SAU RAWES (SERİSİ)

By nisa_yuva

408 280 148

Zamana isyan duyduğum bir zamanda kışın soğuğunda güneş kadar yakıcı gözlere tebesüm ettim o saniyelerde. Bir... More

SAU. RAW.
1. bölüm. Rüyamın gölgesi.
2. bölüm. Elveda sonbaharım
3 bölüm. ölümsüz bir zaman.
4 bölüm. Sessiz tehlikeler
6.bölüm. Zehirli sözcükler.
7 bölüm. Buzdan bir kafes.

5. bölüm. Kabustan beter

28 9 0
By nisa_yuva

❄️

Duyulmazdı bazı sesler. hep güçlü insanların sesinin ardında bir fısıltı kadar sesiz kalırdı. güçsüzlüğü kabullenmek. yenilgiyi kabullenmekti. şimdiye kadar sadece zihnimde savaştım. çünkü benim en büyük dusmanlarım zihnimin içinde ki korkunç düşüncelerin içinde ki baş rollerdi.

ilkti hayallerimi ve umutlarımı onun güçlü adımların altında ezildğini görmek. her yeni bir korkuda onun varlığını kalbimin en derin köşelerinde hissetmek. belkide artık hep böyle kalacaktı. başıma her gelen belayı ona bağlayıp her günü bir şüpeyle yaşayacaktım. kahretsin ki korkuların varlığı bana onu çağıştırıyordu. her bir düşüncemin içinde gizlenirken bile açık veren sinsi bir vesvese gibiydi sözleri. bana her nefes aldığımda. sanki bir suç işlemişim gibi zihnimden kalbime dahiliyordu o hırçın his. ve şimdi yene aynısını hissediyordum. zihnim ve kalbime hükmeden o korku şimdi derimin içine kadar sızmıştı.

Az önce ki ses neydi bilmiyorum ama.

Nedensizce bir tehlike seziyordum. Sanki etrafïmda binlerce yaratık durmuş bana saldırmak için en iyi vakti bekliyormuş gibi hissediyordum. Gergin hava ve sessizleşen ortam beni germişti. İki kız kendi aralarında bir takım konuşma gerçekleştirirken ben yanlızca gerginleşen havayı ve tehlikeyi soluyup. Etrafı kontrol ediyordum. Karanlık en savunmasız olduğumuz bir zamanda bizi avlıyordu.

Karanlıkta silüetler seçmek zordu. Lakin gelen karanlık enerjilerini alabiliyordum. Nedensizce ayağa kalkarken. İkilinin bakışları beni bulmuştu. Sebepsiz yere huzursuz olmam bir şeye dayanıyordu. Buraya bu yer iç güdülerimi güçlendiriyordu.

"Ne oldu?" Diyen solna'ın korkmuş sesi beni kendime getirirken. Ejah'n söyledikleri kaşlarımı çatmama sebep oldu. "Çok garip. Büyü bir güçe sahip." Sanki bunları bana değilde kendi kendine söyler gibiydi. Anlamayarak. "Ne gücü?" Dedim sorduğum soruyla yerde sabit kalan bakışları beni buldu. Dudaklarını araladı. Fakat ağzından sözcükler dökülmeden. Arkamda bir şey görmüş gibi. Hışımla ayağa kalkınca. Ben ve solna da telaşla yerimizden kıpırdanıp.

"Bana bak seni kem gözlü kız sakın bana şimdi arkamda bir yaratığın olduğunu söyleme!" Dedim. Nefesim hızlanırken. "Yada dur. Söyle" Solna da benim yanımda arkasına bakmaktan korkuyor olacak ki. Bakışlarını ejah'tan çekmiyordu. Ejah'ın yüzü bembeyaz kesilmişti. İnanmıyor gibi gözlerini bir kaç kez kırpıştırıp. Daha sonra bir şeyleri yeni yeni idrak etmiş gibi. Gözleri hızla beni beni buldu. Ve. "Tuzak." Diye fısıldadı. Göz ucuyla etrafımı gözetlediğimde.

"Hey orda ne görüyorsun bilmiyorum ama. Bize tehlike içermeyen bir açıklama yap." Dedim korkudan sesim bile titremişti. Solna saniyeler sonra arkasına bakma cesaretini buldu. Omzunun üstünden arkasına baktı. O an ne gördü bilmiyorum ama. Solna'yı saniyeler içinde bana ahtabot gibi sarılırken buldum. Bu o kadar hızlı gerçekleşti ki. Bir an solna'ın bana şimdi değilde. Zaten sarılıyor olduğunu düşündüm. Kollarım iki yanımda kalınca. Bakışlarımı kaldırıp ejah'a baktığımda orda koca bir boşluk görmeyi belki daha çok isterdim.

