Pamuk Öğretmen

Av yazmadanduramayan

801 76 8

"Pamuk, bir şey mi oldu? İstanbul da olduğunu bilmiyordum." dediğinde ellerimle oynamaya başladım. Onu beklem... Mer

Tanıtım
1. BÖLÜM "Koca Meraklısı Değilim!"
2. BÖLÜM "Cesaretsiz Bir Kadının Kalbi"
3. BÖLÜM "Mustafa Kemaller..."
5. BÖLÜM "Sadece Bir Nikah "
6. BÖLÜM "Bir Bebek"
7. BÖLÜM "Beni Sevme Ama Yaşa!"
8. BÖLÜM "Tensel Çekim"

4. BÖLÜM "Sana Kaçtım!"

106 9 3
Av yazmadanduramayan

Not: Bu hikayedeki tüm karakterler, yerler ve olaylar sadece hayal ürünüdür. Herhangi bir kimseyle, resmi ya da özel kurumla kesinlikle hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır.

Oysa insan,
kalbinde
gizlediklediklerinden
ibaretti.

4. Bölüm

Kendimi en sevmediğim zamanlar insanların karşısında güçsüz düştüğüm zamanlardı. Tıpkı şimdi de olduğu gibi ...

Bir hastane odasında tavandaki ışığı izlerken oldukça gergindim. Sebebi ise şuydu. Yatağımın kenarındaki koltuğa oturmuş kestane şekerlerini bir bir ağzına atan Rabia'nın inanılmaz rahatlığı.. Birkaç dakika önce annemi aramış ve benim yaralandığımı söylemişti. Sonuç ise annemin buraya geliyor olmasıydı, üstelik beni götürmek için.

Yaşananlardan sonra geceyi hastane geçirmiştim. Kurşun yarası göğsümle sağ omzum arasında bir yere girmiş ve oradan geri çıkmıştı. Bu yüzden ağır bir yarası yoktu, sadece o bölgedeki kaslarımı ve sinirlerimi zedelediği ilaç tedavisine başlamışlardı, bir de açılan deliği dikmişlerdi. Böyle kolay anlattığıma bakmayın hayatım boyunca ilk defa kurşun yiyordum ve canımdan can gitmişti. Olayların üstünden bir gece geçmişti ve ağrılarım hala katlanılmaz derecede canımı yakıyordu.

Bu sabah polisler gelip ifademi almışlardı ve okulun mühürlendiğini söylemişlerdi. Anlayacağınız işsiz, beş parasız kalmıştım ve bunun sonucunda annemle birlikte tıpış tıpış köye dönmemeyi umuyordum.

"Ya tamam artık Pamuk, bakma şöyle! Ne var anneni arayıp vurulduğunu söylediysem?"

Gözlerimi devirdim, ne mi vardı? "Rabia, kadın az kalsın kalpten gidecekmiş, telefonda bana neler söyledi biliyor musun?" sıkıntıyla başımı iki yana salladım. "Şimdi geliyor ya , beni burada bırakıp hayatta dönmez. Sağolasın, olan her şeyi hiçbir ayrıntıyı atlamadan anlattığın için işsiz kaldığımı da biliyor. Üstelik sınava çok az bir zaman kaldı, bunca emeğimi nasıl heba ederim. Ne yapacağımı bilmiyorum."

Rabia mahcup bir bakış atıp elindeki kestane şekerini uzattı." Buluruz bir yolunu Pamuğum. Hem doktor iki günden önce hasteneden çıkamayacağını söyledi duymadın mı?"

Uzattığı kestane şekerinden alıp ağzıma attım, tadı gerçekten çok güzeldi. "Evet öyle ama annemin ikna olacağını hiç sanmıyorum. Biliyorsun birkaç aydır maddi olarak büyük sıkıntıdayım ve annemde bunu biliyor. Eminim ki tek isteği beni buradan götürüp evlendirmek! Benim evlenmem konusunda neden bu kadar istekli anlayamıyorum."

Sıkıntıyla iç çekip bakışlarımı tavana çevirdiğim sırada Rabia, kestane şekerinin poşetini masanın üzerine koydu. Bunu çıkardığı seslerden anlamıştım. "Kuzum," dedi, sakince. "Aslına bakarsan annen bir yandan haklı. Başka bir şehirde çok zor şartlar altında yaşamaya çalışıyorsun ve tek başınasın. Üstelik mutlu değilsin. Annenin aklının sende kalması sence de çok normal değil mi? Köye gitmeyeceğini bildiği için de hayırlısıyla evlenip bir düzen kurmanı, yalnız olmamanı, arkanda sana destek olacak birilerinin olmasını istiyor."

Tavandan sarkan küçük avizeyi izlerken Rabia'nın dediklerini düşündüm. Olaya bu taraftan bakınca hak vermeden edemiyordum ama ben Aslan'ı seviyordum. Onun benimle evlenmeyi bırak, beni görmeye bile tahammülü olmadığını biliyordum.

Hoş o beni istese de artık gururumu ezip ona gitmezdim. Evet kalbimdeki yeri bambaşkaydı ama bana yar olmayacağını, beni mutlu etmeyeceğini biliyordum. Üstelik nişanlanacağını söylemişti. Onu yakın zamanda görmek bana hiç iyi gelmemişti. Bütün bunlar gün gibi ortada iken nasıl başka birisiyle evlenebilirdim, kendimi geçtim karşındakine büyük bir haksızlık yapmış olmayacak mıydım?

Olacaktım.

"Bilmiyorum Rabia. Aklım karmakarışık, öyle bile olsa evlenmek dediğin pat diye olacak bir şey değil ki?

"Kimse sana pat diye evlen demiyor ki. En azından gelecek planlarının arasına al. Biriyle konuş, sana göre olup olmadığına görüşerek karar ver. " derin bir iç çekti. "Çok güzel bir kadınsın, bir de bana baksana? Değil erkek , yanımdan erkek sinek bile geçmiyor."

Onun bu dediğiyle gülüşüme engel olamadım. Biraz fazla güldüğüm için omzumdaki yara acımıştı. Neyse ki ağrı kesicilerin etkisi oldukça fazlaydı. Aslında böyle düşünmesi yanlıştı çünkü Rabia gerçekten çok güzel bir kadındı. Uzun sarı saçları dalga dalga omzuna dökülüyor ve uzaktan bakıldığında pürüzsüz yumuşak bir ipeği andırıyordu. Renkli gözleri ve beyaz teni, küçük burnu, biçimli kaşlarıyla çok güzel bir kadındı.

Rabia da bana bakıp gülmeye devam ederken ona ne kadar güzel olduğunu söylemek için dudaklarımı araladım fakat o an başka bir şey dikkatimi çekti. Kapının yanında duran bir gölge...

Bakışlarım ayaklarından yukarı doğru çıkıp mavi okyanuslarıyla karşılaştığında gülüşüm dudaklarımda söndü. Ne kadar zamandır oradaydı? Konuştuklarımızı duymuş muydu?

Üniformaları üzerinde değildi. Siyah bir kot pantolon üzerine koyu mavi bir gömlek giymişti. Gömlek , bedenini sıkıca sarmış kol kaslarını ortaya çıkarmıştı. Kahverengi saçlarının geriye doğru taramıştı ve birkaç tel alnına gelişigüzel yayılmıştı. İlk defa onu bu kadar derin incelediğimin farkına vardım. Bu yaptığımdan rahatsız olarak bakışlarımı kaçırdığımda Kürşad yaslandığı kapıdan ayrıldı ve boğazını hafifçe temizleyerek konuştu. "Gelebilir miyim?"

