FİZÂNİ

Por safiye-20

10.7K 849 199

Hücrelerime kadar kıyıldığımı hissettim, paramparça olup toz taneleri kadar görünmez oldum. Ben oldum, hisset... Más

TANITIM
SON DURAK -1
SON DURAK -2
ANSIZIN
ÇARESİZ
YAŞAMAK İÇİN UMUT
ÇELİŞKİ
MAHKUM
KARANLIK
YABANCI
KABUS
MECBURİYET
İLK ADIM
LİSA
ESARET
HiS
YANILGI
GERÇEK
GECE
HASRET
İHANETİN ATEŞİ
YARA
ŞÜPHE
KIRILAN GÜVEN
BEKLENMEDİK
İTİRAF
VEDA
KABULLENİŞ
HÜSRAN
MAHRU
KARGAŞA
Duyuru
KIRGIN
ZİFİRİ AŞK
KIŞ ÇİÇEĞİ
HUZUR
MÂZİ
ZARAH

UÇURUM

137 14 4
Por safiye-20

"Şimdi gitmem gerekiyor. Sonra devam edeceğiz."

Gitmek için arkasına döndüğünde Zayn'in sözleriyle durmuştu.

"Dayı,yengeme veda etmeden mi gideceksin"

O bana hiç bir zaman veda etmemişti. Şimdi belki Zayn'in sözleri üzerine veda etmek zorunda kalacaktı. Bu vedasız gidişlerin hiç bir zaman sonu gelmeyecekti.

"Luhayf'ı aldıktan sonra veda edeceğim."

İlk defa duysam kesinlikle bende inanırdım. Onları dinlemiyormuş gibi bir izlenim verirken sabah bırakmış olduğum ekmek kırıntılarının son parçası için yarış yapan kuşlara bakıyordum.

"Ben getiririm sen yengeme veda et."

İçten içe Zayn'i takdir ettim. Arka bahçeye doğru ilerlerken suskunluğu seçen Zeyd'in ağır adımlarla bana doğru ilerlediğini hissediyordum.

"Nur."
Ne çabuk gelmişti.
"Efendim."diyerek boş kabı elime alıp usulca ona döndüm.

"Bugün Amir'in dükkanın da işler biraz uzun sürecekmiş geç kalabilirim. O yüzden Zayn ile beraber onlara gitmen daha iyi olur."

Böylelikle aylar sonra Amir abinin dükkanında çalıştığını da öğrenmiş oldum. Demek bu yüzden sürekli geç geliyordu. Ben alışkınım geç saatlerde tek başıma kalıp seni bekleyerek uykuya dalmaya demek istesem de uysal bir şekilde hiç bir şeyden haberim yokmuş gibi konuştum.

"Teşekkür ederim."

Yüzümde gezinen bakışlarını çekmeden"Ne için?"dedi.

"Gideceğini haber verip geç geleceğini söylediğin için."

Arkadaş olduğumuzu öylesine sorduğum onun ise öyleyiz dediği günden beri böyleydi.Ciddi bir adamdı. O günden beri ise fazla ciddiydi.

"Allah'a emanet ol."

"Sende."diyebildim.

Bu adamın rica ederim dememeye bir takıntısı mı vardı.
Zayn ile aralarında konuşurken elimde ki kabı mutfağa koyup dışarı çıktığımda atıyla beraber çoktan uzaklaşmaya başlamıştı. Sessizce yola koyulduğumuz da Zayn  çok geçmeden konuşmaya başlamıştı. Onun yengesi olduğum için çok mutlu olduğunu dayısıyla evlendiğimden beri Zeyd'in daha canlı biri olduğundan bahsediyordu.
Sonra konuşmamız ilginç bir hal almaya başlamıştı.

"Dayımla benim küçüklük fotoğraflarımız yok. Şems ile daha çok var."

"Neden?"

"O zamanlar dayım yurt dışına çıkmıştı."

Gözlerim merakla kısılırken Kalender dedenin evini ardımız da bırakmıştık.

"Nereye girmişti?"

Zayn sorumu garipserken cevapladı.

"İtalya'ya. Orada yedi yıl filan kalmış."

Yedi yıl mı? Yedi yıl boyunca orada neden kalmıştı ki?
Zayn tüm söylediklerini bilemememi tuhaf bulsa da bir şey söylemedi. Bu konu hakkında soru sormaması beni saçmalamaktan kurtarmıştı. Ahsa dan daha çok bilgi almalıydım.

Şems annesinin kucağında derin bir uykuya dalmıştı.Ahsa ile saatlerdir süren sohbetimizin arasına sıkıştırmaya çalıştığım soruyu bir türlü soramamıştım.
Sanırım bu fırsatı hiç bulamayacaktım.Derin bir nefes alıp aceleyle sordum.

"Zeyd, İtalya'ya ne için gitmişti."

Bakışlarını hüzün kapladığında merakım daha da artmıştı.

"Sanırım sana anlatmadı. Zaten bu konu hakkında konuşmayı hiç sevmez."

"Anne ve babasını kaybettiği zaman ona ve kardeşine bakacak kimse kalmamıştı. Rahmetli babam ikisine de sahip çıktı . Annemin sadece süt oğlu değil gerçekten oğlu olmuştu. Kız kardeşi de öyleydi. Zeyd hayata hep küskün olsa da bizim yanımız da daha mutlu olduğunu hatırlıyorum. İnsan dört yaşında bile olsa hayata çoktan adım atmıştır ve bir şeyleri hisseder. Amcası Zeyd'e çok düşkündü."

Titrek bir nefes aldığında bakışları uyuyan kızını buldu.

"Hayal meyal hatırlıyorum onu götürdüklerini. Beş yaşına daha yeni girmişti."

Zayn yedi yıl sanıyordu. Fakat Zeyd uzun yıllar İtalya da kalmıştı. Peki kız kardeşi?

"Zeyd uzun yıllar İtalya da kaldı. Amcasını babası,yengesini ise annesi olarak bildi ve öyle büyüdü."

Yutkundum. Çok fazla acı vardı. Kelimelere sığmayacak kadar acı vardı.

"Peki kız kardeşi?"

