Demirarslan'a baktı. "İyileşene kadar kalabilir," dedi.

"Sadece bir güne ihtiyacım var." Bunu söylerken bile zorlanmıştı. Söylediği ağır gelmemişti. Bunu Demirarslan'dan rica ettiği için zorlanmıştı. Onun için ağır olan buydu.

"Bir gün veya birkaç gün fark etmez," dedi Demirarslan.

"Eyvallah." Bana baktı. "Sana emanet edebilirim değil mi?" diye sordu. Gülümseyip başımı salladığımda o da gülümsedi. "Kıza sorun çıkarma," dedi Kaan'a.

Başka bir şey demeden çıktı. Üç silahşörler ile Kaan'la tek kalmıştım.


Ayağa kalktığımda Kaan kolumu tuttu. "Nereye gidiyorsun?"

"Kokmak istemem," dedim. "Duş alacağım."

"Sonra da uyu. Gözlerinden uyku akıyor," dedi ve kolumu bıraktı.

"Bırak uyuyup uyumayacağıma da ben karar vereyim."

Koltuğa bıraktığım hırkayı da alıp yukarı çıktım. Kaan'ı orada yalnız bırakmamak için elimi çabuk tutuyordum. Kıyafetlerimi aldığım gibi banyoya girdim. Bir çırpıda üstümdekileri çıkarıp duşakabine girdim.

On beş dakika süren duştan sonra duşakabinden çıktım. Vücudumu kuruladıktan sonra kıyafetlerimi giydim. Saçlarımı taradım ama kurutmaya üşendiğim için Kaan'ın bana hediye ettiği kitabı alıp çıktım odadan.

Aşağı indiğimde Arıcan ile Çeri uyuyacaklarını söyleyip yukarı çıktılar. Kaan da hâlâ uyanıktı. "Niye titriyorsun?" diye sorduğunda Demirarslan'ın bakışları bana çevrildi.

"Bilmiyorum." Koltuğa geçtim. "Şimdi sessiz ol."

Elimdeki kitabı fark edince gözlerini yumup "Tamam," dedi. Çok geçmeden tekrar konuştu. "Azra, susadım."

"Su içmek için biraz daha beklemelisin," dedim.

"Al, iç bunu." Başımı kaldırıp Demirarslan'ın sehpaya bıraktığı kupaya baktım. Bitki çayı yapmıştı.

"Teşekkürler," dediğimde gülümsedi.

"Bırak artık şu kitabı ve git uyu," dedi Kaan.

"Sana konuşabileceğini söyledim mi?" dedim çıkışarak.

"Ne yaptım yine?" Yorgun olduğu için sesini canlı tutamıyordu.

"Kes, konuşma ve soru sorma. Sana hâlâ kızgınım." Ölmek üzere olduğu için onu öldürebilirdim.

"Alt tarafı omzumdan vuruldum. Niye bu kadar abartıyorsun?" dedi bezgin bir tonda.

"Pardon ya! Öleceksin diye endişelendim. Abartıyorum gerçekten," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Alt tarafı omzundan vurulmuş, benim yaptığıma bak."

"Azra-"

"Of Kaan, sus! Düşündükçe deli oluyorum." Susacaktım ama dayanamayıp devam ettim: "Hem vurul hem konuş. İnsan bu kadar düşüncesiz olamaz." Kitabı okumaya devam ettim.

"Azra." Sesini duymamla gözlerimi sıkıca yumdum. "Bak iyiyim. Ama sen yorgunsun, gözlerinden uyku akıyor. Hadi git uyu canım, hadi."

"Yorgun değilim. Biraz uykum geliyordu, onu da sen kaçırdın." Sinirle derin bir nefes aldım. "Sus da kitabımı okuyayım."

"Konuşmama izin vermeyeceksin değil mi?"

"Kim olsa izin vermez," dedi Demirarslan.

Onu duymazdan gelmeye çalıştım. "Sinirliyim. Ve eğer bir şeylerle uğraşmazsam sinirimi senden çıkaracağım." Derin bir nefes daha aldım.

"Eğer sinirliysen içinde tutmak yerine sinirini çıkar derim." Ağır ağır açılıp kapanan göz kapaklarına rağmen gülümsüyordu.

"Gerek yok. Bunu isteseydim yapardım." Sol eliyle başının altındaki yastığı düzeltmeye çalışıyordu. "Niye yardım istemiyorsun?" Kitabı sehpaya bıraktım ve kalkıp başının altındaki yastığı düzelttim. "Oldu mu?"

"Oldu kraliçem," dedi. Bakışlarını yere dikti sonra derin bir iç çekti. "Keşke annem ile babam ölmeseydi de onlarla tanışsaydın."

Dediği karşısında buz kestim, ne diyeceğimi bilemedim. Yüzüne yayılan acı tebessümle bana bakarken yutkundum ve sadece "Kaan," diyebildim.

Gözlerini kocaman açıp tavana baktı. "Niye böyle oldu ya? Bakma sen bana. Hatırlıyorum arada." Acı tebessümün yerini hayranlık dolu bakışları aldı. "Anlayamıyorum. Gerçekten anlamıyorum. Yani nasıl oluyor da sana her baktığımda onları hatırlıyorum?" Burnunu çekti. "Sanırım en çok da bana onları hatırlattığın için onlarla tanışmanı istiyorum. Kanlı canlı olmasa da belki benimle mezarlığa gelirsin." Yanlış bir şey dediğini düşünmüş gibi yutkundu. "Gelmezsin ya da."

"Gelirim," dedim hemen.

"Of Azra, of!" dedi gözlerini ovuşturarak. Üzüldüğünü belli etmemek için gülümsemeye çalıştı. Gülümsemesi yerini iniltili bir kahkahaya bıraktığında koltuğun üzerindeki yastıklardan birini bana attı. Geri çekildiğimde fırlattığı yastık sehpanın üzerindeki kupaya çarptı ve kupa devrilip içindeki bitki çayı kitabın üzerine döküldü.

"Hii! Kaan! Ne yaptın ya?!" Kitabı elime aldım. "Mürekkebi akmış. Beğendin mi yaptığını?!"

"Özür dilerim, isteyerek olmadı. Mürekkebi nasıl aktı ki?" diye sordu endişeyle.

"Of ya! Arasına bir kâğıt koymuştum." Mümkünmüş gibi elimle mürekkebi temizlemeye çalışıyordum. Ağlamamak için yutkundum.

"Özür dilerim. Döküleceğini bilseydim atmazdım."

