p.s i still love you | yoonmin

By thvinwonderland

13K 1.7K 5.1K

acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun. izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma. o yolda çekmiştim ruhumu patlatan f... More

1𓆝 does your heart still remember my name?
2𓆝 i have grown too strong to ever fall back in your arms
3𓆝i see it all here in colour, it's such a beautiful dream
4𓆝was there something i could've said to make it all stop hurting?
5𓆝the whole world, it is sleeping but my world is you
6𓆝 a feeling deep inside you wants to love it all again
7𓆝 tip me in your smooth waters, i go in as a man with many crimes
9𓆝 lost love is sweeter when it's finally found
10𓆝 we gonna act like it don't hurt us but it hurts, don't it?

8𓆝 should've never let you go-oh, my baby

868 110 371
By thvinwonderland

🎶yorgos kazantzis - to vals tis outopias (instrumental)

Yoongi,

Bazı zamanlarda dönüp ona baktığımda kölesi olmamı isteyen bir prensmiş gibi görünüyordu gözüme. Ne işle uğraşıyor olursa olsun, üzerine ne giyiyorsa, suratında makyajı varsa ya da yoksa, saçları yapılı ya da değilse, hiç fark etmeksizin endamına dilim tutulup bakakalıyordum.

Bugün hayatımın en eğlenceli günlerinden birini geçirmiştim. Tezgâhın önündeki kucaklaşmamızdan sonra aramızdaki buzlar cornettomuzu bandırarak içtiğimiz kapuçinonun buharında eriyip gitmiş gibiydi. Yediğimiz şeyin bir kruvasandan farkı olmadığını söylediğimde bunu nasıl memleket meselesi haline getirip savunmaya geçtiğini gördüğümden beri günün belirli saatlerinde onu bu şekilde sinir edip durmuştum, o da çattığı kaşlarıyla tatlı tatlı bana çemkirmişti.

Aramızda bir sorun yokmuş gibi davranıyorduk. Belki sahiden de bir sorunumuz kalmamıştı. Jimin yanıma eşofmanıyla geldiği için dışarı çıkarken dolabımdan giyinmeyi tercih etmişti. Altında derslerde giymek için aldığım bol, siyah, kumaş pantolonum, üzerinde ön tarafındaki eteklerini pantolonun içine sıkıştırdığı uzun kollu, siyah çizgili, gri tişörtüm vardı. Geç saatlere kadar dolanacağımızı düşünüp siyah ceketimi almış, gövdesi benden daha ufak kaldığı için omuzlarından aşağı oversize model gibi dökülen ceketi de tamamlayabilmek için alıcı bir ışıltıyla parlayan sarı saçlarını siyah kasketimle kapatmıştı.

Bütün kumaşlar üzerinden bir su gibi akarken Jimin bir peri edasıyla onları hareket ettiği tarafa yönlendiriyordu. Böylesi basit sayılabilecek bir kombin içinde bile inanılmaz zarif görünüyordu.

Gün boyunca beni Padova'nın görülmesi gereken kültürel mekanlarında, mimarisiyle ağzımı açıkta bırakan kiliseleri ve müzelerinde turist kafilesini gezdiren bir rehber gibi gördüğü her şeyi anlatarak gezdirmişti. Son durağımız Scrovegni Şapeli'nden çıktıktan sonra yakınlarda bir park olduğunu, yiyecek bir şeyler alıp orada oturabileceğimizi teklif ettiğinde hemen kampüse geri dönme niyetinde olmadığı için memnundum.

"Ben de acıkmıştım zaten." diyerek peşine takıldım. "Sabahki kruvasanlar beni tok tutmaya yetmedi."

Sırf uyumlu gözükmek için kıyafetlerimde onun tercihlerindeki renkleri kullandığımdan başımı eğip sürekli üstümüze başımıza bakıyordum ve bu bana açıklanamayacak bir saçmalıkta keyif veriyordu. Yirmi altısında biri için bunlarla uğraşmak, hoşnut kalmak belki de delice bir işti, çocukçaydı ama ben zaten bu aşk işini yıllardır icra ediyor olsam da bir çocuk kadar deneyimsizdim.

"Hâlâ kruvasan diyor ya!"

"Kruvasanın aynısı işte."

"Değil diyorum."

"Aynısı. Hem kapuçinoya banınca da çok kötü oldu tadı."

Hiç de kötü olmamıştı. Kahvaltıda tatlı şeyler tüketmeyi tercih eden biri olmasam da hamurun kıvamı da içindeki kayısılı kreması da damakta muazzam bir şölen yaratıyordu. Kahveyle birleşince tam sevdiğim şekilde tadı yumuşamıştı. Elbette dudaklarını büzüşünü bir kez daha görmek için bu gerçekleri Jimin'den saklıyordum.

"Sen ne anlarsın ya İtalyan işi lezzetlerden! Git kimçi falan ye."

Benimle uğraşmak istemezmiş gibi hızlandırdı adımlarını. Bu sefer hızlı pes etmişti ama önemli değildi. Böyle büyük büyük adımlar atıp benden kaçmaya çalışırken bile manzaram sırtı oluyordu. Hiç şikayetçi olur muydum bundan?

Sırıtmadan edemedim. Onun yanında zaten sürekli gülümsemek isterken buluyordum kendimi, bir de sırtındaki balıkları iki gözümle gördüğümden beri daha da huzurlu ediyordu beni yanında durmak. Çünkü gerçekten yanında olmasam bile orada, onunla kalbinin derinliklerinde yüzdüğümü biliyordum. Bu şüphesiz hissedebileceğim en tatmin edici duyguydu.

Beni kapıda bekletip küçük bir dükkanın içine girdikten on dakika kadar sonra elinde büyük bir poşetle çıktı. Az önce bana surat yapan o değilmiş gibi kocaman bir gülümsemeyle "Lazanya aldım. Soğumadan gidelim." diyerek koşturmaya başladı. Ne olduğunu anlamadan adımlarını kovalarken buldum kendimi.

Bir film sahnesi içinde gibi hissediyordum. Vızır vızır geçen arabaların arasında hiçbir şeyden korkmuyormuş gibi koşuyorduk ve etraftaki her şey koşuş hızım yüzünden bulanık bir fotoğrafa benzerken Jimin, koştuğu için geriye uçan ceketi, şapkası düşmesin diye başında tuttuğu eli ve savrulan poşetiyle korna seslerinden duyulan kahkahasıyla birlikte kadrajımda oldukça net bir görüntüye sahipti.

Bense sahibini kovalayan bir köpek gibi iki adım atınca tıkanan ciğerlerim yüzünden dilim dışarıda arkasından koşuyordum. Böyle anlarda yanına yakışmadığıma emin oluyordum. Elbette görünüş olarak da ona yakışır olmak isterdim fakat asıl isteğim yüreğine yakışmak olduğundan buna kafayı o kadar da takmıyordum.