Ahsa'nın yeşil gözleri buğulandı. Kirpiklerini kapayıp açtığında yanağından birkaç damla göz yaşı süzüldü. Kısık hüzün dolu bir sesle fısıldar gibi konuştu.

"Hifa... Tıpkı anne ve babası gibi o da bir patlama da şehit oldu."

Boğazım düğüm düğüm oldu yutkunamadım. O an  kulübenin tahta duvarlarına kazınan baş harfleri aklıma geldi.  Belki de Zeyd içinde ki bütün hasretiyle ailesinin baş harflerini kazımıştı. Ben ise o zamanlar içimde anlamlandıramadığım kıskançlık ve merakla farklı şeyler düşünmüştüm. Kitabın arasında bulduğum küçük not kağıdı da o zamanlardan kalmış olmalıydı.Dostun Michelle yazısını şimdi daha iyi anlayabiliyordum.

Bir yalanın içinde büyüyüp sonra da gerçeklerle yüzleştiği an ki acısını yüreğimin en derininde hissettim. Acı o  kadar ağır geldi ki nefesim kesilmişti. Nasıl bir boşluğa düştüğünü hayal bile edemiyordum.Alnına düşen siyah saçlarını bütün şefkatim ve sevgimle okşamak istedim. Zifiri gözlerinde kendimi görmesem bile onu sevdiğimi defalarca dile getirip sıkıca sarılmak istedim.

"O ailesini kaybettiğini öğrendiğinden beri  yalnız yaşamayı tercih etti. Bu yüzden seninle evlendiğinde çok mutlu olduk."

Buruk bir tebessüm dudaklarıma yayıldı. Yaşadığı acılara rağmen ne kadar güçlü olduğunu fark ettim.
Güçlü durmanın ardında hep derin acılar mı vardı.

                                        💫
Ahsa saat gecenin ikisi olduğu için artık gelme ihtimallerinin olmadığını söylese bile bir ihtimal bekliyordum. Amir abinin küçük bir tamirhanesi olduğunu öğrenmiştim. Ahsa tamirhane de işlerin uzadığını söylediğin de  bir şey bilmediğimi belli etmemiştim. Zeyd Ansarhan'ın eşi olmak gerçekten zordu.Vermiş olduğu uzun gri elbiseyi giyip feracemi iki kişilik olan sedirin üzerine koydum. Burada kaldığım oda da kalıyordum.

Bir takım sesler duyduğumda uzanmış olduğum yataktan kalkıp saçlarımı gelişi güzel kapayıp odanın kapısını açtığım an Zeyd'in heybetli sırtıyla burun buruna geleceğimi hiç düşünmemiştim. Sertçe sırtına çarpmış olan yüzüm sebebiyle elimi sızlayan burnuma götürüp yüzümü buruşturdum. Kapanan kirpiklerimi araladığım da Zeyd'in anlamaya çalışan bakışları üzerimdeydi. Bir an önce uyumak için çırpınan gözlerimi kırpıştırdım. Oysa o gelmeden önce hiç uykum yok gibiydi.

Karanlıkta ay ışığı sayesinde zor da olsa  seçebildiğim yüzünü biraz daha yaklaştırıp başını hafifçe eğdi. Fazla yakınsınız sınır ihlali diyen iç sesimi geri teptim.

Fısıltılı bir tonda "Uyuduğunu düşünmüştüm"dedi.

Omuz silkerek "Burnunu acıttın."dedim.
Gülümsedi.
Kahvelerinin kısılacak kadar nadir gülümsediğine şahit olurken ilk defa o gözlerin yorgun baktığını gördüm.

Aynı fısıltılı ses tonuyla"Afedersiniz hanımefendi." dediğinde beni ayakta tutan şey gözleriydi. Bu ses tonunu duymak için neler vermezdim ki. Alnına düşen saç tutamlarına dokunmamak için mücadele ederken Ahsa'nın anlattıklarını hatırladım. Gecenin karanlığından aldığım cesaretle içimde ki bütün sevgiyi bakışlarıma yansıtmaktan korkmadım.

"Beni içeri almayacak mısın?"
"Evimize gitmeyecek miyiz?"

Kendimi çok kaptırdım.

"Çok geç olduğu için Ahsa burada kalmamızı istedi."

"Aynı oda da mı?"

"Hatırlatırım biz evliyiz Nur hanım ."

Şu benim ansızın gelen cevabını bildiğim halde sorduğum garip sorular yok muydu! Birkaç adım geri gidip içeri girmesine müsade ederken içeri girdi. Kapıyı kapadığım da onunla aynı oda da kalacak olmam gerçeği beni germişti. Geceliği kavrayan parmaklarımı konuşmasıyla bıraktım.

"Sen yatakta uyursun."deyip sedirin üzerinde ki feracemi bana uzattı. Feracemi elinden alsam bile yine sedirin kenarına koydum. Bakışlarında ki yorgunluğu gördükten sonra buna asla müsade etmezdim. Acaba oraya koca bedenini nasıl sığdırmayı planlıyordu.

Elinde tuttuğu kıyafetine bakarken derin bir nefes aldı.

"Giyinebilirsin,arkamı dönüyorum ."

Dudağının sağ köşesi yukarı kıvrılır kıvrılmaz tekrar eski halini aldığın da arkamı döndüm.

Kıyafet çıkarma sesi kesildiğinde ona döndüm. Sedire oturmuş bana bakıyordu. İşinin bittiğini söyleme gereksimi de duymuyordu.

Yorgun göründüğünü dile getirmeden konuştum .

"Sen yatak da yat ben orada yatarım."

Gözlerini kapayıp başını geriye doğru yasladığın da dudaklarını araladı.

"Bu konu tartışmaya açık değil ."

"Rica ederim orada ben uyuyabilir miyim?"

Cevap vermedi. İçeri vuran ay ışığı çehresine can bulmuş gibiydi.

"Zeyd."

"Yatağına yatıp uyur musun?"

Yüreğim,yorgun bir halde orada uyumasına dayanamazdı. Son öğrendiklerimden sonra ise hiç dayanmazdı. Tüm cesaretimi toplayıp konuştum.

"Beraber uyuyalım."