Ama gördümlerimle.

Zihnim bir uyarıya geçti bir an yutkundum. bunu çoğu kez yapmak istedim boğazımda ki düğümü çözmek için lakin yetmedi. ne hayatta bağlayan bir sönük nefes nede. bedenimi tetikte tutan korkular. hepsi biçare kesilmiş omuzlarımda ki güçsüzlüğü daha fazlasını eklemişlerdi.

önce sarsıtıcı bir renk oluştu. gökyüzünde doğru dağılmaya başladı. alev kırmızısı bir renk gösterdi kendini. ardından ılık bir hava gibi esti gürledi. aralarına karışan siyah sisler. güneşi gizleyen ürküytücü bulutlar gibiydi. gece uyumsuz renklere boğuldu. çünkü o sisler her alanı aldı ve renkleriyle sarıp sarmaladı. öyle ki gökyüzü kayboldu. adımlarım korkuyla geri çekilirken. o dumanların içinden ateşten yanmış bedenler çıktı aniden. solnanın elleri bedenimden çekilince oda bakışlarını uyumsuz gecenin dehşetine çevirdi.

Yanımda ki kızlardan bir kaç şaşkınlık nidaları dökülürken.

Çığlıklar boğazıma kadar yetişti ancak hepsini ellerime bastırdım. gözlerimin gördüğü bu şeye inanmak suç olacak kadar ürkütücüyken. bir saniye bile gözlerimi çekemiyordum. yanık bedeninde hala taze ateşler yanıyor ama yakmıyor aksine etleri eritip kule çeviriyordu. bedeni bir insanın bedeni gibiyken. insan olmayacak kadar korkunç bir yüzü vardı. o ateşten koca yuvarlak alev topları gözlerinden haraket halinde yanan ateşler. o haraket ettikçe o lavlar yere damlıyor ve ateşten küçük gölcükler inşa ediyordu. ağzı iğneyle dikilmişti sanki ne bir ağzı neden bir burnu varken. etsiz kemiksiz bir yüzü vardı. siyah duman gibi kafasından ılık sisler yükseliyordu. tırnakları tıpkı bıçak gibi sivriydi. öyle uzundu ki tırnakları yarısına kadar katlanmıştı. tıpkı bir zombi gibiydi. buda neyin nesiydi?Korkunçtu daha fazla bakamadım bu dehşete. ejah'ın sesiyle birlikte solnadıracaktım ki. orda o yaratıktığın ardından binlerce yaratığın çıkmasıyla adım adım geriliyen adımlarım durdu. yutkunarak ejah'a baktığımda. "Lanet olsun onlar diris gezegenine sürgün edilen ruhlar"diye mırıldandı korkuyla benim gibi geri çekildiğinde. solna çoktan ikimizin ardına saklanmıştı bile.

"Kahretsin burdan hemen gidelim"ejah ses çıkarmayacak bir şekilde geriye doğru çekilirken. gözlerim onun korkuyla büyümüş gözleriyle kesişti. hala bizi farketmeyen yaratıklar hala etraflarında dolanıyordu. "ya bizi görürlerse o zaman kaçabilecek miyiz?"diye sordum. yüzüme cıkardığı gri harelerini yaratıklara çevirip. bir süre üstlerinde oyalandı. daha sonra yüzüme bakmadan"Emin değilim"dedi tedirginlikle sıktığı yumruklarını gevşetti.

"Ama şimdi kaçıp gitmezsek onlar bizi farkedince artık öyle bir fırsatımız olmayacak. "Dedi bana baktı yüzünde korkudan çok sıkıntılı bir ifade yatıyordu."Farkında olmalısın ki burda ölümün çok daha ağırı var oda onlardan birine dönüşmek ki. bunu kesinlikle istemezsin. çünkü sürgün edildikleri yer hiç tekin bir yer değil"
diyerek arkamızda deli gibi titreyen kızıl cadıya döndü. bedeni türe gibi titreyen kızın dili tutulmus gibiydi. biran bize varlığını unutmuştu.

