KALBE SAPLANAN OK

By ebrununhikayeleri

16.7M 645K 1.3M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... More

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK
KALBE SAPLANAN OK

45. Kayıp.

99K 6K 11.5K
By ebrununhikayeleri

Medya: Çınar Güçlü.

Merhaba!

Nasılsınız?

Sizden ricam lütfen yorumlarda spoiler vermeyin, özellikle ikinci kez okuyanlar yapabiliyor bunu. Diğerlerinin de hevesi kaçmasın aşklarım.

Yorum sınırı koymak istemiyorum ama en az 7-8 bin yorum gelirse beni çok mutlu etmiş olacaksınız.

Instagram'dan beni takip etmek isterseniz Ebrununhikayeleri yazarsanız arama motoruna, hesabımı görebilirsiniz.

Sizi seviyorum! Keyifli okumalar :*)

Bölüme başlamadan önce buraya kalp bırakır mısınız:*)

Bazen...

Bazen bu hayattan o kadar çok nefret ediyordum ki cümlelerim, hayatımı adlandırmaya yeterli gelmiyordu sanki. Ruhumu karartan cümlelerimi anlatırken bazı zayıflıklarımı keşfettiğimde, yine de kendimi bulamıyormuşum gibi hissediyordum ve yenilgilerin en acısı olabiliyordu.

Hayata karşı içimde büyük bir öfke taşıyordum. Bu öfkeyi her zaman silmek kolay değildi, bu taşıdığım öfke her yerdeydi, yanımdaydı, en derinimde sakladığım göğsümdeki o acının katran zehrinden daha fazla taşıyordu beni. Bizi, benliğimi; biraz da kendimi.

İnsanlar acımasızdı.

Bunu sana şarkılar söylemez, bunu sana sığındığın şiirler de söylemez, bu evren de söylemez fakat saklarsın en derininde aslında var olan gerçeği. Hayır diyor birileri, ben aslında acımasız değildim ama hayat o kadar kötüydü ki iyi kalmak oldukça güç gerektirmişti ve ben de iyi olmadım.

İnsanlar kötüydü.

Ne diyorsun diye bilirlerdi. Sahi ne diyorsun Gece? Bunu söylerken neyi amaçlıyorsun. Sığındığn bahaneler ve şiirler sana bunu mu diyor? Vay canına; insanlar kötüymüş. O zaman neyin bahanesi bu? Madem böyle düşünüyordun? Neden insanlara karşı acımasız olmadın. İki tarafımda birbirini sorguluyordu ama ben aklımla kalbim arasında kaldığım o yerderken cümleleri yeterli bulamıyordum.

İnsanlardan nefret ediyordum.

Hayatım boyunca hep böyle düşünecektim. İnsanlardan nefret ediyordum. Bana ne doğan güneşten? Bana ne onlardan? Hayır işte böyle olmuyor Gece. Birisi hayatına giriyor ve tüm öfkeni alıp götürüyor. Sen o günden sonra sevmeye başlıyorsun. Bazı duygular seni bulmaya çalışıyor. Bir daha asla yere düşmüyorsun.

Hah, komik dedim ama değildi. Gerçekti ve o vardı.

Serter Güçlü...Kanlı bir kravat, dolunay en tepede, herkesin yüzü şaşkın, gözlerimden bir damla yaş düşüyor. 

Nefret ediyordum.

Kendimden,

onlardan,

onsuzluktan.

Ayağa kalk Gece, ayağa kalk. 

Cesur elinde tutmuş olduğu kravatı arkasına sakladığında ona doğru bir adım atarak kravatı elinden almaya çalıştım. Kravatı elinden almaya çalıştığımda Nehir kolumdan tuttu. Düşecek gibi duran bedenimi tutarak bana bir şekilde destek oluyordu fakat benim şu an istediğim şey Serter'di.

Cesur'u elindeki kravatı aldığımda parmaklarım tenimi kanatacak kadar avuçlarıma batmıştı. Derin derin nefes alıp kravatı tuttuğumda kanlar parmaklarıma bulaşmıştı. İçler acısı görüntü karşısında nefes alamadığımı hissetmiştim. Bu görüntü zihnimdeki o karartıyı yeniden ortaya çıkarıyordu. 

''Bu ne demek?'' Derin derin yutkundum. O kravatı elimde tutuyordum ve gözlerimdeki ağrı göğüs kafesimi zorluyordu. ''Bu ne demek? Serter nerede?'' Onlara doğru bir adım attığımda arabanın önünde durdum. Arabanın kapısını açıp kravatı Cesur'a gösterdim. ''Serter nerede? Bana biriniz cevap versin. Bu kanlı kravat ne demek oluyor? Serter'in kravatı bu...Neden burada? Ne oluyor?''

''Bir saniye...'' Cesur, Bekir'in karşısına geçti. ''Kamera kayıtlarına bakılsın.''

''Bu ne demek şimdi?'' diye sordu Nehir. 

''Ben de bir bilsem.'' Arabanın ön kapısını açtığında Bekir'e bakarak; ''Gece ve Nehir'i birisi eve bıraksın,'' dedi

''Hiçbir yere gitmiyorum. Serter nerede? Bunu öğrenmeden gitmeyeceğim? Polisi çağırın, birisini çağırın ama Serter'i bulun.'' 

Cesur iki elini kullanarak omuzlarımdan tuttu ve yüzüme eğildi. ''Gece, biliyorum şu an korkuya kapıldın ama eğer ortada tehlikeli bir durum varsa sizi korumalıyım. İkiniz de arabaya binin. En azından buradaki güvenliği arttırmadan önce Serter'i bulayım.''

''Hiçbir yere gitmiyorum.'' Arabanın kapısını kapattığımda ondan uzaklaştım. ''Serter'i görmeden gitmiyorum. O asla böyle yapmazdı. Bir şey oldu ben eminim.'' Elimi alnıma götürdüm. ''Ona bir şey oldu. Lütfen Cesur, bırak burada kalayım.''

''Gece, sen hamilesin.'' İşaret parmağını Bekir'e doğrulttu. ''Şu orospu çocuğu kameralarına baksın birisi, korumalar da sizi eve bıraksın. Söz veriyorum iyi haberler vereceğim.'' Kahverengi gözlerini bana çevirdi. ''Lütfen Gece, bak bebeğin var. Her şeyden önce onu düşünmek zorundasın. Söz veriyorum Serter nerdeyse bulacağım.''

''O böyle yapmazdı ki?'' Başımın döndüğünü hissediyordum. ''Yarım saattir yok, bu telefon görüşmesi on saat mi sürdü? Üstelik onun kravatı...Ona aitti...'' Nefes alamıyorum, nefesim kesiliyordu ve tutunacak bir yer aramak istiyordum. Elimi arabanın üzerine bıraktığımda Nehir belimden tuttu. ''Bırak,'' dedim sert bir ses tonuyla.

''Bekir.'' Cesur dişlerinin arasından konuştu. ''Gece'yi eve bırak.''

''Peki Efendim.''

Bekir kapattım arabanın kapısını yeniden açtığında koltuğu gösterdi. ''Gece Hanım, lütfen arabaya geçin.''

''Serter yok, nasıl gidebilirim? Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Gitmiyorum hiçbir yere,'' dediğimde Bekir araya girdi. ''Gece Hanım lütfen eve geçin. Şu an çok ciddi şeyler dönüyor, eğer düşündüğümüz şeyse...Yani açıkça dile getirmek istemiyorum fakat lütfen eve geçin. Korumalardan birisi yol boyunca size eşlik edecek, ayrıca bir düzine korumaların da bulunduğu araba sizi takip edecek. Biz olayı anlamaya çalıştığımızda sizi arayacağız merak etmeyin. Serter Bey şu an burada olsaydı emin olun, o da aynı şeyi yapardı.''

''Ne olur ona bir şey olmasın,'' dedim.

''Umarım,'' dedi Bekir.

Ön koltuğa oturmak yerine arka koltuğa geçtiğimde Cesur korumalara işarette bulundu. Onlar diğer arabaya geçtiğinde Nehir yanıma; uzun boylu geniş gövdeli bir adam ise şoför koltuğuna oturmuştu. Cesur elini camın üzerine bırakıp; ''Dikkatli sür,'' dedi.

Nehir'in bulunduğu kapının camına vurduğunda, arabayı sürmeye hazırlanan koruma camı açtı bastığı düğmeyle birlikte. Cesur, Nehir'in yüzüne eğildi yavaşça. ''Sevgilim, siz geçin. Ben arayacağım tamam mı? Gece'nin yanında ol.''

''Tamam.'' Nehir ona bakmıyordu.

Cesur kapıyı açtı pes ederek ve Nehir'in çenesinin altına parmaklarını bırakıp dudaklarını Nehir'in saçlarına bastırdı. ''Eve geçer geçmez beni ara.''

''Ararım,'' dedi Nehir.

Parmaklarını çektiğinde bana da bakarak; ''Sakın korkma, her şeyden önce bebeğini düşün. Sakın ağlama da...Bebeğini unutma,'' dedi.

''Tamam,'' dedim istemeyerek.

Emniyet kemerimi taktığımda sol gözümden yaşı sildim. Koruma, kontağı çalıştırdığında Cesur kapıyı üstümüze kapatmıştı. Yavaşça telefonumu elime aldım ve Serter'i bir kez daha aradım ama açmıyordu telefonu. Korkum her yerime yavaşça yayılmaya başlamıştı. Kendimi dünyanın en yalnız, en bitkin, en mahvolmuş insanı hissediyordum.

Nehir elimi tuttu destek vermek amacıyla. ''Gece...''

''Eve gitmek istemiyorum,'' dedim.

''Biliyorum sebebini ama eğer şimdi böyle yaparsan kendine de zarar ver, bekle biraz lütfen,'' dedi Nehir.

O an beklemek dışında başka bir çarem yoktu.

&&

Koltuğun üzerinde oturmuştum. Dizlerimi karnıma doğru çekmiş, çenemi de dizimin üstüne yaslayıp dalgın dalgın yeri izliyordum. Sağımda bulunan telefonumdan gelecek aramayı bekliyordum ama o arama yıllarca gelmeyecek gibi görünüyordu ve bu beni kahrediyordu çünkü yaşayabileceğim en büyük korkuyla baş başa kalmıştım.

Serter'i kaybetmek.

Ayağa kalktığımda salonun içinde gezmeye başladım. Bir şekilde bu durumu atlatmaya çalışıyordum. Üzerimi değiştirmiş, rahat bir şeyler giymiştim yaşanan kabusu atlamak için. Kalbimdeki o zehir gibi hava vücudumun her yerine yayılıyordu. Nefes almak istiyordum. Sanki odanın içinde bulunan tüm oksijen bir anda uçup gitmişti ve beni tek başıma bırakmıştı. Bu yüzden camları açtım, perdeleri çektim ve o an kendi başıma kaldım.

Yalnızlık...

Yalnızlık en zoruydu ama daha zoru; sevdiğin birini kaybetme korkusu. İşte bu yaratılan en acımasız duygulardan biriydi.

Arkama döndüğümde Nehir elinde bir fincan ile geldi. Çay olduğunu düşündüğüm fincanda nane limon görünce yüzümü buruşturdum. O fincanı yavaşça masanın üzerine bıraktı, ardından sol elinde tuttuğu şalı omuzlarımın üzerine bırakmaya çalıştı ama bileğinden tutup onu hafif ittim. ''İstemiyorum.'' Serter yoktu ve benim umurumda değildi üşümek.

''Üşüyeceksin,'' dedi.

''İstemiyorum.''

