TUTSAK

By eelsanna

74.3K 2.6K 3.1K

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevl... More

1- Kader
2-Bela
3-Kelebek
4- Tuzak
5- Kuş
6-Korku
7- Araba
8- Beklemek
9- Ev
10- Kan
11- Şu an
12- Eyvallah
13- Silah
14- Gitmek
15- Kaçmak
16- Kalmak
17-Evlilik
18- Fotoğraflar ve yaşanmışlıklar
19-Kriz
20-Karşılaşma
21-Geçmiş
Özel bölüm
23-Doğum günü
24-Hediye
25-Gidemeyişler
26- Katil'in Beyaz Kuş'u
27-Rüya Bir Gün
28-Güvenmenin Bedeli
29- Ölümün Siyahı
31-Gece'nin Karanlığı
32-Küllenmiş Aşk
33-Yaralı Geçmiş, Geçmemiş
34-Alptekin Çakıroğlu
35- Kırk Mum
36-Mezar Taşı
37-Güz Güzeli

30-Cehennem Ateşi

1.2K 71 106
By eelsanna

Helloo! Biz geldiiik!
Kitabımızı final sanmanıza üzüldüm daha yürünecek yolumuz var, final için erken bu kadarını söyleyebilirim en azından.

Bölümleri 7 günde bir atıyordum ama artık 10 günde bir atacağım çiçeklerim. Emeğimin karşılığını alamamak biraz heves kırıcı. Okunma, oy ve yorum sayıları beni çok üzüyor o yüzden daha sakin daha detaylı yazmak için bölüm süresini 10 güne çıkardım.

31. Bölümü 8 şubat perşembe günü 22.00'da atacağım🥺

Oylamayı ve benimle yorumlarda buluşmayı unutmayın!
İyi okumalar çiçeklerim💜

🌑

Gözlerimi açtım, arabanın içindeydim üzerime baktım herhangi bir yara izi yoktu. Elimin tersiyle gözümden akan bir damla yaşı sildim. Rüya mı görmüştüm? Rüya mıydı bu gördüklerim?

Nasıl bu kadar gerçekti? Nasıl böyle gerçek hissettirebilirdi? Delirmek üzereydim.

Neredesin Cehennem Ateşi?

Sen yokken rüyalarım bile merhamet etmiyor bana. Sen yokken, ben de kendime merhamet etmiyorum. Seninle yeniden öğrendiğim merhameti, şefkati, affetmeyi bana tekrar unutturuyorlar. Ben, eskisinden de kötü bir adam oldum. Ben artık yeraltı dünyasının ölüm meleği olmaktan çıktım, direkt ölümü olmaya başladım.

24 yaşımda Alptekin olmayı bıraktım.
34 yaşımda Alptekin Çakıroğlu olmayı bıraktım.

24 yaşımda ilk kez bu yola adım attığımda canım çok yanıyordu Cehennem Ateşi, en az seninki kadar yanıyordu canım. O gece hastane koridorlarından geçerken her yaşımı orada bıraktım. Alptekin olarak girdiğim hastaneden Alptekin Çakıroğlu olarak çıktım.

34 yaşımdayım aradan geçen on yıl bana ne mi yaptı? Alptekin'i gömdü, senin ellerinle dirilttiğin Alptekin'i ben kendi ellerimle tekrar öldürdüm. Çok yol geldim Cehennem Ateşi, buradan dönüş yok artık. Öleni canlandırmak değil derdim, canlı olanı da öldürmek.

Sensiz geçen 4 yılda tanınmayacak hale geldim, bakma kendi kendime seninle konuşuyor gibi konuşmak beni biraz avutsa da gözlerimi açtığımda gözlerin, gözlerimin önünden silinip gidiyor. Ben, seninle konuşurken Alptekin'im, Alptekin Çakıroğlu'yum da sen yokken neden ölüm meleğiyim? Deliriyor muyum Cehennem ateşi?

En son Cenk Tekir'i delirtip depodan çıkmıştım, direksiyonun başına geçsem de Can zorla gelip kaldırmıştı beni. Zaten sonra da o rüyayı gördüm. Kabus demek daha doğruydu.

Cenk Tekir annesini ararken, İhsan'ı da ufak bir saldırıyla korkutacağız. Sonra apartmana baskın yapacağız, Cenk Tekir'e destek verenler kimlermiş öğreneceğiz.

"Abi" dedi Can.

"Efendim" dedim yolu izlerken.

"Cenk'in Halis Bey'le ilgili söylediklerine inanıyor musun?" diye sordu dikiz aynasından bana bakarken.

"İhtiyarla görüşmem gerekiyor, inanmasam da ihtiyardan duymam gerekecek" dedim başımı hafif sallarken.

"Halis Bey böyle bir şey yapmış olabilir mi?" diye sordu Can bu seferde.

"Bilmiyorum Can ama öğreneceğiz" dedim. Cenk'in bir lafıyla kalkıp ihtiyardan şüphelenmezdim. "Kadını, oğlunun olduğu hastaneye götürsünler, başlarında da bizden biri beklesin" dedim Can'a.

Telefonumu çıkarıp Şehmus'u aradım.

"Efendim" dedi Şehmus.

"Kadını oğlunun yanına götürüyorlar, bir kaç morluk dışında pek bir şeyi yok" dedim. Ben sözümü tuttum.

"Eyvallah Alptekin, eyvallah" dedi Şehmus.

"Fırat'a söyle Cenk'i takip ettirsin" dedim. Belli olmazdı ne yapacağı.

"Arıyorum şimdi" dedi ve kapattım.

"Can, Mustafa'ya söyle Hakan'la birlikte sığınağa gelsinler" dedim.

"Sığınağa mı döneyim?" diye sordu Can.

"Evet, ara gelsinler" dedim.

🌑

Sığınakta Mustafa, Hakan, Fırat, Şehmus ve ben oturuyorduk.

"Cenk'i takip ediyorsunuz değil mi?" diye sordum Fırat'a bakarken. Fırat başını salladı.

"Hastane hastane geziyor bulmak için" dedi Fırat.

"Burada başka bir şey için toplandık, hükümet kendisine silah satmamızı ve bir kaç geliştirdiğimiz silahı orduda denemek istiyor" dedim.

"Sonunda!" dedi Şehmus. Bunu bekliyordu yaklaşık 2 senedir.

"Ne zaman geldi haber?" diye sordu Hakan.

"Dün akşam bir telefon aldım savunma bakanlığından" dedim. Gözlerim hepsinin üzerinde gezerken.

"Ne dediler?" diye sordu Mustafa.

"Silahları denemek istediklerini ve geliştirdiğimiz silahı orduda kullanmak istediklerini" dedim gülümserken.

"Sen ne dedin?" diye sordu Fırat.

"Fabrikaya çağırdım" dedim. Üç yıl önce fabrikayı resmileştirmiş, gerekli izinleri almış ve fabrikayı büyütmüştük. Fabrika büyüdükçe düşman da büyüyordu.

Fabrikayı resmileştirdikten bir yıl sonra bir kaç ülkeye silah satmaya başladık. Resmi belgelerde hiçbir eksiklik yapmamaya dikkat ederken işimizi büyük bir titizlikle yürütüyorduk.

İşin illegal kısmında ise İtalyan mafyalarına, Rus çetelerine ve Meksika kartellerine silah satıyorduk ve bu silahların masum insanların canıyla oynamayacağına emin oluyorduk. Silah ticaretini kendi başımıza da yapardık tabi ki ama işlerin belirli bir düzende ilerlemesi gerektiği için bir kaç kişinin de işin içinde olması gerekiyordu.

"Ne zaman gelecekler?" diye sordu Şehmus. Bu işi en çok isteyen oydu çünkü herkes gibi devletine faydalı olmak istiyordu.

"Belirli bir tarih konuşmadık, arayıp haber verecekler" dedim. Şehmus'un yüzü gülüyordu.

"Silahların tanıtımını kim yapacak? Yanında kimler olacak?" diye sordu Mustafa.

"Buradaki herkes orada olacak" dedim Hakan'a baktım bunu söylerken.

"Benim orada olmam sıkıntı yaratabilir" dedi Fırat.

"Hiçbir şey olmaz orada olacaksın" dedim Fırat'a biraz sert bir tondan "Şehmus yeni silahların mühendisliğini yaptığı için silahları Şehmus tanıtacak" dedim ona bakarken, yüzünde eşsiz bir gülümseme vardı.

"Eyvallah Alptekin Çakıroğlu" dedi Şehmus. Başımı salladım aşağı yukarı hafifçe. Telefonum çaldı.

"Efendim" dedim arayan Berkay'dı.

"Abi, Cenk Tekir kadını getirdiğimiz hastanede" dedi.

"Kadınla çocuğu görmesin Berkay, geliyorum" dedim ve kapattım.

"Cenk Tekir annesini ararken kadını götürdüğümüz hastaneye gitmiş" dedim sabır dilenirken.

"Kadını görürse öldürür" dedi Şehmus.

"Ben gidiyorum, siz de evlerinize hadi" dedim yerimden kalkarken.

"Ben de geliyorum" dedi Hakan. Onay beklemiyordu, izin de almıyordu. Benimle böyle rahat konuşmasını seviyordum. Karşısında kim olursa olsun duruşunu bozmuyordu bu yüzden benim kardeşimdi zaten.

"Dikkat edin" dedi Şehmus.

"Eyvallah" dedim ve çıktık sığınaktan. Sığınak, oto sanayide bir tamircinin alt katıydı. Sığınaktan bu dört kişinin dışında bir de Zafer ve Tufan'ın haberi vardı.

Sinyal bozucu olduğu için hepimiz buradayken telefonlarımızın yeri tespit edilemiyordu. Burayı fabrikayı ilk büyüttüğümüzde konuşmaları yapmak, kafa toplamak ve çoğu zamanda kaçamak olarak kullanıyordum.

"Hangi hastane?" diye sordu Hakan.

"Bizim oradaki" dedi Can.

"Yavuz da orada" dedi Hakan. Telefonum çaldı.

"Efendim" dedim Berkay'a.

"Abi, Cenk Tekir ve adamları burada bizim kata geldiler" dedi Berkay.

"Odanın içine gir, kadınla çocuğu banyoya sakla" dedim.

"Tamam abi" dedi ve kapattı. Telefonu yerine koymadan Yavuz'u aradım, ikinci çalışta açtı.

"Noldu?" diye sordu çünkü biliyordu bir şey olmasa aramazdım.

"Hastane de koruman gereken üç kişi var" dedim derin nefes alırken.

"Kimmiş o üç kişi?" diye sordu.

"Dördüncü kat cerrahi c blok oda 867" dedim sadece.

"Tamam" dedi ve kapattık. Ben gidene kadar Cenk çoktan bulurdu o yüzden Yavuz'a ihtiyacım vardı. Cehennem ateşinin hatırına bana yardım ederdi.

"Yavuz'dan yardım mı istedik biz az önce?" diye sordu Hakan. Ona baktım.

"Hayır yardım istemedik, ricada bulunduk" dedim. Onunla birlikte bir şeyleri halletmeyi özlemiştim.

"Ve Yavuz bunu kabul mu etti?" diye ekledi bana bakarken.

"Bazı geceler mezarlıkta karşılaşıyoruz" dedim saklama gereği duymadan "Bazen Leyla'nın bazen annesinin bazen de karımın mezarı başında oluyor, karımın hatırına ricada bulunduk" diye devam ettim.

"Nare'nin mezarına mı gidiyormuş? Ben hiç görmedim" dedi önüne dönerken.

"Asya'nın mezarına da uğradım" dedim geçen gittiğimde uğramış özür dilemiştim. Ne faydası vardı gerçi ama üzgündüm.

"Gördüm" dedi Hakan elini yumruk yapıp sıkarken "Frezyaları gördüm, özür dilemek anlamına geliyormuş" diye devam etti. "Nare'nin mezarında neden sadece beyaz gül var?" diye sordu.

"Karanlık ormanımda açmış en güzel beyaz güldü" dedim başımı camdan dışarı çevirdim.

"O günde ellerinde beyaz gülleri vardı" dedi Hakan ama devam etti "Beyaz güllerin üzerine kan sıçradı" dedi.