ejah ortamda ki gerginliği artan sesiyle homurdanarak sonlanın kolundan tutarak bir kaç defa sarstığında"Siz iki korkak resmen başıma bela oldunuz" bu durumda bile laf atmadan duramıyordu. solna iri ela gözlerini yaratıklardan biran çekip ejah'a çevirdiğinde dönmüş suratında tek renk kalmış cildi bembayaz olmuştu. "onlar tam olarak ne?"dedi çok sakince bakışlarını yeniden düm düz önüne sabitlediğinde kaşları saniyeler içinde çatıldı."bizi fatkettiler bize doğru geliyorlar "bağırarak hızlıca koşmaya başladığında. içimde ki sıkıntı bir haykırış gibi. göğsüme yerleşti. gözleri mi büyüterek onun baktığı yeri takip ettiğimde. bize doğru hirlayan canavarları görmemle.

nefesim kesildi. durduğum yer sarsıldı ayaklarım kaydı zeminin tozlu tabanından. enseme doğru soğuk esintiler geçerken. ejah bir kaç sesli küfür savurarak. hızlıca ardına döndüğü gibi benide kendisiyle suruklemeyi ihmal etmedi. ona gerek kalmadan titreyen bacaklarımı beni tasımaları için sonuna kadar yüklenerek. çakıl yolla doğru saptım dengesizce.

yaratıkların hırlayışları önümüze geçiyor ve yayılan karanlık yollara ekstıradan uyumsuz renklerden sisler görüş açımı kapatıyordu. fakat şuan hiç birşey düşünecek halde değildim. değildik. peşimize binlerce yaratık düşmüş belkide şimdi bizi kul ettikleri o anı hayal etmeye baslamıştılar bile. "Lanet olsun!" dedi ejah seslice.

"Geliyorlar daha hızlı koşun" resmen yaratiklarsan kaçıyorduk inaliir gibi değildi. arkama bile bakmaya koekarken. nefes nefeseydik. soluklarım tukebmek üzereydi. ama o canavarlar bizim gibi koşmak yerine uzun bacaklarının avantajıyla sadece yuruyorlardı. bu şekilde bile mefase çok azdı. "tamam canavarları anladım ım peki bu gogkusağı bozuntusu sisler neyin nesi?"hem koşuyorken. zihnim bir türlü es geçemiyordu bu garip havayı.

"Biri bu aptal kıza biseyleri sorunca doğru zamanı seçmesini ögretmeli"

Ejah önümden gecerken cevap yerine öfke dolu hunurtular bıraktı bana. solna en önde koşuyor ben ve ejah ise onu takip ediyorduk. bir yandan peşimizde ki yabaniler hızlarını artırmaya başlamışken. solna hızlıca şehire girmektense hemen ormana doğru uzanan yola adandı. nefesim kesildi. hızlı hızlı inip kalkan göğsüm delindi. durdum. ben durunca ejahta durdu. Bir his yeniden tanıttı kendini. geçmişten bir hikaye gibiydi zihnimi uyardı. ayaklarım benden bağımsız durmuştu. oysa ki peşimizde bir sürü canavar vardı. "Ciddi olamazsın"dedi aşina olduğum sese döndüm hızlıca. ejah kaşlarını en derinden çatmış. küçük bir çizgiyi büyü bir çukura çevirmişti."Oraya giremem"diye fısıldadım. soluklarimi toparlamak adına derin bir nefes aldım.

"Peşimizde onca yaratık varken bana bu ormandan korktuğuna inandıramazsın!"dedi korkuyla ardımızda ki tehlikeye bakınca. dusunceli sıratı bu seferde bende baktım. bakmam ve şok olmam saniyelerin almadı. lanet olsun yaklaşıyorlar! daha ardıma dönmeden ejah beni kolumdan çekiştirdi. yüzümde ki korkular zihnimle çalkalandı. korktuğum ormanın içine girdim. kızıl yapraklar sonbahardan izinsiz dökülmüş gibi gecenin sonsuz karanlığında bile canlı görünüşleri beni şaşırtmıştı. dakikalardır kostugum yerde artık nefes alamayacak raddeye gelmiştim. yaprakların üstünden kaymamak için bedenimi güç. bela dengede tutsamda. insnalsrın gündüz yürüyerek geçemeyeceği bu yerde kör gözlerimle süratle koşuyordum. önümde ki kızlar benden çok daha hızlı koşuyordu. bu yüzden onları gözden kaybetmek istemiyordum. canavarları artık göremiyor oluşum bu tehlikenin bitmiş anlamına geldiğini demiyor.

