ARHAVİLİ

Galing kay burcubuyukyildiz

612K 37.3K 16.2K

"Ben Karadenizliyim," dedi dudakları tehlikeli bir gülüşle kıvrılırken. "Biz sabahları ilk olarak hırçın dalg... Higit pa

GİRİŞ
1. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM

2. BÖLÜM

43.8K 3K 1K
Galing kay burcubuyukyildiz

Bölüm yayın tarihi: 22 Aralık 2023

Buraya okuduğumuz tarihi bırakalım mı?

Keyifle okuyun. 💙

Yıldıza basmayı ve yorumlarınızı satırlara bırakmayı unutmayın, olur mu? 💙

2. BÖLÜM

♪♪ Bölüm şarkısı:

Ceylan Ertem & Can Güngör ~ Farketmeden

🌊

Adamlar emri alır almaz odadan hızla çıktılar. İçlerinden biri, "Ben kapıdayım, abi," dedi. İlginç bir şekilde nasıl organize olacaklarını sormaya bile gerek görmemişlerdi.

Oda nihayet boşaldığında durduğum yerde huzursuz bir şekilde kıpırdandım. Bakışlarını üzerimden tek bir an bile çekmemişti, özellikle de saçıma bakarken kaşlarını çatıyordu. Yok, canım. Beni tanımıyordu bile. Peruk olduğunu anlamış olamazdı.

"Nasıl geldin buraya?" diye sordu.

Sesi öyle tehditkârdı ki bir an ne diyeceğimi şaşırsam da çarçabuk toparladım.

"Uçakla."

Tek kaşı hafifçe kalktı. "Uçakla?" diye tekrarladı. "Sence ben onu mu soruyorum, Hazel?" Sinirlenmeye başladığı kasılan çenesinden belli oluyordu. Bakışları ise birer ok gibiydi, hedefi on ikiden vuruyordu. Bir çeşit gözdağı mıydı bu? Korkmam mı gerekiyordu? "Buraya nasıl geldin? Bu otele... Nereden buldun ya da duydun burada olduğumu? Daha da önemlisi benim varlığımdan nasıl haberin oldu?"

"Var benim de kendimce bağlantılarım," dedim. Buraya gelmeden önce yürek yemiştim herhâlde. Bu temelsiz cesaretimin başka açıklaması yoktu.

"İkizin mi anlattı?" diye sordu. Hazar'la olan gizemli tanışıklıklarından bahsediyordu.

"Hayır. Onun burada olduğumdan haberi yok."

"Ha bir de habersiz!" Öfkesine bir miktar şaşkınlık karışmıştı şimdi. "Madem ismimi cismimi öğrendin, buraya kadar geleceğine aramayı deneseydin keşke," dedi laf sokar gibi.

"İsmini öğrendim, cismini değil." Ne diyorsun? der gibi baktı. "Yani maşallah, kendini sır gibi saklamışsın. İnternette tek bir fotoğrafını bulamadım."

"Beni google'layacağını bilsem birkaç poz ayarlardım, Hazel." Alay ederken bile sinirliydi. Ne biçim bir adamdı bu?

"Zevkimizden google'lamadık herhâlde. Günlerce telefonla ulaşmaya çalıştım şirketine. Her seferinde asistanın meşgul deyip geçiştirdi beni. Başka çarem kalmamıştı, ne yapsaydım?"

Telefonundan çıkan mesaj sesi konuşmamı böldü. Ekranına baktı. Gördüğü şeyden hoşlanmamış olmalıydı ki kordan gözleri öfkeyle tutuşmuştu. "Gidiyoruz buradan," dedi.

"Neden?" diye sordum. Burada olmaktan ben de çok hoşnut sayılmazdım ama asıl derdim bir an önce bana yardım edeceğinin teyidini almaktı.

"Bu otel konuşmak için uygun değil," dedi ifadesiz bir sesle.

"Nereye gideceğiz?" Cevap vermeyip kapıya doğru ilerleyince uzak bir yere gideceğimizden endişelendim. "Bak, benim kaybedecek zamanım yok. Çok vakit alacaksa burada konuşmayı tercih ederim."