Koltuğun üzerinde bulunan yastığı eline aldığında koltuğu işaret etti. ''Gece hamilesin, bak bebek strese girecek. Otur ve şu nane limonu iç. Böyle yaparak bebeğine farkında olmadan zarar veriyoruz. Henüz küçük bir şey, senin küçücük bir stresin bile ona ne kadar zarar veriyor bilemezsin. Lütfen otur, nane limonu iç.''

''Burada aptal gibi durmak istemiyorum.'' Ellerimi saçlarıma götürüp saçlarımı arkaya attım. ''Serter yok, Serter yok anlıyor musun? Siz ise benden sakin olmamı bekliyorsunuz. Ben de onu aramak istiyorum. Ya bir şey yaptılarsa? Bu ihtimali düşünmüyor musun Nehir? Ne yapacağım ben?''

''Saçmalama, saçmalama.'' Nehir iki eliyle omuzlarımı tuttuğunda gözlerimin içine baktı yavaşça. ''Serter'e bir şey olmadı, böyle düşünme lütfen. Eğer erken pes edersen kendine en büyük zararı vereceksin. Her şeyden önce.'' Sol elini karnımın üzerine bıraktığında bakışlarını bana çevirmişti. ''Lütfen Gece lütfen. Bak bir şeyler iç ve bebeğini düşün sadece. Emin ol Serter olsaydı sana çok kızardı.''

''Haklısın,'' dedim.

Koltuğun üzerine oturduğumda sağ elim karnımın üzerindeydi; diğer elimle ise fincanımı tutuyordum. Fincanımı dudaklarıma götürdüğümde çayımdan bir yudum aldım. Yavaşça çayımı yudumlamaya başladım ama çay içmek bile işkence gibi geliyordu ve zorlanıyordum...

''Cesur hiç aradı mı seni?'' diye sordum.

Kafasını yana salladı. ''Hayır.''

''Onu arayalım mı?''

Duvar köşesinde-televizyonun-hemen yanında bulunan sandalyeyi alıp üzerine oturdu ve ellerini kucağına bırakıp; ''Bence aramasak daha iyi, olumsuz bir durum olursa zaten bize ulaşır,'' dedi.

''Daha ne olabilir Nehir? Serter yok? Serter gitti...Arkasında kanlı bir kravat bıraktı? Öldü mü bilmiyorum ve siz benden sakin olmamı bekliyorsunuz. Hayır olmuyorum sakin falan.'' Fincanı sertçe masanın üzerine bıraktım. ''Kim yaptı bunu? Eylül mü yaptı?'' Ayağımı sertçe masanın üzerine vurdum. ''O yaptı değil mi?''

''Eylül?'' Ondan haberi olmadığı için biraz şaşkın görünüyordu.

''Hayatımı mahvettiler, hayatımın içine ettiler. Güya iyilik yapmış, sikeyim onun iyiliğini. Ailemi öldürdü, öz değildi ama öldürdüler işte.'' Elimi alnıma götürdüğümde fincan yere düşmüştü masaya sertçe vurduğum için. ''Ailemi öldürdü o iğrenç insan. Yetmezmiş gibi yıllarca beni ilaçlarla uyuttular. O Gürsel denilen amca bozuntusu da yaptı bunu. Nefret ediyorum hepsinden. Ömer'den, Eylül'den, Gürsel'den...Şükran'dan...Hepsinden nefret ediyorum.''

''Gece, ne diyorsun sen?''

Kolumu tutmaya çalışınca onu ittim. ''Serter'e bir şey yaptılar kesin...'' Telefonum çalınca büyük bir heyecanla koltuğun üzerinde bulunan çantamı aldım ve içinden telefonumu çıkardım. ''Serter...'' Hayır o değildi. ''Ömer arıyor.'' Gözlerimden ilk damla yaş düştüğünde dişlerimi sıktım. ''Ondan da nefret ediyorum. Allah belasını versin onun. Tutturmuş Şükran Şükran diye...Senin kızın vardı Allah'ın belası, Şükran kimdi ki? Bir kere de sor beni aptal adam. Ondan da nefret ediyorum. O bana iyi davransaydı, beni bırakmasaydı, ben bugün güçsüz olmayacaktım. Hepsi onun yüzünden.''

İyilerin dünyasında masallar bir varmış bir yokmuş ile başlardı ama kötü çocukluk geçiren çocukların masalı; bir yokmuş, bir yokmuş diye başlardı aslında.

Ömer.

Ondan nefret ediyorum.

Şükran'a duyduğu sevginin yarısını bana duysaydı ben bugün mahvolmayacaktım. Parmağı yansa dünyayı ayağa kaldıran babaların olduğu bir ailede büyümemiştim ben. Kör topal yaşamıştım yeniden doğmak için.

Nefret ediyordum.

Ömer...Onu sil Gece çünkü seni en çok o mahvetti.

''Gece...Ömer kim?'' Nehir şaşkındı normal olarak.

Gözümdeki yaşı sildiğimde telefonu kulağıma götürdüm. ''Gece,'' dedi Ömer telefonumu açtığım sırada. 

''Ne var aptal adam? Niye arıyorsun?'' Sakin kalmak istedim ama çok zor görünüyordu. ''Neden arıyorsun beni?''

''Bir şey diyecektim.''

''Siktir git Ömer, hayatımdan siktir git! Güya vedalaşmıştın, defol git anlıyor musun? Defol git. Sen hiç sevilmemişsin dediğinde ben intihar ettiğim gün seni sildim Allah'ın belası adam!'' Sözlerim kurşundan farksızdı fakat ilk kurşun benim göğsüme saplanmıştı her ne kadar acımasız sözler kullansam da. ''Git yeniden vur kendini. Bu sefer öldürmeden gelme! Hepsi senin yüzünden. Yüzsüz yüzsüz arıyorsun. Al bıçağı deş yarayı sonra yara bandı yapıştır...Hepiniz aynısınız. Senin babalığını da sikeyim, keşke yıllar sonra karşıma çıkmasaydınız.''

Ömer'den cevap gelmiyordu. 

''Hepinizden nefret ediyorum. Sakinleşemiyorum bile.'' Yere oturduğumda sırtımı koltuğun kenarına yapıştırdım. ''Sizin yüzünüzden ben bu haldeyim ve sen yine beni arıyorsun. Bit git artık ya? Bir hayatımdan çıkın gidin. Mahvediyorsunuz beni. Aramayın dedikçe arıyorsunuz, ne istiyorsunuz benden? Git öldür kendini, bıktım artık.''

Keşke Şükran seni bebekken öldürseydi...

Ömer'in sözleri, cümleleri hâlâ kulağımda çınlıyordu. Bunları unutamazdım. O da bunu bilmeliydi. Her şey hemen unutulmazdı. 

''Gece,'' dedi Ömer her zamanki gibi.

''Neyse...'' Buydu işte, tamamen bundan ibaretti sözcüklerim.

Neyse,

Peki,

Tamam.

İnsanları bu hâle getiriyorlardı, sonra da yarattıkları eserden şikayet ediyorlardı. Nihayetinde bütün çocuklar masum doğardı ve bütün kötü çocuklar iyi bir aile de doğmazdı. Durum tamamen bundan ibaretti. Anneler, babalar, aileler...Çocukların yaralayıp onları mahvettikten sonra yarattıkları eserle kavga ediyorlardı.

Hayır anne, hayır baba. Ben bu değildim, ben iyi bir insan olabilecekken; ben sayenizde dünyanın en mutsuz insanı oldum çünkü siz beni bıraktınız. Her çocuğun bunu ailesine söylemeye cesareti yoktu fakat ben Ömer'e söyleyebiliyordum her şekilde.

Telefonu Ömer'in yüzüne kapattım.

''O kimdi?'' Nehir şaşırmıştı.

''Boş ver.'' Derin bir nefes aldım. ''Odama gidip uyumak istiyorum. Serter'den haber alırsan lütfen yanıma gel olur mu? Uyuyorsam bile uyandır.''

Elimi karnımın üzerine bıraktığımda bebeğimden destek almak istemiştim.

''Nane limon?'' diye sordu.

''Nane limonlar hep yarım kalır.'' Serter ile tartıştığımız günün sabahı boğazı için nane limon yapmıştım. ''İçmek istemiyorum, o içene kadar.''

''Gece...'' İç çekti.

Salonun kapısını açtım ve odama doğru ilerledim. Yatak odama geçtiğimde Serter'in yastığını elime aldım. Uyumak istemiyordum. Uyuyacağım demiştim ama uyumayacağımı biliyordum. Bu yüzden yastığı göğsüme bastırdım. Birkaç saat boyunca oyalandım.

Odada ses yoktu; duvardaki saat dışında.

Ona baktım saatlerce zaman geçecekmiş gibi. Hayır zaman geçmiyordu. Ne Serter'den bir arama vardı, ne de aşağıdan bir haber. Dünyanın en kötü duygusu olan çaresizlik duygusuyla baş başa kalmıştım. 

Bir şeyler yazmak istiyordum ama yazamayacağımı biliyordum. Yine de yatak altında sakladığım defterimi elime aldım. O an sadece içimdeki duyguları yazmak istedim, bilmiyordum bunu yaparsam iyi gelecekmiş gibi hissediyordum fakat bu göğüs kafesimdeki ağrıyı almayacaktı; onu iyi biliyordum.

Aralık 2022:

Eksik hissediyorum.

Devamını yazamıyordum. Yine de kendimi zorlamaya çalıştım. 

Aralık 2022:

Eylül ayı güzel değildi, aralık ayı da güzel değil, ekim de güzel değil ama en çok aralık ayı güzel değil.

Defteri kapattığımda gözlerimi kapattım birkaç saniyeliğine ama karnımda hafif baskı oluşunca derin bir nefes aldım. Biz insanlar çok acizdik, hep aylara suç bulurduk. Şimdi ise aralık ayını sevmiyordum. Kasımı seviyordum ama...Nihayetinde Serter vardı. Peki ya hiç olmazsa? Ocak'ta onu göremezsem?

Şubat? O zaman da olmayacak Serter.

Mart...

Nisan...

Hayır hiçbir ay güzel değildi; o olmayınca.

Serter'in yatağının üzerinde uzandım saatlerce. Bana iyi gelecekmiş gibi yastığını göğsüme doğru çekmiştim. Aslında neden bunu yapıyordum bilmiyordum, sadece biraz da olsa iyi hissetmek istiyordum. Göğüslerime doğru çektiğim yastıktan onun kokusunu almak istiyordum fakat bu beni rahatlatmıyordu.

''Gece,'' dedi Naz içeriye girerken.

Yastığı bırakıp arkama baktığımda; ''Sen ne zaman geldin?'' diye sordum.

Naz elinde tuttuğu siyah çantayı yere bıraktı, ardından yatağın üzerine oturdu. ''Nehir beni aradı, olanlardan bahsetti. Seni yalnız bırakmak istemedim,'' dediğinde yavaşça doğrulup sırtımı yatağın başlığına yaslamıştım. ''İyi misin Gece?'' Kucağımda bulunan elimi elinin arasına aldı.

''Serter yok, saatlerdir yok,'' dedim.

''Aşağıda polisler vardı, Nehir ifade veriyordu. Sanırım Cesurlar da yoldaymış...''

''Cesurlar?'' Garip bir endişeye kapıldım. ''Serter?''

''Galiba Serter'in kardeşi geliyormuş...Çınar mıymış neymiş. O ve Cesur geliyor, Nehir'i aradı az önce Cesur...'' Gözlerimin içine baktı. ''Ama Serter yok.''

