Revolution

By vexleur

82.3K 8.3K 4.5K

Benim için doğdun, benim için ağladın ve benim için öldürdün; senin için doğdum, senin için öldürdüm ve senin... More

|1| Acınası Bir Komiklik
|2| Kırılmış, Kanayan Melek
|3| Güneş Huzmesi, Kurtar Beni
|4| Kirliliğin Sancıları
|5| Güven Dolu Temaslar
|6| Ortaya Serilen Uyuşturucular
|7| Kaybolunan Derinlerde Kısık Kahkahalar
|8| Alıngan Soluklar
|9| Bir Devrimin Başlangıcıdır Öpüşler
|10| Bir Tanıdığın Kanlı Zihni
|11| Sesli Bir Ürperti
|12| Ağrılı Kalp Yorgunlukları
|13| Yıkımlı Titrek Hareler
|14| Yıldızların Vahşi Ürpertileri
|15| Bol Özlemli Günlerin Kırıntıları
|16| Geri Dönüşler Ve Ufak Pişmanlıklar
|17| Art Arda Zehirli Devrimler
|18| Mahkum Ve Masum Çocuklar
|19| Büyük Ve Çalkantılı Yenilgiler
|20| Kişisel Diklikler
|21| Sen benim dişimi de, kanımı da kışkırtıyorsun.
|22| Sokak Köşelerinde Ağlayan Öpücükler
|23| Fenrir
|24| Öz Sanrılar
|25| Yabancılar Her Daim Yorar
|26| Cam Parçalarıyla Dolu Gözyaşları
|27| Serbest Düşüş
|28| Geriye Kalan İntikam
|29| İki Kişi, Tek Kader
|31| Bazen İntikam Huzurlu Bir Sondur
|32| Acılı Bir Yolun Sonu
|33| Sessiz Sedasız Kıskançlıklar
|34| İntikam Koridorunda Islak Duvar

|30| Ölümlü Rahatsızlık

1K 123 50
By vexleur


Merhabaa.

Uzun zaman sonra ilk defa kısa sürede Rv yb attığım için çok mutluyum.

Bu kadar kısa sürede yb atmamın sebebi, Revolution'ın değerini daha fazla anlamam.

Değerini o kadar iyi anladım ki, daha fazla katlanamayıp bana oldukça yabancı hissettiren beş ficimi yayından kaldırdım. O ficlerimi yayından kaldırmamın sebebi o ficleri yazan Vex'in, gerçek Vex'in kalemini ve kurgu sağlamlığını kullanmaması. Ve maalesef ki kaldırdığım ficlerimin kurguları bana hiç yeterli gelmemeye başlamıştı son haftalarda. Öylesine yazmışım da hesap dolu görünsün diye yayınlamışım gibiydi.

Tabii ki hâlâ o ficlerime değer veriyorum fakat bu, daha iyi kurgular yazma isteğimin önüne geçemiyor.

Revolution ise bu konuda benim ilk göz ağrım. Daha önce de birçok kez söylediğim gibi üç yıl gibi bir süreyle aklımda kurguladığım, defalarca kez yazıma döküp sildiğim ve en sonunda yayınladığım tek kurgum RL ile birlikte. Bu yüzden çok değer veriyorum ve bana yeterli geliyor.

Öyle ki hesabımda sadece RL ve Revolution'ı yayında bırakmak istiyorum fakat diğer üç ficime bunu yapabilir miyim, bilmiyorum.

Şimdilik sadece Revolution'a odaklanma kararı aldım. RV bittikten sonra yeni bir fice başlar mıyım, bilmiyorum. Açıkçası sınav senesinde olduğum için ve daha iyi bir kurgu yazmak istediğim için uzun bir süre ara verebilirim.

Bölüm hakkında diyeceğim şeyler ise, şahsen çok şaşırtıcı bir gerçeği öğreneceksiniz.

Yorum sınırı koyuyorum çünkü 20 civarında oy görmek beni biraz üzüyor.

40 yorum sınırıyla sizi bölüme alalım.

İyi okumalar dilerim♡

•••

•••

Bana iri ve siyah gözleriyle bakıyor.