"Hakan" dedim sertlikten uzak, sakin bir tonda.

"Bizi getirdiğin halden mutlu musun?" diye sordu.

"Ben, 24 yaşımdan beri kendimi getirdiğim hiçbir halden memnun değilim Hakan" dedim elimi enseme atıp oradaki saçlarımı düzelttim.

"Sen, dört yıl önce ilk defa yaptıklarından pişman olmadan iki ay yaşadın. İki ay. 10 yıldır sadece iki aydı mutlu olduğun süre. Seninle birlikte ateşe atlayan benim mutlu olduğum süre altı aydı-"

"Benden artık hiçbir şey olmaz" dedim ona bakarken.

"Asya'yı kurtarmak için elinden geleni yaptığını biliyorum" dedi başını camdan yana çevirirken.

"Bir işe yaramadı ama" dedim.

"Orası öyle" dedi hastaneye gelmiştik. Arabadan indik ve hızlıca asansöre ulaştık. Can dördüncü kata bastı. Asansör dördüncü katta durdu ve açıldı.

Önden çıkıp oda numarasına doğru ilerledim. Odanın önünde iki tane güvenlik vardı. Güvenliğin önünde durduğum da ona baktım.

"Yavuz Arslan'ın geldiğimizden haberi var" dedim.

"Buyrun Alptekin Bey" dedi güvenlik kenara çekilirken.

"Oo Alptekin Çakıroğlu, annemi sakladığın yerden çıkarmaya mı geldin?" diye sordu Cenk Tekir daha içeri girmeden.

"Anneni hala bulamadın sanırım" dedim gülerek.

"Senin karını bulamadığın gibi" dedi Cenk Tekir.

"Seni de kimse bulamayacak biraz daha konuşursan" dedi Hakan, Cenk'e.

"Oo düşman kardeşler yan yana" dedi Cenk kahkaha atarken.

"Biz birbirimizi de vursak hastaneye birlikte gideriz, kardeşlik senin anlayacağın bir kavram değil" dedi Hakan. Beni gülümsetmişti.

"Aradığını bulamadın herhalde" dedim Cenk'e göz kırparken.

"Başka birini buldum" dedi Cenk arkamı gösterirken "Yavuz Arslan" diye devam etti.

"Şu beyefendiyi dışarı alabilir miyiz?" dedi Yavuz, Cenk'i gösterirken. Güvenlikler ona doğru adımladığında etrafına baktı.

"Bu gün düşman kardeşleri birleştirmek gibi bir görevim varmış anlaşılan" dedi gülerek.

"Hadi sana spoiler verelim Cenk, annen bu hastanede değil" dedi Hakan. Benimle olmasa da her yaptığımdan haberi vardı ve destekliyordu.

"Peki siz neden bu hastanedesiniz?" diye sordu ve güvenliklerin durduğu odaya baktı. "Kim var ki burada Alptekin Çakıroğlu bizzat geliyor" dedi ve odaya girmeye çalıştı. Güvenlikler geçit vermeyince Yavuz bana baktı. Başımla odayı işaret ettim bu bırakın demekti. Cenk Tekir içeri girdiğinde biz de peşinden içeri girdik. Hasta yatağında yatan Berkay'a baktı.

"Bu kim amınakoyayım" dedi Cenk Tekir aradığını bulamadığı için sinirliydi.

"Bizim adamlardan ameliyat oldu, ziyaretine geldik" dedi Hakan keyifli bir şekilde.

"Nerde lan senin ameliyat izin" dedi Cenk, Berkay'a yaklaştı.

"Karnımda" dedi Berkay acı çekiyor gibi.

"Aç yaranı" dedi Cenk. Berkay pijamasını kaldırdı ve büyük beyaz yara bandını gösterdi. "Aç şunu" dedi Cenk ikna olmamıştı.

"Cenk, sabrımın sınırlarında dolanıyorsun" dedi Hakan.

"Aç" dedi Berkay'a silahını eline almışken. Berkay yavaşça kaldırdı yarayı kapatan bandı. İçinden bir dikiş izi görünüyordu.

"İkna oldun mu pezevenk" dedi Hakan ona doğru adımlarken.

"Banyoya da bakalım kim varmış?" dedi Cenk Tekir bir de oraya hareketlendi. Yavuz'a baktım çaktırmadan, başını olumlu anlamda salladı. Sıkıntı yok diyordu. Cenk Tekir banyoya baktı ve kimseyi bulamadı. Odaya döndüğünde herkese tek tek bakıp "Bu iş burada bitmedi" diye devam etti ve çıkıp gitti.

Yavuz doktor önlüğünün içinde elleri cebinde olan biteni izliyordu.

"Ne yaptın olum herifi diktin mi gerçekten?" diye sordu Hakan, Yavuz'a bakarken.

"Salak mısın boya o" dedi Yavuz gülerken. "Akıllı bir adamsın" dedi Yavuz bana bakarken.

"Kadınla çocuk nerede?" diye sordum.

"Güvende" dedi ona baktım "Yolu göstereyim" dedi ve çıktı odadan. Onu takip ederken hastane de her yanından geçtiği insan selam veriyordu.

"Nesin sen Robinhood mu?" diye sordu Hakan.

"Batman'im" dedi Yavuz kahkaha atarken.

"Yavuz iyi misin?" diye sordu bir kadın doktor, gözleri bizi gördüğünde "Yani iyi misiniz Yavuz bey?" diye düzeltti.

"İyiyim" dedi Yavuz.

"Ne zaman müsait olursunuz?" diye sordu kadın.

"İki saat sonra konuşalım" dedi Yavuz ve yürümeye devam etti.

"Hayırlı işler" dedi Hakan sırıtırken.

"Kes sesini gebertirim seni" dedi Yavuz.

"Yavuz bey" dedi Hakan cilveli cilveli.

"Elimde kalacaksın bak" dedi Yavuz aniden arkasını dönüp.

"Üf önüne dön de yürü hadi" dedim Yavuz'a.

"Burası" dedi Yavuz eliyle odanın içini gösterirken. Gösterdiği odaya girdik.

"Çay? Kahve?" diye sordu Yavuz.

"Çay" dedim.

"Çay" dedi Hakan.

"Nare'nin bıraktığı alışkanlıklar" dedi Yavuz başını iki yana sallayarak çıktı odadan.

Gözüm etrafta gezerken odasını inceliyordum, ilk defa Yavuz'un hastane odasına girmiştim. Masanın üzerine baktım, ailece çekilmiş bir resim vardı. 98 yılında çekilmiş bir resimdi. Alev hanım, Doğan bey, Leyla ve Yavuz. Başka bir çerçeveye baktım Alev Hanım ve Yavuz'un resmiydi. Alev hanım sımsıkı sarılmıştı Yavuz'a.

"Ne oldu vuracak zayıf nokta mı arıyorsun?" diye sordu Yavuz.

"Bulamadım tüh" dedim masanın önündeki tekli koltuğa otururken, çerçeveyi de yerine bıraktım.

"Kim bu kadın?" diye sordu Yavuz.

"Bir iş için lazım olan biriydi" dedim çaydan bir yudum alırken.

"İşiniz bitti yani" diye imalı imalı konuştu.

"Bitse koru der miyim?" diye sordum.

"Doğru" dedi düşünür gibi.

"Kadın nerede?" diye sordu Hakan.

"Güvenli odalarda" dedi Yavuz.

"Kontrol etmeyecek miyiz?" diye sordu Hakan. Yavuz güvenlik çağırdı ve Hakan'ı güvenlikle yolladı kadının yanına.

"Bana güveniyor musun bismillah" dedi Yavuz gülerek kahvesinden bir yudum aldı.

"Karımın hatırına güveniyorum" dedim önümde duran bakmadığım çerçeveye uzanıp onu aldım elime.

Alev hanımın yakından çekilmiş bir resmiydi. Yeşil gözleri parlıyordu. Yavuz'un ve Leyla'nın gözleri annelerininki gibi yeşildi. Çerçeveyi yerine bırakacakken Alev hanımın boynundaki kolyeye değdi gözlerim, tanıdık gelmişti.

"Hangimiz daha çok benziyoruz?" diye sordu Yavuz.

"Bence Leyla aynı Alev hanımdı" dedim elimdeki Alev Hanımın resmine bakarken.

"Hayır canım gözlerime bak bi ben daha çok benziyorum" dedi Yavuz gülerek.

"Tamam en çok sen benziyorsun!" dedim isyan eder gibi ve çerçeveyi yerine bıraktım. Aklım kolyede kalmıştı.

"Ne oldu karım ortadan kaybolunca benimle anlaşasın mı tuttu?" diye sordum.

"Ne mal adamsın ya anlaşsak suç anlaşmasak suç" dedi Yavuz.

"Eyvallah" dedim yerimden kalktım.

"Eyvallah" dedi o da ve çıktım odadan.

Hakan kadını ve çocuğu kontrol etmiş iyi olduklarına ikna olduktan sonra yanıma gelmişti, arabayı ıssız bir yere çekip dışarı çıktık.

Cenk Tekir ise aradığını burada bulamadığı için başka bir hastaneye bakmaya gitmişti. Hastane artık güvenli alandı.

"Cenk Tekir sana depoda ne söyledi?" diye sordu Hakan. Elimdeki sigaradan bir nefes aldım.

"İhtiyarın karımın nerede olduğunu bildiğini söyledi" dedim nefesimi verirken.

"Halis amca yapmış mı böyle bir şey?" diye sordu sigarasını yakarken.

"Kimse ihtiyar yapmaz demediğine göre onunla konuşulması gereken bir konu bu" dedim bir nefes daha aldım sigaradan.

"İnandın mı Cenk'e?" diye sordu. Sigarasını üflerken.

"Ben kanıt olmadan kimseye inanmam Hakan, ihtiyarın şu an bunu yaptığına dair bir kanıt yok" dedim nefesimi verirken bakışlarım da uzaklara daldı.

"Yapmadığına dair de bir kanıt yok" dedi Hakan bana bakarken.

"Belli ki gidilecek ihtiyara" dedim başımı aşağı yukarı sallarken.

"Ben de geleceğim seninle" dedi Hakan. Yine izin istemiyor onay beklemiyordu. Hakandı işte.

"Eyvallah" dedim sigaradan son nefesi alıp söndürdüm.

"Yavuz'un bu anlayışlı tavrını görmeyeli 10 sene olmuştu" dedi Hakan kendi kendine Yavuz'un hareketlerini kafasında oturtmaya çalışıyordu.

"Yavuz, karımın ona verdiği bir kase sıcak çorbanın hatırına bana iyi davranıyor" dedim aklıma gelen anıyla.

"Ne geceydi ama" dedi Hakan gülmeye başlarken. Ben de tebessüm ettim onunla. "Herkes şok oldu kapıdan Yavuz girince, kimse yemek yemiyor onu izliyordu ama Nare ve Yavuz bir güzel çorba içmişlerdi" diye devam etti gülümsemesi büyürken.

"Cehennem ateşi her zaman ki gibi kendi kurallarına sadık kalmıştı" dedim gözlerimi gökyüzüne çevirirken.

"Dört yıldır ona Cehennem ateşi diyorsun" dedi Hakan.

"Gözlerini gördüğüm ilk an içimde yaktığı ateş, tenine dokunduğumda beni yakan ateş, Cehennem ateşi" dedim mavi gözleri ateşimi söndürür müydü? Ateşime, su döker miydi?

"Adı bile yanmak" dedi Hakan, acı bir tebessümle.

"Yandı da, yaktı da" dedim gözlerimi kapatırken göz kapaklarıma asılı yüzü düştü gözlerimin önüne. Masmavi gözleri.. işte Cehennem ateşi, tarif edilemez o acı tek kelimeyle Cehennem ateşiydi.

"Ondan sonra kimseye dokunmadın" dedi Hakan.

"Ondan sonrası olmadı ki, Cehennem ateşiyle yanıp tutuşurken başka birinin ihtimali bile söz konusu değil" dedim. Gözlerini çok özlemiştim. Sesini de videolar olmasa unuturdum.

"Siz" dedi Hakan, birlikte olup olmadığımızı sormaya çalışıyordu. Başımı salladım sadece. "Yapma" dedi Hakan.