Rabia sesin geldiği tarafa baktığında Kürşad'ı gördü ve sırıtarak bana baktı. "Ben bir annemi arayayım." dedikten sonra oturduğu yerden kalktı ve odadan çıktı. Şimdi Kürşad'la baş başa kalmıştık.

"Tabi, lütfen!" Sesimin mahçup çıkmasını önleyemedim. Kürşad başını sallayıp bana doğru geldi ve az önce Rabia'nın kalktığı yere oturdu. O an elinde tuttuğu çiçekleri fark ettim. Bir sürü papatya vardı, çok güzel görünüyordu. Büyük ellerinin arasına aldığı papatya buketi ona tezat bir görüntü ortaya sunuyordu.

Papatyalara baktığımı fark ederek elindeki buketi bana doğru uzattı. "Öğretmenler günün kutlu olsun Pamuk. Bugün öğretmenler günü değil belki ama sen çok güzel bir öğretmensin. Bizzat şahit oldum. Ayrıca ben hasta ziyaretlerini hiç sevmem!" dediğinde gülümsedim ve utanarak uzattığı buketi almak için elimi uzattım. Bugün öğretmenler günü değildi ve o bu papatyaları bana geçmiş olsun hediyesi olarak vermek yerine farklı bir anlam katarak vermişti... Ne kadar ince bir düşünceydi. Sert görüntüsünün arkasında ince düşünceli bir adam olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Biz insanların sadece dış görünüşünü saydam bir şekilde görür, konuştuklarında anlam çıkarmaya, tanımaya çalışırdık. Oysa insan kalbinde gizlediklediklerinden ibaretti.

"Teşekkür ederim. " Papatyaları elinden alıp kokladım, çok güzel korkuyorlardı. "Çok güzeller. Biliyor musun benim en sevdiğim çiçekleri almışsın."

O da gülümsedi. "Nasılsın?"

"Biraz ağrım var tabi ama gayet iyi hissediyorum. Ayrıca söylemek istiyorum sen de en az benim kadar iyisin. Yani mesleğinde.. demek istediğim iyi bir askersin."

Dudaklarındaki hafif tebessüm büyüdü büyüdü büyüdü... Güzel gülüyordu. Tüm erkekleri kıskandıracak, bütün kadınları hayran bırakacak kadar yakışıklıydı. Kusursuz yüz hatlarına okyanus mavisi gözleri ve gülümsemesi eklenince gerçekten çok güzel bir adamdı. Aslan'ı sevmiyor olsaydım ona aşık olacağıma emindim. Çünkü gerçekten çok yakışıklıydı.

"Biliyorum ama yinede teşekkürler."

"Ukala!" diye çemkirdim, güldü. Güzel bir şey söylemeye gelmiyordu, yine cinlerimi tepeme çıkarmaya başlamıştı. "Pamuk!" dedi gözlerime bakmaya devam ederken. Bir anda yüzüne ciddi bir ifade yerleşti. "Sana söylemek istediğim bir şey var. " Kaşlarım merakla havaya kalkarken yerimde hafifçe doğrulup sırtımı iyice yatağın başlığına yasladım. "Aslında bir teklif?" Elini alnına götürüp ovuşturdu, gergindi. Söyleyeceği şey her ne ise çekiniyor olmalıydı. Evet çekiniyordu. Bir erkeğin çekingen olmasının kulağa komik geldiğinin farkındaydım ama o hem oldukça sert hemde zaman zaman çekingen bir adamdı, belki de bana özeldi.

"Nasıl bir teklif?" Meraklı yanım içerden beni dürterken, mantıklı yanım pek hoşuma gidecek bir şey olmadığını söylüyordu.

"Beni yanlış anlamanı istemiyorum. Nasıl söyleyeceğimi de bilmiyorum ama..." duraksadı, üzerindeki gerginliği buradan hissetmiştim. Kasları iyice kasılmış, gömlekten dışarı çıkmak isteyecek kadar irileşmişti. Avuçlarını pantolonun üstünden dizine sürterek bana biraz daha yaklaştı. Şimdi mavi gözlerini daha yakından görüyordum ve işte yine aynı şey oluyordu. Görünmez büyülü bir duman süzülerek benim gözlerime ulaşıyor, oradan tüm bedenime girerek üzerimde inanılmaz bir etki bırakıyordu.

"Söyler misin, artık?" Gerginliği bana da bulaştığında kaşlarımı çattım. Tamam, biliyorum ben gerçekten çekilmez ve her zaman öfkeli bir insanım.

"Pamuk, benimle evlen!..."

"Ne?" Gözlerim şaşkınlıkla iri iri açılırken ilk kez bir evlilik teklifi alıyordum. Bu hastane odasında olmamalıydı.

"Başa döndüğümüze inanamıyorum." Gözlerimi devirerek ona baktım. "Sana yeterince açık olduğumu düşünmüştüm."

"Öyle değil. Gerçek bir evlilik olmayacak. Sadece kağıt üstünde." Sandalyesini çekip iyice bana yaklaştı. "Pamuk, annemin evlilik ısrarlarına dayanamıyorum artık, onu üzmek istemediğim için sessiz kalıyorum."

Hayretle yerimde doğrulduğumda ani hareketim canımı yakmıştı. "Sen ne dediğinin farkında bile değilsin, bütün bu söylediklerinden banane!"

"Biraz önce Rabia ile konuşmalarınıza kulak misafiri oldum, köye gitmek istemediğini biliyorum. Bak Pamuk, ben mesleğim gereği hayatımın büyük çoğunluğunu dağlarda gezerek geçiriyorum. Hayatıma birini alamam, benimle evlenen kadın benimle evlenmiş olmayacak. Onu bekleyen tek şey kocaman bir yalnızlık olacak. Sınava girmek istediğini biliyorum, bu süreçte sana tüm desteğimi sunacağım birlikte bile yaşamayacağız, sadece kağıt üstünde olacak, bir süre sonra ise anlaşamıyoruz deyip ayrılacağız."

Başımı iki yana salladım. "Benden ne istediğinin farkında mısın Kürşad!" Anlattıkları bir masaldan ibaretti sadece, böyle bir şeyi bana söylemesi bile yanlıştı. Asla kabul etmeyecektim. "Ne kadar basit bir şeymiş gibi konuşuyorsun. Ekmek yemek , su içmek gibi... Öyle bir şey değil bu. Boşananlar için bizim köyde söylenenleri bilmiyorsun. Oysa olan hep kadınlara oluyor , tabi siz erkeklerde böyle rahatça konuşabiliyorsunuz."

Kürşad kendini anlatamıyormuş gibi sıkıntılı bir nefes aldı. Elini alnına götürüp bir süre bekledi, belki düşündü sonra mavi gözlerini tekrar bana çevirdi. "Annem ileri derecede kalp hastası Pamuk , ölmeden önce benden son istediğini yapmak istiyorum."

"Annen için üzgünüm. Ama neden beni seçtin Kürşad. Bana aşık olduğunu düşünmeye başlıyorum, haberin olsun." dedim eğlenerek. Aslında eğlenmekten yoksun bir acı vardı kalbimde. Kürşad'ın bakışları değişti bir anda . Mavi gözleri yine sert bir ifadeye büründü.

"Sana aşık değilim. Sizin eve geldiğimiz gün sen bana söylemeseydin , ben sana söyleyecektim evlenmek istemediğimi ama karşıma geçip alay eder gibi konuşunca sinirlendim."