Öyle güzel bakıyor ki olduğum yerde ona doğru yürümek için can atıyorum. Daha dört-beş yaşlarında. Bana çok benziyor. Benim çocukluğuma çok benziyor. O kadar çok benziyor ki, çocukluğumu gördüğümü düşünüyorum.

"Uyan, Jungkook."

Ona doğru bir adım atıyorum. Bana gülümsüyor ve koşmaya başlıyor. Masmavi gökyüzünün altında bana koşarken kollarını iki yana açıyor. O kollarını iki yana açar açmaz arkasında bir silüet beliriyor.

"Jungkook, uyanman gerekiyor."

Kollarıma koşan beden, her bir adım attığında yerde çiçekler açıyor. Kahkahası kulaklarıma ulaşırken hemen arkasında duran beden, gözüme görünüyor. Sevgilim bana öyle güzel gülüyor ki, kollarıma gelen bedeni mi izlesem, onu mu izlesem diye düşüncelere dalıyorum.

"Saatlerce uyumazsa böyle olur tabii."

Küçük erkek çocuğu bana ulaşır ulaşmaz kollarıma atlıyor. Onun küçük bedenini kucaklarken, V gülümseyerek yanımıza geliyor. Kollarını etrafımıza sararken, küçük çocuğun şen şakrak kahkahası etrafa yayılıyor bir kez daha.

"Eve gitmeyi de kabul etmedi ki doğru düzgün uyusun."

Kucağımdaki beden kahkaha atmaya devam ederken Taehyung dudaklarını yanağıma bastırıyor. Daha sonra kulağımın altını da öpüyor ve fısıldıyor.

"Hiçbir güç beni senden alamaz, güzelim."

"Lan uyan artık!"

Kulağımın dibinde bağıran Hoseok sayesinde gözlerimi araladığımda ilk saniyelerde nerede olduğumu kestiremedim. Gördüğüm rüyanın üzerimdeki ağır etkisiyle gözlerimi kırpıştırırken, başımın etrafına üşüşmüş olan kişilerin beklenti dolu bakışları oldukça tuhaftı. Hastane koridorunun koltuklarında kendime çektiğim bacaklarımı yere geri salarken onlara beklentiyle baktım.

Uyuyalı kaç saat olmuştu ve neden beni böyle aceleyle uyandırmışlardı?

"V'nin doktoruyla konuştuk." Dedi Agust D, kollarını göğüsünde bağlarken. Hemen ayaklandım ve koridorda doktoru aradı gözlerim. Onu göremeyince Agust D'ye geri döndüm.

"Ne dedi?"

Umutla baktım ona. Tek bir kelime yeterdi. Tek bir kelime beni hayata döndürebilirdi. O kelimeyi duymaya ihtiyacım vardı, çok ihtiyacım vardı. Uyanacak, demesine deli gibi ihtiyacım vardı. Bana tekrar gülümseyecek, elimi tutabilecek, bana sarılabilecek, beni izleyebilecek, beni öpebilecek... tüm bunlara ihtiyacım vardı ve tüm bunların hepsi sadece tek bir kelimeye bakıyordu.

"Yoğun bakıma alınmış. Hemşire ve doktorların gözetimi altında olacak, hayati tehlikesi devam ediyor."

Gözümden akan bir yaşı fark edemeyecek kadar alışmıştım gözyaşı dökmeye. Uzun süre sonra tekrar buna alışacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.

"Jungkook." Hoseok bana doğru adımlarken tedirginlikle bakıyordu gözlerime, "Doktor, enfeksiyon riskinin ve hayati tehlikesinin devam ettiğini söyledi. Uyanamama ihtimali çok yüksek, dedi..."

Sona doğru titrekleşen sesine karşı derin bir nefes alırken duyduğum hıçkırık sesiyle bakışlarımı koridorun sonunda, duvarın kenarına çökmüş bedene çevirdim. Jimin, saçlarını parmakları arasına almış hıçkırarak ağlarken olduğu yerde küçülmüştü. Ona doğru adımlarken buldum kendimi.

"Doktor onu görmene izin verdi.

Doktor yavaş yavaş bizi onun uyanamamasına hazırlıyor gibiydi.

Ağzımı açmadan Jimin'in yanına ulaştım. Kardeşini kaybediyordu, onun acısı da çok ağırdı; biliyordum. Yanına çöktüm korkuyla. Bana baktı ağlamaktan şişmiş gözleriyle. Çok çekindim ondan, en çok ondan çekindim.