"Bir kere" dedim kelimeler boğazımda düğümleniyordu. "Bana güvendiği gecenin sabahında vazgeçtim olum sevdiğim kadından" dedim sigarayı yakmış dudaklarımın arasına koymuştum. Şimdi burada olsa sigarayı çok içiyorum diye kızardı, dudaklarımı sigaradan kıskanırdı.

"Sus" dedi Hakan, kardeşinden vazgeçmiştim, sevdiği kadını da öldürmüştüm. Duymak istemiyordu.

"Benden menemen istemişti o sabah" dedim yutkundum "Göğsümde uyuyordu, benimdi lan! İlk defa hissettiğim duyguları uyandıran kadın göğsümde bana güvenerek uyuyordu! Bırakmak istemedim, onu bırakıp gitmek istemedim. Sanki hissetmiş gibi kollarımı ondan ayırmak istemedim" gözlerimi kapattım "Saçlarında dolaşıyordu elim, o gece kabus görür diye korkumdan bir gram uyku uyumadım. Saçlarını okşadım, yüzünü ezberledim, nefes alışverişlerini dinledim. Kocasının göğsünde uyurken bir kere daha kabus görür diye aklım çıktı! Korktum lan! Dokunduğum kadın ya dokunuşlarımı o şerefsize benzetirse diye, korka korka dokundum!" nefesim kesildi. Devam etmek istemedim, sustum.

"Korka korka dokunduğun kadını ellerinle öldürdün" dedi Hakan dolan gözlerimi açmadım, derin bir nefes aldım.

"Ben, Cehennem ateşini çok özledim" dedim nefesimi verirken.

"Özlemeye hakkın mı var?" diye sordu. Gözlerimi açıp manzaraya baktım.

"Sen niye özlüyorsun o zaman lan! Sen demedin mi operasyonda Asya'yı kullanabiliriz diye! Sen demedin mi adam Asya'nın okulundaki çocuğun babası tuzağa çekeriz diye! Tamam ben bok yedim de kabul ettim teklifini. Sen peki?" diye sordum. Yüzleşmemiz gerekiyordu.

"Ben nereden bilebilirdim lan sevdiğim kadının keskin nişancının hedefine gireceğini! Ben nereden bileyim öleceğini!" dedi gözleri dolarken.

"Ben nereden bilebilirdim Hakan?" diye sordum çaresiz çıkan sesimle.

"Sen Çakıroğlu'sun! Sen Alptekin Çakıroğlu'sun! Hep bir b planın var, hep bir çıkış yolun var!" dedi arabaya yaslanırken.

"Beni suçlamak en kolayıydı değil mi?" diye sordum.

"Değildi, sadece seni değil kendimi de sorumlu tutuyorum ben her gece, her sabah yokluğuna uyanıyorum" dedi bir sigara daha yaktı.

"Benim de sevdiğim kadın öldü Hakan, sen yine beni suçladın. Eyvallah karım konusunda eyvallah ne diyorsan da eyvallah ama senin sevdiğin kadını sadece ben öldürmedim" dedim bir sigarada ben yaktım.

"Biz sevdiği kadınları elleriyle öldüren adamlarız, bizim birbirimizden bir farkımız yok" dedi gözleri beni bulmasa da samimiydi söylediklerinde.

"Nefes alıyor olmamız bile haksızlık" dedim sigaramdan bir nefes daha çekerken.

"Ne olacak böyle? Bilinmezin içinde mi yaşayacağız?" diye sordu Hakan.

"Hangi bilinmezlik?" diye sordum.

"Masanın durumu belli değil, senin durumun belli değil, benim durumum hiç belli değil" dedi hafiften gülerek.

"O ne demek?" diye sordum yüzümü ona çevirirken.

"Yaşamak istemiyorum ben" dedi.

"Yine en kolayına kaçacaksın yani?" dedim başımı aşağı yukarı salladım. "Neyse sen şu İhsan'ı bir korkut da sonra bakarsın duruma" dedim bilerek ona bir iş vermeliydim ki boşluk bulmasın.

"Ne zaman?" diye sordu. İş adamıydı işini yapmalıydı.

"Akşam bi yoklayın" dedim keyfi ne zaman isterse o zamana kalmasın diye.

"Sen ne yapacaksın?" diye sordu.

"Masanın bi toplanma talebi var, yeni birini oturtacağız onun mevzusu" dedim sigaramı söndürürken.

"Kimmiş?" diye sordu Hakan.

"Cenk Tekir, Yunus Şahin ve Altay Koral arasında oylama yapılacak" dedim. Hakan, Altay adını duyunca bir şaşırdı.

"Altay ne alaka amınakoyayım?" diye sordu.

"İllegal yapası varmış" dedim kaşlarım havalanırken.

"Yunus seçilirse ne yapacaksın?" diye sordu Hakan bu sefer de. Bunun da çenesi düşünce tam düşüyordu.

"Hiçbir şey o deliyse ben zır deliyim" dedim göz kırparken.

"Cenk oylamadan alsa alsa iki oy alır, bir Uğur bir İhsan. Yunus'a belli olmaz ama beş oy civarı alabilir. Bence en çok oyu alan Altay olur" dedi Hakan. Mantıklı konuşuyordu bana göre de en çok oyu Altay Koral alırdı.

"Kimin geldiğinin bir önemi yok, masa işlesin de" dedim. Özlemiştim, Hakan'la böyle sohbet etmeyi.

"Aslında Altay'ı oturtabiliriz, bir yerde bizden yana olan bir adamın masa da oturması daha iyi olabilir" dedi. Mantıklı olsa da masanın üzerinde baskı kuruyormuşum gibi olacağından bu dediği olmazdı.

"Altay Koral seçilecekse verilen oylarla seçilecek, herkes kendi fikrini beyan edip kimi seçtiğini açıklayacak" dedim. Haksızlık yapmak gibi bir derdim yoktu sadece adam gibi oldukları yerin farkında olup davranmaları gerekiyordu.

"Zaten Koral çıkar piyangodan" dedi bir kez daha.

"Hiç fark etmez" dedim gülerken.

🌑

Eve geldim, duş aldım ve odaya döndüm. Can'ı yukarı çağırdım. Çok geçmeden Can kapıyı çalıp içeri girdi.

"Noldu abi?" diye sordu Can.

"Geç otur" dedim başımla koltukları gösterirken. Can ikilemeden koltuğa oturdu.

"Dinliyorum abi" dedi bana bakarken.

"Alev Arslan'ı araştırmanı istiyorum" dedim nefesimi sesli verirken.

"Ne gördün abi?" diye sordu Can.

"Karımın boynundaki kolyeyi hatırlıyor musun?" diye sordum.

"Evet abi, yüzüğü ona göre yaptırmıştık" dedi Can.

"Bu gün Yavuz Arslan'ın odasındaki fotoğrafta Alev hanımın boynundaydı kolye" dedim orada çaktırmasam da bir kolyeye bir de parmağımdaki yüzüğe bakıp karşılaştırmıştım. Birebir uyuyordu.

"Abi ne demek bu?" diye sordu Can ne diyeceğini bilemiyordu. "Yengemin kolyesi sende değil mi?" diye sordu.

"Evet kasada" dedim başımı sallarken.

"Abi eğer-"

"Can bi araştır bakalım, Alev hanım neden ölmüş? Boynundaki kolye nasıl benim karımda? Sessizce, kimseye çaktırmadan araştır" dedim. Kolye birebir aynı olmasa bunu görmezden gelirdim ama mümkün değildi.

"Tamam abi toplantıdan sonra halledeceğim" dedi ayaklanırken.

"Dikkat çekme" dedim bir kez daha başını salladı ve çıktı.

Benim işim şüphe etmekti, şüphe etmezsem kaybederdim. Bir şeyleri öğrenmek için hep şüphe duymam gerekiyordu. Kolyenin birebir aynı olması beni çok rahatsız etti. Üstelik kolyenin şu anki sahibinin annesi ve babası yoktu. Gerçi artık kolyenin sahibi de yoktu..

🌑

Bir saat olmuştu ben de ihtiyarı aradım. İkinci çalışta açtı.

"Efendim evlat" dedi evlat dediği an o gün gördüğüm kabus iliklerime kadar canımı yaktı.

"Nerdesin ihtiyar?" diye sordum.

"Evdeyim" dedi "Ne oldu?" diye de ekledi.

"Bir saate geliriz" dedim.

"Gel deli oğlan gel" dedi ve kapattım.

Hakanı aradım peşine.

"Efendim" diye açtı ilk çalışta.

"İhtiyara geçeceğim geliyor musun?" diye sordum.

"Zaten İhsan'ı korkutma işi yatacak gibi bu gün, akşam toplantı var. Toplantıdan sonra yapsak anlar enayi. Boşum yani o yüzden olur" dedi. Kendi kendine konuşuyordu aslında ama halletmişti.

"Eyvallah 15 dakikaya kapıda ol" dedim ve kapattım. İçeri geçip üzerimi değiştirecektim.

Giyinme odasına girdiğimde gözüm karımın kıyafetlerine gitti. Yarısından çoğunu giyemediği kıyafetlerine. Fenerbahçe formasına, beni çıldırtmak için giydiği Fenerbahçe logolu sweatshirtüne.

Benim için Fenerbahçe forması giyer misin? diye sorduğunda giymem demiştim, kokusu üstünde diye kaç kere giydim formasını biliyor muydu? Bol giyinmeyi sevdiği için ya da yaralarının görünmesinden korktuğu için aldığı her şey en az üç kat boldu ona. Formasını da bol almış. Arkasında "10 YIKILMAZ" yazıyordu.

Büyük konuşmamak gerekirmiş, ben bir yerlerden de olsa izliyorsa diye belki bir nebze mutlu olur diye Fenerbahçe yensin diye dualar etmiştim.

Ben yine istemediği bir şeye onu mahkum edip sonra da mutlu olsun diye sevdiği bir şeyi ona veriyordum. Çocuk mu avutuyordum?

Evlenmek istemiyor diye evlendiğimiz gün bahçeye salıncak kurdurmuştum. Üstelik bu onun çok hoşuna gitmişti. Aslında gelip çocuk mu kandırıyorsun demesini bekliyordum ama onun yüzündeki gülümseme samimiydi.

Başımı oradan çevirip takımlarım arasında göz gezdirdim. Bir tane siyah takımı alıp, giyindim.

Kapıya çıktığımda Hakan hazır bekliyordu. Halis Yerlikaya vereceği cevaplarla bizi ya uçuruma sürükleyecekti ya da uçurumun kenarından alacaktı.

"Gidelim bakalım ihtiyara" dedi Hakan sanki gerçekten şüphelenir gibi. Ona cevap vermeden arabaya bindik.

"Abi eğer ihtiyar gerçekten bu işe bulaştıysa ne yapacaksın?" diye sordu Can. Bu çocuk bazen çok konuşuyordu.

"Onuda yaptıysa düşünürüz" dedim elimdeki tabletten şirketlerin bu yıl ki kâr-zarar gelir tablosuna bakarken.

"Sen plansız hareket etmezsin ki" dedi Can tekrar.

"Sesini kes de arabayı sür" dedim dikiz aynasından ona ters ters bakarken.

"Bu yurt dışındaki şirketin gelir tablosu eğer Halis Yerlikaya bir yanlış yaptıysa şirketteki ortaklığı bitirmenin bize ne kadara mal olacağını hesaplıyorsun" dedi Hakan elimdeki tablete bakarken.

"Yerlikaya - Çakıroğlu olarak birlikte işletilen tek şirket Rusya'daki şirket. Aktif olarak en büyük inşaatı yapan da orası, ortaklık biterse inşaat duracak. İnşaatı tekrar faaliyete geçirmek o kadar hızlı olmayacak. Her türlü zarara uğrayacağız, kağıt üzerinde" dedim tabloda bir yeri gösterirken.

"Rogov bu işi çözemez mi?" diye sordu Hakan.

"Rogov'u bu işe bulaştırmak şirketin imajını zedeler, şu an Rusya'da güvenilir bir inşaat firmasıyken mafyayla işbirliği yapan illegal bir şirkete dönüşürüz. Önce bi ihtiyarla görüşelim bakalım. Bunlar için erken" dedim tableti kapatırken.