"Alay etmedim." diyerek araya girdim. "Sana açıkça nedenlerimi anlattım sadece."

"Her neyse." dedi rahatsızca oturduğu sandelyeden kalkarak. Odanın içinde yürümeye başladığında tekrar konuştu. " Sonra dün karşılaştığımızda verdim bu kararı. Seni seçtim çünkü.." duraksadı , attığı sert adımlar odada yankılanırken kulaklarımı tırmalayan bir gürültü oluştu. "Beni sevmiyorsun." Yutkundum. "Sana dokunduğumda miden bulandı." Ses tonu gizli bir hayal kırıklığını barındırıken bana yansıtmamak için uğraştı. Beni denemek için mi sarılmıştı yani? Sanmıyordum, o çok inatçı bir adamdı. " Sebebi ne bilmiyorum ama benden nefret ettiğini düşünüyorum, çok öfkelisin! Beni sevme ihtimalin sıfırken boşanırken bana zorluk çıkartmazsın, hem bu bana bağlanmazsın , bu işin sonunda üzülmesin demek. Sınava hazırlanman için ne gerekiyorsa maddi manevi karşılamaya hazırım. Karşılığında da kağıt üstünde bir imza istiyorum. Atandıktan bir süre sonra anlaşamadığımızı söyleyip boşanırız. Böylece köye dönmek zorunda olmazsın, bende annemin isteğini yerine getirmiş olacağım, yani her şey karşılıklı."

Konuşması bitince sustu. Bir süre sessizlik aramızda gezindi durdu. Söylediklerini düşündüğümde kısmen ona hak vermiştim. Benim açımdan müthiş bir fırsattı, artık annem de bana sürekli birisini bulmaktan vazgeçerdi. Ona bağlanmayacağımdan , üzülmeyeceğimden emindi. Peki ya o, o bu işin sonunda tüm bunları hissetmeyeceğinden emin miydi?

Ben kendimden emin olamazken, Kürşad kendinden emin miydi?

Cevap, tam bir muammaydı.

"Hayır!" dedim tüm düşüncelerimin aksine "Bunu kabul etmiyorum. Resmen beni satın almak istiyorsun?"

Kürşad hayretle bana baktı. "Böyle düşündüğüne inanamıyorum!" Şaşkın görünüyordu, söylediklerime inanamıyormuş gibi bakmaya devam ederken omuzlarımı silktim. "Sana güvenmiyorum."

"Yine de bir kez düşünmeni istiyorum Pamuk. Hastanede , henüz iyileşmişken seni böyle yorduğum için üzgünüm ama yarın için bir görev emri geldi ve ne kadar süreceğini, nerede olacağımı bilmiyorum." Cebinden çıkardığı bir kağıdı masanın üzerine bıraktı. "Burada telefon numaram yazılı. Lütfen düşün ve eğer olumlu bir karar verirsen bana mesaj at!"

Söylediklerinin ciddiliğini yeni yeni kavrarken onunla evlenmek kalbimde bir heyelan yarattı. "Sana mesaj atmayacağım Kürşad!" Kararlı ifadem pes etmesine neden olurken "Peki, Pamuk!" diye mırıldandı. Tam o sırada kapıdan içeri giren annemin telaşlı sesi doldu odaya. Koşarak yanıma gelip dikkatlica sarıldı. "Kuzum, canım yavrum. Nasılsın , iyi misin?"

Elleri usulca saçlarımı, yanaklarımı okşadı."İyiyim annem , merak etme!" tek kolumla ona sarılmaya çalışırken rahat bir nefes verdiğini işittim. "Oh, Allah'ıma bin şükür, hep nazar bunlar. Kem gözleri çıksın inşallah!" dediğinde güldüm.

Annem benden ayrıldığında Kürşad'ı yeni fark ederek ona döndü. Baştan ayağı incelediğinde Kürşad'ın gerginliği had safhadaydı, birazdan patlayıp etrafa dağılacakmış gibi duruyordu.

"Geçmiş olsun, ben gideyim artık." dedi annemin çatık kaşlarına bakarak. Aceleyle başımı salladım. "Hoşçakal."

Birkaç saniye gözleri, gözlerime değdi , sonra arkasını döndü ve odadan çıktı. Nedense onu bunun son görüşüm olduğunu düşünmek beni hayal kırıklığına uğrattı. Kalbim sızladı ama umursamamayı seçtim.

"Semiha'nın oğlu değil miydi o? Ne işi varmış burada?" Annemin öfkeli sesi beni şaşırtırken kaşlarımı havaya kaldırdım.

"Geçmiş olsun demek istemiş." diye fısıldadım. Oysa gidişi aklıma binbir türlü soru işareti bırakmıştı.

+++

1 Hafta Sonra

"Anne!" diye bağırarak mutfaktan içeri girdi küçük kız. Annesi , anneannesiyle birlikte oturmuş kahve içiyordu. Hafta sonu için anneannesiyle , dedesini ziyarete gelmişlerdi.

"Anne, Sinem beni çağırıyor, bahçeye gidebilir miyim? Bir sürü oyuncak getirmiş." Ayşe Hanım masum gözlerle bakan kızına kıyamayıp önünde sonunda izin vereceğini bilse de yine de itiraz etti. "Olmaz Pamuk, dışarısı çok sıcak güneş çarpar. Zaten çok çabuk hastalanıyorsun. En iyisi Sinem'i buraya çağır."

Pamuk dudaklarını büzdü, ağlamak üzereydi. "Ama anne Sinem buraya gelince abim gürültü yapıyoruz diye kızıyor bize."

Ayşe Hanım içini çekti, bu hayatta sahip olduğu en kıymetli şey evlatlarıydı. Pamuğun gözlerinin dolmaya başlaması tüm gardını indirmişti. "İyi tamam. Gidebilirsin ama çağırdığımda 'gelmeyeceğim' diye ağlarsan bir daha asla göndermem!"

Pamuk sevinçle yerinde zıplayarak annesinin yanağından öptü, sonra anneanesinin yanına geldi, yanaklarına küçük ellerini uzatıp onu da öptü ve koşarak mutfaktan dışarı çıktı. Az önce televizyon izlediği koltukta yalnız kalan Pıtır'ı gördü. Pembe tavşancık, Pamuk'un gözüne çok üzgün görünmüştü. Hemen onu kucağına aldı ve pembe uzun kulaklarının üzerinden başını okşadı. "Özür dilerim Pıtır, seni yalnız bıraktım ama şimdi çok eğleneceğimiz bir yere gidiyoruz." oyuncak tavşanının yanağına küçük bir öpücük bıraktı. "Sıkı tutun , uçuyoruz." diye bağırdı , tıpkı babasının işten geldiğinde onu kucağına alıp götürdüğü gibi. Gülerek dış kapıdan bahçeye çıktığında Sinem'i göremedi. Odanın penceresinin altından onunla konuştuğunu hatırlayınca biraz yürümeye karar verdi.

Biraz sonra durduğunda etrafına bakındı ve işte Sinem oradaydı. Ama bir dakika yanında başka biri vardı. Derenin kenarındaki çimlerin üzerine oturmuşlar elindeki bebeklerle oynuyorlardı.

Pamuk onu bulmanın sevinciyle yanlarına gitti ama Sinem onunla başka zaman oynayacağını şu anda Mete'yle evcilik oynadıklarını söyledi. Pamuk ne kadar ısrar etse de Sinem onu oyuna almamış ve bir de deredeki suyla en sevdiği elbisesini ıslatmıştı.

