Fırtınalı Gecede (Tamamlandı)

By aleynahirik

28.2K 3.6K 3.8K

Trajik bir geçmişin ardından yurt dışına gönderilen Ahsen için geri dönüş vakti gelip çatmıştı. Büyük bir özl... More

Fırtınalı Bir Gecede Her Şey Olabilir
Bölüm Bir | Geri Dönüş
Bölüm İki | İlk Akşam Yemeği
Bölüm Üç | Tatlı Rüyalar
Bölüm Dört | ''Eskisi Gibi.''
Bölüm Beş | Kapılar Ardındaki Gözler
Bölüm Altı | Işıklar Sönünce
Bölüm Yedi | Siyah Şemsiye ve Kırmızı İplik
Bölüm Sekiz | Unutulan Her Bir Anı
Bölüm Dokuz | Yalnız Prenses
Bölüm On | En Uzun Gece
Bölüm On Bir | Yeniden Denemek İçin Geç Değil
Bölüm On İki | Suyun Dibinde
Bölüm On Üç | Karanlıktaki Parti
Bölüm On Dört | Kördüğüm
Bölüm On Beş | Açık Kalan Cehennem Kapıları
Bölüm On Altı | Beyaz Kuğu
Bölüm On Sekiz | Saydam Kalp
Bölüm On Dokuz | Ilık Bir Yaz Günü
Bölüm Yirmi | Işıkların Altındaki Çürük Kokusu
Bölüm Yirmi Bir | Alevlerin Yakamadığı Kadınlar
Bölüm Yirmi İki | Lilit Derin Bir Karanlıktır
Bölüm Yirmi Üç | Kayıp Soydan Geriye Kalan
Bölüm Yirmi Dört | Silik Ayak İzleri
DUYURU 📣
Bölüm Yirmi Beş | Siyah Kuğu
Bölüm Yirmi Altı | Fırtınalı Bir Gecede Neler Oldu?
Bölüm Yirmi Yedi | Batının Kötü Cadısı*
Bölüm Yirmi Sekiz | Karanlıkta Gizlenenler
Bölüm Yirmi Dokuz | Altın Kafesteki Kargalar
Bölüm Otuz | Yeraltından Yükselen Sesler
Bölüm Otuz Bir | Gökyüzündeki Son Yıldızlar
Bölüm Otuz İki | Cennetten Kovulan Herkes Bir Arada
Bölüm Otuz Üç | Bilgi En Güçlü Silahtır
Bölüm Otuz Dört | Drakula'nın Şatosunda Yalnız Bir Gece
Bölüm Otuz Beş | Aşk Bir Zayıflık Mıdır?
Bölüm Otuz Altı | Aydınlıkta Kalan Tek Kişi
Bölüm Otuz Yedi | Kirli Sular, Temiz Ruhlar
Bölüm Otuz Sekiz | Cadı Avı Başlasın!
Bölüm Otuz Dokuz | Son Akşam Yemeği
Bölüm Kırk | Güzel Yalanlarla Yaşar ve Ölürüz*
Bölüm Kırk Bir | Şeytanı Kurtarmak
Bölüm Kırk İki | Yaşasın, Dünya Yok Oluyor!
Bölüm Kırk Üç | Son Yargı
Bölüm Kırk Dört | Hüzünlü Prensese Veda
Bölüm Kırk Beş | Denizin Bittiği Yer {FİNAL}
YAZAR NOTU

Bölüm On Yedi | Dalgalarda Doğmak

553 81 140
By aleynahirik

*Selam! Medya bölüme çok uygun oldu, okuyunca anlayacaksınız. 😂 Bu bölüm merak edilen pek çok şeyin açıklamasını yaptım ve biraz daha cadıların dünyasına girdik. Umarım beğenirsiniz. Şimdiden iyi okumalar! 💙

Telefondan yükselen alarmı sesiyle uyanmayalı epey zaman oluyordu.

Gözlerimi zar zor açtığımda sesin nereden geldiğini anlamam biraz uzun sürdü. Sarp'ın yerinden doğrulmasıyla kıpırdandım. Elini attı ve yatağın bir köşesine koyduğu telefonu aradı. Nihayet bulup ekrana baktığında alnımı öptü ve istemeye istemeye yatağa oturdu. Alarmın sesi nihayet sustuğunda sırt üstü yattım ve tavana baktım. Dün gece yaşanan her detay kendi başına bir film olabilecek potansiyele sahipti. Öyle ki sanki tek bir gece değil üç geceyi geride bırakmıştık.