Eli kapı kolunda öylece durdu, boynunu hafifçe oynattı ve başını çevirip bana baktı. Odadaki hava ansızın kurşun kadar ağırlaşmıştı. Bakışları inanılmaz bir yavaşlıkla tepeden tırnağa üzerimde dolaştı. Gözlerinde, hissettiğim rahatsızlığı silecek bir ifade yakalamayı denedim ama neredeyse imkânsızdı.

"Nasıl bir durumun içine girdiğinin farkında değilsin, değil mi?" diye sordu. Ses tonu azarlayıcı ve küçümseyiciydi, insanın içine suçluluk tohumları ekiyordu. Bıkkın bir şekilde elini sakallarına götürdü, nefesini alevden bir rüzgâr gibi dişlerinin arasından bıraktı.

Kolay ağlayan, sulu göz biri değildim ama soluğumun boğazımda düğümlenmesine engel olamadım. Sahi ne yapıyordum burada, bu kılıkta? Hiç bilmediğim bu şehirde ne işim vardı? Tanımadığım bir adamdan yardım isteme fikri de nereden çıkmıştı? Nasıl filizlendiğini bilmediğim saçma sapan bir hayal kırıklığı göğsümü sıkıştırır gibi oldu ama bu hissi acımasızca bastırdım. Karşımdaki adam bana hayal kırıklığı yaşatacak güçte biri değildi, yalnızca bir yabancıydı.

"Vazgeçtim," dedim sesimi nihayet bulabildiğimde. "Kusura bakma, sorun çıkardım sana. Amacım rahatsızlık vermek değildi." Kapıya doğru yürüdüm. Elimi kapının kulpuna atıp açacaktım ama onun eli orada duruyordu. "Buraya geldiğimi unut lütfen. Hazar'a da söylemezsen sevinirim." Elini kapıdan çekmesini bekledim ama yapmadı. Bakışlarını üzerimde hissediyordum ve bu içimdeki rahatsızlığı bir çığ gibi büyütüyordu. "Çıkayım ben," dedim.

"Çık," dedi. Sesinde anlayamadığım bir tını vardı ama buna kafa yoracak değildim.

"Elini kapıdan çekersen... Açacağım."

"Açabilirsin," dedi alaycı bir tonda. Elini kapıdan ayırmamıştı. "Böyle imkânsızlıklar durdurur mu hiç seni? Arhavi'ye kadar yol gelmişsin. Türlü türlü kılıklara girmişsin."

Son cümlesinin şaşkınlığıyla yüzüne baktım. Ciddi görünüyordu ama tehlikeli bir ışık kısacık bir an gözlerinde yanıp aynı hızda kayboldu.

Bir kuşku kapladı içimi. "Sen..."

"Ben ne?"

"Anladın mı?"

"Neyi?" Yanıtlamamı bile beklemeden devam etti. "Peruğunu mu?"

"Nasıl fark ettin? Beni tanımıyorsun bile. Hem kimse anlamadı peruk olduğunu."

"Seni tanımıyorum, öyle mi?" Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Boştaki elini kirli sakallarına sürttü. "Seninle ilgili sandığından çok daha fazla şey biliyorum, Hazel."

Yüzlerce sorum vardı, hepsini sıralayacaktım ama çantamın içinde çalan telefonum beni durdurdu. Kimin aradığını bilmiyor, açmak istemiyordum ama karşımdaki adam çatık kaşlarının altındaki gözlerini üzerime dikmişken bundan nasıl kaçacağımı da kestiremiyordum.

"Telefonuna bakmayacak mısın?" diye sordu.

Bazı adamların sesinin hipnotize edici bir etkisi vardı. Ben de bunu ilk kez o anda tecrübe ediyordum. Bir silkelensem kendime gelecek, özüme dönecektim ama aniden elim kolum bağlanmıştı sanki, direnemiyordum. Bir kukladan farksızdım âdeta, ipleri ise elinde tutan oydu.