Çünkü şuan tehlike tamda olduğumuz yerdi. o yaratıkların bile cesaret edemediği bir orman ne kadar güvende olabilir ki? evet bu ormana girdikten sonra az mesfeye rağmen o yaratıklar izimizi kaybetmiş olamaz. hem eğer burda olsalardı eminim yangın görüntüsü ta uzaktan görülür hisedilirdi. ama onlar peşimizi bırakmıştı. Lanet olsun bu orman o yaratıklardan daha tehlikeli çünkü!

Korku hissizlik ve yorgunluk. yüklüydü omuzlarımda. kırıklık çaresizlik bilinmezlik ve daha seçemediğim bir çok duyguyu aynı anda yaşıyordum. önünde dimdik durdugumuz tehlike bizi kollarına almaya başlamıştı. şuan sık ağacların arasındaydık. Henüz uykuda olan kör gecenin tehlikeli varlıkları kanımızın kokusunu almamıştı. "Burdan çıkacağım!" mehili bulup ablama emanet etmeden ölmek yok. nefes nefese dizlerimin üstüne çöktüm. boğazıma zorlukla yetişen sonük soluklarla doldurdum lakin yetmiyor nefes alışverişlerim dengesizce göğsümün yükseliyordu. susuzluktan dudaklarım kurumuş kapuk bağlamıştı.

Yüzüme dökülen saçlarımın arsından nefeslenerek nerede olduğuma baktım. yüzüme bir nefes gibi çarpan rüzgar sabahın ilk soğukluğunu estiriyor. ve hava artık yavasça aydınlanıyordu. nerdeydim bilmiyordum. o kızlarda nereye kayboldu! aman Allahım kayboldum! nefesim kesildi. göğsüme sert bir baskı yüklendi. telaşla ayağa fırlayıp etrafımda döndüğümde. gözlerim heryeri didik didik ederken ormanın dışında olmam bir nebze korkumu azaltsada. kızları görememem ruhuma panik dalgaları sallıyordu. derin bir nefes alarak önüme döndüm. belliki yene tek başıma kalmıştım. zaten bir beklenti oluşturmak benim aptallığımdı. insanlara hiç bir zaman güven olunmaz gibi verilmezdizde. ama ben yenede umut dilenmekten vazgeçmyip her defasında yanılıyordum. bedenim tıpkı bir sarhoş gibiydi. ayakta durmakta zorluk çekiyordum. yorgundum ve artık sorumluluğunu ustlendiğim bu cesedi taşımaktan yorulmuştum. ayaklarımın beni taşımayacağını anlayıp kendimi yere bıraktım. bedenim toprağın üstüne sırt üstü yığılırken.

Artık kalkamayacağımı anlaldım. gözlerime tonlarca ağırlık yüklendi. kapanmak üzre olan gözlerim ağırlıkla yüklenmiş gibi açık tutamıyordum. zihnim umutsuz bir karanlıkla bütünleşti. bedenim soğukluğa bıraktı kendini. gerisi ruhumu derin bir çukurdu içine çekti.


***

Açlıkla kurumuş ağaçların yüz yılları geçmiş bir susuzlukla kavrulmuş dalların. bıçaktan buzlar tutmuş ve karların süslediği şehri bir nebzede olsa kusurlarını öne sermişti. dün gece üstüme o kadar kar yağmışken hem sağlam hemde bunu hisetmemem çok tuhaftı. bu şehirde mi tuhaflıklar fazla belirgindi. yoksa artık şuhpenin rotasını kendime çevirip orda ki beni sorgulamalı mıydım? doğrusu herşey çok karşılık olması yetmiyormuş gibi bide üst üste geliyordu. bu durum böyle olunca içinden çıkılması hayli zordu. biran burada hiç sabah olmayacak diye düşünmüştüm.

Bu düşünce Korkunç gelsede. şimdi daha korkunç bir mesele daha verdı. havanın rengi. garipti ama heryer beyazlarla süslenmiş'Ken. göğün saf rengi toprak rengiydi. sanki kar yerine toprak yağmışcasına pürüzsüz bir kahve tonundaydı. artık beni şaşırtan o kadar çok durum vardı ki hangisine daha çok kafa yormam gerektiği. yada hangisi daha garip ve ürkütücü olduğunu sorgulayamıyordum. küp kuyu kahveli bulutlar üst üste dizilmiş karın nemli havasını yer yüzüne yayıyor olsada yenede nefes alamıyor gibi hissediyordum.

daha kalkalı çok olmamıştı. Ama o yaratıklardan kaçarken şehire kadar gelmiştim. şimdi ise uzaktan hayranlıkla izlediğim şehri keşfe çıkmıştım. tabikide kendimi kandırarak bir çıkış yolu arıyordum. gidecek bir yerim yok malesef ki? o kızlarıda kaybederek iyice bu koca şaheserde yanlız ve savunmazsız kalmıştım. ve mehilin yerini sadece o iki kız bana söyleyebilirdi. şimdi elimde ki son imkanda kayıp gitmişti. sıkıntıyla soluğumu bırakıp öylece buhar olusunu izlerken. yollarda ki çatlaklar dikatimi çekti.

