KALBE SAPLANAN OK

By ebrununhikayeleri

16.6M 643K 1.3M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... More

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK
KALBE SAPLANAN OK

48. Seni Seviyorum.

136K 7K 9.7K
By ebrununhikayeleri


Medya: Çınar Güçlü.

Selamlar, selamlar...

Nasılsınız?

Neredeyse 14 milyon olmak üzereyiz. Her şey için teşekkür ederimmm.

Bu arada yorum sınırı koymak istemiyorum ama 7-8 bin yorum gelirse çok sevinirimm.

Instagram: Ebrununhikayeleri

Keyifli okumalar.

Bölüme başlamadan önce buraya kalp bırakır mısınız:*)

Serter'in anlatımından;

En doğru, aynı zamanda en yanlış yerdeydim.

Belki de cehennemin tam ortasındaydım.

Elimde telefon, karımdan aldığım son haber; gözlerimde bir asılı kalmış bir alev çukuru ve ben yanıyordum. Bu yangın elbette sadece beni yakmıyordu, benimle birlikte kalbimi de yakıyordu. Kalbim alevler içerisinde kalmıştı ve bu alevlerin yarattığı acıyla kemiklerime kadar ağrı içinde kalmıştım. Hiçbir şey yapamıyordum. Yalnızca kaldığım bu düzenin içinde kalbimi almaya çalışıyordum.

Nefesim kesiliyordu.

Gece'ye bir şey olmuştu.

Her şey bir anda olmuştu, nasıl olmuştu bilmiyordum ama bir anda Kılıç, babama silah çekmişti. Çınar ise silahını polislere doğru tutmuştu. Ben ise elimdeki telefona bakıyordum. Elimde tuttuğum telefonum, kararan gözlerimle ne yapacağımı bilmiyordum.

Delirmek üzereydim. Hislerimi asla anlatamazdım. Kalbimin tam ortasına bir ateş düşmüş gibi hissediyordum ve bu ateşi hemen kontrol edemiyordum. Benimle birlikte yangınlara sebebiyet veriyordu bu amansız hastalıklara savaş açan ateşim. Hiç bitmek bilmeyen, göğsümün ortasındaki yarayı kanatan ateş hem solumdan, hem de sağımdan vurmuştum.

Sol tarafım Gece'ydi, sağ tarafım kardeşlerim.

''Elindeki silahı bırak,'' dedi Yıldırım.

Kurumuş dudaklarımı ıslattığımda telefonu bir kez daha kulağıma götürdüm. ''Cesur.'' Sesim acı çekiyordu sanki. ''Geleceğim.'' Telefonu kapattığımda polislerin olduğu kısma yürüdüm. Arkamda Çınar vardı ve Çınar benden önce davranarak önüme gelip silahını indirdi.

Ne yapmaya çalışıyordu bilmiyordum ama polise doğrulttuğu silahı bir anda indirerek bir şeyler amaçladığı kesindi.

''Kılıç Güçlü,'' dedi Yıldırım. ''Şimdi teslim oluyorsun. Seni polis aracına kadar eşlik ediyoruz. Sen teslim olduktan sonra da...'' Yüzünü Çınar'a çevirdi. ''Sen de ifade vermeye geliyorsun.''

Ben Büyükelçiydim, her şeyden önce bir itibarım vardı ama şu an kardeşlerim tehdit ediliyordu. Benim kardeşim, öz ve öz kardeşimin silahından çıkan kurşun öz babamızı yaralamıştı. Yerde kıvranıp kanlar içinde kalan Rauf Güçlü'yü; polisin gözü önünde vurmuştu Kılıç Güçlü.

Hata yapmıştı.

Hata üstüne hata yapıyordu.

Şimdi bir şeyler düşünmeliydim. Normalde Serter Güçlü her zaman ve her durumda polisin emrini kendi emri gibi sayar, onları dinlerdi ama şu an ben İspanya Büyükelçisi olarak değil; ben Serter Güçlü olarak kardeşlerimi korumak zorundaydım. İkilemde kalmıştım, ya da kalmamıştım.

Tamamen araftaydım. Bir yanım cehennem, bir yanım cennet. Kardeşlerim ateşi yaratan cehennemin kapısında bekliyorken, itibarım ve siyaset hayatım da cennetin kapısında beni bekliyordu.

''Siktiğimin Büyükelçiği,'' dedim öfkeyle Yıldırım'a doğru ilerlerken.

''Serter,'' dedi Yıldırım.

Kılıç'ın kaçması için zaman kazandıracaktım.

''Bunu yapmayacaksın,'' dedim emir veren bir ses tonuyla. ''Bunu yapmayacaksın.''

Çok önceden büyümüştüm ben. Dostlarım vardı ama biri hariç hepsinin zayıf noktasını biliyordum. Dosttan düşmanlığa ilerleyen bir hayatta doğmuşken; tabii ki de herkese inanamazdım.

''Bu ne demek?'' diye sordu Yıldırım şaşkınlıkla.

Tam bir şey söyleyecekken siyah land lover range lover tarzında bir araba hızlıca bahçeye girdi. Araba o kadar hızlı ilerliyordu ki arkasından dumanlar bırakıyordu. Araba tam önümüze durduğunda kapıyı açan üç maskeli adam arka kapıyı işaret etti.

Çınar silahını havaya kaldırıp sıktığında Kılıç hızlıca o arabaya doğru koştu omzu omzuma değdiği sırada. ''Abi,'' dedi Kılıç silahıyla birlikte arabaya geçtiğinde. ''Beni merak etme,'' demişti sanki son cümlesi buymuş gibi.

Yıldırım silahını Kılıç'a doğrulttuğunda tam önünde durup engel oldum ama benden önce davranan polis memurları Kılıç'ın bindiği arabaya silah sıkmaya çalışmışlardı. Tekerleği isabet almaya çalışan kurşunları es geçen şey arabanın uzaklaşmasıydı.

Böylece Çınar ve ben burada kalmıştık.

Sadece arabanın ön koltuğunda oturan adama baktım. Hepsi maskeli ve siyah giyinmişti ama birisi fazlasıyla dikkat çekiyordu. Tanıdık bir siyah göz gördüğümde, şoför koltuğunda oturan adam elini alnına götürdü asker selamında bulunarak, sonra da arabayı çalıştırıp alanı terk ettiler.

''Çabuk aracı takip edin,'' diye bağırdı Yıldırım.

Üç araba aynı anda hareket ettiğinde, ellerim yana düşüp yumruk oldum. Nefesimin kesildiğini hissettim. Kılıç'ın bindiği aracı takip eden arabalar, yerde kan içinde kalmış Rauf Güçlü ve silahın tam ortasında kalmış olan Çınar...Her şey bir anda olmuştu. Hiçbir şeyi hesaplamamıştım.

''Silahını indir,'' dedim Yıldırım'a.

''O da indirecek,'' dedi Yıldırım.

Çınar yavaşça silahı indirip beni şaşırttığı sırada adımlarımı, yerde uzanan; kanlar içinde kalmış olan Rauf Güçlü'ye yönelttim. Yere eğilip yüzüne yaklaştığımda dudaklarımı kulağına yaklaştırdım. ''Şikayet etmeyeceksin, asla şikayet etmeyeceksin. Eğer Çınar...''

Yıldırım araya girdi. ''Ne yapıyorsun sen?'' Yapacağım şeyin farkındaydı.

''Eğer şikayet edersen, dosyanı polislere teslim ederim. Ömür boyu hapishanelerde çürürsün,'' dedim.

''Serter.'' Yıldırım her zamanki Yıldırım'dı. ''Ne olursa olsun, polisle iş birliği yapmak zorundasın. Her şeyden önce sen bu ülkeyi temsil eden bir büyükelçisin. Ne zamandan beri kendi ailene iltimas geçiyorsun sen? Bu yaptığın kanunlar önünde suç teşkil ediyor,'' dedi Yıldırım.

Zerre umurumda değildi. Söz konusu ailemdi.

İşte buydum ben.

Üniversitede kendine söz veren adam değildim. Güya kanunlar her şeyin üstündeydi benim için ama artık öyle değildi. Büyük bir değişim yaşamıştım ve bu değişim beni her geçen gün öldürmeye çalışıyordu. Önce Gece'nin işlediği suçu gizlemiş, sonra da kardeşlerimin tutuklanmaması için araya yalanlar katmıştım.

Ben Serter'dim ve artık Güçlü'ydim.

''Umurumda bile değil,'' dedim ayağa kalktığımda. ''Yerimde olsaydın sen de bunu yapmak zorunda kalacaktın, bunu en iyi sen biliyorsun.''

''Sen boşuna mı emek verdin? Bunca emeğin boşa mıydı? Baksana ya? Kendi kendine yaptığına bak? Bu yaptığın asla doğru değil. Her ne kadar mahkemen devam ediyor olsa da; sen bir büyükelçisin. Halkı böyle mi temsil ediyorsun?'' Yıldırım tam karşımda durdu. ''Serter Güçlü, sen İspanya Büyükelçi'sisin. Sen bir katili savunamazsın, sen kanunları üstün görmek zorundasın, her şeyden önce kendi kendine etmiş olduğun bir yeminin var.''

''Doğrusu bu,'' dedim ama sesim titremişti.

''Kılıç Güçlü yakalanıp mahkeme önüne çıkarılacak, Rauf Güçlü'nün ise dosyasını bize teslim edeceksin. Çınar Güçlü de bir polise silah doğrulttuğu için; onun da mahkemede yargılanması kararı verilecek.'' Duraksadı. ''Doğrusu bu, olması gereken bu Serter,'' dedi.

Hayır olması gereken bu değildi.

''Yıldırım,'' dediğimde dudaklarımı kulağına yaklaştırdım. Boyumun avantajını kullanarak elimi omzunun üzerine bıraktım. ''Venezuela'dan on bin ton uyuşturucu taşıyan geminin Marina'ya geçmesi kararında yetkiyi veren kişinin sen olduğunu ihbar edersem eğer...Ne mesleğin kalır ne de itibarın.''

''Ne diyorsun sen?''

''Kanıtlarım var.''

Dostlarım vardı ama her zaman, her dostumun zayıf noktasını bilip ona göre saklardım çünkü ben bunu öğrenmiştim. Bir gün bu bilginin işime yarayacağını bilmiyordum ama görüyordum ki tam zamanında bu bilgiyi kullanmıştım.

Elimi omzundan çektiğimde kafasını yukarıya kaldırmak durumunda kalmıştı benden kısa olduğu için.

''Ben söyleyeceğimi söyledim.'' Arabama doğru ilerlediğimde arkamdan geldi.

''Serter,'' diye bağırdı Yıldırım.

Şoför koltuğuna geçtiğimde Çınar yanıma oturdu. Silahını kucağına bıraktığında Yıldırım cama vurup benimle konuşmak istedi ama aynı anda kontağı çalıştırıp gaza yüklenerek arabayı bulunduğu araziden çıkarmaya çalıştım.

''Bekir'i ara, haber ver.''

Arabayı sürdüğümde sırada ceza yiyeceğimi bile bile hızımı yükselttim trafiğin içinde. Levhadaki ışıklardan birisi kırmızıya döndüğünde gaza yüklenerek trafik kurallarını bir kez daha ihlal edip arabamı sürmeye devam ettim. Bir an önce eve yaklaşmak istediğim için hızlanmaya çalışıyordum. Çınar ise o sırada Bekir'i aramıştı, olanları anlatmıştı.

O kadar endişeliydim ki...

Gece'ye bir şey olma düşüncesi beni kahrediyordu. O gördüğüm en güzel, en iyi kadındı ve eğer bunlar yaşanmasaydı dünyanın en neşeli kadını olacağını biliyordum çünkü Gece; hiçbir suçu olmadan o kötü günleri yaşamıştı. Onu mahveden, onun hayatını karanlıklar içinde bırakan kötü geçmişindeki kötü insanlardı.

