Bahar Rüzgârı

By CalantheRoss

891 177 285

"Bahar Rüzgârı kendi özel çiçeğini yaratmak için herkesi kandırarak estiğinde Fulya Çiçeği bu oyuna düşmez. A... More

Bahar Rüzgârı | GİRİŞ 🍀
1. BÖLÜM 🍀
2. BÖLÜM 🍀
3. BÖLÜM 🍀
4. BÖLÜM 🍀
5. BÖLÜM 🍀
6. Bölüm 🍀
7. Bölüm 🍀
8. Bölüm 🍀
9. Bölüm 🍀
10. Bölüm 🍀
11. Bölüm 🍀
12. Bölüm 🍀
13. Bölüm 🍀
14. Bölüm 🍀
15. Bölüm 🍀
16. Bölüm 🍀
17. Bölüm 🍀
18. Bölüm 🍀
19. Bölüm 🍀
20. Bölüm 🍀
21. Bölüm 🍀
22. Bölüm 🍀
23. Bölüm 🍀
24. Bölüm 🍀
25. Bölüm 🍀
26. Bölüm 🍀
28. Bölüm 🍀
29. Bölüm 🍀
30. Bölüm 🍀
31. Bölüm 🍀
32. Bölüm 🍀

27. Bölüm 🍀

24 5 9
By CalantheRoss

Instagram | calantheross

♫ | Erol Evgin - İşte Öyle Bir Şey

Sınav haftasının ortalarında Ozan'la birbirimize yeterince zaman bulamıyor oluşumuz moralimi bozmaya başlamıştı artık. Beni her sabah evden alamayacak kadar yoğun geçiyordu özellikle onun sınav haftası. Her sabah prensesler gibi evden alınma şımarıklığımdan değildi fakat beni alıyor olması ilişkimiz açısından ne kadar önemli bir gelişme olduğunu yeni fark ediyordum. Her sabah onu görebiliyor olmak bile günümü güzelleştirirken şimdi gün ilerledikçe zorla görebiliyorduk birbirimizi. Bu durum beni çok üzüyordu. Onu çok özlüyordum. Akademik hayatım boyunca ilk defa bir an önce sınav haftasının bitmesini istiyordum.

Günün tek sınavı bittiğinde grubumla buluşmak için Mavi Kafe'ye doğru ilerlerken aklımda en son geçirdiğimiz o güzel pazar günü vardı. Mert, Anıl'la dışarı çıktığında biz Ozan'la yataktan bile çıkmama kararı vermiştik. O bana günlükten bir şeyler okumuştu. Ben ise ona dokunarak güzel sesini dinlemiştim. Dertsiz tasasız çok güzel bir gündü. Daha çok böyle zamanlarımız olsaydı keşke.

Ben düşünceler içindeyken birden karşı çaprazımdan Ozan ve Mert'in Mavi Kafe'ye yürüdüğünü gördüm. Onlar beni henüz görmemişti. Bu yüzden hızla koşup hiç beklemediği bir anda Ozan'ın boynuna atladım. Allah'ım! Onu o kadar çok özlemiştim ki gerçekten normalde toplum içinde asla yapmayacağım hareketler sergiliyordum. Kısa bir şaşkınlık anından sonra Ozan da bana sıkıca sarılıp ayaklarımı yerden kesti.

"Sevdiğim," diye mırıldandı kulağıma. İkimiz de istemeyerek geri çekildik. Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurup beni yere indirdi.

"Evlatlarım benim. Zırıl zırıl ağlatacaksınız beni," dedi Mert yalandan göz yaşlarını silerek. "Utangaç iki saftirikten, mıç mıç aşk böcekliğine... Katettiğiniz yolla gurur duyuyorum." Ona cevap veremeyecek kadar birbirimize odaklanmıştık.

"Çok canımı sıkıyor bu sınav haftası." Elime bir öpücük kondurdu yürümeye başladığımızda.