Ben almıştım kardeşini onun elinden. Her türlü hayata tutunmayı başaran adamı ben almıştım elinden. Benden nefret etse, yüzüme bağırıp çağırsa çıtım çıkmazdı.

"Özür dilerim, Jimin."

Gözlerime bakmaya devam ederken yutkundum seslice. Ellerim ona sarılmak için can atıyordu fakat dedim ya, çekiniyordum. Ona sarılacak yüzüm yoktu.

"Çok özür dilerim. Ben olmasaydım... ben olmasaydım hâlâ seninle-"

"Sus." Dedi birden. Sesi, daha önce hiç duymadığım kadar soğuktu.

"Sus çünkü görmüyorsun, Jungkook. Ben kardeşimi kaybediyorum ama buna rağmen sana kızamıyorum, çünkü biliyorum ki V şu an mutlu."

Ellerini omuzlarıma yasladı. Parmakları etimi sıkarken gözlerime sinirle bakıyordu.

"Seni yaşattığı için mutlu çünkü güveniyor! İntikamını alacağını biliyor, gülümseyerek ölüyor çünkü sana kendinden bile çok güveniyor. Bu yüzden suçlu hissetme, Jungkook. O gidecek belki ama sen kalacaksın ve onu yaşatacaksın. Lütfen..."

Kollarını boynuma dolayıp bedenini bedenime yasladı. Benden nefret etmiyordu. Bana kızgın değildi, bana bağırıp çağırmıyordu. V bana nasıl güvendiyse, o da öyle güveniyordu.

"Lütfen yaşat onu."

Bu dileğin ne anlama geldiğini biliyordum. Bunun bilinciyle ayaklandım. Ben ayaklanır ayaklanmaz o da kalktı ve yanaklarını sildi. Koltuklara geçtiğini gördüğümde ben de koridordan ayrıldım.

Taehyung ile ilgilenen hemşirenin bana yolu göstermesiyle bir hazırlanma sürecine ihtiyaç duymadan içeri girdim. Nasıl bir hazırlanma sürecim olabilirdi ki? O bile bir vakit kaybıydı benim için. Onsuz geçirdiğim her saniye büyük bir vakit kaybıydı.

İçeri girip ardımdan kapıyı kapattım. Yatakta uzanan bedeninin yanına yürürken ağlayamadığımı fark ettim, akacak gözyaşım kalmamıştı sanki. Tekli koltuğu yanına çekip oturdum ve onun solmuş yüzünü inceledim.

Çok güzeldi. Ölümlü bir rahatsızlığın verdiği o soluk tenle bile çok güzeldi. Gözleri usulca kapanmış, kirpikleri gözaltına değiyordu. Onun kirpikleri her zaman uzundu, çok güzeldi yine.

Taehyung benden gidemeyecek kadar çok güzeldi.

"Taehyung."

İsmi saatler sonra ona seslenişimle dudaklarımın arasından ayrıldığında bir tepki alamayışımla boğazım düğüm düğüm oldu. Ona her ismini seslendiğimde hemen bana döner, tüm ilgisini bana verirdi. Şimdiyse gözlerini açamayacak kadar yorgundu. Benim yüzümden.

"Taehyung, benden gitmeyeceksin, değil mi?"

Bedeninin yanında öylece duran eline sardım ellerimi. Tenini okşarken gözlerimi güzelim yüzünden ayıramıyordum. Çok özlemiştim.

"Gitmeyeceksin aşkım, biliyorum ben seni. Sen beni bırakmazsın, benim de ölmemi göze almazsın. Bizim hayallerimizi bana bırakmazsın."

Alnımı eline yaslarken tek dileğim orada uyumaktı. Tenine dokunmak, saatlerce öyle kalmak istiyordum. Bana bıraktığı yükler çok ağırdı, elleri elimdeyken taşımak istiyordum. Ben ne yaparsam yapayım yanımda Taehyung'un olmasını istiyordum. Şimdi de bunun yokluğuyla bir savaştaydım.

"Yaşamayı bana sen öğrettin, Taehyung."