Bastığım toprakların sırayla yırtılışı bana çok yakın bir zamanda küçük sarsıntıları bildirsede. sadece canavarlar ve yaratıklar yaşamıyor diyordu iş sesim. korkuları mı tazelemekti amacı şeytanın vesveseleri. yeniden niyeti zihnimi kendi çıkarıyla kullanmaktı elbette. fakat iş sesime ne kadar alfanmasamda. bu gibi korkutucu bir yerin sadece içine kotulukleri agirladgini duusnmuyorum.

Daha fazlası vardı. evler çelik giymiş gibiydi. dıştan ne demire ne parkeye nede bir taştan yapılmışa benziyordu. çok faklı bir isçilikle yapılmış evler her tür beladan sakınır gibiydi. en ufak bir çizik bile bulumayan koca binalar burda deprem gibi felaketleifn meydana sürekli geldiğini göstermişti bana.

Umarım o kadar yaratıktan sonra karşıma daha fenası çıkmaz!

Yavşca adımları mı sürdüğüm sokaklar üstüme ufaktan panik dalgaları ekerken. yeniden tanıdık bir hisle donuklaştı ruhum .ürküyordum bu histen çünkü bana her türlü zararı veriyordu. dışardan bir zararı önceden bildiren bu his beni içten içe delicesine korkutmuştu. gergin rüzgarın hafif dokunuşuyla okşanan kahferengi saç tutamlarım. alev rengiyle bütünleşen yapraklarla birlikte uçuşurken. sessiz sokaklardan sadece yükselen panikli nefeslerimin sesini işitiyordum. nereye yada kime gidecegi mi bilmiyor öylece koca bir şehrin ipsiz yabani tenhalarında geziniyordum.

Çaresizlik bir gölge gibiydi üstümde. küçüklükten bu yana lanetlenmiş gibiydim o duyguyla. nereye gidersem gideyim ebediyen hissettiğim bir duyguydu çaresizlik. her anımda yaşadığım ozguvensizğimdi bu lanetli his. ve şimdi yeniden yüklenmişti ağırlığını omuzlarıma. bakışlarım ürkekçe etrafta gezinirken.

Yabancılık çektiğim bu yerde tek tük geçen insanlarin tuhaf bakışlarıyla karşı karşıya gelmemle. korunmak için kollarıma sığındım. neden böyleydi diyemiyordum. çünkü dünkü yaşadıklarım bana herşeyi normalden çoktan ayırmıştı. kör sayılmazdım. ama kendimi bazı gerçekler inandırmak epey bir zamanımı alırdı.

insanların bakışlarıyla dikat önde bedenim hafiften titereken içine saklandığım küçük beyaz elbisemin beni koruması için ne kadar yetersiz olduğu geldi aklıma. rızasız bir işin sonu böyle olurdu işte. yene uğursuz gelmişti beyaz bana. hep oluğu gibi kefen renginden kime hayır geldiki bana gelsin. yerde milyarlarca ölü bu rengi giyerken sonsuzluğa uğurlanıyor. fakat bizde beyazı zerafet diye adlandırıyorlar.

ansızın adımlarım yavaşladı. lanet olsun Yolun sonu sikik bir yere çıktı! hayır nereye gideceğim ki zaten? gidecek bir yerim varmış gibi bide beklentilerim saçmalamalıyordu. sabahtandır yürüdüğüm ucu çıkmaz bir sokağın en başında herşeyiyle eksik izbe bir eve çıkmıştı. aman ne güzel bütün gece o lav canavarlardan kaçtığım yetmiyormuş gibi bide gele gele cadıların yaşayacağı kadar kasvet. ve her tür hastalıklı varlıkların gizlenebileceği kadar ürkütücüydü. hayır anlamıyorum neden iki farklı yer gibiydi ki. az önce yürüdüğüm sokaklar çakıl taşlı yollara dönmüş. koca evlerin yerine küçük bir o kadar yıkık evler belirmişti.