Uzunca demir parmaklıklardan yapılmış kapıdan geçtikten sonra beni kontrol etmek için arkasını döndüğünde dudaklarında gülümsemesi varlığını devam ettiriyordu. Neden bu kadar kıkırdadığını bile bilmiyordum ama yanımdayken böyle mutlu sesler çıkarması hoşuma gittiği için sorgulamıyordum.

"Hadi!" diyerek elime uzanıp parmaklarını parmaklarıma geçirerek beni peşinden sürükledi. "Aşağıda nehir var, oraya gidelim."

O sıra ne aç karnım ne de dinlenmem için çığlık atan ciğerlerim umrumdaydı. Elimi tutuyordu. Sıcacık avcu bir sigara için titreyen parmaklarımı kavrıyor, beni ardından kendi yoluna çekiyordu. Şu hâlimiz, geleceğimizden bir kesit gibiydi. Benim yolum bundan sonra Jimin'in nabzı nerede atıyorsa orasıydı.

İçimde tuhaf bir adrenalin patlaması yaşanıyordu. Henüz onu dilediğim zaman çekip öpebilecek, dilimin ucuna gelen sevgi sözcüklerini rahatça söyleyebilecek samimiyete ulaşamadığımı biliyordum ama onun yanında olmak kalbimi mutluluktan patlatacak bir histi. Gargamel'in yukarıda bir yerlerde beni kaşlarını çatarak izlediğine ve mutluluğuma inanamadığına emindim. Bir deli gibi karşılanmayacağımı bilsem ona hareket çekip hakkımdaki kötü planlarını bir tarafına sokmasını ve sonunda kazandığımı bağırmak isterdim.

Ergenliğime yeni girmiş olmalıydım.

"Burası nasıl?"

Sorusuyla parkta koşturduğumuz süre boyunca ellerimizde tuttuğum bakışlarımı etrafa çevirdiğimde estetik fotoğraflardan çıkma bir mekanla karşılaştım. Nehrin kıyısına çoktan yanaşmıştık fakat su neredeyse hiç akmıyormuşçasına durgundu. İçinden yükselen kamış otları, dibi suyun içinde kalan kayalar, batmakta olan güneşin su yüzeyinde oluşturduğu turuncu çizgiler ve Jimin'in oturmamızı planladığı yaşlı ağaçla oldukça romantik bir ortamdı. Bu parkı özellikle mi seçmişti, günü burada kapatalım diye gezeceğimiz yerleri planlarken şapeli bu yüzden mi son sıraya yerleştirmişti, merak ediyordum. O da benim gibi yapacağımız her şeyi detaylarıyla düşünüyor muydu?

"Çok güzel." diye cevapladım büyülenmiş gibi.

Etrafta insanlar ve köpekler vardı fakat konuştuklarımızı duyacakları kadar yakınımızda değillerdi. Hoş, kendi aramızda onların dilini konuşmadığımız için her türlü rahattık. Bizden olmayan insanların yanında, bizim olmayan topraklarda kendi evimizde olacağımızdan çok daha özgürdük.

"Bir an önce yiyelim." Hiç memnun olmasam da oturacağımız için elimi bırakmış, çimlerin üzerinde sırtını ağaca yaslayarak bağdaş kurmuştu. Eşlik edip karşısına geçtim ve o lazanyalarımızı çıkarıp yarım yamalak kullandığım çatallarla birlikte aramızda kalan yerde ufak bir sofra kurdu.

Daha önce sadece bir kez yemiş olsam bile hayatım boyunca tadabileceğim en iyi lazanya olduğuna ikna olduğum lezzette yemeği yerken gözlerim hep üzerindeydi. Kocaman lokmaları yutabilmek için aralayıp kapadığı, çiğnerken sağa sola oynattığı dudakları bir tanrı elinden çıkamayacak güzellikteydi. Lazanya yerine onları yemek isteyeceğim bir dolgunlukta, insanın ağzını sulandıran bir pembelikteydi. Güldükçe kayıplara sürüklenen gözleri şimdi, ağzına yayılan tada inanamıyormuş gibi tatlı bir yuvarlıkla açılmıştı. Koştuğumuzdan olsa gerek, al aldı yanakları. Lokmaları sol yanağında topluyor, ısırılası bir şişkinlik yaratıyordu.

Yıllar olmuştu, dile kolay, kendimi bildiğim her anı ya Jimin'le ya yüreğimde onun aşkıyla geçirmiş, suratını eskiyecek kadar çok görmüştüm ama bir gönlümü yakan sevdasını eskitememiştim. Ona her baktığımda güzelliğinin ruhuma bıraktığı sancısını sonsuza dek çekecekmiş gibi hissediyordum.

Ağzındakini yuttuktan sonra bir anda buruşan yüzüyle beni derin hülyalardan çıkarmış, hızlıca tiz bir sesle hapşırmıştı. Suratı öyle sevimli bir ifadeye bürünmüştü ki aptal aptal gülümsemekten kendimi alamamıştım.

Peçetelerden birini hapşırdığı elini silmesi için uzatırken kendimden beklemediğim nazik bir tonla "En güzel sen yaşa." dedim. Aşıktım ben. Genç, aşık ve burada alabildiğine özgür.

Utandığını gizlemek için bakışlarını kaçırmış ama pek başarılı olamamıştı. "Hmm," diye mırıldandı ne diyeceğini bilemez gibi. Sonra neredeyse hiç duyamayacağım kadar kısık bir sesle "Birlikte," dedi. "Hep."

Jimin hiçbir şey olmamış gibi kolasından yudumlarken ellerim telaşlı bir arayışa geçmişti. Böylesi hisleri pik noktasında yaşadığımda benim için bir refleks haline gelmişti kağıt kaleme uzanmak. Fakat yanımda getirmemiştim, zihnime hiç güvenmediğim için eski kafalı olduğumdan vazgeçemediğim kağıt kalem ikilisine rağmen telefonumun not kısmını açtım.

"yağmurlar dinince yüzün başlardı/bir çocuk utanırdı yanaklarından/bir çocuk, gitgide dalgınlaştığından..."

Sıcak basmış gibi kasketi çıkarıp yüzüne doğru salladığında saçlarına döndü bakışlarım. Dizlerime uzansa hiç usanmadan her bir telini okşardım.

"seni sevmek bir kitaptı açılıp kapanan/açıldığı oldu da kapandığı olmadı/ancak sonsuz, ancak geniş boyutlu/ancak ufuk çizgileriyle bir düşünüyorum seni."

Nehirden gelen ani şapırtı sesleriyle o tarafa yöneldim. Doodle cinsi sarı tüylü bir köpeğin ferahlamak için suya daldığını fark edip bu tatlı manzarayı telefonumla fotoğraflamadan edemedim. Asıl isteğim oturduğumuzdan beri bu güzel yerde Jimin'i kaydetmekti ama bunu yapmaya çekindim.

Lazanyanın kalan son parçasını çiğnerken köpeğin suda oynamasını izledim. Güneş neredeyse tamamen batmak üzereydi, suya verdiği ateş rengi bir kızıllıktan başka bir şey kalmamıştı geride.