Gece hiçbirini hak etmemişti.

Farklı bir evrende yeniden doğsaydı neşeli, mutlu ve hayat dolu bir kız olacaktı ama buna izin vermemişlerdi.

Şimdi ise bir kez daha kötü haberi almıştım ve o haber tam kalbimin ortasına hançer saplamıştı. Nefes alamıyordum, nefesim kesiliyordu. Gece'ye bir şey olma düşüncesi beni yiyip bitiriyordu. Her şeyden önce, o benim her şeyimdi. Ona bir şey olursa ben de mahvolurdum, biliyordum.

Arabadan indiğimde sırada hızlı adımlarla eve doğru yürüdüm. Cesur bana kapıyı açtığında koridorda Sedef ve Nehir'i gördüm. Nehir holün ortasında duruyordu, endişeli görünüyordu. Sedef ise biraz da profesyonel yaklaştığı için endişesini içinde gizliyordu.

''Serter...'' dediğinde Nehir, bakışlarımı Sedef'e çevirdim.

''Ne oldu tam olarak?''

Sedef elini kolumun üzerine bırakıp beni uzaklaştırdığında sakince gözlerini bana doğrulttu. ''Öncelikle merak etme, Gece şu an iyi. Odada uzanıyor, daha doğrusu en son bıraktığımda uyuyordu...'' dediğinde ellerim yana düştü ve yumruk oldu. ''Kriz geçirdi, onu sakinleştirmeye çalıştık ama bir türlü olmadı. Neyse ki arkadaşlarınız buradaydı, onlar bir şekilde Gece'yi sakinleştirmeye çalıştılar.''

Başımın döndüğünü hissediyordum öfkeden.

''Neden? Benim karıma kim ne yaptı da kriz geçirdi?'' Onu en bıraktığımda neşeliydi. Bir anda bu hâle düşmezdi, ben karımı tanıyordum.

Sedef derin bir nefes aldı. ''Seanstaydık, her şey çok iyi gidiyordu. Hatta, kendisiyle ilgili yaşadığı ve endişelerini anlattı. Geçen sefer ki gibi üstünkörü anlatmadı, ama aksine her şeyi anlatmaya çalıştı. Onu çok iyi gördüğümü bile söyleyebilirim ama...'' Duraksadı. ''Bir kız geldi. Ondan sonra her şey bir anda tepetaklak oldu. Hiçbir şey anlamadım, gerçekten anlamadım. Kız kapıyı çaldı, Gece ile salonda yalnız konuştular...''

''Önüne gelen evime mi giriyor?'' diye bağırdım kapının önünde duran korumalara.

''Gelen kız Gece'nin tanıdığıydı çünkü Gece direkt onu tanıdı...''

''Kız kim?'' diye sorduğumda merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. ''İsim ver? Eylül mü? Sarışın bir şey? Ya da ne bileyim? Kim o kız? Gece'ye ne yaptı da Gece kriz geçirdi? Ben onu yalnız bırakamayacak mıyım ya? Her seferinde aynı şey mi yaşanacak?''

''İmge diye bir kız...'' dedi Cesur arkamızdan geldiğinde.

Kaşlarımı çattım. ''O kimdi?'' İsim tanıdık geliyordu fakat kim olduğunu çözemiyordum. ''O kim?'' diye sordum bir kez daha.

''Serter...'' Araya giren kişi Cesur olmuştu. Kolumdan tutarak beni bir kenara çekti. Merdivenlerin tam başında durduğumuzda yüzüme bakarak; ''Bak, sen önce Gece'nin yanına git. Sonra çalışma odasına geçip konuşalım,''

Gözlerimi kıstığımda Nehir, Cesur'un sözünü keserek; ''Cesur haklı...Gece iyi görünmüyordu. En azından senin geldiğini bilsin, burada olduğunu görsün,'' dedi.

Derin bir nefes aldığımda hızlıca odamıza doğru yürüdüm. Kapıyı açtığım sırada, onu yatakta gördüm. Battaniyeyi göğsüne kadar çekmiş, sırtüstü uyur bir vaziyette ellerini karnının üzerine bırakmıştı. Bileklerine baktım yavaşça, bileklerini tutup avuçlarını öptüğüm zamanları hatırladım.

Narindi Gece.

Herkes tarafından kırılan, hassas ve kimsesiz bir kalbi vardı. Onu tanıdığımda, kalbine sahip çıkıp onu göğüs kafesime hapsetmiştim. Tatlı bir hapisti fakat bu kadar kısa sürede yeniden bu şekilde büyük bir yıkıma uğrayacağını biliyordum. Narin kalbini kıran insanlar vardı. Ben ise onu iyileştireceğim sanmıştım.

Yatağın üzerine oturduğumda önce yüzüne eğildim, ellerimi alnının üzerine; canını yakmayacak bir şekilde bıraktım. Sıcak olan alnına dokunduğumda Sedef içeriye girdi.

''Doktor geldi, tansiyonuna baktı. Hamile olduğunu söyleyince de nefes egzersizleri yapıp onu sakinleştirmeye çalıştı. İlaç kullanmadı ama şu an iyi. Balkona çıkardık, temiz hava kaldı. Biraz da olsa kendine geldi. Sonra da uyuması için onu yatağa yatırdık. Şu an da gördüğün gibi mışıl mışıl uyuyor.''

''Hamile evet,'' diye mırıldandım. ''Hamile...''

''Bebeğin herhangi bir problemi yok, olsaydı eğer...''

Sözünü kestim. ''Sedef.'' Ellerim yeniden yumruk oldu. ''İnan bana, şu an zihnim, aklım ve kalbim sadece Gece'de kaldı. Bebeğimi düşünecek durumda değilim. Gerçekten şu an bebeğimi düşünecek durumda değilim. Karım burada yatağın için uyuyor, beş dakika önce kriz geçirdi ve ben hiçbir şey yapamıyorum.'' Duraksadı. ''Onu üzen şeyi ortadan kaldıramamak beni mahvediyor. Gece'yi üzen durumları ortadan kaldıramıyorum. Baştan beri ona sözüm vardı.''

''Ne sözü?''

''Onu üzen durumları ortadan kaldıracaktım fakat başaramadım işte, bugün bir kez daha anladım...'' Nefesimi dışarıya verdim.

''Serter,'' dediğinde yataktan kalkıp balkonun kapısını açtım.

Birlikte balkona çıktığımızda Sedef kapıyı üstümüze kapatıp elini kapının üzerine bıraktı. Sert rüzgar yüzüme çarptığında elimi yüzüme götürüp yüzümü ovaladım; sırtımı balkonun camına yasladığım sırada.

''Hayat bazen o kadar da kolay olmuyor, yani planlarını gerçekleştirmek için girdiğin her dünyada; bodoslama çarptığın duvarları görünce kendini beceriksiz görmek, aslında güçsüz olduğun anlamına gelmiyor. Hayat bu inişli çıkışlı yolları var ve bazen sert duvarlara çarpmak güçsüz olmak demek değildir...'' Kelimeleri toparlamaya çalıştı. ''Duvarın sert oluşu seninle alakalı değil, duvarın sert oluşu duvarla alakalı. Sen istersen yık, istersen orayı yak ama o sertse bir kere; bu sen güçsüzsün demek değil ki...Her zaman güçlü olmak zorunda da değilsin.''

''Bak Sedef...Benim sorumluluklarım var. Eskisi gibi tek yaşamıyorum, tek kişilik hayatımda iki kişi var. Biz üç kişilik bir aileyiz. Birkaç ay sonra karım doğum yapacak ve ben yoruldum şimdiden. Pes ettiğim için söylemiyorum ama sanki her şeyi mahvediyormuşum gibi geliyor. Ona verdiğim sözleri tutamadım bile.''

''O zaman sondan başa döneceksin...''

''Bu ne demek?'' diye sordum endişeli bir ses tonuyla.

''Onun biraz yalnız kalmasına ihtiyacı var. Belki de bu kavgalar, bu tartışmalar, bu sayısız insanlar onu yoruyor. Sürekli bir şey oluyor ve bu kız her seferinde kendisini en kötü durumda buluyor. Etkenler, etmenler, insanlar, kötü insanları geçmiş, geleceğin yarattığı olaylar, olgular, silik anılar...Daha nasıl açık konuşayım bilmiyorum ama genelde hastalarıma yalnızlığı önermem fakat Gece gerçekten de yalnız kalması gereken birisi.''

''O da bunu istemişti,'' dedim.

''Kendini tanıyor çünkü...Ayrıca bugünkü seansta gördüm ki Gece sana ve bebeğinize çok bağlı. Gelecek planlarını konuşup durdu. Demek ki gerçekten iyi olmak istiyor ama geçmişinden gelen birileri yine onu yaralıyor.''

''Ne yapmamı öneriyorsun?''

''Kimse ona ulaşmasın, sadece sen ulaş. Bir süre yalnız kalsın. Ben de seansa giderim. İnsanlar onu bulmasın, böylece yeni olaylarla karşılaşmayacak...'' Dalgın dalgın gökyüzüne baktı. ''En azından yeni olaylarla karşılaşmasın. Senin de hayatın hızlı zaten, bir şeyler duyuyorum. Baksana koca bir koruma ordusu aşağıda bekliyor. Sürekli bir olay yaşadığına eminim. Bu yüzden Gece'nin böyle kalabalık, herkesin girip çıktığı bir evde olmaması gerekiyor.''

''Tamam...'' dediğimde elimi enseme götürdüm. ''Tamam, pes ettim artık.''

''Bana güven.'' Dalgın çıkmıştı ses tonu. ''Bir zamanlar neredeyse onunla aynı duruma düştüğümde kendi yolumu kendim bulmuştum. Bazen kaçmak iyidir, böylece kalabalıklar seni üzmez ve ayrıca...'' Dudaklarında acı ama aynı zamanda tatlı bir tebessüm oluştu. ''Gece çok iyi bir anne olacak.''

''Biliyorum...'' İç çektim. ''Karım mükemmel bir kadın.''

''Unutma duvarın sert olması; senin ve onun güçsüz olduğunuz anlamına gelmiyor. Duvarlar her zaman serttir, önemli olan bunu bilmek.''

Yeniden odaya geçtiğimizde Sedef yerde duran çantasını aldı. ''Ben şimdi aşağıya iniyorum, Gece uyusun. Uyandığında üstüne gitme lütfen, bırak sana kendisi anlatsın. Bize anlatmadı. Zaten o kız geldi, Gece kriz geçirdi; sonra kız elini kolunu sallayarak evden çıktı. Korumalarda sanırım...'' dediğinde koridora çıkmıştık ve korumalardan birisi bana bakıyordu.

''Serter Bey, merak etmeyin kızı tuttular ama hiçbir şeyi anlatmıyor. Polise gideceğim diyor...'' dedi koruma.

Yüzümü buruşturduğumda, gözlerimi Sedef'e çevirdim. ''Her şey için teşekkür ederim. İyi ki geldin, gerçekten iyi ki varsın.''

''Her zaman buradayım, ayrıca karın çok tatlı. Şu kabus dolu günler bittikten sonra eşimle birlikte sizi ağırlamak istiyorum. Size güzel bir Kore yemeği yapmak istiyorum. Hem sen seviyorsun.''

''Tamamdır,'' dedim.

Sedef merdivenlerden indiğinde son kez odaya baktım, içeriye girip Gece'nin üzerini örtmek istedim fakat elim kolum bağlanmıştı. Ne yapacağımı biliyordum. Bir yanda kardeşlerimin bulaştığı pis işler, bir yandan karımın bitmek bilmeyen geçmişi...Her şeye rağmen, bunca kötülüğün içinde inci gibi parlıyordu Gece'm.