Herşeyden önce az önce gördüğüm manzaranın yanında. koca bir leke gibiydi. önümde ki siyah ahşaplı kulübe. akıttığı siyah enerjiyi tüm ruhumla hisetmişken. bir sınırı temsilmen durduğu alanı koruyor gibi cadı evlerinin en önünde duruyordu. arkasına aldığı koca alan ise ondan daha farklı olmayan. fakat azda olsa daha sağlam evler vardı. farklıydı ama her evin bir çelik yeleği varken bu evin bir ev gibi durmasından başka hiçbir şeyi yoktu.

Enaz binlerin yaşında yıkık duvarlarından ruzgarın sızdığı apaçık ortadaydı. eminim içindekiler donarak çoktan ölmüştür.ahşap virane bir hurdadan farksızdı. etrafında ki ağaçlar yılgınca uçken çatısından güç almak istemiş olmalı ki. gücünün bir nevzesini kendinden daha yorgun bir evin çatısına yükleyen ağacın dalları çatıyı delip içeriye dalmıştı. ve zorlukla ayakta duran ağaç heran yere yığılacak kadar sıkıntılı duruyordu. hayret gözleri körse artık naparsın. olduğu yerden utansın. Onca güzel evlerin bahçelerinde yeşermek varken böylesi bir evin çatısında can vermişti. güzelim yılları böylelikle bu korkunç yerde bitirmişti.

çok yazık. ki ne yazık!

Gözleri mi kuru ağaçtan çekip eve diktim. Belkide kimse yoktur diyerek yavaşladığım adımlarımı eve doğru ilerletterek. sebepsiz yere izlenimde olmak adına omzumun üstünden etrafıma baktım. şimdilik kimseler gözükmüyor. hayret kesin bu sefer kardan bir canavar bekliyordum oysa ki. doğruya doğru artık görünce değil görmeyince şaşırıyorum. son kez bakışlarım üşümekten uyuşan ellerime indi. kızarmış ve titriyordu ellerim. ancak artık hisetmiyordum. ne ayklarımı nede donmuş parmakları mı. buna rağmen hala içeride nasıl bir felaketle karsılaşacağıbilmiyorken. içeriye girip girmemekte kararsızdım.

fakat biraz daha böyle bu şekilde kalırsam. eminim ki donarak öleceğim. hoş burda ölülerde benim gibi yaşıyorlar. artık ölüm diye birşey yoksa. artık geride tek şeçenek kalıyor. oda ateşten dumandan sonra güzel bir buz canavarı kalıyor. bende kar onlardan olurum kesin! düşünceleri mi bur kenara atıp. vakit kaybetmeden. ısıtmaya çalıştığım parmak uçlarımı üfleyerek. zorlukla kaldırıp kapıyı tıkladım. "Kimse varmı acaba?"diye seslendim ikinci defa kapıyı tıklatarak. fakat içerde en ufak bir ses gelmiyordu. acaba donarak ölmüş olabilirler mi? az önce öylesine bir düşünceydi. ya gerçekse. yok canım olacak şey degil. ya içerde zombiye dönüşmüş cesetler varsa! korkudan olsa gerek vücuduma bir ısı nakledildi aniden. yutkundum. düşüncelerim beni derin bir uçurum kenarında sarkıtıp sürekli farklı senaryolarla ödümü kolartıyordu. ama anlamam gereken bir gerçek var oda az sonra donarak öleceğimdi! daha fazla durmayıp. ahşap kapıyı ürkekçe araladım.

Gözlerim önce bir boşluğa takıldı. titrek soluklarım benden önce aralıklı kapıdan içeri sızarken. buz gibi havanın aksine içeride daha şitdetli bir soğuk geliyordu!

kapıyı bedenimin gireceği kadar aralayıp içeriye yavaşça süzüldüm. ürkek adımlarla içeri girdiğim evde korkulacak bir şey görmeyince bir an olsun üstümde ki ağırlıklı duygular üzerimden pencelerini çekince. rahat bir nefes alarak. evin içine kısa bir göz attım. az önce o soğuk havanın nerden geldiğini yeri gördüğümde biran için kaşlarım çatıldı. önden hiç bir pencere yoktu lakin arka tarafta pencere vardı. pencerenin her iki yanında olmak üzere iki kapı vardı ikiside dış kapıya bakıyordu.