''Saat kaç?'' diye sordum.

''Yedi buçuk.''

''Neden yedi buçukta kalkıyoruz? Hem de birkaç saat önce uyumuşken.''

Sarp buruk bir gülümseme ile bana döndü. ''Gitmem gereken bir iş olduğu için, yani daha doğrusu, dün geceye kadar öyle bir iş vardı. Şu an var mı emin değilim.''

Telefonunun ekrana uzun uzun bakarken bir kez daha kusacakmış gibi berbat hissettim. Annemin sözleri zihnimin içinde süzülüp yeniden bana ulaştı.

Sevgili Sarp'ımız, sanırım seni de artık özgür bırakma zamanı geldi.

Bir anda yattığım yerden kalktım ve kolunu tuttum. ''Sarp.'' dedim acı çekercesine.

''Biliyorum.'' dedi direkt. ''Ne diyeceğini biliyorum, sıkıntı yok.''

''Nasıl sıkıntı olmaz?''

Tamamen bana döndü ve ellerimi tutup dudaklarına götürdü.

''Evden gitmem seni bırakacağım anlamına gelmiyor.'' dedi kısık bir sesle.

''Biliyorum ama... Sana verdiğim sözü hatırlıyor musun? Birlikte gideceğiz.''

''Peki benim sana dediğimi hatırlıyor musun?'' dedi kaşlarını kaldırarak bilmiş bir tavırla. ''Annen buna asla izin vermeyecek.''

''Ama-''

''Yeni bir şey düşüneceğiz, bebeğim. Birlikte gitmemize izin vermeyecekler ama seni bu evden çıkarmak için her şeyi yapacağım.''

Kafamı salladım. Bana doğru yaklaştı ve birbirine girmiş saçlarımı öptü.

''Ben giyinip aşağı ineyim. Her şeye rağmen babana çok şey borçluyum, onu yarı yolda bırakamam. Bana ihtiyacı olup olmadığını soracağım.''

''Babam senin gitmeni istemiyor.'' dedim. ''Fark ettin mi?''

O da kafasını salladı. İçten içe ikimiz de biliyorduk. Babam, yalnızca annemin gölgesinde kalmış bir adamdı. Annem ne derse o olurdu.

Kapıdan çıkmak için ayağa kalkarken, ''Ben indikten birkaç dakika sonra çık ve hemen odana git.'' dedi.

''Tamam tamam.''

Kapıdan çıkarken yıllardır söylemediği, içten içe her zaman bildiğim ama ondan duymadan geçirdiğim onca zamandan sonra kalbimi tıpkı duyduğum ilk günkü gibi harekete geçirecek o sözü söyledi.

''Akşam görüşürüz, seni seviyorum.''

Dudakları arasından bir anda çıkıp giden o cümleyle birbirimize baktık. Hissettiğim çarpıntı yüzümdeki her bir noktaya yansırken gülümsedim. Gözümün önünde, göle gittiğimiz bir yaz günü belirirken on altı yaşımdaki halimle yüzleştim.

''Ben de seni seviyorum, görüşürüz.''

Bana göz kırptı ve küçük odasından dışarı çıktı.

Tıpkı onun dediği gibi dakikalarca bekledim. Ta ki çatı katının küçük penceresinden dışarı bakarken garajın kapısının açıldığını duyana dek. Parmak uçlarımda çıktım çatı katından ve merdivenlerin her bir basamağında bir kuş tüyü kadar sessizdim. Yatak odalarının olduğu koridora dönene dek başarılı olduğuma inanıyordum.

''Ahsen?''

Annemin sesiyle olduğum yerde kaldım. Dün geceden birkaç sahne gözümün önünden geçip giderken sırtımı dikleştirdim. Arkamı döndüğümde bakışlarım sert, yüz ifadem öfke doluydu. Salondan çıkan annem ağır adımlarla önüme gelen dek durmadı.

''Günaydın, erkencisin.''

Sesi her zamanki gibi imalıydı.

''Öyle.''