"Kötü mü geçti sınavın?" diye sordum can sıkıntısını bu nedene bağlayarak. Mavi Kafe'ye girip sınav haftası doluluğunda kendimize bir yer bulmaya çalıştık bir süre. Bulduğumuz köşede bir masaya yerleştikten sonra sanki yeterince yakın değilmişiz gibi sandalyemle iyice dibine sokuldum.

"Seni daha az görüyorum. Bir de kötü geçse sınavlarım hiçbir anlamı olmaz sensizliğimin," dediğinde başımı yana eğip gülümsedim. Elini elimden çekti. Sırt çantasından bir defter çıkardı. Defteri açtığında çok fazla sayfa koparıldığını gördüm. Kalemini çıkarıp bir şeyler yazdı ve o sayfayı kopardıktan sonra katlayıp bana verdi. Kâğıtta ne olduğunu anlamıştım hemen. Birbirimize kavuştuğumuz için ağacımıza artık gitmiyorduk. Günlerdir not almıyordum bu sebeple. Notu alıp açtım merakla.


"Senin dışında düşünememek hastalığına müptelayım."


Ahmet Hamdi Tanpınar'dan bir alıntı olduğunu hatırlayabilmiştim. Çok özlemiştim notlarını. Şimdi fark edebiliyordum bunu. Gülümseyerek birbirimize baktık bir süre. Sonra tekrar bir not yazdı bana. İkinci notunu açtım aynı merakla.


"Bugün notların yanındaysa birkaç saatliğine de olsa bana gelir misin? Seni odamda görmeyi çok özledim."


Teklifini çok düşünmeme gerek yoktu bile. Elbette zamanımı bizim için düzenleyecektim. Notlarım da gerçekten yanımdaydı hem de. Onu günün ikinci sınavını bitirmesini beklerken yarınki iki sınavımdan birine çalışırdım. Evine gittiğimizde de onun varlığına odaklanmış olacağımdan dolayı çok umutlu olmasam da diğer sınavıma çalışırdım belki. Başımla onayladığımda uzanıp dudaklarıma bir öpücük verdi. Her öpücüğünde içim içime sığmıyordu. Ona kavuşmuş olmamın getirdiği bu heyecan zamanla sakinleşecek miydi hiç? Asıl merak ettiğim şey buydu aslında.

"Hop!" Mert kolunu kaldırmış birisinin dikkatini çekmeye çalışınca kimin geldiğine baktım. Umut sınav haftası huysuzluğunu gizleme gereği bile duymadan masamıza geldi. "Ohooo! Bu ne abicim ya? Herkes bitmiş durumda," dedi Mert hepimize bakarak.

"Sınav haftasında olduğumuz için olabilir mi acaba?" dedi Umut gözlerini devirerek.

"Olabilir. Mehir nerede bu arada? Hafta başından beri yok. Hiç konuşmadık bir de." Mert'in gözlerindeki merak beni güldürdü.

"Mehir sınav haftasında çalışmaya odaklanır sadece. Bizimle de iletişime geçmez. Sınav öncesi görüyorum, çok konuşmuyoruz. Sınav çıkışında da ders çalışmaya gidiyor hemen," diye açıklama yaptım.

"Öyle mi? Ben de bana trip atıyor sanmıştım," dedi rahatlayarak.

"Ne için trip atacak sana ya?" Umut dalga geçerek güldü.

"Ne bileyim belki bir şey yapmışımdır falan diye." Hepimiz Mert'e gülünce o da güldü bir şey anlamamış gibi gözükse de.

Orada yaklaşık bir saat kafa dağıtmak için bir şeyler içerek sohbet ettikten sonra Umut bugünkü üç sınavından ikincisine gitmek için yola koyuldu. Biz de o gittikten biraz daha sonra kalktık. Ozan'ı fakültesinde beklemem daha mantıklı olacaktı çünkü arabası oradaydı zaten. Sınav çıkışında hemen eve geçecektik.

