Fırtınalı Gecede (Tamamlandı)

By aleynahirik

27.5K 3.5K 3.6K

Trajik bir geçmişin ardından yurt dışına gönderilen Ahsen için geri dönüş vakti gelip çatmıştı. Büyük bir özl... More

Fırtınalı Bir Gecede Her Şey Olabilir
Bölüm Bir | Geri Dönüş
Bölüm İki | İlk Akşam Yemeği
Bölüm Üç | Tatlı Rüyalar
Bölüm Dört | ''Eskisi Gibi.''
Bölüm Beş | Kapılar Ardındaki Gözler
Bölüm Altı | Işıklar Sönünce
Bölüm Yedi | Siyah Şemsiye ve Kırmızı İplik
Bölüm Sekiz | Unutulan Her Bir Anı
Bölüm Dokuz | Yalnız Prenses
Bölüm On | En Uzun Gece
Bölüm On Bir | Yeniden Denemek İçin Geç Değil
Bölüm On İki | Suyun Dibinde
Bölüm On Üç | Karanlıktaki Parti
Bölüm On Dört | Kördüğüm
Bölüm On Beş | Açık Kalan Cehennem Kapıları
Bölüm On Altı | Beyaz Kuğu
Bölüm On Yedi | Dalgalarda Doğmak
Bölüm On Sekiz | Saydam Kalp
Bölüm On Dokuz | Ilık Bir Yaz Günü
Bölüm Yirmi | Işıkların Altındaki Çürük Kokusu
Bölüm Yirmi Bir | Alevlerin Yakamadığı Kadınlar
Bölüm Yirmi İki | Lilit Derin Bir Karanlıktır
Bölüm Yirmi Üç | Kayıp Soydan Geriye Kalan
Bölüm Yirmi Dört | Silik Ayak İzleri
DUYURU 📣
Bölüm Yirmi Beş | Siyah Kuğu
Bölüm Yirmi Altı | Fırtınalı Bir Gecede Neler Oldu?
Bölüm Yirmi Yedi | Batının Kötü Cadısı*
Bölüm Yirmi Sekiz | Karanlıkta Gizlenenler
Bölüm Yirmi Dokuz | Altın Kafesteki Kargalar
Bölüm Otuz | Yeraltından Yükselen Sesler
Bölüm Otuz Bir | Gökyüzündeki Son Yıldızlar
Bölüm Otuz İki | Cennetten Kovulan Herkes Bir Arada
Bölüm Otuz Üç | Bilgi En Güçlü Silahtır
Bölüm Otuz Dört | Drakula'nın Şatosunda Yalnız Bir Gece
Bölüm Otuz Altı | Aydınlıkta Kalan Tek Kişi
Bölüm Otuz Yedi | Kirli Sular, Temiz Ruhlar
Bölüm Otuz Sekiz | Cadı Avı Başlasın!
Bölüm Otuz Dokuz | Son Akşam Yemeği
Bölüm Kırk | Güzel Yalanlarla Yaşar ve Ölürüz*
Bölüm Kırk Bir | Şeytanı Kurtarmak
Bölüm Kırk İki | Yaşasın, Dünya Yok Oluyor!
Bölüm Kırk Üç | Son Yargı
Bölüm Kırk Dört | Hüzünlü Prensese Veda
Bölüm Kırk Beş | Denizin Bittiği Yer {FİNAL}
YAZAR NOTU

Bölüm Otuz Beş | Aşk Bir Zayıflık Mıdır?

525 65 25
By aleynahirik

Bir şarkı ekledim... İyi okumalar! 😚

Gün aydığında dinlenilmiş bir uykudan uyanmadığımı biliyordum ama en azından huzurlu uyumuş olmakla yetinebilecektim. Yatakta doğrulduğumda yanımda kimse yoktu. Öyle ki bu durum bana yalnızca bir anlığına gerçekliği sorgulatmıştı. Hayal ile gerçek benim hayatımda birbirinden ayırmakta zorlanacağım kadar iç içeydi. Yataktan çıkmadan hemen önce telefonumu kontrol ettim ve Emre'nin gecenin uygunsuz bir saatinde yazdığı son mesajları gördüm.

Telefonları açmadığın için yazıyorum.

Kara Cadıların baskısına rağmen mahkeme iki gün sonra olacak.

Kendini hazırla ve gel.

Bir de seni özledim.