"Hı hı. Bakayım," diye yanıtladım kısık bir mırıltıyla. Çantamı açtım, telefonumu çıkardım. İçindeki silahı görmesin diye hemen kapatmayı denedim ama... yakalandım. Kocaman eli elimi kavradı, çantayı iyice açtı ve küçük silahı ortaya çıkardı. Azarlayan bakışlar görmeyi bekleyerek nefesimi tuttum ama gözleri bilinmezlikle kısılmıştı. Bu arada telefon da susunca rahatladığımı sandım. Ne büyük yanılgıydı...

Peşi sıra telefon ekranıma düşen mesajı yalnızca ben değil, o da görmüştü ve büyük olasılıkla bir cinayetle ilgim olduğunu falan sanıyordu. Çünkü ekranımdaki mesaj açık ve netti. "Büyükelçinin faili sorgu öncesi öldürülmüş. Vah vah!" cümlesi neredeyse hiçbir şüpheye yer bırakmıyordu.

Bakışları kısacık bir an benimkilerle buluştu. Orada ne gördüğünü bilmiyordum; koyu mavi gözlerimde belki korku, belki pes ediş, belki de kabulleniş saklanıyordu.

"Hemen çıkıyoruz buradan. Sen de bana neler olduğunu, başının nasıl bir belaya girdiğini anlatıyorsun, Hazel."

Hızlıydı hareketleri. İtiraza yer bırakmıyordu. Çözebileceğinden emin gibiydi ama buna bana acıdığı için karar vermiş olması da işime gelmiyordu.

"Acıdın herhâlde bana," dedim. Aklımdan geçeni söylemeden duramamıştım. "Ama gerek yok buna. Acıma duygunla edeceğin yardıma güvenemeyeceğim kadar önemli bir konu bu benim için. Beni yarı yolda bırakacaksan eğer..."

"Şimdiye dek kimseyi yarı yolda bırakmışlığım yok. Ben bir söz verdiysem tutarım, Hazel."

"Söz vermedin ki..." Bir an şaşırdı. "Üstelik sorunumu duymadın bile henüz. Belki bulaşmak istemeyeceksin. Ki bu çok anlaşılır bir şey. Emin ol, ben de bulaşmayı hiç istemezdim. Bayılmıyorum yani bu kılıkta olmaya." Hızımı alamadan sözlerimi sürdürdüm. "Bir büyükelçi öldürüldü bu sabah. Rusya'nın Ankara Büyükelçisi... Ve birileri bunu benim ailemin üzerine yıkmaya çalışıyor." Kaşlarının havalandığını fark edince, ya yardım etmezse korkusu iyice büyüdü içimde. "Günlerdir tehdit ediliyordum zaten. Bir şeyin patlak vereceği belliydi. Ama bu kadar büyük bir olay beklemiyordum." Hâlâ bana bakıyor, ifadesizliği ise yerli yerinde duruyordu. "Senin yardımına ihtiyacım var."

Sıkıntılı bir nefes aldı. "Tamam, yardım edeceğim sana. Önce çıkalım şu lanet yerden."

Eli sırtıma uzandı, kapıyı açıp benimle birlikte çıkacakken direnişimle durmak zorunda kaldı.

"İçinden gelerek yardım etmeyeceksin ama anladım ben. Böyle ağzının ucuyla söylüyorsun. Nasıl güveneceğim ben sana?"

Gözlerini kapattı. "Ya sabır!" dedi, sen benim başıma nereden çıktın der gibi. "Hazel, sen bu işi çözmek istediğine emin misin? Zamanım az dedin, şimdi daha çok vakit kaybettiriyorsun bize."

Omzumu silktim. "İsteyerek yardım edeceğini duymam gerek benim. Söz vermen lazım. İnanamam yoksa. Hazar'ın herhâlde bu kadar hatırı vardır sende."

Bir adım attı bana doğru. Ardından bir adım daha... O bana doğru yaklaşırken, istemsizce geri çekildim. Sırtım kapıya yapıştığında kaçış alanımı da tüketmiştim. Az önce karşı karşıya dururken pürüz yaratmayan boy farkımız, şimdi tüm gerçekliğiyle ortaya serilmişti. Bir doksanın üzerindeki boyuyla dev gibi önüme dikilmişti, bana tepeden bakıyordu.