"Köpek parkı burası." dedi bir süre sonra Jimin. Gerici olmasa da aramıza giren sessizlikten sıkılmış ya da köpeğe dönen ilgimi kendine çekmek istemiş gibi. "O yüzden bu kadar çok köpek var etrafta. Sahipleri yeterince nazikse sevmemize izin veriyorlar. Buraya gelmek hoşuma gidiyor bu yüzden."

"Sahiplenmeyi hiç düşündün mü?"

Bu zamana kadar sadece ömrü kısa süreli olan turuncu balıklarla ilgilenmiş olsam da dört bacaklı bir hayvana arkadaşlık etmeyi de çok isterdim. Babamın kedilere alerjisi yüzünden onları seçenek dışı bırakmış, herhangi bir köpeği de ev ortamında rahatça yetiştiremeyeceğim için tercih etmemiştim. Bir kediyi kendi evime çıktığımda da sahiplenebilirdim ama o sıralar kendime bakmaktan bile acizken masum bir hayvana da boşuna umut vermek istememiştim.

"Köpekten çok kedileri seviyorum aslında." Ambalajından çıkardığı ıslak mendille dudaklarını temizledikten sonra devam etti. "İleride kara kedi sahiplenmeyi çok isterim. Hatta—hatta adını bile düşündüm. Salazar!"

Anlatırken suratına yerleşen hevesli ifadeyi izledim. Yumruk olup havaya kalkan ellerini, bağdaş kurduğu bacaklarını aşağı yukarı sallayışını... Sahiden uzun zamandır bunu istiyormuş gibi bir hali vardı ve beni enkaza dönüştürdüğünü fark ettiğim zamanın onu kedilerle birlikte gördüğüm an olduğunu hatırladığımda ben de delicesine onunla birlikte bir kedi sahiplenmek istemiştim. Kara, adı da Salazar.

Gelecekten bir hayal kuruyordum şimdi. Dünyanın neresinde olduğu önemsiz evimizde, her yer sadece ikimizin tercihleriyle dekore edilmişken, odalarımızdan herhangi birinin yeşilliklere bakan bir manzarası varken, ocağımızda kaynayan sıcak çayların ve pişen kurabiyelerin şekerli kokusu tüm evi sarmışken, tıpkı Kore'deki evinde olan odasındaki gibi bir köşeyi tamamen bitkilere ayıran Jimin'in saksıdan sarkan sarmaşıkların altındaki sallanan koltukta kucağında kedimizle oturuşunun resmini çizdim. Tüm dünyanın bize nefreti, aynı kağıt parçasına ikimizin atamayacağı imza ve doğuramayacağımız bir bebekten kaynaklanırken her şeye rağmen ömrümün sonuna onunla birlikte varmak istiyordum.

"Senin her zaman bir hufflepuff olacağını düşünmüştüm."

Cilveli cilveli göz kırpıp "Bende şaşıracağın daha çok gerçek var." dediğinde bunu kirli zihnimle yanlış yerlere çektiğim için kızaran yanaklarımla yeniden suda zıplayan köpeğe döndüm. O da devamında hiçbir şey söylemedi.

Gözlerimin ondan ayrı kalışı uzun sürmedi. Bir mıknatıs gibi bakışlarımı sürekli kendine çekiyordu. Ona döndüğümde sigara paketinden bir dal çıkarıp dudaklarına yerleştiriyordu. Onların arasına yerleşenin kendi dudaklarım olması için vazgeçebileceğim şeylerden haberi bile yoktu. Çakmağın güçsüz aleviyle ucunu tutuştururken dumanı içine çektiği için çukurlaşan yanaklarıyla az önceki düşüncelerimi pekiştirecek kadar çekici bir görüntüye sahipti.

Bu zamana kadar beni arkadaşı olarak gördüğünü sandığım için hep masum tutmaya çalıştığım düşüncelerim benden haberi olduğunu bildiğimden beri sürekli pisleşmeye çalışıyordu. Dudaklarından çıkardığı dalı bana uzatması da bu konuda hiç yardımcı olmuyordu.

Parmaklarımızı tokuşturarak aldığım sigaradan ciğerlerime ziyafet, aynı zamanda da felaket bir nefes çektikten sonra tekrar notlarıma girdim.

"ateşle suyun öpüştüğü yerdedir yüzün." Birbiri ardına geldiklerinde anlamlı olmayacaklarını düşünsem de daha sonra düzenleyebileceğim için umursamadan devam ettim. "taşlardan bile kokunu sağıyorum şimdi."

"Kiminle mesajlaşıyorsun?" Kendine de yaktığı sigara parmaklarında sallanırken çattığı kaşlarıyla sorgulayarak bana bakıyordu. İfadesinden hoşlandığım için sürekli onu gıcık etmemi fısıldayan iç sesimi dinleyerek cevap vermedim ve onun için yazdığım kelimelere, o başkasıyla mesajlaştığımı sanırken devam ettim.

"gökyüzüne iki nokta açtım gözlerin için/dudakların için iki yaprak kopardım/bize artık karların yağdığı bir yaz günü yaraşır/göçmen kuşların döndüğü bir güz, olsa olsa/ötesi, kendini iki imzayla onaylatan dünya..."

Minik bir çakıl taşı omzuma isabet ettiğinde inatla yüzünden silmediği öfkeli ama sevimli ifadesine hiçbir şey demeden baktım. "Sana diyorum!" diye direttiğinde telefonu ona uzatıp yanlış anlaşılmayı düzeltmeye çalıştım.

"Kimseyle mesajlaşmıyorum, bir şeyler yazıyordum."

Yazdıklarımı okumasını artık bir gizlim saklım kalmadığı için umursamıyordum. O da bunu düşünmüş olacak ki birkaç saniye ekrana baktıktan sonra iç çekerek "Bir seferinde, telefonunu aldığım için bana kızmıştın. Hemen elimden çekmiştin, çok sinirlenmiştim çünkü başkalarının kullanmasına izin veriyordun." dedi. Yazdıklarımı okuduğunda utandığı için konuyu başka bir yere çekmeye çalıştığına ikna ettim kendimi. Yoksa ona attığım her adımda, zamanında kendimi geri çektiğim için canını yaktığım anları istemsizce hatırladığını düşünsem kendimle savaşımda yenik düşerdim.

Anlattığı günü net bir şekilde hatırlıyordum. Hafızamda bu kadar yer edinmesinin nedeni tartışmamızın devamında benimle yakın olmak istediğini ama benim hep onu ittiğimi söylemesinden sonra hata yaptığımı fark edip bizi yakınlaştıracak o adımları atmaya başlamamdı. Bizim dönüm noktalarımızdan sadece bir tanesiydi.