Ekranı yeniden kilitleyip bıraktığımda yataktan çıkmaya hiç hazır olmasam bile kaçıp durmakla bir yere varamayacağımı öğreneli epey olmuştu. Büyük bir korku ve utançla attığım her adımla çatı katından ayrıldım. Merdivenleri inmeden hemen önce tıkırtılar duymak gerçekliği sorguladığım o kısa anı sonlandırmıştı. Çıplak ayaklarımla bir bir basamakları inip, dün gece aklımı yitirmeme neden olacak aralık salon kapısından içeriye kafamı uzattım. Bir tabutun başında kendimi gördüğüm masada sadece iki kişi için ayarlanmış tabaklar ve bardaklar duruyordu. Bana arkası dönük ve bu sessizliğin içinde bile geldiğimi duymayacak kadar dalgın olan Sarp'ın masayı hazırlarken bir yandan kokusu bana kadar gelen ama kupanın içinde olduğu için göremediğim içkiyi kafasına dikişini izledim. Bardağı masaya koymasıyla arkasını döndü ve kapıdaki beni yakalamayı başardı. Dalgınca yerinde irkildi.

''Ne zaman uyandın?''

''Şimdi.''

Gözüm masaya kaydıktan hemen sonra içeriye çekingen adımlarla girdim. İşaret parmağımla kupayı göstererek ''Bunun için erken bir saat değil mi?'' dedim.

Kafasını iki yana salladı.

Hiçbir şey demedi.

Tam arkasında kalakaldığımda o masaya oturamayacak kadar kötü hissediyordum. Önce omzunun üstünden bana baktı.

''Ne oldu?''

Yüzüne bakarken bu evde büyümüş ve baskılanmış pasif bir çocuk olarak kapalı kutulara, konuşulmayan sözcüklere tahammülümün olmadığını bir kez daha anladım.

''Benimle konuşmayı düşünüyor musun?'' dedim bir anda.

Tam kafasını çeviriyordu ki kolundan tutup bana dönmesi için çekiştirdim. ''Bana bakar mısın? Kafanı çevirip durma!''

Tüm bedeniyle bana döndüğünde gözümü bununla açacağımı tahmin edememiş gibiydi.

''Bir not bırakıp çekip gittin. Elbette seni bekleyecektim ama döndüğünde nereye gittiğini bile söyleme zahmetine girmeyecek misin, Sarp? Bunu bile söyleyemeyecek kadar bana kızgın olamazsın.''

Kaşları hafif çatık, çenesi oldukça gergindi.

''Sana kızgın değilim.'' dedi.

Kendimi gülerken buldum. ''Bana kendini anlatma çünkü seni senden daha iyi tanıyorum.''

Elimle onu işaret ettim. ''Bu kızgın olmadığın halin mi? Bu hangi haline benziyor biliyor musun? Bu eve döndüğüm ilk günkü haline. Kızgın olmadığını ispat etmeye çalışıyorsun çünkü öylesin.''

Yutkunduğunu gördüm fakat geri adım atmadı.

''Sana kızgın değilim, Ahsen. Sana kızgın olamam.''

''O zaman?'' dedim bağırarak. ''O zaman neden bana böyle hissettiriyorsun?''

''Nasıl hissettiriyorum?''

''Böyle işte! Utanmış, rahatsız, üzgün... Daha sayayım mı?''

''Sayma.'' dedi kafasını sallarken. ''Neden biliyor musun? Nasıl sen beni benden iyi tanıyorsan, aynı şekilde ben de seni tanıyorum.''

''Neden devam ediyorsun o zaman? Gittiğinden beri nasıl hissediyorum biliyor-''

''Ahsen!'' derken sesini yükseltmek niyetinde değildi. Çenesini sıkıyor, şimdiden kızarmaya başlamış gözlerinin önüne geçmeye çalışıyordu.

''Bana bir baksana. Sen... Sen benim nasıl hissettiğimi biliyor musun?'' derken nefret dahi etse sesi titremeye başladı ve o bunu engelleyemedi. ''Ahsen, ben nasılım biliyor musun?''

Gözümün önünde eriyip giden yüzü karşısında boğazım düğümlendi. Uyuşuk ayaklarım olduğum yere çivilendi.

''Sarp-'' diyecekken lafımı bir kez daha kesti ve güçlükle devam etti.

''Ben var ya ben bu evde gülüp eğlendim!''

Kolunu kaldırdı ve kapıdan dışarısını işaret ederken gözleri bu ana kadar tutmasının bile mucize olduğu göz yaşları ile doldu. ''Annem bu evde öldürüldü ve ben bu evde yaşamaya devam ettim! Bu nasıl bir his, biliyor musun? Onun son nefesini verdiği, kanının bulaştığı merdivenleri her gün inip çıkmak, acı çektiği anları bilmeden her gün bu evin kapısını açıp girmek ne demek biliyor musun?''

Gözlerim alev alev yanmaya başladığında başıma gelecekleri biliyordum. Kafamı çevirdim ve dudaklarımı birbirine bastırdım.

''Annem bu evde öldürüldü ve ben dün gece gidecek başka hiçbir yerim olmadığı için buraya geri döndüm!'' diye bağırırken boğazından yükselen nefret görüp görebileceğim her şeyden kuvvetliydi. ''Bu nasıl bir çaresizlik, biliyor musun?''