"Sanki Rusya'da illegal olmayan şirket var da amınakoyayım bi biz battık" dedi Hakan istemsiz güldürdü beni.

"Dmitri bunu duyarsa çok üzülür" dedim gülerken.

"Çok üzülür canım Rusya'nın en büyük mafyası oturup ağlayacak şimdi" dedi Hakan kahkaha atarken.

"Rogov legal işbirliği için bir teklif yaptı geçen sene" dedim ciddileşirken.

"İnşaat yapıyoruz neyin işbirliğini istedi yaptığımız evlerin altına dinamit mi döşeyecekmiş?" diye sordu kahkaha atarken.

"Legal hayatında o da bir şirket sahibi ya Hakan, hani petrol baronu" dedim gülerken.

"Korumasını biz sağlıyoruz arkadaşım, bu işin zirvesi biziz" dedi gerile gerile. Başımı salladım iki yana. Cehennem ateşi bunu duysaydı bu çok şımardı bak diyip beni güldürürdü.

"Abi gerçekten siz bu Dmitri Rogov'a nasıl silah satmaya başladınız?" diye sordu Can. Can'ın bile bilmediği çok nadir olaylardan biriydi.

"Rusya'daydık" dedi Hakan dan diye.

"Olum senin ağzında bakla ıslanmayacak mı? Bu nasıl bir dedikodu aşkıdır" diye sordum sağımdaki camdan dışarı baktım.

"Dedikodu arkadaşım öldü benim" dedi. "Can'dan mı saklayacağız" diye devam etti umursamazca. Ölmedi Hakan. Ölmedi.

"Abi merak ettim" dedi Can lütfen der gibi.

"Boşver sen onu beni dinle" dedi oturduğu yerde dikleşip Can'a doğru eğildi. "Rusya'dayız, sadece iş adamlarının kullandığı elit bir bardayız. Biz oraya tabi ki Halis Yerlikaya ismiyle girdik, Alptekin'le o zaman ihtiyar yeni yeni iş yapıyordu. Sene 2019 falandı net tarihi hatırlamıyorum" dedi Hakan onu bölen Can'dı.

"Beni kurtardıktan iki sene sonra, ben o ara eğitimdeydim" dedi Can. Bir sessizlik sardı arabayı. Hakan yutkundu.

"Dmitri Rogov, bizden bir saat sonra mekana girdi. Biz orada sadece içmek için bulunuyorduk Mustafa, Alptekin ve ben. Biz ihtiyarla iki senenin sonunda güven bağı oluşturmuş ve işbirliği yapmaya karar vermiştik. Tanınmış bir isimle girdiğimiz için emanetler üzerimizdeydi. Dmitri gençti o zaman aynı bizim gibi, 26 yaşındaydı. Bizim yanımızdaki masaya oturdular. Dmitri de yakışıklı pezevenk. Sarı saçlı, mavi gözlü uzun boylu hafif de yapılıydı yani kapıdan girdiğinde gözleri üzerine topluyordu. Kapıdan girdiğinde şöyle bir etrafına bakındı, ona bakmayan tek kişi şu abindi ve bu bizim için büyük bir artıydı.

Dmitri bebek yüzüne ve sempatikliğine rağmen soğuk kalpli bir katildi. Hangimiz değiliz? Neyse. Dmitri koltuğa oturdu yakın koruması ise arkasında ve ayaktaydı. Karşısına bir tane dağ ayısı oturdu. Bu dağ ayısıyla iş konuşuyorlardı"

"Abi Rusça mı biliyorsunuz?" diye sordu Can araya girip.

"Sen de biliyorsun ya Can" dedi Hakan sabır dilenirken.

"Abi ben eğitimde öğrendim ama" dedi Can, ben gülmemek için başımı camdan dışarı çevirdim tekrar. Hakan'ın anlattıklarıyla 2019 kışına gitmiştim.

"Sus dinle" dedi Hakan, Can'ın ensesine vururken. "Bu dağ ayısı sesini yükseltti, Dmitri önce oralı olmasa da bu dağ ayısı bir kere daha bağırınca Dmitri'nin koruması elini beline attı. Dağ ayısının koruması da elini beline attı. Benim elimde belime gitti, Mustafa da elini beline attı. Yine en rahat oturan Alptekin Çakıroğlu'ydu.

Dmitri etrafa bakarken Alptekin'e değdi gözleri. Alptekin elindeki viski bardağını dairesel hareketlerle çeviriyordu. Dmitri çekti gözlerini önündeki dağ ayısına bakarken, dağ ayısı arkasındaki korumaya bakıyordu. Alptekin sadece o an baktı korumaya ve Dmitri'ye sadece kaş işaretiyle korumasını gösterdi. Dmitri, Alptekin'e göz kırptı. Alptekin, saliselik bir boşlukta belinden çıkardığı silahla Dmitri'nin korumasını alnından vurdu.

Dağ ayısı ne olduğunu anlamadan, Dmitri dağ ayısını vurdu, Alptekin yerinden kalkmadan dağ ayısının korumasını vurdu. Dmitri keyifle gülümsedi, yerinden kalktı ve dışarı çıktı. Beş dakika sonra 10'a yakın adamla geri geldi. Güvenlik barı boşaltmaları için uyarı verirken, bizi kimse uyarmadı. Dmitri'nin adamları cesetleri toplarken Dmitri'de biraz önce oturduğu koltuğa tekrar oturdu. Adamı yanına geldi ve 'İşbirliği içindelermiş sizi burada öldürmeyi planlamışlar' dedi.

Dmitri elindeki viski bardağını bize doğru kaldırdı. Kendi dilinde teşekkür ediyordu. Dmitri'nin babası geldi, karşısına oturdu. Mekanda sadece Rogov ailesi ve biz vardık. Babası bize baktı ve önüne döndü. Dmitri babasına bizim korumayı fark ettiğimizi ve ölümden döndüğünü anlattı. Babası da aynı şekilde viski bardağını uzattı bize doğru. Alptekin elindeki bardağı kaldırdı ona doğru.

Babası bizi masaya buyur etti, Alptekin kalktı biz de peşinden kalktık ve masaya oturduk. Alptekin, Dmitri'nin yanına otururken biz Alptekin'in arkasında bekliyorduk.

Babası, Alptekin'e baktı ne iş yaptığını sordu. Alptekin de mimar olduğunu söyledi. Babası bir mimar için fazla dikkatli olduğunu söyledi. Alptekin de ona bakıp inşaat sektörünün tehlikeli olduğunu söyledi. Babası gülümsedi ve kendi işlerinin de tehlikeli olduğunu söyledi. Aralarında soğuk rüzgarlar esmese de tatlı sert bir muhabbet dönüyordu. Babası bize buraya nasıl girdiğimizi sordu yani kibarca sizi içeriye kim aldı demek istedi. 'Halis Yerlikaya ile burada bir şirket açacağız' dedi. Dmitri'nin babası Halis Yerlikaya ismini duyunca gülümsedi ve 'Memnun oldum' dedi elini uzatarak. Alptekin'de aynı şekilde uzattı elini.

Bu ilk karşılaşmaydı, ben ve Mustafa bunun bir tesadüf olduğunu düşünüyorduk ama işin aslı öyle değildi. Bu Alptekin Çakıroğlu Dmitri Rogov hakkında araştırma yapıyor ve bu anlaşmanın o gün orada olacağını öğreniyor. Korumanın para yediğini ve ihanet edeceğini biliyordu çünkü o dağ ayısının arasıyla korumanın arasını Alptekin yapmış-"

"Abim bunları planlayarak mı yapmış? Rogov'u tuzağına mı çekmiş?" diye sordu Can. Zaten nasıl bu kadar sessiz kalmıştı şaşırttı beni. "Abim be aslan abim" dedi.

"Kes artık ne zırvaladın" dedim Hakan'a.

"Niye abisi namın yürüyordu" dedi Hakan gülerken.

"Abi peki nasıl böyle bir arkadaşlık bağı kurdunuz? Rogov seni çok seviyor" dedi Can.

"Şeytan tüyü var" dedi Hakan omzuma vururken.

"Rogov o zaman için sadece bir plandı ve tuttu. Şu an ise Rogov dostumuz. Ben de aynı şekilde Rogov'u seviyorum" dedim bu konun kapanmasını istiyordum.

"Abi Rogov sadece Rusya'daki dostun, aynı şekilde iki ülkede daha çok yakın arkadaşların var. Hepsi mi plandı?" diye sordu.

Ben çok karanlık bir adamdım. Kimsenin tahmin edemeyeceği kadar çirkinleşirdim. Karanlıkta çok güçlü bir adamdım. Benim yeraltındaki adım Ölüm Meleğiydi, karanlık her zaman benim tarafımdaydı. O gece karanlık beni yalnız bıraktı.

Karanlığın beni yalnız bıraktığı ilk an, gözlerimin içine, içimi görür gibi baktığı andı. Masmavi gözleri karanlığımı, güneşli bir sabaha çevirdi.

Ormanımda beyaz bir gül yeşermişti, ben ormanımda açmış en güzel beyaz gülü kopardım.

Gökyüzümde beyaz bir kuş kanat çırpmıştı, ben gökyüzümde bana inat kanat çırpan o beyaz kuşu vurdum.

"Geldik" dedi Can bana baktı dikiz aynasından. Kapıyı açtım. "Abi emanetler?" dedi Can sorar gibi. Ben bu eve hiç belimde silahla girmemiştim, girmeyi de hiç düşünmemiştim ama bu gün silahım belimde kalmalıydı.

"Kalacak" dedim, Hakan zaten hiçbir zaman silahını belinden çıkarmazdı. İndik arabadan.

"Şüpheleniyor musun yoksa sormaya mı geldin sadece?" diye sordu Hakan.

"Soracağım eğer cevap beni memnun etmezse o zaman şüphe ederiz" dedim. Bahçeye girmiştik.

"Eyvallah" dedi Hakan. Biz önden giderken Can her zamanki yerindeydi, her yeri net gören tek açıdaydı.

"Hoş geldiniz çocuklar" dedi İhtiyar.

"Hoş bulduk mu bakacağız ihtiyar" dedi Hakan hafif laf sokmalı.

"Bu delikanlı yine benden şüpheleniyor belli ki" dedi ihtiyar. Haklıydı Hakan hep şüphe duyardı ihtiyardan.

"Bir oturalım da karar veririz" dedi Hakan bahçe takımlarına yürürken. Rüya mı kabus mu belli olmayan o görüntüler aklıma düştü. Yutkundum.

"Nasılsın ihtiyar?" diye sordum. Sakin kalan ben olacaktım.

"İyiyim evlat siz nasılsınız?" diye sordu şüpheci bakıyordu.

"İyiyiz ihtiyar" dedi Hakan. Ters ters bakıyordu. Cehennem Ateşi bu halini görse çok gülerdi.

"Savunma bakanlığı silahlarla ilgili iletişime geçmiş" dedi İhtiyar.

"Gelecekler bir kaç güne bakalım ne olacak" dedim düşünür gibi. Ben tekli koltukta otururken Hakan sağımdaki ikili koltukta oturuyordu. İhtiyar ise karşımdaydı.

"Siz de bir şey var kıvranıp duruyorsunuz. Çıkarın bakalım ağzınızdaki baklayı" dedi İhtiyar dayanamayıp.

"Cenk Tekir'e bulaştım ihtiyar" dedim biraz ağırdan alacaktım.

"Her türlü çiğ çiğ yersin sen Cenk'i" dedi İhtiyar gülerken. "Çay getirin buraya" dedi korumalarına.

"Bir yenilgiye uğradı zaten büyük darbeyi sona sakladım Cenk'le ilgili bir derdim yok" dedim.

"Hala konuya gelmedin evlat" dedi İhtiyar.

"Cenk Tekir bize bir şeyler söyledi" dedi Hakan. İhtiyar Hakan'a baktı.

"Siz de onun lafıyla kalkıp buraya mı geldiniz?" diye sordu ihtiyar sinirlenmişti.

"Sakin ol ihtiyar" dedi Hakan gülerken. Bu gülmesi bi boklar dönüyor gülmesiydi.