"Hatırlıyorum." dedim uzattığı telefonu alıp. Emekleyerek yanına biraz daha yaklaştım. "Jungkook çok kullanıyordu telefonumu. Ona izin veriyordum çünkü oyun oynayıp geri veriyordu ama sen ödevin için dosya hazırlamaktan ve bu yüzden galerime bakmamız gerektiğinden bahsediyordun." O telefonumu bozulduğu için değiştirsem bile galerimde tekrar hazırladığım dosya sayesinde ona bunu neden yaptığımı kanıtlayabilirdim. Bu yüzden balık emojisiyle adlandırdığım albüme tıkladım. Bunu bir gün birine, özellikle balığımın ta kendisine göstereceğimi hiç düşünmezdim.

"Bunu göreceğinden korktum. Öyle anlık bir panikle çekmiştim elinden."

Telefonumu tekrar avcuna bıraktım. Konuşmadığımız zamanlar instagram hesabından kaydettiğim, The Rose konserinin olduğu geceden o zamanki aklımla gizlice çektiğim, sonrasında başlayan arkadaşlığımızda onun farkında olduğu ya da habersiz kaldığı birkaç anıdan, çoğunluğunun turuncu saçlı olduğu halinden fotoğraflarıyla dolu albümü incelemesine izin verdim.

En çok, son eklediğim için en başta duran ve bana gereksizce korku dolu günler yaşatan bulanık sırt fotoğrafını inceledi. Bu fotoğraftan haberi vardı ama ilk kez görüyordu. Sırtında olduğu için sık sık bakamadığı balıkları fotoğraf üzerinden okşadığında içimi tatlı bir heyecan kaplarken tonundan bile gülümsediği belli olan sesiyle "Aptalsın." diye mırıldandı.

Telefonumu dizlerimin üzerine geri koyup söndürdüğü sigarasının izmaritini benimkinin yanına bıraktı.

"Eğer o gün bunları görseydim..." Derin bir nefes alıp elinde döndürüp durduğu pakete çevirdi bakışlarını. Şeffaf ambalajını çıkarıp geri takıyor, bandrolünü parça parça yırtıyordu konuştuğu esnada. "Gerçek hislerim ne olurdu tahmin etmek zor. O sıralar sana zaten bir hayranlık besliyordum. Herkesten çok senin iltifatlarını duymak için uğraşıyordum ama dediğim gibi, bunu sadece hayranlık olarak adlandırıyordum. Yani ters bir tepki de verebilirdim, pek sanmıyorum ama bazen ben de böyle aptalca davranabiliyorum işte. Ama sanki eğer görseydim, beni Jungkook kadar sevmediğini düşünüp üzülmez ve senin için özel bir anlamım olduğunu fark edip..." Tekrar soluklandı. Buna benim de ihtiyacım vardı. Neler itiraf ettiğinin farkında bile değildi ama o zamanlarda ağzımdan çıkacak tek güzel lafı kovaladığını ve o zamanki hislerini "hayranlık" olarak adlandırdığını söylüyordu. Bu bir nevi o sıralarda bile bana karşı boş olmadığı anlamına geliyordu.

"Bilmiyorum," diyerek devam etti. "Kadınlardan etkilendiğim için bir erkekten de hoşlanabileceğim ihtimalini hiç düşünmemiştim. Ailemizde bana yakın bir örnek olsa bile eşcinsellik üzerine hiç düşünmezdim. Bunu kötü olarak algılama. İğrenç ya da ayıp bir şeymiş gibi karşılamıyordum ama hiç düşünmediğim için kendimin de öyle olabileceği aklıma gelmiyordu. Tek yaptığım aile içinde konusu açıldığında her söylenene kafa sallamaktı."

Aile işlerine tam hakim olmadığım için yanlış bir şey söylemekten çekinip ellerine uzandım. Paket çimlerin üzerine düşerken iki elini de tek elimle kavrayıp desteğimin onunla olduğu güvencesini vererek sıktım.

"Ben de etrafımda eşcinsel kimse olmadığı için bu hislere sahip tek kişi benim sanıyordum." diye kendi açımdan açıkladım. "Bana romantik anlamda karşılık vermeyeceğine kendimi o kadar şartlandırmıştım ki hislerimi anlama diye hep sana uzak kalmaya çalıştım. Eğer anlarsan bir daha suratıma bile bakmazsın sanıyordum ve yine de etrafında olmak istiyordum. Bu yüzden her zaman, sadece seninle yan yana yürürken bile içimden defalarca belli etme belli etme belli etme diye fısıldıyordum. Yani senin, seni sevmediğimi düşündüğün için verdiğim tepkileri aslında seni çok sevdiğim için veriyordum."

Ben konuştukça kademe kademe kızıla bürünen yanakları ve yukarı kıvrılan dudakları onu öpmem için çanlar çalıyordu. Etrafımızda insanlar vardı fakat burada her şeyin olması gerektiği gibi normal karşılandığını ve Kore'de olmadığımızı kendime hatırlatıyordum. Onu öpebilirdim. Bunu daha önce bir sokak arasında Jimin de yapmıştı. Ben de yapabilirdim. Tuttuğum ellerinden onu kendime çekip dudaklarını kavrayabilirdim.

Gittikçe yaklaşan suratlarımızın arasına giren "Piko, buraya gel!" sesi ve saniyeler sonra üzerimize atlayan köpek olmasaydı eğer.

Bacaklarımıza basıp çamurlu patileri yüzünden pantolonlarımızı pisleten ve etrafımızda dönerek tur atan köpek az önce suda izlediğim köpekti. Sahibi hızlıca yanımıza gelip "Lütfen kusura bakmayın." diyerek özür diledi. "Birazdan terapi etkinliği başlayacak ama Piko o kadar heyecanlı bir köpek ki bir türlü onu yakalamama izin vermedi. Çok üzgünüm, üstünüzü de kirletti."

Jimin gülerek benden uzaklaşırken önemli olmadığına dair bir şeyler söyleyip Piko denilen haylaz ama bir o kadar da tatlı köpeğin tüylerini okşadı. Aramızdaki çekim kuvveti tamamen yok olmuştu. Hevesim kursağımda kalsa da elden gelen bir şey olmadığı için Jimin'in gürültülü nefes sesleriyle kuyruk sallayan köpeği biraz daha sevmesini ve sonrasında sahibinin takmayı başardığı tasmasıyla bize iyi akşamlar dileyerek peşinden çekiştirdiği Piko'yla uzaklaşmasını izledim.

Ufak bir ses sistemi kurulan ve yerlere insanların köpekleriyle birlikte oturması için matlar bırakılan alan çok uzağımızda değildi. Sanki parktaki herkes oraya toplanmış gibi bir kalabalık vardı. Yeni açılan mikrofonun cızırtılı sesi de duyulup içimizi ürperttiğinde az önceki romantik anı tekrar yakalayamayacağımı biliyordum.

İç çekerek önüme döndüm. Biraz üzülmüştüm. Öyle ki ne yaptığından haberi bile olmayan yaramaz Piko'nun fotoğrafını telefonumdan silesim bile gelmişti. Şu aşk denilen lanetin beni bu kadar çocuklaştırması akıl kârı değildi.