"Sorun değil. Sadece..." Derin bir nefes almaya çalıştım ve gözümden düşen birkaç damla yaşa engel olamadım. "Sorun değil ama o senin hediyendi. Mahvettin işte."

"Yenisini alırım."

"Aynı şey değil! İlki gibi hissettirmeyecek," dedim sehpaya otururken.

"Azra," dedi sadece. Uzattığı elini tutup koltuğun önüne çöktüm. "Özür dilerim." Eli saçlarıma gitti. "Aynı şeyi tekrar etmiş olacağım ama isteyerek olmadı."

"Biliyorum. Senin hediyen olduğu için üzüldüm." Alnımı koltuğa dayamıştım. Göz göze gelmek istemiyordum.

"Merak etme bunu telafi edeceğim," dedi kısık sesle.

"İstemiyorum. Telafi falan etme." Yumruk yaptığım elimi gözüme bastırdım.

"Özür dilerim."

"Özür dilemeni isteyen mi var? Mahvoldu kitap. Özür dilemen bunu değiştirmeyecek." Biraz daha konuşsaydım hüngür hüngür ağlardım.

"Azra..." dedi. Başımı kaldırdığımda dolmuş gözlerine denk geldim.

Parmaklarımı gözlerinin altında gezdirdim. "Boş ver gider aynısını alırım, üzülme sen," dedim gülümseyerek.

"Alsam kabul etmeyeceksin o yüzden bunu farklı bir şekilde telafi edeceğim."

Yine gülümsedim çünkü ağlamamak için gülümsemek dışında yapabildiğim bir şey yoktu. "Gerek yok." Konuşmaya devam etmemesi için yüzümü koltuğa yasladığımda Demirarslan'ın ifadesiz yüzüyle karşılaştım. Kısa süren bakışmadan sonra salondan çıktı.

"Yerden kalkacak mısın artık?" Kalkmadım. "Özür dilerim."

"Sessizlik istiyorum. Benim için sessiz olabilir misin?"

"Evet."

Sessiz olmasını isteyerek kötü bir şey yapmışım gibi hissetsem de sessizliği bozmadım. Bozmayacaktım da. Çünkü dinlenmeye ihtiyacı vardı. Uyumasa bile konuşarak kendini yormamalıydı. Dahası beni yormamalıydı.

Gece kulübünde olanlar, uyanıkken gördüklerim, çıkan haberler, evin taranması, Kaan'ın vurulması derken kendimi fazlasıyla yorulmuş ve bitmiş hissetmiştim. O yüzden ihtiyacım olan huzurdu. Bunun için sessizliğe ihtiyacım vardı.

Sessizlik eşliğinde uzunca bir süre yerde oturdum ve istediğim o muhteşem sessizliği Demirarslan bozmuştu. Elindeki sürahiyle salona girdi. Sürahiyi yere bırakıp batırdığımız sehpanın üstündekileri topladı. Tekrar mutfağa gidip bu sefer bir bezle geri döndü. Sehpadaki ıslaklığı bezle alıp yine mutfağa gitti. Geri geldiğinde bu sefer bir elinde tepsi, diğer elinde de çaydanlık vardı. Elindekileri sehpaya bıraktığında Kaan'la olanlara anlam veremeyerek birbirimize baktık.

"Şöyle mi yakınlaştırsam?" Eli çenesinde bir süre öyle kaldıktan sonra sehpayı bize doğru itti ve sehpaya yaklaştırdığı tekli koltuğa oturdu. "Ee ne duruyorsunuz?"

"Şekerin düşmeden bir şeyler ye," dedi Kaan. Sonra gözlerini yumdu.

Kaan için yaptığını tahmin ettiğim çorbayı fark edince Demirarslan'a bakıp gülümsedim.

"Kaan, acıkmadın mı?" diye sordum parmağımı göğsüne bastırarak.

"Hayır."

"Emin misin?" diye sordum bu kez kolunu dürterken.

"Eminim, ye sen. Ben de biraz gözlerimi dinlendireyim," dediğinde dikkatli olmaya çalışarak kirpiklerinden tuttum. "Lan! Manyak kız, gözümü mü çıkaracaksın?!"

Suçunu gülümsemesiyle örtbas etmeye çalışan bir çocuk gibi gülümsedim. "Sıkılıyorum."

"Tamam sen yiyene kadar uyumuyorum." Hareket ettiğinde bir kez daha yastığını düzelttim.

"Öyle değil. Tek başıma yemekten sıkılıyorum. Yani tek başıma yiyemiyorum." Öyle bir şey yoktu.

"Canım istemiyor. Yiyorum farz et," dediğinde kaşımı çattım.

"Bak zaten sana kızgınım, beni daha çok kızdırma."

"Ya kızım başımın altındaki yastığı düzeltmeye bile mecalim yok bir de yemek yemekle mi uğraşacağım?" dedi bıkkın bir nefes verdiğinde.

"Yastığı fırlatmaya mecalin vardı ama." Derin bir nefes aldım. "Neyse, mecalin yoksa ben yediririm." Kaseyi elime alıp kaşığı içinde gezdirdim. "Önce seni dikleştirelim." Kaseyi sehpaya bıraktım.

"Dur sen, ben yaparım," dedi Demirarslan. "Kolumu tut lan."

Kaan "Denize düşen yılana sarılırmış," dediğinde Demirarslan sağ omzunu sıktı. Boğazından bir inilti çıktı.

"Demek ki söylediklerimize dikkat etmeliymişiz çünkü yılanın ne yapacağı belli olmazmış." Çekilmesi için kolunu tuttum. "İnsan biraz nazik olur."

Az önce kalktığı yere oturdu. "Karşımdaki hak ediyor mu ki nazik olayım?"

"Demir işte. Her zamanki Demir," dedi Kaan yüzünü buruşturarak.

Onlar birbirlerine ters ters bakmaya devam ederken ben de Kaan'a çorbayı içiriyordum. Demirarslan da hazırladığı tepsiden atıştırıyordu.

"Tamam, yeter bu kadar," dedi Kaan. Doldurduğum bir bardak suyu içirdim. Koltuğa uzanması için ona yardım ettim. Kaseyi tepsiye bırakıp tekli koltuğa geçtim.

Çayını yudumlarken "Sen yemeyecek misin?" diye sordu Demirarslan.

"Biraz yerim belki." Tepsiyi önüme koydu. Bir dilim ekmeğin üstüne reçel sürüp koca bir ısırık aldım ekmekten.

"Afiyet olsun."