"Sana küstüm. Bir daha beni oynamak için çağırma, seninle oynamayacağım!" dedi bir çocuğun sahip olabileceği o masum öfkeyle. Sinem omuz silkti. "Oynamazsan oynama benim burada bir sürü arkadaşım var zaten!"

Pamuk ağlayarak oradan uzaklaştığında "Benim burada hiç arkadaşım yok, değil mi Pıtır?" diyerek tavşanına daha çok sarıldı. Biraz yürüdükten sonra küçük ayakları yorulduğu için mahalledeki evlerden birinin kapısının önündeki merdivenlerine oturdu. Biraz dinlenmesi iyi olacaktı.

Bir süre o küçük kapının önündeki merdivenlerde oturup pembe oyuncak tavşanı Pıtır'la konuştu. Her üzüldüğünde yaptığı gibi yine onunla dertleşti, küçük elleriyle sımsıkı sarıldı.

Uzaklardan bir hıçkırık sesi duyduğunda "Ağlama Pıtır!" dedi üzülerek ve Pıtır'a tekrar sımsıkı sarıldı. "Biliyorum, bana üzüldüğün için ağlıyorsun ama sen ağladığında ben daha çok üzülüyorum."

Ağlama sesine tekrar duyduğunda bu sefer hıçkırıktan daha fazlası geldi kulaklarına o an çocuk aklı ağlayanın Pıtır olmadığını ancak anladı. Kendini güvende hissetmek ve korkmamak için Pıtır'a biraz daha sarıldı, usulca yerinden kalktı ve duyduğu sesi takip etti. Çok değil iki kapı ileride bir erkek çocuğunun kapının önüne oturup ağladığını gördü. Biraz daha sarıldı Pıtır'a ve çekingen adımlarla çocuğun yanına ilerledi "Merhaba." dedi cılız bir sesle. Çocuk başını kaldırıp Pamuk'a baktığında, mavi gözlerinin yaşlarla dolmuş olduğunu fark etti Pamuk ve onun için üzüldü. Üzüldüğünde insanların çok kötü hissettiğini biliyordu çünkü biraz önce Sinem onu oyna almadığı zaman o da aynı şeyleri hissetmişti. Şimdi ise bu mavi gözlü çocuğa yardım etmek istiyordu. Çocuk gözlerinden düşen yaşları sildi ve "Merhaba."dedi ağlamaklı sesiyle.

"Neden ağlıyorsun?" Pamuk'un sorusu üzerine çocuk ağlamayı bırakmış yaşlı gözlerinin arasından Pamuk'a bakıyordu. Mavi gözlü çocuk oturduğu yerde kenara kayarak Pamuk'a oturması için yer açtı. "Biraz önce annemi hastaneye götürdüler, o yüzden ağlıyorum."

Mavi gözlü çocuğun annesi için üzülmüştü Pamuk çünkü çocuklar annelerini çok severdi, bunu biliyordu ve eğer kendi annesi de hastalanıp hastaneye gitseydi o da arkasından gitmek için ağlardı çünkü annesini çok seviyordu tıpkı diğer çocuklar gibi.

"Annem hastalanıp hastaneye gitseydi ben de çok ağlardım" diye itiraf etti masumca , sonra ekledi. "Ama üzülme , annen geri gelecektir." mavi gözlü çocuğun küçük gözleri ışıldadı."Gerçekten mi?" Heyecanlanmıştı. "Sen annemin geleceğini nereden biliyorsun, onunla konuştun mu?" Pamuk başını iki yana salladı. "Hayır, konuşmadım ama ben biliyorum çünkü anneler çocuklarını çok sever ve gitseler bile hep geri gelirler."

Bilmiş bilmiş konuşması mavi gözlü çocuğun önce şaşırmasına neden olsa da çocuk şimdi daha rahatlamış hissediyordu. Aslında bütün bunları biliyordu ama yinede karşısındaki küçük kız çocuğunun söyledikleri daha iyi hissettirmişti. Pamuk'a doğru döndü ve beyaz dişlerinin hepsini görünecek kadar kocaman gülümsedi. "Teşekkür ederim."

"Şimdi biraz iyi oldun mu Maviş?" Evet adını bilmediği ve gözlerini çok beğendiği için ona maviş demek istemişti. Mavi gözlü çocuk şaşırarak Pamuk'a baktı. "Maviş mi?" dedi şaşkınlıkla "Benim adım Maviş değil ki?"

Pamuk omuz silkti, adının ne olduğu artık önemli değildi. O artık Pamuk için sadece Mavişti. "Ben Maviş desem olur mu sana,çok sevdim çünkü, hem gözlerine bakarak buldum bu ismi!" Maviş birkez daha kocaman gülümsediğinde Pamuk da gülümsedi. Anneanesini ziyarete geldiğinde hep Maviş'le oynayacaktı, zaten Sinemi de sevmiyordu artık. " Tabiki diyebilirsin."

Pamuk , Maviş'in gülümsediğini görünce "Ağlaman geçmiş." dedikten sonra elindeki Pıtır'a baktı ve eğilip onun kulağına bir şeyler söyledi. Sonra kestane saçlarını geriye atarak Pıtır'ı kucağından kaldırdı ve Maviş'in kucağına bıraktı. "Ben üzüldüğümde ona sarılınca geçiyor. Sende annen gelene kadar ona sarılabilirsin."

"Sen..?" telaşlandı Maviş. "Sen gidecek misin?"

"Pamuk!" başını iki yana sallayarak tam gitmek istemediğini söyleyecekken annesinin ona seslendiğini duydu. "Gitmeliyim, annem çağırdığı zaman gitmediğimde bir daha dışarı çıkmama izin vermiyor. " Üzgün sesi onunda gitmek istemediğinin habercisiydi. Küçük eliyle Pıtır'ı işaret etti. "Annen gelene kadar senle kalabilir ama akşam olmadan getir. Ona sarılmadan uyuyamıyorum." Bu sefer küçük elleri arkasındaki bir yeri işaret etti. "Bak evimiz orası. Sen geldiğinde sana en sevdiğim beyaz çikolatalarımdan da veririm." Maviş'e doğru eğildi ve bir sır verir gibi fısıldadı. "Çikolatalarımı paylaşmayı sevmiyorum." Sonra da kendisini çağıran annesine gitmek için koşmaya başladı. Bu sanki Pamuk'un Maviş'in gelmesi için bıraktığı bir işaretti.

Maviş üzgündü, bu küçük kız çocuğunun biraz daha yanında kalmasını istiyordu. Ona küçük kız diyordu çünkü kendisi artık büyümüştü, iki gün sonra tam on yaşına girecekti. Pamuk olsa olsa beş yaşında küçük bir kız olabilirdi. Kaç defa gülümsediğini bilmeden bir kez daha gülümsedi Maviş, kucağındaki Pıtır'a sarıldı ve koşarak giden Pamuğun arkasında bağırdı. "Görüşelim, Pamuk şeker!"

***

Kulağıma dolan telefonun melodisiyle daldığım derin uykum hafif hafif dağılırken, gördüğüm rüyanın etkisiyle uyandım. Elimi başıma koyup ovuşturdum, şimdi neden o anları hatırlatacak bir rüya görmüştüm ki? Anlam veremedim ama üzülmeden de edemedim. O günden sonra ne Pıtır'ı bir daha çok görmüştüm ne de Mavişi. Hayatımın ilk hayal kırıklığını henüz beş yaşındayken yaşamıştım.

Küçük Pamuk'un sabaha kadar uyumadan pencerenin kenarında Pıtır'ı ve Maviş'i beklemiş olması , bana hala buruk bir hüzün yaşatıyordu.

