ELIYS (+18)

By nursenturanli

156K 9.2K 4.3K

Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye ne... More

UYUYAN GÜZEL
ÇİLEKLİ PASTA
KABUS
UYANIŞ
ŞİZOFREN
KIZIL VAZO
GİRDAP
KAPI
SİS
SANDIK
EFİRUS
KÜKÜRT
AYNADA Kİ YANSIMA
DERİN KORKU
KAYIP TABLO
BİLİNÇ
HİÇLİK
NEFRETİN İLK TOHUMU
BEDEL
BROŞ
Sızı
KARANLIK YÜZ
İLK ADIM
DÜĞÜN 1.
DÜĞÜN. 2
IZDIRAP
AMADEOS MOZART
1.KISIM SIR SARMALI
2. KISIM BASKI
3.KISIM UÇURUM
ŞAH VE MAT
HASAT VAKTİ
Dönüş 1
Ölüme Çeyrek Kala
Yalanlar Ve Gerçekler
ANAHTAR
Geçmişin Tozları
SON ELIYS
Elyıs Başlangıç
İlk Ateş
Güç Oyunları
Ayrılık
Savaş
Madalyon
İNANÇ
KİM SİN SEN?
Zehirli Elmalar
YILAN OTU
ZEHRİ AŞK
Mecuz
LANET
DÜĞÜN

KADER AĞI

1.4K 96 49
By nursenturanli

Savaşın ardından Elıys, babası Alagos'un sarayına gitmiş, iyi olduğundan emin olana dek orada kalmayı tercih etmişti. Alagos günlerce baygın kalarak ağır hastalığının pençesinde savaş veriyordu. Artonya ülkesi ise bu kazanılan zaferi büyük bir çoşkuyla kutluyor, her köşede eğlenceler kutlanıyordu. Herkesin dilinde prenses Elıys konuşulurken, halk artık onu ilahlaştırarak gerçek anlamda bir tanrıça olduğunu düşünüyordu.

Çivar ülkelerin kral ve kraliçeleri Saraya akın ediyor bu zaferin sevinçini paylaşıyordular. Dahası Artonya'nın gücünü anlamış ve Kral Alagos ile iyi geçinmek adına yapılan ziyaretlerdi bunlar. Öyle ya, aynı şey onlarında başına gelebilir ve bir sabah uyandıklarında ülkeleri Elıys tarafından işgal edilebilirdi.

Yasalar ve kurallar Elıys'ın pek de umurunda değildi. Bu artık herkesce bilinen bir şeydi. Elıys ise sadece babası ile ilgili konuşuyor ve odasından hiç çıkmıyordu. Dübryan ise sağlığına kavuşmuş, hayati tehlikeyi tamamen atlatmıştı. Rikko bu güzel haberi prenses ile paylaşmak isteyip koşarak prensesin yanına gider.

"Efendim, Dübryan kendine geldi. Durumu gayet iyi!"

Rikko'nun heyecanlı ve neşeli halinin aksine, Elıys sert, ciddi ifadesi ile odasındaki koltuğunda oturmuş düşünüyordu. Bu haber onu bir nebze bile değiştirmemişti. Rikko'nun yüzene dahi bakmadan:

"Biliyor musun Rikko? affedemiyeceğim bir şey varsa, o da emrime karşı itatsizlik! Sana hücum emrini kim verdi!?"

Rikko anlık bir affalamayla:

"Efendim, siz yoktunuz ve durum ciddiydi. Bir karar almam gerekiyordu"

Elıys ayağı kalkarak tam Rikko'nun karşısına geçti. Ona o kadar yakındı ki Rikko onun soluğunu yüzünde hissediyordu.

"Demek karar vermen gerekiyordu? Şimdi tekrar soruyorum, Sana bu karar yetkisini kim verdi!?"

Rikko ürpermişti. Onu ürküten şey Elıys'ın yüzündeki garip ifadeydi. Boynunda tuhaf bir morluk görmüş ve gözlerine yerleşen korkunç öfkeyi görmüştü. Daha önce tanıdık olmayan bir şey vardı o gözlerde. Rikko iri cüssesine karşı korkarak, geri geri birkaç küçük adım atmaya başladı. O geri gittikçe Elıys ona daha da yaklaşıyordu. Karşısında olan kadın bir başkasıydı sanki. Elıys aniden avucunu açtı ve elini Rikko'nun boynuna yapıştırdı. Onu ağır ağır yukarı doğru kaldırdı. Bu nasıl mümkün olabilirdi? O iri cüsseli dev gibi adamı nasıl oluyorda tek eliyle kaldırabiliyordu? Rikko'nun boynunu tek eli ile kavrayarak, ağır ağır sıkmaya başladı. Öyle sert sıkıyordu ki Rikko nefessiz kalmış ve yüzünün rengi hızla morarıyordu. Yüzünü Rikko'nun yüzüne tamamen dayadı:

"Bir daha emrime itatsizlik yaparsan, seni parçalara bölerim!"

Ve tek eli ile Rikko'yu hızla yere doğru savurdu. Rikko yerde nefes almak için çırpınırken, Elıys arkasını döndü ve sanki hiçbir şey olmamış gibi kollarını birbirine bağladı. Gayet sakin bir tavır ile:

"Dübryan adına sevindim. Şimdi gidebilirsin"

Rikko korku ve dehşetle yattığı yerden kalkarak, hızla yanından ayrıldı. İlk defa yüreğinde korku hissini duymuş ve bu onu şaşkına çevirmişti. Rikko'nun hemen ardından General Eboyani prensesin odasına gelir.

"Efendim, bir çok ziyaretcimiz var. Birinin kendileri ile ilgilenmesi gerekiyor"

Ayakta, sırtı dönük halde duran prenses:

"Bir avuç aptalla uğraşacak vaktim yok"

Eboyani hahiften gülümseyerek:

"Aptal dediğiniz insanlar, krallar ve asilzadeler"

"Ne fark eder? Babam için buradayım. Onları ağırlamak için değil"

Eboyani tam arkasını dönmüştü ki Elıys'ın sorusu ile olduğu yerde kalakaldı.

"Ya yetişemeseydim General? Kral şuan ölmüş olacaktı. Üstelik pertoni denen hain köpeğin elinden. Bunu nasıl göze alabildiniz?"

Eboyani yüzünü prensese dönerek:

"Üzgünüm efendim ama bu emir bana değil, krala aitti. Gönderilen askerler sizin güvenliğiniz içindi"

Elıys öfkeyle yüzünü döndü.