"Teşekkürler," dedim çayımı yudumlamadan hemen önce.
Kaan'ın gözlerini kapattığını fark ettiğimde onu dürttüm. "Şşş, Kaan. Kaan, uyudun mu?" Cevap yok. "Uyumamalısın, kalk. Kaan."

"Bırak dinlensin," dedi Demirarslan.

"Dinlenmesin. Uyanık kalsın. Yalnız kalmak istemiyorum."

"Korkuyorsan eğer-"

"Onun için korkuyorum. Şey gibi uyuyor." Derin bir nefes verdim. "Ne oldu orada? Yani bir gittiniz sonra geldiniz ve Kaan vurulmuş."

Arkasına yaslandı. "Ava giderken avlandık," dedi nefesini verirken. "Bunu hesaba katmamıştım."

"Neyi?" dedim tüm dikkatimi ona vererek.

"Boş ver. Ama bulacağım onu. Benim elimden kurtulamayacak."

Şu an için üstelemedim. Daha fazla yemiyeceğimi anlamış gibi tepsiyi ve çaydanlığı alıp mutfağa gitti. Elinde sandviç ile bir bardak meyve suyuyla geri döndü. "Bir dilim ekmekle doyulmaz."

"Yorgun görünüyorsun," dedim uzattığı sandviç ile bardağı alarak.

"Uykusuzum." O da benim gibi yere oturup sırtını koltuğa dayadı.

Sandviçi ikiye bölüp birini ona uzattım. "Az önce yedim," demesine rağmen sandviçi geri çekmemiştim. Gülümseyip aldı. Ye yavrum ye. Kendi malınmış gibi ye.

Sandviçten bir ısırık alıp bir yudum meyve suyu içtim. "Sizin de düzeninizi bozduk."

"Asıl ikinizin düzeni bozuldu. Ama merak etme her şey yoluna girecek."

"Umarım dediğiniz gibi olur."

Sandviçin son lokmasını da yiyip meyve suyunu yudumlamaya başladım. Meyve suyunu da bitirip bardağı sehpaya bıraktım.

"Uslu bir kız olmak ne çok yakışıyor sana," dedi bir anda.

Kaan'ın "Su," demesiyle karşılık veremedim.

Sehpaya bıraktığım bardağı da alıp mutfağa gittim.

"Azra!" Kaan'ın sesini duymamla bir bardak su doldurup salona gittim.

"Getirdim." Gözlerini aralayıp baktı bana. Elimi ensesine götürdüm. Biraz doğrulduğunda suyu ona içirdim.

Başını yastığa koyup gülümsedi. "Karlar Kraliçesi Azra bana refakatçilik yapıyor. İnanamıyorum."

Bardağı sehpaya bıraktım. "Karlar Kraliçesi'nin de bir kalbi var," dediğimde gülümsedi.

Elimi tuttu. "Lütfen git uyu. Sen başımda bekleyince kendimi kötü hissediyorum."

"Uykum geldiğinde senin söylemene gerek kalmadan gidip uyuyacağım."

"İyi geceler kraliçem."

"İyi geceler."

🗝

Duyduğum ses Kaan'a mı aitti, emin olamıyordum. Her yanım sızlıyordu ama yine de gözlerimi açamıyordum. Tam olarak da bunun için gözlerimi açamıyordum.

"Azra."

"Hıııı."

"Azra!"

"Ne var?!" dedim gözlerimi aralayarak.

"Uyumanı söylememiş miydim?" diye sordu.

Hareket etmeye çalışsam da sırtıma bıçak batıyormuş gibi hissettiğmden kımıldamak istemiyordum. "Sen uyandırana kadar uyuyordum."

"Kalkacak mısın?" diye sorduğunda yüzümde bir el hissettim.

Gözlerimi araladığımda Demirarslan'ın dibimde olduğunu fark ettim. "A a, ne yapıyorsun be?!" dedim boynumu tutarak.

"Uyuyakalmışız." O da boynunu tuttu.

Kalkmak istesem de kalkamadım. Resmen yere yapışmıştım. "Uyuyakalmışız?"

"Evet," dedi sadece. Ayağa kalkıp sağa sola döndü.

"Bir saattir seni uyandırmaya çalışıyorum. Neyse ki ben buradaydım," dedi Demirarslan'a imalı bir bakış atarken.

Demirarslan derin bir nefes alıp elini cebine koydu. "Sabah sabah seninle uğraşamayacağım," dedi ve yukarı çıktı.

"Kızım, manyak mısın sen?" dedi kaşlarını çatarak. "Uyuyacak yer mi kalmadı? Seni kucağına almadığı kalmıştı."

"Uyuyakalmışım. Bilerek mi yattım?" Ayağa kalktığımda belimi tuttum.

"Günaydın," dedi Efsun Hanım. Sabah olduğuna göre o da çoktan gelmişti.

"Günaydın." Boynumu sağa sola yatırıp kütlettim.

"Önden bir şeyler yemek ister misiniz?" diye sordu.

"Hayır, teşekkürler."

Mutfağa gireceği sırada kapı çaldı. Umut'un sesini duyduğumda iki merdivenin orada durdum. Elindeki poşetle salona geldiğinde gülümsedi. "Günaydın Azra Hanım."

"Günaydın."

Başını çevirip "Geçmiş olsun," dedi.

"Eyvallah," dedi Kaan.

Umut tekrar bana baktı. "Size poğaça aldım da onları getirdim," dedi poşeti bana uzatarak.

Poşeti elinden alıp yemek masasına bıraktım. "Teşekkürler," dediğimde başını hafifçe eğip gülümsedi. "Kimse geldi mi?"

Diğerleri beni ilgilendirmez der gibi "Kadir abi birazdan gelir," dedi. Başımı salladığımda dışarı çıktı.

O çıkınca Derya da salonda belirdi. "Günaaydııııın!" Boynuma atlayıp yüzümü öpücük içinde bıraktı.

"Kızım sabah sabah ruj sürmek nedir ya? İğrençsin!" Parmak uçlarımı yüzümde gezdirdim.

Dediğimi umursamadan Kaan'ın uzandığı koltuğun kolçağına oturdu. "Günaydın Kaan. Nasılsın?"

"Günaydın. İyiyim işte ne olsun? Vuruldum ama yaşıyorum," dedi gülerek.

"İyi iyi," dedi Derya gülerek. Onlar gülerken kaşlarımı çatıp hayretle onlara baktım.

Başımı yazık der gibi sağa sola sallarken merdivenlere ilerledim. "Yüzüne ne oldu?" diye sordu Demirarslan. Üstünü değiştirmiş, durduğum merdivenin bir üstünde duruyordu.