Ozan ve Mert sınıfa gittiklerinde ben de binanın dışında boş bank bulup oraya oturdum. Yarınki iki sınavımdan ilkinin notlarını çantamdan çıkarıp göz gezdirmeye başladım. Notların hepsini ben yazdığım için sınav haftasında çalışma yüküm oldukça azalıyordu. Çünkü zaten derste not alırken, ses kaydından not çıkarırken ve onları temize geçerken oldukça çalışmış oluyordum sınavlara. Sınav öncelerinde bu notlarımın önemli yerlerini bir kere okumam bile hafızamda kalmasına yeterli oluyordu.

Sınav kırk dakika kadar sürmüştü. Bu sırada notlarımı neredeyse gözden geçirmeyi bitirmiş ve Necla teyzeye geç kalacağımı haber vermiştim. Ozan'ın bu haftadan çok sıkıldığını gözlerinden okuyabiliyordum. Birbirimize duyduğumuz bu özlem de onu daha kötü hissettiriyordu muhtemelen. Ondaki bu sıkıntıyı almak istiyordum. Fakat ne yazık ki yapacağım herhangi bir konuşmanın sıkıntısını geçirmeyeceğinin farkındaydım. Bu yüzden ne yapacağımı pek bilemiyordum.

Eve vardığımızda Mert bir şeyler yemek için buzdolabının başına geçti hemen. Ozan eşyalarımızı odasında yere bıraktırıp beni yatağa doğru çekti. Yatağa enine uzanıp beni kolları arasına aldı.

"Çok ihtiyacım vardı buna," diye mırıldandı. Derin bir nefes alıp gülümsedim. Aynı hisleri paylaşıyor olmak çok güzeldi. "Hafta sonu Anıl'ı bizimkilerle bıraksak. İkimiz birkaç saatliğine sakin bir yere kaçsak olur mu?" Plan yaparken ben söylemeden Anıl'ı düşünüyor olması kalbimi ısıttı.

"Anıl çok sevinir bence. Ama yine de onun adına karar vermiş gibi olmayayım, sorarım bu akşam," dedim gözlerimi kapatarak.

"Seninle en az bir hafta boyunca hiç yataktan çıkmak istemiyorum." Neredeyse agresif tonda çıkan sesi uykuya dalmadan önce hatırladığım son şeydi.

Bana birkaç saniye geçmiş gibi hissettiren bir zaman sonra Ozan'ın yataktan kalkmaya çalışmasıyla uyandım. Rüyasız dümdüz şekerleme yapmış olabilmeme şaşırdım biraz. Yorgun olduğumu düşünmüyordum. Fakat şekerlemeden çok dinç uyanmıştım. Ozan birbirimize yapışık vücutlarımızı zorla ayırıp kalktı. Gözlerimi açtım ama nereye gittiğine bakmadım.

"Lina. Necla teyze arıyor." Hemen doğruldum. Yatağın dibinde bana uzattığı telefonumu kapıp yanıtladım.

"Kızım, daha önce aramadım çünkü telaşlandırmak istemedim. Sen gelene kadar iyi olur sandım. Ama gittikçe ateşi yükseliyor. Gelip bir doktora götür çocuğu." Necla teyzenin söyledikleriyle başımdan kaynar sular döküldü sanki.

"Anıl mı?" diye sordum aptal gibi. Beni ilgilendiren başka hangi çocuk olabilirdi ki? Telaşla ayağa kalktım. Uyku sersemliğimden başım döndüğü için Ozan'a tutundum. "Hemen geliyorum."

"Aman kızım Allah aşkına dikkatli gel. Kısa sürede geleceğim diye iş çıkarma," dedi Necla teyze yalvaran bir ses tonuyla. Haklıydı. Soğuk kanlı olmam lazımdı.

"Tamam." Telefonu kapattım. Ozan'a baktığımda benden bir açıklama bekliyordu endişeyle. İki dakika içinde onu da telaşlandırmıştım resmen. "Anıl rahatsızlanmış. Eve gitmem lazım. Taksi çağırayım."

