Fırtınalı Gecede (Tamamlandı)

By aleynahirik

28.3K 3.6K 3.8K

Trajik bir geçmişin ardından yurt dışına gönderilen Ahsen için geri dönüş vakti gelip çatmıştı. Büyük bir özl... More

Fırtınalı Bir Gecede Her Şey Olabilir
Bölüm Bir | Geri Dönüş
Bölüm İki | İlk Akşam Yemeği
Bölüm Üç | Tatlı Rüyalar
Bölüm Dört | ''Eskisi Gibi.''
Bölüm Beş | Kapılar Ardındaki Gözler
Bölüm Altı | Işıklar Sönünce
Bölüm Yedi | Siyah Şemsiye ve Kırmızı İplik
Bölüm Sekiz | Unutulan Her Bir Anı
Bölüm Dokuz | Yalnız Prenses
Bölüm On | En Uzun Gece
Bölüm On Bir | Yeniden Denemek İçin Geç Değil
Bölüm On İki | Suyun Dibinde
Bölüm On Üç | Karanlıktaki Parti
Bölüm On Dört | Kördüğüm
Bölüm On Beş | Açık Kalan Cehennem Kapıları
Bölüm On Altı | Beyaz Kuğu
Bölüm On Yedi | Dalgalarda Doğmak
Bölüm On Dokuz | Ilık Bir Yaz Günü
Bölüm Yirmi | Işıkların Altındaki Çürük Kokusu
Bölüm Yirmi Bir | Alevlerin Yakamadığı Kadınlar
Bölüm Yirmi İki | Lilit Derin Bir Karanlıktır
Bölüm Yirmi Üç | Kayıp Soydan Geriye Kalan
Bölüm Yirmi Dört | Silik Ayak İzleri
DUYURU 📣
Bölüm Yirmi Beş | Siyah Kuğu
Bölüm Yirmi Altı | Fırtınalı Bir Gecede Neler Oldu?
Bölüm Yirmi Yedi | Batının Kötü Cadısı*
Bölüm Yirmi Sekiz | Karanlıkta Gizlenenler
Bölüm Yirmi Dokuz | Altın Kafesteki Kargalar
Bölüm Otuz | Yeraltından Yükselen Sesler
Bölüm Otuz Bir | Gökyüzündeki Son Yıldızlar
Bölüm Otuz İki | Cennetten Kovulan Herkes Bir Arada
Bölüm Otuz Üç | Bilgi En Güçlü Silahtır
Bölüm Otuz Dört | Drakula'nın Şatosunda Yalnız Bir Gece
Bölüm Otuz Beş | Aşk Bir Zayıflık Mıdır?
Bölüm Otuz Altı | Aydınlıkta Kalan Tek Kişi
Bölüm Otuz Yedi | Kirli Sular, Temiz Ruhlar
Bölüm Otuz Sekiz | Cadı Avı Başlasın!
Bölüm Otuz Dokuz | Son Akşam Yemeği
Bölüm Kırk | Güzel Yalanlarla Yaşar ve Ölürüz*
Bölüm Kırk Bir | Şeytanı Kurtarmak
Bölüm Kırk İki | Yaşasın, Dünya Yok Oluyor!
Bölüm Kırk Üç | Son Yargı
Bölüm Kırk Dört | Hüzünlü Prensese Veda
Bölüm Kırk Beş | Denizin Bittiği Yer {FİNAL}
YAZAR NOTU

Bölüm On Sekiz | Saydam Kalp

556 81 147
By aleynahirik

Asiye Hanım, bana çocukluğumdaki herhangi bir anı hatırlatan bir hışımla kalktı yerinden.

Yıldızın dışında bir o yana bir bu yanan yürüyüp dururken hala olduğum yerdeydim. Gözlerim kısacık bir an yanan muma takıldı.

''Bu kötü bir şey mi?'' diye sordum.

Sesim o kadar kısık ve cılız çıkmıştı ki kendimden nefret etmeme sebep oluyordu.

''Eklektik olmalıydın!'' derken sesi yükseliyordu. '.''

Sıkıntısı her geçen saniye büyüyüp elle tutulacak hale gelirken yerimde huzursuzca kıpırdandım. Hissettirdiği aşağılık duygusu ile git gide küçülüyordum. Ofladığını ve bir elini beline koyup tek ayağıyla yere vurduğunu gördüm.

''Öyle olduğuna emin misin?'' dedim.