"Derya öptü de."

Çenemi tutup diğer elinin baş parmağını yanaklarıma bastırarak gezdirdi. "Tam silememişsin."

Yüzü yüzüme çok yakındı ve gözlerimi dudaklarından alamıyordum. "Yukarı çıkacaktım. Yıkarım, silinir." Bileğini tutup elini çenemden çektim. Sonra merdivenleri ikişer ikişer çıktım. Odaya girip kapıyı kapattım. Önce üstümü değiştirdim. Sonra banyoya gittim. Yüzümde az bir şey kalan ruju elimi bastırarak sildim. Soğuk suyu yüzüme çarptıkça kendime geliyordum. Yüzümü yıkadıktan sonra havluyla kuruladım.

Aşağıdan gelen seslerle hemen odadan çıktım. "Azra'yı mı götürecekler?" diye sordu Derya.

"Azra'yı götürmeleri için bir sebep mi var Derya?" dedi Kadir abi baskın bir sesle.

Merdivenlerden inip salona geçtim. Erboğa da gelmişti. "Kim kimi götürüyor?" diye sordum.

Kadir abi ayağa kalkıp bana doğru bir iki adım attı. "Polis gelmek üzere. Konuşmak için gelmiştir."

Kaan'a baktım. "Peki ya Kaan..?" "Farkındaysanız vuruldu. Ve polis bunu bilmiyor çünkü hastaneye gitmediniz. Böyle görse illaki ne olduğunu soracak."

"Buradan çıkaralım," dedi Erboğa.

"Olmaz," dedi Demirarslan kaşlarını kaldırarak. "Kapıda bile olabilirler. Dikkat çekersiniz. En iyisi yukarı çıkarmak."

Erboğa başıyla onu onaylayıp Kaan'ı uzandığı yerden doğrulttu. Ne kadar da yardım istemese de kalkması için yardım etmiştim. Bu sırada da yardım ettiğimiz için sızlanıp durmuştu.

Demirarslan kendi odasını gösterse de en yakın olan benim kaldığım oda olduğu için onu oraya götürdük. Aşağı indiğimizde Efsun Hanım sofrayı kurmuştu. Demirarslan normal davranmamızı söylemişti. Erboğa ile Demirarslan'ın aynı masada kahvaltı yapmasından daha normal davranıyorduk.

Kapı çaldığında Efsun Hanım kapıya baktı. Efsun Hanım, Umut ve Demirarslan'ın bir adamıyla birlikte Fuat komiser salona geldi. "Afiyet olsun." Şu âna kadar gördüğüm en iğrenç gülümsemesini takınmıştı.

Demirarslan ayağa kalktı. "Sağ olun. Buyrun geçin. Efsun Hanım, misafirimize bir servis-"

"Gerek yok. Kahvaltımı yaptım da geldim." Kendisine doğru gelen Demirarslan'a elini uzattı. "Niye geldiğimi sormadığınıza göre niye geldiğimi biliyorsunuz," dedi tokalaştıkları esnada.

"Tahmin edebiliyorum diyelim."

Fuat komiser Demirarslan'ın elini bıraktığında bana döndü. "Küçük Hanım için geldim."

Tahmin etmediğimiz şey değildi ama şaşırmış gibi masadakilere baktım. "Beni mi kastediyorsunuz?" diye sordum en salağa yatmış hâlimle. Endişelenmiş gibi yutkundum. "Konu nedir?"

Karşımdaki sandalyeye oturdu. Demirarslan da az önceki yerine geçti. "Ne ilginç değil mi?" dedi. Anlamamış gibi yüzüne bakmaya devam ettim. "Eviniz taranıyor ve siz polisi aramak veya emniyete gitmek yerine burada keyif yapıyorsunuz."

"Sorun kahvaltı yapıyor olmamsa eğer size de bir servis açsınlar," dedim poğaçamdan bir parça koparırken. Kopardığım parçayı ağzıma atacakken durdum. "A doğru, siz kahvaltınızı yapıp gelmiştiniz." İfadesiz bir şekilde yüzüme bakıyordu. "Ayrıca bahsettiğiniz şu şikâyet mevzusu. O apartmanda sadece biz yaşamıyoruz. Onca insan varken benim şikâyet etmem gerekmiyor. Son olanlardan sonra herhangi bir olayın içinde olmak istemedim."

Bir kolunu masaya koydu. "Sizin canınıza kastedildiğini bilmiyorsunuz yani?" diye sorduğunda öksürdüm. Daha doğrusu öksürmüş gibi yaptım. "İnanmıyorum!" dedi şaşırmış gibi yaparak. "Sakın bana haberiniz olmadığını söylemeyin."

Ayağa kalktım. "Neyi ima ediyorsunuz?!" dedim kaşlarımı çatarak. "Madem birinin canımıza kastetmeye çalıştığını düşünüyorsunuz o zaman bana bunları söylemek yerine işinizi yapıp onları bulun." Kadir abinin belermiş gözlerini gördüğümde abarttığımı anladım.

"Seni suçlayan mı var? Ben sadece güvenliğinizden emin olmak için buraya geldim."

Tekrar oturdum. "Güvendeyiz. Eğer dediğiniz gibi bize karşı yapılan bir şeyse bulun o zaman."

"Çok isterdim ama..." Kadir abiye baktı. "Gün yüzüne çıkması gereken o kadar çok şey var ki, buna vakit ayırabileceğimi sanmıyorum."

"O dosya-"

"Art arda olan olaylar ve çoğunda sizin olmanız diğer olaylarda da doğrudan veya dolaylı yoldan sizinle ilgili olduğunu düşünmeme sebep oluyor," dedi Kadir abinin sözünü keserek. "Ben yine de bu konuyla ilgilenmeye çalışacağım."

"Yardım edebileceğim bir şey yoktur diye düşünüyorum," dedim çay bardağını elime alırken.

O günkü gibi parmaklarıyla masaya ritim tuttu. Bakışlarım parmaklarına takılı kaldı. "Var aslında." Parmakları aynı ritmi tutmaya devam ediyordu. "Bazı gerçeklere ihtiyacım var. Konuşmanı engelledikleri için söyleyemediğin gerçekler..." Parmaklarını hareket ettirmeyi bırakıp hafifçe masaya vurduğunda irkildim.

"Neyden söz ediyorsunuz?" diye sordum nefesimi kontrol etmeye çalışarak. Bakışlarımı masadakilerin üzerinde gezdirdim. Tedirginliğimi fark etmiş gibi bakışlarıyla beni süzüyorlardı.