Hiçbir harekette bulunmadı. Kirpiklerin de hiç kıpırdama olmadı. Birkaç dakika da uyumuş olamazdı değil mi? Yine cevap vermeyi seçmişti.
Kızgın adımlarla yatağa ilerleyip yorganı üzerime aldığımda sert olmasına rağmen fısıltılı bir sesle konuştum.

"Ben seni düşünüyorum. Ama sen seni düşünmeme bile izin vermiyorsun!"
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

Çok geçmeden yatağın diğer tarafı çöktüğünde karanlık odaya mutlu bir tebessüm sundum.

Deniz kokusu ciğerlerime işlerken çırpınan kalbimi kontrol almam imkansız görünüyordu. Bu kadar yakın olması bana iyi gelirken dengelerini alt-üst ediyordu. Elimi kalbimin üzerine koyup sessizce derin bir nefes aldım. Bu işlemi defalarca tekrarlayarak gibiydim.

Gördüğüm rüyanın etkisiyle kirpiklerimi zorla aralayabilmiştim. Hava hala karanlık olsa bile ay ışığı ben burdayım dercesine odayı aydınlatıyordu. Terlediğimi fark ederken rüyamı yeniden hatırlamak iyi gelmemişti. Titrek bi nefes alıp sıcaklığını hissettiğim adama baktım. Burun ciddiyetiyle uyuyordu. Onu gören uyuduğunu düşünmekten ziyade gözlerini dinlendirdiğini sanırdı. Onu sonsuza denk kaybettiğimi görmüştüm. Gittiğim de onu zaten kaybedecektir ama nefes aldığını, karanlık gözlerinin bu beldeyi aydınlattığını bilecektim. Artık ondan sonra hiçbir erkeğe bu denli yakın olamayacaktım . Tüm benliğime de o varken bir başkasıyla hayat kurmak hem o kişiye hem de sevgime ihanet olacaktı.

Uzun kirpiklerinin kalbime naifçe saplandığını hissettim. Dağınık saçlarına dokunan parmaklarım karıncalanırken ağlamak istedim. Farkında olmadan ona nasıl da muhtaç hale gelebilmiştim . Bu gerçek bir taraftan  canımı yakarken bir taraftan da nasıl bu denli tatlı olabiliyordu.
Parmaklarımı usulca geri çektim. Sakallarının bitimin de ki yara izine dokumaya cüret edemedim. Sanki her an uyanacakmış gibiydi. Elimi yanağımın altına koydum. Kabusu unutmaya çalışarak ciddiyetle uyuyan sevdiğim adamı izlemeye başladım.

                                             💫

Huzurla nefes aldığımda mest olduğum kokuyu biraz daha içime çektim. Kollarımı yastığa sarıp başımı hareket ettirdiğim de daha rahat bir pozisyon edindim.

"Ay yüzlü kız ."

Zeyd'in sesi uzaktan geliyordu. Sesi yumuşak bir tonda olduğuna göre kesinlikle onu rüyam da görüyordum. Yoksa bu çok nadir oluyordu. Yoksa... Yoksa o nadir anlardan birini mi yaşıyordum. Yavaş yavaş açılan uykumla beraber kirpiklerimi öyle bir araladım ki sanki dağılıp etrafa saçılacaklardı.

Dün gece aynı yatakta yatmıştık. Gecenin bir yarısı kabus görüp uyanmıştım ve onu izleyerek uykuya dalmıştım. Yastık diye sarıldığım şey onun sert göğsüydü. Başımı hızla kaldırıp göğsünde ki ellerimi kendime çektim. Saçlarımı önümden geriye atanakadar çoktan doğrulmuştu. Yanaklarımda yanardağlar hükmünü ilan ederken yastığın üzerinde ki başörtümü saçlarımı örttüğüm de  hala yatakta oturması beni geriyordu. Karşısından soyutlanmak istiyordum.

"Amacım seni böyle uyandırmak değildi ama uyanacak gibi değildin."

"Geç yattığım için hemen kendime gelemedim."

Tek nefeslik bir gülüşle yataktan kalktığın da parmaklarıyla dağılmış olan saçlarını daha da dağıttı.

"Benim de konforlu bir yastığım olsa bende kendime gelemem."dedi.

Dudakları muzip bir gülümsemeyle kıvrıldı. Gülüşünde öyle bir kayboldum ki bir an kendimi bulamayacağımı sandım. Bu adam bana ne yaptığının farkında değildi.
Cevap vermeyip yataktan kalktığım da onun sabah namazına kalkmış olacağını düşünürken yerin dibine girmek istedim. Bir şey belli etmemeye çalışarak konuştum.

"Sabah namazına kalkamadık."

Bir an duraksadı.

"Maalesef."

Feracemi üzerime giyip odadan dışarı çıktığım da uykumun gitmesini umut ederek elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfaktan içeri girdim. O sırada Zeyd odadan çıkıp abdesthaneye doğru ilerliyordu. Evde ki sessizlikten anlaşıldığı üzere daha kimse uyanmamıştı.  Şu içip mutfaktan ayrıldığım da şu içip odaya gitmekten başka çarem yoktu.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde namaz kılan Zeyd gözlerimi şenlendirmişti. Bu onu ilk namaz kılarken görüşüm değildi fakat her gördüğümde namaz kılarken daha varkarlı olduğunu düşünmeden edemiyordum. Selam verip ellerini semaya açtığın da dün gece kalbime naifçe saplanan kirpiklerini  kapadı.

Özenle düzeltilmiş yatağa baktım.

"Yatağı düzenledim fakat uyumak istiyorsan uyuyabilirsin."

"Hayır."

" Lütfen uyu, uykun olduğu her halinden belli. Ahsa uyandığında ben seni uyandırırım."

Israrı ve uyandığımdan beri direnen göz kpaklarımın yenilgisine uğrayarak yatağa doğru uzanıp yorganı üzerime çektim.

"Son zamanlar da işler neden bu kadar uzun sürüyor."

Ahsa'nın sözleriyle Amir abi rahatsızca hareket edip ellerini cebine koydu.
"Birkaç arabanın eksik parçaları var. Geç teslim edildikleri için işimiz de geceye kalıyor."

Ahsa inanmaz gözlerle Amir abiye baktı.

"Zeyd'in ne işi var. O tamir işlerinden pek anlamaz... Yoksa siz başka işler mi karıştırıyorsunuz?"