Sorumla birlikte yeniden ahşap kutuya yöneldi. Kutuyu biraz karıştırdıktan sonra çıkardığı siyah deri defterle yanıma geldi. Defterden rastgele bir sayfa açtı ve benim görebileceğim şekilde önüme açtı.

''Ne yazıyor?''

Defterin şekiller ve anlamsız harflerle dolu eski püskü sayfasına bakarken kaşlarımı çattım.

''Okuyamıyorum ki.''

Defteri sertçe kapatırken yerimde sıçramama neden oldu. Büyük bir hırsla defteri fırlatışını izledim.

''Bak, değilsin işte. Olsaydın büyüleri okuyabilirdin.''

Uyuşmaya başlayan ayaklarımın rahatsızlığı ile dizlerim üstüne kalktım.

''Lilith'i gördün, değil mi? Dün görmüş olmalıydın, yirmi üçüncü yaş günündü.''

Suratına bakarken kafamı anlamsızca salladım.

''Lilith kim?''

İki elini beline koyup bana bakarken iç çekti.

''Ne var?'' dedim öfkeyle. ''Her şeyi anlatacak olan sendin, unuttun mu? Belki de buradan değil de teorikten başlamalıydın.''

Elimde içinde bulunduğumuz yıldızı gösterirken kendi kendime 'şu an ne söylüyorum?' derken buldum.

''Lilith, tüm gücümüzü borçlu olduğumuz kişi.'' dedi adeta bir masal kitabının sayfalarını çevirircesine. ''Onu gördüğü an, sana sahip olacağın tüm güçler bahşedeceğini anlarsın. Yaptığımız her ritüel, onun adına olur.''

Bir rüyadan bahseder gibi kaldırdı kafasını ve gülümseyerek gözünün önüne gelip geçen her şeyi tek tek seyretti.

''Uzun kızıl saçlarıyla dünyada görebileceğin en güzel kadındır.'' Durdu ve kısa bir süre sonra devam etti. ''Ama her zaman öyle kalmaz.''

Elini kalbinin üstüne koydu ve bir kez daha iç çekti.

''Ona çok dua etmiştim seni güçlü bir cadıya çevirmesi için.''

Annemin devam eden hiçbir cümlesi beynime işlemiyordu çünkü 'uzun kızıl saçlarıyla' kısmında takılı kalmıştım. Tıpkı annem gibi gözümün önüne gelen sahneleri birleştirdim.

''Bir Su Cadısı olacağını hayal edemezdim tabii.''

Ses tonu her zamanki gibi küçümseyiciydi ama ben dalıp gitmekle o kadar meşguldüm ki ona dakikalar sonra cevap verebildim.

''Onu gördüm.''

Sesimle birlikte heyecanla bana döndü.

''Nerede?''

''Gölde.''

Kafamı çevirip yüzüne baktığımda yüz ifadesinin değişimine saniye saniye tanık oldum. Korktuğu şeyden emin olmuştu.

''Göl, ha? Çok güzel. Harika!''

Güçlükle yutkundum. Avuçlarımın içine bakarken annemin çıkardığı alevler gözümün önünde canlandı.

''Ahsen, bunu nasıl başarıyorsun ya? Nasıl oluyor da her olayda gidip en zayıf olmayı beceriyorsun?''

Başımı yerden kaldırmam bir salisemi almıştı.

''Ben zayıf değilim!''

Sesim hiç olmadığı kadar yüksek çıksa da annemin ifadesinde hiçbir değişim olmadı. Ayakta durduğu yerden bana bakmaya devam etti.

''Zayıfsın.''

Tek hamleyle ayağa fırladım ve karşısına dikildim. Çenemi sıkarken, ''Ben. Zayıf. Değilim.'' dedim üzerine basa basa.

Mavi gözlerime dalıp giden annem birkaç saniye konuşmadı. Ardından, ''Her element bir şeyi temsil eder. Ateş, iradeyi. Hava, zekayı. Toprak, dünyada elimizi attığımız her somut maddeyi. Ruh, bedenimizi saran enerjiyi. Peki Su neyi temsil eder, biliyor musun?'' dedi.

Yüzüne uzun uzun bakarken tek kelime etmedim, kendi sorusuna kendi cevap verdi. İşaret parmağını kaldırdı ve bir bıçak edasıyla kalbimin üstüne bastırdı. ''Duyguları.''

Yüz ifademi değiştirmemek, kontrolü elimde tutmaya devam etmek için büyük bir çaba gösterdim.

''Şimdi taşlar yerine oturdu.'' derken alaycı bir gülümsemeyle çekti parmağını.