"Ne?" Suratına bakmadan telefonumdan en yakın taksi durağını bulmaya çalıştım.

"Ateşi yükselmiş. Ben de tam bilmiyorum. Acile götüreceğim. Seni haberdar ederim."

"Şaka yapıyorsun herhalde?"

"Yok. Daha önce de olmuştu böyle. Ama sanırım bu sefer biraz daha fazla hastalanmış. Yoksa Necla teyze çağırmazdı beni."

"Lina. Ben ondan mı bahsediyorum? Ne yaptığının farkında mısın şu an?" Hafif sinirli sesi karşısında başımı kaldırıp ona baktım. Neden böyle bir tepki verdiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. "Ne taksisinden bahsediyorsun sen? Ben burada neyim? Ne demek seni haberdar ederim falan ya? Seni yalnız bırakacağımı nasıl düşündün bir an bile?" Sorduğu sorular karşısında sonunda ne yaptığımı anlamıştım. Acil durum anında planı onun üstünden kurmamış kendi başımın çaresine bakmaya çalışmıştım. Haklı olarak dahil edilmediği plan yüzünden kırılmıştı belli ki. Senelerdir her türlü durumla kendim baş etmek zorunda kalmıştım. Şimdi bünyem alışkanlıklarına devam etmeye çalışıyordu. Teoride, Ozan hayatımın en önemli parçasıydı ve onu çoktan her planıma dahil etmiştim bile. Fakat pratikte hâlâ bu konu üzerinde çabalamam gerektiğini görebiliyordum.

"Özür dilerim. Düşünemedim. Çıkalım mı?" diye sordum telefonumu mahcup bir ifadeyle kilitleyerek. Bir şey demeden başıyla onayladı. Okuldan eve gelir gelmez uyuduğumuz için hazırlanmamıza gerek yoktu. Bu yüzden eşyalarımı aldı ve evden çıktık.

Yol boyunca oldukça sessizdik. Onu kırmış olduğum düşüncesiyle kardeşimin çok hasta olmasının endişesi birleşince boğazıma bir yumru oturmuştu. Ağlamak istemiyordum. Daha önce de yoğun duyguları yönetebilmiştim. Şimdi neden yönetemeyecektim ki? Hem gerçekten de Anıl için soğuk kanlı olmalıydım. Hasta kardeşimin ağlak bir ablaya ihtiyacı olduğunu düşünmüyordum.

Ozan yarım saatten kısa sürede Necla teyzenin evinin önüne park etmişti arabayı. Onu beklemeden arabadan inip zili çaldım. Necla teyzenin kızı Arzu abla kapıyı açtı. İçeri geçtim. Anıl kanepede atletle ter içinde yatıyordu. Başında Necla teyze ve eşi Adnan amca vardı.

"Kızım. Ateşi düşsün diye uğraştık ama yükseldi daha da. Üstüne tişörtünü giydireyim de götürün." Necla teyze kalkıp Anıl'a tişörtünü giydirirken yanına gittim. Gözlerini zor açıyordu civcivim. Kalbim paramparçaydı. Nasıl birkaç saat içinde bu kadar hastalanmıştı ve nasıl hasta olacağını öngörememiştim? Belirtileri kesin olmuştur da benim sorumsuzluğumdan bu hale gelmiştir kesin.

"Abla..." Anıl zorla konuşmaya çalıştığında elini tuttum. Gerçekten cayır cayır yanıyordu kardeşim. "Ön koltuğa ben oturabilir miyim?" diye sorunca gözlerim dolarak güldüm.

"Oturabilirsin," dedim saçını düzelterek. Ayağa kalkıp onu kucağıma alacakken Ozan beni durdurdu.

"Sen evden bir çanta hazırla. Yedek kıyafete falan ihtiyaç olursa diye. Biz arabaya gideriz. Değil mi Anıl?" Ozan, Anıl'ı kucağına almadan önce Anıl kıkırdadı keyifle. Bu kadar hastayken bile Ozan ve arabasına bayılıyor olması çok etkilemişti beni. Anıl'ı dikkatlice kucağına alınca sevgilimin gözlerinde gördüğüm karşılık beklemeden bize sunduğu merhametine şükrettim.