Tam yeniden arkamı dönecekken beni tuttu. ''Bugün iki arkadaşını da bir yere uğurlamanı tavsiye ederim.''

''Niyeymiş?''

''Herhalde evde yaşananları görmelerini istemezsin.''

''Neler gördüklerini bilseydin, gerçi eminim ki biliyorsundur.''

Gülüşü onun açısından zevk dolu ve keyifliydi. ''Biliyorum, bilmez miyim? Ama ben senin yaşayacaklarından bahsediyordum. Ah, tabii öğrenmelerini istiyorsan orasını bilemem. Bakalım onlar Sarp kadar sadık mı?''

Alttan alta hissettirdiği tehdit ve küçümseyici tavır beni öldürüyordu.

''Ne istiyorsun?'' dedim öylece. ''Söyle, ne yapmamı istiyorsun?''

Elini uzattı ve saçlarımla oynamaya başladı. ''Sakinleşir misin benim güzelim? Arkadaşlarını kahvaltıdan sonra birkaç saatliğine evden uzaklaştır, bizim için yeter.''

Bir adım geri çekildim ve saçımı dokunduğu yerleri düzelttim. Yüzüne bir süre baktıktan sonra hiçbir şey demeden döndüm arkamı ve en hızlı şekilde odama geçtim. Kapıyı sertçe açıp içeri daldığımda bir anlığına iki arkadaşımın da orada olduğunu unutuvermiştim. Emre yatağımda oturuyor ve yüzünü ovuşturuyordu, İrem ise ayakta bir şeyler anlatmakla meşguldü. Beni gördükleri gibi sustular. Kapıyı ardımdan kapatırken yaşananları bir saniyeliğine unuttuğumun farkına vardım.

''G-Günaydın.'' dedim kısık bir sesle.

Emre doğruldu. ''Sen iyi misin? Neredeydin?'' dedi ve ekledi. ''Sana da günaydın.''

''İdare eder.'' derken sessiz kalan İrem'e döndüm. ''Siz iyi misiniz?''

''Değilim.''

İrem'in sesi beni kıracak kadar sertti. Bana kızgın olma ihtimali bile kalp atışlarımı hızlandırırken onlara doğru yaklaştım.

''Dün ne konuştun annenlerle? Her şeyi anlattın değil mi? Ne dediler?''

İrem soruları arka arkaya sıralarken öylece kalakaldım. Yaşadığım şok edici gerçeklerle yüzleşirken arkadaşlarıma yapacağım yalan açıklamaları düşünmemiştim. Bir İrem'e bir Emre'ye baktım ve yutkundum.

''Onlar da... Onlar da çok korktular.''

İrem kaşlarını çattı. ''Bu kadar mı?''

''Yani, bu kadar. Başka ne olabilir ki? Babam dışarıyı ve bütün evi kontrol etti, kimse yoktu. Annem de... Annem de sizin için çok endişelendi ve neler olduğunu anlamadılar.''

İkisi bir süre bana bakakaldıktan sonra ilk konuşan İrem oldu.

''Gerçi doğru, insanlar ne yapacak ki? Tam bir korku filmiydi. Nasıl uyudum gece inan ki hatırlamıyorum. Çok tuhaftı. Yorgunluktan sızdık sanırım. Başım çatlıyor!''

Huzursuzca kıpırdandım. ''Çok üzgünüm, özür dilerim.''

Bu cümle dudaklarım arasından suçlu bir çocuk edasıyla çıkıp gitti.

Emre, ''Sen neden özür diliyorsun?'' diye sordu. ''Seninle ne ilgisi var? Üzme kendini.''

İrem'e baktı ve ondan da onay bekledi. İrem bir bana baktı bir de etrafına ve derin bir iç çekti.

''Doğru, evet. Sen ne yapabilirsin ki?''

Bana söylediği söz buydu fakat gözleri bunu söylemiyordu. Gözleri, derin bakışları bana içten içe suçluluk hissettirirken sanki tüm olay onları bu eve getirmemdi. Belki de gerçekten öyleydi.

''Kafanızın allak bullak olduğunu biliyorum, çok yorgun olduğunuzu da biliyorum ama sizden ufak bir şey istesem?''

''Tabii ki.'' dedi Emre.