''Zayıf olmamanı senden daha çok isteyen biri varsa o da benim, emin ol.''

Yıldızın içinden çıkmadan önce mumları tek tek toplamaya başladı. Bir yandan konuşmaya devam ediyordu.

''Şimdi gidip Cadı Meclisi'ne haber vereceğim. Öncellikle Su Cadıları ile ilgili birkaç soru soracağım, bakalım nasıl vasıfları var.''

Bana kaçamak bir bakış attı. ''Yani, umarım bir vasıfları vardır. Daha sonra seni görmek isteyecekler.''

Su'ya ait olan mumu elime tutuşturdu. ''Şimdi git, neler yapabildiğine bak.''

''Nasıl?'' diye sordum panikle.

''Göle gidebilirsin mesela güzelim, nasıl fikir?'' derken sesi git gide daha da alaycı bir hal alıyordu.

Halıyı yerinden almaya gittiğini gördüğüm an yıldızın içinden çıktım. ''Beni görüp ne yapacaklar? Anlamadım.''

''Artık bizden birisin, Ahsen. Seni aralarına almadan önce marifetlerine bakacaklar elbette. Daha sonra belki mecliste bir söz hakkın olabilir.''

Halıyla beş köşeli yıldızı tek hamleyle kapattıktan sonra ellerini birbirine sürttü. ''Dua edelim de hemen görmek istemesinler.'' dedikten sonra yeniden bana baktı. ''Biz de o vakte kadar seni yetiştirelim.''

Göğsümün orta yerine ağır bir taş oturmuşçasına nefes almaya çalıştım. Birilerini karşısına çıkmak -hele ki cadı olan birileri- bile beni kaygılandırmaya yetiyorken bu birileri benim neler yapabildiğime bakacaktı. Oysa ki ben şimdiye kadar hiçbir şey yapamamıştım. Bu yüzleşme suratıma bir kez daha bir tokat gibi çarpıp çocukluğumdaki her bir anıyı tetiklerken kıpkırmızı kesildim.

Yine mi hiçbir şey beceremiyordum yoksa?

Yutkunurken arkamı döndüm ve salondan çıkmak için bir hamle yaptım. Daha birkaç adım atmışken annemin sesi beni durdurdu.

''Nereye?''

Omzumun üstünden ona baktım. ''Göle.''

Ellerini iki yana açtı. ''Başka sorun yok mu yani?''

''Varsa eğer doğru düzgün cevap verecek misin yoksa yine beni aşağılayacak mısın?''

''Ben seni aşağılamıyorum, bu kadar dramatik olma.''

Sinirle güldüm ve yüzümü ona çevirdim. ''Şu an bile yapıyorsun.'' dedim. ''Ama kime ne anlatıyorum ki?''

''Bana laf yetiştirmeden önce cevap ver bakalım, neydi o zırıl zırıl ağlarken ki halin?''

Her şeye rağmen dedikleri doğruydu, Su duyguları yönetiyorsa ona odaklandığım an içimde tutuşup harlanan kıvılcımın dışarı böyle çıkması da anormal sayılmazdı.

''Onu gerçekten seviyorum, anne.''

Sesimi ürkütücü bir şekilde başarılı taklit ederken gözlerimi kaçırdım.

''Sevemezsin, Ahsen. Duydun mu? Bak, bu sana Sarp konusunda yaptığım ilk ve son konuşma olacak, dinle beni.''

Bakışlarım yeniden onu bulduğunda kalp atışlarım hızlandı.

''Sarp, anne babasının yani en azından annesinin bize emanetiydi. Bu seneye kadar da ona gözümüz gibi baktık, senden bir an bile olsun ayırmadık. Okul, iş, rahat bir hayat... Her şeye sunduk ki bundan ne ben ne baban pişman değiliz.'' dedikten sonra ekledi. ''Ama... Ergenliğinden beri farkında olduğum bazı şeyler var. Biz de dünkü çocuk değiliz. Senin ona, onun sana bakışlarını fark etmedik sanma. Siz çocukluğunu beraber geçirmiş iki dost olarak kalmalısınız. Ötesinin olması mümkün değil.''

Annemin yüzüne, her bir detayını ezberler gibi bakarken aklımdan geçen tek bir soru vardı. Ve bu soru, madem her şey gün yüzüne çıkmıştı o zaman cevabını almalıydı.

''Neden?''

Sorduğum tek şey buydu.

''Anne, neden?''

İç çekişi göğsünü titretti. Sıkkındı, bunalmıştı ve sanki bu soruyu sormamdan korkuyor gibiydi.