Ahsa'nın hesap soran sesiyle bu ciddi ortamda nedensizce gülmek istemiştim. Amir abinin eşi karşısın da ne kadar naif olduğunu görmek tuhafıma gitmişti.

"Sonra konuşalım  Ahsa'm "

Ahsa'nın yumuşayan bakışlarıyla yan tarafa döndüğümde evden çıkan Zeyd ile göz göze geldim. Geniş adımları önümde durduğunda kaçamak bakışlarım sonunda gözlerinde karar kılmayı başarmıştı.

"Bugün erken geleceğim."

Gülümsedim.

"Hala yorgun görünüyorsun."

Bakışlarında ki yumuşaklığı gölgeleyen bir şeyler vardı.

"Gözler her zaman doğruyu söylemez kimi zaman yanıltır Nur."

Birşey söylememe fırsat vermeden usulca arkasını dönüp Amir abiyi beklemeden bahçeden uzaklaştı.
   
                                  
                                          💫

Kesik bir nefes alıp büyükçe taşın gövdesine sığındım. Başımı taşa yasladığım da almış olduğum nefesleri yenileri eklenirken ağaçların seyrekleştiği alan da atından inen adamı göz hapsine almıştım. Issız bir mevki gibi görünse de buraya gelirken yerleşim yerine çok yakın bir yer olduğunu farketmiştim. Onu takip etmemeliydin diyen iç sesimi duymazdan gelmeye çalıştım. Luhayf'ın alnını okşayıp duyamayacağım kadar sessizce bir şeyler söyleyip atından birkaç adım  uzaklaştı.

Çok geçmeden yerleşim yerinin olduğu taraftan ağaçların arasından at sırtında bir adam göründüğünde hareketsiz bir şekilde adamın atından inip ağır adımlarla kendisine doğru gelmesini bekledi. Yanına gelen adam selam vermesiyle nefesimi tutup dikkatle konuştuklarını dinlemeye başladım.

"Sorun yok herşey yolunda."

Başını ciddiyetle sallayıp "Ferzah ile görüşebildin mi?" dedi.

"Görüştüm. Andrea diye bir adam  Honest bu aralar daha çok ziyaret ediyormuş galiba yakın bir arkadaşı. Derdi ne anlayamadık."

"Merak etme yakında dermanını aramaya başlar."

"Cuma günü olan saldırıdan sonra Honest sıkı tedbirler almaya başladı.
Kontrollerin de ki şehirler de üst düzey güvenlik önlemleri almaya ve asker sevkiyatı yapmaya başlamış. Bugün İsveç'den de beş tabur daha gelecekmiş. Generalin ihanetin den sonra da karargahta ki her şey daha da sıkılaştı. Deşifre olmaktan da korkuyorum"

Kimsin sen Zeyd Ansarhan!
Sıradan biri olmadığını artık kesinlikle biliyorum.
Ama kimsin?

Adamın son sözleriyle dudakları korkunç bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. Çarpık gülüşü gözlerine ulaştığında bakışların da gördüğüm ifade kesinlikle ona ait değildi.

"Belki de çoktan deşifre olmuşsundur."

Adamın gözleri kısılırken korkunun onu nasıl ele geçirdiğini görebiliyordum. Bedenim kaskatı kesilmişti. Buradan bir an önce uzaklaşmalıydım.

Adam başını inanmaz gözlerle hareket ettirdiğin de tıslayarak konuştu.

"Sen... Onun." sözlerine devam etmesine müsade etmeden eline ne vakit aldığını bilmediğim bıçağı adamın boğazına dayamıştı. Adamın beri benzi atarken yutkunamadım.Feracemin eteklerini kavrayan parmaklarım titriyordu. Adama ölüm gibi bakıyordu.

"Senin gibilere sessiz ölüm çok yakışıyor. Cehennem de çok yaşadın şimdi kendi yarattığın cennette yaşama vaktin. Hoşçakal  Emanuel."

Bıçağı tek bir hareketle çektiğinde adamın boğazından fışkıran kanların tek bir damlası bile üzerine bulaşmadan iki büklüm olan adamla otların üzerini boylamıştı.
Gördüğüm manzara benim için çok fazlaydı. Çığlık atmamak için bir elimi ağzıma götürüp kanartırcasına dişlerimi elime geçirdim. Diğer elim ise taşın çıkıntılı parçasından güç almaya çalışıyordu. Gözyaşlarım yanaklarımı istila ederken özenle bıçağını temizleyen adamı izledim.
Buradan çıkıp karşına geçmemek için kendimi zor tutuyordum. Gözlerinde gördüğüm o bakışı gördükten sonra onu nasıl sevmeye devam edebilirdim. Arya'ya ajan demişti. Ama o gerçek ajan olabilirdi.
Tiksintiyle yerde yatan bakıp eline aldığı küçük kutuyu açtı. İçinden aldığı karta baktığımda yüz hatlarında hafif bir gevşeme olmuştu. Kartı tekrar kkutuya koyup kabanın cebine attı. Luhayf böyle manzaralara alışmış gibi sakince bir kenar da bekliyordu. Atına binerken kendisinde bir katil emaresi yoktu. Bana bakarken,Şems'i, Zayn'i severken,onlarla oyun oynarken, Ahsa'ya şefkatle yaklaşırken de yoktu.
O profesyonel bir oyuncuydu.
Onun göründuğünden  falzası olduğunu tahmin ediyordum ama bu kadarını tahmin etmemiştim. Ona acıyan, onu seven kalbim paramparça olmuştu. Hızla uzaklaşmasını izledim gözden kaybolduğun da ardında bırakmış olduğu cesete yaklaşmaya cesaret edemedim. Titreyen bacaklarım da ayağa kalkmak için hala güç bulamamıştım. Benim neyime idi yabancı bir adama aşık olmak. Hisselerime güvenmiştim o hislerim hala aynıydı. Adamın katil olduğunu görmesine rağmen aynıydı. Sadece korku vardı. Ne sevgim eksilmiş ne de ona olan güvenim son bulmuştu.