Öyle ki, ben hala Maviş'in bir gün kucağında Pıtır'la bana geleceğine inanıyordum.

Daldığım düşüncelerimin arasına telefonumun melodisi tekrar sızdığında elime alarak arayan kişiye baktım, yabancı bir numaraydı.

"Efendim?" vakit kaybetmeden telefonu cevapladım, karşıdan bir kadın sesi duyuldu.

"Günaydın, Pamuk Şahin'le mi görüşüyorum?" diyerek teyit etmek istediğinde ona istediği cevabı verdim."Evet, benim."

"Öncelikle nasılsınız, Pamuk hanım?" İçime merak duygusu iyice yerleşirken bir an önce sadede gelsin istiyordum. Aceleyle sorusunu cevapladım. "İyiyim teşekkür ederim, ben kiminle görüşüyorum."

"Ben Hülya. Kardelen Okulları insan kaynakları departmanından arıyorum. Kurum sahibi müdürlerimizden Meriç Dinçer sizinle özel olarak görüşmek istiyor, müsait olduğunuz bir zamanı benimle paylaşırsanız randevu oluşturacağım."

Dudaklarım şaşkın bir balık gibi aralanırken , telefon kulağımda kalakaldım. Kardelen Okulları mı demişti o? Hani şu uluslararası eğitim veren, herkesin bildiği Kardelen Okulları mı?

"Pamuk Hanım?" Telefondan gelen ses cevap beklercesine aceleciyken kendimi toplamam birkac dakikamı almıştı. Şu an hayatımın ve kariyerimin en önemli görüşme teklifini almıştım, bu benim için kaçırılmaz bir fırsattı. "Tabi." dedim şaşkınlığım hala devam ederken boğazımı temizledim. "Ben memnun oldum Hülya Hanım. Çok teşekkür ediyorum öncelikle ve tabiki bende çok onur duyarım. Sizin içinde uygunsa önümüzde hafta müsaitim." Heyecandan elim ayağıma dolaşırken yataktan kalktım ve odanın ortasında zıplamaya başladım.

"Sizin gibi kahraman , mesleğine aşık bir öğretmeni asla kaçırmak istemeyiz."

Zıplamayı bırakıp tekrar yatağa oturdum. Beni tanıyorlar mıydı, aklıma garip bir şüphe düşerken bunu sorgulamamayı seçtim. "Ne zaman?"

"Hemen bu akşam."

"Ne?"

"Merak etmeyiniz, bütün giriş geliş ve konaklama masraflarınız şirketimiz tarafından karşılanacaktır. Ankara'dan İstanbul'a biletinizi hemen aldırıyorum. Uçağının akşam sekizde."

Şaşkınlıkla kadını dinlerken "Peki" deyiverdim.
"Teşekkür ederim."

"Biz teşekkür ederiz Pamuk Hanım. Kadromuza katılmanızı sabırsızlıkla bekliyoruz, iyi günler."

"Hoşçakalın." telefon kapandığında içim içime sığmıyordu. Kalbim bir serçe gibi uçarken yerinden çıkacakmış gibi hızlı hızlı atıyordu. Yere düşen yorganı yatağın üzerine atıp odadan çıktım, bu sevinçli haberi hemen annemle paylaşmalıydım.

Odamdan çıkıp mutfaga ilerlerken gelen bildirim sesiyle durdum. Rabia bir internet sitesinin linkini atmıştı. Girip çıkan habere baktığımda gördüğüm başlık gözlerimin iri iri açılmasına neden oldu.

"Kahraman Öğretmen Öğrencisi İçin Canını ortaya Koydu!"

Okulun bahçesinden içeriye doğru koştuğum fotoğrafı gördüğümde , bunu benden başka kimlerin gördüğünü merak ettim. Haberin içerine tıklayıp okumaya devam ettim.

Ankara ' da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı Şirinler Özel Kreş ve Gündüz Bakımevi sabah saatlerinde bir terör saldırına uğradı. İçerinde birçok öğrencinin ve öğretmenin bulunduğu okul kolluk kuvvetleri tarafından güvenceye alınsa da içeride saklanan zanlı K.Ş Otizmli bir öğrenciyi rehin alması üzerine çalışan öğretmenlerden Pamuk Şahin canı pahasına içeriye girdi ve öğrenci G.A kurtardı. Kahraman öğretmenimiz olay yerinde yaralandı. Tedavi gördüğü hastane bilinmezken oradaki askerler tarafından hastaneye götürülen öğretmenimizin durumunun iyi olduğu öğrenildi.

Sayfayı aşağı kaydırdığımda Kürşad'ın kucağında okuldan çıktığımız bir fotoğrafımızı da koymuşlardı. Üstelik yaralı olduğum çok belliydi, Kürşad'ın üzerine bulaşan kanım sansürleseler bile her şey apaçık ortadaydı. Elimi alnıma vurdum , bir bu haber eksikti. Babam ve abilerim görmüşler miydi acaba? Zaten annemi bir hafta burada tutabilmek için kılı kırk yarmıştım resmen.

Şimdi biraz önceki teklifin nedenini daha iyi anlıyordum. Telefonuma art arda gelen bildirimlerin çoğu da bu haberle ilgiliydi. Sosyal medyadan etiket ve yorum yapıp duruyorlardı. Takipçi sayımdaki artış çok fazlaydı.

Telefonu kapatıp ağır adımlarla Mutfağa girdiğimde annem bardaklara çay dolduruyordu. "Günaydın sultanım!" anneme sarılıp kocaman öptükten sonra masaya oturdum , Ayşe Sultan döktürmüştü yine.

"Günaydın kuzum, kolun nasıl, daha iyi değil mi?

Çatalın ucuna bir salatalık dilimi takıp ağzıma attım. "Çok daha iyi ,bak çatalı tutabiliyor."

"Anneyle alay edilmez, sıpa seni!"

Güldüm. "Anne , bu sabah beni kim aradı biliyor musun?" annem merakla oturduğu sandalyeden bana döndüğünde konuşmaya devam ettim. "Hani Kardelen Okulları vardı ya, hep anlatırdım sana." Annem başını salladı. "Şu İstanbul'da olan okul"

İçim kıpır kıpır sızlarken annemin vereceği tepkiden çekinerek az önceki konuşmayı anlattım. Annem sakince dinledikten sonra kaşları çatıldı. "Oraya gidebilmek için insanlar neler yapıyor. Beni onlar arayıp davet etti resmen. Geleceğim ve kariyerim için müthiş bir fırsat. Çok heyecanlıyım anne gitmek için sabırsızlanıyorum."

"Gitmeyeceksin Pamuk!"

"Nasıl?" İdrak edemedim önce, sonra elimdeki çatal masaya düştüğünde tabağa çarparak yankı yaptı. Bir gün gerçekleşmesini beklediğim hayalim büyük bir fırsatla önüme gelmişti ve annem gitmeyeceksin mi diyordu? Tabiki gidecektim, o görüşmeye gitmek için neleri feda edeceğimi beni tanıyan herkes bilirdi, annemde.

"Baban geliyor, bizi almak için. Eşyalarını topla bizimle birlikte köye dönüyorsun. Artık evlenip bir yuva kurana kadar dizimin dibinden ayrılmayacaksın. Bu olanlardan sonra senin tek başına bir yerlere gitmene ne ben ne de baban izin vermiyoruz."

Başımdan aşağı bir kova kaynar su dökseler bu kadar canımı yakmazdı sanırım. "Anne sen neden bahsediyorsun? Kariyerim , geleceğim , hayallerim diyorum, ne köye gitmesi."