"İhtiyar bir kere soracağım" dedim gözlerinin içine bakarken. Çaylar geldi, kabusun görüntüleri aklıma tekrar tekrar düştü.

"Sor bakalım ne soracaksın" dedi İhtiyar bi sinirle.

"Karım" dedim yutkundum "Karım nerede ihtiyar?" diye sordum. İhtiyarın gözleri sorumla birlikte gözlerimden ayrıldı. "Biliyorsun değil mi?" diye sordum.

"Sen ne biliyorsan ben de onu biliyorum" dedi gözleri etrafta gezerken.

"İhtiyar! Bana bak" diye bağırdım.

"Yavaş ol Alptekin" dedi İhtiyarın koruması. İhtiyar eliyle geri çekilmesini söyledi korumasına.

"Halis Yerlikaya, bir daha sormayacağım. Karım nerede?" dedim bastıra bastıra.

"Bilmiyorum evlat, karın nerede?" diye sordu.

"Yanlış soruyu sorduğum için cevap vermiyorsun sanırım. Sorumu şöyle düzelteyim. Halis Yerlikaya karım yaşıyor mu?"  diye sordum. Nefes almak bana eziyet geliyordu.

"Küçücük veletin lafına inanıp bana hesap sormaya mı geldin?" diye sordu ayağa kalkarken.

"Hala soruma cevap vermedin Halis Yerlikaya" dedim ben de ayağa kalkarken. Hakan da benimle ayağa kalktığında korumalar da bize yaklaştı. Can yerinden kıpırdamıyordu çünkü Halis Yerlikaya net bir şekilde açısındaydı.

"Defol git evimden" dedi Halis bey.

"Soruma cevap ver Halis Bey! Benim karım yaşıyor mu?" diye sordum bağırıyordum artık. Bunu yaşamıştım, kabusunda bile canım cayır cayır yanıyordu o ihtimal gerçekleşiyor muydu?

"Atın şunu dışarı hala akıllanmamış" dedi Halis Bey. Korumaları bana yaklaştığı an Hakan silahını çoktan Halis beye doğrultmuştu. Benim başıma da bir silah yaslandı.

"Karım yaşıyor ve sen nerede olduğunu biliyorsun Halis Yerlikaya" dedim gözlerine bakarken.

"Sen bana silah çektin" dedi Halis Yerlikaya. Başıma yaslanan silahı tek hamlede elime aldım.

"İHTİYAR!" diye bağırdım sesim o kadar yüksek çıktı ki yankılandı.

"Sen beni çok hafife aldın sanırım evlat" dedi Halis Yerlikaya. Biliyordu. İhtiyar, karımın nerede olduğunu biliyordu.

"Karım nerede?" diye sordum tekrar.

"Defol git evimden" dedi İhtiyar. Elimdeki silahın emniyetini açıp havaya ateş ettim.

"Cevap vermezsen ikincisini sana sıkacağım ihtiyar, biliyorsun yaparım" dedim. Artık bütün korumaların silahlarının namluları beni gösteriyordu.

"Sık lan! Senden mi korkacağım" dedi Halis Yerlikaya.

Ateş ettim.

Halis Yerlikaya'ya ateş ettim. Kurşun kolunu sıyırdı. Gözlerim hala Halis Yerlikaya'nın gözlerine bakıyordu. Belindeki silahı çıkardı, bana doğrulttu.

"Ben dört yıldır zaten yaşayan bir ölüyüm, sık ihtiyar" dedim pes etmiş gibi, silahımı da indirmiştim. Bana doğru geldi, silahın namlusunu kalbimin üzerine bastırdı. Hakan'a elimde dur işareti yaptım. Gözleri doldu Halis Yerlikaya'nın.

"Dört yıl sonra mı geldi aklına! Dört yıl sonra mı öğrenmek istedin? Sen karının yüzüne bakacak yüzün yok diye yıllardır kaçıyorsun gerçeklerden! Ne oldu şimdi karının yüzüne bakacak yüzün mü var?" diye bağırdı Halis Yerlikaya. Söylediği her şey o kadar doğruydu ki sesimi bile çıkarmadım. "Karın nerede öyle mi? Karın yaşıyor mu? Niye ilk gün gelip sormadın da şimdi soruyorsun? Konuşsana evlat! Desene ben karımı çok özledim ihtiyar! Ben artık dayanamıyorum!" bastırdığı namluyu sıkmasını dilerdim, sözleri kurşundan daha can yakıcıydı.

"Karımı çok özledim ihtiyar! Dayanamıyorum" dedim. Gözlerim doldu, burnumun direkleri sızlıyordu. "İhtiyar yalvarırım söyle yerini" dedim titreyen sesimle. İlk defa birine yalvarıyordum.

"Söylemem" dedi. Gözlerimi kapattım, bir damla aktı gözümden.

"Sık o zaman" dedim elim, ihtiyarın tuttuğu silahı tuttu. Tetiğe götürdüm parmağımı, ihtiyarın parmağına baskı yaptım. "Zaten yaşamıyordum ihtiyar" dedim sesim bir kere daha titredi. Baskıyı arttırdım. İhtiyar silahın namlusunu gökyüzüne çevirdi. Sonra da aynı hızda bir tokat attı bana. Dolan gözlerimi gökyüzüne çevirdim.

Önümdeki sehpayı salonun camına fırlattım. Üzerimdeki ceketi çıkartıp fırlattım.

"Dört yıldır gözlerinin önünde eriyorum ben ihtiyar! Karımı aramadığım bir ülke bir şehir kalmadı! Gözlerinle şahit oldun her şeye. Tamam bak tamam ben köpek gibi pişmanım yaptığımdan. Kendimi affetmeye bile çalışmıyorum ama nefes aldığını bilmeye de mi hakkım yoktu? Tamam yerini yine söylemeseydin ama nefes aldığını bile bilmeyi hak etmemiştim ben?" Kesik kesik aldığım nefesler ciğerlerimi yırtıyordu. Gözümden akan yaşları silerken bağırmaya devam ediyordum "Boş mezarının başında dört yıldır kendi kendime konuştum ben! Kokusunun sindiği hiçbir şeye elimi süremedim kokusunu kaybetmek korktuğun için! Benim nefes aldığını bilmeye de mi hakkım yoktu ihtiyar! Ben her gün öldüm, o mezar taşına baktığım her an öldüm. Bu muydu bana biçtiğin bedel? Bu muydu intikamın? Biliyordun!" gözlerimi kapattım. Dayanamıyordum, ben buna dayanamazken Cehennem Ateşi onca şeye nasıl dayandı? "Biliyordun! Lanet olsun her şeyi biliyordun! Yaşadığını biliyordun! Nefes aldığını! Ben karımın öldüğüne hiç inanmamıştım ihtiyar ve sen bunu biliyordun! Sana geldim ben! Burada oturduk, dedim ki ihtiyar içimde şurada bir yerlerde bir ses karımın ölmediğini söylüyor dedim! Kan kustum ben gözlerinin önünde!"

"Korktun! Karının yaşıyor olmasından da korktun sen! Yüzüne bakacak yüzün yoktu, pişmandın. Ellerinle öldürmüş olma düşüncesi seni delirtiyordu ama korkuyordun bir daha gözlerine bakmaktan!" dedi İhtiyar.

"Yaşıyor olmasından korkmadım ben hiçbir zaman, yaşıyor olmasına rağmen gözlerini bir daha görememekten korkuyordum! Ben yanlış yaptım ihtiyar vallahi ben hatalıyım tamam ama nasıl yaşıyor olmasından korkardım? Böyle mi düşündün yıllarca? Ben onu her delikte ararken sen bunu mu düşündün? Ben özlemimden geberiyorken sen nasıl böyle düşünebildin?" diye sordum gözlerine bakarken. Gözleri düşünür gibi daldı.

"İstemedi" dedi pes eder gibi. Kim istemedi? Karım mı?

"Kim? Neyi istemedi?" diye sordum gözlerim kısılırken. İhtiyarın gözleri dolu doluydu.

"Cezası bu dedi! Benim yaşadığımı bilmeyecek dedi! Karın sana söylemememi söyledi! Eğer söyleseydim öldürecekti kendini" dedi gözlerinden yaşlar akarken. Ben duyduklarımı anlamaya çalışıyordum.

"Ne diyorsun ihtiyar? Anlamıyorum" dedim sol elimi enseme attım, saçlarımı yolup yolup bıraktım.

"Nare yaşıyor" dedi, zaman durdu. Gülümsedim. Gülümsememe gözlerimden akan yaşlar eşlik etti. "Ben söylecektim, o gece burada yaşadığını hissediyorum dediğinde söylecektim. Yukarıdaydı-"

"Anlamadım" dedim bir kere daha.

"O gece sen habersiz geldiğinde buradaydı" dedi.

"Yapma ihtiyar, yapma" başımı iki yana salladım. "Yapma yalvarırım yapma bana bunu" dedim. Nefes alamıyordum.

Cehennem Ateşi, beni yakıyordu.

"Ne diyorsun sen ihtiyar?" diye sordu Hakan gözleri dolu dolu.

"O gece söylediğin her şeyi duydu" dedi İhtiyar. Ben dizlerimin üzerine çöktüm, artık dayanacak gücüm yoktu. Ben burada onun yaşadığını hissediyorum derken yukarıdan beni mi izliyordu? Nasıl fark etmem? Nasıl anlamam burada olduğunu? Nasıl tanımam kokusunu? Nasıl? "O gece seni burada beş dakikalığına yalnız bıraktığımda yanına gittim. Kızım söyleyim bak dayanamıyor artık dedim. Yaşadığımı bilmeye hakkı yok dedi. O gece benden vazgeçtiği o geceden sonra benimle ilgili hiçbir şeyi bilmeye hakkı yok dedi-"

"İhtiyar sus! Sus yalvarırım sus! Sus ihtiyar, ben nasıl sana güvendim? Ben yıllarca nasıl? Yalan söylüyorsun ihtiyar, yıllardır söylediğin gibi şu anda başka bir yalan söylüyorsun" başımı iki yana salladım. Diz çöktü ihtiyar, gözlerimin hizasına eğildi.

"Özür dilerim oğlum" dedi. Nefesim kesildi. Başımı iki yana sallamaya devam ettim. Yalan söylüyorum demesi gerekmiyor muydu? "Beni affet demeyeceğim ama bile isteye yapmadım" dedi elleriyle yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Güzel oğlum benim" dedi. Başımı göğsüne yasladı. Artık tutmayı da beceremediğim yaşlar gözlerimden boşalırken kesik kesik aldığım nefesler duyuluyordu.

Bir keresinde Yusuf'a gitmiştim, karım nerede olabilir diye? Yusuf bana demişti ki "Nare bulunmak istemezse Alptekin sen değil CIA bile bulamaz Nare'yi" doğruymuş. Bulmamı istemediği için yıllarca bulamadım karımı. Burnumun dibindeymiş, ben burada oturmuş onu hissettiğimi anlatırken hemen yukarımızdaki balkonda beni dinliyormuş.

Çok büyüktüm değil mi? Hiçbir şey değildim ben. Burnumun dibindeki karımı bulamadım ben. Benim bulmamı istemedi, ben de bulamadım. Bulamadım.

"İhtiyar" dedim ondan ayrılırken "Her gece mezar taşıyla dertleştiğimi biliyor mu?" diye sordum. Yüzümü sildim elimle. İhtiyara baktım.

"Biliyor" dedi. Eliyle saçlarımı düzeltti. "Burada kendin söyledin" diye ekledi.

"Dinlemiş midir beni?" diye sordum çocukça bir hevesle. Dinlediyse ne kadar pişman olduğumu biraz da olsa anlamış mıdır?

"Adını söylememe bile izin vermedi hiçbir zaman" dedi İhtiyar. Eğer o gün bana Alptekin demeseydi bu cümle beni hiç yaralamazdı ama adımla seslenmişti. "Sadece o gün sana bir şey söylememem için tehdit etti beni, kendimi öldürürüm dedi ve inan bana oğlum karının gözlerinde hiç yaşam belirtisi yoktu" dedi İhtiyar.