Onu çok seviyordum, seviyorum.

Gece benim her şeyimdi, aynı zamanda bebeğimin annesi. Onun iyi olması için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Gece'nin iyi olması gerekiyordu.

Aşağıya indiğimde Çınar kapının önünde beni bekliyordu. Polise ifade verip gelmişti, neyse ki onu tutuklamamışlardı. Kılıç'ın direkt babamı, polisin gözü önünde vurması yaptığı en büyük hatalardan birisiydi ve polisler de öfkesini Çınar'dan çıkartabilirlerdi haklı olarak fakat belli ki böyle bir duruma gerek bile kalmamıştı.

Çınar ceketini çıkarıp askılığa astığında, yukarı merdivenlerini işaret ettim. ''Çalışma odasına geçelim.''

''Cesur ve sevgilisi tartışıyordu.'' Ceketini astıktan sonra benimle birlikte yürümeye başladı. ''Ben böyle bir kavga görmedim, o neydi ya...Korktum cidden.''

''Abartma,'' dedim.

Çalışma odasına geçtiğimizde kapıyı üstümüze kapatıp koltuğa oturdum. Koltuğa oturur oturmaz başımın ağrıdığını hissettim. Yaşadığım streslerden ötürü migrenim yeniden nüksetmişti. Baş ağrımı görmezden gelerek çekmeceyi açtığımda ceketimden çıkardığım telefonu çekmeceye koydum.

''Gece iyi mi?'' diye sordu.

''Bilmiyorum...Uyandığında yanına gideceğim, tek temennim iyi olması yönünde.'' Derin bir nefes aldım. ''Şu an odada uyuyor, bakalım ne zaman uyanacak.''

''Ne olmuş tam olarak?''

''Bilmiyorum, uyandığında öğreneceğim...'' dediğimde sırtımı koltuğa yasladım. ''Bu konuyu boş ver, şimdi bana Kılıç'ın bindiği arabanın kime ait olduğunu söyle?'' İnkar edeceğini anlayınca işaret parmağımı ona doğrulttum. ''Sakın yalan söyleme! Kim o adam? Kılıç daha önce böyle bir şey planladı mı?''

''Kılıç birazdan gelecek merak etme,'' dedi.

''Saçmalama gelmesin...'' Bir hışımla ayağa kalktım koltuğu arkaya ittiğim sırada. ''Yıldırım'ı tanıyorsam, savcılıktan izin alıp evimi arayacak. O yüzden gelmemesi daha doğru olur, kesinlikle gelmesin.''

''Yolda...Maalesef birazdan gelecek,'' dedi Çınar.

Sakinleşmeye çalıştım ama sakinleşmek nafileydi. ''Siz ikiniz kafanızın dikine gitmek dışında hiçbir şey yapmıyorsunuz. Polisin önünde birisi mi vurulur ya? Hiç mi mantıklı iş yapmayacaksınız siz?''

''Siktiğimin Rauf Güçlüsü...''

Kurumuş dudaklarımı ıslattığımda elimi boynuma götürüp boynumu hafif kütlettim. ''Bir şekilde şikayet etmemesini sağlayacağım ama polisin önünde gerçekleşen bir yaralanma maalesef sıkıntılı. Üstelik bu olay medyaya da yansıyacak. Eğer medyada ses getirirse; muhtemelen polislerin üzerinde bir baskı oluşacak ve böylece şikayet geri çekilip kefalet ödense bile Kılıç bir süre tutuklu yargılanacak.''

''Yıldırım senin arkadaşın değil mi?''

''Arkadaşım diye bana iltimas mı geçmeli Çınar?'' Sesim sert çıkmıştı.

''Neden gerginsin ki? Şu gerginliği Rauf Güçlü'ye yansıtamadın bile...Sadece kardeşlerine bağırıyorsun, sadece bunu yapıyorsun.''

''Çünkü siz hata üstüne hata yapıyorsunuz. Her seferinde sizi uyardım, durun dedim ama siz beni dinlemediniz ki? Yine aynı şey yaşandı. Kılıç'ın geleceği mahvoldu. O çocuk evlenecekti...İz'in de haberi yok. Yapılan şey doğru mu? Sen ondan büyüksün, senin onu yönlendirmen gerekiyordu ama sen de aynı onun gibi davranıyorsun.''

Çınar karşımda derin derin yutkunduğunda, sol elini yumruk yaptığını fark ettim. Parmaklarını sıkıyordu ve parmakları bembeyaz olmuştu.

''Çınar,'' dedim doğru cümleyi seçip kalbini kırmamak için. ''İçinde taşıdığın öfkenin farkındaydım ve bu öfkenin seni yakıp yok ettiğini de görebiliyorum. İnsan bir kez taşıyorsa öfkesini, bir daha o öfkeden kurtulamaz fakat bazen durmak gerekiyor çünkü eğer bu öfken yüzünden mahvolursan; sen de kazanamayacaksın. İçinde taşıdığın öfkeni dışarıya savurduğun an güçlü olmuyorsun, tam aksine güçsüz düşüyorsun.''

''Kolay değil,'' dedi.

''Hiçbir şey kolay değil... Rauf Güçlü'nün hayatını mahvetmesi senin suçun değildi ama şu an öfkeyle hareket edip kendi hayatını mahvetmen senin suçun. Herkes başta yanılır ama sonra büyür anlıyor musun? Bir şekilde hayata tutunup o hayatın içinde kendine bir ev almak varken sen bu şekilde davranarak kendi hayatını kendin mahvediyorsun.''

''Önerin ne?'' Sesi titremişti.

''Ahenk ile evlen, çocuk sahibi ol, uzak ülkelere git...Gerekirse hayatını kazanacağın işi parayı da sana veririm. Ara sıra bizi ziyarete gelirsin, hayatını bu şekilde idame ettirirsin, en azından düzenli bir hayatın olur.''

''Peki bana yaşatılan şey ne olacak?''

''Bazen kötü insanları bir başına bırakmak, kötü insanlara en büyük ceza.'' Nefesimi dışarıya verdim. ''Bu teklifimi bir düşün. Sana İspanya'da güzel bir iş de bulabilirim, orada yaşayabilirsin. Biz de Gece ile gideceğiz, yani mahkemeyi bekliyorum. Siz de oraya gelirsiniz olmaz mı? Hem bak Ahenk henüz yirmilerinin başında, o kızın böyle bir hayatı yaşamaya hakkı yok mu? Onun mutlu olmasını istemiyor musun?''

''Ben...''

''Bak Gece yaşayabileceği en büyük acıları yaşadı, henüz o acıları atlatmış da değil ama her seferinde hayata tutunuyor çünkü bunu yapmak zorunda. Benim ve bebeğimiz için bunu yapmak zorunda olduğunu biliyor. Sen de hayata tutunacağın bir etmeni kendin için gözünün önüne bırak, böylece yaşamak neymiş göreceksin.''

Çalışma odasının kapısı açıldığında Bekir'i kapının önünde gördüm. ''Serter Bey.''

''Nihayet geldin Bekir,'' dediğimde masanın kenarına kalçamı yaslayıp ellerimi kucağımda birleştirdim.

''Serter Bey olanları duydum ama merak etmeyin, korumalar kızı konuşturmaya çalışacaklar. Bu konuda bana güvenebilirsiniz.''

''Gece iyi görünmüyor, Kılıç zaten şu an nerede bilmiyorum. Anlayacağın köşeye sıkıştım, bir şekilde halletmeye çalışıyorum ama hal olacak gibi görünmüyor.'' Elimi alnıma götürdüğümde dalgın gözlerle Bekir'e bakmaya devam ettim. ''Sen, İmge denilen o kızla ilgilen. Bir de Eylül'e ulaşmaya çalış, ben de Kılıç ile ilgileneyim.''

''Tamamdır Serter Bey.'' Bekir'in gözlerine aniden endişe bindi. ''İyi görünmüyorsunuz?''

''Migrenim...'' Ayağa kalktığımda yavaşça odadan çıktım ve tam yatak karşısında durdum. ''Lütfen güzel haberler getirin, lütfen artık şu Eylül denilen kadın bu işin içinden çıkmasın. Uzun zamandır sessiz zaten.''

''Ben halletmeye çalışacağım ama isterseniz ilaç hazırlayabilirim? İyi görünmüyorsunuz çünkü,'' dedi Bekir.

Çınar araya girdi. ''Limonlu su yapayım mı? İşe yarıyor.''

Burnumu kırıştırdım. ''Bana yapacağın en büyük iyilik, şu...'' Belinde duran silahı gösterdim. ''Silahı canın sıkıldığın ortaya çıkarmamak.''

''Ben de bana ne zaman laf sokacaksın diye bekliyordum abi.'' Abi derken sesindeki alay bariz belliydi.

''Kes Çınar,'' dedim.

Çınar ofladı. ''Yirmi sekiz yaşında adamım ama yirmi dokuz yaşındaki abim sanki babammış gibi her şeyime karışıyor.''

''Ben abilik falan taslamıyorum, sen benim sözümü dinlemek zorundasın.'' Sesim yine sert çıkmıştı.

Gözlerini devirdi. ''Tamam anne.''

''Çınar,'' dedim öfkeyle.

''Tamam Sertoş,'' dedi Çınar.

İç çektim. ''Senden adam olmaz.''

''Okeyto Serter.''

Bekir'e baktığımda gülmemek için kendisini zor tuttuğunu gördüm. İkisini de yalnız bırakıp kapının kolunu çevirdim, ardından odama girdim.

Gece uyuyordu.

Onun yatağının üzerine oturmadan önce üzerimde bulunan ceketten kurtuldum. Ceketi koltuğun başlığına gelişi güzel bıraktıktan sonra yatağın içine girdim. Gece uyanmaya çalıştığı sırada elimi beline atıp onu göğsüme doğru çektim. Önce dudaklarımı saçlarına bastırdım çünkü başka türlü kokusunu hissedemezdim, sonra de defalarca kokusunu içime çektim.

Güzel kokuyordu.

Çiçek gibi kokusu vardı.

Ağzından hafif bir mırıldanma çıktığında uyanacağını anladım. Yavaşça onu öpmeye devam ettim. Saçlarına dokunan dudaklarım, onun derin derin nefes almasını sağlıyordu. Belki de kendine geliyordu, bilemiyordum. Onu hissetmek adına belini daha da sıkarak onu kendime yaklaştırdım. Tamamen kafasını göğsüme yasladığında derin bir iç çekti, benim güzel karım.

''Seni çok seviyorum,'' dedim kulağına doğru.

Gece uyuyordu, sanırım uyanmak istemiyordu.

''Ah Gece ah.'' Duraksadım. ''Seni görmeseydi bu mavi aciz gözlerim, bir ömür boyu mahvolurdu. Hissetmeseydi dudaklarım tenini, hiçbir sıcaklık onu bir daha ısıtmazdı. Dokunmasaydı ellerim saçlarına, bir daha dokunamayacak kadar acı içinde yaşardı ve tanımasaydım seni, hep bir boşluk içinde yaşar giderdim.''

''Serter...'' Kafasını kaldırıp bana baktı.

''Güzel karım benim.'' Çenesini parmağımla tuttum.

Beni görünce gözlerinin içi parladı. ''Bebeğimiz...''

''Şşş iyi iyi merak etme.'' Elimi karnının üzerine bıraktım. ''O her zaman iyi olacak.''

''Kalkmak istiyorum.'' Sesi yorgun geliyordu. ''Ne zamandır uyuyorum bilmiyorum ama kalkmak istiyorum.''