Garip bir düzen şekli. bu evi kim yaptıysa ya solak yada herşeyi tersten seviyor. gözlerim evin üst köşesinde duran rafa kaydı. fazla kulanışsız ve demode duruyordu. ve içinde ki kitaplar fazla dağınık olsalarda önünde ki perde az çok kapatıyordu. o duvara eminim yaklaşmam çünkü fazla ürkütücü. gözlerim evim diğer köşelerinde gezinirken dağınık eşyalar girdi goruş açıma. üç kişilik bir koltuk ve o koltuğun önünde cansız bir şömine vardı. kolduğun ortasına taş bir sepa. ve sepanın üzerinde kirlilikten paslanmış çelik bir tabak vardı. içine. bakmadım baksam kusarım. yüzümü buruşturarak hemen çektim ordan.

Bu ne kirlilik canım iyice salmışlar bunlar!!

bir diğer odalara doğru yürüdümğümde önüme ne çıkacağını bilmeden yeniden telaşlanmıştım. buraya kadar herşey kusursuz ilerliyordu. bu büyük bir sorun getirebilirdi. nedensizce gerildim. içimde ki sesizlik etrafımda ki sesizliğe eşlik etsede. kalbimin sesi çok öteden duyulacak kadar aksiydi.

yutkunarak pencereye doğru ilerledim. pencereden sızan sert rüzgar saçlarımı saçıp savuryor. ve evin cansız havası istemsiz bir korku getiriyordu. kar nedeniyle dışarısı bembeyazken. havanın kızılımsı rengiyle. gizemli ve bir o kadar korkutuyordu beni. henüz alışmadığım gerçeklerle tanışıyor ve her yenilikte tehlikeler bir üst seviyeye atlıyordu. hangi dünya yada hangi şehirdi bilmiyorum. benim dünyamdan farklı bir yer olduğu apaçık ortadaydı ne yazık ki. uyuşan parmakları mı kaldırıp öncelikle durmadan içeriye soğuk esintileri taşıyan pencereyi kapattım. ardındna titreyen parmaklarım ağır ritimde kapı kulpune doğru uzandı.

yavaşça kavradığım kapıyı tam açacaktım ki. ansızın kulaklarıma erişen davidi bir sesle ellerim olduğu yerde dönüp kaldı."sakın sana ait olmayan bir evi kurcalama" sesinin her tonunda yıllardan yıla sürgün edilmiş bir yılgınlık var gibiydi. "Derhal ordan uzaklaş küçük yaratık!" söyledikleriyle elimi hızla kapıdan çekip. aynı hızla arkamı döndüm.

Gözlerim yılgın ve bir kadar yorgun gözlerle kesişince karşımda ki adamın enaz seksen yaşında olduğu görmek korkumu bir nebze azaltsada. dik ve uyarıcı gözlerle bana bakması yutkunmama sebep oldu. insanlık namına yokolmuş ifadesi bir insana değilde daha çok bir yaratıkmışım gibi bakıyordu. yüzünde ki kırışıklık yorgun ifadesini iyi taşısada. gözleri akisne genç bir insanin gözleri kadar belirgindi. akların ve siyahların karıştığı saklları gür ve bakımsız dururken. cildi bir yaşlıya göre fazla pürüzsüz ve parlaktı. üstünde sıkıca tutunduğu battaniyenin içinde titreyen bedenine engel olamıyor gibiydi ki çenesi titriyordu resmen. ne garip bir yaşlı olmasına rağmen ne boyundan nede kilosundna bir kayıp vermişse benzemiyordu. bu insanlar neyle besleniyordu bilmiyorum ama fazla dinç ve irilerdi.

Solna yüz yaşında oldugunu söylemişti. o yüz yasındayken benimle ayn yaşta gibi. peki bu karşımda ki adam benim üç dört katım olduğuna göre. enaz bir beş yüz yaşında olabilir mi? cidden kafam o dağınık kitap yurduna dönmüştü. genzimi temizleyerek bakışları mı yüzüne çıkardım. "merhaba siz beni yanlış anladınız?"diye söze girdim. adam ifadesizce beni dinlerken konuşmaya devam etmem gerektiğini anlayıp. bir kez daha araladım dudakları mı. "Dışarısı fazla soğuktu kusura bakmayın"

Tabi beni duymak bile istemedi. tam tersi evinden çıkmam için bana kapıyı sonuna kadar araladı. kaşlarım çatıldı. bedeninden heran düşecek gibi sarilı bataniyiyi çekip düzeltip"evimden çık meliva!" son kelimesini anlamaidm ama öyle bir siylenisi vardı ki. sesinde bariz bir tiksinti vardı.