"Onu ilk gördüğümde de gözlerinde yaşam belirtisi yoktu" dedim çaresizce "Onu, beni tanımadan önceki haline ellerimle döndürdüm. Keşke hiç dokunmasaydım, keşke hiç onu tekrar hayata döndürüp tekrar öldürmeseydim. Ben, nefes aldığını bilmeyi bile hak etmiyordum gerçekten" dedim. Ben, paramparçaydım ama hala gözlerini görmeyi her şeyden çok istiyordum. Bağırsın, çağırsın, vursun ama konuşsun benimle yalvarırım çok özledim.

Af dilemeyeceğim, dilemeye ne hakkım ne de yüzüm var zaten ama bir kere gözlerini göreyim. Bir kere daha baksın bana. Baksın mı gerçekten Alptekin? Nefret dolu gözlerle baktığında dayanabilecek misin? Sana hiç bakmadığı gibi nefretle belki hiçbir duygu hissetmeden bakacak, katlanabilecek misin? Gözlerini göreceksem, ölmeye de razıyım. Yeter ki bana baksın.

"Yapma böyle oğlum" dedi ihtiyar. Ne yapıyordum? Ben sabah bunu görmüştüm. Benim bu anı ikinci yaşayışımdı. Ben birincisinin gerçek olma ihtimalinde bile on yedi yerimden bıçaklanmışken.. Gerçek oldu. Artık öptüğü yaralarımın hepsinden oluk oluk kan akıyordu. İyileştirdiği yaralarım artık daha derindi.

Ben mi vazgeçtim o mu vazgeçti diye sormuştum. Ben karımdan vazgeçtiğim an da karım hayatından vazgeçmişti. Alpaslan kıyametinden sonra bile vazgeçmediği hayatından, ben ondan vazgeçtikten sonra vazgeçti. Ona verdiğim her şeyi geri aldım.

Güvenmekten korkuyorum dedi, güven dedim, O bana güvendi ve ben güvenine ihanet ettim.

Sadece beni hatırlayacaksın demiştim, o gece.. Bütün yara izlerine Alptekin Çakıroğlu izi bırakacağım demiştim, bıraktım.. Ben, öperek iyileştirdiğim yaralarını tekrar kanatmadım, ben onun yaşamak istemeyen yanını iyileştirmiştim. O gün elinden ona verdiğim hayatı aldım.

Onu Alpaslan vurmuştu değil mi? Hayır, onu ben vurdum. O, Alpaslan'a  birlikte ölelim demedi. O benim onu öldürdüğümü zaten orada söylemeden itiraf etmişti. Onu vuran Alpaslan'dı ama öldüren bendim.

Kurşunda benimdi, silah da...

"Alptekin kalk ayağa!" diye bağırdı Hakan "Kalk lan ayağa! Karın yaşıyor lan! Nerede olduğunu bulacaksın!" gözlerinden yaşlar akarken beni de ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Eğildi, elini uzattı ve beni kaldırdı. "Kalkacaksın! Gidip karını bulacaksın. Ayaklarına mı kapanırsın, kapısında mı yatarsın ne yaparsan yap git karını bul! Karşısına çık. Af dilemeye bile hakkın yok ama deneyeceksin. Seni affetmesi için bir yol bulacaksın."

"Affetmez" dedim yüzümdeki yaşları silip.

"İhtiyar konuş, Nare nerede? O gün ne oldu? Yıllardır neredeydi? Anlat artık be adam taş kalpli misin? Görmüyor musun oğlun yerine koyduğun adamın ne hale geldiğini?" dedi Hakan.

"Anlatsa ne değişecek?" diye sordum.

"Gidip Nare'yi bulacağız" dedi Hakan.

"Oturun" dedi ihtiyar eliyle koltukları gösterirken. Ayakta duracak gücüm yoktu.

Yenilmiştim.

Hayatımda ilk defa yenilmiştim.

Karıma, Nare'ye yenilmiştim.

Yenilgilerin en güzeliydi.

"O gün Işık'ı kaçırdığı gün, Nare beni aradı. Ona sahilde yürürken verdiğim kartı söyledi. Nerede, ne zaman, ne ihtiyacın olursa demiştim verirken. 'Halis bey kocamın kardeşini kaçırdılar, ben oraya gidiyorum size de konum atacağım gelin ve kaçıran kişinin öldüğünden emin olun.' Ben de kalkıp gittim, ben gittiğimde Işık'ı çoktan güvenli bir şekilde oradan çıkarmıştı. Çocuklar taksi sana varana kadar yakın takipteydi. Ben gittiğimde o şerefsiz çoktan silahın namlusunu Nare'ye doğrultmuştu. Müdahale etmek istediğimde Nare kızım eliyle bana dur dedi. Tam o sırada Alpaslan silahı ateşledi. Benim silahımın namlusu Alpaslan'ı gösterirken Alpaslan zaten kendini vurdu. O zaman anladım, kaçıranın öldüğünden emin ol derken ne demek istediğini. Alpaslan yere düştüğünde çocuklar kameranın bağlantısını kesti. Nare'nin yanına gittim koşarak. 'Sözünü tuttun ihtiyar' dedi bana zar zor nefes alıyordu. Yorma kendini kızım ambulans burada gideceğiz şimdi dedim bir elimle yarasına bastırıyordum, çok kan kaybediyordu. 'İhtiyar son bir şey isteyeceğim senden' dedi ağzından kanlar akıyordu, muhtemelen canı çok yanıyordu ama hiç yanmıyormuş gibi, hiç kan kusmuyormuş gibi 'Işık gitti mi?' diye sordu.  Gitti kızım nolur yorma kendini dedim ama beni dinlemedi. 'İhtiyar, yaşasam da ölsem de Çakıroğlu bunu bilmeyecek. Eğer söylersen kendimi öldürürüm ihtiyar. Ben zaten ölüydüm, benden hep vazgeçtiler ihtiyar o yüzden ben artık sessiz bir hayat istiyorum' dedi. Senin için, yaşıyor diye sana hiçbir şey söylemedim.. Ambulansla benim hastaneme götürdüm, 2 ay hastane de yattı. Kalbi büyük hasar almış."

Kalbi büyük hasar almış..

"Hastaneden çıktıktan sonra onu altı ay görmedim, aradım hiçbir yerde bulamadım. Sonra bir gün bize bir buluşma noktası seçti. Bolu'da bir kebapçıydı, dağ başında. Hem çok gelen oluyordu hem de çok sessizdi. Kebapçıyı tanıyormuş, nereden tanıyordu bilmiyorum ama adam has bir adamdı. Üç yıldır gide gele adamla arkadaş oldum, benim yaşlarımdaydı zaten."

"Nare şu an nerede ihtiyar?" diye sordu Hakan.

"Yarın Bolu'ya gideceğim" dedi, dalan gözlerimi yerden kaldırıp ihtiyara baktım. "Sen git" dedi.

"Kendini öldüreceğini söylemiş" dedim. Korkuyordum. Beni gördüğünde vereceği tepkiden korkuyordum.

"Ben de orada olacağım" dedi ihtiyar.

"Tamam" dedi Hakan. Başımı iki yana salladım.

"Gelmiyorum, haksızlık olur bu" dedim ayaklanırken.

"Nereye?" diye sordu ihtiyar.

"Akşam toplantım var, biraz yalnız kalacağım" dedim.

"Karın yaşıyor lan ne toplantısı!" diye bağırdı Hakan ayaklanırken.

"Ben zaten öldüğüne bir gün bile inanmamıştım Hakan. Yaşadığını biliyordum, en güvendiğim adamın babamın yerine koyduğum adamın bana ihanet ettiğini bilmiyordum sadece. Gözlerinin önünde oğlunun günden güne ölmesini izlediğini bilmiyordum" dedim merdivenlerden inip bahçeden çıktım.

"Abi" dedi Can sesi titrerken.

"Efendim" dedim Can'a. Halim yoktu, o kriz anından sonra üzerime bir durgunluk çökmüştü. Belki durgunluk değil, ihanetin ağırlığıydı.

Ben böyle hissediyorsam, Nare ne hissetmişti?

Ona ihanet ettiğim o an ne hissetmişti?

Karşısına mı çıkmalıydım? Beklemeli miydim?

"Eve mi?" diye sordu Can. Arabaya oturmuştuk. Başımı aşağı yukarı salladım sadece. Cevap verecek gücüm bile yoktu. Hakan da öne oturmuştu. Yalnız kalmak istiyordum.

Benim yalnızlığım, Nare'ydi.

Şimdi gidip yine ondan kalan anılara, hatıralara sarılacağım.

Ben hala yalnız kalmak istediğimde sana geliyorum Cehennem Ateşi..

🌑

Bu mezar taşını sana ne yaptığımı bana hiç unutturmaması için yaptırmıştım. Her gece burada konuşuyordum çünkü her gece aslında o geceyi yaşıyordum. Bu mezar taşına baktığım her an seni zaten ellerimle öldürdüğümü biliyordum.

Nefes alabil diye yaptığım her şey sonunda yine senin nefesini kesti. Ben ellerimle sana güzel bir hayat sunmak isterken, seni tekrar hayata döndürmek isterken ellerimle nefesini kesen yine ben oldum.

Her şeye rağmen hayatta olduğunu öğrendiğimde derin bir nefes aldım. Yüzüne baktığım da tekrar kesilecek nefesimi ciğerlerime doldurdum. Dört yıl daha aldığım bu tek nefesle yetinirim. Dört yıl boyunca nasıl, ölmeden önce söylediğin şeylerle yetindiysem.

Biliyor musun? Ölüşünü izledim ben.

Hem fiziki hem de ruhen ölüşüne şahit oldum. Şahit olmak doğru kelimemi emin değilim. Ben öldürdüm seni çünkü. Ne kurşunu sıkan bendim ne de elinde silahı tutan ama ben öldürmüştüm.

Silah da bendim, kurşun da.

Bu mezarı seninle yalnız kalmak istediğim için yaptırmıştım. Ölmediğine emin olduğum halde yaptırmıştım. Beni, seninle konuşturmaya alıştırmıştın. Sana ihtiyacım olduğunda nereye gideceğimi bilemedim. Sana gelmek istedim.

Evimize gittim, yoktun.

Evine gittim, yoktun.

Salıncağında yoktun.

Arabanda yoktun.

Hiçbir yerde yoktun ve ben seni bulamamayı hiç sevmemiştim.

Ben seni kaybetmiş olma duygusunu hiç sevmemiştim.

Ben, sana gelememeyi hiç sevmedim.

Ben, yeni bir güne sensiz uyanma ihtimaline hiç alışamadım Cehennem ateşi.

Seni kaybetme duygusuyla her sabah yüzleşip, akşamına yokluğunla başbaşa kaldım. Ben büyüdüm zannediyordum, güçlendim, yıkılmam zannediyordum.

Sen öyle bir yıktın ki beni, ben daha önce hiç bu kadar yıkılmamıştım.

Ne yaptın bana Cehennem ateşi?

Akşam olmuştu ve ben mezarlıkta tek başımaydım. Karıma gelmiştim.

Benim yalnızlığım karıma gelmekti.

Birazdan toplantı vardı. Eve gitmem gerekiyordu. Karımın yanından ayrılmak istemiyordum, biliyordum burada yoktu ama isminin yazılı olduğu bir mezar taşı bile beni onun yanında hissettiriyordu.

Yaşıyordu.

Gözlerini gördüğümde bu mezar taşını ellerimle kıracağım ama önce gözlerini görmek istiyorum.

Ayaklandım, mezarın karşısından kalkarken biri konuştu.

"Yaşıyormuş" dedi Yavuz Arslan.

"Sonra Yavuz" dedim yanından geçip gitmek istemiştim. Bileğimden tuttu ve beni kendine çevirdi. Çevirdiği anda da bi yumruk attı. Sendeledim. Karşı koymak istemiyordum.

"Yaşıyormuş lan!" dedi yakama yapışırken. İki eli de yakama yapışmıştı ceketimi sıkı sıkı tutuyordu elleri.

"Yavuz bir kere uyaracağım" dedim ellerini üzerimden çekerken.