Dudaklarımı tenine bastırırken aldığım tüm nefesleri ona vermek istedim.

"Şimdi yaşamayı bilmiyormuş gibi beni bırakamazsın sevgilim."

Duyduğum kapı sesiyle yerimde doğruldum. İçeriye giren doktor, bakışlarını bende gezdirdikten sonra Taehyung'un bağlı olduğu makinalara döndü. Kalp atışlarını görebiliyordum. Düzensiz miydi yoksa düzenli miydi bilmiyordum. Tek bildiğim, o kalp atışlarının hiçbir zaman durmasını görmek istemediğimdi.

"Çok güçlü bir adamla birliktesiniz, Bay Jeon." Dedi doktor elindeki dosyaya not alırken, "bedenine aldığı kurşun yaralanmaları yüzünden çok kan kaybetti. Enfeksiyon riski ve kan kaybından dolayı hayati tehlikesi hâlâ çok yüksek ve bu saate kadar dayanması onun çok güçlü bir insan olduğunu kanıtlıyor."

Biliyordum onun çok güçlü olduğunu. Kwang'ın yanındayken de birçok kez karşılaşmıştım onunla, herkes ondan korkardı çünkü o en güçlüsüydü. Bir çocuğa, bir kadına, bir hayvana zarar vermeden zirveye ulaşabilmeyi başaran kişiydi; tabii herkes korkardı ondan.

Onu tanıdığım ilk günden beri biliyordum güçlü olduğunu. Yaşadığı tüm her şeye rağmen dimdik duruyor, yüzlerce çocuğun ve insanın hayatını kurtarmak, o pislik yerin iğrenç tarafını yok etmek için çalışıyordu. Kim ondan daha güçlü olabilirdi ki?

"O her zaman çok güçlüydü, hâlâ da öyle. Hem beni bırakmaz, beni bırakmak istemediği için bu kadar dayanıyor. Biliyorum ben onu."

Doktor gülümseyerek baktı bana. Kafasını salladı daha sonra.

"Haklısınız sanırım. Şimdiye kadar eşi hastalandığında ziyarete gelmek bile istemeyen kim bilir kaç kişiyle karşılaştım. Neler gördüğümü tahmin bile edemezsiniz."

Açıkçası, tahmin edebiliyordum çünkü insanların iğrenç yüzünden haberim vardı.

"Fakat siz, hasta ameliyata alındığından beri buradasınız. Onun sevgisine tamamen güveniyor gibi görünüyorsunuz,"

"Güveniyorum tabii..."

"Fark etmemek zor değil. Birbirinin sevgisine güvenen çift görmeyeli çok olmuştu. Takdir ettim şahsen."

"Teşekkür ederiz..."

Onun adına da teşekkür ettim çünkü gözleri açık olsaydı, bizi duyabilseydi o da teşekkür ederdi.

Doktor daha fazla yanımızda oyalanmadı. Dışarı çıktığında ben de artık çıkmam gerektiğinin farkındaydım. Son kez güzel yüzünü inceledim.

"Şimdi gitmem gerekiyor, V." Elinin üstünü bir kez daha öptüm, "intikamın beni bekliyor sevgilim."

Odadan çıkar çıkmaz Haruto'ların olduğu koridora saptım. Sadece Hoseok oradaydı. Beni görür görmez ayaklandı.

"Diğerleri nerede?" Diye sordum. Gözlerinden yorgunluk akıyor olmalıydı, o buraya sonradan gelmişti ve epey yorulmuştu belli ki.

"Kantinde seni bekliyorlar. Gel, inelim." Dediğinde onu takip ettim. Yürüyüşünde bile hayır yoktu. Onu bu halde peşimde dolaştıramazdım.

"Hoseok." Diye seslendim asansöre binerken, "sen eve dön. Bugün bir işim yok, yani yanımda olmana gerek yok. Akşam ben de eve geleceğim. Her şey yarın başlayacak."

Bana minnettarmışçasına baktı. Ona gülümsedim.

"Teşekkür ederim. Bu gece sen de dinlenmelisin. Hastane koridorlarında uyuyarak olacak iş değil." Dediğinde kafamla onayladım onu. Farkındaydım.