Aynı anda bıraktık göz yaşlarımızı ve ben kendi hislerim karşısında bir kez daha utançla çevirdim yüzümü. Diyebileceğim hiçbir kelime ne onun acısını dindirecekti ne de benim utanç verici ailemi temizleyecekti.

Göz yaşlarını koluna kuruladı ve bardağından bir yudum daha aldı. Elleriyle dağılmış saçlarını geriye iterken bir anlığına oturmak ve oturmamak arasından gidip geldikten sonra ayakta kalmaya karar verdi. Salonun geniş penceresine doğru ilerlerken aldığı derin nefesleri duyabiliyordum.

''Babamın yanına gittim.''

Sesi kısılmıştı fakat duyguları hafiflememişti. ''Eğer gidemeseydim bir daha cesaretimi toplayamazdım. Ben... Ben onu yalnızlığa terk ettim. Annemle beraber o da ölmüş gibi davrandım. Böylece daha az acı çekeceğimi düşünüyordum.''

Kafamı kaldırdım ve ona baktım. ''Sonra annemin mezarına gittim.''

Elimle göz yaşlarımı silerken soru sorma hakkım elimden alınmış gibi hissediyordum.

''Tüm bunları yaparken kafamı toplamalıyım, yalnız olmalıydım. Bu kadar.''

Sessiz kaldığımı ama onu seyrettiğimi görünce kafasını bana çevirdi. Gözlerine bakarken bir kez daha çenem titredi.

''Konuşmaya bile utanıyorum.'' diyebildim en sonunda. ''Soru sormaya, sana bakmaya...''

Bir damla göz yaşım akıp giderken devam ettim. ''Seni bu kadar sevmeye bile utanıyorum.''

Yutkunamadı.

Gözlerinin yaşlarla dolduğunu, yüzünün kızardığını gördüm. ''Böyle söyleme.'' dedi zar zor.

''Mahkemede öğrendiğin an yüzünün aldığı ifade gözümün önünden gitmiyor.'' dedim. ''Ben onun kızıyım, Sarp. Sen bunu unutabilecek misin?''

Adeta hissetmişçesine o bilekliği kolumdan çıkarıp almadan önce dalıp gittiğim düşünceler yüzüme çarparken bunun yarattığı hisle kıpırdandım.

''Ve şimdi Refakatçim olarak ömrünü bana adadın.'' dedim. ''Annenin katili olan kadının kızına.''

Gözlerini kapatmasıyla göz yaşları yanaklarına akıp gitti.

''Şu öfkene bak.'' derken sesim titriyordu. ''O kadar haklısın ki. Nasıl hissettiğini hayal bile edemem. Bu öfkenle nasıl yeniden benim elimi tutacaksın?''

O Sarp'tı. Basmakalıp diyebileceğim bir şekilde neredeyse hiç ağlamazdı. Belki de ağladığını göstermezdi. O, benim aksime duygularının onu yönetmesine izin vermeden o duygularını yönetirdi. Durum ne olursa olsun yalnızca gerekeni yapar ve gerisine karışmazdı.

Şu an ise aynı adam karşımda durmuş, göz yaşları içinde kafasını öne eğiyordu. Ağlarken omuzlarının titrediğini görebilecek kadar gerçekti.

Bir adım geri gittim.

''Bunu yapamayacaksan eğer...''

Göz yaşlarım, hiç durmadan akıp giderken dik durmaya çalıştım. Kalbimin bir yerlerinde acıyan yaramın üzerine bastırdım. Kelimeler dudaklarımdan çıkıp gitmek istemiyordu. ''Bunu yapamayacaksan eğer...''

Elini havaya kaldırdı ve devam etmeme bir son vermek istedi. Cümleyi tamamlamayı başardığım an neler olacağını ikimiz de biliyorduk. Geri dönülmez bir noktaya geleceğimizi biliyorduk.

''Bunu konuşmak için doğru bir zaman değil, konuşmayalım.'' dedi. ''Konuşursak yanlış kararlar alacağız.''

''Bunu konuşmak için doğru bir zaman olacak mı ki? Doğru zaman diye bir şey var mı?''

''Bilmiyorum.'' dedi dürüstçe.

''Zaman geçmesini bekleyecek kadar güçlü değilim.'' dedim. ''Her saniye daha çok acı çekiyoruz.'' 

O kadar bunalmış ve taşmak üzere olan bir deniz gibi görünüyordu ki nefes alamadı. Pencereleri ardına kadar açtı ve ılık rüzgârın içeri girmesini sağladı. Omuzlarım düştü ve usulca arkamı döndüm. Kendimi koltuklardan birine bıraktığımda eve döndüğüm ilk günün kokusu doldu burnuma. Koltuğa yerleşip uzun zaman sonra anne kız gibi hissettiğim bir anda Sarp'ın nasıl olduğunu Asiye Hanım'ın ağzından cımbızla öğrenmeye çalıştığım anı anımsadım. Şimdi bana çok uzak ve gerçek dışı görünen bu anının altındaki trajedi, yıllarca bir aptal gibi ayakta uyutulduğumuz her bir anı çok acıydı. Kollarım iki yana düşerken sessizleştik.