Yüzüne eğildiğimde dudaklarımı dudaklarına bastırıp dudaklarından küçük bir öpücük aldım hemen. ''Ben buradayım merak etme, lütfen sen uyumaya devam et. Hemen uyanma, biraz dinlen sevgilim.''

''Seni özledim,'' dedi gözlerimin içine bakarak.

''Ah benim güzel sevgilim.'' Saçlarını öptüğümde Gece'nin belini sıktım hafif. ''Hemen anlatmak zorunda değilsin ama ne yaşandıysa geçti, bunu bil. Bundan sonra söz veriyorum, bir daha asla bu hâle düşmeyeceksin. Sedef ile konuştum. Bir süre yalnız kalman için bir ev ayarlayacağım, ben de o sırada her şeyi toparlamaya çalışacağım, zaten yılbaşından üç hafta sonra mahkemem var.''

''Ocak ayında mı?'' diye sordu.

''Evet...'' Gülümsedim. ''Mahkeme olumlu sonuçlanacak gibi görünüyor çünkü Carla öldüğü için arkasından sağlam bilgiler bıraktı. O bilgileri mahkemeye delil olarak sunacağım. Mahkemeyi de kazandıktan sonra görevime kaldığım yerden devam edeceğim ve seninle İspanya'ya taşınacağız.''

''Çok istiyorum,'' dedi.

''Biliyorum biliyorum, sonunda sen kazandın Gece. Bak gidiyoruz.''

Kafasını tekrar kaldırıp bana baktığında gözlerindeki endişe gitmiş görünüyordu. ''Gidelim artık, durmayalım burada daha fazla.''

''Ah Gece,'' dedim bir kez daha.

''Seninle her yere gidebilirim çünkü seninleyken cehennem bile cennet,'' dediğinde kurumuş dudaklarını ıslatıp yüzüme bakmaya devam etti. ''Seninle beraber olmak istiyorum, sonsuza kadar beraber olmak istiyorum, yoruldum ben Serter ve sensiz hiçbir şey iyi gitmeyecek biliyorum. Lütfen gidelim,'' dedi.

''Gideceğiz.'' Gözüne gelen saçlarını kulağının arkasına bıraktığımda gülümsedim. ''Şimdi nasıl hissediyorsun, onu söyle bana?''

''İyiyim,'' dedi.

''İyi misin? Bakalım bir kontrol edelim seni.'' Dudaklarımı yeniden dudaklarına bastırıp hafif öptüm. ''Hımmm biraz özlem hissediyorum.'' Alt dudağını dişimin arasına aldığımda Gece kıkırdadı. ''Çok güzel dudakların var, bence biz evlenelim.''

''Zaten evliyiz,'' dedi.

''Boşanıp yeniden evleniriz,'' dedim.

Bir kez daha kıkırdadı. ''Çok mantıklı.''

Elimi karnının üzerine bıraktığımda kaşlarımı yalandan çattım. ''Aferin böyle moralin yerine gelsin, seni bir daha böyle görmek istemiyorum.''

Aslında onun elinde değildi. Böyle olmak Gece'nin elinde değildi ki...Bir anda kendini kötü bir durumda bulabiliyordu fakat bu sefer erkenden toparlanacak gibi görünüyordu. Gece çok değişmişti. Ne olursa olsun güçlü durmak için her türlü çabayı gösteriyordu.

Onu seviyordum.

Ona aşıktım.

Benim güzel karım...O dünyanın en güzel kadınıydı.

''Serter,'' dediğinde yüzüme baktı. ''İnandığım her şeyin yalan olduğunu çok önceden görmüştüm fakat bugün bir kez daha bir gerçekle yüzleştiğimde aslında acının bendeki yerini yeniden hissetmiştim. Şimdi ise tek düşündüğüm şey; sen ve bebeğimiz...Ona iyi bir anne olmak istiyorum. Ona o kadar iyi bir anne olmalıyım ki çocuğumuz büyüdüğünde benim gibi savruk bir hayatın içine düşmesin.''

''Çocuklar...'' Boğazımı temizledim. ''Çocuklar düştüyse eğer; bu sevgisiz anne ve babadan kaynaklı Gece.''

''Evet.'' Dudaklarında acı dolu bir gülümseme oluştu. ''Eğer Şükran beni bırakmasaydı ve Ömer babalık yapsaydı ben öyle bir hayatta büyümeyecektim. Travmalarım olmayacaktı, hayatım hep iyi geçecekti.'' Gülümsemeye devam etti. ''Köprüde tanıştığım kızın da aslında kardeşim olduğunu öğrenmeyecektim. Her gün yeni bir sırla karşılaşmayacaktım.''

''İmge?''

''Onunla birkaç defa karşılaştık. Beni dinledi, ben de onu dinledim. Meğer, Şükran'ın kızıymış. Ömer'den sakladığı, Ömer'e ait olmayan kızıymış ama şaşırmadım.'' Derin derin yutkundu. ''Savruk bir hayatı mesken belleyen aileler genelde her zaman hata yapıp çocuk doğururlar. Sadece üzüldüm çünkü İmge hep zihnimin bir yerlerinde kalmıştı.''

Sözlerine kaldığı yerden devam etti. ''İmge çok ağır konuştu, başından beri benimle konuştuğunda her şeyi biliyormuş. Bilerek karşıma çıkmış her seferinde...Benimle ağır konuştu...Sonra Ömer aradı, özürler diledi ama ona kırıldım. Nihayetinde...''

Sözünü kestim. ''Ömer'in bir suçu yok.''

''Evet yok,'' dedi.

''Gece'm.'' Dolu olan gözlerine baktım. ''Bebeğimiz doğduktan sonra Ömer bebeğimizi görsün, dedesini hissetsin çünkü sen de biliyorsun. O adam hasta ve onu aşk bu hâle getirdi.''

''Ona mercimek çorbası yapacağım.'' Elini göğsümün üzerine bıraktı. ''Biz asla baba kız ilişkisi yaşamayacağız ama torununu sevmesine izin vereceğim. Benim öfkem sadece kendime, ona değil. Artık ona öfke duymuyorum.''

''En doğrusu bu sevgilim.'' Dudaklarının kenarını öptüm.

''Çevremde o kadar kötü insan var ki...Ömer en masumları görünüyor artık benim gözümde ve fark ettim ki...'' İç çekti yavaşça. ''Diğer kötü insanlardan sonra Ömer gözümde masum bir konumda. Baksana herkes benim kötülüğümü isteyerek hareket etmiş ama Ömer kendinde değil ki? En başta hasta o.''

''Ömer kaderinin kurbanı oldu ve o kaderine giden yolda aşkı yüzünden mahvoldu,'' dediğimde sözümü kesen şey Pusat'ın garip garip çıkan sesi olmuştu. 

''Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek? Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek?'' Elindeki darbukayla içeriye giren Pusat ile birlikte kaşlarımı çatılı bir halde ona baktım. ''Ayaş yollarından aştım da geldim, boyunu boyuma ölçtüm de geldim.''

Etek giymişti.

Dudaklarına kırmızı bir ruj sürmüştü.

Dansözlerin beline taktığı o süslü kumaştan aynısını beline takmıştı.

''Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek? Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek? Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek? Bana ettiklerin az mı gelecek?'' Şarkıyı söyleye söyleye içeriye girdi. ''Yandım Allah yandım yandırma beni, seviyorum diyerek kandırma beni. Derin uykulardan kaldırma beni, seviyorum diyerek kandırma beni.'' Bir anda oynamaya başladı darbukasını yere bırakarak. ''Allah Allah, ülkenin güzeli, ülkenin divası, ülkenin en güzeli geldi. Aman Allah'ım yandırma beni...''

Bekir de arkasından girdi.

''Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek? Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek? Bana ettiklerin az mı gelecek? Yandım Allah yandırma beni...'' Yere eğilip darbukasını alıp önümüzde oynamaya devam etti. ''Dertlerin sahibi geldi, dertli hanımların sahibi...'' dedi Pusat.

Ofladım. ''Pusat ne var?''

Gece yatakta kıpırdanmaya başladığında, karnı üşümesin diye battaniyeyi karnına kadar çekip ayağa kalktım.

''Nasılsın yengem? Biliyorsun ki yengeciğim artık ben bazı kararlar aldım. Size, bu kararlarda ihtiyaç duyuyorum.''

Gece hiç oralı olmadı, pek iyi hissetmediği için Pusat ile uğraşası yoktu.

Gece'nin sırtına yastığı bırakıp saçlarını öptükten sonra kaşlarımı çatarak; ''Yine niye böyle giyindin? Kaç gündür yoktun ortalıkta, yine ne halt yedin?'' diye sordum.

Bekir'in de benim gibi kaşları çatıktı ve Pusat'a hiç iyi baktığı söylenemezdi. Garip bir şekilde Pusat'tan hoşlanmıyordu. Pusat ne zaman bu eve gelse, Bekir ona kötü bakıyordu. Bekir'in, özellikle neden Pusat'a kötü baktığını bilmiyordum, anlam da veremiyordum.

''Artık feminen bir kadın olmaya karar verdim. Fark ettim ki feminen bir ruh beni her zaman iyileştirecek, beni dünyanın en güzel yerine sokacak.'' Dudaklarının kenarı kıvrıldı. ''İşe ilk makyaj yaparak başladım, siz de biliyorsunuz. Makyaj erkeğin sakalı.''

''Pusat,'' dedim. ''Kısa kes.''

''Tamam be, sadece sizi güldürmek istedim.'' Koluyla dudaklarını sildiğinde gözlerimi devirdim.

Gece yavaşça kafasını yastığa gömdüğünde sert bakışlarımı Pusat'a yöneltmeyi ihmal etmedim. ''Güzel karım.''

''Efendim.''

''Sana bir şey yapmamı ister misin? Bir şeyler içmek istersen söyle. Sen kahveyi seviyorsun, istersen bol sütlü bir filtre kahve yapabilirim.''

Kafasını yana salladığında elini bileğimin üzerine bıraktı. ''Sadece duş alacağım.'' Yataktan kalktığı sırada kolumdan destek alarak dolabıma ilerledi. Mavi bornozumu eline aldığında onu incelemeye başlamıştım.

''Birlikte alalım mı?'' Kulağına doğru fısıldadım.

''Olur.''

Bekir, Çınar ve Pusat'a baktığımda mesajı almış olacaklar ki odadan çıktılar. Ben de o sırada karımın belinden tutmuştum. Yedek diğer bornozu alıp banyoya geçtiğimizde küvetin içini sıcak su doldurmaya başladım. Gece için aldığım ve genelde rengini pembe seçtiğim çilek kokan banyo topunu sıcak suyun içine attım.

''Üzerini çıkaralım senin.'' Yavaşça gömleğimin düğmelerini çözdüm. ''Şimdi sıcak bir duş alırsın, sonra kendine gelirsin. Sen duş aldıktan sonra uyursun tamam mı? İstersen sana güzel bir akşam yemeği de hazırlayabilirim.''

''Yok gerek yok, hem aç değilim.''

''Gece,'' dedim kızgın bir ses tonuyla.

''Tamam açmışım aslında.''

Üzerimi çıkarıp yere attığımda pantolonumun kemerini de açtım. ''Her şeyden önce sen hamilesin, eskiden iştahlıydın. Lütfen şimdi tekrar eski hâline dön, senin diğer hâlini daha çok seviyorum.''

''Serter bir söyledim, bin söyledin.''

''Gıcık ya,'' dedim.

Baksırımı da çıkarıp karşısına geçtiğimde, Gece bluzunu çıkarmıştı çoktan. ''Çok güzel görünüyorsun.''