Bir süre havadan sudan konulardan bahsettik. Konu ne sevgimize ne balıklarımıza ne de aramıza engel olan kişilere geldi. Sanki yedi yirmi dört mesajlaştıkları için birbirlerinin her şeylerini bilen iki insanın buluştuğunda konuşacak bir şey bulamayıp çevrelerindeki herhangi bir şeyden sohbet açmaları gibiydi. Önemli değildi, onunla olduğum sürece ne konuştuğumuzu hiç mi hiç umursamıyordum fakat her şeyin başında olduğumuzdan ve ben bu dışarı çıkışlarımızı bir randevu saydığımdan istemsizce daha romantik bir atmosfer yaratmak istiyordum.

Bundan olsa gerek mikrofona sahip olduğu için her anlattığını rahatça duyduğumuz köpek terapistinin hayvan ruhuna iyi geldiğini söylediği bir şarkıyı çalmaya başlamasıyla heyecanla yerimde kıpırdandım. Bu elbette bir aşk şarkısı değildi fakat sakin notalarıyla köpekler gibi insanı da mayıştıran bir havası vardı.

"Dans edelim mi?" diye sordum.

Gözleri hızlıca kalabalıkta uzanan köpeklerinin yanında oturan insanlara döndü.

"Burada mı?" şeklinde aptalca bir yanıt verdiğinde gülmeden edemedim.

"Burada."

Endişeyle "Ama insanlar var." diyerek fısıldadı. Bunu daha önce otoparkta ona sarıldığımda da dert etmişti. Kendini kabullense bile insanlardan çekiniyor olmalıydı -ki bu konuda ona elbette hak veriyordum. Fakat özellikle İtalya'da olduğumuz için ben bile cesaretlenirken onun bu kadar çekinmesini gerektirecek bir şey yaşayıp yaşamadığını merak etmiştim.

Bunu şu an sormayı düşünmüyordum. İstediğim tek şey konuyu kaynatmadan onunla dans edebilmekti. Bunu onunla her zaman konuşup korkularını yenmesi için yanında olabilirdim. Yokluğunda yazdığım bir şiirde olduğu gibi acıyla geçtiğim yoldan geçiyordu, ben o yolun sonuna çoktan varmıştım. Aradığı bütün cevaplara sahiptim ve seve seve onunla da paylaşırdım.

"Olsun." Ayaklanıp elimi uzattım tutması için. "Kimse bir şey demeyecek." dedim. "Sadece dans edeceğiz."

Ellerim ve gözlerim arasında mekik dokuyan bakışları ne kadar istekli olduğumu fark edecek ki bir süre sonra parmaklarıma tutunup ayağa kalktı. Ceketini çıkarıp çimlere bıraktıktan sonra kolları boynuma dolanırken belinden kavrayıp vücudunu kendime yasladım. İnce tişörtün altından kıvrımlarını bütün ayrıntısıyla hissediyordum.

Dans etmekten pek de anlamayan adımlarıma ayak uydurup benimle birlikte yavaşça iki yana salınırken suratını göğsüme sakladı. Tek vücut olmuş bedenlerimizde içimi yakan bir ısı alışverişi vardı. Sanki onun bedeninden bana doğru alevli top saldırısı gerçekleşiyordu.

"Korkuyor musun?" diye sordum suratı sineme saniyeler geçtikçe daha çok gömülürken. Kendini göstermek istemiyor gibi bir hali vardı. O ana kadar gözlerimi kapatıp birbirine sarılan bedenlerimizi dışarıdan hayal etmekle uğraşırken gerçekten Jimin'in rahatsız olabileceği bir şey var mı endişesiyle etrafa bakındım. Kimsenin ilgisini çekmediğimize emin olduğumda da belindeki ellerimden birini saçlarına çıkarıp okşarken kulağına doğru "Korkma." diye fısıldadım.

Boynumdaki kolları sıkılaşıp tırnakları enseme görünmez çizgiler bırakırken sonunda başını sakladığı yerden çıkarıp gözlerimin içine baktı.

"Buna korku mu denir, bilmiyorum." İç çekip tırnaklarını etime biraz daha bastırırken duyacaklarımdan hoşnut kalmayacak gibi hissediyordum. Bir anda paniklemiş, onu rahatsız ettiğim düşüncesine kapılıp bir adım geri çekilmeye çalışmıştım fakat o belinden ellerimi çekmeme izin vermeyip bana daha da yaklaşmıştı. "Eğer düşündüğün buysa seninle birlikte bu şekilde görülmekten utanmıyorum. Senden utanmıyorum."

Ağzından duyana kadar asıl korkumun bu olduğunun farkında bile değildim ama şimdi kendimi daha iyi anlayabiliyordum. Sanırım en büyük endişelerimden biri dünyaya karşı duruşumuzdu. Zamanında bunu saklamak için çabalarken aslında bunu bilmesinden çekindiğim tek kişi Jimin'in kendisiydi ve o şimdi en derinlere sakladığım sırlarımı bilirken bunu kimseye söylemekten çekinmiyordum. Onu en iyi anlayanın ben olduğumu düşünsem de içten içe aynı cesareti Jimin'den de beklediğimi fark etmiştim ama şimdi bunun ne kadar yanlış olduğunu anlıyordum.

Bütün korkularıyla yanında durup onunla birlikte savaşmak istemem onu her konuda cesaretli olması için zorlayabileceğim anlamına gelmiyordu ve bunun bilincine çok ileri gitmemişken varmak benim için rahatlatıcıydı. Eğer aramızdaki şey her neyse bunu insanların gözü önünde yaşamak istemiyorsa onu desteklemek dışında bir şey yapmak istemiyordum. Elbette her yerde, her zaman birbirimizle rahat olmamızın hakkımız olduğunu biliyordum ama bu ilk önce insanın kendi içinde bu rahatlığa ulaşmasıyla başlıyordu. Hyuna bana önceden gidip Jimin'e açılmam için baskı yaptığında, bunun kötü ya da yanlış olmadığını açıklamaya çalıştığında söylediklerinin aslında doğru olduğunu bilsem de beni sürekli bu konuda cesaretlendirmeye çalıştığında rahatsız oluyordum. Aynısını Jimin'e yapmak istemiyordum.

"Oturmak ya da buradan gitmek istersen benden utandığını düşünmeyeceğim." dedim onu rahatlatmak için. "Şu an bunu yapmak zorunda gibi hissetmeni istemiyorum. Ne istiyorsan onu yapabiliriz."

"Hayır, hayır." diyerek karşı çıktı hemen. İmkansızı başarıp beni daha da yakınına çekti. Nefeslerini artık boynumda hissedebiliyordum. "Rahatsız değilim. Bu konuyu daha sonra uzunca konuşabiliriz. Şu an tek istediğim seninle bu anın keyfini çıkarmak, bu yüzden benimle dansına devam et."

Ben de öyle yaptım. Köpeklerin terapi saati bitene kadar onu kollarımda tuttum, beni nefesleriyle ısıtmasına izin verdim ve dakikalar boyu süren dansıma devam ettim.