Hışırtı sesiyle gizlendiğim yerden cesedin olduğu yere baktığım da yüzünü örtüyle kapamış iki adam ceseti sürükleyerek sedyeye benzeyen bir şeyin üzerine koyup yerleşim yerine doğru ilerlediler.

Peki bu adamlar kimdi?
Allah'ım lütfen bunlar gördüğüm fakat bir türlü uyanamadığım kabusum olsun. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Kirpiklerimin arasından süzülen gözyaşlarım şakaklarım dan süzülüp yol buldu. Küçük bir hıçkırık dudaklarımdan kaçarken parmaklarımla dudaklarımı kapadım.

O gün onu hiç görmedim bu kendimi biraz olsun toparlamak için çok iyi olmuştu. Hiç bir şey olmamış gibi yemek hazırlamış onu bekliyordum şimdi gelmese bile mutlaka aynı masaya oturacaktık. Olaydan sonra ilk karşılaşmamızın bir an önce geçmesini bekliyordum. Çok eğitilmiş biriydi artık bundan zerre şüphe duymuyordum. Hareketlerimden,gözlerimden,mimiklerim den ne düşündüğümü nasıl olduğumu tahmin edebilmesi güç değildi. Kendime hakim olup daha dikkatli olmalıydım. Onu daha önce takip etmediğime pişmanlık duysam bile o zamanlar sadece gitmeye odaklanmıştım. Baştan beri nasıl biri olduğunu bilseydim ona aşık olmazdım. Sen kendi kendini ateşe attın Nur. İnsan zaten kendi kendinin ateşi değil miydi?

Sofraya oturup selam vermesiyle geldiğini yeni fark ederken selamını alırken göz teması kurmamaya özen gösterdim. O zifiri bakışların benikendine sürüklemesinden korkuyordum. Yemek boyunca önceden de olduğu gibi sessizlik içinde yemeğimizi yedik. Sofrayı kaldırmama yardım ederken de sessizdik. Çünkü ben konuşmak için soru sormuyordum. O ise her zaman ki gibi düşünceliydi. Belki de yarın öldüreceği adamı nasıl öldüreceğini düşünüyordu.
Gerilmiştim.
Mutfak tezgahın önünde durdu. Sürahiyi tezgaha koyduğum da gözüme ilişen bıçakla titrek bir nefes aldım. Onun bıçağı daha da farklıydı. Sadece insan öldürmek için tasarlanmıştı.
Tekrar masaya doğru yöneldiğim de kolumu kavrayan parmaklarıyla kalbim delicesine atmaya başlamıştı. Fakat bu defa korkuyla karışık içimden sokup atamadığım hislerimle atıyordu. Yakışıklı çehresini bulan gözlerimin önünde adamın boğazından süzülen kanlar belirdi.
Kirpiklerimi kapayıp açtığım da sakin kalmaya çalıştım.

"Sen iyi değilsin."

Sesi bal kıvamındaydı.
Hala ona güvenen yanımı yakıp küllerini savurmak istedim.
Bir yandan da ondan başka güvenebilecek kimsem olmaması gerçeği beni kahrediyordu.

Sesimi sakin tutmaya çalışarak konuştum.

"İyiyim sadece biraz yorgunum."

Elbette sözlerime inanmamıştı. O zifiri gözleri yok muydu! Bir an olsun bile yanılmıyordu. Bakışları insanı dipsiz kuyulardan çıkartabilecek kuvvetteydi. Öldürebilecek de.

Bir kolumu kavramış gibi diğer kolumu da kavradığın da daha da gerildim. Gerildiğimi anlamış gibi gözlerini hafiften kıstı.

"Yorgunluk değil başka birşey."

Onun oynadığı gibi ben oynayamazdım. O ustaydı ben ise çırak bile değildim. Her şeye rağmen soğukkanlı olmayı başarma gerekiyordu.
Parmaklarının gevşekliğinden yaralanarak kollarımı kendime çektim.
"Bana dokunmadan rahatsız olduğumu söylemiştim."

Sesimin bu denli soğuk çıkmasını bende beklemiyordum.
Gece karası gözlerinde fırtınalar esti o fırtına da kaybolmamak için pamuk iplikleriyle ruhuma tutundum. Hislerim beni derin şüphelere sürükleyen bu adam için bağladığım zincirlerden  ölümüne de olsa kurtulmak istiyordu.

"Benimle ilgili sorunlarını kendi içinde halledemezsin Nur Barlas. Eğer buna kalkışırsan çıkış yolu bulamazsın."

Tok ve keskin sesi duvarlar arasında yankılanıp tekrar tekrar beni buldu. Korktum. Paramparça olan benliğimi bir araya toplamak istedim fakat gece karası gözleri buna müsade etmedi.

"Seninle ilgili sorunlarım olduğunu nereden çıkarıyorsun. Hem olsa bile sanki sorularımı cevaplayacaksın. Sorunlarımı gidereceksin işte bu yüzden kendi içimde çıkmazlara sürüklenmeyi yeğlerim."

Sözlerimle derin bir nefes aldım. Sevdiğim adam seni yıksa bile sen dik durabilirdi Nur. Bunu yapabilirsin.

İzin verirsen bulaşıkları yıkayacağım."

Tek bir kelam etmeden mutfaktan çıktı. Onun çıkışıyla usulca yere oturdum. Bitecek tüm saçmalıklar buradan gittiğim an bitecek. Kalbimi ele geçirmişken ruhumu ele geçirmesine asla izin vermeyecektim.


Elimin üzerinde ki dış izlerim morarmıştı. Parmaklarımı morarmış yerin üzerinde gezdirirken bakışlarım masanın üzerinde ki kitapları buldu. Kendi halim de bir adamım derken yalan mı söylüyordu. Oysa ondan önce yalandan nefret ettiğini dile getirmişti. Hangi söylediğine inanmalıydım. O adamı Amman'ı öldürdüğü gibi öldürmemişti. Daha da acımasızdı.
Bir gün önce ki adam kalbimin en nadide köşesine koyduğum o adam değildi.
Bambaşka biriydi.