"Benim güvenliğim ha! Ülkemiz tehdit altındaydı ve siz sırf beni engellemek adına bir alay asker gönderdiniz öyle mi!? O askerlere savaş meydanında ihtiyaç vardı! "

"Dediğim gibi, bu kralın arzusuydu. Onlar sizi güvenli bir yere götürmek adına gönderilmişti. Unutmayın ki Ranesi'nin İlk hedefi sizdiniz"

"Şayet adamlarınızı öldürmediysem, buna vaktim olmadığı içindi. Onların bana kaybettirdikleri zamanın telefisi şuan olmayabilir ve kral çoktan ölmüş olabilirdi! Büyük bir hataydı General, çok büyük. Yerinizde olsam bir daha asla böyle bir aptallık yapmazdım!"

General rahat tavrını takınarak:

" Bakın Prenses Elıys, ben size değil babanıza hizmet ederim. Yine olursa yine yaparım! Ancak, ne zaman ki yönetimi ele alırsınız, işte o gün size boyun eğerim"

Elıys bir süre karşısında duran onurlu adama baktı.

"Peki General, öyle olsun ama açık konuşmalıyım ki bir daha beni kontrol altında tutmaya çalışmayın! Zaten buradan ayrılış nedenim bu değil miydi? Yeri gelmişken, kralın durumu nedir?"

Eboyani'nin sert yüzü yumuşamış ve tatlı bir gülüş ile:

"Bende bunun için sizi görmek istemiştim. Kralımız kendine geldi. Durumu şimdilik gayet iyi"

Elıys başını sallayarak:

"O halde yarın gidebilirim"

"Haddim değil ama babanız tamamen iyileşene kadar kalsanız iyi olacak"

Elıys derin derin nefes aldı ve peki anlamında başını salladı. Eboyani, prensesin odasından onurlu bir halde çıktı. Elıys yeniden koltuğuna oturdu ve o günü düşündü. Ya geç kalsaydı.

***
Elıys o gün kendi askerlerini savaş meydanına göndermiş ve onlara kessin bir dille onu beklemeleri emretmişti. Askerleri yüksek tepeden savaşın hazin durumunu izlerken Elıys, Efirus ile ölüm vadisine gitmek ve iblislerin atlarını almak adına şatosunun kapısından çıktı. Avluya çıktığı an gördükleri karşısında şaşkındı, çünkü şatosunun avlusu atlı askerlerle dolup taşıyordu. Üst düzey bir subay atından inerek, prensesin önünde eğildi.

"Efendim bizler kral Alagos ve General Eboyani tarafından size hizmet amaçlı buradayız. Sizi güvenli bir yere götürmek ile görevlendirildik!"

Elıys bunun anlamını biliyor ve mecbur kalındığında askerlerin zor kullanacağınında farkındaydı. Bura da şuan için askerlerle savaşıp zaman kaybı yaşayamazdı. Yine de subayı ikna etmeye çalıştı.

" Sizlere burada değil, savaş meydanında ihtiyaç var! Sizlere emrediyorum! Derhal beni bırakın!"

Subay dizlerinin üstünden ayağıya kalktı.

"Üzgünüm efendim ama bu bir emirdir. Lütfen bizleri zor kullanmaya mecbur bırakmayın. Hemen buradan gitmeliyiz! Bizler sizin güvenliğiniz adına buradayız"

Elıys beyhude bir çaba sarfettiğini anlamış, hiç bir şekilde onları ikna edemiyeceğini biliyordu. Karşında duran subaya baktı.

" Peki ama almam gereken bazı eşyalarım var!"

Subay olur anlamında başını eğdi. Elıys yeniden şatosunun kapısından içeri girdi. Kaçacak yeri yoktu çünkü şatonun etrafı tamamen sarılmıştı. Elıys odasına girdi ve beklemeye başladı. Beklediği ise lejyoner askerleriydi. Onlar gelene dek bir şekilde zaman kazanmalıydı. Atını oraya gönderdi, çünkü Efirus'un yalnız olması demek prensesin tehdit altında olduğu anlamına geliyordu. Pek de uzakta sayılmayan binlerce özel asker, Efirus'un gelişi ile derhal şatoya doğru hızla yol aldılar. Kısa bir sürenin ardından prensesin adamları kralın askerlerinin etrafını sarmaya başladı. Prenses hepsini tutuklatarak zindana attırdı. Hiç zaman kaybetmeden atına atladı ve doğruca ölüm vadisine doğru yol aldı. Düşündüğü şey iblislerin atlarını ödünç almaktı ama maalesef bu pek de mümkün değildi. Ölüm vadisine girdiği an atları korumakla mükellef olan iblisin köpekleri etrafını hızla sarmaya başladı. Daha önce de liderlerini görmüş ve telepatik bir yolla kendisiyle konuşmuştu. Elıys yüksek sesle bağırdı.

"Liderinizi görmek istiyorum!"

O an tetikte beklemekte olan iblislerin korkunç köpekleri pusu da beklemekteydiler. Arkalarından sıyrılıp öne doğru gelen liderleri sıfatını taşıyan yaratık, ağırca Elıys'ın karşısına dikildi. Prenses lidere doğru yakınlaştı ve ona seslenerek:

"Bugün buraya sizinle bir anlaşma yapmak için geldim! Şayet iblislerin atlarını almama izin verirseniz, sizleri özgür bırakacağım!"

Bu söz üstüne lider iri gövdesini yükseltmeye başladı. Çünkü bu mümkün değildi. İblisin köpekleri Tanrılar tarafından ölüm vadisine hapsolmuş ve asla oradan çıkmalarına izin verilmiyordu. Lider bu teklif karşısında etrafını saran yaratıklara baktı. Peki ama Elıys bunu nasıl başarabilicekti. Elbette boynunda taşıdığı madalyon ile. Prensesin boynunda taşıdığı madalyonun amaçının ne olduğunu anlaması zaman almış, fakat pek de zor olmamıştı. Bu sıradan bir madalyon değil, aksine bir tılsımdı. Tanrılar tarafından yapılmış özel bir anahtardı. Lider şaşkındı çünkü onları asla bir ölümlü serbest bırakamazdı. Peki nasıl oluyorda bu ölümlü onlara bu tür bir vaad verebiliyordu. Onları etkisi altına alarak kendisine itaat etirecek ve ölüm vadisinden çıkarabilecekti. Ama bir sorun vardı ki o da bu yaratıklar ölüm vadisi dışında insan oğluna zarar veremezdi, ançak kendi türlerindeki yaratıklarla baş edebilirdiler. Elıys boynunda taşıdığı madalyonu çıkardı ve onu liderlerine doğru uzattı. Bu onlar adına iyi bir anlaşma olacak, yüzyıllardır Tanrılar tarafından hapsoldukları yerden kurtulacaktılar. Lider bunu kabul etmiş ve iblislerin atlarını almasına izin vermişti. Efirus tüm atları peşine takarak süratle oradan ayrıldı. Elıys'ın bir planı vardı. Savaşa üç cepheden saldırmayı planlıyor, Timiyano'nun ordusunu onlardan ayıracaktı. Aslında tepe de beklettiği askerleri yem olarak kullanıp, mağlubiyet gibi göstermeyi düşünüyordu. Bu da düşmanları gaflete düşürüp kazandıklarını sanarak iblisin atlarını arkalarından gönderecekti. Ama maalesef Rikko'nun tez canlı ve panik hali Elıys'ın tüm planlarını alt üst etmişti. Elıys bu savaş da aksi bir durum yaşamayı hayal dahi edemezdi. Ya Rikko yüzünden her şey ters gitseydi. Bunu düşünmek bile onu delirtmeye yetiyordu...