"Ben kalkayım artık," dedi ve ayağa kalktı.

Kadir abi, Demirarslan, Derya ve Erboğa onunla birlikte kalktılar. Ben de kalkma gereği duyup kalktığımda sandalyeyi devirdim. Sandalyeyi düzeltecekken de yere düşmek üzereydim.

"Her zamankinden daha tedirgin gördüm seni."

Dediğini duymamış gibi "Ben sizi geçireyim," dedim.

Antreye geldiğimizde cebinden bir kâğıt çıkarıp bana uzattı.

🗝

Dışarı çıkmak için bir bahaneye ihtiyacım vardı ve kös kös otururken nefesimin daralması benim için iyi bir bahaneydi.

"Neyin var, ne bu hâlin?" diye sordu Kaan.

"İçerisi çok havasız," dediğimde Demirarslan önündeki dosyadan başını kaldırdı. "Çok da sıcak." Saçlarımı toplayıp elimle ensemi yelledim. "Nefes alamıyorum sanki."

"Bahçeye çık biraz," dedi Demirarslan.

"Bahçeye çıkmak istemiyorum."

Demirarslan ayağa kalktı. "Ben şirkete gideceğim. Bir şeye ihtiyacınız olursa Efsun Hanım sizinle ilgilenir."

"Ben de gelebilir miyim?" diye sordum ona iki adım yaklaşarak.

"Şirkete mi? Eğer-"

"İllaki bir gün dışarı çıkacağız. Bir ömür boyu dört duvar arasında kalacak değiliz ya," dedim sözünü keserek.

"İyi peki, gel."

Ondan önce yukarı çıktım. Odaya geçip bir gömlek giydim. Bol bir pantolon giyip gömleğin bir tarafını içe koydum. Telefonumu ve sırt çantamı da alıp az önceki gibi merdivenleri ikişer üçer atladım. "Hazırım!" dedim derin nefes alırken.

"Çıkalım o zaman."

Kadir abi elleri ceplerinde yanımıza geldi. "Dikkat et, tamam mı?" Demirarslan'a döndü. "Sana emanet. Başına bir şey gelmesin sakın."

Başımı sallayıp onu onayladıktan sonra Derya ile Kaan'a sarıldım. Büyük adımlar atarak evden çıktım. Demirarslan'la gideceğimi hatırlayınca yavaşladım. Biz Demirarslan'ın arabasına binerken Kadir abi de kendi arabasına binip gitti.

"Önce bir şirkete uğrayacağım sonra gitmek istediğin bir yer varsa seni oraya götürürüm."

Elbette gitmek istediğim bir yer vardı ama kendim gidecektim. "Yolda bir yerde bırakın, ben kendim giderim." Nereye gideceğimi sorgular gibi baktığında "Biraz yürürüm, sonrasında gitmek istediğim bir yer varsa giderim," dedim.

Bahçe kapısının açılmadığını görünce kornaya bastı. Adamlarından biri düğmeye basıp kapıyı açtı. "Niye tek başına gitmek istiyorsun?" diye sordu.

"Çünkü yalnız kalmaya ihtiyacım var." Camı açtım. "Burası çok havasız."

"Ne olur ne olmaz diye yanında olmam ger-"

"Şarkı açsam sorun olur mu?"

"Hayır."

Şarkı diye Beethoven'ın 5. Senfonisi'ni açtım. Şaşırmış gibi baksa da oralı olmadım.

🗝

Araba durduğunda bakışlarımı yoldan çektim. Arabanın oturduğum taraftaki kapısı açıldı. "Teşekkürler," dedim kapıyı açan güvenlik görevlisine. Başını hafif öne eğerek gülümsedi.

"İşlerimi hâlledeyim sonra çıkarız."

Asansörün önünde durduğumuzda yanımıza bir kadın geldi. "Günaydın Demir Bey."

Demirarslan'ın "Günaydın Pınar," demesiyle ayaklarım yere çivilendi. Sonra bir pot kırmış gibi bana baktı. Duymamış gibi yaparak asansöre bindim.

"Dünkü toplantıyı bugüne aldım. Bir de Fransız müşterimiz şartlarını belirledi," dedi elindeki tableti Demirarslan'a uzatırken. Onlar da asansöre bindi.

Demirarslan üstün körü bakıp tableti ona geri uzattı. "Toplantıdan sonra arayıp bir buluşma ayarlamaya çalış."

"Peki efendim."

Asansör durduğu esnada elini belime koyup "Azra Bayhan. Özel misafirim," dedi. "Pınar da benim asistanım olur."

"Memnun oldum," dedi samimiyetten uzak bir gülümsemeyle.

"Ben de."

Odasının kapısını açıp içeri geçmem için elini öne doğru uzattı. "Ne kadar bekleyeceğim?" diye sordum hızla ona dönerek. "Eğer uzun sürecekse ben gideyim."

"İyi misin?" diye sorduğunda yine kolunu tuttuğumu fark ettim. "Pınar!"

"Buyrun Demir Bey."

"Azra Hanım için yiyecek bir şeyler getir." Bana döndü. "İlaçların yanında mı?"

"Hayır, değil. Yemek yediğim her an ilaç kullanmıyorum ki. Hepsinin bir zamanı var. Ayrıca aç değilim."

"Sen yine de bir şeyler atıştır, şekerin düşmesin." Aralanan dudaklarıma fırsat vermeden devam etti: "Hadi Pınar, ne bekliyorsun?" dedi. Asistanı çıkınca o da masasına geçti.

Masasının yanında durup "Ne zaman çıkacağım?" diye sordum.

Önündeki dosyaların sayfalarını karıştırdı. Başını kaldırmadan cevap verdi. "Biraz sabredersen toplantım bitince çıkarız."

Onu onaylayıp odanın içinde gezinmeye başladım.

Dikkati dağılmış olacak ki "Otursana," dedi.

Oturmak değil bir an önce gitmek istiyordum. "Böyle iyiyim."

Kapının çalmasıyla bakışlarım o yöne çevrildi. "Gir." Sesini ben bile zor duymuştum. Kapı tekrar tıklatılınca kapıyı açtım.

Asistanı gülümseyerek içeri geçti. Elindekileri sehpaya bıraktı. "Hazırsanız geçelim."

"Bu dosyalarda eksik sayfalar var." Dosyayı her an fırlatacakmış gibi havaya kaldırmıştı.

"Bazı değişiklikler yaptım," dediğinde Demirarslan kaşlarını çattı.