"Ne yapabilirsin lan sen bana? Dört yıldır yaşayan karını bulamadın!" dedi. Sözleri bitmesiyle ben de ona bir yumruk atmıştım. "Öldürmeden duramıyorsun değil mi? Sıra kimde? Bende mi? Beni de mi öldüreceksin? Öldür lan!" diye bağırdı. Aramızda bir arbede yaşanıyordu. O beni ittiriyordu.

"Ben bir kere itiraz ettim mi lan! Ben bir kere benim suçum değil dedim mi? Demedim, demem de. Benim suçum. Ben yaptım. Ölmemiş, yaşıyormuş! Sence yaşıyor mu Yavuz? Sence aldığı nefes ciğerlerine varıyor mu? Benim aldığım nefes kursağımda kalırken onun aldığı nefes ciğerine varıyor mudur? Ben, bizi öldürdüm. Ben, karımı öldürdüm! İstediğin bu değil miydi zaten? Sen de bunu istemiyor muydun? Konuşsana lan! Konuş" diye bağırdım. Ben zaten biliyordum suçlu olduğumu..

"İstemiyordum! Ben gerçekten birini öldürebilir miyim lan? Doktorum olum ben! Yemin ettim ben. Sana hayatı zehir etmek istedim mi? İstedim! Tehdit ettim mi ettim! Lan ben nasıl öldüreyim sevdiğin kadını? Bana yakıştırdığın bu muydu gerçekten? İnanmış mıydın?" diye sordu. Sesi titredi konuşurken.

"Sen mi istemiyordun? Bomba koydun lan arabama" dedim itiraz ederken.

"Bomba Nare arabadan atladıktan sonra patladı çünkü ben patlattım. İndiğini gördükten sonra!" diye bağırdı.

"Ölebilirdi!" dedim bir yumruk da ben attım.

"Sonuçta onu öldüren sen oldun" dedi pes etmiş gibi.

"Biliyordu, hissetmişti" dedim. "Gidiyorum ben toplantı var" dedim yanından ayrılırken.

"Ne zaman çıkacaksın karşısına?" diye sordu.

"Ne zaman karşıma çıkmak isterse" dedim ve arkamı dönüp çıktım mezarlıktan.

🌑

Masada dokuz kişiydik. Kimin oturacağına karar vermek için toplanmıştık. Bedenim burada olsa da ruhumun burada olmadığına emindim.

"Ben Cenk Tekir'in oturmasını öneriyorum" dedi İhsan Kırtay.

"Kendine dost mu arıyorsun?" diye sordu Tufan.

"Masada dostluk bağı kurmak için mi oturuyoruz?" diye sordu İhsan Kırtay.

"Güvenmediğimiz adamlarla iş yapmayız, bizim için bu iş sadece paradan ibaret değil" dedi Şehmus.

"Sen kimi önereceksin? Ben söyleyeyim. Altay Koral" dedi Uğur Tetik.

"Ben kimseyi önermiyorum sizin gibi, masanın lideri sunacak biz de oylayacağız" dedi Şehmus.

"Biz buraya dost aramaya gelmedik, dostumuzu da masaya oturtmaya çalışmıyoruz sizin aksinize" dedi Fırat.

"Liderimiz kimi önerecek bakalım?" diye sordu Uğur Tetik.

"Başka isim önermek isteyen var mı?" diye sordu Mustafa.

"Yunus Şahin'e ne dersiniz?" diye sordu Baran Kartal.

"Elimizdeki isimler belli mi şu an?" diye sordu Mustafa tekrar.

"Elimizde üç isim var. Altay Koral. Cenk Tekir, Yunus Şahin" dedim herkesin gözlerine baktım tek tek itiraz eden var mı diye. "Bu üç ismi sırasıyla oylayacağız en çok oyu alan masaya katılır" dedim netti söylediklerim.

"İlk olarak Cenk Tekir'i oylayacağız" dedi Mustafa.

"Cenk Tekir için oy verenler?" diye sordum. Masaya baktım, İhsan ve Uğur dışında kimse el kaldırmadı.

"Cenk Tekir için iki oy" dedim. "İtirazı olan var mı?" diye sordum.

"Belliydi" dedi Uğur Tetik.

"Yunus Şahin için oy verenler?" diye sordum. Yunus Şahin için bir  oy vardı o da onu öneren Baran Kartal'dı. "İtirazı olan var mı?" diye sordum tekrar.

"Konuşup gelmişsiniz amınakoyayım siz kimi isterseniz o oturacak belli ki" dedi İhsan Kırtay.

"O ağzından çıkanlara dikkat et masadayız ve burası senin sokağına benzemez, bir daha konuşmak istiyorsan o dilini tut. İş yapıyoruz burada" dedim İhsan Kırtay'ın gözlerinin içine bakarken. İhsan önüne döndü.

"Altay Koral için oy verenler" diye sordum. Kalan beş kişi oy verdi.

"Sen kimseye oy vermeyecek misin?" diye sordu Baran Kartal.

"Vermeyeceğim" dedim önüme dönerken.

"Neden?" diye sordu Baran Kartal.

"Zaten ben oy vermeden de masaya kimin oturacağına karar verildi" dedim. Gergindim. Ben masaya üçünün de oturmasını istemiyordum. Biliyordum ama piyangodan Koral çıkmıştı. "Altay Koral, masanın onuncu üyesi olarak masaya oturacak" dedim oturan herkese tek tek bakarken.

"Hadi Yunus Şahin doğudan silah ticareti yapmak için mantıklı geliyordu, Cenk Tekir lojistiğin içindendi, peki Altay Koral ne gibi bir görevle oturacak?" diye sordu Uğur Tetik.

"Dört yıl içinde yurt dışı dahil olmak üzere 6 tane holding açtı ve yazılımda şu an Türkiye'nin en çok aranan ismi, güvenlik için oturacak masaya" dedim kısa ve net bir özet geçtim.

"Neyin güvenliğini sağlayacak tam olarak?" diye sordu İhsan Kırtay.

"Masa üyelerinin teslimat güvenliğini" dedim sabrımın sınırındaydık.

"Masadaki herkes kendi teslimatının güvenliğini sağlayabilecek seviyede, zaten bu yüzden masada oturmuyor muyuz?" diye sordu Uğur Tetik.

"O yüzden mi iki gün önce mekanına olan silahlı saldırıda dört tane adamın öldü?" diye sordum Uğur'a. "Sen de Cenk Tekir'le iş birliği yapmaya devam ettiğin sürece tehlikedesin. Masanın üyeleri olduğunuz için güvenliğinizi sağlıyoruz yoksa buradaki kimsenin yaşayıp yaşamaması umrumuzda değil. Masanın işini aksatacak, taş koyacak herhangi bir şey yapanın kafasına sıkarım" diye de ekledim. son söylediklerimi İhsan, Uğur ve Baran'a bakarak söylemiştim. Mesaj da yerine gayet net ulaşmıştı.

"Eyvallah" dedi Fırat, bu gün sessizdi.

"Toplantı bitmiştir!" dedim ayağa kalkarken.

"Altay Koral'ın hoşgeldin partisini ne zaman yapacağız?" diye sordu Zafer.

"Yarın akşam değil sonraki için ayarlanacak ve size mesaj olarak bildirilecek" dedim.

"Kimler olacak parti de?" diye sordu Uğur Tetik.

"Her zaman kimler oluyorsa onlar" dedim ve kapıya yürüyüp çıktım büyük salondan.

"Alptekin, konuşalım mı?" diye sordu Mustafa.

"Konuşalım ama yolda çıkalım şuradan" dedim ve arabaya doğru yürüdüm. Can'ın bana açtığı kapıdan içeri girdim. Mustafa da yanıma oturdu ve çıktık yola.

"İyi misin?" diye sordu Mustafa.

"İyiyim" dedim.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu.

"Eda'yla Yusuf'un yanına  gideceğim" dedim. Evden çıkarken Yusuf'u aramıştım. Sizinle bir şey konuşmak istiyorum demiştim, çok yanaşmasa da kabul etmek zorunda kalmıştı.

"Yaşadığını mı söyleyeceksin?" diye sordu.

"Evet en çok onların bilmeye hakkı var, belki biliyorlardır bilmiyorum" dedim.

"Yanında gelmeli miyim?" diye sordu.

"Hayır" dedim tek kelimeyle. Eda'yı görmeye hazır mıydı?

"Arabada bekleyeceğim o zaman" dedi Mustafa. Başımı salladım. "Ne olacak şimdi?" diye sordu.

"Ne olacak karşıma çıkmak isteyene kadar bekleyeceğim, ihtiyar öğrendiğimi söyleyecektir" dedim camdan dışarı başımı çevirdim.

"İhtiyar niye saklamış dört yıldır?" diye sordu Mustafa.

"Kendini öldürmekle tehdit etmiş" dedim.

"Ne yapmış dört yıl boyunca?" diye sordu, sordu da ben biliyor muydum ki?

"Bilmiyorum" dedim.

"Mezarlıktaymışsın akşam" dedi.

"Yaşadığını öğrendiğimde de gidecek başka bir yerim yoktu, yine ona gittim" dedim başımı hafifçe sallarken.

"Mezarı ne yapacaksın?" diye sordu.

"Gözlerimle göreyim yaşadığını, ellerimle bozacağım" dedim, zaten bunları düşünmüşken.

"Sırası mı bilmiyorum ama Rusya'daki şirketin ortaklığını bozarsan inşaat otomatik olarak Yerlikaya Holding'e geçecek. Zarar %100 olacak" dedi.

"Rogov halleder" dedim.

"Rogov'un halledemeyeceği kadar kötü durum" dedi.

"İhtiyar'ı ara konuş Mustafa" dedim yüzümü ona dönerken o da farkındaydı umurumda olmadığının.

"Eyvallah" dedi.

🌑

Eda ve Yusuf beni Yusuf'un evinin bahçesinde bekliyorlardı. Bahçe kapısını açıp içeri girdim. Ayaklandılar, bu bana saygı duyduklarından değil evlerine misafir geldiği içindi.

"Merhaba" dedim sadece.

"Merhaba" dedi Eda, Yusuf sessiz kalandı.

"Nasılsınız?" diye sordum. İkiside bana endişeli gözlerle bakıyordu.

"İyiyiz sen nasılsın?" diye sordu Yusuf. Gözlerinde beni öldürmek isteyen bir bakış vardı. Hakkıydı da.

"İyiyim, sizle bir şey konuşmak istiyordum o yüzden rahatsız ettim" dedim ikisininde gözlerine baktım.

"Seni dinliyoruz" dedi Eda.

"Karım" yutkundum "Karım, yaşıyormuş" dedim. Gözleri doldu ikisininde.

"Neredeymiş? Nare nerede?" diye sordu Yusuf.

"Bilmiyorum, ben de bu gün öğlen öğrendim yaşadığını" dedim. Eda'nın gözlerinden akan yaşlarla birlikte gülümsemesi, Yusuf'un elini ayağını koyacak yer bulamaması bilmediklerini gösteriyordu. "Gerçekten haberiniz yok muydu?" diye sordum.

"Yoktu! Ama olsaydı da sana hiçbir şey söylemezdik. Sen bunu bilmeyi bile hak etmiyorsun çünkü" dedi Yusuf.

"O da böyle düşünmüş" dedim Yusuf'a bakarken. "Tamam ben hak etmiyordum, size neden söylemedi? Siz bilmiyor olamazsınız" dedim. Yusuf üzerime yürüdü.

"Bilmiyorduk şimdi yaşadığına sevineceğiz. Bize neden söylemediğine gelince.. Onu soracağız" dedi Eda, bir yandan Yusuf'u tutuyordu.

"Sana ne lan ayrıca söylemek istemedi söylemedi! Bizim için bir şey ifade etmiyor yaşıyor olması bizim için yeterli" dedi Yusuf. Gözleri dolu dolu, kendini zor tutuyordu. O gün tutmamıştı, ben karşılık vermedim, hiçbir zamanda vermeyi düşünmüyordum.

"Nerede bulabiliriz onu?" diye sordu Eda.

"Artık yaşadığını bildiğimizi biliyor, o bizle görüşmek isteyene kadar bekleyeceğiz sanırım" dedim emin de değildim, kendimi de işin içine katmıştım ama beni görmek istemeyeceğini biliyordum ben.