***
Aradan geçen iki haftanın ardından kralın sağlığı bir hayli düzelmiş ve kendini gayet iyi hissetmeye başlamıştı. Elıys'ın saray da oluşunu bilmesi bile onu iyileştirmeye yetmişti. Ama yinede hala kızı ile yüzleşmekten kaçınıyor, onunla görüşmek istemiyordu.

Kral Alagos tamamen iyileştikten sonra halkıyla konuşmak istediğini ve bu bildiriyi tüm ülkeye yayarak halkı sarayın etrafında toplamak ister. Askerler ülkenin dört bir yanına bu haberi yayarak insanları bir araya toplar. Hepsi kırallarının iyi olduğunu görmek adına akın akın toplanmak istenilen yere gelirler. Her yer insan seliyle dolmuş önde askerler ardında ise halk sabırsızlıkla krallarını beklemekteydi. Elıys adamlarını da alarak gitmek için atlarına binerler. Eboyani, Efurus'a yaklaştı ve üstünde duran prensese:

"En azından babanızın konuşmasını bekleyebilirsiniz"

Tam o anda halk çoşku ile bağırmaya başladı. Kral büyük sarayın ön kapısından görülmüştü. Kendisi için hazırlatılan locadan halkına seslenmek için hazırdı. Mahşeri kalabalığa karşın kimseden çıt çıkmıyor, herkes merakla yüce kralın onlara anlatacaklarını bekliyordu. Kral gözlerini büyük kalabalığın içinde gezindirdi ve başladı İlk cümlesine:

"Ben kral Alagos! Sağlıklı ve de gayet iyiyim! Ülkemiz adına kazanılan büyük zafer, bizlere yeni geleceğin kapılarını açacak ve bizleri daha güzel günlere taşıyacak! Bundan sonra hızla eski gücümüze kavuşarak tıpkı eskiden olduğu gibi tek güç olacağız. Bu savaş ile bunun ilk adımını attık! "

Elıys atının üstünden sessizce babasının konuşmasını dinliyordu. Adamlarına baktı ve gitmek için hazırlanıyordu ki babasının bir kelimesi onu durdurdu.

" Bugün! burada bulunan kızım olan prenses Elıys, bu büyük zaferde en etkin rolü oynamış ve bizlere büyük bir zafer bahşetmiştir! Şayet şuan burada isek, bunun tek sebebi prensesin ta kendisidir! Bugünden sonra aldığım yeni karar ile açıklıyorum ki bundan böyle, tüm orduların baş Generali ve devletin en başında, benden sonra gelen tek isim, yine prenses Elıys'dır! "

Kral Alagos artık kızına güvenmesi gerektiğini anlamış ve bunu da tüm halkın gözleri önünde kendi ağzıyla herkese ve kızına beyan etmişti. Elıys bu durum karşısında şaşkınlığını gizleyemiyor ve dikkatle babası Alagos'u dinliyordu. Eboyani gülümsedi ve yeniden prensese yaklaşarak:

"Size hizmet etmek benim için onurdur, General Elıys!"

Elıys atından indi ve büyük bir gurur ile meydana doğru yürümeye başladı. Eboyani başta olmak üzere Ranesi'nin, Timiyano'nun ve de Alagos'un tüm orduları bir araya toplanarak, onun önünde diz çöktüler. Evet o artık tüm krallıkların yegane büyük generaliydi. Halk bu durumu sevinç ile karşılayarak:

"Elıys! Elyıs! Elyıs!"

Nidaları ile mutluluklarını dile getiriyor, çoşkuları bir bayram havası içinde her yeri inletiyordu. Evet Elıys artık bir General ve kraldan sonra gelen tek iktidardı. İstediği sonunda gerçekleşmiş, bundan sonra gireceği tüm savaşları legal bir halde sürdürebilecekti. Ama asıl onu mutlu eden şey, babasının güvenini kazanmış olmasıydı. Alagos bu durumdan gayet memnundu, çünkü artık kızından ayrı kalmak zorunda kalmadan onunla yeniden bir arada yaşayabilecekti.

Alagos kızına hiç kimsenin sahip olamıyacağı bir mertebe vermiş ve prensese ne kadar çok güvendiğini başta Elıys olmak üzere tüm dünyaya ispatlamıştı. Eboyani ayağı kalktı ve prensese sokularak:

"Artık size ittat etmek zorundayım prensesim. Babanız ile yüzleşmeye hazır mısınız?"

Elıys etrafına şöyle bir bakındı uzun, siyah pelerinini geriye çekti. Ve baskın adımlar ile saraya doğru yürüdü. Babasının odasına vardığında hala ne söyleyeceğini bilemiyordu. Kapı da duran muhafız kapıyı açtı ve prenses içeri doğru küçük adımlarla ilerledi. Kral Alagos, gösterişli koltuğunda tıpkı eski günlerde olduğu gibi heybetle oturuyordu. Kral özlem dolu bakışlarla kızını izledi.

"Hatırlıyor musun Elıys? Küçükken korktuğun zamanlarda hep buraya gelirdin. O zamanlar sana hep kızardım ama içimden hep gelmeni isterdim. Sen benim kalbimi rahatlatan tek şeydin. Ne kadar da küçük ve savunmasızdın. Korkuyla bana sarıldığın geceleri hatırlıyorum. Aslında gerçek anlamda hiç korkmuyordun, sadece sığınacak bir liman istiyordun. Bana sokuluşunun nedeni korku değildi, güven duygusudu. Oysaki korkan bendim, sevmekten korkuyordum. Üzgünüm, bunu anlamam çok geç oldu. Sen her zaman farklıydın, işte beni ürküten buydu. Hep sağlıklı bir erkek veliaht istedim, yeri geldi tanrılara dahi isyan ettim.
Oysaki onlar zaten bana eşi benzeri olmayan bir veliaht sunmuştular. Sen! dünya yüzeyinde içimde sevgi barındıran tek varlıksın"

Elıys sakince babasını dinliyor, buna karşı hiç bir tepki vermiyordu. Kral oturduğu koltuğundan kalktı ve ona doğru yürüdü.