𓆝 ⋆。゚☁︎。⋆ 𓆞。 ゚☾ ゚。⋆𓆟

minryu, kth_j, njarchive ve 129 beğeni

yoonmin oyunbozan piko

𓆝 ⋆。゚☁︎。⋆ 𓆞。 ゚☾ ゚。⋆𓆟


Güneşin batışından saatler sonra günün yorgunluğu bedenlerimize yüklenmeye başladığında kampüse dönme kararı aldık. Oturduğumuz parkla varış noktamız arasında çok mesafe olmadığı için pazar gecesinin keyfini çıkaran insanların arasında sakin adımlarla dolanırken üstüne gitmemek için elini tutmadığım Jimin, kampüse dönüş rotamızda bir an olsun ceketimin eteğini tutmayı bırakmamıştı ve bu ufak görünen detay aslında benim için çok büyük bir destek olmuştu.

Byeol'un vasiliğini yapmam konusunda fikirleri ne kadar değişmişti, emin değildim ama bunun hakkında ilk öğrendiği anki kadar keskin çizgileri olmadığını düşünüyordum. Aramızdaki ilişki zaten Jimin'in tahmin ettiği gibi aile boyutunda ilerlemiyordu. Bu sadece yalnız anne olarak Goeun'un hastane, kreş gibi kurumsal yerlerde maalesef ki duymak zorunda kaldığı vah vahlara ya da üzerine yönelen ayıplar bakışlara çare olmak, kendisine ve kızına bakmak için çalışmak zorunda kaldığından olası acil bir durumda Goeun yerine müdahale edebilmem için yapılan formaliteden başka bir şey değildi. Buna inanması için gerekirse, elbette Jimin de bunu isterse, Goeun'la konuşmalarını bile sağlayabilirdim ama henüz onunla konuşmak gibi büyük bir adım atabilecek mental durgunluğa ulaşmadığını bildiğimden konusunu açmıyordum.

Yine de, hâlâ o seviyeye ulaşmamış olsa bile bana bir şans verdiği için minnettardım. Bundan sonrasında da bu konunun aramızda bir sorun olmaması için çabalayacaktım.

Jimin öğrenci olarak parmak iziyle, ben de akademisyen kartıyla kampüse gireceğim için bu saatte birlikte dönüşümüz sorgulanmasın diye birkaç dakika aralıkla turnikelerden geçtik. Beni beklediği ring durağına doğru ilerlerken gece giymesi için ona hangi pijama takımımı vermek istediğimi düşünüyordum. Turuncu bir şeylere sahip olmadığım için pişmandım, o rengi üzerinde görmeyi çok özlemiştim. Saçlarını sarıdan başka bir renge çevirmesini istediğimden emin değildim çünkü her haline tav olduğum Jimin'in sarıya boyanmış bu hali beni çok daha farklı fenalıklara sürüklüyordu ama en azından kıyafetinde bir parçada bile turuncuyu taşısa benim için yürek hoplatan bir manzara olurdu.

Yanına varmama iki adım kala bu rengi aslında bundan sonra sonsuza dek üstünde taşıyacağını, bunu sırtındaki balıklarımızla başardığını hatırladığımda sırıtmadan edemedim.

"Neye gülüyorsun böyle?" sorusunu aldığımda ise kıpır kıpır eden içimle daha büyük gülümsedim ve Jimin'i lojman kısmına yönlendirebilmek için tam balıklarımızın üstüne yerleştirdiğim elimle yürümeye devam ederken "Hiiiç," diye uzattım. "Sadece seni çok seviyorum."

Bir karşılık beklemiyordum, o an bu his içimden taştığı için dile getirmiştim ve açıkçası beklediğim tepki onun yalnızca utanıp sessiz kalması olurken Jimin'in asıl yaptığı yanakları kızarmasına rağmen koluma sert bir tokat atmasıydı.

"Salak mısın Yoongi ya, off!" Adımları hızlanırken elimi balıklarımızdan çekip ona yetişmeye çalıştım. Sanki utangaçlığını benden gizlemek istiyordu ama ben çoktan allaşan yanaklarını görmüştüm. "Şöyle aniden söyleyip durma bak, geberteceğim seni." diye söylenmeye devam etti. Bu tavrı beni daha çok güldürdü.

"Ne var ya?" diyerek kendimi savunmaya geçtim. "Bunu rahatça söyleyebilmek ne kadar güzel biliyor musun?"

"Sen yine de çok dillendirme."

Bu sözlerine alınmıyordum, sanırım hareketlerinin altında yatan çoğu anlamı bildiğimden kaynaklanıyordu. Bundan dört beş sene önceki Yoongi olsa onu sevdiğimi duymaktan iğrendiğini, bundan hiç memnun olmadığını düşünür, gecelerce uyuyamaz ve bir daha bu cümleyi kuramazdı ama şimdi ben, aslında hoşuna gittiği için kanın yanaklarına toplandığını, ne yapacağını bilemeyerek bocaladığı için benimle uğraşmayı tercih ettiğini biliyordum.

Bu saatte kampüste canlı olan tek şey sokak lambaları ve yurt kısmında ışığı yanan birkaç odadan fazlası olmadığı için onu kollarından yakalayıp kendime çektim. Sırf bana daha çok sinir olması için sırıtışımı yüzümden silmezken "Hoşuna gitmiyor sanki." diye alaylı bir tonla konuştum. Hemen kaşları çatılıp öfkeyle dudakları büzüldü. Şu görüntüsü için dünyaları bile yakardım.

"Gitmiyor tabii. Sen git bunları neredeyse evleneceğin kadına söyle." deyip kollarını tutuşumdan kurtardı ve yurdunun olduğu araya doğru döndü. Öylece olduğum yerde donakalıp söyleyecek bir şeyler ararken "Şaka yapıyorum, ağlama hemen." diye aramıza açtığı minik mesafeden seslendi. Mizah anlayışını acilen değiştirmeliydi yoksa bir gün kalbime inecekti. "Ben odama dönüyorum. Seninle de artık sonra görüşürüz."

"Ne? Hayır, dur!" Bunu bekliyormuş gibi bir hızla bana döndüğünde "Benimle kalmayacak mısın?" diye sordum şakasını görmezden gelerek. Az önce birbirimizle uğraştığımız için suratlarımıza yerleşen o ifadeden kurtulmuştuk.

"Kalayım mı ki?"

"Yani yine bana gideriz diye düşünmüştüm. Eğer istemiyorsan—Sonuçta Antonio'yla aranız da kötü. Bence benimle kalmalısın."

Beyaz ışığın altında gözleri parlarken "Kalayım o zaman." dedi. Bunu aslında benim teklif etmemi beklediğini de o zaman anladım. Bu yüzden "İstediğin her zaman bana gelebilirsin." diye açıkladım. "Bunun için bir davet beklemene gerek yok. Hâlâ anlamadıysan diye söylüyorum, günün yirmi dört saatini de seninle geçirmek benim için bir külfet değil, bu beni sadece mutlu eder."