''O asla böyle yapmazdı.'' Sağ elimi karnımın üzerine bıraktım. ''Ben onu tanıyorum, kötü bir şey oldu kesin.  Çok kötü bir şey oldu.'' Derin bir nefes aldım. ''Güçlü kalmak o kadar zor ki...Hayatım boyunca hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim.'' Her şeyi bir kenara bırakmıştım ama gerçek anlamda en büyük çaresizliği şu an yaşıyordum. Ne ailem, ne Ömer, ne de Şükran...Hiçbiri beni bu kadar yaralamamıştı. ''Dünyadaki en kötü duygu çaresizlik...Çaren yoksa, hiçbir şeyin yok.''

''Bak.'' Parmağını yanağıma getirip hafif okşadı. ''Biliyorum, dünyanın en çaresiz insanı hissediyorsun kendini ama emin ol Serter çıkacak ortaya. Asla kötüyü düşünme.''

''Polis bir şey dedi mi?''

''Hayır...Seni sorgulamak istedi ama Nehir izin vermedi. Odada dinlenmen gerektiğini söyledi haklı olarak.'' Kucağımda bulunan yastığa baktığında hafif hüzünlenmişti Naz, gözlerinden anlayabiliyordum. ''Serter nerede bilmiyorum ama eğer Serter'i birazcık tanıyorsam senin için dünyayı yakar...Ne olursa olsun yine gelir sana.''

''Ağlamak istiyorum ama bebeğime de zarar vermek istemiyorum,'' dedim.

''Yürüyüş yapalım mı?'' diye sordu.

''Bebeğime yürüyüş iyi gelir mi ki? Karnıma sancı da girdi, hafif baskı hissediyorum.'' Kurumuş dudaklarımı ıslattığımda yataktan kalkmaya çalıştım yatağın başlığına elimi yaslayıp destek aldığım sırada. ''Ben süt içsem iyi olur. Ona zarar vermek istemiyorum.''

''Şşş sakin öyle düşünme,'' dedi belimi tutarken. ''Bebeğin iyi, benim yeğenim çok güçlü.''

''Çok küçük daha...Kontrole gittiğimde iki aylık bile değildi.''

''Şimdi ben ona ballı süt yaparım, sen içersin. Cesurlar gelene kadar da bekleriz tamam mı güzel arkadaşım benim.'' Dudaklarını saçlarıma bastırdı. ''Asla kötü şeyler düşünmüyorum. Serter gelecek. Serter her zaman gelir, bunu unutma.'' 

Kapının kolunu sola çevirip açtığımda Naz yerde duran çantasını aldı. Yine belimi tutup bana destek olmaya çalıştığında yavaşça aşağıya indik. Aşağısı sessiz görünüyordu. Bir tek Bekir ile Nehir vardı. Nehir, Bekir'e bir şeyler söylüyordu holün ortasında; Bekir ise onu dinliyordu sakince.

Nehir telefonunu sıkıca tutup çenesinin altına bıraktığında dalgın gözlerle merdivenlere baktı. Bizi fark eder etmez dudaklarında kuru bir gülümseme oluştu. ''Gece?''

''Son durum ne?'' Merdivenin tırabzanını tuttuğumda sesim endişeli çıkmıştı. ''Bir haber var mı?''

Bekir kafasını yana salladı. ''Kamera çalışmıyordu.''

''Kahretsin,'' dedim dişlerimi sıkarken.

''Ama iyi bir haberim var...Kravat Serter Bey'e ait değil.'' Gözlerini kıstı çenesini sıvazlarken. ''O kravat Serter Bey'e ait değil çünkü Serter Bey'in kravatları genelde özel dikim oluyor. Gri renkte olması onun olduğu anlamına gelmiyor. Ben de ona ait olduğunu kesinlikle düşünmüyorum.''

''Emin misin?'' diye sorduğumda Naz yeniden belimi tuttu bana destek vermek amacıyla.

Bekir, önce Naz'a baktı ve kısa bir sürede bakışlarını toparlayıp; ''Evet eminim,'' dedi.

''Kan?'' diye sordum.

''Serter Bey'e eğer bir saldırı düzenlenmişse, Serter Bey karşı tarafa bir şey yapmış olabilir.''

''Peki, korumalar ne işe yarıyordu Bekir? Çok merak ediyorum. Güya özel korumalar...Tonla para alıyorlar.'' O kadar öfkeliydim ki kendimi tutamamaktan korkuyordum. ''Serter'i böyle mi korudular? Gerçekten anlamıyorum, hiçbir şeyi anlayamıyorum.'' 

''Sorun şu ki, son zamanlarda Carla Salazar öldükten sonra korumaların sayısı azaltıldı. Fark ettiyseniz eskisi gibi korumalarla dışarı çıkmıyordunuz. O sırada korumalar restorandın önünde bile değildi, arka taraftalardı ve sayıca azlardı. Ben sonradan birkaç kişi gönderttim ama her şey için artık çok geçti,'' dedi Bekir.

''Carla Salazar kim?'' diye sordu Nehir.

Nehir ve Naz en yakın arkadaşımdı ama hiçbir şeyden haberdar değillerdi. Onlara da anlatamıyordum, elimde değildi bu. Ben kimseye bir şey anlatamazdım ki...

''Boş ver,'' dedim.

''Ben sana süt yapayım.'' Naz, Nehir'e bakarak; ''Gece'yle salona gitsenize,'' dedi.

Nehir kolumu tuttuğunda karnımdaki ağrı yeniden ortaya çıktı. Bir şeyler belli etmemek için çabaladığım sırada salona doğru yürüdük. Kapıyı açtığında camların açık olduğunu fark ettim. Yine garip hissetmiştim çünkü Serter hep perdeleri kapatırdı, aydınlıktan asla hoşlanmazdı ve tam olarak sokak lambası evin içerisine vuruyordu. Salonu aydınlatıyordu.

Koltuğun üzerine oturduğumda karnımı tuttum. ''İyiyim ben,'' dedim.

Nehir yanıma oturduğunda bana sarılmak için kollarını belime doladı. ''Ağlamak istiyorsan ağla.''

''Hayır ağlayamam, bebeğim var. Karnımda zaten bir ağrı var, muhtemelen hissetti.'' Karnıma dokunduğumda bebeğimi hissetmeye çalıştım. ''Çınar ne zaman gelecek Nehir? Cesur de gelmedi? Neredeler ki?''

''Bilmiyorum, az önce yine aradım ama açmadı Cesur,'' dedi.

''En azından kravat Serter'e ait değil.'' Sırtımı tamamen yasladığımda ayaklarımı öne uzattım. ''Serter geldiğinde ona sarılacağım, ona çok fazla sarılacağım. Onu asla bırakmayacağım, tüm gün göğsünde uzanacağım. Onu çok özledim, onu gerçekten özledim.''

''Güzel arkadaşım benim...''

''Kalkmak istiyorum,'' dediğimde salondan içeriye giren Naz'ın elinde ballı süt vardı. ''Teşekkür ederim,'' dedim kuru bir ses tonuyla.

Naz sehpayı önüme bıraktığında Bekir'in elinde de tost vardı. Tostu tabağın içine koyduğunda tostu almak yerine tabağı ittim. ''Aç değilim.''

Naz koltuğun kenarına kalçasını yasladı. ''Seni döverim Gece. Ne demek aç değilim? Doğru dürüst yemek bile yememişsindir, hem güzel bir tost yaptı Bekir. Onu yiyeceksin, sütünü de içeceksin, sonra uyumaya gideceksin. Yok öyle yorgun düşmek.''

''Naz, lütfen.''

Dudaklarını saçlarımda hissettim. ''Her zaman yanımdayım, her zaman buradayım. Sen de bana yardımcı ol lütfen. Her şeyden önce bebeğini düşünmek zorundasın. Miniğimiz acıkmıştır karnın da, onu düşünmüyor musun hiç?''

''Yersem midem bulanır,'' dediğimde nefesimi dışarıya verdim. ''Vücudumu tanıyorum ben, hemen midem bulanıyor.''

''Yok öyle pes etmek, ne demek midem bulanır? Önce bir ye, bakalım bulanacak mı? Hem tostu yedikten sonra sana çorba da yaparım. Sıcak sıcak çorba içersin.'' Tekrar dudaklarını saçlarımda hissettim. ''Bana bak Gece, benim tek dostum sensin. Bunu biliyorsun. Biri seni kırsa, ben de parçalanırım ve şimdi iyi olma zamanı. Her zaman buradayım, sen de arkadaşını üzme lütfen,'' dedi Naz.

''Tamam yiyeceğim,'' dedim pes ederek.

Tostu peçeteden sıyırdığımda peçetenin bir kısmını tabağın içine bıraktım. ''Siz yediniz mi bir şeyler?''

Nehir, ''Ben aşırı tok hissediyorum.''

''Naz? Bekir? Siz de yiyin, bu çok, hepsini bitiremem'' dedim.

Bekir boğazını temizledi ayakta dikilirken. ''Teşekkürler Gece Hanım ama aç değilim,'' dediğinde bakışları Naz'a çevrildi, sonra yine başka yöne bakmaya çalıştı.

Naz ise hiç oralı gözükmüyordu, bana odaklanmıştı. İkide bir sırtımı sıvazlıyor, saçlarımı öpüyordu. Naz kötü gün dostuydu. Bunu bir kez daha anlamıştım.

Tostun yarısını yediğimde, sadece sütün geri kalanını bitirmek durumunda kalmıştım. Midemdeki o ağrı yüzünden hiçbir şey yemek istemiyordum. İştahım kesilmişti ve boğazımda hafif yumru oluşmuştu. Yine de kendimi zorlamaya çalıştım. O tostu bitirmek için üstün bir çaba sarf ettim.

Kapı çaldığı sırada yemeğimi bitirmiştim. Tabağı üzerine peçeteleri bıraktığımda ayağa kalktım. Benden önce davranan Bekir kapıyı açmaya gitmişti, Nehir ise arkasından giderek bizi yalnız bırakmıştı. Tam gidecekken Naz elimi tuttu. ''Gece.''

''İyi bir haber alacağımıza dair bir umudum var,'' dedim.

Bekir dış kapıyı açtığında içeriye önce Çınar girdi, sonra da arkasından Kılıç girdi. Çınar'ın yüzü asık görünüyordu, Kılıç ise öfkeliydi. İkisinden de tehlike kokusu alıyordum normal olarak. Nihayetinde ikisinin de çok iyi işler yaptığını düşünmüyordum. Özellikle Çınar suç makinesinden ibaretti.

''Sik gibi bir gün,'' dedi Çınar içeriye girerken.

Cesur'u da arkalarından gördüm. O da yavaşça içeriye girdi ve en az Kılıç kadar öfkeli görünüyordu. Üzerinde bulunan kabanı alıp askıya astığında, Nehir arkasından yaklaştı. Buz gibi olduğunu düşündüğüm kızarmış ellerini avuçlarının arasına alan Nehir, Cesur'a sarıldı. Cesur ise onu alnından öptü ensesinden tuttuğu sırada.

''Serter?'' diye sordu Naz.

''İçeriye geçelim,'' dedi Çınar.

''Kötü bir şey oldu değil mi?'' 

Çınar yüzünü bana çevirdi. ''İçeriye geçelim.'' Yeniden aynı cümleyi tekrarladı.

Yüzümü buruşturup salona geçtiğimde koltuğun üzerine oturdum. Çınar ve Kılıç ayakta dikildi, Cesur ile Nehir de yan yana oturdular. Naz yine yanıma gelerek elini sırtımın üzerine bırakmıştı.

''Serter yok değil mi?'' Sesim durgun çıkmıştı.

Cesur derin bir nefes aldı. ''Hiçbir şekilde ulaşamıyoruz, polise ifade verdik ama yok. Olay yerine ait kamera görüntüleri yok, restorandın ön kısmında görevli güvenlikler yok, hiç kimse yok. Her şey planlı gibi geliyor bana ama mantıklı tek bir açıklama yok. Serter kendisi mi gitti, yoksa birileri onu tehdit mi etti anlamadım.''