İnce bir beli vardı, kalçası da büyüktü. Göğüsleri çok büyük olmasa da vücudunda en sevdiğim yeri kalça olduğu diğer kısımlarını pek umursamıyordum. Üstelik, Gece fazla uzundu ama yanımda kısa kalıyordu. Ben neredeyse iki metreye ulaştığım için Gece yanımda kısa kalabiliyordu.

''Çıkardım üzerimi.''

Elini tuttuğumda, diğer elimle de iç çamaşırına dokundum. ''Bunu çıkarmadın.''

''Senin çıkarmanı bekledim,'' dedi nefesini dışarıya vererek.

Önünde eğildiğimde dizimi kırıp dudaklarımı baldırına bastırdım. Yavaşça orayı öptüğümde iç çamaşırının ipinden tuttum. Onu çıkardığımda Gece'nin ağzından küçük bir inleme kaçtı. ''Bana dokunmanı seviyorum,'' dedi itirafta bulunarak.

''Biliyorum,'' dedim gülerek.

İç çamaşırını çıkarıp yere attığımda bacağına tutunarak ona sürtündüm ve dudaklarımı dudaklarına bastırdı. ''Seni seviyorum.'' Küçük bir öpücük alıp geri çekildiğimde Gece hafif yutkundu. ''Hem de çok fazla seviyorum, sadece sevmiyorum; aynı zamanda sana aşığım.''

''Serter.'' Kollarını boynuma doladığında kaşları çatılmıştı. ''Bir şey soracağım.''

''Dinliyorum.''

''Eğer o trende karşılaşmasaydık ve yıllar sonra ilk kez birbirimizi görseydik, o zaman da beni sever miydin?''

''Sen benim kaderimde varsın, nerede nasıl karşılaştığımız önemli değil.'' Dudaklarımı kulağına yaklaştırıp; ''Seni seviyorum,'' dedim.

''Ben de seni çok seviyorum.''

Elinden tutup onu küvetin içine soktuğumda, Gece'nin arkasına geçtim. Küvetin içine oturup bacaklarımı uzattığımda, onu bacaklarımın arasına aldım, böylece Gece'nin sırtı bana dönüktü.

Ellerimi karnında birleştirip saçlarını öptüm. ''Çok güzel kokuyorsun.''

Şampuan kutusunu açacağım sırada arkasına döndü ve elimdeki kutuyu alıp, bana ait olan şampuanı aldı. ''Bu daha güzel.''

''Benim şampuanımı bile kullanıyorsun.''

''Eh, biraz,'' dedi.

''Neden? Amaç ne?'' Gülmemek için zor tuttum kendimi.

''Çünkü ben seviyorum. Yani senin eşyalarını al...''

Sözünü kestim. ''Çalmayı?''

''Aşk olsun,'' dedi. ''Öyle denilmez.''

''Aferin sana, hiç büyümüyorsun Gece.'' Saçlarını yeniden öptüğümde onun saçlarına parmaklarımı daldırdım. ''Merak etme kızmıyorum, aksine hoşuma gidiyor. Tabii ki eşyalarımı kullanabilirsin fakat hep yapma.''

''Neden ki?''

''Öyle.''

''Çok gıcıksın,'' dedi.

''Ben böyle bir adamım.'' Duraksadım. ''Kahveyi sevmem, alkol tüketmek istemem, sevdiğim şarkıyı kadınım için dinlerim, basit bir adamım işte...Ama aşkım basit değil.''

Yüzünü bana çevirdiğinde dudaklarını yanağıma bastırıp küçük bir buse bıraktı. ''Seni tanıdığımdan beri her şey çok değişti, iyi ki varsın.''

Elimi beline atıp onu kendime doğru çektiğimde Gece'ye büyük bir açlık duyarak dudaklarımı dudaklarına bastırdı. Onu öpmeye başladığımda, ağzından kaçan inleme dikkatimden kaçmamıştı.

Kafasını kaldırıp bana baktığımda baş parmağımı alt dudağının üzerine bıraktım. Dudaklarının üzerine bıraktığım parmağımı alt dudağına bastırdığımda Gece yüzüme bakmaya devam etmişti. Ela gözlerinin koyulaştığını fark ettim, hafif öne doğru eğildim. Onu tamamen kendime doğru çektiğimde hissettiğim açlık beni tetiklemeye başlamıştı.

''Gece,'' dedim inleyerek.

Elini organımda hissettiğimde, tüm avuçlarıyla sardığı organımı kadınlığının içine soktu.

Dudaklarımı dişledim. ''Yapma.''

''Seni çok seviyorum,'' dediğinde penisimi kadınlığının içine sokmaya devam ettim.

Kendimi ona doğru ittim yavaşça. ''Beni öldürüyorsun.''

''Sen de beni.''

Sırtıma kadar ter içinde kaldığımı hissediyordum. Bu öyle bir şeydi ki her seferinde devam etmek istiyordum. Onun yüzünden vücudumdaki kemiklerim bana batıyordu ama umurumda değildi, onu hissetmek her şeyden daha önemliydi. Onu daha fazla hissetmek istiyordum. Vücudunun her bir karışına ihtiyaç duyuyordum.

Gece benim için yemekten ve sudan daha önemliydi. Hayat enerjimdi, hayatımın tam ortasında hayatımı ışıltılı bir bahçeye çeviriyordu her seferinde. Bunu kendi başına yapıyordu, tek başına bana böyle yapıyordu.

Nefes alıyordum sayesinde.

''Devam et.'' Derin derin yutkunduğumda Gece kucağımdayken kendini bana itmeye devam ediyordu. ''Çok darsın,'' dedim.

Dudaklarını yeniden dudaklarımda hissettiğimde büyük bir açlıkla beni öpmeye başlamıştı. Tuzlu dudaklarını öperken yine kendimden geçiyordum ve bu öpücükleri sadece dudaklarında sınırlandırmamaya karar verdim. Dudaklarımı boynuna doğru götürüp boynuna da hafif küçük öpücükler bıraktım.

''Seni seviyorum,'' dedim geri çekildiğimde.

Yirminci dakikanın sonunda yorulmuştum.

Dudaklarında, beni sarhoş edecek bir gülümseme vardı. ''Yoruldum.''

''Çok güzelsin.''

Gece'yi duşakabine sokup üzerini yıkadığımda, kendimi de onunla birlikte yıkadım. Gece sürekli olarak hareket ettiği için onu yıkarken hafif zorlanmıştım. Onun vücudunu yıkadıktan sonra temizleme jelimi alıp yüzünü yıkamıştı. Her şeyi kullanmaya ant içermiş gibi yüz kremimi de yüzüne sürmüştü bornozunu giydikten sonra.

Ben de o sırada saçlarını kurutmuştum. Saçlarının ıslak kalmasına dayanamazdım. Saçlarını kurutup yatağı açtığımda diğer battaniyeyi dolaptan çıkarıp üzerini örmüştüm.

''Sen uyu biraz,'' dedim.

Yatağın içine girdiğinde onu öpmemek için zor tuttum kendimi. Bir bebekten farksız duran yüzünü ellerimin arasına alıp saatlerce sevmem gerektiğimi düşünüyordum çünkü Gece bebek gibi sevilmesi gereken bir kadındı.

''Çok iyi geldi duş,'' dedi.

Güldüm. ''Sevişmek?'' Derin bir nefes aldım. ''Sevişmek iyi gelmedi mi?''

''O da çok iyi geldi,'' dedi tatlı bir ses tonuyla.

Daha fazlasına ihtiyacım varmış gibi yüzüne eğilip yeniden dudaklarını öptüm. Küçük bir öpücükten sonra ona göz kırptım. ''Ben seninle her an her yerde sevişmeye bayılıyorum. Senin sayende doyuma ulaşıyorum ama benim güzel karım, eğer bir daha hastalanmazsan beni daha çok mutlu edeceksin biliyor musun?''

''Elimde değil ki.''

''Yiyeceğim seni, şu tatlılığa bak.'' Kahkaha atarak yanağını dişimin arasına alıp ısırdım.

''Ye beni.''

''Ah gece ah, cidden ah yani.'' Yanına oturduğumda kafasını omzumun üzerine yasladı. ''Bundan sonra hastalanırsan yataklara düşmek yok, hem sen kocanı üzüyorsun farkında mısın? İnsan kocasını üzer mi? Bak kızdırıyorsun beni.''

''Tamam, bir daha üzmeyeceğim.''

''Unutacaksın yine.''

''Hep unutuyorum değil mi?'' diye sordu.

Sarhoş olduğum günü bana hediye almıştı, hediyeyi vermeyi bile unutmuştu. O üzülmesin diye bir daha sormamıştım.

''Evet Gece Güçlü, sen hep unutuyorsun,'' dedim yapay bir kızgınlık duyarak.

''Serter,'' dediğinde nefesini omzumda hissetmiştim. ''Sen gerçekten çok iyi bir adamsın ve iyi ki varsın.''

''Yalakalık yapma,'' dedim.

''Yoo yalakalık yapmıyorum ki.'' Omuz silkti.

''Hem sen gece ne güzel aşeriyordun, yok mu aşerdiğin bir şeyler? Hemen gidip alırım sevgilim.''

Dudaklarından bir kahkaha koptu. ''Limonlu koltuk.''

''Ne?''

''Limon sürülmüş koltuk istiyorum.'' Büyük bir iştah duyuyormuş gibi dudaklarını yaladığında hayretle ona baktım.

''Başka ne aşeriyorsun sevgilim?''

''Beton ya da toprak,'' dedi.

Kusmamak için zor tuttum kendimi. ''Başka bir şey var mı?''

''Hint yemekler...Ayaklarıyla hamur açıyorlar ya...Ha işte o hamurdan yemek istiyorum.'' Elini karnının üzerine bıraktı. ''Hem, bebeğimiz de Hint yemekleri istiyor.''

''Güzel karım manyak mısın?''

''Çorap kokan cips de olabilir? Şu turuncu cipsi bana alabilirsin kocacığım,'' dedi benimle dalga geçerek.

''Bebeğimiz bir an önce doğsun bence,'' dedim.

''Neden ki?'' diye bir soru yöneltti saf saf.

''Çünkü bebeğimizi karnında öldüreceksin,'' dedim gülerek. ''Yazık çocuğa şimdiden midesi bozuldu.''

Kollarını birbirine sardı. ''Ama sen kendin dedin ki? Yani ne aşeriyorsun diye sordun, ben de söyledim. Hem bebek istiyor, yani karnımdaki bebeğim istiyor. Çocuğumuzu kırma ve bana Hint yemeği yap Serter.''

''Gece, cidden midem bulandı.''

''Brokoli suyu içince miden bulanmıyor?'' Kaşlarını çattı, ona baktığım sırada. ''Onda neden miden bulanmıyor, götürüyorsun gayet. Ayrıca ben hamileyim, çok kırıcısın Serter Güçlü.''

''Ya sus! Midem bulandı.''

''Kırıcı.'' Burnunu çekti.

''En sevmediğim ülke Hindistan...Nefret ediyorum yaşam tarzlarından, bir de onların ayaklarıyla açtığı hamurla yemek mi yemek istiyorsun?'' Elimi beline koydum. ''Ben, sana Türk yemeği yaparım.''

''Pekala.''

''Alınma,'' dedim ama zaten alınmadığını biliyordu çünkü hanımefendi benimle oyun oynuyordu.

''Kaba adam.''

Çenesinin altını öpüp boynunu gıdıkladım. ''Aç mısın?''

''Biraz uyuyayım, sonra bir şeyler yeriz seninle.'' Yatağa tamamen uzandığında sırtını bana çevirip arkasını döndü kalçası bacağıma değdiği sırada. ''İyi geceler.''

''İyi geceler?''

''İyi akşamlar,'' dedi.

''Ne?''

''İyi Hintliler.''

Gözlerimi devirdim. ''Boşanalım biz ya.''