Esitor'un yanından ayrılır ayrılmaz buraya gelmiştik çünkü Agust D babamın yanına o saatte gitmeme izin vermemişti. Beni eve götürecekti fakat istememiştim. Uyumamı istiyorsa hastanede olmama izin vermeliydi, vermişti de. Gece hastaneye varır varmaz uykuya dalmıştım. Sabah da gözümü burada açmıştım zaten.

Bugün de yılların yüzleşmesini, ya da kavuşmasını halledip evimize geçecek ve bir gece dinlendikten sonra o piçi elime geçirecektim.

"Ye bunları."

Yanındaki sandalyeye oturduğum Agust D, önündeki iki büyük tostu önüme ittiğinde derin bir nefes alıp tostu elime aldım. Bu sefer de büyük bir bardak meyvesuyunu önüme bıraktı. Önümdekilerin aynısı Jimin'de de vardı. O da zorla yiyor gibi görünüyordu.

"Kwang hapisten çıkmış." Dedi ben tostumu yemeye başlarken. Şaşırmadığım için bir tepki vermedim. Belliydi zaten birkaç gün geçmeden oradan kurtulacağı.

Büyük para harcamış olmalıydı.

"Nerede olduğunu tahmin edebiliyoruz. Eğer bir aksaklık çıkmazsa ona çok yaklaşmış olacağız." Diye devam etti Haruto.

"Tahminen ne kadar sürer elime geçmesi?" Diye sordum ciddiyetle. Uzun sürmemeliydi.

V uyandığında o elimde olmalıydı.

"Muhtemelen beş-altı gün."

Gözlerine baktım ağzımdaki lokmayı çiğnerken. Kafamı iki yana salladım, çok uzundu. Sabredemezdim. Onu günlerce dışarıda serbest bırakamazdım.

"Olmaz. Bir-iki gün içerisinde her şeyin bitmesi gerekiyor."

"Çok erken Jungkook. Adam tam olarak nerede bilmiyoruz, tahmin etmek yetmez. Adamları ne durumda bilmiyoruz. Onu ele geçirmek bu kadar kolay olsaydı aylarca bekler miydik?"

"Beklemenizin tek sebebi önünüzde engellerin olmasıydı, Agust D." Sinirli çıkan sesimi dindiremedim, "kaybedecek çok şeyiniz vardı ve bu yüzden beklediniz. Öldürebilecekken karşısında öylece durmayı tercih ettiniz çünkü beni de, Taehyung'u da kaybedebilirdiniz. Tüm mal varlığınız, her şeyiniz tehlikede olduğu için oynamayı tercih ettiniz."

Sakinleşmeye harcadığım çaba, boşa gitti. Sabrım falan kalmamıştı. O piçin rahat rahat yaşayacağı bir güne bile sabrım kalmamıştı benim.

"Ama şimdi önümde hiçbir engel yok. Kaybedeceğimiz hiçbir şey kalmadı. V'yi aldı bizden, daha neyi kaybetsem canım yanar benim?"

Sessiz kaldı. Haklı olduğumu biliyordu, bu yüzden sessiz kaldı.

"Artık bizi engelleyen hiçbir şey yok. Gerekirse o yeraltı başımıza yıkılsın, elimizde hiçbir şey kalmasın, ölümle alın alına geleyim... hiçbiri önemli değil. O adamın öldüğünü gördüğüm sürece hiçbir şeyin önemi yok."

Masada oluşan sessizliğe aldırış etmedim. Önümdeki tabakta duran ikinci tostu yemeye geçtiğimde Agust D sessizliği bozdu.

"Üzgünüm, haklısın. Kafam allak bullak oldu şu üç dört günde."

Bakışları masadan ayrılmıyordu. Biliyordum düzgün düşünmeye çalıştığını fakat yorgun olduğunu. Sevgilisine gösterdiği ilgiyi, çocuğuymuşum gibi bana da gösteriyordu ve bunu öyle samimi yapıyordu ki ona deli gibi minnetar hissediyordum. Çoğu zaman aramızdaki en mantıklı kişi o oluyordu, şimdiyse bu durumda mantıksız düşmesi oldukça normaldi.