''Serter asla gitmez.'' Kelimeleri bastırdım. '' Tehdit edilmiş işte,'' dedim.

''Zaten öyledir, başka neden gitsin?'' Çınar elini yüzüne götürüp yüzünü ovaladı. ''Birisi benim abime zarar vermeye kalkışırsa, ben ona en büyük zararı veririm. Onu canlı canlı mezara gömerim...Bunu yaptıysa eğer, doğduğuna pişman olacak o kişi ya da kişiler.'' Elini yüzünden çekti. ''Şimdi oturup ağlamanın zamanı değil. Kim yaptı bilmiyorum ama o kişiyi bulacağım, onu mahvedeceğim. Onu yaşarken mahvedeceğim.''

''Sana da fırsat doğdu zaten, kan dökmek için.'' Cesur burnunu kırıştırdı.

''Öyle ya da böyle bir Güçlü erkeğine kimse zarar veremez. Abim baştan beri yaptıklarım yüzünden beni yargılıyordu ama bazen adaletini kendin sağlarsın ve şimdi o adaletin içinde o sik beyinlileri kendi elimle boğacağım. Bakalım hangi orospu çocuğu bu işin altından çıkacak.''

''Tahminin var mı Gece?'' Kritik soru Cesur'dan gelmişti.

''Serter'in kimseyle problemi yok ki. Bir tek İspanya'da eskiden başkanlık yapan bir kadınla sorunu vardı ama o da öldü zaten. Onun dışında kimseyle bir problemi yoktu. Onun öncesinde herhangi bir olumsuz durum olsa bana haber verirdi zaten, asla gizlemezdi.''

Benim dertlerim ve sorunlarımla uğraşmaktan kendi sorunlarına fırsat bile kalmıyordu.

''Burada böyle bekleyecek miyiz?'' Ayağa kalktım. ''Burada gerçekten bu şekilde bekleyecek miyiz? Hiçbir şey yapmadan beklemek bana saçma geliyor. Bir şey yapalım artık, kaç saat oldu? Ya bu restorandın güvenliği beceriksiz mi? Nasıl Serter yok? Anlamıyorum, biri de mi görmedi?''

''Bulunduğu yer özel bir yer, açılış olduğunda insanlar ilk başta içeriye girdi; sonradan kimse alınmadı ama ben tehditle içeriye girdiklerini düşünüyorum,'' dedi Cesur.

''Saçmalık.'' Ofladım. 

''Birinden haber bekliy...'' Çınar'ın telefonu çalınca ceketinin düğmesini açıp iç cebinden telefonunu çıkardı. ''Beklediğim kişi arıyor.'' Telefonu açıp kulağına götürdü. ''Efendim Engin,'' dedi.

''Engin şu pis işlerde bulunan mafyatik adam değil mi?'' diye sordu Kılıç.

Çınar oralı olmayarak telefonuna odaklandı. ''Evet, yer tespitinde bulundun mu? Tamam senden haber bekliyorum. Ne kadar sürer bilmiyorum ama haber ver.'' Kısa süren telefon görüşmesinden sonra ayağa kalktı telefonunu kapattıktan sonra.

''Bir haber var mı?'' dedim heyecanla.

Kılıç öfkeyle abisine bakarak; ''Engin ile nasıl pazarlığa girişirsin? Senden bir şey istedi değil mi? O asla sebepsiz yardım etmez amına koyayım Çınar,'' dediğinde öfkesinden anlaşılıyordu ne kadar sinirlendiği. 

''Abim için değer,'' dedi Çınar.

''Serter abim için canımı veririm ama yine de Engin'e gitmem. Sen o adamı iyi biliyorsun...'' Elleri yumruk oldu.

''Engin kim?'' diye sordum.

Çınar umursamaz bir ses tonuyla; ''Üvey babamın sağ kolu gibi bir şey, genelde cinayetle ilgileniyor. Adam parçalayıp timsahlara yediriyor,'' dedi.

''Ne?'' Naz korkmuş görünüyordu.

''Tövbe,'' dedi Nehir.

Çınar burnunu çektiğinde çenesini kaşıdı. ''Sorun yok etmeyin ya...Bizim hayatımızda gayet normal şeyler bunlar. Genelde zaten arkadaşlarım ya katil oluyor ya da organ mafyası ama ben en çok katilleri severim, onlar dürüst oluyor. Gerçi bir ara...'' Duraksadı. ''Yamyam arkadaşım da vardı.''

''Ne diyorsun sen ya?'' Naz daha da korktu.

''Tamam devam etmeyin Çınar Bey,'' dedi Bekir ama bunu kendisi için değil de Naz için söylemişti sanki.

''Yamyam arkadaşların mı var?'' diye sordu Naz.

''Evet, arada insan yiyorlar. Beni daha yemediler, zaten yemelerine gerek de yok. Onlar yedikleri insanları buzluğa saklıyorlar, bir yıl yetiyor. Dana etinden daha bereketli insan eti.''

''Midem bulandı,'' dedi Nehir.

''Şimdi sikeceğim zaten ortalığı, kafa dağıtmaya çalışıyorum ama olmuyor...'' Tekrar telefonu çalınca elini cebine atıp telefonunu çıkardı. ''Ne var Engin? Oyalayıp durma, abim nerede?'' Kaşlarını çattı. ''Tamam, anladım.'' Tekrar çenesini kaşıdığında kapıya doğru yürüdü salondan çıkarak. ''Evet.'' Sesi yankılanıyordu. ''Tamam geliyoruz, hadi sağ ol.'' Son cümlesi hafif kaba çıkmıştı.

Kılıç dış kapıyı açtığında dolaptan kabanımı çıkarıp üzerime geçirdim. Çınar bana çevirdi gözlerini. ''Siz kalıyorsunuz.''

''Hayır geliyorum,'' dedim kabanımın düğmelerini kapatırken. ''Aklım orada kalır, biliyorum.''

''Neredeymiş?'' diye sordu Kılıç.

''Gidince göreceğiz,'' dediğinde Çınar yine sert bakışlarını bana yöneltti. ''Söylediği yer çok tehlikeli bir yer, belki  Serter orada bile yok. Şimdi siz de gelirseniz büyük sorunlar çıkar. Üstelik kimseye güvenmiyorum. O yüzden siz evde duruyorsunuz.'' Tam itiraz edecekken Çınar oralı olmayarak arkasını döndü. ''İtiraz kabul etmiyorum.''

Öylece yerimde durduğumda Naz'ın elini sırtımın üzerinde hissettim. Sol tarafıma geçen Nehir de kolumu tuttu ve ben öylece baktım. Bekir, Cesur, Kılıç ve Çınar...Hep birlikte çıktıklarında arabaya geçtiler. Bekir şoför koltuğuna oturduğunda, Bekir'in yanına Cesur oturmuştu. Kılıç ile Çınar ise arka koltuğa oturmuşlardı.

''İyi haberler getirecekler,'' dedi Naz.

Sadece beklemeye başladım. O an bunu yapmak zorundaydım, bunu biliyordum.

6 saat sonra.

Saatler geçmiyordu. Sanki tüm saatler geçmemek için çaba sarf ediyordu. Altı saat bana yirmi altı saat gibi gelmişti. Üstelik havadaki o kararma da bitmişti. Güneş doğmuştu. Yatağın üzerinde uzanıyordum ve yağmuru izliyordum; havanın kararması geçtiği sırada.

Yatağın içinden çıktığımda direkt mutfağa geçtim. Naz kahvaltı hazırlamıştı. Masada her şey vardı. Kulağına da kulaklık takıp tavanın başında durmuştu. Onu izlediğimde Nehir'in de süt ısıttığını gördüm. 

''Günaydın,'' dedi Nehir beni fark ederken.

''Serter yok,'' dedim.

''Söyledikleri yere gitmişler ama yokmuş...'' Nehir ekmek sepetini masanın üzerine bıraktığında dalgın bir ses tonuyla; ''Ama hemen korkma, en son gece aradı beni Cesur. Bir şeyler söyledi ama tam anlamadım,'' dedi.

Sandalyeyi çekip oturmadan önce mutfak lavabosunda elimi yıkadım, peçeteyle kuruduktan sonra sandalyenin üzerine oturdum. Ellerimi masanın üzerine bıraktığımda Naz tabaklara omleti yerleştirdi, ardından tabaklarımızı yavaşça önümüze bıraktı. Nehir ılık olan sütün içine bal döküp bardağı bana uzattığında bardağı elinden aldım. 

''Ne söyledi?'' Çatalı sol elime aldığımda, bıçakla omleti kestim. Bebeğim için bir şeyler yemek zorunda olduğumu biliyordum, en azından onun için güçlü olmak zorundaydım.

''MFX mi öyle bir şey dedi arkadan Cesur...Tam anlamadım ben de. Kendi aralarında konuşuyorlardı.'' Tabağımı eline alıp içine dört çeşit peynir koydu Nehir. ''Sonra Bekir geldi, sustular ama ben görüntülü aramıştım zaten. O yüzden onların sesini hiç net duyamadım.''

''Anlıyorum,'' dedim.

Tabağımın içindeki peynirleri parçalayıp ağzıma attığımda Naz kulaklığını çıkarıp yanıma oturdu. ''Bak masada her şey var, hepsini yiyeceksin. Ben asla yemem deme, sonra sana kızarım. Bir de sen hamilesin, bebeğin için bu yemekler şart. Özellikle kahvaltı her zaman daha önemli,'' dedi Naz.

Gülümsedim. ''Serter'den daha betersin.''

''Serter sana kızmıyor mu? Eskiden iştahın vardı Gece, normalde sen dışarıda bile üç kez yemek yerdin. Okul dönemini hatırlamıyor musun?'' dedi Nehir.

Kafamı yana salladı. ''Çok kızmaz ki.''

''Eniştemi uyaracağım,'' dedi Naz.

Bardağı dudaklarıma götürüp bir yudum alıp bardağı tekrar eski yerine bıraktım. ''Kahvaltı ettikten sonra onları bir daha arayalım. En son ne zaman aradılar bilmiyorum ama odama geçtiğimden beri aklımdan çıkmıyor. Ayrıca Mobese yok mu? Neden bir iz bile bulanamıyor? Polisler de bir şey söylemiyor? Ben asla anlamıyorum.''

''Gece,'' dedi Naz söze girerek. ''Lütfen sakin ol. Bak biliyorum korkuyorsun ama en...''

''Bana sürekli bebeğimden bahsediyorsunuz, ben de bebeğimi düşünüyorum ama Serter yok. Bu en acısı anlıyor musunuz? Burada hiçbir şey yapmadan durmak istemiyorum. Hiçbir şey olmamış gibi yemek yemek de istemiyorum. Ben Serter'i istiyorum. Onu gerçekten istiyorum, çok sıkıldım bu durumdan.'' Derin bir nefes aldım Nehir'e bakarken. ''Cesur'u ara, beni almaya gelsin. Serter'i nerede arıyorlarsa beni de oraya götürsünler. En azından bomboş oturmam.''

''Tamam,'' dedi pes ederek.

Nihayet pes etmişlerdi.

Nehir telefonundan Cesur'u aradığında ben kahvaltımı bitirmiştim. Cesur'un yarım saat içinde geleceğini söylemişti. Naz de benimle birlikte kalkmıştı, beni yalnız bırakmamak için benimle geleceğini söylemişti. Nehir ise Çam ile kalmayı tercih etmişti.

Yavaşça mutfaktan çıktığımda Naz dolaptan kabanımı çıkarıp omuzlarımın üzerine bıraktı. Dış kapıyı açıp arabaya doğru yürüdüğümüzde Cesur arabanın kapısını açmıştı. Ben arka koltuğa oturmuştum, Naz da yanıma.