Annem elindeki çatalı masaya gürültüyle bıraktı ve kırmızı boğa görmüş gibi öfkeyle ayağa kalktı. "Senden için vuruldu dediklerinde biz ne hissettik, düşündün mü bizi? Kızımın bir adamın kollarında kanlar içinde fotoğrafları tüm dünyaya yayılmışken bir anne olarak ben ne haldeyim görüyor musun Pamuk! Kalktığımdan beri telefonlarım durmadı, konu komşunun laf sokmalarını duymamak için hiçbirini açmadım."

"Sorun bu mu anne? El âlemin ne dediği? Karşında küçük bir çocuk varmış gibi davranıyorsun."

"Bu zamana kadar hep arkanda durduk, okumak istedin okuttuk, 'çalışacağım' dedin tamam dedik. Ama artık yeter kızım seni tek başına hiçbir yere göndermeyeceğim, dizimin dibinde olacaksın. Senin hayatın; hayallerinden de, kariyerinden de, geleceğinden de daha önemli. Son sözüm de budur! Eşyalarını topla baban geldiğinde çıkacağız!" deyip mutfaktan çıktığında arkasında kalakaldım. Öfkeyle yerindan kalkıp peşinden gittim.

"Anne ben o okula gideceğim. Kaç gece bunun hayaliyle uyumuşken şimdi nasıl reddederim. Neden bana bunu yapıyorsun?"

"Kararım kesin Pamuk. O kadar çok istiyorsan bul bir koca onunla git!"

Saçlarımın arasına ellerimi daldırıp çekiştirdiğimde kendimi kastığım için iyileşmekte olan yaram sızladı. "Ne kocaymış be, ben evlenmek istemiyorum anne önce bunu aklından çıkar! Ayrıca ben okula gideceğim kimse bunu engelleyemez! Sende bunu çok iyi biliyorsun!"

Elindeki askıları yatağın üzerine attı, tehlikeli bir sessizlikle bana döndüğünde gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığının parçaları kalbimi delik deşik etti. "Öyle mi?" bakışlarımı kaçırdım. " Bizi çiğneyip okulu seçeceksin yani?" Ağır ağır başını salladı. "Bunu yaparsan artık bir ailen yok bil kızım." Sert bir duvara çarpmış gibi sarsıldım, gözümden yaşlar süzülmeye başladığında arkası dönük anneme baktım ve usulca odadan çıkıp kendi odama girdim. Kapıyı kapatıp kilidini iki kere çevirdikten sonra kapıya sırtımı yaslayıp yere oturdum ve ağlamaya devam ettim.

O görüşmeye gidecektim, önüme gelen bu fırsatı göz göre itemezdim ama ailemi de kaybetmeye niyetim yoktu.

*****

"Sayın yolcularımız, uçağımız Sabiha Gökçen Havalimanı'na inişini gerçekleştirmiştir. Türk Hava Yolları'nı tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz."

Uçağın anonsu biter bitmez ayaklanan insanlara bakarak, uçağın boşalmasını bekledim. Derin derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye, heyecanımı bastırmayı denedim. Denedim diyorum çünkü hiç etkili olmuyordu.

Yanlış bir şey yapmadığımı hatırlattım kendime ve ayaklanarak uçağın çıkış kapısına doğru yürüdüm. Hayallerinin peşinden gitmek yanlış değildi, yasak değildi. Kendimi suçlamayacaktım. Anneme karşı gelip evden kaçmış olabilirdim ama burada istikbalim söz konusuydu. Ayrıca önemli bir ayrıntı daha vardı, ben kendi kararlarımı verebilecek bir yetişkindim. Çocuk değildim.

Annemin, özellikle de babamın evden kaçtığımı duyduğunda bana çok kızacağını biliyordum. Tamam , belki de evlatlıktan reddedeceklerdi ama ben kendimi affettirecek bir yol biliyordum. Beni bun onlar mecbur bırakmışlardı. Biraz tükürdüğünü yalamak deyimini uygulamalı olarak sizlere göstermiş olacaktım ama ona da katlanacaktık artık.

Valizim olmadığı için direk çıkış kapısına yöneldim. Evden markete diye çıktığım için üzerimdeki kıyafetlerim ve kol çantamın içine sıkıştırdığım birkaç makyaj malzemesi dışında yanıma bir şey alamamıştım. Uçağa binmeden önce Rabia'yı aramış tüm olanları anlatmıştım, sonuna kadar arkamda olduğunu söyleyip bana bir miktar para yollamıştı, geri verdiğimde kabul etmeyeceğini biliyordum bu yüzden işe girdikten sonra Zara'dan o çok istediği çantayı ona hediye edecektim.

Kapıdan çıktığım anda etrafımı saran kameralarla dumura uğradım, art arda gelen soruları algılayamayan beynim bir yana , gözüme gözüme çarpan flash ışıklarının patlayan sesi kulağıma işkence yapmakla meşguldü.

Saniyeler içinde ortasında kaldığım basın çemberinde etrafa ürkek bakışlar atarken ne yapacağımı bilemedim. Deli gibi çığlık atıp kendimi yerlere atmak istedim çünkü kulaklarımın zarı delinmişti. Kameraların beni çektiğini, yarın tüm manşetlerde boy boy fotoğraflarımın olacağını bildiğim için asilce ellerimle saçlarımı düzelttim ve gülümseyerek ilerlemeye çalıştım. Ee birkaç da güzel fotoğrafımız olmasın mı canım?

Biraz sonra kalabalığı yaran iri cüsseli dört adam anında etrafımı sarıp geçmem için yol açarken hızlıca oradan uzaklaştım.

Basın mensuplarından biraz uzaklaştığımda gördüğüm kişiyle adımlarım durdu, gördüklerime inanamıyordum. Topuklu ayakkabılarıyla zarif birkaç adım atıp yanıma geldiğinde elini uzattı. "Hoş geldin, Pamuk öğretmenim" Onu tanıyordum, tanımayan çok az kişi olduğuna da emindim. Çilem Dinçer. Kardelen okullarının kurucu ailesinin önemli kişilerindendi, aynı zamanda da çok iyi bir eğitimciydi.

"Hoş buldum, Çilem Hanım. Buraya kadar gelmeniz beni onore etti." dedim uzattığı elimi sıkarken. Çilem Hanım nazikçe tebessüm ettiğinde hayran olmamak elde değildi. Resmen zariflik ve asalet timsaliydi.

"Ah, lütfen bana Çilem de." dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Ne olsa artık Kardelen ailemize katılıyorsun." Tekrar tebessüm etti, güzel yüzü aydınlandı. "Tabi sende istersen. Ayrıca seni burada ağırlamaktan mutluluk duydum. Yaptığın gerçekten kahramanlık." Dediğinde utançla yanaklarımın hafifçe kızardığını hissettim. "Kahramanlık için yapmadım."

"Öyle olmadığına eminiz zaten. Kahramanlık için kimse kendini silahların önüne atmaz."

Bir erkek sesi araya karıştığında Çilem'le aynı anda başımızı çevirdik. Bir şok dalgası daha bütün bedenimi sardığında karşımda duran kişi , Meriç Dinçer'di. Çilem Hanımın kardeşi ve Kardelen Okulları'nın sorumlusuydu. Esmer teni, ay ışığında parlayan siyah saçları ve insanın içini ısıtan kehribar rengi gözleriyle tam karşımdaydı. Bedenine tam oturan takım elbisesiyle nefes kesici görünüyordu, itiraf etmeliyim ki kesinlikle sosyal medyada gördüğüm fotoğraflarından daha yakışıklı görünüyordu.