''Sarp mı sizin için uygun değil yoksa ben mi ona uygun değilim?''

Tam ağzını açıyordu ki devam ettim. ''Onun bir insan, benim bir cadı olmamı söyleyeceksen en güzel cevabı dün verdi. Bu bir sorun değil.''

''Sorun...'' derken duraksadı. ''Sorun her şey işte, Ahsen! Nasıl onunla birlikte olabileceğini düşündüğünü bile anlamıyorum. Eve geldiği ilk günden itibaren ailesi bizim çalışanımızdı. Ha sonra işler değişti, o ayrı. Tabii ki Sarp'ı sokağa atacak değildik ama yanımızda kalması sana uygun olduğu anlamına gelmedi. Yeter gerçekten, daha fazla konuşup başımı ağrıtmak istemiyorum zaten bir dolu derdim var. Dediğim gibi, ilk ve son kez uyarıyorum. Sarp'la birlikte olamazsın. Bu kadar. Bitti.''

''Söylediklerinin hiçbirinin altı dolu değil.'' dedim. ''Bir şey söylemek için kıvranıyor gibisin ama hiçbir şey anlamıyorum.''

Beni başından savmak istercesine elini salladı. ''Hadi güzelim, gidip elinden kolundan su falan çıkar. Önce bu şoku atlatayım, yarın devam edeceğiz. Cadı olmak bir günde öğrenilmez.''

Arkamı dönüp çıkmak üzereyken bir kez daha duraksadım. Tam kapının kulpunu tutmuşken döndüm ona. Elini telefonuna götürmüştü ama ona baktığımı görünce bana döndü.

''Ne oldu yine?''

''Bir sorum var.'' dedim.

''Dinliyorum.''

''Babam?'' diye sordum. ''Babam bu hikâyenin neresinde? O da bir cadı, değil mi?''

Güldü ve beni oldukça şaşırtacak o cevabı verdi. ''Hayır, değil.''

Bu ana dek, babamın annemle yaptığı o yüz kızartıcı konuşmadan anladığım şey babamın da bir cadı olduğuydu. Ne demişti? Belki bizim gibi değildir.

''Nasıl yani?'' dedim şaşkınlıkla. ''Erkekler cadı olamıyor mu? O zaman babam ne?''

Gülüşü meraklı halimden keyif aldığını göstererek büyüdü. ''Erkekler cadı olabiliyor, tatlım ama baban değil. Bu ayrı bir konu, söz yarın bundan başlarız.''

Beni kibarca (!) kovduğunu görünce daha fazla üstelemek içimden gelmedi. Bu sefer kararlılıkla salondan çıkıp gittiğimde kapıyı ardımdan sertçe kapattım. Dış kapıya doğru yürürken mumu hala kucağımda tuttuğumdan habersizdim.

Kapıyı açıp dışarı çıktığımda İrem ve Emre'nin gülüşmelerinin ortasına düştüm. İkisi de arabadan çıkmış, çoktan merdivenlerin önüne kadar gelmişlerdi. Saçları hala nemliydi, havluları ellerinde sıkı sıkı tutarken beni görüp durdular.

''Ahsen, gelmedin?'' dedi Emre.

Merdivenleri hızlı hızlı inerken elindeki araba anahtarını çekip aldım.

''Siz dinlenin, hemen geliyorum.''

İrem hızla arkasını dönüp bana bakarken, ''Nereye?'' diye sorarken sesi meraklıydı.

Garaja konmamış arabaya yürürken hala arkamdan baktıklarını hissediyordum.

''Küçük bir işim var!'' diye seslendim.

İrem ben arabaya binerken merdivenleri çıkmamış, hala bana sesini duyurmaya çalışıyordu.

''O elindeki ne?''

Hiçbir şey demeden arabayı çalıştırdım ve göle giden yola döndüm.

#

Çıplak ayaklarım, gölün içinde hafif hafif sallanırken gözümü yansımamdan ayıramıyordum. Gözümün önüne gelen birkaç sahne kendimi göle bırakmamı engelliyordu. Kızıl saçlı kadın ve tam yüzümün önünde beliren bembeyaz gözleri. Ürperirken kollarımı sıvazladım.

Yanıma koyduğum muma göz ucuyla bakarken nasıl da alevlendiğini anımsadım.

Su Cadısı da ne?

Nefes alışveriş hızlanırken ayaklarımı kıpırdattım.

Ne işe yaradıklarından haberim bile yok! Mecliste var olup olmadıklarından bile emin değilim.