''İyi ayaklar,'' dedi.

''Güzel karım?''

''İyi yemekler,'' dedi.

''Gıcık,'' dedim.

Bugün çok gıcıktı.

Yataktan kalktığımda birisi kapıya vurdu. İçeriye Çınar girdiğinde hafif şaşırdım. Elinde bir adet fincan vardı. Fincanı yavaşça komodinin üzerine bıraktığında Gece de benimle birlikte yataktan doğrulup sırtını yatağın başlığına yasladı.

''İyi görünmüyordun, ıhlamur yapayım dedim sana.'' Çınar'ın sesi hafif tedirgin çıkmıştı.

Gece şaşkın görünüyordu, ben de en az onun kadar şaşırmıştım.

''Teşekkür ederim.''

Fincanın kenarındaki limonu alıp ıhlamura sıktıktan sonra fincanı dudaklarına götürüp bir yudum aldı.

''Soğumasını bekle sevgilim,'' dedim.

''Çok sıcak değil,'' dedi Gece.

''Biraz hafif ılıklaşmasını bekledim,'' dedi Çınar açıklama yaparak.

Çalışma odasından gelen telefonumun sesiyle odadan çıkmak zorunda kaldım. Çınar ile birlikte odadan çıktığımızda, çalışma odasına geçtik. Gece de o sırada ıhlamurunu içmeye başlamıştı bile. Sıcak bir duş aldıktan sonra ıhlamur midesine iyi gelecekti ama akşam olmadan önce ona çorba yapmayı düşünüyordum.

''Bekir nerede?'' diye sordum.

''En son telefonla mesajlaşıyordu, sonra birden çıktı,'' dedi Çınar.

Çekmeceden telefonumu aldığımda kaşlarım çatıktı. ''Kimle konuşuyordu ki?'' Derin bir nefes aldım.

''Adamın belki sevgilisi var, sana ne yani?''

Yüzümü buruşturdum. ''Bekir'in sevgilisi yok.''

''Şoförlerinin özel hayatıyla ilgilenmen...'' Çınar güldü.

Çınar'ı bazen dövmek istiyordum.

''Ben yok diyorsam yok.'' Telefonumdaki numarayı gördüğümde Yıldırım'a ait olması, sinirimi bir miktar bozmuştu. Yine de aramayı sonlandırıp telefonu masanın üzerine bıraktım.

''Neden? Bekir sevgili yapamaz mı? Gay mi lan adam?''

''Çünkü en başta babası karşı çıkar,'' dedim.

Çınar kafası karışmış gibi bana bakıyordu. ''Neden?''

''Babasının Bekir ile ilgili planları var. Sıradan bir aile değil onlar. Günün sonunda arkasında kalp kırıklığıyla ağlayan bir kadın bırakmak zorunda kalacak,'' dedim iç çekerek.

Bekir aslında güzel severdi çünkü saygılı bir çocuktu. İnsanlara karşı her zaman mesafeli olmuştu, aynı zamanda samimiyet barındırdığı insanlara da kollarını açmayı ihmal etmezdi. Bekir'i bu yüzden seviyordum, diğerlerinden farklıydı.

Kendi çizgisini bozmayan, kendi çizgisinde ilerleyen birisiydi.

''Vay be,'' dedi kollarını birbirine saran Çınar.

Yandan kısa bir bakış attım. ''Aç mısın?''

''Yok...Kılıç'tan haber bekliyorum.''

''Ciddi ciddi nereye gittiğini bilmiyor musun?'' diye sordum.

Çınar koltuğun üzerine oturduğunda ayaklarını öne uzattı. ''Aslında biliyorum ama söylersem eğer kızacaksın, o yüzden seninle tartışmamak için söylemiyorum. Hem ne gerek var.''

''Çınar...''

Sözümü kesti. ''Polat.''

''Ne?'' Kaşlarımı yeniden çattım.

Dalgın gözlerle bana bakarak; ''Polat Korkmaz Akıner...'' Duraksadı. ''Arabadaki o maskeli adam, Polat'tı,'' dedi.

Bunlar Polat'ı nereden biliyordu?

Sözlerine kaldığı yerden devam etti. ''Herhangi bir olumsuz durumda, Polat devreye girecekti.''

''Bana niye söylemediniz?''

''Bilmem,'' dedi.

''Rauf Güçlü'yü vuracaktı değil mi? Kılıç bunu mu hedefledi?''

Kafasını yana salladı. ''Saçmalama istersen amına koyayım...'' Gözlerim kocaman açılınca cümlesini düzeltti. ''Pardon, bir anda abim olduğunu unuttum. Gerçi sen beni tamamen unuttun ama olsun. Ayrıca biz Rauf'un geleceğini nereden bilelim?''

''Çınar,'' dedim. ''Uzatma, Polat ile nereden tanışıyorsunuz?''

''Ben tanımıyorum ki amına koyayım...'' Hafif sırıtarak alaycı bir ses tonuyla; ''Kılıç tanışıyor, daha doğrusu yeni tanışıyorlar,'' dedi.

''O adam tehlikeli,'' dedim.

''Babası, İstanbul Şehir Belediye başkanı biliyorsun değil mi?''

''Tam da hükümete yakın bir isim, zaten o yüzden tehlikeli.'' Çekmeceden bir adet peçete çıkarıp elimi sildim. ''Hükümete yakınsa bir başkan, o başkan tam olarak iyi çalışamaz. Başkanlıkta parti olmaz.''

''Sen de Büyükelçisin.''

''Ben parti adamı değilim, hepsine eşit yaklaşıyorum.'' Islak mendil paketini çöp kutusunun içine attım. ''Sen hangi partiyi tutuyorsun?''

''Ahenk partisini,'' dedi.

Dudaklarımın kenarı kıvrıldı. ''Madem aşıksın, neden başkasıyla nişanlandın?''

''Çünkü üvey babam istedi, mecbur kaldım.'' Derin bir nefes aldı. ''Eğer Ahenk ile ilişkiye devam etseydim, o zarar görmeye başlayacaktı, bunu göze alamazdım. Hem, Ahenk tanıdığım en iyi kalbe sahip, zarar görmesini istemiyordum. Bir de onca iğrenç olayın geçtiği yerlerde yaşamasına gerek yoktu benim için.''

''Ahenk iyi kız,'' dedim.

''Ben, bir ara sizin sevgili olduğunuzu düşündüm...'' dediğinde sesi hafif kıskanç çıkmıştı.

Gözlerimi kıstım. ''Ne alaka?''

''Biz ayrı kaldığımız dönem, siz sürekli telefonda konuşuyormuşsunuz. Ben öyle bir şey duymuştum ama yine de ihmal vermek istemedim.''

''Evet, neredeyse her akşam onunla telefondaydık.'' Çalışma masasının kenarına kalçamı yasladım.

''Ondan hoşlandın mı?'' diye saçma sapan bir soru sordu.

''Saçmalama,'' dedim.

''Niye telefonda konuşuyordunuz o zaman?'' Dudaklarını diliyle yaladığında boynunu hafif geriye attı. ''Bir insan sevgilisiyle bile o kadar telefonda konuşmaz. Hem seninle kan bağı dışında bir bağımız yok, hoşlanmışsın ki her gece onunla konuşmuşsun.''

Çınar kıskanıyor muydu?

Hem de benden?

''İki arkadaş telefonda konuşamaz mı?''

''Her akşam konuşamaz?'' dedi sorgulayarak.

Güldüm. ''Çınar.''

''Cidden neden konuşuyordunuz?''

''Çünkü Ahenk yalnızdı, ben de yalnız hissediyordum. Her şeyden önce arkadaşım, tabii ki de konuşurum. Gerçi evlendiğimden beri eskisi gibi konuşamıyorum ama yanlış anlaşılacak bir durum yok.'' Duraksadım. ''Ben, Ahenk'e karşı hiçbir zaman bir şey hissetmedim, tam aksine arkadaşım gibi gördüm.''

''Sen eski sevgilinle de arkadaştın amına koyayım,'' dedi.

''Berrak mı?''

''Evet, öyle bir şey duydum.''

İç çektim. ''Ne var ki bunda?''

''Bu gavatlık, başka bir şey değil. Kim eski sevgilisiyle arkadaş olur? Ben Ahenk ile ayrıyken bile onunla kavga etmeye devam ediyordum, asla arkadaş olmam ama sen arkadaş olmuşsun. Ben böyle iğrenç bir şey görmedim.''

''Sebeplerim vardı,'' dedim, en başta Semih içindi elbette.

''Neymiş sebep?''

''Çok soru soruyorsun.''

''Gece kızmıyor mu?'' dedi.

Elimi alnıma götürdüğümde kafamı hafif ovaladım. ''Gece tabii ki de kızıyor, gördüğüm en kıskanç kadın.''

Brokolilerimi bile kıskanıp atmıştı.

''Sahi, cidden neden Ahenk ile denemedin? Gerçi deneseydin, abi katili olacaktım.'' Ona garip garip baktığımı fark edince; ''Hiç, öyle bakma. Ciddiyim, abi katili olacaktım. Ahenk'e birisinin yan gözle bile bakmasına tahammül edemem, ben kıskanç bir adamım,'' dedi.

''Tamam anladık Çınar, sen gavat değilsin...''

''Ben gidip Gece ile her akşam telefonda...''

Konuşmasına bile müsaade etmedim. ''Saçma sapan konuşma, karımı neden katıyorsun bu konuşmaya? Ayrıca sana ne? İstersem Ahenk ile şimdi bile konuşurum. Abuk sabuk kıskançlıklarını bir kenara koy artık.''

''Tamam be.'' Elini havaya kaldırdı.

Oflayarak ayaklandığımda kapıya doğru yürüdüm. Gece'nin bulunduğu odaya baktığımda kapısının önünde duran masum masum kuyruğunu sallayan, Çam'ı fark ettim. Yavaşça Çam'a doğru ilerlediğimde, Çam arkasını dönerek bana doğru koştu. Onu kucağıma aldığımda önce boynunu öptüm.

Çam boynundan öpülmesinden hoşlanıyordu.

''Anne uyuyor, benim güzel oğlum,'' dedim.

Çam yine de sabırsız görünüyordu. Kucağımdan inip kapının önünde yeniden durdu. Kapının kolunu çevirdiğimde Gece'yi yatakta uyurken gördüm. Nihayet uykuya dalmış görünüyordu. O uyanır uyanmaz ona yemek yedirecektim çünkü Gece asla yemek konusunda dikkatli değildi. İlk tanıdığımda daha iştahlı bir kızdı. Hatta soslu patates, ve değişik değişik yemekler vardı.

Stres onu etkilemişti.

Çam yine de beni dinlemedi ve annesine doğru koşup yatağa atladı.

''Çam,'' dedi Gece. ''Gel buraya.''

Kapıyı kapattım.

Aşağıdaki kapı çaldığında, Çınar benden önce davranarak dış kapıyı açtı. İçeriye Kılıç girdiğinde, ona mutfağı gösterdim. Belindeki silahı, belinden çıkarıp mutfağa geçer geçmez masanın üzerine bıraktığında arkasından ilerleyip kaşlarım çatık bir şekilde kapıyı üstümüze kapattım.

''Hoş geldin kaçak,'' dedi gülerek Çınar.

Elimi havaya kaldırıp Kılıç'ın yüzüne vuracakken elim havada kaldı öylece. ''Yazıklar olsun,'' dediğimde Kılıç'ın yüzündeki hüzün geçmedi. ''Ben böyle mi öğrettim sana? Ben sana bu şekilde mi öğrettim? O silahı bir daha kullanmayacağını söylemiştim sana, sen ise gittin en olmadık zamanda, en olmadık kişiyi yaraladın.''