Tüm heybetiyle içeri girdiğin de oturduğum yerde rahatsızca hareket ettim. İstemsizce morarmış olan elimi elbisemin koluyla kapadım. Masaya oturmak yerine benim oturduğum koltuğa oturunca nefesimi tuttum. Uyumuş numarası yapmadığıma pişman olmuştum. Bakışlarıyla beni abluka altına almıştı. Neyi çözmeye çalışıyordu. O yokmuş gibi duvarda asılı duran çizmiş olduğu resme odaklanmıştım.
İçten içe sıcaklamaya başlamıştım. Daha fazla göz hapsinde kalmaya dayanamadım.

"Birşey mi söyleyeceksin?"

Bakışlarını üzerimde hissetmeme rağmen cevap vermedi. Cevap vermesine de dayanamayıp başımı ona çevirdiğim de nefesim kesilmişti. Bu bakışı daha öncekilerine hiç benzemiyordu.  Öylece ona bakarken umutsuzca sorumu yinelediğim de gür sesi kulaklarımı doldurdu.

"Sorun ne!"

Soru sormaktan ziyade hesap soruyordu.

"Sorun yok."dedim.

Sabır dilercesine nefes aldım. Kendince o da haklıydı bir anda ondan uzaklaşmıştım. Beni arkadaş olarak görüyordu ve bir anda aramıza mesafe koymama anlam verememişti. Bu gidişle daha çok anlam veremediğin şeyler olacak Zeyd Ansarhan.
Yavaşça ayağa kalkıp önümde durdu.

"Benim için önem arz etmesen neden bu denli düşünceli suskun olduğunu sormaya tenezzül etmem."

Tok kurşun geçirmez sesi sessizliğe bürünmüş odayı kapladığın da başımı kaldırıp gerilmiş yüzüne baktım. Onun için önemliymişim! Uzun zamandır aynı evin içinde yaşıyorduk birbirimize önem verip alışmamız imkansızdı. Ki ben ona aşık olmuştum. Yirmi dört yıl bekleyip kalbimi bir tek ona açmıştım. O kalbimin kapısını çalmadan ben ona kalbimi açmıştım.

Ayağa kalkıp masanın olduğu tarafa yürüdüm.

"Kimsin sen?"

Kendine özgü hareketlerle hemen önümde yerini almıştı. Ne çok alışmıştı mesafelerimizi ihlal etmeye. Başta tavrımı belli etmeme rağmen hiçbir değişmiyordu.

"Baştan mı tanışıyoruz?"

Yanlış duymamıştım. Yüzünde ki ifadeyi de yanlış görmüyordum. Ciddi ortam da ilk kez ondan sezdiğim ukala tavırla yine soruma soruyla cevap vermişti.

"Ciddiyim... Seni tanıdığımı sanıyorum fakat her geçen gün seni hiç tanımadığımı anlıyorum ."

Söylemek istediğim kesinlikle bunlar değildi.  İkinci kez birini öldürdüğüne şahit oldum. Sana güvenemiyorum, inanamıyorum oysa ki ben sevdiğim adama güvenip inanmak istiyorum diyemedim. İstemekle yetinip öylece kala kalmak ne dipsiz bir duyguymuş ve bu duygunun her geçen zaman da bende yer edinmeye başlamıştı.

"Beni tanımak mı istiyorsun?"

"Soruyu soran benim."

Yine ona ait olan fakat benim daha yeni görmüş olduğum gülüşüyle konuştu.

"Kimse beni senden daha iyi tanıyamaz Nur."

"Nur" belki de soyadım olmadan ilk kez telaffuz edişiydi.

"Neden biliyor musun?"

İfadesiz bakışlarım yüzünde gezinirken dudaklarını araladı.

"Çünkü buna izin vermem."

Sesi duygudan yoksundu.
Tüm öfkemi ve kırgınlığımı etkisiz hale getirme silahı bu muydu? Ona karşı kırılgan noktamın ufacık bile olsa umut vaad eden sözleri olduğunu çok iyi mi biliyordu. Eğer söyledikleri doğruysa bu zamana kadar onu kimse tanıma şerefine erişememişti. Peki ben? Onu gerçekten tanıyor muydum? Son gördüklerim den sonra hiç emin değildim.

"İzin vermiş halin bu mu?"

"Sence?"

Göğsünün tam ortasına benim için kocaman ama onun bedeni için küçücük olan koca bir yumruk atmak istedim. Aklımı karıştırdığı yetmiyormuş gibi beni iyice çıkmazlara sürüklüyordu.

"Daha ne işle meşgul olduğunu bile bilmiyorum!"

Hayır, hayır söylemek istediğim kesinlikle bu değildi. Sen ne zaman ona içinde ki gerçekleri söyleyebildin ki, harika iç sesim yine iş başındaydı.

Bu mu dercesine bana baktığında yüz hatlarında ki gerginlik tamamen yok olmuştu.

"Ressamın ama genellikle Amir'in tamirhanesinde çalışıyorum."

İki gün önce adamı öldürürken bıçağı ustaca tutuşu kesinlikle bir ressama ait değildi. Veyahutta Amir abinin tamirhanesin de çalışan biri gibi değildi.

"Bugün tamirhaneye gidecek misin?"

Evet anlamın da başıyla beni onayladığın da içim de ki Nur sırıttı.

"Bende seninle gelebilir miyim?"

Masumiyet dolu bir çocuk ifadesiyle sormuş olduğum soruya kesin bir karşılık alamayacağımı biliyordum.

"Gelebilirsin."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken istemsizce "Gerçekten mi?"dediğim de yüzüne yayılan tebessümünün yüreğime işlediğinden habersiz konuşmaya devam etti.

"Sen hazırlan ben bahçe de bekliyorum."

Ardına dönüp oturma odasından çıktığında yeniden doğmuş gibi bir his içimi kapladı.

                                  💫

Kasabanın merkezine giden yolda ilerlemeye başlamıştık. İçimde ki heyecanı dışıma yansıtmama konusun da çok iyiydim. O çok merak ettiğim Balamir sokaklarını görebilecektim. Üstelik sevdiğim adamla...
Son düşündüklerimi kendi kendime tenkit ettim.

Tozlu topraklar yerini betona bıraktığın da kasabanın merkezine giriş yaptığımızı anlamıştım. Şehire kadar yürüyerek gidip gitmeyeceğimizi merak ediyordum. Eğer öyle birşey olursa geri dönerken beni sırtında taşımak zorun da kalacaktı.