"Haberdar edin bizi kızım," dedi Necla teyze dikkatimi Ozan'dan çekmeme neden olarak. Başımla onaylayıp bir çanta hazırlamak için bizim eve doğru aceleyle gittim.

Anıl için iç çamaşırlarına kadar yedeklerle bir çanta hazırladım. İçine Anıl'ın kimliği ve bir miktar nakit para da koydum. Evden çıktığımda Ozan arabayı çoktan bizim evin önüne çekmişti. Önde Anıl kemeri bağlanmış bir şekilde oturuyordu. Arka koltuğa geçtim hemen. Arkama bile yaslanmadan tedirginlik içinde Milas taraflarında özel bir hastaneye getirdi Ozan bizi. Ben çantayla indiğimde o da seri hareketlerle arabayı park edip Anıl'ı kucakladı.

Hastanenin acili kalabalık değildi. Acildeki doktora çok açıklama yapmamız da gerekmemişti. Anıl'a bakınca hastalığı şiddetli geçirdiği belli oluyordu. Fakat Anıl doktorun sorularına yanıt verebildiği yani şuuru açık olduğu için havale boyutunda değildi çok şükür. Doktor bir iğne yaptı. İğnenin etki etmesi on beş dakikayı bulacağı için Anıl'ı oradaki sedyeye yatırdık. Ben Anıl'ın elini tutup beklerken Ozan da çıkışımızı kolaylaştırmak için acil servis ücretini ödemeye gitti. Kardeşimin hastane masrafını o ödediği için gurur yapıp onunla bir tartışmaya giremeyecek kadar üzgün hissediyordum. Her zaman dilediğim şeylerden birisi de eğer bu hayatta acı çekmek zorunluysa Anıl'ın acılarının da bana verilmesiydi. Ben bu yükü göğüslemeye hazırdım. Fakat canımdan bir parçayı bu halde görmek çok kötü bir histi.

Anıl'ın ateşi yavaş yavaş düşmeye başlayınca doktor taburcu olmamızdan önce bir reçete ve okulu için rapor yazdı. Eve dönmek için arabaya geçtik. Anıl'ı arka koltuğa başı kucağıma gelecek şekilde yatırdık. Ozan ev yolunda nöbetçi eczaneye uğrayıp doktorun yazdığı ilaçları aldı. Benim hatırıma Anıl'la ilgileniyor gibi gözükmüyordu. Kardeşimi kardeşi gibi seviyordu. Bu yüzden yüzümü yola çevirip birkaç gözyaşının çeneme doğru yuvarlanmasına izin verdim. Üzüntü gözyaşları değildi bunlar. Sevdiğim adama karşı olan duygularımın bir dışavurumuydu.

Eve geldiğimizde Ozan ben bir şey demeden sonunda hastalığı hafiflediği için biraz daha rahatça uyuklayan Anıl'ı kucakladı. Eve geçip Anıl'ı yatağına yatırdıktan sonra Ozan onun başındayken Necla teyzeye haber vermeye gittim.

Kapıyı yine Arzu abla açtı. Daha onunla konuşamadan Necla teyze koşuşturarak içerden geldi.

"Ne yaptınız kızım? Daha iyi mi çocuk?" Necla teyzenin evladı hastalanmış gibi endişelendiğini görünce kalbim bu insanlara duyduğum sevgiden patlayacaktı neredeyse.

Canım annem ve canım teyzem... Biz emin ellerdeyiz.

"Bir iğne yaptılar. Ateşi falan düştü. Uyuyakaldı şimdi. İlaçlarını da aldık. Yarın sabahtan içiririm. Burcu ablaya da yarın haber verip raporunu okula götürürüm. Beş günlük rapor yazdı doktor." Yaptığım açıklama karşısında ikisi de bayağı rahatladı.