"Sana ulaşırsa-"

"Bana ulaşmayacaktır Eda, size ulaşırsa sen haber verir misin bana? Sadece bilmek istiyorum" dedim. Gözlerinden akan yaşları sildi.

"Elbette, ulaşırsa haber vereceğim ama buluşmak isterse sana mekanı söyleyemem" dedi Eda.

"Sorun değil sizinle iletişime geçip geçmediğini haber verseniz yeter" dedim. Kapıya doğru hareketlendim ve arabanın içinden Mustafa indi. Eda'nın bende olan bakışları artık Mustafa'daydı.

"Bu korkak piçin burada ne işi var?" diye bağırdı Yusuf.

"Sakinleş Yusuf, benim için burada" dedim, Mustafa'ya doğru atıldı.

"Konuşmaya geldiyse söyler misin benim konuşacak bir şeyim kalmadı" dedi Eda.

"Seninle konuşmaya gelmedi ama onu bir kere dinle" dedim. Kendi hayatımla birlikte onunkini de mahvetmiştim.

"Kimseyi dinlemek istemiyorum zaten artık gerekte yok" dedi Eda.

"Eyvallah" dedim ve arabaya bindim.

"Gelmemeliydim" dedi Mustafa.

"Görmek için can atmıyor muydun? Sanki her gün eve giderken takip etmiyormuşsun gibi" dedim. O günden sonra Mustafa Eda'yı her gün uzaktan izledi. Beni satmak istemiyordu, sevdiği kadından da vazgeçemiyordu. Yıllardır uzaktan sevmeye devam etti. O günden sonra belki ilk defa çıktı karşısına.

Bir kere daha çıkmıştı.

"Bilmiyor en azından" dedi Mustafa.

"Konuşmak istemiyor" dedim ona bakarken.

"Ben de karşısına çıkmak istemiyorum zaten" dedi önüne dönerken.

"Keşke sevdiğin kadını seçseydin" dedim ona bakarken.

"Ben bir seçim yapmadım, yapsaydım da seni seçerdim" dedi gülerek.

"Siktir git" dedim.

🌑

Eve geldim, Can dediğim işi halletmek için çıktı, Hakan, İhsan'ı korkutmak için çıktı ve başıma Berkay'ı dikti. Bahçeye indim, gelir tablolarına, fabrikayla ilgili bazı sorunlara bakıyordum. Deliriyor muydum?

"Abi" dedi Berkay.

"Söyle" dedim ona bakmadan.

"Bir şey söyleyeceğim" dedi.

"Söylesene olum ne kıvranıyorsun?" dedim gözlerimi ona çıkarırken.

"Abi Cem geldi" dedi.

"Gözüm görmesin demiştim onu" dedim Berkay'a bakarken.

"Abi bir şey söyleyecekmiş çok ısrar etti" dedi Berkay.

"Al içeri ama ölebileceğini bilerek girsin içeri" diye ekledim.

"Eyvallah abi" dedi uzaklaştı. İki dakika sonra Cem geldi karşıma.

"Abi" dedi Cem. Bu çocuğu görmek bana o günü hatırlatıyordu hep.

"Niye geldin?" diye sordum direkt.

"Abi, ben affedemiyorum kendimi" dedi. Gözlerinin altı morarmıştı.

"Affetmemelisin zaten, sevdiğin kadını aldılar ellerinden" dedim ona nefret dolu bakıyordum. Çünkü Işık ona emanetti. Emanete hıyanet eden adamla konuşacak bir şeyim yoktu.

Karım da bana emanetti.

"Abi bırak bir kere özür dileyeyim, bir kere af dileyeyim ne olur. Işık'sız yaşayamıyorum" dedi Cem. Sinirlerimle oynuyordu.

"Görürsen dilersin" dedim elimdeki kağıtlara eğdim başımı. Cem dizlerinin üzerine çöktü.

"Abi, sen benim abimsin. Yapma ne olur. Yalvarıyorum. Sen bize kimseye yalvarmamayı öğreten adamsın, bak ayaklarına kapanıyorum ne olur bir kere" dedi ağlamaya başladı.

"Işık gelmiyor dört yıldır" dedim ona.

"Ben gideyim abi yanına, vallahi on metre yakınına yaklaşmayacağım" dedi gözünden akanları sildi.

"Şimdi git, Berkay sana mesaj atacak yerini" dedim.

"Abi, abim. İyi ki benim abimsin. Eyvallah abi, eyvallah" dedi Cem.

"Bir şartla, geri gelirken Işık'ı da getireceksin" dedim.

"Gelir mi abi?" diye sordu.

"Onu da sen bileceksin" dedim. "Defol şimdi gözüm seni görmesin" diye ekledim.

Saatler oldu, burada kağıtlarla boğuşurken. Sabah'a karşı 04:45'di saat. Kendimi çalışmaya verip düşünmemeye çalışıyordum. Aklımdan çıkmıyordu ama görmezden gelmeye çalışıyordum. Kafamın içinde sürekli gözlerini bir daha görebilecek miyim sorusu dönüp duruyordu. Cevap veremiyordum.

"Abi" dedi biri bu ses Can'a aitti. Gözlerimi açtım.

"Efendim" dedim.

"Abi bir adam getirdim, garaja aldık. Bence senin konuşman gerekiyor" dedi. Tedirgindi.

"Ne öğrendin?" diye sordum.

"Abi kendin duysan daha iyi olur" dedi. Kalktım yerimden ve garaja girdim, tamirhaneye indirmiş. Merdivenleri yavaş ve telaşsız adımlarla indim. Bir adamı bağlamışlardı ve adam yaşlıydı.

"Kim olduğunuzla başlayalım" dedim adama doğru yürürken karşısına bir sandalye çektim ve oturdum.

"Nevzat ben" dedi sesi titriyordu belli ki korkuyordu.

"Adamım sizi boşuna alıp gelmemiştir, buyurun ne anlatacağınızı bir duyalım" dedim ona bakarken. 50'lerin ortalarında, saçları beyazlamış, yüzü kırışmış bir adamdı.

"Alev Arslan" dedi adam korkuyla "Alev Arslan'ın bir kızı daha vardı ama babası Doğan Arslan değildi" dedi gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bu gün çok gözyaşı görmüştüm. Ve adamın söylediklerini tahmin edebiliyordum. Kolyeyi ilk gördüğümde aklıma gelen şey başıma geliyordu.

"Başka?" diye sordum. Arkama yaslanmış, kollarımı da göğsümde bağlamıştım.

"Alev, Doğan'la evlenmeden önce çok sevdiği bir sevdalısı vardı ama vermediler Alev'i o adama. Sonra Alev, Doğan'la evlendi çocukları oldu. Çok güzel bir hayatları vardı. Alev, Doğan'ı seviyordu artık. Yıllar onun duygularını değiştirmişti ya da herkes öyle zannetti. Leyla dört yaşındayken onu bir anaokuluna götürüyordu. Orada yıllar sonra sevdiği adamı gördü, adam da onu gördü. İkisi de veliydi. Adam oğlunu, Leyla'da kızını getirmişti. Ben bunları nasıl mı biliyorum? Alev'in babası beni onu takip edeyim diye tutmuştu, Alev'in korumasıydım. Her hareketini bildiriyordum ama o gün. O adamla birlikte oradan ayrıldığını söylemedim. O gün o adamla gitti Alev, bir ay sonra da hamileyim dedi herkese. Ben şüphelendim ama konduramadım. O gün sadece konuşmaya gittiklerini düşündüm. Durum öyle değilmiş. Alev o gün adamla birlikte olmuş ve hamile kalmış. Doğan bebeği kendisinden sanıyordu. Alev doğumda ölmeden önce kızının adını koyduğu bir kıyafet vardı hastane çantasında. Çantanın içine bakmıştım. Neydi kızının adı? Nilüfer miydi?"

"Nare mi?" diye sordum korkarak.

"Evet! Nare, şimdi hatırladım. İsmi garip gelmişti. Doğan bey ne derse tamam demişti öncelerde. Doğan bey adını başka bir şey koymak istediğinde karşı geldi ilk defa. Hatta kızına adının işlenmiş olduğu bir hastane seti yaptırmıştı" dedi nefes nefese.

Daha kötüsü olmaz derken hep daha kötüsü oluyordu. Yavuz bu yüzden mi yakınlık hissediyordu? Gözlerim doldu.

"O hemşireyle anlaşmış, çocuğun babası. Alev öldüğünde anne kokusunu alsın diye bir kere çocuğu Alev'in cansız bedenine yaklaştırdılar. Sonra da hemşire Doğan'a çocuk öldü dedi. Başka ölü doğan çocuğu götürdüler Doğan'a. Doğan hem ölen karısına ağladı, hem çocuğuna." dedi gözleri doldu ağlıyordu.

Yakınında mıydı? Yavuz'un benim düşmanım olması, karımın abisi çıkması.. Tesadüf müydü? Bu yüzden miydi Yavuz'a tatlı tatlı konuşması.. Çok kıskanmıştım. Abisi miydi Yavuz? O yüzden mi hiç kıyamıyordu Yavuz'a.

"Hemşire çocuğu mecbur hastane çantasındaki kıyafetleri giydirip, bir çöpün yanına bırakmış. Bulanlarda çocuğu yetimhaneye vermiş. Ben Doğan beye söylemeyi çok düşündüm ama benim değilmiş deyip çocuğa bir fenalık yapar mı bilemedim. Korktum. Söyleyemedim, bir süre uzaktan izledim yetimhaneyi sonra çocuğun izini kaybettim" dedi ağlaya ağlaya.

"Yazık değil miydi o küçücük bebeğe madem biliyordun, Alev'in ailesine niye bildirmedin lan durumu! Bir tane bebeğin hayatı söz konusuydu! Üstelik adı sanı olan, çocuklara değer veren bir aileydi! Söyleseydin o  bebeği oralarda bırakırlar mıydı?" diye bağırdım. Canım çok yanıyordu. Yaşayabileceği çok güzel bir hayat varken buna mahkum edilmesi benim canımı çok yakıyordu. Yavuz'un Leyla'nın yaşadığı hayatı düşününce.. Karımı mahkum ettikleri hayat beni deli ediyordu.

"Söyleyecektim ama babası öğrendi bildiğimi ve tehdit etti beni. Birine söylersen öldürürüm seni dedi. Korktum" dedi kocaman adam ağlıyordu karşımda.

"Bebeğin babası kim?" diye sordum.

Karımın babası kimdi?

"Söyleyemem" dedi adam korku içinde.

"Söylemezsen ben öldürürüm seni" dedim sinirle adamın üzerine yürürken.

"Öldür! Yaşamak istemiyorum ben artık bu vicdan azabıyla" dedi. Silahımı çıkardım belimden.. Üzerinde kuş işlemesi olan ve NÇ yazan silahımı.

"Bu silah kimin biliyor musun?" diye sordum adama yürürken. "Bir ailesi olmasına rağmen yıllarca hayatını yetimhane de geçiren o kız çocuğunun! Şimdi sen onun silahıyla öleceksin" dedim silahı şakağına dayarken. Adam gözlerinden akan yaşlara rağmen bir cevap vermedi bana ve gözlerini kapattı.

O ölmeye hazırdı, ben de öldürmeye.

Babası da ellerimde can verecek! Önce kızının ayaklarına kapacak, af dilenecek sonra da ona bunu yaşattığı için bedelini ödeyecek.

Benim karım, kimsesiz değil.

Continue Reading

You'll Also Like

656 54 12
"Beni sen değiştirdin Eylül, geldin ve bütün düzenimi altüst ettin." ... "Yine ve yine söylüyorum güzelim beni sen değiştirdin, geldin ve benim kader...
67.7K 7.2K 39
@yetişkin içerik Ya aşık olduğunuz adam size daha önce bir kez daha aşık olmuşsa tepkiniz ne olurdu? Bu korkunç olsalıklar zincirinin bedeli...
710K 22.1K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
32.7K 1.6K 10
İntikam hırsı bir insanı en yavaş öldüren zehirdir. |°| Ben Sevda. Bir tek adı doğru Sevda... Hiç bilmeden kanlı ellerden kaçan ama en sonunda o kanl...