Yanımda yürüyen adam her şeye rağmen bana güven vermeye devam ediyordu.
Bir zamanlar insanların dertleriyle, mutluluklarıyla, umutlarıyla yürümüş olduğu bu sokaklar şimdi ölüm sessizliğine bürünmüştü. Koskaca Balamir kasabası insanlarıyla birlikte toprağa gömülmüştü. Geniş sokaklarda ilerlemeye devam ederken binalar her ne kadar harabelere dönmüş olsa da yıkılmış binaların her birinde bir nizam vardı.

Şüpheli olduğu kadar sevgi dolu bakışlarım sıklıkla yanımda yürüyen adamı buluyordu.

"Şehire yürüyerek mi gideceğiz?"

Sesim ıssız sokaklara yayıldığın da yorgun bir nefes bıraktım. Ona baktığım da gülümsedi.

"Araba ile gideceğiz."

Etrafta araba arayan gözlerim yola devam etmesiyle onu takip ederken bir yandan da uzun zaman önce harabe olmuş evlerde yaşam belirtisi arıyordum.
Yıkık evlerin arasında tek katlı sağlam bir ev gözüme çarptığın da perdenin hareket etmesi ile aniden durdum. Kasaba da hı kimsenin yaşamadığını biliyordum. Üstelik Zayn merkez de yaşamanın ve buralara gelmenin tehlikeli olduğunu söylemişti.
Benimle birlikte duran Zeyd'e korku ve heyecanla bakmıştım.

"Şu evde biri var."

"Olabilir."

"Nasıl? Zayn kasaba da kimsenin yaşamadığını söylemişti."

"Demek ki yanlış bildiği için yanlış söylemiş."

Yürümeye devam etmek zorunda kalırken kimin yaşadığını sormaya niyetlendiğim an ciddi sesi tekrar kulaklarımı doldurdu.

"Kimin yaşadığı bizi ilgilendirmez."

Sözleri derin bir nefes alamama sebebiyet verirken geldiğim gibi geri dönmek istedim. . Fakat beni şuan burada onun yanında tutam tek şey şüphelerimdi. Adımlarımı hızlandırıp onu geride bırakırken düz yolda emin olmayan adımlarla ilerliyordum.

"Bu taraftan."

Sokak da yankılanan sesinde birkaç dakika önce ki ciddiyet yoktu. Arkama dönüp ona baktığımda sol tarafta ki köşeyi dönmüştü. Bu defa hızlı adımlarım ona yetişebilmekti. Köşeyi döner dönmez karşıma çıkan son model araba ile kaslarım ister istemez çatılmıştı. Benim nazarımda Zeyd'in o arabaya sahip olması imkansızdı. Fakat arabanın hemen yanında duran Zeyd tüm düşüncelerimi yok etmişti.

Şuan ki duruşuyla savaşın sahiplerinden biri gibiydi.
Şüphelerim doğru olabilir miydi?
Bunun gerçek olabilme ihtimaliyle bile kalbim paramparça oluyorsa, gerçek olduğuna tam kanaat getirdiğim de kalbimin alacağı hasarı hesap bile edemiyordum. Neden bana bu denli zarar vermesine izin verecek kadar sevmiştim onu.
İlk kez aşık olan biri hangi yollardan geçeceğini nereden bilebilirdi. Hayatım boyunca onunla tanışana kadar sadece Poyraz'dan hoşlanmıştım. Buralara gelmeden önce sanki hayatım da hep o var olacak gibiydi. Fakat şimdi karşımda duran adamı öyle sevmiştim ki, sevgim koca ummana dönüşmüştü.

Yanına ulaştığımda arabaya binmek için sağ tarafa yürüdüğüm de  "Bekle."demesiyle durmuştum.
Hemen önüme geçerken becerikli parmakları başörtümü kavradığında ne yapmaya çalıştığını geçte olsa anlamıştım.

"Ben yapabilirim."

Hiç oralı olmadan yüzümü kapatıp gözlerimi açıkta bırakarak peçe işlemini tamamlamıştı. Her konu da bilgi sahibi olmak zorunda mıydı? Zeyd Ansarhan'ın lugatında olumsuz hiçbir şeye yer yoktu.
Fakat o olumsuzlukları peşinden sürüklerken o olumsuzluklarla birlikte bende ona sürükleniyordum.

"Savaş en çok kadınları ve çocukları incitir."

Sesinde ki düşünceli ve acılı ton yutkunmama sebep olurken kirpiklerimi kırpıştırdım. Hafifçe koluma dokunduğunda nazikçe arabaya binmem için telkin de bulunmuştu.

Araba tenha sokaklarda ilerlerken yeniden tozlu yolların hakimiyetine girdiğinde Balamir'den çıkış yaptığımızı anladım. Kaçamak bakışlarım onu bulduğun da hayran hayran bakmamı engelleyen tek şey şüphelerimdi. Ona daha fazla bağlanmamalıydım. Ne yazık ki insan en çok kendine vermiş olduğu sözleri tutamıyordu. Konu kalp olunca an, zaman,mekan kavramını yitiriyordu. Tüm bu zorluklarla başa çıktığım gibi duygularımla da başa çıkabilirdim. Nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyordum ama onun uçurumun da düşe kalka öğrenecektim. Sonun da ellerimle kafesine koyduğum kalbimi özgür bırakacaktım artık yaralı bir kalp nasıl özür olabilirse. Başımı uçsuz bucaksız vadilerden çevirip önüme baktığım da yola kurulmuş olan barikatları fark ettim.  Çevresinde ki askerleri gördüğüm an nefesim kesildi. Korku karışık bir sesle konuştum.

"Zeyd."

Başımı ona çevirdiğim de vakarlılığını koruyarak arabayı sürmeye devam ederken dudaklarını araladı.

"Korkmana gerek yok. Sakince araba da bekle."

Bu kadar sakin olması beni çileden çıkarıyordu. Barikatların  biraz uzağına park ettiği arabadan tüm heybetiyle inip eli silahlı askerlere doğru ilerlemişti.
Bakışlarımı ondan çekip Latin harflerle yazılı olan tabelaya baktım. Büyük harflerle yazılı ZARAH yazısı heyecanlanmama sebep olmuştu. Akadistan'ın başkenti ve benim fotoğraflarına hayran hayran bakıp gitmeyi çok istediğim şehirdi. Gitmek istemenin hayallerini kurarken o hayallerimin içinde sevdiğim adam da ile gelmekte vardı. Bütün bunlar tevâfuk muydu?