''Emniyet kemerinizi takın kızlar,'' dedi Cesur kontağı çalıştırdığında. ''Nehir niye gelmedi?''

''Evde kalacak Çam ile,'' dedim açıklama yaparak.

Cesur kaşlarını çattığında dikiz aynasında onunla göz göze geldim. 

''Çınar'ın telefonla konuştuğu adamla yüz yüze konuşmaya gittik ama iş istediğimiz şekilde ilerlemedi. Şimdi bir yerden daha haber bekliyoruz.'' Arabayı park hâlinden çıkardığında aynadan sağ tarafı kontrol etti. ''Bakalım oraya gideceğiz. Acaba Serter orada mı? Şimdi adamlar silahlı, ne yaparlar bilemeyiz. Serter nereden bilsin ki böyle bir durumun başına geleceğini...''

''Cesur...'' Söze nasıl gireceğimi bilmiyordum. ''Onu vurmazlar değil mi?''

''Bilmiyorum. Düşmanımız kim onu da bilmiyorum. Kim olduğunu bilsek zaten bir şeyler yapacağız, sorun şu ki belki ortada düşman bile yok,'' dediğinde direksiyonu sol eliyle tuttu. ''Gerçi Bekir son zamanlarda bir şeyler sezdiğini söylemiş, garip garip mesajlar alıyormuş Serter ama çok umursamıyormuş.''

''Ne gibi mesajlar?'' diye sordum.

''Bilmiyorum içeriğini,'' dedi Cesur.

Sakinleşmek için kafamı cama yasladığımda Cesur bizi bilinmez bir yola götürdü. Normalde anayol sol taraftaydı ama o arabayı başka yöne sürmeye başlamıştı. Kısa bir süre içerisinde bomboş bir arazinin içine geldiğimizde Cesur art arda iki telefon almıştı ve bu telefonlar Bekir'den gelmişti. 

Bekir ona bir şeyler söylemiş, Cesur da dikkatle dinlenmişti. Beş dakika sonra telefonu kapatıp birisine mesaj atmıştı.

Arabadan indiğimde, Çınar'ı ve Kılıç'ı sigara içerken gördüm. Bekir ise boş arazinin ortasında dolanıyordu. 

Naz arkamdan geldiğinde pembe dolgu topuklu ayakkabısıyla çamurun içinde yürümeye çalıştı. Bekir ise ona baktı, özellikle kahverengi gözleri; Naz'ın ayakkabısını inceledi. Naz oralı olmamaya çalışarak sarsak sarsak adımlarla yürüdü. Bekir dikkatli bir şekilde ona bakmaya devam etti.

Çamurlu bir arazinin ortasında pembe panter gibi yürüyen bir kız vardı. Bekir'in özellikle şaşırdığına emindim.

''Burası çok çamur,'' dedi Naz dengede durmaya çalışarak.

''İyi misiniz Naz Hanım?'' Bekir'in gözleri hâlâ Naz'ın ayakkabısındaydı.

Naz elini havaya kaldırdı. ''İyiyim iyiyim, sadece pembe ayakkabılarım çamur oldu ama olsun. Bu gayet normal.''

''Yardım edebilir miyim?'' Kolunu göstererek sordu Bekir. ''Yani dokunabilir miyim size?''

Naz'ın gözleri parladı. ''Bana her zaman dokunabilirsin,'' dedi.

Bekir bunu duymamıştı çünkü Naz çok kısık bir sesle söylemişti. Bekir onun kolunu tuttu ve Naz'ın kolunu tutarak düşmesini engelledi. Naz ise gayet mutlu görünüyordu çünkü hoşlandığı adam ona dokunmuştu. 

''Elinizi omzumun üstüne bırakın lütfen Naz Hanım,'' dedi Bekir.

Naz elini kaldırıp onun omzuna bıraktığında Bekir belli belirsiz gülümsedi ama o gülüşü hemen soldu dudaklarından. 

Cesur'un telefonu tekrar çalınca Cesur bizden bir adım uzaklaşarak telefonu kulağına götürdü. O gittikten sonra gözlerimi Çınar'a çevirdim. ''Bir haber var mı? Neden haber yok? Buna da anlam veremiyorum da, neyse...''

Çınar sigarasını dudaklarına götürdü. ''Onu bekliyoruz,'' dedi.

''Birinden mi şüpheleniyorsunuz?'' Bu soruyu sorarken Kılıç'a da baktım. ''Aklınızda birisi var mı?'' 

Kılıç kafasını yana salladı. ''Abim yeraltı işleriyle ilgilenen birisi değil ki? O yüzden aklıma kimse gelmiyor. Aktif bir düşmanı var mı onu da bilmiyorum, açıkçası eskisi gibi iletişim hâlinde değiliz.'' Duraksadı. ''Bir şeyleri anlamaya, o şeyleri de bağdaştırmaya çalışıyorum fakat o kadar zor ki...Bir türlü anlayamıyorum. Gecenin bir vakti restorandın önünde kayboluyor, kendi kendine habersiz gittiğini düşünmüyorum. Birisi ona zarar verdi mi onu da bilmiyorum. Aslında bunu aklıma bile getirmek istemiyorum.''

''Ona kim zarar verdiyse, onun yedi ceddini sikerim,'' dedi Çınar.

''Küfür etme,'' dedi Kılıç.

''Orospu çocuğunun birisi bilerek abime zarar vermeye kalktı, bunu onun yanına bırakmayacağım her kimse,'' dedi Çınar.

''Polis bir şey diyor mu peki? Herhangi bir iz ya da kanıt bulmadılar mı? O kadar Mobese kameraları var?''

Kılıç sigarasının ucunu parmağıyla söndürdükten sonra cebinden küçük bir ıslak mendili paketi çıkarıp içine koyduktan sonra, çöpü yine aynı şekilde cebine tekrar koydu. ''Hiçbir iz bulamadılar, zaten bulamazlar da.'' Yüzünü buruşturdu. ''Birisi bir şeyler yapmak isterse yapar maalesef, polis de durduramaz bu durumu.''

''Ne yapacağız?'' dedim öfkeyle. ''Burada böyle aptal gibi bekleyecek miyiz? Ya çocuk değil nihayetinde, nasıl birisi alıp götürüyor. Ayrıca Serter güçlü birisi, yani silah olsa bile...''

''Belki tehdit edildi?'' diye sordu Çınar.

Bekir'in telefonu çaldı.

Cesur'un telefonu kapandı aynı anda.

Bekir telefona baktığında Naz elini Bekir'in kolundan çekti. ''Babam arıyor,'' dedi Bekir.

''Hasiktir...'' dedi Çınar.

''Ne oldu ki?'' diye sordum.

''Babanı mı karıştırdın bu işe?'' Kılıç iki elini cebine koydu. ''Yapman gereken en son şeydi.''

''Babası kim ki?'' Bu soru Naz'dan gelmişti.

''MXF kurucusu...Aynı zamanda eski bir ajan,'' dedi Çınar; sonra da konuşmasına kaldığı yerden devam etti. ''Üstelik tehlikeli bir adam, devletin çınarıdır o adam.''

Bekir telefonunu kulağına götürdüğünde yavaşça uzaklaştı bizden. Beş dakika geçmeden geldiğinde arabayı otomatik düğme ile uzaktan açıp arabayı işaret ettik. ''Serter Bey'in yerini bulduk,'' dedi.

''Nerede?'' dedi Naz.

''İspanya'da,'' dedi Bekir.

Ellerim çaresizce yana düştüğünde kaşlarım çatıldı. ''İspanya'da derken? Gecenin bir vakti telefon görüşmesi yapmak için ayrılan adam İspanya'ya mı gitti benden habersiz? Emin misin sen Bekir?''

''Sorun şu ki...'' Kelimeler ağzında yuvarlanıyordu. ''Herhangi bir zorlamayla gitmemiş, hatta babam ona ulaştığında Serter onunla konuşmuş ve orada kalacağını söylemiş,'' dedi Bekir.

Dudaklarımdan bir kahkaha koptu sinirden. ''Bu masal çok saçma ama.''

''Bir saniye yenge,'' dedi Çınar araya girerek. ''Ne demek bu?'' Gözlerini kıstı. ''Dün geceden beri aradığımız adam İspanya'ya mı gitmiş keyfinden? Vay amına koyayım? Kim tehdit ediyor acaba? Yalan lan bu? Sikseler inanmam.''

''Çınar Bey...'' Bekir önce bana sonra Çınar'a baktı. ''İzniniz olursa yalnız konuşabilir miyiz?''

''Olmaz,'' dedim.

''Gece Hanım hamile ve söyleyeceklerimin onu üzmesinden korkuyorum...'' Bekir'in sesi endişeli çıkmıştı.

''Hayır söyle, saçma sapan konuşma.'' Bekir'e doğru yaklaştığımda tam karşısında durdum. ''Hamileyim diye bir şeyler öğrenemeyecek miyim? Anlamıyorum seni ya Bekir? Söyle işte? Ne oluyor tam olarak? Serter bilerek gitmez, onu tanıyorum. Ne oldu da gitmek zorunda kaldı, onu söyle bana? Mahkemeyle ilgili mi bir şey oldu? Tüm gerçekleri öğrenmek istiyorum.''

''Gece Hanım.''

Elimi havaya kaldırıp konuşmasına müsaade etmedim. ''Sana emrediyorum patronun olarak.'' Kelimeleri bastırdım. ''Ne oluyor? Bana da anlatacaksın.''

''Serter Bey tam bir ay önce boşanma davası açmış, tüm eşyalarını da toplatıp İspanya'ya gitmiş,'' dedi Bekir.

''Ne?'' Naz şaşırmıştı.

''Bir ay önce?'' Neredeyse bebeğimizi öğrendiğimiz günler...

İnanmıyordum.

''Kanıtın var mı?'' dedim öfkeyle.

''Avukatının hazırlattığı dosya var, maalesef tam olarak bir ay önce hazırlatılmış. Üstelik Serter Bey'in imzasını taşıyormuş,'' dedi Bekir.

Derin derin nefes aldığımda sol elimi karnımın üzerine bıraktım. Ayaklarım sanki beni taşımıyordu, düşmek üzere gibiydim. Yine de dik durmaya çalışarak arabaya doğru ilerledim. Şoför koltuğuna oturduğumda emniyet kemerimi taktım. Arabanın anahtarı içeride olduğu için kontağı çalıştırdım.

Bekir hemen arabanın kapısını açıp yanıma oturdu. ''Gece Hanım.''

''Serter'e götür beni, çünkü yalan söylüyorsunuz,'' dedim.

Serter bana böyle bir şey yapmazdı, onu tanıyordum. 

''İspanya'ya nasıl gitmeyi düşünüyorsun?'' Çınar arka koltuğa geçip emniyet kemerini taktı. ''Saçma sapan davranma Gece, dur yerinde.'' Dirseğini cama yasladı. ''Serter ile aranda kötü bir şey mi oldu? Neden sana böyle bir şey yapsın?''

''Kendi kendine intikam mı aldı diyorsun? Bu çok saçma,'' dediğimde burnumu kırıştırdım. ''Asla inanmıyorum, yalan söylüyor. Onu tanıyorum çünkü. Serter ile aram iyiydi, son ana kadar da iyiydi. Ayrıca ne olursa olsun bana böyle bir şey yapmaz, bana kıyamaz ki o? Üstelik hamileyim? Bile isteye beni strese sokmaz.''

''Bilmiyorum,'' dedi Çınar.

''Babamla konuşmuş,'' dedi Bekir.

''Eve gidelim.'' Ellerimi kucağıma bıraktığımda karnımdaki o baskı yeniden ortaya çıktı. ''Serter ile konuşacağım telefonda.''