"Beni affet Elıys. Aldığın her kararda yanında olacağım. Ne yaparsan yap, asla sorgulanmıyacak. Sana Tanrılar adına söz veriyorum"

Elıys küçük bir kız masumiyeti ile:

"Bir şartla efendim. Unutmayın ki sizin benden başka bir çocuğunuz daha var. Onu tanımaya çalışın. Büyüdüğü zaman sizden nefret etmesini istemiyorum. Çünkü beni ondan uzaklaştıran tek neden bu olur"

Kral kızının narin ellerini avuçlarının arasına aldı ve ona bir baba şefkati ile gülümsedi.

***
Rikko ise düşünceli bir halde Dübryan'ın yanına giderek suskun, durgun bir halde oturur. Dübryan, Rikko'nun bu haline alışkın olmadığından garipseyerek ona bakar.

"Sorun nedir dostum? Seni böyle düşündüren de ne?"

Dübryan'ın sorusu karşısında Rikko anlamsız ifade ile ona baktı. Rikko'nun asık suratı hala düşüncelere dalıp gidiyordu. Dübryan ciddi bir durum olduğunu anlayarak:

"Neyin var Rikko? Sorun nedir!?"

Rikko garipti ve Dübryan onu daha önce hiç böyle görmemişti. Rikko bir ara başını kaldırarak:

"Prenses Elıys, o düşündüğümüz gibi biri olmayabilir"

Dübryan bu söz üstüne daha da endişelerek:

"Rikko sorun ne!? Bu da ne demek oluyor? "

"Bilmiyorum Dübryan ama onun bir insan olamıyacağını düşünüyorum. Yani nasıl desem, o Tanrılardan olabilir"

Dübryan kahkahalarla gülmeye başladı.

"Dostum sanırım sende yara almışsın. O Kral Alagos'un kızı, nasıl bir Tarılardan olabilir?"

Rikko başını salladı.

"Haklısın. Şayet kralın kızı olmasaydı, onun tanrıca olduğuna yemin edebilirdim"

"Elbette kızı ve hiç bir baba Kral Alagos kadar şanslı olmadı "

Rikko, Elıys ile yaşadığı hadiseden dolayı bir hayli sarsılmış, bazı şeyleri sorgulamaya başlamıştı. Haklıydı, ançak Tanrılar bu kadar güçlü ve zeki olabilirdi...

***
O günden sonra tıpkı Elıys'ın dediği gibi tüm sistem değişmiş, prenses ülkeye farklı yenilikler ve yasalar getirmeye başlamıştı. Bir çok devlet adamını yargılayıp zindana atırmıştı. Elbette Önceliği iki yüzlü brokratlardı. Hepsini bir bir tutuklatıp idam edilerek ölmelerini emretti. Özellikle savaştan korktukları için ailelerini kaçırtan senetör ve ülkenin yönetiminde bulunun tüm saygın kişileri. Tabiki Vali Petras'ı da unutmamıştı. Kral kızının her kararına saygı duyuyor ve sessiz kalıyordu. Tıpkı dediği gibi Evılyn en yakın adamlarından biri olmuş ve sırf damadı olduğu için General Septa, idamdan kurtulmuştu.
Elıys tüm orduların ve kısmende olsa, krallığın tüm komutasını ele almıştı.

Yapılan son savaşın ardından, ordu gücü yüz binlere katlanmıştı. Kısa bir süre içinde yüzbinlerce ordunun İlk ve tek kadın genaral ünvanınıda almıştı. Ordusu ne derece büyümüş olsa da yirmişbeş kişilik gladyatör ekibi hep Elıys'ın en yakınında duruyor ona olan sadakat yeminlerine hala ilk günkü gibi sadık kalıyordular. Eboyani ise ikinci Genaral olarak yerini almış ve bu durum onu hiçbir şekilde değiştirmemişti. Elbette birçok yeni ve donanımlı generaller de yine Elıys tarafından görevlendirilimşti. Prenses Elıys yeni idarecilerini asil ve soylu kişilerin yerine, işi bilen ve adı sanı bilinmeyen kişilerden seçmişti. Bu sebepten daha şimdiden aristokratların nefretini çoktan kazanmıştı.
Artık Elıys için tüm olanaklar ayaklarının altındaydı. Büyük hırsı için savaşmalı ve neredeyse tüm dünyaya savaş açmalıydı. Fetihler ve zaferler onu bekliyordu.
Bir yıl sonra Elıys için yeni bir dönem başlamış ve korkusuz büyük orduları ile Matiya savaşlarını başlatmıştı.

Matiya'nın anlamı kayıtsız, şartsız savaş anlamlıydı. Gerekce bikdirmeksizin saldıracak ve istediği her ülkeyi ele geçirecekti.

Dediği gibi de olmuş, tüm krallıklara birer mektup göndererek teslim olma çağrısında bulunmuştu. Kabul etmeyenleri ise kessin bir dille savaş tercihini sunmuştu. Bazı krallıklar savaşmak istemeyip kendisine vergi ödemek isteselerde, kabul etmeyerek gönderilen elçilerin kellelerini cevap niteliğinde kendilerine geri göndermişti.

Petlan ülkesinin kralı olan Düfsay civar ülkelerin elçilerinin başına gelenleri duymuş ve bunun için oğulları olan prens somy ve Latay'ı antlaşma amaçı ile prenses Elıys'a göndermeyi uygun görmüştü. Sonuçta bürokrasi gereği onların dokunulmazlığı vardı ve elçi olarak gönderilen kraliyet üyelerine dokunamazdılar.
İki oğlunu prenses Elıys'a göndererek bir şekilde yapıcı bir anlaşma yapacağını umarak, Elıys'ın savaş düşüncesini kırmayı planlıyordu. Aslen buna da mecburdu, çünkü Artonya krallığına baş gelebilecek güce sahip değildi. Elıys'ın büyük ve korkusuz orduları herkesce biliniyor ve kimse
savaş riskini göze alamazdı.

Prens Somey ve Latay Artonya krallığına gelerek prenses ile görüşmek istediklerini belirttiler. Elıys büyük salonda kendilerini beklemekteydi. İki kardeş olan Somey ve Latay icra salonuna alınarak prenses Elıys'ın huzuruna çıkarttıldılar. Elıys babası Kral Alagos'un tahtında oturmuş ve gayet rahat tavrıyla dikkat çekiyordu. Sağında Evılyn, solunda ise Dübryan durmaktaydı. İki kardeş bu kötü karşılamadan her ne kadar rahatsız olmuş olsalardı, ülkelerinin geleceği için üstünde durmayarak sessiz kaldılar.