"Sevgilin de sizinle kalsın. Gece bir şey olursa başınızda olsun," dedi Arzu abla gülümseyerek. Başımıza bir şey geleceğinden veya bizim durumu halledemeyeceğimizden söylememişti bunu. Sevgilimle de zaman geçirmek istediğimi görüyor ve yaşı bana daha yakın olduğu için anlayabiliyordu halimi.

"Arzu haklı. Kalsın, kalsın." Necla teyze asıl kalma amacını göremeden kabul etti bir anne edasıyla. Onun bu haline gülümsemeden edemedim.

"Sınav haftamızdayız. Onun çok yorucu geçiyor sınavları. Çok zor bölümü. O yüzden bugünlük eve göndereceğim. Hastanede de çok ilgilendi zaten. Çok yoruldu," dedim sevgilime olan yoğun duygularımın beni o an ele geçirmesinden korkarak.

"Saygılı, ilgili, iyi yetişmiş delikanlı. Nasıl da seviyor sizi, maşallah. Belli sana bakışlarından." Necla teyzenin gözleri doldu birden. "Deniz de görebilseydi bu günleri. Yuvadan uçup gittiğinde gözlerim açık gitmeyecek, kızım." Kendimi birden Necla teyzenin kollarında buldum. Anıl'ın rahatsızlanması hepimize yoğun gelmiş olmalıydı. Normalde karşılaştığım bir davranış değildi bu çünkü. Normalde rahmetli teyzemin lafı açılmazdı.

"Anne, kızı akşam akşam boğma," dedi Arzu abla.

"Aman, tamam." Necla teyze geri çekildi hemen. "Tamam. Hadi sen yolcu et damadı. Yarın da sabahtan gelirim ben. Çocuğu rahatsız etme buraya kadar," dedi yüzündeki gözyaşı kalıntılarını silerek.

"Hayırlı akşamlar," deyip eve döndüm. Eve girince derin bir nefes aldım.

Ozan, Anıl'ın odasından çıkıp yanıma geldi hemen. Belimden tutup beni kendine çekti. Tek kelime bile etmeden orada öylece durup sarıldık birbirimize. Şu an ikamet ettiğim evde olabilirdik ama yuvam onun kollarının arasıydı şüphesiz. Koşulsuz sevgiyi biliyordum. Kan bağıyla alakası yoktu benim için bu konunun. Annem, Anıl, teyzem, Mehir, Umut... Koşulsuz seviyordum. Fakat Ozan'a ait içimdeki bu duyguları tarif edemezdim. Koşulsuz sevgiden daha da fazlasıydı. Kendime bile açıklayamazdım artık.

Geri çekildik. Beni sıkıca kolları arasında tutarken iki elimi de yüzüne koyup gözlerinin içine baktım. Onu benim için yaptığı şeyler dolayısıyla sevmiyordum. Gerçek sevgi böyle bir şey değildi zaten. Birisini size yararı var diye sevmek çok düşük bir noktaydı kişinin insanlığı için. Ben Ozan'ı tam olarak o olduğu için seviyordum. Nezaketi, utangaçlığı, disiplini, dürüstlüğü, ilgisi, sevgisi, arkadaşlığı... Her şeyiyle seviyordum. Onu sevmek çok doğal geliyordu. Nefes almak gibi istemsizceydi benim için.

"Seni çok seviyorum," dedim gözlerimin yeniden dolmasına engel olamayarak. Çok kırılgan hissettiğim birkaç saat geçirmiştim. Mehir'in düşündüğü gibi başkalarının önünde ağlamayı güçsüzlük olarak görmüyordum. Bu yüzden en sonunda dayanamayıp ağlamaya başladım. Ağlıyor olmamın onu çaresizleştirdiğini görünce uzanıp kesik kesik öpücükler kondurdum dudağına. Ağlamam karşısında ne yapacağını bilemiyor olmalıydı. Çünkü ağlamam için elle tutulur bir nedenim yoktu şu an. Ellerim, yüzünden göğsüne kaydığında başımı da göğsüne yasladım. "İyi ki benimlesin artık."