Avuçlarımı sıktım.

Nasıl oluyor da her olayda gidip en zayıf olmayı beceriyorsun?

İleri geri sallanırken gözlerimi mumdan ayırıp göldeki yansımama çevirdim. Kendime her baktığımda gördüğüm tek şey zayıf bir kız çocuğuydu. Zaten piyano da çalamamıştım, değil mi? Zaten her olayda göz yaşlarımı tutamazdım, değil mi? Zaten ailemin istediği o her lafa bir cevabı olan, annemin tabiriyle hafif yırtık, dimdik duran kız da olamamıştım... Değil mi?

Zayıfsın.

''Ben zayıf değilim.'' diye mırıldandım kendi kendime.

Zayıfsın.

Asiye Hanım, cevap vermek için kafamın içinde hazırda bekliyordu.

''Zayıf değilim.''

Zayıfsın.

Sıktığım yumruklarımı tek seferde serbest bıraktım. Üzerimdeki elbiseyi fermuarını dahi açmadan çıkartıp kenara bıraktıktan hemen sonra kendimi suya bıraktım. Bedenim suyla buluştuğu an bileğimdeki yerini koruyan yıldız alev alev yanmaya başladı.

Sıradan bir insanın suyun içinde nefessiz kalamayacağı aşikardı fakat bu konuda korkunç bir deneyimim vardı ki ben suyun içinde dakikalarca kalabilmiştim. Bu da belki diğer belirgin kanıtlardan biriydi.

Suyun içinde yüzerken kendimi hiç olmadığım kadar hafif hissediyordum.


Gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Kendimi beş köşeli yıldızın içindeki gibi serbest bırakmaya ve zihnimi boşaltmaya çalıştım. Tenimin delip geçtiği su damlaları birkaç saniye içinde benimle savaşmayı bir kenara bırakıp, beni kabul etmişti. Gözlerim her ne kadar kapalı da olsa suyun dalgalara dönüşüp çıplak tenimin etrafında döndüğünü görür gibiydim. Bir yandan gözümü açmaya korkarken bir yandan bu hissi gözlerimle görmeye ihtiyaç duyuyordum.

Ben zayıf değilim.

Gözlerimi usulca açtığımda çoktan birkaç dakikayı geride bırakmıştım. Ne ciğerlerimde yanma hissediyordum ne de gözlerim puslu görüyordu. Adeta bir kara parçasının üstünde gibi görüşümü sürdürüyordum oysa ki ben gölün içindeydim.

Kendim bile buna inanamayarak bıraktım yüzmeyi.

Suyun beni kolları arasına alıp batmamı engellemesine, beni kucaklamasına izin verdim. Tıpkı hayalimdeki gibi dalga dalga etrafımı saran suyun orta yerinde kendimi bir kuş kadar özgür, bir tüy kadar hafifi hissediyordum. Etrafımda dönerken suyun benimle birlikte dans ettiğine şahit oldum. Yüzüme yayılan tebessümle ellerimi kaldırdım ve onları inceledim. Minik dalgalar kum taneleri gibi parmaklarım arasından geçip gidiyordu. Başımı kaldırdığımda gölün içine vuran son güneş ışınlarının gözümü almasına izin verdim. Kendimi sırt üstü beni tutacağına neredeyse emin olduğum suya bıraktım. Nazik eller beni kavrayıp suyun içinde adeta bir yatağa yatırırken kollarımı iki yana açtım. Usul usul yüzeye giderken yeşil suların da bana eşlik ettiğini gördüm.

Korkunç kadınlar görmeyi, ürkütücü sesler duymayı beklediğim bu göl bana kendini açarken kulaklarıma önce bir çınlama sesi, ardından meleğimsi bir ses tonu doldu. Bu ses, hem kilometrelerce öteden geliyor hem de kalbimin içinden bana ulaşıyordu.

Sen zayıf değilsin.

Hava neredeyse karardığında, güneşin sarı ışıkları yerini turuncu ve laciverte bırakıp yavaş yavaş gökyüzünü terk ettiğinde eve geri döndüm.

Dış kapıdan içeri girdiğimde görmeyi beklediğim kişi annemdi.

İrem ise o ana kadar listenin sonundaydı.

''Neredesin sen?''

Beni baştan aşağı süzerken nemli saçlarımı, iç çamaşırlarımdan elbise geçen ıslaklığı fark etti.

''Göle tek başına mı gittin?''

''Aslında göle gitmeyecektim, biraz yürüyüş yapmaya çıkmıştım ama kendimi bir anda suyun içinde buldum.''