"İstiyorum," dedi gözlerimin tam içine bakarak. "Çok istiyorum, Hazel." Yüzü iyice sertleşmişti, her kelimesinin üzerine özenle basıyordu. "O kadar çok istiyorum ki deliriyorum," derken bakışları mıknatıs gibiydi. "İyi mi?" diye sordu. "Tatmin oldun mu?"

Güçbela yutkundum. Dakikalar önce üzerime onlarca silah doğrultulmuşken zerre korku hissetmemiştim ama o anda onun nefesi dudaklarıma çarparken, söylediği sözler bambaşka anlamlara da yorulabilecekken deli gibi korktum.

Hemen anlamıştı bunu. Göğüs kafesimi delip dışarı çıkmak ister gibi gümbürdeyen kalbimi duyamayacağına göre, muhtemelen yüzümden okumuştu.

"Söz vermedin?" dedim aramızda asılı kalan bu tuhaf elektrikten kurtulmaya çalışarak.

İçinden onu benimle karşılaştıran şansına küfürler ediyordu muhtemelen. "Söz, Hazel. Söz."

"Harika!" dedim duruşumu dikleştirerek. Hava nihayet değişmişti. Az önce geçiliyor gibi hissettiğim sınırlarım ise yine yerli yerindeydi. Bitecekti bu gece. Bu iş ne kadar uzun sürebilirdi ki? Yalnızca birkaç gün... diye geçirdim içimden. İdare edebilirdim.

Koltuklardan birinin kenarına rastgele atılmış siyah ceketini aldı. Ardından bana dönerek, "Sen bu şekilde mi geldin?" diye sordu. Elbiseme bakıyordu.

"Kabanım vardı aslında ama aşağıda kaldı..."

"Aşağıda?"

"Orkestra'nın orada..." Gözlerimi kaçırdım. "İşte şarkıcıymışım gibi girdim de ben otele. Şarkı söyledim falan aşağıda. Orada kaldı kabanım da."

"Şarkıcı gibi girdin, şarkı söyledin?"

Bıkkın bir şekilde soluklandım. "Her şeyi tekrarlatacak mısın bana böyle?"

"Beynim giriştiğin bu saçmalıkları anlamakta zorlanıyor. Kusuruma bakmazsın diye düşünüyorum, Hazel." Altta kalmayacaktım ama ceketini bana doğru uzatarak lafı ağzıma tıkadı. "Şunu giy! Dikkat etmişlerdir sana."

Haklıydı. Adamlara bir saatten fazla şarkı söylemiştim, kıyafetim mutlaka ki akıllarına kazınmıştı.

Bana uzattığı ceketi giydim hızla. İçinde resmen kaybolmuştum. Ya elbisem çok miniydi ya da adam öyle dev gibiydi ki ceket, elbisemin boyunu bile geçmişti.

"Hadi çıkalım," dedi kapıyı açarken.

Onun peşinden koridora çıkar çıkmaz, iki tane adamının kapıda beklediklerini gördüm.

"Durum ne?" diye sordu onlara.

"Mustafa adamlarıyla çıkıyor otelden, abi. Şimdi haber geldi."

"Tamam. Çıkıyoruz biz de."

"Bildiriyorum abi aşağıya."

Cevap vermeden büyük elini sırtıma dokundurarak bana yön verdi ve asansöre doğru yürümeye başladık. Asansörün kapısı saniyeler sonra küçük bir bip sesiyle açılınca içeri girdik. Gecenin devamında yapacağım konuşmaya odaklamıştım kendimi. Yaşadığım her şeyi anlatmak zorunda kalacaktım neticede. Fakat asansör hareket eder etmez onun telefonuna bir mesaj geldi. Mesajı okudu, yüzü kasıldı, cehennem gibi bir öfke sanki tüm vücudunu esir aldı.

Ben daha ne olduğunu soramadan, eli asansörün duvarına tak diye çarptı. Yerimde istemsizce sıçradım. Durdurma düğmesine bastığını ise asansör garip sesler çıkararak ikinci ile üçüncü kat arasında durduğunda anladım.

"Neden durduk?"

"Peruğunu çıkar!" dedi. Tavrı iyice tahammülsüzleşmişti.

"Ne?"

"Peruğunu, Hazel... Hemen çıkar!"