Tüm şansımı bu aralar tüketiyor olmalıydım, birden çok yakışıklı erkekle tanışmıştım. Bu benim gibi asosyal birisi için milat sayılabilirdi. Düşüncelerime dalıp gitmem ve alık alık adamı süzmem sebebiyle ortaya bir sessizlik hakimdi. Herkes benden cevap bekliyordu, ama dudaklarım bana ihanet etti , konuşmadı.

"Meriç" dedi elini sıkmam için bana uzattıktan sonra. Daldığım düşlerden uyanıp mahçupça ona baktım. "Elinizi sıkmasan beni yanlış anlar mısınız?" diye sordum masumca ve ekledim. "Dokunmayı ve birinin bana dokunmasını pek sevmiyorum, size özel değil ama tik gibi , vücudum ani tepkiler veriyor." Ah kesinlikle onların önünde kusmak istemiyordum.

Gülümseyerek elini çektiğinde "Sorun değil." dedi, şaşırdım. Alınmamıştı. Samimi bir yüz ifadesi takınıp ileride arabayı işaret etti. "Artık gidelim mi? Karnım çok aç, yoldan geldiğine göre senin de öyle olmalı."

Başımı salladım ve her şey çok normal gittiği için her an bir olumsuzlukla karşılaşmamayı diledim. Önde Meriç, arkasında Çilem ve ben arabaya doğru ilerlerken yan tarafımdan gelen bir hareketliliğin ardından biri koşarak yanımda geçip gitti. Giderken henüz yeni yeni iyileşen omzuma çarptığı için canımın acısıyla inledim. Fena çarpmıştı.

Sesimle birlikte Çilem bana dönerken Meriç Dinçer'in dibime kadar ne zaman girdiğini sorguladım. Zira bir eli omzumun kenarına nazikçe dokunuyordu. Dokunuşu çok hafif olsa da tek sorun o değildi, onun göğsüyle benim sırtım arasında çok küçük bir mesafe vardı. Bedeni bedenime dokunmuyordu ama çok yakındık, fazla yakın..

"İyi misin?" diye sorduğunda başımı sallayarak ona bakmak istedim ama yakın mesafeden yüz yüze gelince irkildim. "İyiyim, sadece yaralı omzuma denk geldi." Hafifçe güldüm. Söylediğim cümleye karşılık, aklıma gelen başka bir şey kendimi tutamayarak küçük ama ani gelişen bir kahkaha atmama sebep oldu.

"Ya manyak mısın, burnuma geliyordu. Burnum estetik benim!" Tıpkı o kızın söylediği ses tonuyla zihnimde yankılanınca kendime engel olamamıştım.

Fakat Meriç Dinçer'in hayran olmuş bir ifadeyle bana bakmasıyla gülüşüm havada asılı kalmıştı. Hafifçe öksürerek kendimi geri çektim. Rahatsız olmam normal miydi?

Tamam kabul ediyorum, çok odundum. Normal de olsa onun yakışıklılığı ve hayran bakışları karşısında eriyip gitmem lazımdı değil mi? Her neyse , zaten hem bu kadar duygusal olup, hem de bu kadar odun olmayı nasıl başarıyordum, bilmiyorum. Koskoca Meriç Dinçer'di o, bana yaklaştı diye hayran olup benden hoşlanacak değildi ya? Yanlış görmüş olma ihtimalim olasıydı.

Her şey normale döndüğünde arabalara binip hep birlikte lüks bir restorana geldik. Ondan sonrası çorap söküğü gibi hızla gerçekleşmişti.

Yemek boyunca arada ben konuşmuştum ama daha çok onlar hakimdi konuşmaya. Bitirdiğim üniversiteden, fakülte birinciliğimden ve kariyerimin önemli noktalarından bahsettiğim de anlattıklarımdan hoşnut olmuşlardı.

Kardelen Okulları'nın Ankara'daki ikinci şubesini açmak için hazırlanıyorlardı. Açılış tam bir hafta sonra tüm hazırlıklar tamamlandığında gerçekleşecekti. Bende oradaki şubelerden birinde göreve başlayacaktım. İki yılda bir farklı ülkelerle öğretmen değiştirdiklerini üstüne basarak söylemişlerdi, gidip gitmeyeceğim konusunda emin değillerdi. Onlara memnuniyetle kabul edeceğimi söyledim. Geriye kalan detayları konuşup anlaştığımızda masadan kalktık. Güzel bir akşam yemeği olmuştu, benim için. Bunda sonra olacaklar için heyecanlıydım.

Benim için ayarladıkları otele geldiğimde günün yorgunluğuyla kısa bir duş alıp yatağa geçtim. Telefonumu yatağın kenarındaki komodinin üzerine koyarken annem ve babamdan gelen çağrıları gördüm. Okul işini hallettiğime göre şimdi sıra onların gönlünü almaktaydı ama bunu yarına bıraktım, bugün gerçekten yorulmuştum ve sadece uyumak istiyordum.

Ertesi sabah güne erkenden, boğaz manzaralı güzel bir kahvaltıyla başladım. Yaz mevsiminin kolları İstanbul'u sarmaya başlamıştı. Köprünün büyüklüğü beni kendine hayran bırakırken burada bulduğum huzuru, kendimi dinlemenin keyfini çıkardım . Ve ne istediğimi bir kez daha kendime hatırlatarak yaptıklarım için pişmanlık duymadım.

Denizin hoyrat dalgaları eşliğinde kahvemi yudumlarken yapmam gereken bir şey daha vardı ve artık erteleyemezdim. Çantamdan Kürşad'ın verdiği kağıdı çıkararak telefonuma numarasını tuşladım. Kaydettikten sonra arama tuşuna bastım ve bekledim.

Evet teklifini kabul edecektim. 'En kötü ne olabilir ki?'diye defalarca düşünmüştüm. Alt tarafı kağıt üzerinde bir imza atacaktık, iş bulduğum için onun evinde yaşamak zorunda da değildim. Emindim ki onunla evlendiğim zaman annemin de içi rahat edecekti, yalnız olmadığımı düşünecekti. Zaten favori damat adayıydı Kürşad. Tamam onu kandırmış olacaktım ama kariyerimi ve ailemi kaybetmektense bunu yapmak daha kolay gelmişti benim için.

Zaten Kürşad sürekli görevde oluyor, kendi söylediği gibi eve uğramıyordu. Bu bizim işimizi kolaylaştıracak bir durumdu. Hem Semiha Teyze annemle uzun yıllardır arkadaştı, ben pek tanımıyordum ama adı bizim evde oldukça geçerdi. Birkaç defa görmüştüm sadece, onu da mutlu edecektik.

Yani hiçbir kötü yanı yoktu.

Düşüncelerimin arasında heyecanla telefonun açılmasını bekledim ama beklediğim olmadı, telefon açılmadı. Birkaç kez daha denesem de bir sonuç alamadım.
B

irkez daha aramak üzereyken çalan telefonumla bu hamlem havada kaldı. Annem arıyordu.
Eğer bu seferde açmazsam olaylar başka bir boyuta gidecek diye korkumdan telefonu açtım. "Efendim anne!"

"Neredesin sen Pamuk? Okula gittin değil mi, yine kendi bildiğini yaptın ve gittin o okula değil mi?"

"Hayır, anne" dedim telaşla. "Okula gitmedim."

"Neredesin o zaman, çabuk eve gel!" Alt dudağımı dişlerimin arasında ezdim. Ne diyecektim şimdi ben?