Kıkır kıkır gülerken hala suyun sarhoşluğunu yaşıyordum. ''Eğlenceliydi.''

İrem'in anlamsız bakışlarını sürdürdüğünü görünce gülümsemem solup gitti. ''Bir şey mi oldu?''

''Biraz konuşalım mı?'' dedi sadece. Eliyle bahçeyi işaret etti.

''Tamam, konuşalım.''

Az önce girdiğim kapıdan tekrar çıkarken İrem peşimdeydi. Merdivenlerden inip önce çeşmenin önüne geldik, ardından ikimiz de birbirimize bir şey demeden evin arka bahçesine doğru bir yürüyüşe koyulduk.

''Bir şey mi oldu?'' diye sordum bir kez daha.

Onu tanıdığımdan beri gördüğüm en sıkkın en huysuz halindeydi.

''Çok şey oldu da neyse.''

Başımı ona çevirdiğimde mahcuptum. Yaşanan her şeyden ailem sorumluydu ve ben bunun mahcubiyeti bir kenara onların bana öfkelenmesinin kırgınlığını yaşıyordum.

''Üzgünüm.'' dedim. ''Böyle olacağını bilseydim sizi asla getirmezdim. Ben sadece... Beraber vakit geçirelim istemiştim.''

Bana baktığında beni suçlamaktan nefret eder gibiydi fakat içten içe bunu önleyemiyordu.

''Biliyorum.'' dedi sadece.

Evin arkasına dönüp elma ağacının altındaki çocukluk salıncağımın önüne gelene dek hiç konuşmadık. Bu yürüyüşün böyle sessizlik içinde tamamlanacağını düşünürken arkadaşım kendini daha fazla tutamadı.

''Ailemle pek yakın değilim, biliyorsun. Yani senin gibi bir ilişkim hiçbir zaman olmadı.''

Benim gibi.

Onları eve getirdiğim ilk günden ailemden nasıl özlemle bahsettiğimi anımsadığım her bir anı bundan çok ama çok uzun zaman önce olmuş gibiydi. Sanki o sözleri söyleyen Ahsen ve şimdiki Ahsen farklı kişilerdi.

Sanki ailemin bu yüzünü biri hafızamdan kısa süreliğine silmişti.

Sessiz kaldığımı görünce konuşmaya devam etti. Rüzgâr hafif hafifi esmeye başlamış, ıslak elbisemin eteklerini uçuruyordu.

''Beni babaannem büyüttü. Annem ve babam her zaman şehir dışında ya da yurt dışındaydı. Eh, bir zaman sonra onlarla bir anı paylaşmamaya başladık. Ta ki babaannem ölene dek.''

Adımlarım yavaşladı ve yüzümü tamamen ona çevirdim. ''Bana bunu hiç anlatmadın.'' dedim şaşkınca.

Omuz silkti. ''Ne bileyim, anlatılacak pek bir şey yok gibi geldi. Babaannem öldüğünde üniversiteye gidecektim ve bizimkiler de benimle pek uğraşmak istemediler doğrusu. Bu yüzden doğruca postaladılar.''

Gülüyordu ama gülüşünün altına gizlenmiş kırgınlığı elle tutulur bir hal almıştı. Sıkıntısının gözlerine yansımasını, bazı şeyleri yeniden yaşamasını izledim. İkimiz de yürümeyi bıraktığımızda usulca elini tuttum.

''Babaannen için çok üzüldüm.''

Yüzü benden tarafa dönük değildi. ''Ben de.'' dedi usulca ve devam etti. ''Hani dün gece banyoya girdiniz ya, hatırlıyor musun?''

Kan kustuğum her bir an zihnimde tazeliğini koruyordu. ''Evet.''

''Ben dışarıdaydım ve size gitmek istediğimi söyledim. Sarp şu an en güvenli olan şeyin burada kalmak olduğunu söyledi.''

Kafamı salladım. ''Hatırlıyorum tabii.''

''İşte bir an sessiz kaldığımda, siz hala içerideyken... Kapı açıldı.''

Gözlerim yerinden çıkacakmışçasına açıldığında bana bakması için ona doğru eğildim. ''Ne?''

''Kapının önünde kimi gördüm tahmin et.''

Zar zor yutkunurken lütfen aklımdan geçen şey olmasın diye dua ediyordum. Benden tarafa hiç bakmayan en yakın arkadaşım, kafasını bana çevirdiğinde iri kahverengi gözleri yaşlarla doluydu.