O gözünün ayırmadan dışarıda uzanan ormana bakarken ben gözlerimi evin en küçük detaylarından alamadım. Dakikaları geri bırakırken ne o konuştu ne de ben. Masanın üzerindeki her sıcak tabak soğudu, pencereleri örten perdeler havalandı.

Dakikaların sonunda ağzını açtığında söyledikleri beni bir kez daha geçmişe götürmekten başka bir şey yapmamıştı.

''En büyük darbeyi seni yurt dışına gönderip benden aldıklarında yaşadığımızı sanmıştım.''

İronik bir şekilde kendimi gülerken buldum. Dönüp halimize baktığımda bu öyle basit bir olay olarak kalmıştı ki.

''Ben de.'' diyebildim. ''Orada koptuğumuzu sanmıştım ama yeniden birleşmeyi başardık.''

Zihnimden geçen tek bir şey vardı: Bir kez daha birleşmeyi başarabilecek miyiz?

Bana attığı kaçamak bakışlarla ne ima ettiğimi anlamış gibi görünüyordu.

''Bana baktığında annemi görmemeyi başarabilecek miydi veya annesinin ölümüne sebep veren ailenin ve soyun bir parçası olduğumu unutabilecek miydi? Hiçbir şey bilmeden kendi rızasıyla kendini bir cadıya adamıştı bile. Bundan pişmanlık duyuyor muydu?

Benden pişmanlık duyuyor muydu?

Kurumuş dudaklarım aralandığında tek bir cümle çıkıp gitti.

''Ne yapacağız?''

Sorumla birlikte uzun sessizliğini böldü ve kafasını bana çevirdi. Aynı anda ben de ona baktım. Hala pencerenin önünde ayakta duruyordu fakat bunu devam ettirmeye gücü yoktu.

Başını salladı. ''Hiçbir şey.''

''Bu ne demek?''

Omuz silkerken bir kez daha dolan gözlerinden birkaç damla yaş düştü. ''Senden vazgeçemem ki.''

Boğazıma kadar gelen her kelime parçalanıp dağılırken yutkundum.

''Kendi ölümüm senin elinden olsaydı dahi senden vazgeçemezdim, Ahsen.''

Ağlamamak için kendimi sıkarken acı dolu bir tebessümle baktı bana. Göz yaşlarını koluna kurulayıp pencerenin önünden uzaklaşırken adımları sendeledi.

''Ben en iyisi biraz dışarı gideyim.''

Dudaklarım aralanırken ''Nereye?'' diyebildim.

Bana arkasını dönüp kapıya doğru ilerlemeden hemen önce kupadan son bir büyük yudum aldı.

''Nereye gidiyorsun?''

''Yürüyeceğim, uzun sürmez.''

Kupayı masanın üzerine bıraktı. ''Bir şeyler ye.''

Kapıya doğru birkaç adım atarken duraksadı ve bana kaçamak bir bakış yolladı. ''Yemediğini biliyorum.''

Salonun kapısından çıkıp gidişini seyrettim fakat tek kelime etmedim.

#

Kendimi delirmek ve son kez ayakta kalmak arasındaki ince çizgide hissederken mantıklı bir açıklama dahi bulamadığım işleri yaparken bulalı saatler oluyordu. Eve saçılan her türlü kırık parçayı temizlememenin ardından bir kova dolu suyla merdivenleri sertçe ovalarken ne düşündüğümü bile bilmiyordum. Bileklerimde çıkardığım kuvvet tahmin ettiğimin ötesindeydi. Görünmeyen lekeleri çıkarmak istemenin verdiği öfke ve kini kullandım. Nihayet pes ettiğim ise nerede olduğunu bulmamın neredeyse yarım saat sürdüğü siyah büyük bir çöp poşetiyle girmiştim ailemin yatak odasına. Elime bana onları hatırlatan her ne varsa toplayıp poşete doldurmak ne öfkemden ne kinimden bir gram eksiltmemişti.

Gün batıp da gökyüzü kızıllığa teslim olurken elimde aynı çöp poşetiyle merdivenleri inmeye koyuldum.

Uzun sürmez. 

''Sürmedi gerçekten.'' diye mırıldandım kendi kendime.

''Ne sürmedi?''

Merdivenleri neredeyse ortasına gelmişken küçük bir çığlıkla yerimde sıçradım. İçeriye girmesinin nasıl mümkün olduğunu sorgulayamayacağım tek kişi tam da girişte öylece dikiliyordu.

''Sen nerede çıktın?'' dedim gümbür gümbür atan kalbimi tutarken.

Aynı çocuksu ve sinsi gülüşüyle ellerini birbirine sürttü. ''Ben her yerden çıkardım, denizkızı.''