Aşk, kavuşamazsan gerçektir derlerdi. Bizim hikayemizin bir anda yükselip sonra kaybedilen anlık bir hazdan daha fazlası olduğunu biliyordum bu sebeple. Başta sahip olduğumuzun o romanlarda anlatılan aşk olduğunu düşünüyordum. Fakat şu an fikirlerim daha farklıydı. Sevgi kalıcıydı. Sevgi aşk kadar kolay değildi. Bir ilişkide sevgi için emek vermen gerekirdi çünkü. Sevgiyi saygıyla, ilgiyle desteklemek gerekirdi ve bu da harcadığın emek demekti aslında. Ve belki de sevgiyi kalıcı yapan şey de tam olarak buydu.

"Sevdiğim," dedi saçlarımı okşayarak. Bir süre öylece durduk. Gözyaşlarım dokunuşlarıyla sakinleştiğinde kafamı kaldırıp ona baktım. Eli hâlâ saçımdaydı.

"Burada kalmayı düşündüğünü biliyorum. Bizi bırakmak istemiyorsun ama çok yoruldun bugün. Yarınki sınavlarına bile çalışamadın. Lütfen eve git. En azından biraz dinlen." İtiraz edecek gibi olduğunda devam ettim. "Cuma günü gelirsin. Bütün hafta sonunu birlikte geçiririz. Anıl da o zamana kadar biraz daha toparlamış olur."

"Sabah seni almaya gelirim o zaman." Beni bırakmamak için çırpınışları karşısında gülümsemeden edemedim.

"Sevgilim. Sen sınavdayken benim sınavım daha yeni başlayacaktı. Sınav programımıza bakmıştık ya hani," dedim anlayışlı bir ifadeyle. Bunu unuttuğu için ofladı. "Ben yarın Anıl'ı Necla teyzeye emanet edip taksiyle gelirim. Sınav haftamızı da atlattıktan sonra birlikte sakin bir yere gideriz ikimiz." Bu hafta sonu için bir yerlere kaçma planımızı ertelemek zorundaydık. İptal etmiyorduk sonuçta ama. O yüzden üzülmemiz için bir gerek olmadığı güvencesini vermeye çalıştım ona dokunuşlarımla.

"Şu kapıdan çıkar çıkmaz seni özlemeye başlayacağım," diye mırıldandı. Ne demek istediğini biliyordum. Söylemediği şeyleri de anlıyordum. Cicim aylarımızda en azından dip dibe olmak istiyorduk ikimiz de. Yeni kavuşmuş olmamızın tadını çıkarmak istiyorduk. Sonra birbirimize alıştıkça bu hissiyatın sakinleşeceğini de biliyordum. Birbirimizi çok seviyor olmamız o noktada birbirimizin hayatlarına da alışıp ortak bir hayat kurmamıza engel olmayacaktı. Fakat ne yazık ki bazen hayat böyle beklenmedik şeyler getirebiliyordu önümüze. Açıkçası bizim de bu sürecimizi çok iyi idare ettiğimize inanıyordum.

"Eve varınca bana haber ver lütfen." Başıyla onayladı. Sonra eğilip bana son bir öpücük verdi. Kapıdan çıkıp arabasına binip gidişini izledim. 

Continue Reading

You'll Also Like

2.7K 1.5K 40
İki Yaralı İnsanın Çok Acı Çekip Mutlu Olması Ve Onların Aşk Meyvesinin Hayat Hikayesi
833K 57.9K 35
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
540K 37.9K 43
Aysu istemezken Asaf inat ederken bakalım kim galip gelecek ? Kiraz Mahallesi yine bir sevda peşinde gelin hep beraber tanık olalım. Başlama Tarihi:...
114K 30.8K 56
(İki kitap tek bir kitap içerisinde yer almaktadır. Ek olarak bir başka kitap paylaşmak yerine buradan devam ettim, keyifli okumalar dilerim ^^) Bir...