"Hepimiz berbat bir haldeyiz, farkındayım." Diye mırıldandım, hepsi kafasını salladı, "siz yıllardır V ile yaşıyorsunuz, ben ise onunla tanıştığımdan beri yaşıyorum. Yani sizin de ne durumda olduğunuzun epey farkındayım. Sadece toparlanmamız gerekiyor, teker teker yıkılamayız."

"V için toparlanmamız gerekiyor. Çok bile vakit kaybettik." Dedi Seongi.

"O zaman kalkalım mı?" Diye sordum ve ayaklandım. Onlar da peşimden ayaklanırken gözlerim Agust D'ye takıldı. Yere bakarken önden yürümeye başladı. Düşünceliydi, kendine gelmeye çalışıyor olmalıydı.

Hastaneden çıkar çıkmaz Haruto önden ilerleyip park ettiği arabaya bindi. Hoseok'a veda ederken Jimin'i durdurdum.

"Sen de Hoseok ile git." Dedim yanaklarını silerken. Hâlâ gözyaşı döküyordu.

"Olmaz öyle, seni yalnız bırakamam."

"Uzun sürmeyecek. Gece olmadan geliriz. Sen de dinlen bol bol." Dediğimde derin bir nefes alıp onayladı beni. Tekrar kollarını etrafıma sardığında gülümseyip karşılık verdim. Saçlarımı okşadı ve geri çekildikten sonra Agust D'ye bakma amaçlı bakışlarını arabanın olduğu tarafa çevirdi. Agust D arabaya binmişti.

"Kafası çok karışık, ona kırılma."

"Biliyorum. Akşam konuşuruz biz onunla, git hadi." Dedi ve beni yolladı.

Arabaya bindiğimde Haruto direkt gazladı. Agust D, araba çalışır çalışmaz kendine geldi. Aniden irkilmesiyle odağımı tamamen ona verdim. Ceketinin cebinden telefonunu çıkardı ve birisini aradı. Telefonu kulağına yaslarken pencereden dışarıyı izliyordu.

"Özür dilerim bebeğim, kafamı toparlayamadım."

Jimin'i aramıştı. Sesinden hem yorgunluk, hem de üzüntü akıyordu.

"Geldiğimde uyanık ol." Dedi ve cevabını aldıktan sonra gülümsedi, "seni seviyorum."

Hepimiz bir türlü toparlanmaya çalışıyorduk. Başımızda V yokken her şey daha zordu. Bizi yönlendiren, bizi koruyan kimse yoktu. Sırtımızı dayayabildiğimiz tek kişiler, kendimizdik. Kararları kendimiz veriyor ve sonuçlarına kendimiz katlanacaktık. Bu yüzden her şey çok zordu. Psikolojik olarak çektiğimiz zorluk, fizikselin yanında bir hiçti.

V'nin yokluğu çok ağırdı; kaldırmakta zorlanıyorduk.

Telefonu kapadı ve bu sefer başka bir numarayı aradı.

"Attığın konuma gidiyoruz. Orada mısın? Tamam, geliyoruz." Dedi ve telefonu kapadı.

"Esitor, Dongsun'un yanındaymış. Bizi bekliyorlar."

Babam beni bekliyordu. Daha önce hiç görmediğimi sandığım babam, çocukken bir kez görebildiğim ve maalesef ki yüzünü hatırlayamadığım babam beni bekliyordu. Yıllarca beklemişti beni. Haksız yere dört duvar arasına mahkum kalmış, yıllarca orada benim için yaşamıştı ve beni hiçbir zaman unutmamıştı.

Ona hiç kızgın değildim. Ona tamamen bir sevgiyle bağlanmam için zamana ihtiyacım vardı elbette ama şimdiden güvende hissediyordum. Ben V'nin yanındayken bile gözleri hep bizim üzerimizdeydi, bizi hiç yalnız bırakmamıştı.

Artık birbirimizden ayrı kalmamamız gerekiyordu.

Araba tek katlı bir villanın önünde durdu. Geniş bir eve benziyordu, geniş bir bahçesi vardı. Haruto arabayı park ettikten sonra arabadan indim. Siyahla kaplanmış eve doğru yürürken Seongi çoktan bahçeye girmiş, evin kapısına dayanmıştı. Onun yanına vardığımızda zile bastı.