"Ama neden? Tüm otel öyle gördü beni. Kimliğim ifşa olsun istemiyorum."

"Kimliğinin ifşa olmasından daha büyük sorunlarımız var şu an. Çıkar şu lanet şeyi, Hazel!"

Sesindeki o emir veren tondan hiç hoşlanmadım. Başkalarını bu şekilde korkutuyor, insanları karşısında tir tir titretiyor olabilirdi ama bu tavır benim yalnızca inadımı kamçılıyordu. Buraya gelmeden önce karşımda mafyanın içinde, suça karışmış, sert bir adam göreceğimi elbette biliyordum. Fakat bu, ona boyun eğmemi gerektirmiyordu.

"Çıkarmıyorum, kusura bakma," dedim çenemi sinirle havaya dikerken. "Bu otelin milyon tane kamerası vardır. Herhangi bir yere görüntümün yayılmasına izin verecek değilim."

"Hazel!" dedi kısık bir kükreyişle. Sesinde uyarı saklıydı. Elini benim sırtımı yasladığım aynaya dayadı. "Eğer benimle bir iş birliği yapmayı istiyorsan, yanımdayken işime karışılmayacağını da öğrenmen gerekecek. Ya isteyerek ya da..."

Tek kaşım havalandı. Tehditle, gözdağıyla beni sindiremez, korkutamazdı. "Merak etme," dedim küstah bir tavırla. "Yanındayken işine karışılmayacağını öğrenmem gerekecek kadar uzun bir iş birliği olmayacak bizimkisi."

Kendisine sabır diler gibi bir nefes alıp bir elini arkamdaki aynada sabit tuttu, diğerini ise ansızın çeneme uzattı. "Aşağıda..." diye fısıldadı. "Bir adam var. Mustafa..." Ağzımı açıp konuşacaktım ama izin vermediği gibi işaret parmağını dudaklarımın tam üzerine kapattı. Kıskacına hapsetmişti beni, kolları tarafından kuşatılmışken kurtulmam sanki yalnızca onun isteğine bağlıydı. "Seni... O es..." dedi ama devamını getirmedi. "...kadınlardan biri sanıyor." Bu cümle dişlerinin arasından güçlükle çıkmıştı. "Sıradan kadınlar değildi onlar. Adamlarımdan bilgi sızdırmak için gönderilmişlerdi. Şimdi hepsinden rapor isteyecek. Ve sana bir şekilde ulaşamazsa peşine düşecek."

"Ama..." dedim. Duyduklarım hoşuma gitmemişti. "Gerçekte kim olduğumu bilmesi daha riskli değil mi?" Buradaki varlığımın öğrenilmesi, sebebinin basına düşmesi bitirirdi beni. Hayallerime veda etmem bir yana, bir de bizden nefret eden yaya'mın * sözlerine katlanmam demekti. Babamın anne tarafı Yunandı ve ne yazık ki aramızda sarsılmaz bir aile bağından söz edilemezdi.

"Hayır," diye yanıtladı hemen. Tereddüt bile etmemişti. "Sorun çıkmaması için elimden geleni yapacağım."

Nedenini bilmediğim bir güven duygusu yeşeriyordu içimde. Oysa kolayca besleyebildiğim bir his değildi bu. Şaşkınlığım inadımı da törpülemişti aniden. "Bir şey söylemem gerekecek mi?" diye soruşum belki de bu yüzdendi.

"Sanmıyorum." Elini arkamdaki aynadan çekti, sinirle simsiyah kısacık saçlarını çekiştirdi. "Sikeyim! Ulan, Mustafa! Bunun bedelini öyle bir ödeyeceksin ki!"

Daha fazla zorluk çıkarmadan peruğumu seri hamlelerle çözdüm. Bakışları üzerimdeyken kendime çekidüzen vermek zor olsa da etrafımızda dolanan garip uğultuyu duymamaya çalışıyordum. Peruğu, üzerime giydiğim, ona ait olan ceketin cebine tıkıştırdım. Kendi saçımın da sıkı topuzunu serbest bıraktığım anda, uzun siyah saçlarım omuzlarımdan aşağı döküldü. Saçlarımın bir kısmı onun gömleğine değerken, elimi asansörün düğmesine uzatıp yeniden çalıştırdım. "Çıkalım artık şuradan," dedim. Gözleri kısa bir an saçlarımda dolaşmış, ardından benimkilerle buluşmuştu.