''Dün biraz annemle tartıştık. Benimle baş başa konuşmak istiyor. Eğer siz olursanız kendimi daha mahcup hissederim. Göle gitmek ister misiniz? Belki ben de arkadan yanınıza gelirim.''

''Olur olur, nasıl istersen.'' dedi Emre.

Ona gülümserken İrem'e döndüm. Bir kez daha rahatsız edici şekilde sessiz kalıyordu. ''İrem?''

''Tamam.'' dedi gönülsüzce. ''Gideriz.''

Bu tavrının beni ne kadar kötü hissettirdiğinin farkında mıydı merak ediyordum. Omuzlarıma biraz daha yük binerken kendimi tüm evin duvarları arasında ezilip gidiyormuş gibi hissetmeye başlıyordum.

#

Her şey annemin planına uygun gidiyordu.

Hazırlanan mükemmel kahvaltı esnasında annem Oscar alabilecek bir performans sergileyerek beni şoka uğratmıştı. Neredeyse ağlayacaktı, yüzüne yerleştirdiği şok ifadesiyle bunların başımıza nasıl geldiğini sorgulamış hatta bir ara eve kurşun döktürmekle ilgili şaşırtıcı bir öneride bile bulunmuştu. Öyle ki bu tavrı İrem'i bile yumuşatmış, normale daha da yaklaştırmıştı.

Kahvaltı sonrasında ise onları göle yolcu etmiş ve evde yalnızca ikimizi bırakmıştı.

Giriş kattan yukarı çıkmaya hazırlanırken annemin merdivenleri elinde ahşap bir kutuyla koştura koştura indiğini gördüm.

''Hiç gelme, büyük salona geç.''

Yanımdan geçip giderken arkadan ona yetiştim. Salonun kapısı açılıp içeri girdiğimizde gözüm birkaç saniyeliğine beyaz piyanoya takıldı. Yalnızca bir anlığına o geceye geri döndüm. Annemlerden duyduğum anlamsız kelimelere, unuttuğum anılara ve piyano çalan bir hayalete.

''Yanıma gel.''

Ahşap kutuyu kenara bırakan annem, salonun ortasındaki halıyı tek bir hareketle katladı ve kenara kaldırdı. Halının yok oluşuyla ortaya çıkan şekle ağzım açık bakakaldım.

''Bu-Bu ne?''

Yerde muazzam bir şekilde daire ve içinde beş köşeli bir yıldız duruyordu. İlk bakışta çizildiğini düşündüğüm bu şekil, adeta oraya kazınmıştı. Yıllardır bu halının altında olduğu gerçeği yüzüme tokat gibi çarptı. Acaba evde daha bildiğim neler gizliydi?

''Bu bir pentagram.'' dedi ve başıyla kolumu işaret etti. Elimi kaldırdım ve bilekliğime baktım.

''Beş köşeli yıldız da diyoruz, her bir köşesi bir elementi temsil ediyor.''

Ahşap kutunun içinde tam beş tane bodur, kalın mum çıkardı. Her bir mumu, bu işi ilk defa yapmadığını belli edecek bir düzende köşelere yerleştirirken bir yandan konuşmaya devam etti.

''Beş element bizim için çok önemli. Ateş, Su, Hava, Toprak ve Ruh.''

Beş mumu da yerleştirdikten sonra dairenin ortasında durdu ve elini bana uzattı. Ondan o kadar uzak duruyordum ki uzaktan nasıl gözüktüğümü merak ettim.

''Gel hadi, korkma.''

İsteksiz adımlarla yıldıza yürürken yutkundum.

''Bu elementlerin her birini kullanabiliriz ama birisinde daha güçlüyüz.''

Yıldızın içine girmediğimi gördüğü an elimi tuttu ve beni pek de nazik olmayacak şekilde içeri çekti. Ben daha etrafıma bakınırken ellerini havaya kaldırdı ve mumların hepsini yaktı. Yerimde sıçrarken annem buna gülüyordu.

''Gördüğün gibi benimki Ateş.''

Ellerini kaldırdı ve avuçlarına verdiği tüm gücün karşılığında beni bir kez daha yerimde sıçratacak bir hareket yaptı. İki avcundan da çıkan alevlere gözlerimi kırpıştırarak baktım.

''Bundan mutsuz değilim ama...''