Kalbim, heyecan ve gerginliğin etkisiyle hızlıca çarpıyordu. Nefeslerim sıklaşmıştı ve ne yapacağımı düşünmekten başım ağrımıştı. Ona sarılmalı mıydım? Onu tanıyacak mıydım? Ağlayacak mıydım?

Hiçbir şey bilmiyordum. Tek bildiğim şey, çok heyecanlı ve gergin olduğumdu.

Duygularım karmakarışıktı.

Kapı tahminimce onun adamlarından birisi tarafından açıldı. İçeri girerken o, bizden önce davranıp önümüzdeki koridorun sonuna doğru ilerledi. Peşinden yürürken etrafı inceledim. Koridor, birçok odaya açılıyordu. Sağımda ve solumda kapılar vardı. Mutfağı, salonu ve bir yatak odasını görmüştüm. Uzun koridorun sonunda ise siyah boyalı bir kapı vardı.

O kapının önünde durduğumuzda derin bir nefes almaya çalıştım. İçerideydi. Yıllardır haberim olmayan kişi içerideydi ve benim ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Sadece bıraktım. Kapı açıldı ve ben, tüm düşüncelerimi bir kenara bırakıp içeriye adımladım.

Onu hatırladım.

Küçükken odama gelip bana sarıldığını ve o bibloyu verdiğini hatırlıyordum fakat yüzü aklımda değildi, kim olduğu aklımda değildi. Şimdi her şey belirginleşmişti. Tüm görüntüler kafama net bir şekilde oturmuştu.

Ona benziyordum.

Anneme ne kadar benziyorsam ona da en az o kadar çok benziyordum. Siyah saçları vardı ki artan beyazlarını örtmek için tel tel griye boyatmıştı saçlarını. Beyaz bir teni, iri bir bedeni vardı. Üstündeki siyah tişört bedenine tam oturuyordu. Yıllarının perişanlığı bedenine yansımamıştı.

Kendimi onun kollarında bulmam pek şaşırtıcı olmadı ama yıkıcı oldu. Kollarını öyle sıkı sardı ki bedenime, tüm özlemini ve sevgisini iliklerime kadar hissettim. Öyle çok hissettim ki kendimi ağlarken buldum. Gözlerimden akan yaşlar omzuna düşerken, elleri saçlarımı okşuyordu sertçe. Kokumu içine çeke çeke o da ağlıyordu benimle.

"Özür dilerim." Diye mırıldandı. Sesi kalındı, içim ürperdi, "benden ayrı kalmak zorunda kaldığın için çok özür dilerim. Bana ne kadar kızsan haklısın."

Ondan ayrıldım zar zor. İçimden hiç ayrılmak gelmedi. Daha düne kadar kızıyordum ona, nasıl olmuştu da şimdi bir sarılmayı sonlandırmak zor gelmişti? İnsanın güvendiği bir babasının olması böyle bir his miydi?

"Sana kızgın değilim." Dedim hâlâ özlemle bakan gözlerine bakarken, "sana kızgın olamam, biz bunu hak etmedik. Senin hiçbir suçunun olmadığının farkındayım."

Bir kez daha sarıldım ona. Yanağımı omzuna yasladığımda sırtımı okşadı şevkatle.

Ben bu sevgiye çok muhtaçtım. Yıllardır yara izleriyle dolmuş sırtımın baba şevkatiyle okşanmasına çok muhtaçtım. Buna karşı aciz gibi hissediyordum fakat bu duygunun paha biçilemez tarafı, her şeyi unutmama sebep oluyordu.

Bebek Jeongguk'un hayallerini geri plana atmamam gerekiyordu. O belki gerçek babasına baba diyememişti bile, hayatını zehir eden adama baba demek zorunda kalmıştı. Şimdi nasıl olur da onu önemsemeyip bu adama sırtımı dönebilirdim? Yıllardır benim için yaşayan, beni unutmayan babama nasıl sırtımı dönecektim ki?"

"Seni seviyorum." Dedim ondan ayrılırken. Gülümseyerek yanaklarımı sildi.

Bu kadar hızlı alışacağımı düşünmemiştim. Bu normal miydi? Ona karşı hiçbir mesafe hissetmemem ne kadar normaldi?

"Tamam, daha fazla oyalanmayalım."