Güldü. "Bana sordun mu?" Cevap gelmedi. "Pınar! Bir soru sordum! Değiştirirken bana sordun mu?!"

Bağırabileceğini düşünmeden "Biraz sakin mi olsanız?" dedim. Eksik kalma.

"Sizi aradım meşgul olduğunuzu söylediniz. Yetiştirilmesi gerekiyordu. Engin Bey arayınca... Engin Bey değişiklikleri yaptı. Ben-"

"Dışarı çık. Toplantıya katılmıyorsun," dedi sözünü keserek.

"Ama Demir Bey-"

"Çık dışarı!"

Asistanı dışarı çıktığında karşımdaki canavarla baş başa kalmıştım. "Sanki..." Devam etmedim.

"Otur artık," dedi masasını düzenlerken. Gülümsedi. "Acıkırsan ye bir şeyler. Toplantı bittiğinde beraber çıkarız." Bir süre sonra beni odasında tek başıma bırakıp gitti.

🗝

Acıkmadığım hâlde o çıktıktan sonra atıştırmalıklardan yemiştim. Burada bunalıyor ve yapacak bir şey bulamıyordum. Can sıkıntısından odanın içinde volta atmaya başladığımda bir telefon melodisi adımlarımı durdurdu. Benim telefonum değildi. Masanın üstüne baktım ama telefon bulamadım. Çekmecelerden ilkini açtığımda telefonu buldum. Açıp açmamakta kararsız kalmıştım. Beni ilgilendirmediğini düşünerek telefonu kapatıp masaya bıraktım. Tekrar volta atmaya başladığımda telefon tekrar çalmıştı. Umursamamaya çalışmıştım ama art arda beş kez çalmıştı. Telefon tekrar çaldığında oflayarak masaya doğru gittim. Aynı numaraydı. Telefonu elime aldığımda odanın kapısı açıldı. Demirarslan'ı karşımda görünce bir an telefonu yere atacak gibi olmuştum.

Telefonu ona uzattım. "Telefonun çekmecedeydi. Çalınca kapatmak için çıkardım sonra masaya bıraktım ama üst üste çalmaya devam etti-"

"Anladım."

"Üst üste çaldı ama açmadım. Sesi rahatsız ettiği için kapatacaktım sadece." Açıklamamı bitirdiğim için derin bir nefes verdim.

Konuşmamın bitmesini beklediği için telefonu kapatmıştı ama tekrar çalmıştı. Telefonu açıp kulağına götürmesine rağmen konuşmamıştı. Çantamı alıp kapıda beklediğimi görünce "Yedin mi bir şeyler?" diye sormuştu. Telefonun diğer ucundaki kişi yanlış anlamış olacak ki "Sana demedim," dedi.

"Hı hı, yedim. Çıkmak istiyorum. Bunaldım burada."

Konuştuğu kişi bağırınca bir kadın olduğunu anlamıştım. "Oraya gelip sesini kesmemi istemiyorsan sesini alçalt!"

Ben oradaydım diye konuşamıyordu bu yüzden dışarı çıktım. Çok geçmeden o da geldi ama telefonu hâlâ kapatmamıştı. Asansöre bindiğimizde de, şirketten çıktığımızda da ve arabanın yanında durduğumuzda da telefon açıktı. Binmem için kapıyı açtı. Kendi de şoför koltuğuna geçti.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordu. Telefonda kendisine çemkiren kadını umursamıyor gibi duruyordu.

"Yolda bir yerde-"

"Nereye gidiyoruz?"

"Bir pastane var. Önce oraya uğramak istiyorum."

Aniden frene bastı. "Siktir! Kadına çarpmasına ramak kalmıştı. "Bir sus be, bir sus!" diye de bağırdı. Camı açıp başını uzattı. "İyi misiniz?!"

"İyiyim," dedi kadın. Elini göğsüne götürmüştü.

"Kusura bakmayın, benim dikkatsizliğim."

Kadın "Önemli değil," dese de çok korkmuş görünüyordu.

Kadın geçtiğinde tekrar gaza bastı. "Senin yüzünden kadına çarpıyordum!" Telefonun ucundaki kadın bir şey söyledi. Demirarslan kahkaha attı.

Onları umursamamaya çalışarak telefonumla ilgilendim. Konuşmaya devam ettikleri süre boyunca onları dinlememek için büyük bir uğraş verdim.

Beklemediğimi bir anda telefonu sinirle kapattı. Gözlerini yoldan ayırmıyordu, konuşmuyordu ve herhangi bir tepki vermiyordu. Arabanın içi sessizliğin hâkimiyeti altındaydı. Sessizlik güzel olsa da bazen ürpertici olabiliyordu. Şu an olduğu gibi.

Direksiyonu kırmak ister gibi tutuyordu. Sessizliğini bir süre daha korumaya devam edince dayanamayıp işaret parmağımı koluna değdirdim. Bana baktığında başımı hafifçe sağa eğdim. "İyi misin?" diye sordum.


Kocaman gülümsedi. "İyiyim."

Pastanenin karşısında durmamıza rağmen inmedim. "Nerede olduğunu söylememiştim ki."

"Ben toplantıdan çıktığımda Kadir geldi. Seni merak etmiş. Pastaneye gitmek isteyeceğini ve beni atlatma diye nerede olduğunu söyledi," dediğinde kaşlarımı çatıp baktım ona. "Kadir'in niye öyle dediğini ve yakınlarda o kadar pastane varken senin niye bunu tercih ettiğini anlamadım."

"Ben sadece yalnız kalmak istediğimde korumaları atlatmaya çalışırım. Sen benim korumam değilsin. Yani niye öyle dediğini ben de anlamadım."

Arabadan inmek üzereyken pastane kapısında asılı kapalı yazısını işaret ederek "Başka bir yerden alabiliriz," dedi.

"A hayır, başka bir gün gelirim."

"Eğer canın çok istiyorsa gider alırız," dediğinde başımı sağa sola salladım. "Peki," deyip rabayı çalıştırdı.

"Numaranı isteyebilir miyim?" diye sordum bir anda. Saçmaladığımı düşünüp "Yani verir misin?" diye düzelttim.


Ona uzattığım telefonumu aldı. Numarasını tuşlayıp Demir diye kaydetti.

"Gitmek istediğin bir yer var mı?"

"Şu an yok." Başını sallayıp önüne döndü. Yine yola odaklanmıştı. Trafik ışıklarını geçtik, sayamadığım kadar beyaz şerit geçtik. Bir anda koluna yapıştım. "Arabayı durdur."

"Ne oldu?"