Kafasıyla elimdeki poşeti göstermeden önce kapalı olduğuna emin olduğum kapıya göz ucuyla baktım.

''O ne? Yardımcılarınız yok mu çöpü de mi sen atıyorsun?''

Kaşlarını havaya kaldırdı ve adeta şok olmuş gibi bir ifadeyle ''İflas mı ettiniz?'' dedi.

Burnumu çekerek merdivenleri inerken ofladım.

''Ne istiyorsun?''

Yanına yaklaşırken kaşlarını çatıp suratıma, muhtemelen kızarmış burnuma ve şiş gözlerime baktı. ''Sen ne ağlak bir kızsın böyle.''

''Dünya üzerinde bunu söylemeyen bir tek İblis kalmıştı, sen de söyle. Tamam mı? Oldu mu?''

Kıkır kıkır gülerken bundan keyif alıyordu. ''Çok da alıngansın, hiç çekilmezsin sen şimdi.''

''Ne istiyorsun?'' dedim bir kez daha. ''Niye döndün?''

''Gecenin nasıl geçtiğini merak ettim.'' Dedi omuz silkerken ve ürpermeme neden oldu.

''Sen bunları yaşayacağıma nereden bu kadar emindin?''

''Emin değildim.'' dedi. ''Attım tuttu.''

Tek kaşımı havaya kaldırıp kafamı sallarken bana ne kadar güven vermediğinden bihaberdi.

O bir İblis, nasıl güven versin ki?

''Hiç iyi bir zaman değil, tamam mı? İki gün sonra Asiye Hanım mahkemeye çıkacak. Önce benim bir salim kafayla düşünmem lazım sonra mutlaka seninle konuşmamız lazım ama şu an değil.''

''Kovuyorsun yani?''

''Evet.''

Poşeti daha sıkı tuttum ve kapıya doğru yürüdüm. ''Bacadan girdin herhalde ama kapıdan çık lütfen.''

Kapıyı sertçe açtığım gibi Sarp ile burun buruna gelmeyi beklemiyor olmalıydım ki yerimde sıçradım. Zaten darmaduman haldeki Sarp, iyice dağılmıştı. Kim bilir ne zamandır yürüyordu. Belki de acısı onu durduramadığı adımlarıyla uzaklara sürüklemiş fakat gidecek yeri olmayan bir çocuk olarak geri gelmek zorunda kalmıştı. Bir kez daha. Onu görmeye hiç alışık olmadığım bir yüz ifadesiyle geri dönmüştü. Gözleri kızarık, yüz hatları çökmüştü. Dağılmış saçlarını şapkanın içine sıkıştırmıştı.

Bitkin gözleri elimdeki poşete kaydı. ''Ne bu?''

''Hiç.'' dedim ve ağzını daha sıkı tutmaya çalıştım. ''Çöp işte.''

''Sorma sorma iflas etmişler!''

Kapının ardından duyulan tuhaf erkek sesiyle Sarp'ın yüz ifadesi aynı anda değişti. Kaşlarını çattı ve içeriyi görmeye çalışmak yerine beni yavaşça kenara alıp içeri daldı.

Mephisto'yu gördüğü an kalakaldı. Baştan aşağı onu süzerken bakışları anlamsız bir ifade aldı. Elimdeki poşeti hızla kapının önüne koyup kapıyı kapattım.

Sarp hızla bana döndü. O daha bir şey soramadan Mephisto işaret parmağıyla Sarp'ı göstererek ''Kim bu?'' dedi. ''Uşak mı?''

Sarp sertçe ona baktı. ''Uşak mı?''

''Bahçıvan?''

Sarp'ın bakışları her saniye biraz daha garipleşip öfkelenirken elini kaldırdı. ''Ne diyor bu, kim bu herif?''

Mephisto ''Herif mi?'' derken gözlerim ikisi arasında gidip gelmekten yorulmuştu. 

''Koskoca iblise herif mi dedi?''

Sarp yeniden onu süzerken ''Koskoca mı?'' dedi.

Ellerimi havaya kaldırıp bağırdım. ''Durun bir dakika! Sadece sorularla bir diyalog kurmaya çalışıyorsunuz beynim uyuştu.''

Sarp'a döndüğümde hala Mephisto'yu izlediğini gördüm. ''Cümlede iblis varken sen koskoca lafına mı takıldın, Sarp?''

Sarp yorgunluğunda vermiş olduğu bunaltıyla gözlerini kapatıp açtı ve en nihayetinde yeniden bana döndü.

''Ahsen, neler oluyor? Açıklar mısın?''

''Hayır ben uşak mı bahçıvan mı derken hani böyle bir fantezin de olabilir diye düşündüm. Sonuçta yedi ölümcül günahtan benim en sevdiğim şehvettir.''

Sarp iri iri açılmış gözleriyle bir saniye bile düşünmeden atladı Mephisto'nun üzerine.

''Ne diyorsun lan sen?''