''Babaannem.'' derken göz yaşları birbiri ardına yanağına süzüldü.

Dudaklarım hayretle aralandı. Banyodan çıkışımızı yeniden hatırlamaya çalışırken ne İrem'de bir tuhaflık vardı ne de kapı açıktı.

''Ama-'' diyecekken İrem elini tersiyle göz yaşlarını silerken araya girdi.

''İmkânsız diyeceksin, biliyorum.'' dedi

Oysa ki bunu demeyecektim çünkü belli ki bu evde her şey mümkündü.

''Ama yemin ederim oydu. Görünce... Görünce ne yapacağımı bilemedim. Hiçbir şey yapmadım, Ahsen. Hiçbir şey. En tuhafı ne biliyor musun? Hiç korkmadım. Aksine... Aksine o an ona sarılmak istedim, yanına gitmek istedim. Bir an hayal gördüğümü düşündüm, belki de öyleydi ama o kadar gerçekti ki.''

İrem o anları tekrar tekrar yaşarken elini daha sıkı tuttum. Ona doğru bir adım atarken yüreğimde bir yerlerde, herkesin derin bir yaraya sahip olabileceğini hatırladım. Görmesek de duymasak da herkesin bir yarası vardı.

''Sana inanıyorum.'' dedim usulca.

Buna öyle şaşırdı ki ağlamayı kısa bir anlığına bırakıp yüzüme bakakaldı.

''Neden bana söylemedin?'' diye sordum.

''B-Bilmiyorum... Bunu nasıl söyleyecektim ki. Ben-ben o an hiçbir şey yapmadım. Yapamadım.''

''Nasıl herkes farklı birini görebilir?''

Kendi sesimi duyana dek bunu öylece, İrem'in yüzüne karşı söylediğimden bihaberdim. Öyle ki cümlem bittiği an duraksadım.

''Herkes derken?'' dedi şüpheyle. ''Nasıl yani? Kim kimi görmüş ki?''

Birkaç saniye ne diyeceğimi bilemeyerek kekeledim.

''Ahsen.'' dedi. ''Söyle çünkü delirmediğime ikna edilmeye ihtiyacım var.''

Yutkundum.

''Sarp.'' dedim çekinerek. ''Sarp, ölen annesini gördü. Sen babaanneni gördün ama ben bambaşka yabancı bir kadın gördüm.''

Lilith'i gördüm.

İrem gözlerini kırpıştırırken biriken yaşları bir kez daha sildi.

''Bu evde neler olduğunu anlayamayacağım.'' derken sesi boğuk ve yorgundu. ''Sakın bana bozulma ama sana bir şey söyleyeceğim.''

''Söyle.'' dedim merakla.

''Ben... Ben gitsem, bana kırılır mısın?''

İçten içe bunu söyleyeceğini biliyordum ya da belki de hissediyordum. Gözlerime bakarken geldiği ilk günkü halinden çok farklıydı.

Neşeli, bazen patavatsızlık ama çoğunlukla eğlenmeyi bilen o kız değildi. Göz altları koyu halkalarla dolmuş, bakışlarındaki ışık sönükleşmişti. Bir kez daha öyle büyük bir suçluluk hissettim ki neredeyse onunla birlikte ağlayacaktım.

Elini iki elim arasına aldım.

''Sana asla kırılmam.'' dedim. ''Ne zaman istersen seni ailenin yanına götürürüm.''

Rahatlamış gibi derin bir oh çekti ve o da elimi tuttu.

''Hala en iyi arkadaşım mısın?''

''Saçmalama, ne diyorsun?'' dedim şaşkınca. ''Tabii ki öyleyim.''

Onu kendime çekip sarılırken oldukça rahatlamış olmalıydı ki kendini bana bıraktı. Ona sıkı sıkı sarıldıktan sonra usulca gözlerimi araladım. İrem'in tam arkasında kalan salıncağın hemen köşesinde duran O'nu gördüm.

Artık silik bir siluetten çok daha belirgindi, kızıl saçları neredeyse bacaklarına uzanırken yalnızca bir anlığına göründü ve gitti.



Dakikalar sonra İrem'le birlikte yeniden eve girerken büyük ölçüde rahatlamıştım. Öfkesinin sebebini ben olmadığımı bilmek bana daha iyi hissettirirken yaşadığı her şeyin sıradan bir insan için ne kadar ağır olduğunu hayal ettiğimde aslında verdiği her tepki gözümde normalleşmişti.

''Babamlar geldi mi?'' diye sordum İrem'e kısık sesle.