"Arabayı durdur, başım dönüyor." Müsait bir yerde arabayı durdurdu. "Sanırım şekerim düştü." Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırıyordum. "Su ve yiyecek bir şey alır mısın?"


"Tamam sen burada bekle. Alıp geliyorum," dedi ve arabadan indi. Etrafına bakındı ve ilerdeki markete koşar adım yürüdü.

Markete girdiğinde çantamı ve telefonumu alıp indim. Arabanın kapısını kapatıp ara sokağa doğru koştum. Arkama bakmıyordum. Eğer baksaydım hızımı alamayıp düşeceğimi biliyordum.

Kaldırımda durmak yerine caddeye indim. Gelen ikinci taksiyi durdurdum. Başımı eğip cebimden çıkardığım, adresin yazılı olduğu kâğıdı uzattım. "Beni bu adrese götürür müsünüz?" diye sordum.

Taksici kâğıdı elimden alıp önce kâğıda sonra bana baktı. "Çok yazar."

"Önemli değil. Oraya gidiyor musunuz gitmiyor musunuz?"

"O tarafa ben gitmiyorum ama para paradır, atla," dediğinde taksiye bindim.

Demirarslan'dan telefonuma çağrı düştüğünde yutkundum. "Alo," dedim gayet rahat bir şekilde.

"Su alıp geldim, yoksun. Nereye gittin?" diye sordu. Sesi gayet sakin geldiğine göre durumu çakmamıştı.

"Gitmem gerekti."

"Araba sesleri geliyor. Neredesin?" Derin bir nefes aldı. "Şekerin düşmüş. Bu şekilde bir yere gidemezsin."

"Özür dilerim. Gitmek için küçük bir oyun oynadım. İyiyim yani, bir şeyim yok."

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu.

"Bak işim bitince-"

"Nereye gidiyorsun?!" Sesi bu sefer yüksek çıkmıştı.

Sorusuna cevap vermek yerine "Seni arayacağım," deyip yüzüne kapattım. Tekrar aradığında açmadım.

🗝

Taksi gittiğinde bir süre önünde durduğum apartmana baktım. Yanında Fuat Galip yazan zile bastım. Bir kez daha bastığımda fark etmediğim diyafondan "Kim o?!" diye bir ses geldi.

"Polis," dedim dalga geçerek. Kapı açıldığında içeri girdim. Açılıp kapanan sensörlü ışıklara aldırmadan beşinci kata çıktım. Tekrar zile basacakken kapı açıldı.

"Hoş geldin." Kolunu göğsünde bağlamış, sol omzunu da kapıya yaslamıştı.

"Hoş buldum." Önümden çekildiğinde içeri geçtim. Demirarslan'ın yanında yaptığım gibi gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırıyordum.

Salona geçtik. Oturduğum esnada "Bir şey içer misin?" diye sordu.

Gülümseyip "İçtim de geldim," dedim.

Karşıma geçti. "Ee, konuşacak mısın?" diye sordu.

Gözlerimi kırpıştırıp "Numaranızı ve evinizin adresini verdiğinize göre konuşması gereken kişi sizsiniz," dedim.

"Buraya geldiğine göre senin de konuşacak bir şeylerin vardır diye düşünüyorum," dediğinde bir elimle koltuğun kolçağını, diğer elimle de bacağımı sıkıyordum. "İyi misin?"

Gözlerimi sıkıca yumdum. "Şekerim düştü sanırım," dediğimde bile isteye kendimi titretmeye başladım.

Ayağa kalkıp yanıma geldiğinde gözlerimi açtım. "İlaç mı kullanıyorsun?" Çantama uzandığında başımı sağa sola salladım.

"Şekerim düştüğünde ilaç kullanmıyorum, bir şeyler atıştırıyorum." Gözlerimi kırpıştırırken yutkundum.

"Ne atıştırıyorsun?"

"Zahmet etmeyin. Eve geçince yerim." Derin bir nefes almaya çalıştım. "Sanırım gitsem iyi olacak." Ayağa kalktığımda başım dönmüş gibi yapıp gözlerimi yumdum ve kendimi koltuğa bıraktım. Seni ayakta alkışlıyorum. Kendimi dışarıdan görsem oyunculuğum için madalya bile takardım.

"Yavaş! Bu hâlde eve kadar varamazsın. Ben bir şeyler hazırlayıp geliyorum." Allah bazen düşmanın bile düşüncelisini verebiliyordu.

Salondan çıkıp mutfağa gittiğinde telefonumu açtım. Telefonumu açmamla ekrana bir sürü cevapsız arama ve mesaj düştü. Hemen mesaj sayfasına girip Demirarslan'a mesaj attım.

Fuat komiseri arayıp onu oyala.

Çok geçmeden yazdı.

Bunu niye yapayım?

Bak biliyorum bizim için çok şey yaptın. Hatta senden bir şey yapmanı istememe hakkım olmadığını düşünüyorsundur belki. Ama gerçekten yardıma ihtiyacım var.

Beni salak yerine koyup beni atlattın.

Özür dilerim. Bunu yapmak istemezdim ama yaptım. Sor niye yaptım. Çünkü yapmam gerekiyordu.

İyi. Beni atlattıysan kendi başının çaresine de bakabilirsin.

Peki. Özür dilerim yine de.
Görüldü

Ekranı kapatıp telefonu çantama koydum. Eğer en başından ondan yardım istemiş olsaydım böyle olmazdı. Belki de olurdu. Saçma bulup onunla gelmeme bile izin vermezdi.

Mutfaktan sesler geliyordu. Bir dolap kapağı daha açılıp kapandığında telefonu çaldı. "Yanlış zamanda aradınız," dedi direkt. "Hangi konuda?" diye sorduğunda uğraştığı şeyi bırakmıştı. "Ee."

Arayan kimdi bilmiyorum ama işimi kolaylaştıracağı kesindi. O telefonla konuşmaya devam ederken olabildiğince ses çıkarmamaya çalışıyordum. Eldivenlerimi taktım ve salondan çıkıp salonun sağ çaprazında duran kapıya ilerledim. İlk açtığım kapıydı ve ilk açtığım kapının onun odasının kapısı olması benim için büyük şanstı. Kapıyı aralık bırakıp odasına girdim. Seri hareket edip ses çıkarmamaya çalışıyordum. Bulduğum her çekmeceyi açıp karıştırıyordum. Ama istediğimi bulamamıştım. Kıyafet dolabına baktım. Bu saygısızlık olacaktı ama şu an saygıyı düşünmek yapacağım son şey olmalıydı. O yüzden dolabı açıp kıyafetlerinin arasına da baktım. Ama istediğimi bulamadım.