Sarp'ı arkadan yakalayıp tuttuğum hırkasından onu çekerken ''Bir saniye durur musun? İblis o!''

Bir anda bana döndü. ''Ne?''

Kendini kurtaran Mephisto incecik bir çizgi haline gelen gülümsemesiyle tuhaf kıyafetlerini düzeltti. ''Kim olduğumu bilmediğin için seni affediyorum, bahçıvan.''

Sarp'ı ondan uzaklaştırırken kızaran yüzünden türlü türlü ifadenin geçip gittiğine şahit oldum.

''Ahsen, ne oluyor?''

Derin bir nefes alıp verdim. ''Doğru söylüyor.'' dedim. ''Baksana şuna, İblis o. Adı da Mephisto.''

''Sen Mephist diyebilirsin.''

Sarp ''Hiçbir şey diyemem sana.'' derken Mephisto'nun yüzü düştü.

''Kimse de Mephist demiyor.''

Sarp'ın önüne geçerken elimle kafasındaki şapkayı işaret ettim. Mephisto şapkasının ucunu kaldırdı ve alnından uzanan kısa boynuzlarını görmesini sağladı. Sarp'ın dehşet verici yüz ifadesini seyrettim.

''Gerçek mi bu?''

''Evet.'' dedim. ''Ben de başta inanamadım ama gerçek, evet.''

Sarp bana bakarken ''Sen nereden tanıyorsun bunu?'' dedi.

''Dün tanıştık, o göldeydi.'' dedi Mephisto.

''Gölde miydi?''

''Öyle bir şey değil ya!''

Bağırarak Mephisto'ya döndüm. ''Sen bir saniye konuşmadan çıkar mısın? Ortalığı karıştırmaktan başka bir işe yaramıyorsun.''

Elleriyle dudaklarına yalancı bir fermuar çekti. Sarp'a çevirdim yüzümü ve aramızdaki berbat gerginliğe rağmen sakinliğimi korumaya çalıştım.

''Dün akşamüstü çıktı ortaya, ben tek başıma göldeydim. Daha sonra eve kadar geldi-''

''Bununla aynı evde durdum deme bana, Ahsen.''

Elimle İblis'i işaret ettim. ''Sarp, iblis diyorum sana şuna baksana!''

Mephisto ''Ben buradayım yalnız.'' diye mırıldandığı an aynı anda konuştuk.

''Sen bir sus.'' 

''Ahsen, ben salak bir herif değilim böyle bir durumda kıskançlık yapacak halim yok da iblis dediğin bir...''

Bir kez daha Mephisto'ya baktı ve doğru kelimeleri seçmeye çalıştı. ''Bir yaratıkla aynı evde yalnız mı kaldın? Ya bir şey yapsaydı sana?''

''Sarp, ben bir cadıyım. Unutuyorsun sanırım.'' dedim tüm sakinliğimle. ''Bana bir şey yapamaz, yapmadı da. Aksine, bayağı yardımcı oldu.''

Kaşlarını çattı. ''Yardımcı mı oldu? Ne gibi mesela?''

Derin bir nefes aldım. Mephisto işaret parmağını kaldırıp nazik sayılabilecek bir hareketle aramıza girdi. ''Bölüyorum ama ayakta kaldık. Oturup bir şeyler içerken mi tartışsak?''

Dün gece kabuslarıma girecek kadar korkunç sahnelere şahit olan mutfaktaydık. Küçük masanın bir ucunda ben bir ucunda Sarp otururken İblis ise ortadaydı. Elinde tuttuğu bir kadeh dolusu şarabı kafasına dikti ve sertçe masaya bıraktı. Sarp ile gözümüzü ayırmadan onu izlerken ikimizin de yüzünde benzer ifadeler vardı.

''Bir tane daha?'' dedi.

Sarp kafasıyla boş kadehi işaretti. ''Diğeri ne? Oburluk mu açgözlülük mü?''

Mephisto, Sarp'ın laf sokması karşısında neredeyse şapka çıkaracak gibiydi.

''Neyse.'' diye girdim araya. ''Hikâye bu. Uzun lafın kısası Mephisto, O'na yardıma geldi ama minik bir anlaşma ile bir süre bana yardım edecek, sonrasında gidecek.''

Bakışlarımı İblis'e çevirdim. ''Hala ona yardım etmeye gönüllü olursa tabii.''

Elini göğsünün üstüne koydu. ''Annen benim dostumdur.'' dedi. ''Ne olursa olsun çağrısına karşılık vermek görevimdir. Yanına gideceğim ama eğer...''

''Eğer?'' dedi Sarp ayağını sallarken.

''Siz daha cazip bir teklif sunarsa ben de yönümü oraya çeviririm.'' derken gülüyordu. ''Bir iblisten sonsuz sadakat bekleyemezsiniz.''

Sarp ile göz göze geldik.