Tek kelime daha edemeden asansör lobide durdu. Kapı açılır açılmaz gördük ki karşımızda onlarca adam dikiliyordu. Önlerinde duran pis bakışlı ise Mustafa dediği adamdı muhtemelen. Şimdi hatırlıyordum, ben şarkı söylerken adamlara emirler yağdıran da oydu.

"Ooooo Tekin! Nereye ya erkenden? Rahat ettiremedik mi seni? O kadar hediye gönderdik ama bir kusurumuz olduysa söyle ha!" dedi kollarını iki yana açarak. Aklınca dalga geçmeye çalışıyordu.

"Çok komik adamsın lan, Musti." Tekin'in eli belimdeydi, adamları ise hızla etrafımızı çevrelemişti. "Nereden öğreniyorsun sen böyle taktikleri?" dedi gülerek. Mustafa'nın omzuna pat pat, küçümser gibi vurdu. "Çok çömez hareketler bunlar! Eskort ne lan? Yakışıyor mu oğlum sana?"

Tekin'in adamlarından biri lafa karıştı. "E n'apsın abi? Gürcistan'da sözünü ancak böyle bel altı işlere geçirebiliyor. Kadınları da oradan getirtmiş," deyince hepsi bir ağızdan gülmeye başladılar.

"Bak şimdi," dedi Tekin adamlarına bakarken. Yüzüne sahte bir kınama ifadesi yerleşmişti. "Saygıda kusur etmesenize oğlum Mustafa abinize."

Mustafa kendi adamlarının içinde küçük düşmeye katlanamamış olmalı ki bakışlarına öfke yayıldı. "O kadar aşağılıyorsun ama takmışsın koluna içlerinden birini, Tekin!" dedi gözünü bana dikerek. Sözleri ima doluydu. "İstemem yan cebime koy diyorsun. Bu ne yaman çelişki!"

Tekin'in eli benden aniden uzaklaştı. Beline uzanıp pantolonundan silahını çıkardı ve namluyu Mustafa'nın kafasına dayadı. Bir parmağın şıklatılması kadar hızlıydı.

Tekin'in tek bir adamı bile silahına davranmazken, Mustafa'nın tüm korumaları üzerimize çevirdikleri silahlarıyla hazır ol durumundaydılar. Bir çeşit racondu sanırım bu. Tekin'in adamlarına ihtiyaç duymadan, tek başına hepsinin üstesinden geleceğini mi gösteriyordu?

"Mustafa Mustafa!" dedi Tekin sarkastik bir tonda. "Canın çok toprak çekiyor senin!" Silahın namlusunu iyice adamın alnına bastırdı. "Alnının çatından vururdum aslında seni, biliyor musun? Tam da şu anda."

"Vur o zaman," dedi Musti. Cengâver miydi neydi? Ölmek istiyorsa bunun başka yolları vardı canım. Neden Tekin'i de dahil ediyordu ki?

"Yoook!" dedi Tekin âdeta kazı çalışması yapar gibi adamın alnını namluyla delerken. "Korkma lan! Henüz ölmeyeceksin." Silahını indirdi, yeniden beline koydu. Mustafa'nın yanağına hafifçe vurdu. "Merak etme, mezar taşında bugünün tarihi yazmayacak."

Mustafa yenilgiye doymayan bir pehlivandı. Yalnızca sözlerle yerin yedi kat dibinde mekân araması gerekirken hâlâ cevap vermeye çalışıyordu. Onun ağzını açtığını, konuşmanın daha da uzayacağını anladığım an Tekin'in koluna dokundum. Bana baktı. Az önce alaycılık saçan bakışları, bana döndüğünde ansızın kısıldı. "Tekin, ben çok yoruldum," dedim nazlı bir edayla. "Sabahtan beri yollardayım zaten. Gidelim mi artık?"