Büyük kardeş olan Somey bir adım ileri atılarak prensesin önünde saygıyla eğildi. Elıys net bakışlarıyla konuşması yönünde direktif vererek:

"Dinliyorum!"

Somey prensesin etrafında duran kişilere bir göz atarak söze başladı.

"Ben kral Düfsay'ın büyük oğlu Prens Somey. Buraya sizinle bir anlaşma yapmak adına kralımız tarafından gönderildim. Size istediğiniz miktarda vergi ödeyeceğimiz teminatını veriyorum. Karşılığında ise bize ve halkımıza dokunmamanız teminatını istiyoruz"

O bu konuşmayı yaptığı Sırada Evılyn gülümserken somey'in dikkatini çekti. Evılyn aniden ciddileşerek:

"Sizce mesele paramı sanıyor sunuz?"

Somey karşısındaki kişinin ünvanını öğrenmek istercesine:

"Siz kim siniz? Bir Prens ile bu şekilde konuştuğunuza göre, ünvanınızı bilmem gerekiyor!"

Evılyn'ın alaycı tavrı onu fazlasıyla germiş ve ikisi arasında gelişen restleşmeyi Elıys oturduğu yerden sessizce dinlemekteydi. Elıys birden elini kaldırarak:

"Sözü fazla uzatmıyacağım. Anlaşma yok!"

Somey'in kardeşi olan Prens Latay abisi kadar sabırlı ve kibar değildi malesef.

"Elbette! unutmuşuz, sizin gibi haydutlardan siyasi bir ahlak bekleyemeyiz!"

O an tüm salon buz kesmiş ve herkes olduğu yerde donup kalmıştı. Herkesin aksine Elıys gayet sakin ve rahattı. Ufak bir tebessüm ile tahtından kalktı ve Latay'ın yanına sokulup:

"Haklısınız, pek siyasi ahlakım yok ve hatta hiç ahlakım yok diyebilirim. Anlaşma yok! Kralınızın benim için göndermiş olduğu hediyelere karşın, bende kendisine iki hediye göndermek istiyorum. Hediyem ise, ikinizinde kellesi olacaktır!"

Ve ardından sırtını dönerek askerlerine baktı.

" Öldürün onları! "

Büyük kardeş olan Prens Somey, Elıys'ın ardından yüksek sesle bağırdı.

" Prenses Elıys! Bize dokunamazsınız! Bizler kraliyet üyesiyiz ve kral Düfsay'ın oğullarıyız! "

Elıys yüzünü dahi dönmeden:

" Olabilir! Ama benim oğullarım değilsiniz! Öldürün! "

Ve ardına dahi bakmadan oradan ayrılır. Kral Düfsayn'a iki oğlununda kellesi gönderilir. Kral çuvalları açıpta içinde oğullarının kesik başlarını gördüğü an, çılgına dönerek avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar.

" Tanrılar adına yemin ediyorum ki senin tüm uzuvlarını bir bir ayırıp köpeklere yedireceğim! Tanrıların laneti ebediyen senin üstünde olsun Elıys!"

Artık geri dönüş yoktu. Elıys tüm krallıklara meydan okumuş ve Matiya savaşlarının sıtardını vermişti. Yüzbinlerce ordusuyla gözünün gördüğü her yere ayak basıyor ve büyük bir kaos ortamı yaratıyordu. Bulunduğu her yere ölüm ve dehşet saçıyordu. Hiç kimse onun amansız gazabından kurtulamıyordu. Tüm köy ve kasabaları ateşe verip, onlara karşı gelen herkesi acımadan öldürüyordular.
Elıys ve ordusu yıllarca savaşlardan savaşlara koşturup durdu ve her defasında, yeni zaferlerle ülkelerine geri dönüyordular. Zaman aktıkça Elıys daha katı, daha acımasız ve daha da öfke dolu oluyordu. Artonya krallığı artık sadece bir krallık olmaktan çıkmıştı. Kral Alagos, kızının zaferleri sayesinde tüm krallıkların tek hakimi olmuştu. Elıys insanlara öylesine korku salmıştı ki yüce krallar dahi onun önünde diz çöküp merhamet dilenir hale gelmişti.
Zalimliği ve taş kalbi insanların korkulu rüyası olmuştu. Kimse onun karşısında konuşamıyor, haklı dahi olsa kendini savunamıyordu. Onun bu hali iblisleri bile ürkütüyordu.
Elıys neredeyse yılın tamamını savaşlarda geçiriyordu. Yirmibeş yaşında olmasına karşın neredeyse tüm krallıklara hükmeden bir prensesdi artık.
Onun merhamet beslediği tek kişi babası ve kardeşi Ediyorin'di. Onlara olan sevgisi asla ama asla tartışılmazdı. Sarayda olduğu zamanlarda genelde Ediyorin ile vakit geçiyordu. Alagos ise kızı ile gurur duyuyor bunu da fazlasıyla gösteriyordu. Kızı sayesinde hiç bir kralın yapamadığını yapmıştı.

Artonya, büyük krallık ve tek varis prenses Elıys...

Elıys her ne kadar çok yer feth ederse etsin, asla durmasını bilmiyordu. Bir sabah kendi sarayında henüz gün doğmadan uyandı. Garip bir huzursuzluk vardı içinde. Büyük, gösterişli yatağından kalkıp penceresine doğru yöneldi. Hava da tuhaf bir hal vardı. Bir süre ufukta görünen kızıllığa dalıp gitti. Bir ara balkonda dikkatini çeken bir durum farketti. İki karga yaralı bir güverçinin etini didikliyip duruyordu. Dikkatle onları izlemeye başladı. Kuşların bu tuhaf haline dalıp gitmişti. Güverçin ne kadar çok kurtulmak istese de, kargalar buna bir türlü izin vermiyordu. Güverçinin bembeyaz tüyleri tamamen kana boyanmıştı. Ve derken garip bir şey daha oldu. O iki kargadan çok daha büyük bir karga hızla uçarak yanlarına kondu. Beyaz güverçini ayaklarına alıp onu oradan kaçırırcasına götürdü.