Askerlerin olduğu tarafa da bir hareketlenme olurken bakışlarımı oraya çevirmiştim. Zeyd yan profilden gördüğüm bir askerle tokalaşırken yüzüne samimi bir tebessüm yayılmıştı. Kısa konuşanları son bulduğun da tokalaşmış olduğu asker arabanın olduğu tarafa döndüğü an damarlarım da ki tüm kan çekilmişti. Ellerim biz keserken parmaklarımı birbirine kenetlenmiştim. Gözlerimi defalarca açıp kapadığım da yanılmadığımı anladım.
Bu adam Albay Honest başkası değildi.
Dean kıskançlıkla, bana ise iğrenç bakışlarla bakan adamdı. Hücre de yaşadığım ve hissettiğim kötü anılar düşüncelerimi ele geçirirken arabayı bulan itici bakışlarıyla gözlerimi çekip hafifçe başımı eğdim. Bakışları onu ilk gördüğüm an ki gibi beni ürkütüyordu. Sıkıntılı bekleyişim arabanın kapısını açıp hareket ettirmesiyle son bulmuştu.

Başımı çevirip alnına dökülen saçları geri eden adama baktım. Ne kadar da masum duruyordu.

"O adamı tanıyor musun?"

"Evet."

İçimde ki şüphe tohumları yeşermeye başlamıştı.

"O adam güya barış güçlerinin askeri değil mi? Onunla nasıl samimi konuşabiliyorsun?"
Sesim istemsizce sert çıkmıştı. Honest tanıdığımı söylememe şimdilik gerek yoktu.  Cevap vermeyip süratle arabayı sürmeye devam etti.
Sanırım ona olan sevgimin yerini öfke almasından korkuyordum.

Boş koltukta duran sırt çantamı kucağıma alıp göğsüme bastırdığım da camı açtım. Her ne olursa olsun aklım da ki şeyi yapacaktım.

                                 

                                        💫

                  
                          ERİZ HAPiSHANESİ


Derin bir nefes aldığın da hücrenin rutubetli kokusu ciğerlerime işlerken umutsuzca zemini izliyordu. Zemin deki bakışları aylardır görmüş olduğu tek kişiyi buldu. Dün akşam üzeri ziyaretçisi gelen adam düşünceli görünüyordu. Birkez bile sesini duymadığı adamın artık konuşamadığına kanaat getirmesine az kalmıştı. Başını kendisine çevirdiğin de göz göze geldiği adamdan gözlerini çekmek istemese de sanki bunu yapması gerekiyormuş gibi bakışlarını çekti.

"İsmin ne idi?"

Hücreyi dolduran tok ses ile bakışları tekrar adamı bulduğunda gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu bu adamın isim hafızası yok muydu?

"Rosie."

Adam oturuşunu düzeltip derin bir nefes aldı.

"Rosie, kusura bakma pek alışık değilim yabancı isimlere."

"O anlaşılıyor zaten bay suskun."

Genç adam duyduğu isimle gülümsedi.
Rosie ilk kez gülümsemesine şahit olduğu adamın gülümsemenin ne kadar yakıştığını düşündü.

"Seni buradan kurtaracağım ama karşılığın da bazı isteklerim olacak."
Kendinden emin bir şekilde konuşan adamın onu nasıl kurtaracağını merak ediyordu.

"Seni dinliyorum."

"Sana yaptıkları işkence karşısın da dayanamayıp flasbelleğin yerini çoktan söylemiş olurdun. Sende değilse o flaşbellek kimde?"

Rosie şaşkınlıkla adama baktı.

"Onlardan biri olmadığımı şimdiye kadar anlamış olman gerekiyordu."

"Anladım. Fakat?"

"Nereden bildiğimi sorma çünkü bir cevap alamayacaksın. Bize yardım edeceksin bizde senin ülkene sağ salim gitmene yardım edeceğiz."

"Siz?"

"Bizim kim olduğumuzu bizden başka kimse bilemez."

Rosie az çok anlamıştı. Esedullah'ın komutasında ki direniş örgütüne mensup kişilerdi. Onlara güvenebileceğini çok iyi biliyordu.

"Bir arkadaşım da daha doğrusu çok da arkadaş sayılmayız fakat bazı zorluklar bizi bir araya getirmişti. Adı Nur Barlas. Nerede olduğunu bilmiyorum."

Genç adamın gözleri kısılırken hareleri parlamıştı.

"Nur Barlas mı?"

"Evet, onu tanıyor musun?"

"Pek değil fakat onu çok iyi tanıyan birini biliyorum."

Genç adam parmaklıkların önünde durdu.

"Cumartesi şafak sökmeden buradan çıkacağız."

Rosie heyecanla gülümsedi. Bir hafta sonra aylardır süren esareti son bulacaktı. Akadistan da yapılan vahşeti tüm dünyaya haykırmasına az kalmıştı.

"Peki Bay Suskun'u tekrar görebilecek miyim?" Sorusu düşüncelerini istila etmiş durumdaydı.




Seguir leyendo

También te gustarán

752 96 12
Jisung; çiçekleri çok seven, kalp hastası ve okulda zorbalık gören bir çocuktu. Fakat nereden bilebilirdiki çiçeklerinden biri okulun popüler basketb...
517K 37.7K 35
Antep'in ihtişamlı konaklarından birinde, aşk acısını sır gibi saklayan Üsteğmen Zeyd ve sevdiği adamı ölmeden yüreğindeki mezara gömen Katre'nin hik...
6.3K 1.1K 27
"Gelme!" Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyorum. Acıyan gözlerimi yüksekliğini bilmediğim yerden aşağıya çevirdim. Çok yüksek burası. Soğuk rüzgar canım...
7.8K 541 37
Yeni bir güne uyanmıştım... Herşey çok güzel olsun istiyordum ama herşey berbattı. Çünkü annemle babam ayrılmıştı ve benim için o gün hayat bitmişti...