''Asiye Hanım'a nasıl yardım edeceksin?'' diye sordu. Sesi buz gibiydi. ''Cadılar büyü yapar, sen ne yaparsın?''

''Bir iblisin yaptığı en iyi şey nedir?''

Sarp anlamsızca omuz silkti. ''Ne bileyim, günaha sokmak mı?''

Mephisto bir kez daha kıkır kıkır güldü. ''Siz insanlar ne kadar düz mantıksınız, çok gülüyorum size. Neyse.''

İşaret parmağını havaya kaldırdı ve bir rehber edasıyla konuşmayı sürdürdü. ''Bir iblisin yaptığı en iyi şey vesvese vermektir.''

Aydınlanma yaşamışçasına kafamı kaldırdım, gözlerim büyüdü.

''Yani Cadı Meclisine gideceğim ve onlara vesvese vereceğim!'' derken kollarını iki yana açtı.

''Onlar bunu anlamayacak mı yani?'' derken şüpheliydim. ''Ne diyeceksin mesela?''

''Mesela... Öldürülen kadınla ilgili doğru olan veya olmayan hikayeler uyduracağım, onların kafalarına sokacağım, akıllarına şüphe düşüreceğim, Asiye Hanım'ı mağdur duruma getireceğim...''

Elimi kaldırdım ve Sarp'ın gelişin öfkesini fark ettiğim an onu susturdum. ''Tamam anladık, yeterli.''

Sarp çenesini sıktı ve sandalyesine yaslanıp kollarını göğsünde birleştirdi. İblis öylesine kurnazdı ki gözlerinde parlayan keskin parıltıları seçebiliyordum. Sarp'a baktı ve tek kaşını kaldırdı. ''Ölen kadın senin neyin oluyor?''

Sarp afallamıştı. Kafasını sertçe çevirdi ve kaşlarını çattı. Mephisto kafasını eğdi ve ''Anlamayacağımı düşünemezsiniz.''

''Annem.''

Kaşları neredeyse saç diplerine değecek kadar kalktı ve nahoş bir gülümseme yayıldı yüzüne. Ellerini birbirine sürterken bana baktı.

''Gerçek bir dram! Harika!''

Sarp ''Harika mı?'' derken araya girmek zorundaydım.

''Şunu normal bir insan gibi yorumlama, Sarp. O şeytan.''

''İblis.'' diye düzeltti ve devam etti. ''Tamam, sizi sevdim. Biraz buralarda takılayım madem mahkemeye henüz iki gün var siz de o sürede bana ne sunacağınızı düşünün. Belki sizin için vesvese veririm.''

Kaşlarını oynattı. Sandalyesini geriye itti ve ayağa kalktı. ''Yarın akşam yeniden gelirim.''

''Mahkeme yarın değil öbür gün gerçekleşecek.'' derken panikle yerimde kıpırdandım.

''Ee?'' dedi.

''Yani...''

Bir kez daha gülümsedi. ''Yani sizin beni ikna etmeniz için bir akşamınız var.''

Oturduğu yerde gerilmeye devam eden Sarp'ın sıkıntısı büyüyordu. ''Bana bak.'' dedi. ''Karşıma bir iblisi alıp hayat hikayemi anlatacak halim yok. Kendimi acındırmayacağım da. Bu benim tarzım değil. Söyleyeceğim tek bir şey var.''

Tek elini yumruk yaptığını gördüm. ''İçimin bir nebze olsun soğuması için bir intikama ihtiyacım var. Annemi öldüren birisinin ne gerçek dünyada ne cadılar dünyasında cezasız kalmasına izin vermeyeceğim. Cezası her ne olursa daha fazlasını çekmesini istiyorum.''

Mephisto'nun ilgisini çekmeyi başarmış olacaktı ki omuzlarını dikleştirdiğini ve Sarp'a daha heyecanlı gözlerle baktığını gördüm.

''Ne dilersen yapacağım.'' dedi kuşkusuzca. ''Madem dostun, Asiye Hanım'ın sunacağı teklifleri aşağı yukarı tahmin ediyor olmalısın. Yarın akşama kadar düşün, benden ne istediğine karar ver.''

''Bizden.''

Sarp'ın ve Mephisto'nun aynı andan bana dönmesine sebep olacak ses benden çıkmıştı. Aramızda ne geçerse geçsin, karşımdaki kim olursa olsun bir katilin yanında duracak ve onu destekleyecek bir yüreğe sahip değildim.

''Bizden ne istediğine karar ver.'' diye düzelttim Sarp'ın cümlesini. ''Ne dilersen yapacağız.''

Sarp'ın bana takılıp kalan bakışlarında acı gördüm. Bir anlığına bile geri adım atmadan kafamı salladım.

Mephisto zevkle gülümsedi ve ''Anlaştık.'' dedi. ''Yarın gün batınca geri geleceğim.''

Mutfak kapısına doğru yavaş adımlarla ilerlerken Sarp'a döndü. ''Diğeri ne diye sormuştun ya, bahçıvan.'' dedi. ''Hemen söyleyeyim: Öfke.''