Birkaç cümlemle suratının nasıl da aydınlandığını gördüğümde bunu daha sık yapmam gerektiğini aklımda bir yerlere kaydettim.

"Ama benim JICHU'nun geçmiş defilelerini izleme planım vardı, yarın staja başlıyorum biliyorsun." Bugün enseme batan tırnaklarını başını kaşımak için kullandı. "Ve böyle şeyleri tek başıma izlemeyi tercih ediyorum odaklanabilmek için. Sürekli durduruyorum, büyütüyorum falan filan."

"Tamam, ben de kendi işlerimle ilgilenirim o sırada. Sorun değil." Onun ellerinden çıkma olmadığı için çok ilgimi çekmese de istediği buysa saatlerce onunla defile de izlerdim. Tek başına yapmak istemesi hiç sorun değildi. "Birlikte olsak bile kendimize özel vakit ayırabiliriz. Zaten odada da tek olmayacaksın."

"Anlaştık o zaman." diyerek minik bir çene hareketiyle beni onayladı. "Ama yine de odaya gidip yarınki dersler için eşyalarımı ve giyecek birkaç kıyafetimi almam gerekiyor. Defileyi izlemek için senin bilgisayarını kullanabilir miyim?"

Gözlerimi yumarak onayladığımda "Süper." diyerek ellerini çırptı. "O zaman benimle yukarı gel. Şu an Antonio'yla tek olmak istemiyorum. Konuşmak da istemiyorum, seni görünce hemen çıkmam gerektiğini anlar."

İşime gelirdi doğrusu. O hergeleyi gördüğümden beri sevmiyordum zaten. Bunun başta mantıklı bir açıklaması yoktu ama sonrasında Jimin'imi üzdüğü için kendime hak veriyordum. Artık onun yanında olduğumu, Jimin'i bencillikle suçlamasına rağmen bana bir şans verdiğini görmesini istiyordum. Mantıksızsa mantıksızdı, bunun benim için bir önemi yoktu.

Jimin oda kartını okutup içeriye benden önce girdiğinde "Jagiya!" diye bir bağırış duyuldu. "Neredesin sen ya? Bak, Nane bile çok özledi seni."

Jimin'in isteksiz bir şekilde "Buradayım." dediğini duyduktan sonra ben de kapıda durmaktan vazgeçip içeri girdim. Durup dururken neden jagiya diye bağırdığını, üstüne üstlük de Jimin'in neden buna cevap verdiğini anlamamıştım.

İçerisi klasik bir yurt odasıydı. Karşılıklı iki yatak, iki çalışma masası, iki giysi dolabı... Her şeyden ikişer tane vardı. Jimin'in önünde durduğu dolabın kapağında bir sürü çizim asılıydı. Cam kenarındaki eşikte de ufak bir fanus ve içinde kıvrılan yeşil bir balık duruyordu. Antonio'nun bahsettiği Nane'nin o olduğunu anladığımda nefesimi tuttum.

"Bir balığın mı var?" diye hayretle Jimin'e döndüğümde yatakta oturur pozisyonda duran Antonio'nun "Sen de mi buradaydın?" dediğini duydum ama dönüp de ona bakmadım.

Jimin dolabını karıştırırken başını kıyafetlerin arasına gizleyip "Evet, bir süredir bakıyorum." diye cevapladı. Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu bilmiyordu. Öylesine biri için basit gelebilirdi ama benim için zihnimdeki birçok düğümü çözmüştü. Sahiden de geçtiğim yoldan geçiyordu Jimin. Buraya ilk geldiğimde beni istemediğini söylerken odasına dönüp Nane adını verdiği yeşil balığıyla vakit geçiriyordu. Bunun ötesi var mıydı?

"Onu da alalım." dediğimde bana döndü. Fakat şu gereksiz herif yine aramıza girmişti.

"Ne diyorsunuz ya, Korece konuşmayın."

Varlığından rahatsız olduğumu onun odasında bulunduğum için açıkça dile getiremezdim belki ama sesimden anlayacağına emin olduğum bir tonla "Nane'yi diyorum." cümlesiyle onun diline geçiş yaptım. "Benim evime götüreceğim. Burada durmasına gerek yok."

"Ne demek yok? Jimin, bir şey desene ya."

Jimin'in ona kırgın olduğunu biliyordum bu yüzden sadece omuz silkip "Nane'yi alabilir. Ben de bu gece onda kalacağım zaten. Ne farkı var ki?" dediğinde şaşırmadım. Ancak Antonio bunu beklemiyormuş gibi oturduğu yerden kalkıp sinirli ifadesiyle bana baktı.

"Jimin yokken onunla hep ben ilgilendim." dedi çocuksu bir inatla. Yem vermek ve suyunu değiştirmek dışında ilgi istemeyen bir hayvandan bahsettiğimiz için onu hiç ciddiye almadım. Adı bile Nane'ydi onun, elbette Jimin ve bana ait olmalıydı. Jimin bunu onayladığı sürece Antonio fikrimi değiştiremezdi. Hiç istemediğim bir şey olsa bile onunla inatlaşacağımı da biliyordum, üstüne bahsettiğimiz şey Jimin'in balığı olunca daha da hırçın olabilirdim.

"Bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Artık ben ilgileneceğim."

"Jimin'i de benden çaldın zaten!" İşaret parmağını bana doğrultup suçlayıcı bir tavırla konuştu ama Jimin'i ondan uzaklaştıran kişi ben olmadığım için hiç üzerime alınmadım. Jimin onun gibi biriyle nasıl yakın olmuştu şaşırıyordum. "Şimdi evladımızı da sana veremem. Kore'ye dönüp kendi kızınla ilgilensene sen."

"Hay ben senin ağzını—"

Ona doğru bir adım attığımda Jimin'in yorgun bir tonla "Yeter." demesi olduğum yerde kalmam için yeterli olmuştu. Nane için evladımız demesini geçtim, Jimin'le aramızda problem oluşturduğunu bildiği bir konuyu böyle saçma bir tartışma için açık açık dile getirmesi sinirlerimi daha çok bozmuştu. Küçüklüğüne verip ağzına geleni söylemesini alttan alamıyordum çünkü ona karşı böyle bir sempati beslemiyordum. Benimle henüz sadece ilk konuşmasını gerçekleştirirken özel hayatımla ilgili bir konuyu kurabileceği en anlamsız bağlantıyla yüzüme çarpacak hakka sahip değildi. Sadece ağzının ortasına bir tane yapıştırasım gelmişti.

"Eşyalarımı aldım. Sen de fanusla yem kutusunu al, gidelim." diyerek bana talimat verdiğinde sözünü dinleyip hemen cam kenarına yöneldim. O sırada Antonio'ya da sert bir dille "Seninle de sonra konuşacağız. Sana bir şeyleri anlatmam bunları olur olmadık yerlerde dillendirebileceğin anlamına gelmiyor. Yarın stajdan çıktığımda haber veririm, ne söylemek istiyorsan bana söylersin." diyordu, bu hali beni acayip etkiliyordu.