Bu olaydan sonra tekrardan odasına geçti. İçindeki sebepsiz sıkıntı ile uzun süre dolanıp durdu, her tarafı mermer kaplı odasının içinde. Yüreğindeki ağırlıktan kurtulmak istercesine üstündeki geceliğini çıkarıp zırhlı kıyafetlerini giyindi ve hızla odasından çıktı. Derin bir sessizlik vardı her tarafda. Doğruca Efirus'un yanına gidip üstüne atlayarak süratle ayrıldı saraydan. Efirus fırtına misali koşuyordu. Elıys içinde ki kasvetten bir nebze kurtulur ümidiyle ormana doğru ilerledi.
Hava öylesine soğuktu ki Elıys ve Efirus'un nefesleri buharlaşıp havada yok oluyordu. Elıys ormana doğru ilerlemeye başladı. Etraf tıpkı Elıys'ın ruhu gibi gri ve donuktu. Ormana vardığında Efirus sakinleşerek ufak ufak yürümeye başladı. Bir süre ağaçlar ve sarmaşıklarla kaplı ormanda gezindiler.

Elıys aniden Efirus'un eğerini çekerek durdu. Bir ses duyar gibi olmuştu. Emin olmak adına soluğunu dahi keserek yeniden kulak abarttı sesin geldiği noktaya doğru. Evet, duyduğu bir ağlama sesiydi. Ses çok cılız ve içtendi. Yürüyerek sesin geldiği yöne doğru ağır ağır yürümeye başladı. Sesin kaynağına vardığında, ormanın içinde arkası dönük bir halde oturan birini gördü. Bu yaşlı bir kadındı ve üstünde siyah, eski paçavraya dönmüş pelerini vardı. Yaşlı kadının tam arkasında durarak:

"Kimsin sen!? Neden ağlıyorsun?"

Kadın onu duymuyormuş gibi ağlamaya devam etti. Elıys biraz daha sokuldu yaşlı kadına ve elini yavaşça onun sırtına dokundurup, bir daha sordu.

"Kim sin!?"

Kadın aniden sustu. Başını gövdesinin üstünden geriye doğru çevirdi ve Elıys'ın gözlerine baktı. Elıys kadının yüzünü görünce bir adım geri atıldı. Çünkü daha önce hiç bu kadar çirkin bir insan görmemişti.

Kadının yüzü buruş buruş, ve sol yanağında derin bir yanık izi bulunuyordu. Gözbebekleri ise zifir kadar karaydı. Kadın iki büklüm halde ayağı kalktı ve Elıys'a doğru yaklaştı.

"Torunum, torunumu aldılar benden. Bir kaç haydut onu zorla benden aldılar ve şu tarafa doğru gittiler. Yalvarırım yardım et! Kurtar onu!"

Elıys'ın elini tutarak onu çekiştirmeye başladı.

"Bak! hemen şuradalar, ona kötülük yapacaklar. Sessiz olmalıyız bizi duyarlarsa öldürürler torunumu. Hadi lütfen yardım et"

Yaşlı kadının hırıltılı sesi kulak tırmalıyordu. Elıys'ın gözlerine bakıyordu ama sanki başka yere bakıyor gibiydi. Elıys taş kesilmiş halde tepkisizdi. Kadın onun elini tutarak ormanın içine doğru sürüklemeye başladı. Elıys neden bilinmez sorgulamadan onun peşinden ilerliyordu. Büyülenmiş gibi hissiz ve tepkisizce kadının peşinden iradesizce yürüyordu. On beş dakika öylece yürüdüler ve Elıys birden kendine gelerek hızla elini kadının elinden çekti. Belinde bulunan kılıcını çekerek kadının boynuna doğru yasladı.

"Sen de kim sin!?"

Yaşlı kadın ağlak gözlerle:

"Söyledim sana, torunum. Kurtar onu!"

Elıys hızla yaşlı kadının pelerinin altına gizlediği eline kaldırdı ve ona doğru uzattı.

"Bu eller yaşlı bir kadının ellerimi sence!? Sen bir iblisin!"

Yaşlı kadının acımaklı yüzü aniden gevşemeye başlayıp, şeytani bir ifade aldı. Arkasını dönerek koca bir kahkaha patlattı. Elıys sakince kadını izliyordu. Kadın yüzünü tekrardan döndüğünde Elıys şaşkına dönmüştü. Yaşlı kadının yüzü değişmiş, genç bir kadının görüntüsüne bürünmüştü. Kadın üstündeki pelerini çıkardı ve dikleşmeye başladı. Kadın o kadar uzundu ki Elıys genç kadının yüzüne bakmak için başını yükseltmek zorunda kalmıştı. Hayatında hiç bu kadar uzun birini görmemiş ve hayretle bu garip kadına bakıp:

"Sen bir insan değilsin! Ne istiyorsun benden!? "

Kadın alaycı bir halde ufak ufak Elıys'ın etrafında turlamaya başladı.

"Sence ben bir iblis olabilir miyim? İblisler benim kadar korkunç olamaz emin ol! Kim olduğumumu merak ediyorsun? Ben savaş tanrıçası Ametaya'yım! Buraya senin için geldim. Tanrılar arasında dahi bana eş gösterilen sefil ölümlüyü merak ettim. Sensin ha! Cesur ve korkusuz Elıys! Üzgünüm ama ölmen gerekiyor. Hiç bir ölümlü, bir tanrıçanın üstüne geçemez ve sende geçemezsin. Şunu söylemeliyim ki şanslısın! çünkü her ne kadar çok istesem de seni öldüremem. Ama bunu başka bir yolla halledebilirim sanırım. Şu cılız halinlemi bu kadar şan ve şöhret kazandın? Zavallı insanlar, seni gözlerinde ne çok büyütmüşler. Bugün seninle işim bittiğinde, tüm insanlar ne büyük bir yanılgı içinde olduklarını fark edecek ve ölümünün ardından gülüp eğlenecekler! "

Savaş tanrıçası Ametaya karşısında duran zayıf ve güzzeliğiyle göz kamaştıran Prensese son kez baktı. Elıys elinde kılıçı ile tetikte beklemekteydi. Çünkü tehlikenin farkındaydı ve nereden geleceğini kestiremiyordu. Ametaya bir anda zıplayarak arkasında duran yüksek ağaçın dalına zıpladı. Elıys şaşkındı nasıl olurda bu kadar yükseğe tek zıplayışta çıkabilmişti. Ametaya oturduğu dalın üstünden garip bir çığlık attı. Sesi öylesine korkunçtu ki insanın kulak zarını patlatır cinstendi. Elıys çığlığını şiddetini bastırmak adına iki eli ile kulaklarını tıkadı.

Ve derin bir uğultu duyulmaya başladı. Elıys gelen tehlikeyi hissediyor ama ne olduğunu bilmediğinden kendi etrafında dönerek kendini gelen her neyse ona karşı korumaya çalışıyordu. Amateya kahkalarla gülerek:

"Geliyorlar Elıys! Kolla kendini!"