Nutku tutulmuştu sanki. Sanırım benden böyle bir tepki beklemiyordu. Başını salladı. Elini belime koydu ve beni çıkışa doğru yönlendirdi. Topuklu ayakkabılarım zorlamaya başlamıştı beni. Dışarıda ise bardaktan boşanırcasına bir yağmur hâkimdi.

Mustafa da ânın şokundan kısa sürede çıkmış olmalıydı ki arkamızdan seslendi. "Bozboran!" diye bağırdı. Fakat bizi durduramadı. "Hani sen bir kurşunu namluya sürdüysen, o silahı mutlaka patlatırdın?"

Tekin arkasına bile dönmeye tenezzül etmedi. Kapıya yanaşan devasa arabaya binmeden hemen önce, "Bazen de o kurşunu daha iyi bir zaman için saklarım, Musti. Sen işine bak!" dedi.

Simsiyah Escalade'in kapıları açıldı. Tekin arka koltuğa oturmama yardımcı olurken, kendisi de tam karşıma kuruldu. Şoför nihayet arabayı çalıştırdığında ise gözleri doğrudan gözlerime bakıyordu.

"İyi misin?" diye sordu.

Üzerimdeki ceketi yan tarafa koyarken başımı hafifçe salladım. "Evet. Ben..." diye mırıldandım. "Orada öyle dedim ama... Yani... O kadınlardan biri olmadığımı anlasın diye."

"Sorun yok!" diye yanıtladı beni.

Şoför koltuğundan gelen ses ise aramızdaki bu saçma iletişimsizliği bitirdi.

"Abi! Takibe geçti. Nereye gittiğimizi öğrenecek aklınca."

"Gördüm," dedi Tekin. "Eceline susadı o! Uslanmıyor, amına koyayım." Bakışları geride bıraktığımız yolun üzerindeydi. "Hızlan. İlerideki kavşakta atlat."

Şoför Escalade'in gazını ansızın kökledi. Ani hızlanmanın etkisiyle oturduğum koltuktan ileri doğru fırlayacakken, Tekin'in elleri kollarımdan nazikçe tutarak düşmemi engellemişlerdi.

Nefesi boynuma çarparken eli bağlamayı atladığım kemerime uzandı, başlığını göğsümün üzerinden geçirip kalçamın tam yanındaki yuvasına oturttu.

"Korkma. Gideceğimiz yere kimse gelemez. Güvendesin," diye mırıldandı istemsiz aralanan dudaklarıma doğru. Aramızda tek nefeslik bir mesafe vardı. Avuçlarım terlemişti, nabzım hızlanmıştı, kalbim göğüs kafesimden neredeyse fırlayacaktı. Korkumun ise peşimize düşen aksiyonla hiçbir ilgisi kalmamıştı, artık kaynağı bambaşkaydı.

Güç almak ister gibi elimde tuttuğum telefonumdan mesaj sesi gelince, ikimizin de bakışları ekrana kaydı. Gördüklerimle alışkın olmadığım bir kuruluk kapladı boğazımı. Birkaç cümlelik mesaj benim bir türlü çizemediğim sınırı çizmiş, bizi birbirimizden uzaklaştırmıştı.

Gönderen: Serdar

Mesaj: Aşkım eve geldim, yoksun. Merak ediyorum seni. Lütfen beni ara.

🌊

* (yaya): Yunanca büyükanne anlamına gelir.

🌊

Umarım keyifli bir okuma olmuştur. 😍

Beni şuralarda bulabilirsiniz;

Instagram: @ burcubuyukyildiz

Twitter: @burcubykyldz

Arhavili Instagram: @ arhaviliofficial

Hepinizi kocamaaaan öpüyorum.😘😍

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

13K 1.4K 18
❛❛Bir ölünün vedası ile yaşayanın vedası aynı olmaz. O yüzden Bahoz karaca ve Lorin kösek'in vedası çok ayrıydı.❞ .. Geçmişten kurtulamayan bir gelec...
386K 20.5K 38
"Haklısın. Bu şehir labirent gibi karmaşık ve çıkmaz sokaklarla dolu. Ama ben sende kayboldum Gece. Paramparça ruhunda... Göğüs kafesinin içinde yara...
12.6K 76 29
Anadolu da yaşanmış halk hikayeleri
44.7M 2M 84
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...