''Serter'den nasihatler serisine hoş geldiniz...'' Çınar yapay bir biçimde esnedi, elini ağzına götürdüğü sırada.

''Ben sana bu şekilde mi davran dedim? Bana cevap ver Kılıç? Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Her şeyi geçtim, nişanlısın sen. Senin sorumlulukların var, evlenmeyi düşünüyordun ama sen ne yaptın? Gittin polislerin gözü önünde birisini vurdun.'' Sorun Rauf değildi, sorun hayatını mahvetmesiydi.

''Abiciğim alt tarafı Rauf Güçlü'yü vurdu, aman ne olacak sanki. Her zamanki şey işte,'' dedi Çınar alaycı bir ses tonuyla.

Çınar'a kulak vermedim.

''Duyuyor musun beni?'' Elim yere indi. ''Şu tokadı, ilk kez her şeyi öğrendiğim gün yüzüne indirseydim; o zaman belki biraz da olsa ders alırdın. Hayatım boyunca en büyük hatam, yüzüne tokat atmamak oldu. Ne halt yesen arkanda oldum.''

''Vay amına koyayım,'' dedi Çınar.

''Şımarıksın,'' dedim. ''Annem seni şımarttı, babam ne istesen yaptı sana. Sen ise şımardın. Ne travmaların vardı, ne de mutsuz bir hayatın. Ayağına taş bile batmadı, ayağına taş battığında benim yanında olacağımı biliyordun. Ne olursa olsun yanında olacağımı biliyordun.''

''Sanki biraz haklı,'' dedi Çınar.

Kimse Çınar'ı umursamıyordu şu an.

''Hayat bu değil Kılıç Güçlü.'' Kelimeleri bastırdım. ''Yirmi beş yaşında olmana rağmen beş yaşındaki çocuktan farksızsın. Ne olursa olsun bir işte kalkıştığında, yarını da düşünmek zorundasın. Ben her şeyimi, mesleğimi bile mahvetmeye kalkmışken, sen orada onu yapmayacaktın Kılıç Güçlü.''

''Sorun senden daha iyi bir hayat yaşadığım için mi?'' diye sordu kalbimin tam ortasına mayın döşeyerek. ''Annem tarafından seviliyorum, babam her şeye rağmen seviyor...Sorun bu değil mi? Annem seni sevmediği için bunu yapıyorsun çünkü ben iyi bir hayata gözlerimi açtım, sen ise annemden sevgi bekledin.''

Çınar bile o an şaşırmıştı Kılıç'ın ağzından duyduğu cümle sonrası...Ben ise yıkılmıştım ama belli edemedim, sadece yana düşmüş olan elimi yumruk yapmak durumunda kalmıştım acımı göstermemek adına.

''Neyse,'' dedi Kılıç silahını beline koyup mutfaktan çıktığında ama son anda Çınar, onun kolunu tutup kendine doğru çekti.

Çınar elini havaya kaldırıp Kılıç'ın yüzüne tokat attığında dişlerinin arasından konuştu. ''Siktiğimin Feridesi...Hepsi aynı haltın insanları. Ne olursa olsun, o senin abin ve sen ne olursa olsun böyle konuşmayacaktın.''

Kılıç, güçlü durmaya çalıştı. ''Ben senin için öz babamı vurdum.''

''Silahından çıkan kurşun Rauf Güçlü'yü yaraladı, aynı dudaklarından dökülen sözlerin Serter'i yaraladığı gibi...'' dedi Çınar. ''Bir farkı yok.''

''Neyse,'' dedi bir kez daha.

Mutfaktan çıkar çıkmaz evden de çıktığını belli edercesine, evin dış kapısını sertçe kapattı. O gittikten sonra sadece arkasından baktım.

''Şu Güçlü erkeklerin dili her zaman zehirli.'' Çınar taburenin üzerine oturdu. ''Onun sözlerini asla umursayacaksın.'' Bana baktı yavaşça. ''Bilerek kötü konuşuyor, işte insanlar böyle. Hassas noktanı bulan kardeşlerin bile o hassas noktandan vurabiliyor. Bak, mesela ben de bu hassas noktandan vurdum. Sen de biliyorsun, ailede en kusursuz erkek sensin. Bir tek ann...Annemiz yönünden sıkıntılar yaşıyorsun ve hepimiz de oradan vuruyoruz.''

Ben Kılıç için mesleğimi tehlikeye atmıştım...

Çınar sözlerine kaldığı yerden devam etti. ''Kılıç sana değer veriyor, aptalın teki ama değer veriyor. Baksana silahını çıkarıp babasını da vurduğuna göre, bizi seviyor ama işte annemizden...'' Sözlerinin devamı gelmedi. ''Neyse anladın sen.''

Konuşmadım, cevap vermedim.

''Oğlum sana bir şey diyeyim mi? Feride tam bir kancık,'' dedi Çınar.

Ona baktım.

''Bakma öyle ciddiyim. Tam bir kancık, hatta orospu bence.'' Güldü. ''Beni seviyor ama bu kancık olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zaten oğulları arasında ayrımcılık yaptığına göre tam bir puşt yani...Şerefsiz, kancık puşt Feride,'' dedi Çınar.

Ona garip garip bakmaya devam ettim.

''Bu Rauf denen Fırat köprüsünde siktiğim adamın, bunu aldatması bile çok saçma oğlum. Düşünsene kadın aldatılmış ama affediyor. Ben böyle gavat bir evlilik görmedim. Bunlar kesin açık ilişki bile yaşıyorlardır. Bakma bunak olduklarına, açık evlilik en çok; bunaklarda görülüyor.''

''Çınar,'' dedim susması için.

''Aile biraz garip. Her halt var. En iyisini yaparak İspanya'ya gitmişsin. Ben de olsam, ben de giderdim.''

Beni güldürmeye çalışıyordu.

Hakkı vardı, bunu becerebiliyordu.

''Migrenim tuttu...'' Buzdolabının kapağını açıp ilaç kutusundan ağrı kesici aldığımda susuz bir şekilde ağzıma atıp yuttum.

''Az önce Pusat denen yumuşak erkeğin de migreni tutmuştu ama bence o ilacı içme çünkü daha çok başı ağrıdı,'' dedi Çınar. ''Evden gider gitmez, başım ağrıyor diyerek gitti puşt herif.''

Sırtımı buzdolabının kapağına yasladım. ''Git bir Kılıç'a bak, Türkiye'den gönder onu. Ben de şu şikayeti geri çekmeye çalışayım.''

''Ona kırıldın ama yine de onu kırıyorsun,'' dedi Çınar.

''Mecburum,'' dedim omuz silkerek.

''Çok fedakarsın Serter ama seni üzerler haberin olsun,'' dedi Çınar.

Dış kapı çaldığında Çınar benden önce davranarak kapıya doğru koştu. Kapıyı açtığı sırada ben de bir bardak su içtim. Şu an suya ihtiyacım vardı. Suyumu içtiğim sırada başımdaki ağrı artmıştı. Muhtemelen geçmeyecek gibi görünüyordu. Fazlasıyla stres yapmıştım ve bu da büyük bir ağrıya sebep olmuştu.

Mutfaktan çıktığımda kapıda beklediğim kişi vardı.

Başkomiser Yıldırım.

''Merhaba Serter,'' dedi Yıldırım ve arkasındaki polis memurları içeriye girerken. ''Arkadaşlar Kılıç'a bakacak.''

''Baksınlar,'' dedim.

Aynı anda telefonuma kısa bir mesaj geldi. Mesajı açtığımda Yıldırım üzerindeki kabanını çıkarıp ev sahibi gibi onu dolaba astı. Dolabın kapağını açıp bırakması dikkatimden kaçmamıştı. Yine de ben dolabın kapağını kapatmadım.

Bekir MFX: Serter Bey.

Bekir MFX: Evdeki güvenlik kameralarını kapattırdım, haberiniz olsun. Aldığım bilgiye göre, sizin evinize gelip arama yapacaklar.

Bekir her zaman akıllı bir adamdı, önceden düşünürdü her şeyi.

Serter: Tamamdır.

Bekir MFX: Çok acil bir işim çıktığı için gelemiyorum.

Serter: Neredesin?

Bekir MFX: Kokoreç yemeye geldim.

Serter: Acil miydi bu iş şimdi?

Bekir MFX: Yanımda Naz Hanım var.

Serter: Anladım. Kolay gelsin :)

Kafamı telefondan kaldırdığımda Yıldırım'ın beni izlediğini fark ettim. Polis memurları da çoktan odalara çıkmıştı.

''Karım uyuyor ses çıkarmasınlar,'' dedim.

Çınar elini duvara bırakıp; ''Kaç yaşındasın Yıldırım?'' diye sordu sanki askerlik arkadaşıymış gibi.

''Sana kaç lazım Çınar Güçlü?'' dedi Yıldırım alaylı bir ses tonuyla.

''Adam gibi soru sorduk, cevap bile alamıyoruz. Neyse Yıldırım neyse, bugün de hiç havanda değilsin.''

''Sen de bizimle geleceksin, ifadeni almak zorundayız,'' dedi Yıldırım.

Çınar psikopat edasıyla burun kemerini sıktı. ''Bu hafta biraz işlerim var. Pek geleceğimi sanmıyorum ama haftaya uğrarım, hem seninle şu Marina'yı konuşuruz. Biliyorsun Marina Marina, gel beni al koynuna derler...'' Dudaklarından bir kahkaha koptu.

Yıldırım boynuna kadar kızardı.

''Sen yine de ifade vermeye gel, maazallah bir gün ters kelepçe takarlar sana,'' dedi Yıldırım güçlü durmaya çalışarak ama kesinlikle güçlü durduğunu düşünmüyordum.

''Haftaya gelirim, sen niye bu kadar sabırsızsın.''

Araya girdim. ''Çalışma odasına geçelim mi?'' diye sorduğumda Çınar öne atladı. ''Sadece ikimiz,'' dedim elimi havaya kaldırarak.

Yıldırım ile birlikte çalışma odasına geçtiğimizde, odadaki karanlığı aydınlatmak için perdeleri çektim. Siyah perdeleri çektiğimde kararmış hava ve gökyüzündeki ayın ışığı odaya vurdu. Işıkları açtığım sırada Yıldırım ayakta kalmayı tercih etmişti, ben ise tam karşısına geçmiştim.

''O kadar büyük hatalar yapıyorsun ki,'' dedi.

''Ne gibi?'' Ellerimi arkaya alıp birleştirip dik durdum.

''Mesleğini tehlikeye attın. Mahkemen devam ediyorken, katil kardeşinin kaçmasına izin vermedin, hatta yerini bildiğine de eminim,'' dedi.

Masanın tam altındaki çelik kasadaki şifreyi girip içinden bir kağıt çıkardım. Kağıdı çıkardıktan sonra hemen altında bulunan mavi kapaklı dosyayı da aldım. Dosyayı ona uzattım yavaşça.

''Uyuşturucu sevkiyatının yapıldığı gün, suç örgütüyle resmin...'' Dilimi dışarıya çıkarıp alt dudağımı yalayıp hafif ısırdım. ''Sadece bunlar da değil, yazışmaların, gizli gizli aramaların ve onlarca ses kaydın...Hepsini emniyet müdürüne verirsem, kuvvetle muhtemel istifa etmek zorunda kalacaksın, ya da açığa alınacaksın.''

''Dostuna bunu mu yapıyorsun cidden?''

''Söz konusu kardeşlerimse eğer, evet,'' dedim. ''Onlar benim kardeşlerim suçlu olup olmamaları umurumda değil, sonuçta sen de suç örgütüyle yan yana geldin. Yani hiçbiriniz temiz değilsiniz.''

''Ne istiyorsun?''