Ses yakınlaştıkça Elıys daha da sert kavradı kılıcını. Gelenler Azira köpekleri idi, yani cehennemin korkunç köpekleri. Bir anda Elıys'ın etrafını sarmaya başladılar. Hırıltıları ile akan salyaları, yapış yapış süzülüyordu testere gibi sivri dişlerinden aşağıya. Vücutlarının biçimsiz halleri nasıl lanetlendiklerinin göstergesiydi.

Her biri bir Aslan büyüklüğünde ve gözlerinin bebekleri yoktu. Ametaya keyif içinde aşağıya bakıp Elıys'ın ölümünü izlemek için sırtını ağaçın gövdesine dayadı.

Elıys başını ağırca yukarı kaldırdı ve Ametaya'ya baktı. Korkunç bir ifade ile gülümsedi savaş Tanrıçası Ameteya'ya.

"Beni bunlarlamı korkutacaksın! Sen daha beni tanımamışsın Ametaya. Unuttuğun birşey var, sen beni öldüremezsin ama ben seni öldürebilirim! Hayır hayır! Seni öldürmeyeceğim sadece senden bir parça alacağım! Ve sen sonsuza dek, bir ölümlünün senden aldığı parçadan utanarak gezineceksin Tanrılar aleminde"

Ameteya bu tehdidi pek de ciddiye almayarak, yine aynı çığlıkla saldırın komutunu verdi. Azira köpekleri aynı anda saldırıya geçtiler. Elıys elindeki kılıçını ustalıkla kullanıyor ve onlarla alay edercesine savaşıyordu. Kılıcının keskinliği Ameteya'yı dahi şaşkına çevirmişti. Vurduğu her darbe Azira köpeklerini ikiye bölüyordu. Bu kılıç bir ölümlünün elinden yapılmış olamazdı. Derken vahşi köpeklerden biri Elıys'ın arkasından sırtına sıçradı ve koca ağzını açarak onu ısırmaya çalışıyordu. Prenses iki eliyle çenesini tutarak ağzını var gücüyle ayırıp yüzünü tek hamlede ikiye böldü. Ameteya bu zayıf kızın kuvvetini görmüş, az da olsa endişe duymaya başlamıştı bile. Elıys'ın dört bir tarafını saran yaratıklar onu avlamak için fırsat kolluyor turlayıp duruyordular. Prenses ne çok öldürse de sürekli daha fazladır geliyordu. Elıys'ın yüzünde zerre kadar ne korku, ne de endişe barınıyordu. Bir süre sakince durdu ve gözlerini yumarak düşündü. İki parmağını ağzına götürüp yüksek bir ıslık çaldı. Ametaya hayretle ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Derken aniden yer titremeye başladı. Elıys gözlerini ağaçın tepesinde oturan Ametaya'ya dikerek gülümsedi. Gelenler iblislerin atlarını koruyan vahşi yaratıklardı. Öylesine hızlı ve çeviktiler ki onları görmek bile mümkün olamıyordu. Kısa bir süre içinde aç yaratıklar tüm Azira köpeklerini parçalayarak kendilerine yem yapmıştılar. Elıys yine galip gelmiş tüm o vahşi yaratıkları kısa bir süre içinde korkunç yaratıklara öldürtmüştü. Ametaya şaşkındı, bu zayıf kızı cidden çok hafife almıştı.

Elıys'ın etrafı ölü köpeklerle doluydu. Sonuncusunuda öldürürdükten sonra tıpkı Ameteya gibi tek zıplayışta ağaça sıçradı. Ameteya kaçmak istese de Elıys onu kavradı ve yüzüne iyice sokulup:

"Senden bir parça alacağımı söylemiştim. Beni bu zavallı yaratıklarlamı alt edebileceğini sandın? Sen aptal bir tanrıçasın!"

Ameteya'nın kendine has güçleri vardı ama ne yazıkki Elıys'ın karşısında işe yaramıyordu. Elıys iki parmağını birleştirdi ve gözle görülemiyecek bir süratle Ameteya'nın bir gözünü oracıkta çıkardı. Ameteya'nın çığlığı tüm ormanda çınladı. Hayvanlar dahi bu korkunç çığlık ile kaçışmaya başladı. Elıys, Ameteya'nın gözünü avucunun içine alarak:

"Evet Ameteya, artık kör bir tanrıçasın! Şimdi kaç buradan! çünkü bir dahaki sefere, tüm bedeninde ki parçalara sahip olacağım!"

Ameteya acı içine bir anda ortadan kayboldu...
Elıys, bir Tanrıçayı alt etmiş olmanın gururunu yaşıyordu. Ama maalesef bu kazanılmış bir zafer değildi. Büyük çok büyük bir hataydı. Bilmediği şey ise onu karanlık ve çile dolu yıllara sürükleyen İlk büyük hatasıydı. Ameteya bir Tanrıçaydı ve Elıys'ın tahmin dahi edemiyeceği güçlere sahipti. Elbette savaş Tanrıçası Ameteya, intikam için mutlaka geri dönecekti...

Elıys ormandan çıkarak at'ına atladı. Farkında bile olmadan saraydan bir hayli uzaklaşmıştı. Ormanın dışındaki patika yoldan saraya geri dönmek için ilerlerken, bir ok hızla göğsüne saplandı. Elıys başını eğdi ve sağ göğsüne saplanan ok'a baktı. Okun saplandığı yerden kanlar süzülürken, kendini toparlayarak ok'un geldiği yöne doğru telaşla baktı. Ve maalesef karşısında duran ve bir hayli kalabalık olan askerleri gördü. Evet bunlar kral Düfsay'ın suikastçi askerleriydi. Kral öldürülen iki oğlunun intikamını almak adına Elıys'a pusu kurmuş ve onun gelmesini beklemişti. Yaralı prenses at'ından inerek cesurca askerlerin karşısına dikildi. Ne yazık ki Elıys yaralıydı ve sukastciler oldukça kalabalıktı. Elıys var gücü ile saldırıya geçti. Efirus tehlikeyi farketmiş ve kendini Elıys'ın önüne atmak istese de boynuna takılan zincir kementen kendini kurtaramıyordu. Elıys tek başına onlarca askerle göğüs göğüse çarpışıyor ve yaralı olduğu halde onunla baş edemiyordular.
Derken bir Ok daha saplandı prensesin bacağına. Elıys bacağına saplanan ikinci Ok ile yere düştü. O sırada askerlerin arasından sıyrılarak gelen kişi, nefret ile ona bakıyordu.
Evet bu Kral Düfsay'dı. Atından indi ve yerde diz çökmüş prensese doğru yürüdü. Elinde tuttuğu kılıcı ile öfke ve nefretle ona bakıyordu.