Ellerini indirdi. ''Ruh olmasını isterdim. Her neyse, her elementler bize güç verir ama bizim asıl gücümüz ne tür bir cadı olduğumuzda gizli.''

Dakikalar sonra ilk defa konuştum.

''O ne demek?''

''Şu demek tatlım, hepimiz aynı meclise bağlı, cadı soyundan gelen bireyleriz. Bizi ayıran nokta, hangi türde olduğumuz. Şimdi daha iyi anlayacaksın, dinle. Ben bir Eklektik Cadıyım.''

Babamın sesi daha dün gibi kulaklarımda yankılandı.

Belki... Bir Eklektik değildir.

Taşlar yavaş yavaş yerine otururken dudaklarım aralandı. ''Demek ondan...''

''Neyden?'' diye sordu anlamsızca.

''Benim de bir Eklektik olmamam da korkmuştun.''

Kafasını sallayarak beni onayladı. ''Neden?'' diye sordum. ''Bu neden bu kadar önemli?''

''Eklektik Cadılar en iyisidir, tatlım. Anneannen de bir Eklektikti. Ah, canım annem. Bildiğim her şeyi o bana öğretmişti. Şanslısın ki ben de sana öğreteceğim.''

Sesi öyle heyecanlıydı ki küçük bir çocuk gibi ellerini birbirine çarptı.

''Anneannenin annesi ise bir Kara Cadı idi o ayrı.'' dedi.

''Tüm bunlar ne demek?'' diye sordum bir rüyada gibi.

''Kara Cadı olmak hiç kolay değildir, hem tehlike hem bir cadının olabileceği en güçlü türdür. Bunlar Kara Büyü yapabilirler, bu da tahmin bile edemeyeceğin büyüler demek. Doğa Cadıları vardır, onlar aynı zaman Şifacıdır ve her daim doğanın içindelerdir. Kristal Cadılar da mecliste oldukça önemli bir yerdeler, dünya üzerinde görüp görebileceğin bütün doğal taşlarda bilgedirler ve bu taşlarla her şeyi yönetebilirler: Sağlık, huzur, para...''

Duraksadı ve küçümseyici bir ifadeyle devam etti. ''Tabii bu siz gençlerin sosyal medyada görüp sipariş verdiği o sahte doğal taşlar değil. Onlar sahtekâr, ben gerçek taşlardan ve gerçek cadılardan bahsediyorum.''

İki saniyeliğine düşündükten sonra aklına yeni gelmişçesine konuşmayı sürdürdü. ''Bir de Ay Cadıları var. Onlar bütün güçlerini Ay'dan ve Ay'ın hareketlerinden alırlar, işin aslı epey güçsüzler. Eklektik Cadılar olarak biz ise...''

Araya girdim ve kafamda dönüp duran soruyu sordum.

''Solitary ne demek?''

Bu sorumla afalladığını görebiliyordum fakat yine de aynı bilgelikle soruma cevap verdi. ''Solitary, Yalnız Cadı demek.'' dedi.

''Yani?'' derken babamın neden bir cadıya dönüşmezsem Solitary olduğumu söyleyip yurtdışına yollayacağını anlamaya çalışıyordum.

''Yalnız Cadılar adı üstünde, yalnızlar. Meclise bağlı değiller, kimseye bağlı değiller. Onlar kendilerini tamamen yalnızlığa adarlar ve herkesten çok uzakta, tek başlarına yaşarlar. Eğer ayrı bir güçleri varsa bile biz bunları bilemeyiz. Onları görmüyoruz.''

Kafamı sallarken bir kez daha her şey yerine oturuyordu. Yaşadığım aydınlanma ile ironik bir şekilde güldüm. Tabii ya, ailenin yüz karası olmamamdansa bir Yalnız Cadı olmam onlar için çok daha kabul edilebilirdi. Ayrıca zaten yalnız olacağımdan beni kimseye kanıtlamak zorunda kalmayacaklardı.

Keşke öyle olsam.

''Eklektik Cadılar ise...''

Yıldızın ve benim etrafımda ağır adımlarla dönmeye başladığında yüzümdeki gülüş silinip gitti ve ürperdim. Her bir mumun alevi annem önlerinden geçtikçe yükselmeye, daha da güçlenmeye başladı.