''Rauf Güçlü şikayetini geri çekmek durumunda kalacak çünkü dosyasını vermeyeceğim sana. Her ne kadar istemesem de hapishaneye giremeyecek Rauf Güçlü çünkü Kılıç'ı şikayet etmemesi karşılığında, suç unsurları barındıran dosyasını polise vermeyeceğimi söyledim.''

''Hata yapıyorsun,'' dedi.

''Sen benim arkadaşımdın ama ben yine de her şeye rağmen yediğin tüm haltları önceden araştırdım zira kimseye güvenmem ben,'' dedim.

Derin bir nefes aldı. ''Bu yaptığın tehditten başka bir şey değil.''

Dudaklarımın kenarı kıvrıldı. ''Tehdit olmadığını söyleyen kim? Evet seni tehdit ediyorum çünkü sen suçtan bahsedip suçun en büyüğünü işleyen bir başkomisersin ve ben de sana karşı; senin dilinle yaklaşıyorum. Benim kardeşlerim suç işlemiş olabilir fakat senin de onlardan farkın yok. En azından, çocukları zehirlemek için ülkeye uyuşturucu sokmadı deniz taşımacılığı aracılığıyla.''

''Serter.''

İşaret parmağımı kaldırıp ona doğrulttum. ''Dosyayı teslim etmeyeceğim, Rauf Güçlü şikayetini geri çekecek ve sen de susacaksın, yoksa seni de ilk emniyet müdürlüğüne şikayet etmek zorunda kalacağım. Muhtemelen önce açığa alınacaksın sonra da tutuklanacaksın.''

''Tamam,'' dedi. ''Nasıl istiyorsan.''

Çalışma odasından çıktığında arkasından onu takip ettim. Kabanını almayacağını bildiğim için dolaba ilerleyip kabanını alıp ona uzattım. ''Bir dahakine dinleme cihazını başka bir yere koy, bu yöntem pek eski.'' Yüzümü buruşturduğumda kabanı elimden aldı.

Polislerle birlikte evi terk ettiğinden arkasından öylece baktım. İçimde garip bir öfke vardı ama umurumda değildi. O, bunu hak etmişti. Bu muameleyi hak etmişti. Nihayetinde kendisi de suç işlemişti ama sanki dünyanın en temiz insanıymış gibi davranması sinirime dokunuyordu.

''Bu puşt gittiğine göre, ben Kılıç'ı bulmaya gideyim.'' Ceketini giydi Çınar. ''Biraz da Ahenk ile konuşacağım, biliyorsun sevgilimin sesini duymadan yaşayamam.''

''Görüşürüz,'' dedim.

''Görüşürüz.''

Çınar gider gitmez mutfağa geçtim. Gece'ye tarhana çorbası yapmayı planlıyordum. Bekir'den rica ederek tarhana aldırmıştım. Tarhana çorbasını yaptığım sırada Bekir aramıştı. Aslı'nın döndüğünü söylemişti. Aslında Aslı'nın bir an önce bu evde tekrar çalışması gerekiyordu. O yüzden dönmesi bir tık işime yaramıştı. Üstelik boş yere işinden olmuştu.

Aslı kötü birisi değildi, her zaman, her durumda yanımda olmuştu fakat Gece onu tanımadığı için haklı olarak onunla çalışmak istememişti.

Migrenim hâlâ devam ediyordu. İlaç bir işe yaramamıştı. Yine de çok fazla umursamak istemedim. Çorbayı bitirdikten sonra onu termosun içine doldurdum, kapağını kapatıp çorba tabağını aldım. Yavaşça yukarıya çıktığımda Gece'nin uyuyor olması hoşuma gitmişti. Termosu çalışma masamın üzerine bıraktım, yanına da tabağı bırakıp koltuğa oturdum.

Başım ağrıyordu.

Elimi başıma götürdüğümde Gece'nin uyanmasını beklemeye başladım. Genelde bu saatler en karanlığın acımasız olduğu saatlerdi. Eskiden bu saatlerde ışığı kapatıp yalnız düşünürdüm. Sanırım şu an çalışma odasında karanlıkta oturmamın sebebi de buydu. Yine o eski hâlim yan yana gelmişti.

İnsan kaçtığı yere daha çok giderdi, derler. Gerçekten de öyleydi.

Telefonum çaldığında arama kısmında annemin adını gördüm. İçimde garip bir heyecan oluştuğunda telefonu açarak kulağıma götürdüm. ''Efendim anne,'' dedim.

''Nasılsın Serter?'' diye sorduğunda tam cevap verecekken konuşmaya devam etti. ''Ben de Kılıç ve Çınar için aradım. Rauf eve gelmedi, aklım çocuklarımda kaldı. Çınar da telefonlarımı açmıyor, İz de çok telaşlandı. Ne Çınar ne Kılıç telefonlarımıza cevap vermiyor.''

Beni aramamıştı aslında.

''Haberim yok,'' dedim yalan söyleyerek.

Telefonu hoparlöre alıp masanın üzerine bıraktım elimi başıma götürdüğüm sırada.

''Tamam Serter, eğer haberin olursa beni ara tamam mı? İyi geceler,'' dedi.

''İyi geceler anne,'' dedim.

Telefonu kapattığında arkadan bir ses geldi. Arkama döndüğümde Gece'yi gördüm, elinde bir adet fincan vardı. ''Başın mı ağrıyor?''

''Evet.''

''Uyanalı on dakika oldu, ben de sana bitki çayı yapmıştım ama telefonla konuşuyorsun diye içeriye giremedim.'' Yavaşça yanıma doğru geldiğinde fincanı bana uzattı. Fincanı elinden aldığımda, dizimin üzerine oturup kollarını boynuma doladı. ''Çam ile uyumak çok iyi hissettirdi, özellikle önceden duş almak beni kendime getirdi.''

Gülümsedim. ''Bir süre yalnız kalacağız biliyorsun değil mi?''

''Ne yani birbirimizi göremeyecek miyiz?''

''Sen iyileşene kadar,'' dedim ve dudaklarımı yanaklarına bastırdım. ''Ama merak etme, sana mektup yazacağım.''

''Serter.'' Kaşlarını çattı. ''Gerçekten birbirimizi görmeyecek miyiz? Çok saçma yani.''

Kurumuş dudaklarımı ıslattım. ''Görmek istiyor musun beni?''

''Evet,'' dedi.

''Her şey Sedef'in kontrolünde gerçekleşecek. O ne derse ona uyarız tamam mı?''

''Tamam neyse.'' Bitki çayını işaret etti. ''Hadi sıcakken iç sevgilim.''

''Gece ya...''

''İçine papatya da koydum.'' Yanaklarımı öptüğünde kokumu içine çekmişti, fark etmiştim hemen. ''Bu arada bir şey diyeceğim.''

''De bakalım.'' Burnumu yanağına sürttüm.

''Anneni takma. O gerçekten sevilmeyi hak etmeyen bir kadın. İnsanlar bazen kötü olabiliyor Serter ve bu senin kendini suçlamanı sağlamaz. Tam aksine şu an ondan uzak durman gereken zamandasın. Gerekirse telefon numarasını sil, onunla konuşma. İyi bir insan olsaydı zaten, çocukları arasında ayrımcılık yapmazdı. Oysa sen içlerinde en çok sevilmesi gereken kişisin. Hayatını mahvettiler ve bozdukları düzeni toplamak yerine, daha da bozuyorlar.''

''Elimde değil,'' dedim.

''Bak senin zaten bir ailen var.'' Bileğimden tutup elimi karnının üzerine bıraktı. ''Senin gerçek ailen burada ve ne olursa olsun biz seni asla bırakmayacağız. Bebeğimiz seni çok sevecek. Sen bunu çok iyi biliyorsun. Onların yalan sevgisine ihtiyacın yok, gerçekten de hak etmiyorlar zaten.''

''Siz de benim ailemsiniz ama işte insan gerçek bir anneye ihtiyaç duyuyor bazen,'' dedim kırgın bir ses tonuyla.

''Bazen olmayacaksalar, hiç olmasınlar daha biliyor musun? Seni hep böyle üzmeye devam edecekse o zaman hiç olmasın, ne gerek var? Baksana seni üzmeye devam ediyorlar ama aynı zamanda varlıklarını sürdürüyorlar, ne gerek var?''

''Ah Gece,'' dedim iç çekerek.

Bana tavsiye veriyordu ama daha bugün kriz geçirmişti, aslında verdikleri tavsiyeleri kendisi yapmıyordu.

''Biz buradayız ve yemin ederim ki senin kimseye ihtiyacın yok.''

''Güzel karım,'' dedim.

Tam bir şey söyleyecekken kapıya vurdu birisi.

Bekir içeriye girdiğinde, Gece duruşunu düzeltip ayağa kalktı. ''Ben aşağıya iniyorum, sonra odamıza geçeriz,'' dedi Gece.

''Tamam sevgilim,'' dedim.

Bekir içeriye girdiği sırada elinde bir kağıt vardı. Kağıdı masanın üzerine bıraktığında karşıma geçerek dik bir biçimde durdu. Yüzüme baktığında ne yapmaya çalıştığını anlamak için onu inceledim. Bekir'in nesi vardı, bilmiyorum. Yüzünde garip bir ifade vardı. Asla anlam verememiştim.

''Serter Bey,'' dedi. 

''Dinliyorum.''

''Biliyorsunuz ben MFX örgütünün temsili için sizin yanınızda çalıştım, devlete bağlı bir örgütte babamın istekleri doğrultusunda hareket ettim. Benim için sizin sözünüz, babamın sözünden farksızdı.''

''Sadede gel,'' dedim kaşlarımı çatarak.

''Sizin devletçi yapınız, suçluya karşı olan tavrınız neticesinde yollarımızın birleşmesi konusunda gerekli tüm çabayı göstermiştim zamanında çünkü genelde birçok siyasetçi itibar batağına düştüğünde, vazgeçtikleri ilk şey; değerleri olur...Oysa siz ne partici oldunuz, ne de tamamen hükümeti savundunuz. Siz devletçiydiniz ve suçluları asla kendi bünyeniz altında toplamıyordunuz, tam aksine onlardan uzaklaşıyordunuz.''

''Sorun, başkomiseri tehdit etmem değil mi? Nihayetinde eski Serter olsa, kardeşini kendi eliyle polise verirdi,'' dedim. ''Torpil yapmazdı yani.''

''Sorun mu bilmiyorum ama çok değiştiniz,'' dedi.

''Mecburiyet,'' dedim kısık bir ses tonuyla.

Kağıdı işaret etti. ''Serter Bey.'' Derin derin yutkundu. ''Bugünden sonra MFX örgütüyle hiçbir bağım kalmamıştır. Bugünden sonra söylediğiniz her söz benim için emirdir çünkü benim bağlılığım artık babama değil, size karşıdır,'' dedi.

| Bölüm nasıldı?|

| Bekir'in Serter için kendi değerlerinden vazgeçmesi?|

| Bekir'in babası devlete çalıştığı için Serter ile ilişkisini kesebilecek bir adam, Bekir'in de bir karar vermesi gerekiyordu ve o da Serter'i seçti.|

| İmge?|

| Yıldıza basmayı unutmayın olur mu :*) |

| Instagram: Ebrununhikayeleri|

| Yeni bölümde görüşmek üzere|

Continue Reading

You'll Also Like

21.1K 779 25
"You're really cute." "I don't even know you!" "Then come and get to know me. ;)"
149K 5.3K 60
An Indian brother-sister/family story. The Singhania family is the most prestigious family in the country. Together, they seemed to be invincible...
54K 2.5K 167
This story follows the early life of James also known by his street name Headshot or Shooter. James had an extremely rough childhood, one that turned...
1.2M 65K 200
a stranger saw jisung's post and decided to dm him