''Strese gireceksiniz, iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum,'' dedi Bekir.

''Umurumda değil.''

Arabayı çalıştırdığında yol boyunca onlar kendi aralarında sohbet etmişti, ben ise sessizliği tercih etmiştim. Yarım saat içinde eve geldiğimizde arabanın kapısını açıp indim. Diğer araba da bizimle birlikte durmuştu. Arabadan inen Kılıç ve Naz bize doğru geldiğinde ben direkt eve geçmeyi seçmiştim.

Odamda bulunan telefonumu alıp tekrar aşağıya indiğimde telefondan Serter'in numarasını buldum.

Ulaşılmıyor...

''Benim ulaşamadığım kocama, baban nasıl bir dakikada ulaşıyor?'' Öfkeliydim. ''Siz dalga mı geçiyorsunuz Bekir? Babana söyle, Serter bana ulaşsın. Böyle saçma bir şey görmedim.''

Serter beni bırakmazdı.

Onu tanıyordum.

''Bu işte bir bok var,'' dedi Kılıç içeriye girerken.

Nehir merdivenlerden aşağıya indiğinde Çam kucağıma atladı. Onun yanağını öptüğümde Çam'ın üzgün olduğunu fark ettim. Köpekler her zaman olumsuz durumu fark ederlerdi, algıları kuvvetliydi. Çam'ın da iyi olmadığını gördüm. ''Çam,'' dedim onu ikinci kez öperken. Kafamı yukarıya kaldırıp Nehir'e baktım yere eğildiğimde. ''Mamasını yedi mi?''

''Yemedi,'' dedi Nehir.

Serter'e düşkündü ve Serter yoktu.

Lanet olsun.

''Anneciğim bak mama yersen, sana en sevdiğin şeylerden veririm.'' Köpeğim beni anlamayacaktı ama olsun. ''Güzel köpeğim benim, canım oğlum.''

''Bu kimin?'' diye sordu Çınar.

''Serter ile benim çocuğum.'' Köpeğimi kucağıma alıp boynunu öptüm. 

''Ne?'' dedi Çınar.

''Yeğenin sayılır, gel sev,'' dedim Çınar'a.

''Ahenk dışında kimseyi sevmiyorum,'' dedi Çınar.

Gözlerimi devirdiğimde Çam'ı kucağımdan indirdim ve Çam duvarın köşesinde masum masum uzandı. İyi görünmüyordu, aslında her şeyin farkındaydı.

''Babanı ara Bekir.'' Dikkatimi yeniden onlara verdim çünkü asıl meselem Serter'di. ''Serter beni arasın, babanı nereden aramışsa beni de oradan arasın. Onunla konuşacağım anladın mı?'' Öfkeliydim ve ister istemez bu ses tonuma da yansıyordu.

Bekir pes ederek kafasını salladığında bizden uzaklaşıp dışarıya çıktı. Birkaç dakika içinde geldiğinde telefonunu uzatıp; ''Serter Bey, birazdan arayacak sizi,'' dedi.

''Sağ ol.''

Telefonu aldıktan sonra merdivenlerden yukarıya gitmeye başladı. Basamakları tek tek tırmandıktan sonra çalışma odasının kapısını açıp içeriye girdim. Kapıyı arkamdan kapattığımda siyah deri koltuğun üzerine oturdum. Telefonundan beni aramasını bekledim çünkü Serter arardı.

Ne olursa olsun beni arardı.

Bu saçmalığa inanmak istemiyordum.

Aramadı, aramadı.

Kafamı kaldırdığımda duvardaki saate baktım, sanırım uzun bir süre boyunca duvarda asılı olan saatin çıkardığı sesle baş başa kalacaktım. Öyle görünüyordu. 

Aramasını bekledim, o burada olsaydı; o da beklerdi aramamı ama aramadı. Neden aramıyordu ki? Neden aramıyordu? Onu tehdit mi etmişlerdi? Peki o tehdide rağmen neden aramıyordu? Beni tamamen yalnız mı bırakacaktı? Beni neden bırakıyordu ki? Şiirlere yeniden mi tutunacaktım ben?

Yine mi aylardan nefret edecektim?

Eylül ayı kötüydü, peki ya aralık? Artık aralık ayını da mı sevmeyecektim?

Ağlamak istiyordum saatlerce ama olmuyordu. Ayağa kalktığımda çekmecesine baktım. Küçük bir kağıt dikkatimi çekmişti. Kağıdı çekmecenin içinden çıkardığımda bir şeyler kafamda oturmuştu. Kağıt aslında küçük değildi, kağıt buruşmuştu. Sanki birisi onu avuçlarının arasına buruşturmuş sonra da tekrar açmıştı kağıdı.

Anlaşmalı boşanma protokolü.

Serter Güçlü'nün imzası...

Aynı anda telefon çaldığında ekranda Serter Bey yazılı ismi gördüm. Aramayı açmadan önce bir kez daha kağıda baktım. O kağıtta Serter'in imzası vardı ve tarih üç hafta öncesini gösteriyordu. Bir ay da değildi, üç hafta...

Telefonu kulağıma götürdüğümde gözlerimi kapatıp açtım. ''Alo,'' dedim.

Birkaç saniye boyunca ses gelmedi, büyük bir sessizlik kapladı her yeri.

''Gece,'' dedi Serter boğuk ses tonuyla.

Yaşıyordu...Onun sesini duymuştum. Bunun mutluluğunu kelimelerle anlatamıyordum. O yaşıyordu ve ben dünyanın en mutlu insanıydım.

''Serter.'' Gözlerim doldu. ''Çok korktum biliyor musun sana bir şey olacak diye? Saatlerdir kafayı yiyorum...Nerede olduğunu bilmiyorum bile, delirmek üzereyim. Herkes saçma sapan şeyler söylüyor, herkes bir şeyler mırıldanıyor ama sen gerçeksin. Şu an telefondasın.'' Gözlerimden düşen yaşı sildiğimde göğüs kafesimdeki o rahatlama ortaya çıktı. ''Seni çok seviyorum, ne olur gel.''

''Gece,'' dedi bir kez daha.

Sanırım güzel karım diyemeyecek kadar heyecanlıydı.

''Neredesin?'' Sesim titredi.

''Hiçbir yerdeyim,'' dedi.

''Neden gelmiyorsun?'' İkinci kez sesim titremişti. ''Geleceksin değil mi? Çünkü sen hep gelirsin.''

Sessizlik.

Sağ elimle gözümdeki yaşı sildim. ''Özür dilerim, bir şey yaptım değil mi? Ya da seni tehdit ediyorlar? Eylül mü? Carla mı? Kim canını sıktı? Kim bir şey yaptı ki? Hallederiz, söz veriyorum ama sakın bana abuk sabuk şeyler söyleme telefonda. Yine gel lütfen, gel çünkü sensiz yapamam.''

''Gelemem,'' dedi tek kelimeyle dünyamı başıma yıkarak.

''Neden? O kadar mı uzaktasın? İspanya'ya gitmişsin? Bir şeyler seni sinirlendirdi değil mi? O adama baktım diye mi yaptın? Tamam öyleyse bile ben hallederim, söz veriyorum kendimi açıklarım. Ne yaptım bilmiyorum ama düzeltirim. Lütfen bunu bana yapma, bebeğimiz üzülüyor, onu üzme,'' dedim.

Babalar çocuklarını üzmezdi, bari sen babam gibi yapma çocuğumuza.

''Yarın Türkiye'ye dönüyorum, muhtemelen...'' Yine sessizlik. ''Muhtemelen öğlen orada olurum.''

''Döneceğini biliyordum.'' Rahatlamıştım. ''Çekmecende boşanma protokolünü gördüm ama inanmadım emin olabilirsin. Birileri seni tehdit ediyor değil mi? Sen de o yüzden gitmek zorunda kaldın, seni tanıyorum çünkü.''

''Gece...''

''Efendim sevgilim.'' Burnumu çektim. ''Seni çok seviyorum. Yemin ederim seni çok seviyorum. Ne olursa olsun asla senden vazgeçmem.''

''Gece yapma.'' İç çekmişti.

''Neyi yapmayayım?''

''Bak,'' dediğinde kötü şeyler söyleyeceğini anlamıştım. ''Bir şeyler oldu evet ama bu çok farklı...''

''Ne gibi?''

''Ben, annesini öldürmüş...'' Duraksadı, konuşurken zorlanıyordu. ''Annesini öldürmüş bir kadınla, bu evliliğe daha fazla devam edemem.''

O an dünyam başıma yıkılmıştı.

Söylediği cümle sonrası kanım çekilmişti. Önce birkaç saniye duraksadım. Bunu bana mı söylemişti diye anlamaya çalıştım, yine de anlamadım. Bunu bana söylememişti, buna inanmak istiyordum. 

Serter benim canımı acıtacak sözler asla kullanmazdı. Bu Serter değildi. Benim sevdiğim adam değildi.

''Sürekli ayrıldın benden. Bunu hep yaptın,'' dediğinde bunu yapmamıştım. Sadece bir kez pes etmiştim ama neden hep söylemişti anlamamıştım. ''Ben her zaman yanında olmaya çalıştım. Senin sevmediğin şeyleri bile seninle birlikte sevmeye başlamıştım. Her şeyi birlikte yapıyorduk ama sen sürekli bir sorun çıkardın. Çocuk gibi davrandın hiç büyümedin ki...''

Yine ve yine sessizlik.

''Benden üç kez ayrıldın,'' dedi.

Üç kez mi?

''Bir şeylerin bittiğini fark ettim, son zamanlarda da hissediyordum. Kendi içimde bile bir şeyler bitmeye başlamıştı ama buna inanmak istemiyordum. Bir şekilde ilişkide çaba göstermek istiyordum. Seni hemen bırakırsam eğer üzüleceğimi biliyordum. Seni bırakmak istemiyordum.''

''Anladım,'' dedim kırgın bir ses tonuyla.

''Sen yirmi üç yaşına gelmiş ama on üç yaşında davranan bir kız çocuğundan farksızsın,'' dedi.

''Başka? Dök içini,'' dedim.

''Ben kahveyi sevdiğim için geçen ay büyük bir kavga yaşadığımızda kahve bardağını kırmıştın. Her şeyde bir sorun çıkarıyordun, bunu hep yapıyordun. Şimdi benden çaba göstermemi bekleme Gece. O yüzden İspanya'da nefes almak istiyorum anlıyor musun? Biraz da olsa yalnız kalmak istiyorum.''

Sözlerinin hiçbirini duyamıyor gibiydim çünkü karnımda bir sancı oluşmuştu.

''Anladım Serter,'' dedim.

''Seni seviyorum ama artık yoruldum,'' dedi.

''Çok büyük sevgin varmış ya.'' Gülümsedim. ''Teşekkür ederim her şey için ama buraya gelmeni istiyorum çünkü özür dilerim, ayağına kapanırım gerekirse ama gelmeni istiyorum anlıyor musun? Yeter ki gel Serter.''

''Yarın geleceğim ama...''

''Ama?'' dedim acı dolu bir ses tonuyla.

''Bitirmek için,'' dedi.

Telefon üzerime kapandı.

Telefona öylece bakarken sergilediği tiyatro karşısında ellerim yumruk oldu. İyi bir tiyatro sergilemişti fakat sözlerinde ciddi miydi bilmiyordum? Gerçekten böyle mi düşünüyordu? Gerçekten böyle kötü mü düşünüyordu? 

Gözünde bir katil miydim?

Boşanma protokolü neden üç hafta önce imzalanmıştı.

Tam olarak ne oluyordu?

''Kahveyi seviyormuş...'' Parmaklarımı avuçlarıma bastırdım. ''Siktir git Serter, yalanını sikeyim,'' dedim.