''Kendi büyülerimizi yazabiliriz, bu diğerlerinin asla yapamayacağı bir şey. Ne kadar kıskandıklarını hayal edebiliyor musun?''

Kıkırdadıktan sonra konuşmaya devam etti. ''Büyüler bizim için her şey, hatta elementlerden bile kıymetli. Büyülerimiz sayesinde her şeyi yapabiliyoruz.''

''Nasıl her şey?'' dedim anlamsızca. ''Her şey derken?''

Annem tam arkamda durdu. ''Bir şey düşün. Herhangi bir şey.''

Derin bir nefes alıp verdim. ''Aklıma hiçbir şey gelmiyor.'' dedim.

''İyice düşün, rastgele bir şey olur.''

''Bilmiyorum... Aşk?''

''Aşk?" derken alaycı tavrını sürdürerek güldü. "Aklına ilk gelenin bu olması enteresan. Tamam, aşk olsun. Diyelim ki âşık olduğun bir adam var ama o sana değil. Küçük bir büyüyle sana âşık olmasını sağlayabiliriz.''

Başımı ona çevirdim. ''İyi de bu-'' diyecek lafımı kesti.

''Diyelim ki çok hastasın... Doktorların bile kurtaramayacağı kadar çok hastasın, hatta ölüm döşeğindesin, yine küçük bir büyü ile seni eskisinden bile sağlıklı yapabiliriz.''

Gözlerimi kırpıştırdım. Annem arkamdan dolanıp önüme geçerken hafifçe sırtıma dokundu.

''Yeri geldiğinde ölülerle bile iletişim kurabiliriz.''

''Nasıl?'' dedim dehşetle.

''Çok basit. Bir tahtaya ve yine minicik bir büyüye ihtiyacım var. Bizden bu konuda ne kadar çok insan soylunun yardım istediğini duysaydın şaşardın.''

''İnsanlara bunu söylüyor musunuz?''

''Yalnızca kendi iradesiyle yardım isteyenlere, tatlım. Herkese değil. Biz toplum içinde gizli kalmalıyız.''

Elini kaldırdı ve güzel evimizi gösterdi.

''Neden buradayız sanıyorsun?'' dedi.

Göğsüm ortasına bir tonluk bir taş bırakılmış gibi hissederken elimi kalbimin üstüne koydum. Annem elini kaldırdı. ''Sakın zayıflığa yenik düşeyim deme. Dün gece itibariyle artık güçsüz bir insan değilsin.''

''Tüm bunları nasıl hemen kabullenmemi bekliyorsun, anne? Etrafımıza bak! Evimin ortasında bir pentagram mı vardı cidden?''

Omuzlarımdan beni tuttu ve sıktı. Gözlerimin içine bakarken sesi alçalmıştı.

''Tatlım, burası hiçbir zaman normal değildi ve sen içten içe bunu biliyordun. Aş bunları ve önüne bak. Seni bir cadısın. Neler yapabileceğini bir hayal etsene, heyecanlanmıyor musun?''

Gözlerine dalıp giderken bir kez daha ne kadar manipülatif biri olduğuna şahit oldum.

''Hadi gel, hangi elementte daha güçlü olduğunu öğrenelim. Sonra da Eklektik olup olmadığına bakalım.''

Sanki basit bir tahlil verecekmişim de o sonuçlarına bakacakmış gibi konuşuyordu. Hatta öylesine normal konuşuyordu ki afalladım.

Beni yıldızın ortasına doğru çekti. Kendisi yere oturup bağdaş kurarken benden de aynısını yapmamı bekledi. Bir saniye sonra ben de tam karşısında, onunla aynı pozisyondaydım. Tek bir hareketle bütün mumları söndürdü ve ardından ellerini iki yana açtı.

Ben de ellerimi iki yana açtım.

''Gözlerini kapa.'' dedi.

İstemeye istemeye gözlerimi kapattım. Sırtımdan bir ürperti geçip gitti.

''Şimdi yalnızca sessizliğe odaklan bebeğim. Kalbini aç. Bu çok kadim beş element senin kalbinde, damarlarında var. Yalnızca bir kadim element senin kalbini bağlayacak, elini attığın an onu bulabileceksin, her an avuçlarının içinde olacak. Derin bir nefes alıp ver.''