Antonio kısık bir sesle özür dileyip onayladığında kucağımdaki fanusla birlikte önünden geçerken suratına karşı küçümseyici bir şekilde burun kıvırıp Jimin'in peşine takıldım. Beni savunduğu için göğsüme dolan ani sevgi patlamasını paylaşmayı kendi odama erteleyebilirdim.

𓆝 ⋆。゚☁︎。⋆ 𓆞。 ゚☾ ゚。⋆𓆟

yoongi
pişt

hyuna
ŞEREFSİZ PUŞT
NİYE CEVAP VERMİYORSUN ULAN MESAJLARIMA

yoongi
meşguldüm kızım
seninle mi uğraşacağım

hyuna
engelliyorum bye

yoongi
hayır dur
BİRİNE ANLATMAM LAZIM PATLAYACAĞIM YOKSA

hyuna
git geri zekalı jungkook'a anlat

yoongi
şu çocukla derdin bir bitmedi

hyuna
niye bitecekmiş
salak salak doldurdu seni
ona küsmedin
benim jimin'e aşık olduğunu söylediğimi öğrenince iki ay konuşmadın benimle
koca dişli şeytan tavşanı benden daha çok seviyorsun yani
EN BAŞINDAN BERİ BEN DİNLİYORUM SENİN AŞKINI İT

yoongi
özür diledik işte bi sus konumuz bu mu ya
yıllar geçmiş üstünden

hyuna
hayatıma giren her erkek bana şerefsizlik yaptığı için özür dilerim

bir daha beni niye üzdün demem 😣

yoongi
aptal mısın onu mu diyorum ben
ELLİ KERE YAPTIK BU KONUŞMAYI YA
her şeyi yanlış anlıyordum işte
öğrendi diye benden uzaklaştı sanmıştım

hyuna
ama evlendiğin için uzaklaşmıştı

yoongi
🤕
evlenmedim sus

hyuna
üf otuz yaşındasın dede
kullanma sen emoji

yoongi
jimin seviyor ama 😋

hyuna
oo mesajlaşmaya da mı başladınız
gelişme var
mal gibi boşuna para biriktirmiş olmadın
ağzın kokuyordu açlıktan

yoongi
ağzım sadece jimin'i ilgilendirir sana kalmadı

hyuna
inan sana acıyorum

yoongi
niyeymiş

hyuna
bu yavaşlıkta siz anca elli yaşında öpüşürsünüz benden söylemesi

yoongi
🫣🫣

hyuna
abi sen suratsız yoongi'ye ne yaptın ya
mesaj attığından beri çocuk gibisin tatlı tatlı konuşuyosun
normalde 👍🏻 ya da ok dersin sadece
babam gibi

yoongi
mutluyum 🥺

hyuna
ne oldu jimin günaydın falan mı dedi sana

yoongi
YA GERİ ZEKALI BUNA NİYE MUTLU OLAYIM
olurdum gerçi haklısın sus

hyuna
anlat hadi
niye mutlusun 🥺

yoongi


hyuna
??????
odasına kamera mı yerleştirdin çocuğun sapık

yoongi
benim odamdayız

hyuna
??????

yoongi
öptüm onu
sonra o da beni öptü
sonra bir daha öptü
bir daha
bir daha
byeol'u anlattığımda biraz uzaklaştı ama 😔
sonra kaldığım eve geldi
dövmemizi gördüm 😭🧚💝🥵🌟🫢😵👻🫨🌞💌💫😇❤️🐟🏵️🤡
oda arkadaşıyla (yavşak) kavga etmiş iki gecedir bende kalıyor

hyuna
??????

yoongi
TEPKİ VER
KAFAYI YEMEK ÜZEREYİM

hyuna
sizin gargamel kavuşmamanız için çok uğraşıyodu
inanamadım

yoongi
çok ağladım acıdı galiba

hyuna
sahiden öpüştünüz mü

yoongi
EVET😇💋❤️‍🔥👅

hyuna
EMOJİLERE BAK KUSUCAM EKRANA
ergen ergen hareketler yapma
otuz yaşındasın
OTUZ

yoongi
abartma şerefsiz
aynı yaştayız ayrıca.

hyuna
abi nasıl öpüştünüz ya

ÇIĞLIK ATICAM RÜYALARIM GERÇEK Mİ OLDU

yoongi
bak şimdi
ben kriz geçirdim yine tamam mı 🤕
çok net aklımda değil o yüzden
ama yanıma geldi
ÖPTÜM İŞTE BİRDEN NE BİLEYİM
korktum sonra çekildim ama o öptü bu sefer
YUMUŞACIK DUDAKLARI
KOCAMAN BİR DE
dili 😵‍💫🤯
yazıyor...

hyuna
lütfen seviştiğinizde benim için kayıt alır mısın
bayılıyorum geylere

yoongi
of sevişmek falan deme
gerçekten ergen oldum İNANILMAZ

hyuna
azıyor musun lan

yoongi

bunu görmedin sanırım

bir markayla çalışmaya başlayacakmış onun defilesini izliyor
parmağı sürekli dudaklarında
yatağımda yatıyo???
AYAKLARA BAK 🤏🏻

hyuna
hiç ayak fetişini dinleyemem senin

yoongi
ayak fetişim yok iğrenç

hyuna
jimin'i her yerinden öpmezmişsin gibi

yoongi
öpmek ne
tek lokmada yutarım 😔🫢

hyuna
ayaklarını mı

yoongi
yazıyor...

hyuna
HAYIR ÖĞRENMEK İSTEMİYORUM
çocuk seni bir öpmüş
içinde kirli pis azgın ne varsa uyandırmış
hiç BÖYLE bir şey konuştuğumuzu hatırlıyor musun
ve yıllardır jimin hakkında konuşuyoruz

yoongi
özür dilerim
abarttım galiba
burada anlatacak kimse olmayınca
neyse
öyle işte
dövmeleri gördüğümden beri daha yakınız
şu anlık her şey iyi gidiyor
bana bir şans verdi
kendimi affettireceğim

hyuna
yumruklasam seni keşke
niye özür diliyorsun
anlatacaksın tabii
SADECE ŞAŞIRDIM
ağlarım bak istediğin her şeyi anlatabilirsin tamam mı salak
ben senden daha çok mutlu oluyorum
canım benim
en iyisini hak ediyorsun her şeyin

yoongi
😔😔
tamam o zaman
AYAKLARI
yazıyor...

-


CANIMLA DERDİN NE ULAN SENİN 😡😡😡😡

dans etmeleri fikrini veren taeblu 'ya teşşşekkürrrler öpüyorum kocaman  🧡🐟🧚🏼‍♀️

ilerleyen bölümlerde bol bol jimin'in minik tatlı ısırmalık ayaklarının övücülüğünü yapıcam arkadaşlar kendinizi hazırlayın

160923

Continue Reading

You'll Also Like

53.5K 2.8K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
45.3K 2.3K 14
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
33.7K 2.5K 27
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...
betty By ︎ ︎

Fanfiction

2.4M 213K 33
okumayın for vanilla baby