Göz kırptı ve arkasını dönmeden kapıdan çıkıp uzaklaştı.

Arkasından bakakaldığımda saniyeler içinde artık bu evde olmadığını biliyor gibiydim. Kararmış gökyüzünün altındaki evin içerisi iyiden iyiye kasvetle dolmuştu. Küçük mutfaktaki buz gibi sessizlik rahatsız edici olmadan bir şeyler yapma dürtüsüyle ayağa kalktım. Sarp ise kafasını bana çevirdi.

''Alt katta olacağım, bir şey denemem lazım.''

Önünden geçip gitmek üzereyken beni bileğimden yakaladı ve durdurdu. Kafamı eğip hala sandalyede oturduğu haline baktım.

''Niye yaptın bunu?''

''Yapmayacağımı mı düşünüyordun?'' derken sesim oldukça netti. ''Yoksa yapamayacağımı mı?''

''Bugüne dek herhangi bir şey için yapamayacağını düşündüğüm bir an olmadı.'' derken en az benim kadar netti.

''O zaman?''

Gözlerime bakarken bende anlamaya çalıştığı bir noktada kafa yorduğu bir nokta olduğuna emin olmuştum.

''O senin annen.'' derken bunu söylemek bile zor geliyordu.

Hissettiğim utançla yüzümü buruşturdum.

''Her ne kadar nefret etsek de annen olduğu gerçeğini değiştiremez. Ne tür bir şeyle karşılaşacağımızı bilmiyorum, nasıl bir ceza alacak bilmiyoruz. Acı çekmesini izleyebilecek misin? Karşısında durup savaşmak istediğine emin misin?''

''Günlerdir içinde tuttuğun şey bu muydu?'' diye sordum. ''Çekip gitmeden önce de bunu sorabilirdin, Sarp. Ben bu sorunun cevabını hiç düşünmedim çünkü cevabım zaten hazır.'' Gözlerime bakarken endişeli ve huzursuz göründüğünü inkâr edemezdim. Ben ise her ne kadar acı içinde olsam da dik durmak zorundaydım.

''Benim bir vicdanım var.'' dedim sesim titrerken. ''Acı çekeyim ya da çekmeyeyim kötü olanın karşısında duracağım.''

Gözlerini, mavi gözlerimden bir saniye olsun ayırmadı. Yüzünden geçip giden minnettarlığın yanı sıra yorgun bir adam görüyordum. Bu yükü ikimiz için de taşıyacağını biliyordu. Bir kez daha gitmek için bir hamle yaptığımda bileğimi daha sıkı tuttu ve gitmemi engelledi. Başımı ona çevirmeme fırsat vermeden beni kendisine çekti. Dizinin üzerine zarifçe düştüğüm an önüne eğdiği kafasını boynuma gömdü. Nefesi tenimin üzerinde gezinirken iç çektiğini duyabiliyordum. Başımı çekingen bir tavırla başına yaslarken gözlerimi yumdum.

''Günlerdir gözüme uyku girmiyor.'' diye mırıldandı. ''Ben seni onun kızı olduğun için suçlayamam, sen de ben de bu hikâyede hiçbir suçu olmayan iki kişiyiz.''

İçime yer eden derin sıkıntıyı tek bir cümlesiyle nasıl yerle bir edebiliyordu?

''Ama ya sen, bir gün annene duyduğum öfke yüzünden benden nefret edersen?''

Duraksadı ve sıkıntısını dışa vuramamanın verdiği acıyla daha derin nefesler alıp verdi. ''Senden vazgeçmenin düşüncesi bile delirtiyor beni. Böyle yaşayamam.''

''Geçme o zaman.'' derken sesim hala titriyordu. ''Beni bırakmanı istemiyorum.''

Soğumuş elleri usulca bacaklarımdan belime kayarken kafasını iyice gömdü.

''Seni bırakmak istemiyorum.''

***

Bu sahneyi burada bırakmam devamı olur, merak etmeyin. 🙃 Haftaya görüşürüz! ❤️‍🔥

Continue Reading

You'll Also Like

388K 22K 66
Milattan önce 726 yılında kehanet gerçekleşti. Şimdi sıra kefaretin. Ön Asya'da başlayıp, Mezopotamya'ya uzanan ve hiç var olmamış topraklarda nihay...
409 85 6
"Vedalar acıtsa da Bazen gitmek gerekir."|Can Yücel "Biliyor musun sevdiğim insanlara karşı çok iyi biriyimdir. Onlara kıyamam, kalplerini kırmaktan...
İSPİYONCU By Kristal

General Fiction

54K 4.8K 31
Yaşadığı travmalardan dolayı kalbi buz tutmuş, insanlara zerre güveni kalmayan bir kadın... Kadının acılarını gizlediği sert ifadesine gördüğ...
47.5K 1.3K 76
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi