Fırtınalı Gecede (Tamamlandı)

By aleynahirik

32.3K 4.1K 4.1K

Trajik bir geçmişin ardından yurt dışına gönderilen Ahsen için geri dönüş vakti gelip çatmıştı. Büyük bir özl... More

Fırtınalı Bir Gecede Her Şey Olabilir
Bölüm Bir | Geri Dönüş
Bölüm İki | İlk Akşam Yemeği
Bölüm Üç | Tatlı Rüyalar
Bölüm Dört | ''Eskisi Gibi.''
Bölüm Beş | Kapılar Ardındaki Gözler
Bölüm Altı | Işıklar Sönünce
Bölüm Yedi | Siyah Şemsiye ve Kırmızı İplik
Bölüm Sekiz | Unutulan Her Bir Anı
Bölüm Dokuz | Yalnız Prenses
Bölüm On | En Uzun Gece
Bölüm On Bir | Yeniden Denemek İçin Geç Değil
Bölüm On İki | Suyun Dibinde
Bölüm On Üç | Karanlıktaki Parti
Bölüm On Dört | Kördüğüm
Bölüm On Beş | Açık Kalan Cehennem Kapıları
Bölüm On Altı | Beyaz Kuğu
Bölüm On Yedi | Dalgalarda Doğmak
Bölüm On Sekiz | Saydam Kalp
Bölüm On Dokuz | Ilık Bir Yaz Günü
Bölüm Yirmi | Işıkların Altındaki Çürük Kokusu
Bölüm Yirmi Bir | Alevlerin Yakamadığı Kadınlar
Bölüm Yirmi İki | Lilit Derin Bir Karanlıktır
Bölüm Yirmi Üç | Kayıp Soydan Geriye Kalan
Bölüm Yirmi Dört | Silik Ayak İzleri
DUYURU 📣
Bölüm Yirmi Beş | Siyah Kuğu
Bölüm Yirmi Altı | Fırtınalı Bir Gecede Neler Oldu?
Bölüm Yirmi Yedi | Batının Kötü Cadısı*
Bölüm Yirmi Sekiz | Karanlıkta Gizlenenler
Bölüm Otuz | Yeraltından Yükselen Sesler
Bölüm Otuz Bir | Gökyüzündeki Son Yıldızlar
Bölüm Otuz İki | Cennetten Kovulan Herkes Bir Arada
Bölüm Otuz Üç | Bilgi En Güçlü Silahtır
Bölüm Otuz Dört | Drakula'nın Şatosunda Yalnız Bir Gece
Bölüm Otuz Beş | Aşk Bir Zayıflık Mıdır?
Bölüm Otuz Altı | Aydınlıkta Kalan Tek Kişi
Bölüm Otuz Yedi | Kirli Sular, Temiz Ruhlar
Bölüm Otuz Sekiz | Cadı Avı Başlasın!
Bölüm Otuz Dokuz | Son Akşam Yemeği
Bölüm Kırk | Güzel Yalanlarla Yaşar ve Ölürüz*
Bölüm Kırk Bir | Şeytanı Kurtarmak
Bölüm Kırk İki | Yaşasın, Dünya Yok Oluyor!
Bölüm Kırk Üç | Son Yargı
Bölüm Kırk Dört | Hüzünlü Prensese Veda
Bölüm Kırk Beş | Denizin Bittiği Yer {FİNAL}
YAZAR NOTU

Bölüm Yirmi Dokuz | Altın Kafesteki Kargalar

617 75 8
By aleynahirik

*Medyaya bir şarkı bıraktım. Bu şarkıyı çok severim zaten ama özellikle Türkçe çevirisiyle ekledim belki bölümden sonra izlemek istersiniz adeta Ahsen tarafından yazılmış gibi.

İyi okumalar! 🥂🤍

22 EYLÜL 2009

Çocuk, gösterişli evin çok daha basit kalan ötelenmiş arka kapısından içeriye koşarak girdiğinde sırtındaki çantayı çıkarttı.

''Sarp?''

''Geldik!''

Annesinin sesiyle mutfağa girdiğinde onu tanıdık bir telaş içinde, üzerinde yıpranmış önlüğü ve elindeki havlusuyla fırına tepsiyi atarken buldu.

''Hoş geldin, baban nerede?''

''O bizi bıraktığı gibi Ferit Bey'i işten almak için geri döndü. Erken mi çıkacakmış ne.''

''İyi canım, tamam. Ee nasıl geçti okul?''

''Fena değil.''

Fırının kapağını kapatan kadın doğrulurken belinin sızısıyla yüzünü buruşturdu. Tüm gün dev gibi evi bir başına çekip çevirmek pek de kolay bir iş değildi doğrusu. ''O ne demekmiş? Fena değil?''

''Fena değil işte anne. Aynı yani.''

Mutfak masasına otururken masanın üzerindeki ekmek sepetinin içinden bir dilim ekmek aldı.

''Çok mu acıktın?''

Çocuk kafasını salladı. Kadın yüzünde buruk bir tebessüm ile eğilip oğlunun saçlarına bir öpücük kondurdu. Gözünün önünde yavaş yavaş büyüyen bu çocuk artık çok fazla öpücükten ve sıkı sarılmalardan hoşlanmıyordu fakat annesini kırmadı.

''Seçkinlerin akşama büyük misafirleri var. Kaç kişiler belli de değil iki ayağım bir pabuca girdi ama eğer yemeklerden kalırsa ben sana bir tabak yapacağım. O vakte kadar bir şeyler çıkarayım mı?''

Kadın tam buzdolabına yöneliyordu ki oğlunun onu durdurmasıyla geri döndü. ''Hayır, uğraşma bir daha. İstemiyorum.''

Bir dilim ekmeğin neredeyse yarısını ağzına atarken konuşmaya devam etti. ''Bugün ne oldu biliyor musun? Karşı sınıfla maç yaptık.''

Kadın yine de dolaptan bir kutu sütü çıkartırken oğlunun yıpranmış üniformasına baktı. ''Belli oluyor şu üstünün başının haline bak.''

Bir bardak çıkartırken çocuk hararetli hikayesine devam ediyordu. ''Of anne anlamıyorsun ya. Bizim sınıf 3 – 2 aldı ama zaten ikisi ben attım. Nasıl attım sanıyorsun?''

''Şu futbola verdiğin ilgiyi derslere versen...''

''Ben sınıfta birinciyim. Daha ne vereceğim?''

Yaşından büyük konuşmasıyla annesini güldürmeyi başarmıştı. Her ne derse desin çocuk haklıydı ve akıllıydı. Tek kelime etmemesine rağmen nasıl bir durumda olduklarının farkındaydı ve bu farkındalıkla çok daha fazla çalışıyordu. Hatta birkaç gün önce uykuya dalmadan hemen önce ağzından kaçırdığı cümle, günlerdir kadının zihninde yankılanacak kadar dert olmuştu içine.

Anne, ben hep birinci olursam büyünce mühendis olabilir miyim?

Kadın bunu ilk duyduğunda şaşırmıştı çünkü oğlunun daha önce hiçbir mesleği hayal ettiğini duymamıştı.

Olursun tabii, neden olamayasın? Mühendis mi olmak istiyorsun ki? Neden?

Çünkü o zaman çok param olur, olmaz mı? Mühendislerin çok parası olur mu? Ben hiç mühendis birini görmedim.

Kadın şaşkınca tebessüm etmişti. Çok paran olup ne yapacaksın?

Bize bir ev alırım. Kendi evimiz olur. Hatta kocaman bir odam olur, tıpkı Ahsen'in odası gibi.

Kadın oğlunun yüzüne uzun uzun bakarken buruk bir tebessümle karşılık verdi. ''Biliyorum biliyorum. Çok çalışıyorsun ve ben seninle gurur duyuyorum.''

Bir kez daha yanına gitti ve ona kocaman sarılmak istedi. Çocuk sıkkın bir tavırla annesinin karıştırdığı saçlarını düzeltirken ''Anne, yapma ya.''

Kadın hala ona sarılırken geri çekilip yüzüne baktı. ''Sen artık utanıyor musun bakayım?''

''Utanmıyorum da...''

''Utanmıyorsun da ne? He, söyle bakayım.''

Çocuğun karnını gıdıklamaya başladığında kendini tutamayıp gülmeye başladı. Bir yandan annesini durdurmak için çabalarken bir yandan gülüşleri arasından konuşmaya çalışıyordu. ''Anne! Tamam!''

''Söyle söyle, neyden utanıyorsun? Gıdıklamamdan mı öpmemden mi?''

Oğlan tam ağzını açmıştı ki yukarıdan yükselen seslerle anne oğul aynı anda durdu. Asiye Hanım'ın bağırışı onlara kadar ulaşmayı başarmıştı. Neriman, bağırışının hedefinin kızı olduğunu anlaması uzun sürmedi.

''Sen beni delirtmek mi istiyorsun? Bu halin ne ya? Sokak çocuğu musun sen? Akşama bir sürü misafir var, ben de gittim sana neler aldım.''

Kısacık bir an sessizlik yaşandıktan hemen sonra kadının sesi yeniden yükseldi. ''Nasıl bu kadar beceriksiz olabiliyorsun? Önünü de mi görmüyorsun yürürken? Ağzın açık, havaya bakma da önüne bak! Git banyoya gir! Nasıl yapıyorsan da yap!''

''Ahsen'e mi kızıyor?''

Sarp'ın sesiyle Neriman, oğluna döndü ve onu usulca bıraktı. ''Evet. Onların arasında bir şey, karışmayalım. Anneler bazen kızar.''

''Ama sen hiç kızmıyorsun.''

Neriman gülümsedi. ''Ben de bazen kızıyorum tabii.''

''Ama bana hiç bağırmıyorsun. Asiye Hanım, Ahsen'e sürekli bağırıp ağlatıyor.''

Oğlunun yüzüne bakarken kafasında kurduğu hesabın oldukça farkındaydı. Kafasını hafifçe yana eğdi ve iki yana salladı. ''İnsanlar bir mi hiç, Sarp? Öyle söyleme, bir daha duymayayım. Herkes çocuğu iyi olsun ister.''

Çocuk utançla kafasını önüne eğdiğinde annesinin onun için koyduğu bir bardak sütü önüne çekti. Kadın, çocuğun söylediklerine şimdiden pişman olduğunu gördüğü an ona yaklaştı ve saçlarını sevdi. ''Bir dahakine dikkatli olursun, tamam mı? Kimse hakkında konuşmaya hakkımız yok.''

Çocuk kafasını aşağı yukarı salladı. ''Konuşmam, söz.''

Hızlı ayak sesleri mutfağa birinin geldiğini işaret ediyordu, Neriman tezgâhın üzerindeki kap kaçağı toplamaya koyulmuş, Sarp süt içmek üzereyken mutfaktan içeriye giren kızla ikisi de ayak seslerinin sahibine döndü. Uzun sarı saçları birbirine girmiş kız, göz yaşları içindeydi ama yüzünün çoktan kurulamıştı.

''Ahsen, ne oldu kuzum?''

Ahsen bir Sarp'a bir annesine baktı. ''Şey-''

Burnunu çekti ve devam etti. ''Eteği... Eteğin fermuarın sıkıştı ama açamıyorum. Banyoda bana yardım eder misiniz?''

Oldukça basit bir beceriyi eli ayağına dolandığı için yapamamanın verdiği utanç ile yüzü kıpkırmızıydı.

''Aa tabii ki. Dur seninle geleyim.''

Kız gözlerinin üstündeki üniformanın koluna kurularken sesini alçalttı. ''Bir de ben düştüm.''

Yavaşça sağ dizini gösterdi. ''Kanıyor ama annem dedi ki nasıl yapıyorsan yap. Ben hiçbir şey bulamıyorum. Yara bandı yok mu?''

Sarp tek hamlede oturduğu taburen indi ve mutfağın köşesine yerleştirdikleri küçük dolaba koştu. Kapağını açıp tek seferde yara bandı paketinin içinden bir adet bant aldı. Geriye dönüp kıza uzattığında kız bir ona bir elindekine baktıktan sonra elindeki bandı aldı.

''Ahsen, ne yapalım biliyor musun?''

Neriman yanlarına gelip iki çocuğun da omzuna dokundu. ''Gel önce Sarp ile süt iç, sen de acıkmışsındır. Sonra Sarp üstünü değiştirsin biz de seninle banyoya gidelim. Olur mu?''

Kız kafasını kaldırıp Neriman'a baktığında, Neriman bu kızın derin mavi gözlerinin küçük yaşta hüzünle dolmasını içten içe kabullenmekte güçlük çekti. O bir çocuktu, tıpkı oğlu gibi. Tıpkı diğer tüm çocuklar gibi. Koşacaktı, düşecekti, bazen kalkacak bazen kalkamayacaktı. Yaralanacaktı, ağlayacaktı ama hepsinden çok gülecekti. Çocuklar böyleydi, böyle olmalıydı.  İçlerinde tutuşan kıvılcım başka türlü büyüyüp canlı, sağlıklı ve mutlu bir yetişkin olamazdı ki. Ceviz kabuğunu doldurmayacak sebepler, bu çocukların kıvılcımlarının üzerine su dökmemeliydi. Ahsen'in hafif bir tebessümü bile Neriman'ın içini ısıtırken nasıl olur da bir çocuğu rencide edebilirdi?

''Olur.'' dedi. ''Ama annem-''

''Ben annenle konuşurum. Misafiri gelecek diye biraz telaşlı, biraz da sinirli yoksa sana kızmazdı. Üstün başın kirlenmiş alt tarafı ne olacak, değil mi? Sarp'a bak, ne halde. Dayak yemiş gibi.''

İkisi aynı anda gülerken Ahsen kafasını salladı. ''Sarp bugün en son okulun duvarına tırmanmaya çalı-''

''Ahsen! Ne anlatıyorsun?''

Oğlunun bağırışıyla ona döndü. ''Bak, sen. Öyle mi? Sonra ne oldu?''

İki çocuk küçük mutfak masasına karşılıklı otururken kız yanaklarına kurulayıp anlatmaya devam etti. Oğlunun, kızın her sözüne itiraz edişini ve kendini açıklamaya çalışmasını dinlerken kendini gülmekten alıkoyamadı.

Gün gelecek kendisi artık nefes alamayacaktı ama en azından geride bıraktığı çocuğun kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenen bir yetişkin olmasını dileyecekti. En azından onun nefes almaya devam etmesini dileyecekti.

#

Gün doğarken neredeyse birkaç saatlik uykuyla ayak durabildiğime şaşırıyordum. Acıyan göz kapaklarımı araladığımda Sarp'ı tam karşımda, bir elini yanağının altına koymuş beni izlerken yakaladım.

Hafifçe tebessüm ettim. ''Uyuyamadın mı?''

Sesim bizimle aynı odada olan Emre ve Müjgan'ın duyamayacağı kadar kısıktı. Kafasını iki yana salladı. Elimi kaldırdım ve yanağına koydum. Kafasını eğdi ve avcumun içine bir öpücük kondurdu. Kendi elini elimin üzerine koydu ve usul usul okşamaya başladı.

''İyi olacağım.''

''Ne zaman?'' diye sordum.

''Çok yakında.'' derken beni güldürdü.

''Olana kadar da olduktan sonra da yanındayım, biliyorsun değil mi?''

Gülümsedi ve gözlerini kırptı.

''Korkuyor musun?'' dedim çekinerek.

''Hayır.'' dedi hiç düşünmeden. ''İnsanların gördükleri veya konuştukları ölü annense eğer korkmuyor insan. Demek ki hep burada, hep yanımda.''

Duraksadı ve düzeltti. ''Yanımızda.''

Gülümsemem büyürken gözlerimin dolmaması için dua ettim. ''Seni ne çok seviyordu.'' dedi fısıldayarak.

''Elektrikler kesildiği bir gün annemle babamın odasına girememiştim, kapıları kilitliydi ve sesimi de duymamışlardı. Hatırlıyor musun? Kaç yaşındaydık, altı mı? Annen alt kattan gelip beni almıştı.''

Sarp'ın gülümsemesi acı dolu bir halde hatırladığı güzel bir anının mutluluğuna dönüşürken ''Evet, altı yaşındaydık. Zaten o sene daha yeni sizin evde çalışmaya başlamıştık. Yani, pek bir samimiyetimiz yoktu seninle.''

Gülüşüm büyürken usulca göğsüne vurdum. Böyle bir karanlığın orta yerinde yeniden bir şeylere tutunabilmenin verdiği güven kısa bir süreliğine dahi olsa iyi hissettirmişti. ''Annen bizi beraber uyutmuştu ama.''

''Evet işte bu yüzden sabah uyanınca mecburen arkadaş olmuştuk.''

''Benimle bir daha konuşma.''

Yataktan kalkmak için bir hamle yaptığım an beni yakaladı ve yalnız olmamamızı umursamadan kendine çekti. Kafamı göğsüne bastırırken kollarını sıkı sıkı bana doladı. ''Sen benim en yakın arkadaşım ve gördüğüm an âşık olduğum o kızsın.'' diye fısıldadı.

Kafamı kaldırıp ona baktığımda gülümsedim. ''Sen de benim.'' dedim.

''Kimse uyanmamışken aşağı inip bakalım mı?''

''Evet, çok iyi olur.''

Yataktan doğrulmadan önce saçlarıma bir öpücük kondurdu. Parmak uçlarımda yürüyüp İrem'in odasına açılan kapıyı aralayıp onu kontrol ettikten sonra Sarp'a döndüm.

''Sana söz veriyorum, bu işi araştıracağım. Tamam mı?''

Dün geceden kalan kıyafetlerini düzelten Sarp kaşlarını çattı. ''Nasıl?''

''Bilmiyorum, bir şekilde ama annenin neden göründüğünü bulacağım. Efsun Hanım'ın verdiği deftere bakarım hatta Belkıs'a bile giderim. Belki... Belki o zaman iyi olursun.''

Tebessüm etti, teşekkür etmesine gerek kalmadan tek bir bakışıyla minnettar olacağını göstermesi yeterliydi.

Aşağıya inmemiz neredeyse on dakikamızı aldığında kendimi buna hiç hazır hissetmediğimi bir kez daha anladım.

Meclis evinin koridorları bomboştu.

İnsanın gözlerini alan kıyafetler, aksesuarlar içerisindeki kimse yoktu.

Adeta büyük bir fırtına kopmuş ve herkes arkasına bakmadan kaçarken bizi geride bırakmışlardı.

Bu büyük boşluk o kadar dikkat çekiciydi ki Sarp'ın sessizce iç çekip etrafını izlediğini gördüm.

''Bizi kaderimize terk etmiş gibiler.'' dedi gösterişli merdivenleri inerken.

''Hepsinin kalıp neler olacağını izlemek için can attığına yemin edebilirim.'' dedim.

''İnsanlar düşene gülerler.'' dedi Sarp. ''Şaşırmazdım.''

Girişe çıktığımızda piyanodan yükselen Vivaldi'yle meclis kapısından içeri ilk girdiğimiz günü anımsadım.

''Kış çalıyor.'' dedi Sarp. ''Duyuyor musun?''

Kafamı salladım ve yemek salonundan içeriye adımımız attık. Upuzun masa, tıpkı evin geri kalanı gibi bomboş ve yalnızdı. Efsun Hanım pencereden dışarıyı izlerken uykusuz ve yorgun görünüyordu, kollarını göğsünde birleştirmiş ve kendini müziğe kaptırmışçasına hafif hafif sallanıyordu.

''Günaydın.''

Benim sesimle adeta yerinde sıçradı ve o ana kadar geldiğimizi ne gördüğünü ne de duyduğunu anladım.

''Ah, günaydın. Kalkmışsınız.''

Yüzünden hiç makyaj yoktu, gösterişli kıyafetlerinden kurtulmuş ve çok daha sade bir kıyafet giymişti.

''Daha ziyade uyumadık.'' dedi Sarp.

''Öyle mi? Çok yorgun olacaksınız o zaman.''

Hızlı adımlarla uzun masanın ucuna yürüdü ve görmekten güçlük çektiğim siyah küçük bir kutuya bastı. Bastığı an kırmızı bir ışık yanıp sönmeye başladı.

''Hemen haber veriyorum, kahvaltı hazırlasınlar. Enerjinizi toplamalısınız. Emre ve Müjgan size yardımcı olabildi mi?''

Sarp kaşlarını çatıp bana doğru eğildi ve fısıldadı. ''O şeyle nasıl haber veriyor ya?''

Şaşkınlığı sesine yansımıştı ve oldukça haklıydı. Efsun Hanım'a baktığımda boğazımı temizledim. ''Evet, yardımcı oldular ama siz böyle konuştuğunuza göre haberler iç açıcı değil.'' dedim. ''Doğru mu anlıyorum?''

Sıkkın bir tavırla iç çekti ve karışmış saçlarını toparladı. ''Dürüst olayım, değil.''

''Annemler hala bulunmadı mı?''

Ses tonum saliseler içinde alt üst olurken ona doğru yavaş adımlarla ilerledim. ''Bu nasıl olabilir? Arkalarından giden kişiler vardı, hatırlıyorum. Ne ara bu kadar uzaklaştılar?''

''İnan ki bilmiyorum tatlım ve ben de en az senin kadar endişeliyim.''

''Tam olarak ne için?''

Arkamda kalan Sarp'tan yükselen ses ile ona döndük. ''Yani bir arkadaş olarak mı endişelisiniz yoksa meclis başkanı olarak mı?''

Efsun Hanım, bir süre Sarp'ın yüzüne bakmayı sürdürdü. Ardından ''Her ikisi de.'' cevabını verdi.

''Efsun Hanım, tüm gece Kanun'u didik didik ettik ama tek ayrıntı ölen kişinin bir cadı mı yoksa insan soylu mu olduğu kısmı. Ve...''

Duraksadım ve kelimelerimi toparlamaktan güçlük çektiğimi fark ettim. ''Ve annem... Annem eğer böyle bir şeye yol açtıysa, meclisi bilmiyorum ama benim için ikisi de aynı şey.''

''Yani anneni affetmeyeceğini mi söylemek istiyorsun?''

Midemde kaynayan duyguları açıklamak öyle zordu ki. Kendimi çırpındıkça batmamı dileyen kara bir bataklığın içinde hissediyordum. Yargılamak, öfkelenmek, bağırıp çağırmak en kolayıydı. Zor olan ise sizi bu hayata getiren annenizin yaptığı günahlara şahit olurken bir yandan onu çekip çıkarma isteğiyle aynı anda baş etmeye çalışmaktı. Çelişkiler içinde kafayı yemek üzereyken herhangi bir insanoğlunun buna bir yol bulabileceğinden şüpheliydim.

Güçlükle yutkundum. ''Net bir şey söylemek çok zor, biliyorsunuz.''

''Tahmin ediyorum, evet.''

Bir yandan kolunu kaşırken bir yandan sağa sola yürümeye başladı, tüm geceyi böyle geçirdiğini hayal ettim bir an.

''Ay Cadıları Dolunay ışığını zayıflatana dek aramaya devam ettiler fakat bulamadılar. Sabaha karşı döndüklerinde tıpkı diğer cadılar gibi onları da göndermek zorunda kaldım.''

''Mecliste kimler kaldı?'' diye sordu Sarp.

''Bizim dışımızda üç Kara Cadı ve tabii ki Belkıs.''

''Kara Cadıların neyi beklediğini az çok tahmin ediyoruz.'' dedi Sarp ben sessizliğimi korurken.

''Evet, adeta intikam ateşiyle yanıp tutuşuyorlar ve bu hiçbirimiz için iyi değil.''

Herkesin duyabileceği bir şekilde ofladım ve ilk bulduğum sandalyeye kendimi bıraktım.

''Peki şimdi ne olacak?''

Efsun Hanım yürümeyi bıraktığında bana döndü.

''Dün çok iyi bir noktaya parmak bastın, Ahsen. Kara Cadılar, anneni bitirmek istiyor fakat sana muhtaçlar. Bunu en iyi şekilde kullanacağız.''

''Nasıl?''

''Onlar bizimle ılımlı anlaşma yapana dek lanetlerini kaldırmayacaksın.''

Kaşlarım havaya kalktı. ''Gerçekten ben mi kaldıracağım?''

''Elbette!'' dedi şaşkınlıkla. ''Yerinde olsam her anı değerlendirir, güçlerimin kontrolünü iyice elime alırdım. Buna çok ihtiyacımız olacak.''

Sarp ile kısa bir an göz göze geldik.

''Ben deniyorum ama zaman zaman... Galiba zaman zaman kontrolüm dışına çıkabiliyor.''

Müjgan'ın boğulmak üzere olduğu an gözlerimin önünden geçip giderken silkelendim.

''Çünkü pratik yapman gereken zamanlarda bunlarla uğraşıyoruz.'' derken açıkça sitem ediyordu. ''Şöyle yapalım mı? Aşağıda, mahzende tüm malzemeler var. Gidip bir mum ve sana yardımcı olacak otları alalım, biraz havuzun yanına git ve kendini bul. Ne zaman iyi hissedersen o zaman geri dön, yeniden konuşalım. Ben de o esnada Kara Cadılar ile konuşayım ve biraz manipüle etmeyi deneyeyim. Gerçi bu biraz zor da neyse...''

Sandalyeden kalkarken vücudumun gerginliği atması için kendime birkaç saniye tanıdım.

''Tamam, peki. Öyle yapalım.''

''Ben de seninle geliyorum.'' dedi Sarp yanıma yaklaşırken ve o ana dek beni Müjgan'ın neredeyse boğulmasına neden olmam dışında hiçbir zaman güçlerimi kullanırken görmediğini hatırladım. Bunun beni gergin hissettirmesi normal olduğunu düşündüm, en azından öyle olmalıydı.

''Ben mumu alırken yukarıdaki defteri alıp gelebilir misin?'' diye sordum ve Efsun Hanım'a baktım. ''Belki yardımı olur.''

Gurur dolu bir gülümsemeyle kafasını salladı. ''Kesinlikle olacak.''

Sarp ile aynı anda yemek odasından çıkmak için kapıya yöneldiğimizde ona çekinerek baktım. ''Gelmek istediğine emin misin?''

''Neden olmayayım?''

Merdivenlerin başına geldiğimizde ikimiz de durduk ve birbirimize döndük. ''Bilmem, kendini nasıl hissedersin emin olamıyorum. Sonuçta... Sonuçta şey olacak ya hani.''

Kaşlarını çattı. ''Ahsen, gerçekten kuyruğun çıkıyor da bana söylemiyor musun?''

''Of, hayır.'' derken onu hafifçe ittirdim. ''Dalga geçme, bir an gelecek ve benden veya yaptığım şeyden korkacaksın diye ödüm kopuyor.''

Bana doğru birkaç adım atarken kafasını hafifçe eğdi ve bana şefkat dolu gözlerle baktı. ''İnanamıyorum sana.''

''Ne var? Olamaz mı?''

Kafasını olumsuz anlamda salladı. ''Olamaz.''

İşaret parmağını kaldırıp üst katı gösterdi. ''Kafandaki şu düşüncelerden kurtul, bebeğim. Senden korkacağım bir an hiçbir zaman gelmeyecek. Tamam? Şimdi gidip defteri alıp geliyorum. Kapıda buluşuruz.''

Elimi aldı ve dudaklarına götürdü. Sıcak ve güvenli öpücüğünü kondurduktan sonra elimi bıraktı ve merdivenleri çıkmaya koyuldu. Koridorda hızlı adımlarla ilerlerken cebimdeki telefonu ve el fenerini şimdiden hazır ettim. Omzumun üstünden arkamı kontrol ederken Efsun Hanım'ın mahzene nasıl ineceğimi hiç sormadığımı fark edip etmediğini düşündüm. Mahzenin kara kapısının önüne geldiğimde içeriye girmek ilk seferinden çok daha kolay olmuştu. Fenerin ışığı yolumu aydınlatırken adımlarım temkinliydi. Sarp'ı burada gördüğüm ilk anı düşünmemek için büyük bir çaba gösteriyordum. Zorlayıcı merdivenleri inmeyi tamamladığımda feneri etrafıma tuttum. Mahzen büyük, karanlık ve biraz soğuktu. Buna rağmen eşyalar dolaplara yerleştirilerek geriye kocaman büyük bir alan bırakılmıştı. Arkasına saklandığım tahta kütüphaneyi geçtim ve daha ilerisine doğru yürüdüm. Fenerin beyaz ışığında gördüğüm ilk şey biraz daha ileride, mahzenin taş duvarlarına gömülmüş iki kapaklı dolaptı. Adımlarımı hızlandırırken duyduğum kısık bir sesle aniden durdum. Ses, dudakların arasından kaçıp giden doğal bir sesi anımsatıyordu. Kaşlarım çatıldı ve feneri hızlıca arkama çevirip karanlığı aydınlattım. Birkaç adımla geldiğim yöne geri gidip sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken güçlü bir el arkadan beni yakaladı.

Dudaklarım arasından bir çığlık kaçarken kontrolüm dışında avuçlarımdan çıkan güçle beni yakalamaya çalışan her kimse sertçe yere çakıldı. Elimde sıkı sıkı tuttuğum telefonu bu kişiye çevirdim.

Hızlı hızlı nefes alıp verirken dudaklarım aralandı. ''A-Anne?''

Hatırladığım kıyafetler içindeki annem tek hamleyle yerden kalktı ve mahvolmuş elbisesini düzeltmeye çalıştı.

''Sessiz ol!''

Gözlerimi kırpıştırırken ışığı daha arkalara tuttum ve bir kolonun arkasından olup biteni izleyen babamı gördüm. Tıpkı annem gibi kıyafetleri tozlanmış, yüzü çökmüştü fakat hala ayaktaydı.

''Siz...''

Bir anneme bir babama bakarken yüzümün alev alev yandığını hissettim.

''Buradaydık.'' dedi annem. ''Salak mı sandın beni? Arkamdan geleceklerini hesap etmedim mi sence? Ormana kaçacak halimiz yoktu. Kargaşa anında hızlıca arkadan geri döndük ve buraya indik.''

Yüzüme tokat gibi çarptıklarından habersizlerdi. İkisi de kendi yorgunluklarının ve kendi sorunlarının derdindelerdi. Annemin yeniden karşıma dikilip kendini toplaması birkaç dakikasını alırken ne diyeceğimizi bilemez vaziyetteydim.

''Tebrik ederim, gücünü kullanıyorsun.'' dedi kollarını birleştirip yüz ifadesini her zamanki gibi alaycı bir hale getirirken. ''Nihayet bir işe yaradın.''

Bana ettiği hakareti bile gölgede bırakacak tek bir konu başlığı vardı zihnimde ve o da çıkmak için hiç vakit kaybetmedi.

''Burada saklanamazsınız.''

''Herhalde saklanamayız.'' derken öfkesini o ana dek fark edemediğimi anladım. Gözlerinden adeta ateş çıkıyor, kelimelerini bir tür zehirle kaplıyordu. ''O yüzden evdeki herkesi uzaklaştır ki çıkıp gidelim. Tüm gece dolanıp durdular kıpırdayamadık bile. Bırak bir süre daha arasınlar biz de o sıra bir plan yaparız. Eve dönemeyiz muhtemelen hiçbir yerde bulamadıklarında ilk bakacakları yer orası olacak, belki şehirde bir otelde kalırız. İtiraf edeyim buraya geleceğine inancım sıfırdı. Babana dedim ki Ahsen şimdi kesin ağlayıp zırlıyordur. Kendi kendime nasıl evdekilerden haberdar olup da çıkacağız diye düşünüyordum, hakikaten ilk defa bir işe yarayacaksın. Bak şimdi-''

''Anne!''

Bağırışım öyle sertti ki birkaç adım geri çekildi.

''Anne, ne anlatıyorsun?'' derken dün gece itibariyle herkesten gizlediğim utancım su yüzüne çıkmıştı. ''Ben tüm gece uyumadım! Neredesiniz, ne yapıyorsunuz diye düşünüp dururken bir yandan cadıların söylediği zehir gibi sözleri sindirdim! Ben herkese senin bunu yapmayacağını söyleyip zor da olsa seni savunmak için çabalarken sen bana kaçma planından mı bahsediyorsun?''

Yükselen sesimle babam kolonun arkasından çıkıp yanımıza gelmek için harekete geçti.

''Bak bir tanem-''

Tek elimi havaya kaldırdım. ''Bir saniye, baba. Onunla konuşuyorum.''

İşaret parmağımı anneme çevirdiğimde alaycı ve öfkeli bir tavırla güldü.

''Bana cevap vereceksin.'' dedim. ''Bana dürüstçe bir cevap vereceksin.''

''Ne cevabı istiyorsunuz hanımefendi? Milleti çektim bir de bacak kadar çocuktan mı azar işiteceğim ben ya?''

''Ben senin çocuğunum!'' diye bağırdım. ''Bana doğruyu söylemek zorundasın! Kara Cadıların söyledikleri doğru mu değil mi?''

''Bağırıp durmayın, sesimiz dışarı çıkıyor olabilir.''

''Hayır, çıkmıyor.'' dedi annem.

Babamın sesi endişe doluydu ama ne annem ne de ben ona odaklanamayacak kadar alev almıştık.

Yüzüme uzun uzun bakan annem sakindi. Korkmuş, üzülmüş ve en önemlisi şaşırmış değildi. Adeta her şeyi sindirmiş, her şeyi kabullenmiş gibiydi.

''Anne.'' dedim üstüne basa basa. ''Cadıları doğru mu söylüyor?''

Kısacık bir an duraksadım. ''Sen... Sen gerçekten birinin ölümüne sebep oldun mu?''

Ölüm kelimesini ona karşı kullanmak öyle zordu ki. Bir çocuk, annesini karşısına alıp böyle bir soru soramazdı. Sormamalıydı.

''Ahsen...''

Babam tam konuşacağı sırada annem buna izin vermedi ve tüm gözleri benim üzerimdeyken konuştu.

''Doğru.''

Gözlerimi kırpamadım bile.

Bakakaldığım gölgeli yüzünde gördüğüm güven, beni iliklerime kadar donduruyordu. Omuzları ve çenesi dikti, kaşlarını çatmıştı ve bir anlığına bile geri çekilmiyordu. Dudaklarım aralanırken yutkunamadım.

''Ne?''

Sesim bir fısıltının en aciz haliydi. Göğüs kafesim inip çıkarken bacaklarım titremeye, dizlerim beni taşımakta güçlük çekmeye başlamıştı bile.

''Anne...'' dedim zar zor. ''Anne, ne diyorsun?''

Çenem titrerken konuşmak zorlaşıyordu. Bu, tanımadığım insanların karşıma geçip söylemesinden çok farklıydı. Bu annemdi. Tam karşımda, dimdik duruyor ve doğru olduğunu kendi ağzıyla söylüyordu.

''Duydun.'' dedi sadece ve basit tek bir kelime ile hasarlı çocukluğumun kalan son iplerini de elleriyle kesip attı.

Gözlerimi kapattım ve ona arkamı döndüm. Tek elimi yüzüme kapatırken dudaklarım arasından bir hıçkırık çıkıp gitti.

Başımı iki yana sallarken kendi kendime söylendim. ''Hayır hayır hayır... Hayır ya hayır.''

Tek kolumu tutup beni sertçe kendisine çevirdi ve yüzümdeki elimi çekip saklanmama engel oldu.

''Ne kapatıyorsun yüzünü? Yüzüme bak, bana bak! Bir kere olsun benim arkamda ol! Yukarıdaki üç beş karının dediğini mi savunacaksın beni mi? Dönüp neden diye sormuyorsun bile!''

Bağırarak kolumu çekip kurtardım. ''SENİN AĞZINDAN ÇIKANI KULAĞIN DUYUYOR MU?''

Boğazım patlayana dek bağırdığım an içimdeki utancın küçük bir nokta bulup dışarı çıkmasına, özgür kalmasına izin verdim.

''Birini öldürmüşsün birini! Nedeninin bir önemi var mı?''

Onlara bakarak geri geri gitmeye başladım.

''Sen...'' dedim güçlükle. ''Sen bunu nasıl yaparsın ya? Nasıl yaparsın?''

Elimi kaldırıp onu işaret ederken konuşmaya devam ettim. ''Bütün çocukluğumu mahvettiğini düşünüyordum ama yanılmışım. Sen benim bütün hayatımı mahvediyorsun. Bununla nasıl yaşarım? Bunu nasıl yapmış olabilirsin? Kime yapmış olabilirsin, anne?''

''Kendi hayatımız tehlikedeydi, aptal! Yapmak zorundaydım! Seni, babanı, kendimi korumak zorundaydım! İfşa olabilirdik-''

''Olsaydın!'' diye bağırdım.

Babam kıpkırmızı bir yüzle bana doğru yaklaşırken titriyordu. ''Ahsen, lütfen bizi buradan çıkar sonra bu yüzleşmeyi yapalım. Daha güvenli bir yerde, daha-''

''Daha güvenli bir yer mi? Sizin olduğunuz hangi yer güvenli olacak artık, söyler misin bana?''

Birkaç saniye babamın yüzüne bakakaldıktan sonra yeniden konuştum. ''Peki sen? Sen bunu sakladın mı? Sen orası ne yaptın, baba?''

Babam dudaklarını araladığı esnada annem araya girdi ve onu susturdu. ''Acını ve şokunu gidip başka yerde yaşa! Şu an ihtiyacım olan son şey senin duygusal konuşmaların. Bizi buradan çıkarmaya yardım ediyor musun etmiyor musun?''

Yüzüne hayretle bakakaldığım artık emin olduğum tek bir şey vardı. Asiye Hanım, yalnızca bana karşı kötü değildi, o tepeden tırnağa, en ufak saç teline kadar kötü biriydi. Beni doğurmuş, bir şekilde büyütmüştü fakat kalbinin tek bir köşesinde bile iyilik kırıntısı yoktu. Gözlerine bakarken küçük bir çocuk gibi git gide küçüldüm. Yalnızca bana karşı kötü olmasını diledim, yalnızca kötü bir anne olarak kalmış olmasını diledim fakat her şey için çok geçti. Gözlerimin önünde bir anne olarak parçalara ayrılmış ve dağılmıştı.

''Meclistekilere ne demiştim biliyor musun?'' derken kısılan sesim git gide alçaldı. ''Yine de annem olduğunu ve bunu yapamayacağını söylemiştim.''

İçinde bulunduğum duruma nazaran güldüm. ''Böyle söyledim, inanabiliyor musun? Ve eğer bana tüm bunların doğru olmadığını söyleseydin seni canım pahasına savunmaya çoktan hazırdım. Ben seni seviyorum, anne. Buna inanamayacaksın ama her şeye rağmen, seni yalnızca annem olduğun için seviyorum ama sen ne beni ne bir başkasını sevmiyorsun. Şimdi yukarı çıkıp büyük bir utançla senin bir katil olduğunu ve içimde yanan ateşe rağmen seni savunamayacağımı söyleyeceğim. Ve bu, bir çocuk için ne kadar zor tahmin edemezsin.''

Göz yaşlarımı elimin tersiyle kurularken babama döndüm. ''Sana söyleyecek hiçbir şeyim yok, biliyor musun? Keşke biraz olsun kendin olabilseydin.''

Geri geri yürürken derin bir nefes aldım.

''Cadı Mahkemesinden görüşürüz, Asiye Hanım.''

Arkamı döndüm ve fenerin ışığını önüme tutup onları karanlıkta bıraktım. Güçsüz adımlarla yürürken derin sessizliğin ortasında tek bir ses duydum: Ateş cızırtısı.

Bu sesin hemen ardından büyük bir çığlık ile dizlerimin üstüne, öne doğru düştüm. Elimdeki telefon fırlayıp giderken refleks ile kendimi savunmak istedim fakat o an bildiğim tek bir şey vardı.

Biri beni yakıyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

7K 625 8
facts ¡Semekook¡
47.5K 2K 34
Aşiret Gerçek ailem serisi : Melis vera yılmaz 1. Bölüm en altta Olaylar biraz geç başlıyor. Bunu söylemek istedim. Biraz sıkıcı gelebilir çünkü mel...
10.2K 1.2K 12
boşanmış olan iki ebeveyn ve ortada bırakılan bir çocuk •omegaverse+minific •texting+düzyazı
290K 19.1K 69
❗️Yetişkin ögeler içermektedir.❗️ Adım Elizabeth. Bir prenses olarak doğduğum Westminster Sarayı'nda ruhumun en ufak kırıntısını soğuk taşların arası...