Çalışma odasından çıktığımda onları salonda gördüm. Çınar sigarasını içiyordu, Kılıç ise telefonda birisiyle konuşuyordu. Kızlar ortada görünmüyordu, bir tek Bekir kapıda dikiliyordu.

''Dışarıya çıkalım mı bir?'' dedim ardından gözlerimi Bekir'e çevirdim. ''Sen de gel.''

''Gece Hanım.''

''Sana patronun olarak emrediyorum Bekir,'' dedim öfkeyle.

Kılıç ve Çınar beni takip ettiğinde Bekir de arkamızdan gelmişti. Dışarıya bakan kameranın odağından çıktığımızda ağaçların bulunduğu kısımda durduk. Kollarımı birbirine sardığımda; ''Serter tehdit ediliyor,'' dediğimde sözlerime kaldığım yerden devam ettim. ''Kesinlikle tehdit ediliyor, bu nasıl oluyor bilmiyorum ama bana söylediği sözler asla Serter'lik sözler değil.''

''Nasıl yani?'' diye sordu Kılıç.

Etrafa baktığımda kameralara yeniden bakma ihtiyacı hissetmiştim. ''Üç kez kavga ettiğimizi söyledi ama biz bir kez kavga etmiştik.''

''Vay amına koyayım nasıl da anladın hemen,'' dedi Çınar.

''Dalga geçme! Ayrıca Serter asla kahveyi sevmez ama kahveyi sevdiğini söyledi. Olayı anlayayım diye söyledi, zeki adam...'' İç çektim.

''Donunun rengini de söyledi mi?'' Çınar güldü. ''Çok saçma.''

''Çınar asıl sen saçmasın biliyor musun?'' Ofladım. ''Bugüne kadar bu beyinle nasıl yaşadın asla anlamıyorum...Neyse saçma sapan konuşma, Serter'i senden daha iyi tanıyorum. Maalesef sen aptal aptal oyunlar yapıp Serter'i mahvetmeye çalışırken; ben Serter ile mutlu yuvamda yaşıyordum. Yani benim kocam asla beni bırakmaz ve benim kocam asla böyle konuşmaz, onu senden daha iyi tanıyorum.''

Çınar'ın gözlerine hüzün çöktü. 

''Şu an cidden sinirliyim, ağır konuşmak istemiyorum ama yardım edeceksen burada dur,'' dediğimde bir kez daha kameralara baktım. ''Her geçen zaman, onun aleyhine işliyor. Burada aptal aptal durmak istemiyorum.  Serter nerede bilmiyorum ama tehdit ediliyor.'' Elalarımı Bekir'e çevirdim. ''Baban nasıl ulaştı ona?''

''Oraya pek girmek istemiyorum ama o da Serter Bey'in tehdit edildiğini düşünüyor, şu an siz söyleyince kafamda oturdu bazı şeyler.''

''Güya boşanma davası da açacakmış...'' Güldüm yine sinirden. ''Serter asla boşanmaz.''

''Peki ne yapacağız?'' diye sordu Bekir.

''Katliam,'' dedi Çınar.

''Savaş,'' dedi Kılıç.

''Saçmalamayın kimseyi öldürmek yok,'' dedim buna kendim bile inanmayarak.

''Ben Ahenk'i arayacağım, onun da bağlantıları güçlü. Belki aradığı telefonla yer tespitinde bulunabilir,'' dedi Çınar.

Yavaşça yere oturduğumda çamuru umursamadan ellerimi kucağıma bıraktım. Ayakkabılarım çamur içinde kalacaktı ama umurumda değildi. İyi hissetmiyordum ve bu konuda yapacağım hiçbir şey yoktu. Serter'in tutarsız cümlelerini kendi zihnimde düşünmeye başladım.

Serter açıkça yalan söylemişti. Hatta yalan söyleyerek yalan söylediğini hissettirmeye bile çalışmıştı. Bu bir oyundu ve ben farkındaydım. Bunu bilerek yaptığını biliyordum. Ne olursa olsun Serter beni bırakmazdı, beni bilerek üzmezdi.

''Evde de kamera var, orada böyle konuşmayalım...'' Elimi karnımın üzerine bıraktığımda bebeğimden güç almak istiyordum aslında. ''Yorgun hissediyorum, bir kahve yapacağım. Siz de içer misiniz?''

''Ağlamışsın,'' dedi Kılıç.

''Kötü hissediyorum çünkü.''

Çınar bizden uzaklaşıp telefonla konuşmaya gittiğinde Kılıç ile yalnız kaldık.

''Ağlama, abim asla seni bırakmaz ama merak etme. Bir şekilde onu bu durumdan kurtaracağız, bizim de elimiz armut toplamıyor nasılsa,'' dediğinde elini dostça omzumun üstüne bıraktı. ''Biraz dinlen, kendine gel. Bebeğin sağlığı da önemli. Serter ile tekrar iletişim sağladığında, sana kötü sözler söylese bile inanma.''

''İnanmadım ama acaba söylediği sözler bilinçaltında sakladığı şeyler mi diye düşünmeden edemedim,'' dedim.

''Mesela?''

Bunu söylerken sesim titremeye başlamıştı. ''O mükemmel birisi, kötü bir geçmişi yok, travmaları var ama birçoğunu atlatmış, bir şekilde güçlü kalmayı öğrenmiş ve en önemlisi...Elleri kana bulaşmamış, birinin canını almamış...Düşünsene, bu mükemmel bir şey değil mi? Ne olursa olsun kimseyi öldürmedin, katil değilsin. İyi bir siyasetçisin, devletçisin, dürüstsün.'' Dudaklarımda acı dolu bir gülümseme oluştu. ''Serter mükemmel birisi ve ben onun yanında kötüyüm.''

''Bir şeyler yaşanmış anladığım kadarıyla,'' dedi Kılıç.

''Birçok şey yaşandı,'' dedim.

''Gece...''

Tam bir şey söyleyecekken Çınar bize doğru geldi. ''Bekir'in babası yer tespitinde bulunmuş. Söylenildiği gibi İspanya'da değil, Türkiye'de ve sanırım katliam çıkmış.''

''Katliam derken?'' diye sordu Çınar.

''Ormanlık bir alanda evde tutuluyor Serter, telefon sinyali oradan geliyor. Üstelik oraya doğru giden birçok insandan alınan duyuma göre; silah sesleri yükselmeye başlamış.'' Çınar ceketinin düğmesini açtıktan sonra arabanın olduğu kısma ilerledi. ''Serter'in de orada olduğunu düşünüyorum.''

Arka koltuğa geçtiğimde Bekir şoför koltuğuna oturdu. Çınar ön tarafa, Kılıç da yanıma oturdu. Emniyet kemerimizi taktığımızda, Bekir navigasyonu açtı.

''Ne tarafta Serter?'' dedim endişeyle.

''Gece, bak sen asla arabadan inmiyorsun. Şimdiden anlaşalım,'' dediğinde Kılıç'a gözlerimi devirdim.

''Niyeymiş?'' Sesim sert çıkmıştı.

''Abimin saçında neden beyaz bir tel olduğunu şimdi anladım.'' Çınar arkaya dönerek bana baktı. 

''Benim de saçımda beyaz tel var, sadece onun saçında değil.'' Tamam belki biraz abartıyordum.

Kılıç nefesini dışarıya verdi. ''Yol uzun mu Bekir?''

Bekir dikiz aynasından bize bakarak; ''Biraz,'' dedi.

''Sakın polisi çağırmayın, orada en az on kişinin leşi çıkacak. Sonra tekrar hapishanelere düşmek istemiyorum...'' dedi Çınar.

''Sen kaçmamış mıydın? Nasıl bu kadar rahatsın?'' dedim.

Çınar yüzünü buruşturdu dikiz aynasında göz göze geldiğimizde. ''Aslında yalan söyledim, beni gayet serbest bıraktılar. Bütün pis işlerimi üvey babamın üstüne yıktım. Yılların katiliyiz, biraz tecrübeliyiz.''

''Tamam yeter,'' dedi Kılıç.

''Durun, sevgilim arıyor. Sevgilim aradığında tüm dünya benim için durur.'' Telefonunu açıp kulağına götürdü Çınar. ''Efendim güzel sevgilim,'' dediğinde kendi kendime mırıldanarak; ''O bizim lafımız,'' dedim Serter ile benim için. Çınar ise beni duymadığı için konuşmasına devam etti. ''Tamam tamam birazdan seni oradan alırım,'' dedi, ardından telefonu kapattı.

''Ne diyor Ahenk?''

Çınar, Kılıç'a cevap verdi. ''Bensiz katliam olamaz dedi, gelmek istiyormuş.''

''Haberi nereden aldı ki?'' diye bir soru yönelttim.

''Benim telefonumda konum uygulaması var, ona bildirim gidiyor. Biz birbirimizi o kadar çok seviyoruz ki en...''

Kılıç, Çınar'ın sözünü kesti. ''Sus be! Ben haber verdim bu arada. En azından gelsin istedim,'' dedi.

Beş dakika geçmeden Ahenk'i yoldan aldıklarında Ahenk arka koltuğa oturmuştu. Çınar ile Kılıç da yer değişmişti. Çınar, Ahenk'in yanına oturur oturmaz ellerini Ahenk'in beline bırakıp onu kendine doğru çekmişti küçük bir öpücükten sonra. Aralarındaki sevgi ve ilgi fazlasıyla güzel geliyordu.

Birbirlerine yakışıyorlardı.

''Neredeymiş tam olarak?'' Ahenk de endişeli görünüyordu.

''Gidiyoruz işte,'' diye cevap verdi Çınar.

Kılıç, ''Orospu çocuğunun birisi abimle uğraşıyor, umarım onu buluruz. Böyle pislik yapan adamlar genelde adamlarını işin içine sokar, asıl büyük balık ortadan kaybolur ama yine de ümitliyim. Kim yaptıysa bunu ortaya çıkarıp onu mahvedeceğim.''

''Gece,'' dedi söze giren Çınar. ''Kılıç'ın köpekbalığı var biliyor musun?''

''Gerçekten mi?'' diye sordum.

Kılıç kafasını yana salladı. ''Çok büyük değiller.''

''Evinde kocaman bir akvaryumu var, orada köpekbalığı besliyor.'' Güldü. ''Güçlü erkekleri her zaman psikopat olur, tabii Serter hariç,'' dedi Çınar.

''Tamam korkutma kızı,'' dedi Ahenk.

''Biz aslında genimizi babamızdan alıyoruz.'' Gözlerini kıstı Çınar. ''Bana göre Rauf Güçlü de psikopat, sizce de öyle değil mi?'' Hiç kimse cevap vermedi. Çınar kendi kendine cevap verdi. ''Bence öyle, biz de babamıza benziyoruz. Ondan aldık işte bir şeyler.''

Elimi karnımın üzerine bıraktım. Yolun bitmesini beklerken bebeğimden güç almak istedim. O an sadece Serter'i görmek ve ona sarılmak istiyordum. Onu kadar özlemiştim ki bir tek onu düşünüyordum. Gözlerimi kapatıp onu hissetmek istiyordum. Başka çarem yoktu, onu düşünmek dışında başka bir çarem yoktu işte.

Çınar ve Kılıç yol boyunca atıştılar. Kılıç fazla endişeliydi, Çınar ise öfkesini şakaya vurarak gizlemeye çalışıyor gibiydi. Ahenk de telefonundan konumu takip edip durdu ve içimizde en sakin duran Bekir; arabayı sürmeye devam etti. O en sakinimizdi, olabildiğince gerilmemeye çalışıyordu.