Derin bir nefes alırken göğsüm titredi. Annem, sessizliğin içindeki boğuk sesiyle bana ulaşmaya çalışırken benim zihnimde tek bir şey dolanıyordu. Onun dediği gibi odaklanmak, kalbimi açık bırakmak tüm bastırdığım duygularımı serbest bırakmıştı. Yanaklarımın ıslandığını hissettim. Dudaklarım titrerken bilinç dışı kendimi konuşurken buldum.

''Anne...''

''Tatlım?''

''Anne... Anne, lütfen Sarp'ı gönderme.''

Sessizliğini koruduğunda dudaklarım arasından bir hıçkırık kaçıp gitti.

''Anne, onu gerçekten seviyorum.''

Neler olduğunu anlayamadığım bir duyguyla dolup taşıyordum. Adeta kalbimi kaplayan her küçük detay derin ve yoğun bir duyguya dönüşüp vücudumdan dışarı atılmaya başlıyordu. Hayal bile edemeyeceğim bir şekilde ağlarken avuçlarımın içindeki karıncalanmayı hissettim. Parmak uçlarım gittikçe hassaslaştı, nefes alışverişlerim hızlandı. Günlerdir hissettiğim tüm o garip ruh halleri, fiziksel olarak hissettiğim her acı beni terk ediyordu. Birkaç defa derin nefesler alıp verirken ayak tırnaklarımdan saç uçlarıma kadar alev aldığımı ve neredeyse havalanıp uçacağımı düşündüm. Boynumdan aşağı inen soğuk terler kafamı hareket ettirdim.

''Ahsen.''

Annemin sesi neredeyse kilometrelerce uzaktan geliyor gibiydi.

''Ahsen!''

Gözlerimi açamadım. ''Anne?''

''Ahsen, yavaşça gözlerini aç ve bana bak.''

Beni bu hipnozdan uyandırması için iki cümlesi yeterliydi. Gözlerimi o kadar hızlı açtım ki göz kapaklarımın acısını hissettim. Annem bıraktığım yerde, tam karşımdaydı. Yüzünde barındırdığı ifade şaşkınlıktan ziyade kabul edememe ile birleşmiş hayretti. Kaşları hafif çatılmış, alnını kırıştırıyordu.

''N-Ne oldu?'' diye sordum çatallaşmış sesimle.

Kafasını iki yana salladı.

''Ne?'' dedim anlamsızca ve etrafıma baktım. Annemin söndürdüğü beş mumdan yalnızca bir tanesi yeniden yanmaya başlamıştı. Bu yeniden yanan mumun alevi öyle güçlüydü ki ona bakarken gözlerim acıyla yaşardı.

''Bu ne demek?''

''Hangi elementte daha güçlüysen onun mumu alevlenir.'' dedi annem dalgın ve hüzünlü bir sesle. ''Ama bu diğer mumların yanmayacağı anlamına gelmez. Her elementin mumu yanar, en güçlü olduğun işte böyle kuvvetle alevlenir.''

Yavaşça diğer mumları kontrol ettiğimde hiçbirinin yanmadığını gördüm. İçimden bir ses, bunun için utanmam gerektiğini söylerken yeniden anneme döndüm.

''Yani? Hiçbir şey anlamadım. Yanan hangi elementin mumu?''

Annem başını çevirdi ve o muma baktı. ''Su.''

''Su mu?''

Bana döndüğünde gözlerine yansıyan hayal kırıklığı, tıpkı iç sesimin bana söylediği gibi hissettiriyordu: Utanç.

Benden utanıyordu, benim yüzümden hayal kırıklığı yaşıyordu.

''Ama diğerleri yanmamış.'' dedim yüzüm alev alev yanarken.

''Evet.'' dedi usulca. Yaşadığı hayal kırıklığı her bir kelimesine, yüzündeki her bir çizgiye yansıyordu. ''Çünkü muhtemelen bir Su Cadısısın.''

Continue Reading

You'll Also Like

583K 25.2K 50
Ülkenin tüm kötülerinin hapsedildiği yer İflah Olmazlar'da bir kadının şehrin efendisine açtığı savaşın çıkmazı burası. Yandığı intikam ateşi ile şeh...
906K 20.7K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
68.6K 2K 80
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
7.8K 1.7K 49
Bazen aşk, çok karmaşıktır.