"Gelemem." diye mırıldandım yalan söyleyecek olmanın verdiği rahatsızlıkla.

"Nedenmiş o? Neresin Pamuk? çabuk söyle alıyorum terliğimi elime?" Gözlerimi devirmeden edemedim.

"İstanbul'a da yetişiyor muydu senin terliklerin?" dediğimde kırdığım potu farkettim ama artık çok geçti. Pişmanlıkla içime bir çaresizlik çöreklendiğinde karşı tarafta oluşan sessizlik canımı yaktı.

"Anne?" dedim çaresizce, beni anlamasını bekledim. Anlamadı.

"Ben sana söyleceğimi söylemiştim Pamuk, sende cevabını verdiğine göre kapatıyorum kızım. Seçtiğin yolda mutlu ol." Bu nasıl bir şeydi? Ne yaşatıyorlardı bana? Gerçekten benden vazgeçmeleri bu kadar kolay mıydı? Bilmiyordum.

"Anne , dur kapatma! Okula gitmedim. " dedim tekrar yalan söyleyerek. Annem derin bir nefes aldı. "Son kez soruyorum öyleyse, neredesin kızım?"

Tam cevap vereceğim sırada evimin kapı zilini duydum, hala Ankara'da benim evimdelerdi. Telefondan gelen seslerle sessizce annemin kapıyı açmasını bekledim, aynı zamanda da biraz zaman kazanmıştım.

"Semiha , hayırdır?" dedi annem. Semiha mı, hangi Semiha bu? "Sen burada ne yapıyorsun?"

"Ay, Ayşe'm sabah konuşunca Pamuk evde yok arıyorum arıyorum açmıyor dedin ya içime bir kurt düştü." kapının kapanma sesini duydum merakla konuşmasını devam ettirmesini beklerken. Bu işin sonu nereye varacak belli değildi.

"Ne kurdu?" deyince annem , Semiha Teyze bunu bekliyormuş gibi konuşmasına devam etti. "Ben de Kürşad'ı aradım, yanında bir kız vardı, telaşla kapattı telefonu. İstanbulda'mıymış neymiş?"

Kız mı?

Takıldığım nokta bu olurken , telefonlarımı da bu yüzden mi açmıyordu yani?

"Pamuk , Kürşad'ın yanında mısın kız yoksa? Kocaya mı kaçtın?" dediğinde göz devirmek istedim. Annem ve koca merakı beni bir gün kalpten götürecekti. Bu hayatta bana koca bulmaktan başka daha çok istediği bir şey var mıydı, emin değildim.

"He!" dedim boş bulunarak. "Kaçtık , evlendik , çocuk bile yaptık." Sesimdeki kinayeyi daha iyi yansıtabilmek için sözcükleri yaya yaya konuştum.

"Ne diyor?" diye sordu Semiha Teyze.

"Kız bunlar evlenmiş bir de çocuk yapmışlar?" dedi annem. Sesi ciddiydi. Şokla ağzım bir karış açıldı. Ciddiye almış olamazdı değil mi?

"Anne!" dedim beni duymadı. "Yok öyle bir şey, şaka yapıyordum." dedim yine duymadı. Arkadan gelen haşırtılar duydum ve sonra telefon kapandı. İşte şimdi sen ayvayı yemedin mi Pamuk?

Çıkış işlemlerini hızlıca halledip otelden ayrıldığımda Kürşad'ı tekrar aradım. Afedersiniz ama ben bir bok yemiştim ve onu hemen düzeltmemiz gerekiyordu. Bu yüzden hemen açmalıydı. Üst üste onu aramaya devam ederken tam o anda önümden geçen kişiyle şaşkınlıkla sevinç karışımı bir duyguyla sarsıldım .Tesadüf müydü, yoksa tevafuk mu bilmiyorum ama Kürşad buradaydı. Yalnızca iki saniye önce önümden geçip gitmişti.

Hızlı adımlarla peşinden gittim ama çok hızlı yürütüyordu, kocaman kocaman attığı adımlarına yetişmem mümkün değildi.

"Kürşad!" diye bağırdım arkasından, beni duymadı. Kalabalıkta hızlı adımlarla yürümeye devam ederken ona yetişebilmek için koşmaya başladım. Aramızdaki mesafe iyice kısaldığında tam kolundan tutacaktım ki birisi ikimizin arasına girdi. Bana dokunmasın diye geriye bir iki adım atararak durdum.

"Pardon?" yanından geçmeye çalıştım ama izin vermedi. Kürşad'la acilen konuşmalıydım, büyük bir felaket yaşanmak üzereydi annelerimiz nezdinde. Arkasından baktığımda bir kadının yanına gittiğini gördüm , elini beline koydu ve yanağından öptü. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken, kalbime garip bir sancı saplandı. Kendi içimde bir savaşa tutuşmuş düşüncelerimin arasından "Pamuk, dur!" dedi bir ses.

Başımı kaldırıp sesin sahibine baktığımda onu tanıdım, Uraz'dı. "Onunla konuşmam gerekiyor, çok önemli.'

"Şimdi olmaz, Pamuk. Az kalsın çok önemli bir görevi baltalıyordun."

"Görev mi?"

Başını sallayarak cevap verdi Uraz. "Gel benimle , buradan hemen gidelim. Kürşad Komutanım daha sonra gelir."

Nefesimi dışarı üfleyerek Uraz'ın peşine takıldım. Gizli bir görev olmalıydı. Peki ya yanındaki kız kimdi? O da mı görevin bir parçaşıydı, nasıl bir görevdi bu? Aralarında duygusal bir şey olmuş olabilir miydi? Ya teklifim artık geçerli değil derse? İşte o zaman ben biterdim.

Uraz'la oradan ayrıldıktan sonra beni ordu evine getirmiş , Kürşad'ın odasında beklememi söyleyerek gitmişti. İki saatten fazla olmuştu buraya geleli ama ne gelen vardı ne giden.

Sıkıntıdan ve gerginlikten patlamak üzereydim. Annemlerin ortalığı ayağa kaldırdığını düşünüyordum ve eve gittiğimde hiç iyi şeyler olmayacaktı.

Kapı açıldığında telaşla oturduğum yerden kalktım, Kürşad gelmişti. "Pamuk, bir şey mi oldu? İstanbul da olduğunu bilmiyordum." dediğinde ellerimle oynamaya başladım. Onu beklemiştim beklemesine ama şimdi ne söyleyecektim.

"Şey.." ilk başta bocalasamda aklıma gelen ve Kürşad'ın şaşkınlıkla kaskatı kesilmesini sağlayan ilk şeyi attım ortaya.

"Kocaya kaçtım, yani sana."

+++

Herkese Merhaba😊

Upuzun bir bölümle geldim. Ortalık baya karışacak gibi duruyor.

Bölümü nasıl buldunuz?

Kürşad nasıl bir tepki verecek acaba?

Hayır derse neler olur?

Evet derse ne olur?

Bundan sonra ne olacak sizce. Tahminlerinizi alalım.

Yorumlarda buluşalım. Tek bir yorum bile beni inanılmaz motive ediyor, bölüm yazma, kitaba devam etme isteğimi artırıyor. :)

Yeni bölüme kadar sevgiyle kalın ♥️

Fortsätt läs

Du kommer också att gilla

210K 12K 32
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
Eftalya Av esmaa

Tonårsromaner

436K 21.6K 24
Eftal: Hamileyim Dora. Eftal: Cidden hamileyim.
1M 61.8K 42
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
130K 9.2K 89
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...