"Benden iki oğul aldın kahrolasıca! Bugün seninde sonun olacak! Acılar içinde, çığlık ata ata can vereceksin. Her uvzunu diri diri koparacağım senden. Tanrıların tüm laneti senin üstünde olsun! Umarım sonsuza kadar cehennemde yanarsın Elıys! "

Kral kılıcını kaldırdı ve adamlarına dönerek:

" Tutun kolunu! Önce kollarından başlıyacağım! "

Elıys bitkindi ve hızla kan kaybediyordu. Kralın adamlarından biri olan Tursa, elinde tuttuğu balta ile yaklaştı.

" Efendim kolları için bu balta daha uygun olur. İnanın bana çok daha fazla acı verir"

Kral kılıcını yere atarak baltayı eline alır ve adamlarına prensesin kollarını kaldırmalarını emreder. Elıys ise son derece metanetle ve yüzünde korku olmaksızın aynı öfkeyle krala doğru baktı. Kral elinde tuttuğu baltayı kaldırdı ve tam indireceği esnada bir mızrak şiddetle onun tam kalbine saplandı. Adamları panik halinde etraflarına bakınmaya başladı ama görünürde kimseler yoktu. Ve oklar ardı ardına gelmeye başlar. Her bir ok askerlerin hayati bölgelerini isabet alıyordu. Başlarına, boyunlarına ya da kalplerine.Fazlasıyla şaşkındılar, çünkü görünürde tehdit vardı ama düşman yoktu. Elıys zarzor ayağıya kalktı ve kılıcına sarıldı. Oklar gelmeye devam ediyordu. Tursa'nın ise hedefinde sadece prenses yer alıyordu. Elıys'ı öldürmek için çeşitli hamleler yapıyor olsa dahi, yinede bu yaralı kadın ile baş etmedi çok zordu. Tursa yaralı prensesin etrafında turlarken, onu öldürmek için en iyi fırsatı yakalamak istiyordu. Elinde tuttuğu ağır demir topuzu avuçuyla sımsıkı kavradı. Demir topuzu rastgele Elıys'ın etrafında savururken, Elıys her defasında akrobatik reflekslerle kurtulmayı başarıyordu. Ta ki sırtına aldığı bir darbe ile yere kapaklanana dek. Tursa yerde yatan kadına yaklaştı ve topuzu başına doğru salladı prenses sürünerek kılıcına ulaşmaya çalışırken Tursa haince son darbesi için hazırlık yapıyordu. Tursa'nın anlık olarak geriye bakması ile Elıys kılıcına uzandı ve tam iki bacak arasından kılıcını onu mahrem yerine sapladı. İri suikastçi adam, acı içinde olduğu yere çöktü. Elıys seri şekilde kılıcı sapladığı yerden çıkararak bu defada kılıcını onun tam kalbine sapladı.

Tursa ölmüştü ve bunu  gören tüm sukistçi askerler aynı anda Elıys'a doğru hücuma geçtiler. Prenses yaralıydı ve anlık olarak şuuru gidip geliyordu. Gözlerindeki bulanıklık daha da yoğunlaşmış, düşmanlarını dahi seçemiyor hale gelmişti.

İşte tam da o esnada, atıyla çalıların ardından bir yabancı belirdi. Bir doksan boylarında, yapılı ve masmavi gözleri olan biriydi bu. Elıys kim olduğunu bilmediği bu adama baktı ve ona yardım ettiğini anlamış olmanın verdiği güven ile yeniden vuruşmaya devam etti.

Adam olağanüstü bir yapıya sahipti. O kadar güçlü görünüyordu ki aynı anda dört beş askerle rahatlıkla savaşabiliyordu. Prenses olduğu yerden şaşkınlık içinde adamın dövüşünü izliyordu. Yıllarca savaşların içindeydi ama bu şekil rahat ve zekice dövüşebilen birine hiç tanık olmamıştı. Adamın adeta arkasında bile gözleri varmış gibi etrafına bu denli hakim olmasının hayreti içindeydi. O sırada Efirus ise boynundaki zincirlerden kurtularak askerlerin içine daldı. O ve bu yabancı adam yaralı olan prensesi koruyarak önünde kendilerini siper ediyordular. Adamın fiziksel genetiği çok başkaydı ve farklı bir yere ait olduğu açıkca görülebiliyordu. Elıys'da durduğu yerden savaşmaya devam ediyor yine de pes etmiyordu. Adam geriye kalan üç beş askeride öldürene kadar hiç durmadı. Nihayet tümünü öldürmeyi başarmıştı ve prensese doğru ilerledi.

Elıys ayakta durmak adına kendisini fazlasıyla zorluyordu. Vücudundan aşağıya süzülen kanlar onu halsiz ve solgun bırakmıştı. Adam usulca ve endişeli gözlerle yaklaşarak ona yardım etmek istedi. Fakat Elıys bir elini ona doğru uzatarak asla kendisine dokunmamasını istedi. Adamın bakışları efsunlu gibiydi. Elıys'ın içinde tuhaf duygular oluşmaya başladı. Bu adamı sanki yıllardır tanıyor hissine kapıldı. Prensesin gözlerine değil derinliğine bakıyor gibiydi. Elıys aldığı yaralardan dolayı konuşmakta bile zorlanıyordu. Yinede son bir gayretle ayağıya kalktı ve sordu bu yabancı adama.

" Sen de kim sin?"

Adam prensesin solgun, sararmış yüzüne baktı. Elinde tuttuğu kılıcını yere bırakarak başını hafifece eğdi.

"Adım Langord! Emrinizdeyim, prenses Elıys"

Prenses daha önce hiç görmediği bu yabancı adamın yüzüne birkaç saniye baktı ikisi arasında korkunç yaşamın ilk ağı örülmeye başlamıştı. Prensesin daha fazla dayanacak gücü olmadığından, olduğu yere yığılarak kendinden geçti...

***
Elıys asırlarca sürecek olan kaderi ile karşı karşıya olduğunun farkında bile değildi. Ama ne yazık ki onun için acı bir kader yolu olacaktı. Bu yabancı, onun tüm hayatını baştan aşağıya değiştirecek, belkide cehenneme çevirecekti. Onu sonsuzluk girdabına aşkın en derin, yakıcı ateşiyle sürükleyeceğini nereden bilebilirdi...

L....D

Continue Reading

You'll Also Like

53.5K 1.5K 5
Hayatın memnun etmediği iki insan... İkisi de birbirine yabancı... Bir o kadar da aynı... Aşk olmadan yanar mı ten? Hayatlarını değiştirecek bu tut...
4.3M 375K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
VEBAH By eylül

Teen Fiction

18.5K 1.1K 13
Efsun, gittiği oteldeki davette önemli bir iş adamını öldürür. Otel odasında bir eşyasını unutur. Barlas'da onu bulur. Efsun'a iş birliği teklif eder...
14.7M 597K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...