Ormanlık bir alanda araba durduğunda Çınar, Ahenk'in elini tutup arabadan indi. Kılıç elini beline atıp silahını çıkardığında küçük siyah bir kutudan mermileri alıp silahın içini mermiyle doldurdu. ''Hadi Bekir,'' dedi.

Bekir arabanın anahtarını arabadan çıkardığında yavaşça indi ve sadece Kılıç ile ben kaldım arabada.

''Burada kalıyorsun,'' dediğinde kaşlarım çatıldı. ''Hiç öyle bakma, burada kalıyorsun. Başına bir şey gelirse Serter mahvolur. Ayrıca hepimiz çok iyi silah kullanıyoruz, sen kullanamayacağın için sıkıntı yaşayabilirsin.''

''Silah kullanmasını biliyorum,'' dedim öfkeyle.

''Gece, bu silahlar bildiğin silahlar değil. Üstelik hamilesin, bebeğini düşün.'' Ceketini çıkarıp bana uzattı. ''Hava soğuk, arabayı direkt kapatıyorum. Motor çalışmadığı için üşüyebilirsin, biz gelene kadar da arabadan inmek yok tamam mı?''

''Ya birisi arabaya girmeye çalışırsa? O zaman ne yapacağım?'' 

Belinden ikinci silahı çıkardı. ''Al,'' dedi.

Silahı aldığımda onu kucağıma bıraktım. Kılıç seri bir şekilde arabadan indiğinde silahın mermilerini kontrol ettim. Yalnızca iki mermi vardı. Yine de umursamamaya çalışarak onları beklemeye başladım. İlk beş dakika boyunca herhangi bir silah sesi gelmiyordu. Sanki derin bir sessizliğe gömülmüşlerdi. Onlardan ses çıkmıyordu.

Onları beklemek cehennemden farksızdı.

Bebeğimi düşünmeye çalıştım. Onu hissetmek için defalarca elimi karnımın üzerine bıraktım. Serter gelecek, sonra da bebeğimizi hissetmek için karnımı öpecekti. Böyle düşünmek istiyordum. En azından kendimi bu şekilde teselli edeceğimi düşünüyordum. 

Serter'i beklemeye başladığım sırada telefonumdan Serter ile olan fotoğraflarıma baktım. Onun göğsüne uzandığım, onu balkondayken çektiğim, onun elini tuttuğum fotoğraflar...Hatta bir keresinde Naz'ın evinde kaldığım dönemler; onunla yürüyüşe çıkmıştım, onun fotoğrafını arkadan çekmiştim. Üstünde beyaz kapşonlu bir ceket vardı. Onun fotoğrafını bile çekmiştim.

Beklemek işkence gibi gelmeye başlamıştı. Arabadan inmek istiyordum ama kapıyı kilitlemişlerdi. 

Derin bir nefes aldım.

Serter'in geleceğini biliyordum. O ne olursa olsun her zaman gelirdi, beni asla bırakmazdı. O beni bırakmayacaktı biliyordum. Serter beni asla bırakmazdı. O hep geliyordu ki...Yine geleceğini düşünüyordum. Bebeğimiz için gelecekti. Yaptığı saçma sapan tiyatroya bile inanmamıştım çünkü onu tanıyordum.

Serter'i tehdit ettiklerini düşünüyordum.

Gözlerimi kapattığımda arkadan bir silah sesi duydum. Silah sesini takip eden art arda o silah seslerinden sonra elim kapının koluna gitti. Kapının kolunu açmaya çalıştığımda açılmadı ve silah sesleri yeniden yükseldi.

Arabanın sol camından dışarıya baktığımda buğular gördüm. Kıştan ötürü cam hemen buğulanıyordu. Buğulandığı kısmı elimle sildikten sonra bir silah sesi daha patladı. Bu korku yüzünden heyecanlandım. Büyük bir endişe duyarak kapıyı yeniden açmaya çalıştığımda dördüncü silah sesini yine duydum.

Kapı açılmıyordu.

Silahın tetiğini kontrol ettikten sonra ön cama tuttum. Tetiğe basar basmaz camın ortasında küçük bir delik oluşmuştu, o deliğin etrafında ise cam parçaları vardı. Ön tarafa eğildiğimde silahın sert kısmıyla camı kırdım. Etrafa dağılan camlar yüzüme gelmişti ama bunu umursamamıştım.

Ön cam kırıldığında arabadan çıktım ve birisinin bana doğru geldiğini gördüm. Siyah maskeli bir adam bana doğru geliyordu elinde tuttuğu silahıyla. Muhtemelen arabadan çıkmasaydı arabayı elindeki silahla patlatacaktı.

Tam tetiğe basacakken sol elimdeki silahı yüzüne fırlattım. Yüzüne gelen silah sonra elini yüzüne götürdüğünde karşısında durup bel kısmına, tam kasıklarının olduğu yere dizimi geçirdim ve köprücük kemiğine parmaklarımı bastırdı. Adam yaşadığı acıyla yere düştüğünde elindeki silahı alıp silahı gözlerine tuttum ve iki gözünü de kanlar içinde bıraktım.

''Orospu çocuğu,'' dediğimde silahla bir kez daha yüzünü paramparça hâle getirdim.

Galiba adam kör ve sakat olmuştu.

Spor ayakkabımın bağcıklarını çıkardığımda adamın elini bağcıklarla bağlayıp adamı arabaya doğru sürükledim. Yere düşen cam parçasını alıp bileklerini çizdiğimde adamın bilekleri de gözleri gibi kanlanmıştı.

Diğer bağcığı ise elimde tuttum ve yine yürümeye çalıştım. Etraf sessiz görünüyordu, silah sesleri kesilmişti sanki.

Issız bir yerdi burası. Hiç ev yoktu, sadece ağaçlardan oluşuyordu. İnsan sesi bile duymuyordum. Kılıç'lar nereye gitmişti onu da bilmiyordum. Gözünü kör ettiğim adamdan kalan silahım dışında bir de bağcıklarımın ipi vardı. İpi sol elime, silahı da sağ elime aldığımda bir adamın daha koşarak bana doğru geldiğini gördüm. O da maskeliydi fakat beni fark etmemişti.

Silahı yüzüne doğrulttuğumda elini havaya kaldırdı. O silahsızdı.

Ayrıca kadındı.

Yine de umursamadım.

Tetiğe bastım.

Bacağına gelen kurşun sonrası kadın kaçtı, koşarak uzaklaştı. Bilerek öldürmemiştim, katil olmak istemiyordum. Sadece onu etkisiz hâle getirmiştim.

Her yer çamur içindeydi. 

Spor ayakkabım çamur içinde kalmıştı. Hava da kötüydü, bir yandan yağmur yağıyordu. Saçlarımın ıslanmasını bile umursamadım. Onlar nereye gittiyse oraya gitmek istiyordum. Henüz güneş batmamıştı, bu iyi bir şeydi fakat bulutların arkasında gizlenen güneşten ötürü gündüz aydınlığında değildi dünya.

Biraz kararmıştı gökyüzü.

Bir ev gördüm. İki katlı olduğunu düşündüğüm ahşaptan yapılan eve doğru yürüdüğümde evin ön tarafında kimsenin olmadığını fark ettim. Etrafı birkaç kez kontrol ettiğimde birisinin silahla etrafı gözetlediğini gördüm. Arkası bana dönük olduğu için beni görememişti ama ben onu gayet iyi bir şekilde görüyordum.

Birisini bayıltmak istiyorsan ensesine vur, demişti Gürsel Yalçın. 

Eylül ile konuştuklarında onları kameradan izlerken duymuştum. Çok net hatırlıyordum o cümleyi.

''N'aber?'' diye sordum arkasına yaklaştığımda.

Yüzünü bana çevirdiğinde gözleri kocaman açıldı. Silahı havaya kaldırdığımda arkasına geçip ensesine silahın arka kısmını geçirdim. Adam yere düştüğünde elindeki diğer silahı da alıp sol elimde tuttuğum iple ellerini arkasına alıp onları bağladım.

Adam bayılmıştı.

Tam eve girecekken bir grup kişinin içeride olduğunu gördüm. Hemen koşarak oradan uzaklaştım. Onlar nasıl eve girmişti bilmiyorum ama evin koridor kısmında; kapıdan gözetlediğim kadarıyla çok fazla kişi vardı ve hepsinin bellerinde birer silah, ellerinde ise silahlar duruyordu.

Birkaç metre uzaklaştığımda kafamı yukarıya kaldırdım.

Evin etrafında dolaşmaya karar vererek arka kısma ilerledim. Burada herhangi bir silahlı adam yoktu, hatta hiç kimse yoktu. 

Sanırım tam olarak cehennemin ortasındaydım. Cehennem diye nitelendirdiğim bu evde Serter, Kılıç, Çınar ve Ahenk vardı. Onları beklemek istemedim, belki de onlar da rehin alınmıştı bilemiyordum. Bu beni korkutuyordu. Onların başına bir şey gelmesinden korkuyordum. Ayrıca içeride Serter de vardı.

Bir adım geriye gittim.

Adımlarım sıklaştı.

Yeniden tekrar ön tarafa geldiğimde ev ile aramada en az yüz metre vardı ama buna rağmen evi görebiliyordum. Bir kez daha kafamı yukarıya kaldırdığımda kaşlarım çatılmıştı. O an da bir şey oldu.

Bir patlama duyduğumda o patlamanın etkisiyle yere düştüm. Elimle kafamı kapattığımda evden bomba sesi duydum. Gözlerimi eve çevirdiğimde evin ateşler içinde kaldığını gördüm.

Parçalı bulutlu, güneşin olmadığı Kış mevsiminde ev ateşler içinde kalmıştı. O an evden yayılan ateşin yarattığı ışık sayesinde etraf kısa süreliğine de olsa aydınlanmıştı, sanki güneş doğar gibi.

Ve o evde bir bomba patlamıştı, her şeyi mahveder gibi...

Nefes alamadım.

Serter, Kılıç, Çınar ve Ahenk...

Bombanın patladığı evdeydi.

| Bölüm nasıldı?|

| Biliyorum beni çok seviyorsunuz, ben de sizi çok seviyorum biliyorsunuz.|

| En sevdiğiniz sahne?|

| Son sahne?|

|| Sizce ne olacak?|

| İlk kez kalbe saplanan ok kitabında biz Serter'in sahnesini koca bir bölümde okumadık...|

| Çınar, Kılıç ve Ahenk üçlüsü?

| Instagram: Ebrununhikayeleri|

Continue Reading

You'll Also Like

39.1K 101 13
Enjoyed new daughter in law's navel
53.1K 2.4K 36
ᴅɪᴠᴇʀɢᴇɴᴛ; ᴛᴇɴᴅɪɴɢ ᴛᴏ ʙᴇ ᴅɪꜰꜰᴇʀᴇɴᴛ ᴏʀ ᴅᴇᴠᴇʟᴏᴘ ɪɴ ᴅɪꜰꜰᴇʀᴇɴᴛ ᴅɪʀᴇᴄᴛɪᴏɴꜱ.
532K 48.1K 34
𝙏𝙪𝙣𝙚 𝙠𝙮𝙖 𝙠𝙖𝙧 𝙙𝙖𝙡𝙖 , 𝙈𝙖𝙧 𝙜𝙖𝙮𝙞 𝙢𝙖𝙞 𝙢𝙞𝙩 𝙜𝙖𝙮𝙞 𝙢𝙖𝙞 𝙃𝙤 𝙜𝙖𝙮𝙞 𝙢𝙖𝙞...... ♡ 𝙏𝙀𝙍𝙄 𝘿𝙀𝙀𝙒𝘼𝙉𝙄 ♡ Shashwat Rajva...
320K 6.6K 37
Eleanor James; A shy, quiet, introverted, and sweet 18 years old girl with the weight of the world on her shoulders and secrets wrapped around her li...