Henüz girişteki merdivenlere yeni yönelmişken güldüğünü gördüm.

''Sarp geldi mi diye soruyorsun yani? Evet, geldi.''

Hızla koluna vurdum.

''Of, kimden neyi gizliyorsun hala? Anladık işte hepimiz. Emre bir tek kabullenemedi, onun da zamana ihtiyacı var.''

''Bir de annemin.'' diye mırıldandım.

İrem şaşkınlıkla bana dönerken merdivenleri yarılamıştık. ''Nasıl yani?''

Göz ucuyla etrafı kontrol ettim. ''Annem, bunu kesinlikle istemiyor.''

''İyi de neden?'' diye sordu. ''Sarp'ı çok seviyorlar sanıyordum, onlarla yaşamış büyümüş sonuçta. Bir de yanlarında çalışıyor, sorun ne?''

Sorunun ne olduğunu henüz ben bile anlamamışken İrem'e açıklamam mümkün görünmüyordu. Sıkıntıyla omuz silktim.

''Bilmiyorum.''

Merdivenleri çıkıp üst kata ulaştığımızda İrem sesini alçalttı. ''Ee, siz şimdi resmen yeniden birlikte misiniz peki?''

Kafamı sallarken yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım.

''Ay, çok heyecanlı ya.'' diye fısıldadı. ''Bu arada Sarp da Sarp yani.''

Gözlerim iri iri açılırken, ''Ne var? Yalan mı söyleyeyim? İlk gördüğümde ne dediğimi hatırla.'' dedi.

''Unutur muyum?'' dedim gülerek.

İrem kolumu tutarken benden daha hevesli görünüyordu. ''Hani eski zamanlarda geçen aşk romanları olur ya, aristokrat bir ailenin kızı yanlarında çalışan gence aşık olur...''

''Bu hangi kitap ya?'' diyecekken annemin salondan hızlı çıkışıyla kelimelerim havada kaldı.

''Hangi kitapmış?''

İrem'le kısa bir an birbirimize baktıktan sonra boğazımı temizledim. ''Hiç, önemli bir şey değil.''

Konunun değişmesine minnettar kalarak, ''İrem yakında ailesinin yanına gidecek.'' dedim bir anda.

Annem hayretle İrem'e baktı. ''Tatlım, neden? Sıkıldın mı yoksa?''

Sıkılmaya fırsat kalmadı, diye geçirdim içimden.

''Olur mu hiç? Sıkılmadım tabii ki. Yalnızca ailem de beni görmek istiyor artık. Gitsem iyi olacak.''

Annem gerçekten üzgün müydü yoksa rol mü yapıyordu ayırt etmek oldukça güçtü. Yüzüne dikkatle baktığımda dudaklarını büzdü ve kafasını yana eğdi.

''Tüh, hiç sevmedim bunu bak. Neyse, hemen göndermem ama bilesin. Yarın bizimle çiftliğe gelmeni çok isterim.''

İrem'le aynı anda, ''Çiftliğe mi?'' derken annem bana döndü.

''Niye ilk defa duymuş gibi davranıyorsun, güzelim? Konuştuk ya sabah.''

Anlamsızca kaşlarımı çattım ve yüzüne bakmaya devam ettim. Annem yüzüne en güzel gülümsemesini yerleştirdi ve İrem'e dönüp şevkatle dokundu.

''Yarın bir aile dostumuzun çiftlik evine davetliyiz. Kalabalık olacak ama çok eğleneceğinize eminim.'' dedi.

İrem şaşırmış ama bir yandan da bu fikir onu heyecanlandırmış gibiydi. Yüzüne bakakaldığımda henüz yeni sakinleşen beynim bir kez daha çığlıklarla dolmuştu.

Meclise gideceğiz.

Yarın.

Ve arkadaşlarımla.

***

Selam! Haftaya Cadı Meclisi'nde görüşürüz! 🩵🧜🏼‍♀️ 🔮

Oy verip yorum yaparsanız çok sevinirim. 😍

Continue Reading

You'll Also Like

907K 20.7K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
7.8K 1.7K 49
Bazen aşk, çok karmaşıktır.
675K 64.2K 57
"Unutma fırtınam," Dedi kolumdan tutup beni kendine çekerken. Dengemi kaybedip yere düşmemek için onun omuzlarına tutundum. Denizhan, elini belime ya...
706K 1.4K 1
KURTARICIM serisinin 3.ve son kitabıdır. İki el arasında oluşan sevgi, Beyna. Herdem yayınları ile kitap oldu.