Odasında arayacak başka yer olmadığı ve her an gelebileceği için odasından çıkıp salona geçtim. Geçtiğim gibi de gözlerim yuvarlak yemek masasının üstündeki mavi dosyalara takıldı. Dosyalara baktığımda aradığım dosyalar olduğunu anladım. İkisini de aldığım gibi çantama koydum. Eldivenleri de çıkardım. Telefonuma baktım ve Demirarslan'ın mesaj attığını gördüm.

Yeterince oyaladım diye düşünüyorum.

Arayan sen miydin?

Mutfağın kapısı açıldığında hemen yerime oturdum. Telefonu kulağı ile omzu arasına almıştı. "Maalesef. Bunu sizinle paylaşamam." Elindeki tepsiyi önümdeki sehpaya bıraktı. "Bu konu hakkında konuşmamız çok anlamsız. Ayrıca size bilgi vermeyeceğimi biliyor olmanız gerekirdi." Durup dinledi. "Neyse. Benim için konu kapanmıştır. Misafirim var. Önemli bir şey olduğunda arayın." Tekrar dinlediğinde ağır ağır başını sallıyordu. "Tamam," deyip telefonu kapattı. "Nasıl hissediyorsun? Baş dönmesi var mı hâlâ?"

"Hayır yok," dedim kısık sesle.

"Şeker hastalarının ne tüketmesi gerektiğini bilmediğim için ne bulduysam getirdim."

"Boşuna zahmet ettiniz. Ağzıma bir küp şeker atsaydım da olurdu." Şu an için istediğim tek şey hastalığımı kullanıp insanları kandırdığım için Allah'ın beni affetmesi.


Yememeye devam etseydim eminim şüphelenecekti. Bir dilim domatesi zorlanıyormuşum gibi çiğnedim. Yuttuğumda da gözlerimi yumdum. O an eğer yemeseydim gidene kadar şekerimin düşeceğini anladım.

"Yerken bir yandan da konuyu aç istersen. Sonuçta bunun için buraya geldin," dediğinde kaşlarımı çattım.

"Anlamadım. Konu derken neyi kastettiniz?" diye sordum yapmacık bir şaşkınlıkla.

"Bir şey konuşacaktın ya," dediğinde ayağa kalktım. Ayakta duramıyormuşum gibi yapmaktan geri kalmadan koltuğa tutundum.

"Kapıda karşılaşmamış mıydık?" diye sorduğumda anlamamış gibi baktı. "Şekerim düştü ve siz içeri geçmemi söylemediniz mi?" Şeytan şok!

"Hayır."

"Dalga mı geçiyorsunuz? Kapıda düştüm ve yukarı çıkarken bile yardım ettiniz." Nefret ettiğim unutkanlığımı da buna alet ettiğime göre Allah belamı vermeliydi. "Yoksa... Yoksa zorla mı getirdiniz?"

"Ne! Saçmalama." Geri geri gittim. "Seni niye zorla getireyim?" Bana yaklaştı.

"Bağırırım, yaklaşma!" Gözlerimin dolması rolüm dışındaydı. "Kimsin?" diye sordum titreyen sesimle.

"Ne oluyor lan?!" Hâlimden korkmuş gibiydi. "Dalga mı geçiyorsun?"

"Ben nasıl geldim buraya? Kadir abi burada değil. Beni merak etmiştir." Daha ne kadar saçmalayabilirdim bilmiyordum.

"Sen-"

Telefonumun sesi salona yayıldı. Koltuğa ilerlediğimde o da geri geri gitmişti. "Eğer bir şey yaparsan bağırırım. Polisi ararım hatta. Adam alıkoymanın cezasını eminim bilmiyorsundur." Adam polis!

"Bir şey yapmayacağım."

"Alo." Arayan Demirarslan'dı.

"Niye hâlâ çıkmadın?" diye sordu.

"Nerede olduğumu ben de bilmiyorum. Bir evdeyim. Bir adam var burada," dedim telaşlı bir ses tonuyla.

"Unuttun mu yine?" diye sorduğunda Fuat komisere baktım.

"Hayır. Hayır adamı tanımıyorum. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Sanırım zorla getirdi," dedim Fuat komiser beni duymuyormuş gibi.

"Rol mü yapıyorsun yine?"

"Evet," dediğimde derin bir nefes aldı. "Korkuyorum."

"Korkarak en doğru şeyi yapıyorsun."

Fuat komiser korkmamam için olacak ki olabildiğince uzağımda duruyordu. "Polisi ara! Nerede olduğumu bilmiyorum."

"Ben polisim zaten," dediğinde gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.

"Beni kaçıran polismiş."

Kahkaha attı. "Bir an önce çık oradan."

Fuat komiserin afallamış hâline gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Buraya nasıl geldim bilmiyorum." Gözlerimden bir damla yaş düştü.

"İster inan, ister inanma. Sen kendin buraya geldin. Kimse seni zorla getirmedi." Hadi canım. Ciddi misin?

"Ben mi geldim yani?" Kaşlarımı çattım. "Yalan söylüyorsun."

"Konuştuğun kişiyi tanıyorum. Telefonu bana ver. O da anlar yalan söylemediğimi."

Bir adım atmıştı ki çığlık denebilecek şekilde "Yaklaşma!" diye bağırmıştım.

"Tamam, tamam yaklaşmıyorum. İstersen şimdi çık." Pencereye doğru ilerlediğinde ben de geri geri gidip kapıya yaklaştım. Unutmuşum gibi koltuğa yaklaşıp çantamı aldım.

"Gelirsen eğer acımam, kafanda kırarım." Kapıya doğru koşar adım gittiğimde peşimden gelmemişti. Pencereden baktığını düşünerek o tarafa bakmadım. Ne yapacağımı şaşırmışım gibi bir sağa bir sola bakıyordum. Telefonu tekrar kulağıma götürdüm. "Çıktım." Direğe tutunup kaldırıma oturdum. Benim için taksi yollattığını söyledi. Takisiyi gördüğüm gibi yerimden kalktım ve taksiyi durdurdum.

Taksiye bindiğimde derin bir nefes aldım. Aldığım en derin nefes olabilirdi. Asıl derin nefese dönünce ihtiyacım olacaktı. Kendimce iyi bir şey yapmış olsam da bu herkes tarafından takdir edilmeyecekti.

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 121K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
844K 47.3K 38
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
221K 14.6K 40
... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #7 - bl #5- eşcinsel
20.1M 1.1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...