"Evinize gelen her misafire böyle misiniz?" doğrular her zaman tercihimdir. gözlerini bayarak sabırsızca kapıyı sonuna kadar aralayarak evin içine doğru adımlarken.

bir anlığına geri çekilme isteğiyle adımlarım duvarın dibine sindi. yüzüme öyle bir baktı ki. gözlüklerimin çerçevesinde bir çatlak sesi duyuldu sanki. yutkundum."Eğer bir yere aitsen o yerde misafir değil istenmeyen kişisindir" dedi yüzüme bakmayı sonlandırıp. arkasını dönerek cansız somineye doğru yürüdü. ne demek istedi ki bu adam şimdi? onun arakasında şaşkınlıkla bakmaya devam ettim. gözlerim her halini izlerken bedenim bir anlığına soğukluğu unutmuştu. lakin onun sıkıca sarıldığı battaniye ayaklarına takılıp evin tozlu yerlerinde sürüklenmesiyle unuttuğum soğuk yeniden yakınlaştı bana. bedenim titredi. terkedilmiş yabani bir kışın soğukluğuyla lanetmiş bir şehir gibiydi bir yaşantısı olmayan soğuk bir kıştı. ama bu kışta gidecek bir evim yoktu ve bana yardım edecek kimsemde olmaması daha ağır basıyordu.

"Evinizden hemen gideceğim ama bana bir konuda yardım etmeniz gerekiyor?" yılgın bakışları yeniden beni bulunca zerre tahmulu olmayan huysuz bir ihtiyarın teki olması.Ondan yardım istemek veya istememek arasında bırakıyordu. beni sanki yilardir tanidigim huysuz bir dedem ve ben onunla konuşmaktan çekimiyordum.

Oysa ki bir yabancıydı!

Bakışlarını tekrardan önüme dönerek. cansız şöminenin içinde ki sönmüş odunları bir araya topladı."Dinlemek istemiyorum çık git evimden!"ısrarla gitmem için tüm huysuzluğuyla umutlarımı tuketiyordu bu ihtiyar.

sıkıntıyla soluğumu bırakarak stresten gerilmiş parmaklarımı gevşettim. "Sadece tek bir soru soracağım sonra hemen gideceğim"dedim ısrarla direterek. Lakin oralı bile olmadı ama omuzları gerildiğini taşıdığı bataniyeden bile anlaşılırken. işiyle ilgilenmeye devam etti. bu durumda zorlamanın bir anlamı yoktu. ruhum kötü bir vicdanın eteğine sarılmıştı yeniden. bu şekilde bir yere varamayacağı mı anlamış olmanın hüznüyle suratım asılmıştı. Sinirle biriken gösyaşlarım gözlüklerimden taşmak üzereyken. çenem sıktığım gözyaşlarım yüzünden ağrımaya başlamıştı. öfkeli adımlarla dış kapıya doğru ilerlediğimde adımlarım bilerek ses çıkarsın diye serçe yere vuruyordum.

m

esafeyi kısa zamanda tüketerek kapının eşliğinden duraksamadan tam çıkacaktım ki. duyduğum cümleyle biran olsun dengem sarsıldı bocaladım.

" Rewa!" dedi bir kez daha vurgulayarak. bakışlarım onun mavilerinin denizinde boğuluyor nefes almak adına defalarca istekte bulunuyordum ama hiçbiri ise yaramıyordu çünkü zihnim içi yarılmıştı. ve içinde ki anılarım izinsizce çalınmıştı.

BÖLÜM SONU...

Bir bölüm daha geride bıraktık. evet karakterler hakkında düşünceleriniz nelerdir. ve bölümü nasıl buldunuz. düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın.

Gelecek bölümde görüşmek üzere. Allah'a emanetsin'iz..

Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 186 30
Her şey bir cinayette başlar. Doğanın çocukluk travmaları,babasından gördüğü psikolojik şiddet ve cinsel şiddet. Diğer tarafta ise doğanın babasının...
348 58 4
"Çiçekler, kelebek öldüğü an ölüme sadık hâle gelirlermiş. Sen çiçeklere benziyorsun ama kelebeğin öldü mü bilmiyorum." Almina & Kamran - 🌸13/03/24...
692 80 10
''Her ruh bir benzeriyle doğar ve diğeri tarafından bulunmayı bekler.''
1.8M 98.1K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...