Kısa bir öksürükle uzun masaya ilerlerken babamın-bu hitabı kullanmak ne kadar zor olsa da-arkamdan güldüğünü gördüm. Ağlaması durmuştu, benim de. Yeterince duygusallaşmıştık ve kendimizi toparlamamız için zamana ihtiyacımız vardı. Ama şu an o zaman yoktu.

"Herhangi bir planınız var mı?"

Babam hemen çaprazıma, Agust D yanıma ve Esitor karşıma oturduğunda konuya direkt giriş yaptım çünkü daha fazla zaman kaybetmek istemiyordum.

"İstediğin şey ne?" Diye sordu babam. Bakışlarımı ondan kaçırdım birkaç saniyeliğine. Daha sonra utancımı bir kenara atmak için gözlerine geri odaklandım.

"Kwang'ı elimde istiyorum. Bir hafta veya bir ay sonra falan değil, V uyanmadan onun elimde olması gerekiyor."

V'nin uyanacağını biliyordum. İçten içe bunu biliyordum ve buna göre hareket ediyordum. O ölmüş gibi davranmayı bırakmam gerektiğini bugün doktorla yaptığımız kısa konuşmada fark etmiştim.

"Onu eline geçirince ne yapmayı planlıyorsun?" Diye sordu Esitor.

"Bana yaşattığı her şeyi teker teker yaşatacağım ona."

Bunda kararlıydım. O bana yıllarca nasıl acımadıysa, ben de ona hiç acımayacaktım. İçimde ona karşı olan tek bir vicdan damlası bile yoktu. Bana döktürdüğü gözyaşlarımda boğulacak, kesik nefeslerimin verdiği mahvolmuşluğu tadacak, incinmiş kollarımın acısıyla attığım çığlıklardan kulaklarını kapatacak, bedenimden akıttığı kanların intikamını kendi bedeninden verecekti. Çok acı çekecekti. Öyle çok acı çekecekti ki bir önce ölmeyi dileyecekti.

Tanrı belki ona yardım ederdi çünkü onu seviyordu.

"Sonra da öldüreceksin." Dedi babam, kafamla onayladım.

"Onu sana bırakmamı istiyorsun benden." Dediğinde yine onu onayladım. İkimizin de ondan almamız gereken bir intikam vardı.

Babam, beni ondan ayırışının intikamını almak istiyordu; ben ise sevgilimin intikamını ve hayatımı zehir edişinin intikamını almak istiyordum.

"Benim hayatımı mahvettiği yetmiyormuş gibi bir de bana hayatı veren adamı benden aldı, onun ölümü benim elimden olmalı."

Kaşlarını kaldırdı sorgularcasına.

"V'yi bu kadar çok mu seviyorsun?"

Sorgulamasına kızdım. Onu bu kadar sevmeseydim, kendi hayatımı tehlikeye atmayı göze alır mıydım? Onun için elim kana bulanır mıydı onu sevmeseydim?

"Fark ettiysen birbirimiz için canımızı veriyoruz, baba."

Kafasını salladı, haklısın dercesine. Ona ilk baba deyişim olduğu için biraz duraksasa da, şu an duygusallaşma istemediğim için tepki göstermedi.

"Bu yüzden bana iki can borçlu ve ben bu borçları ondan söke söke almadığım sürece rahat bir nefes alamayacağım."

"O zaman çok beklemenin bir anlamı yok. Şu anki konumu ve önümüzdeki günlerde gideceği yerler elimde. Adamları bitmiş durumda. Yanında üç beş kişi kaldı. Saklanmıyor bile, şu an senin onunla uğraşmayacağını düşünüyor sanırım. Ve en önemlisi," derin bir nefes aldı, "yeraltının ünlü oyuncularıyla ortaklık kurmak için görüşmeler yapmayı planlıyor. Adamlarını güçlendirmek istiyor. Bu yüzden zamanının çoğunu yeraltında geçirecek."

"Sen tüm bunları nereden biliyorsun?" Diye sorduğumda güldü.

"Uzun zamandır yanında olan bir köstebek var, benim adamım. Hapisten çıktığımdan beri onunla çalışıyor."

Duyduğum şeylerle kaşlarım çatılırken o kişinin kim olduğunu sorguladım kendi kafamda. Babam hapisten çıktıktan sonra Kwang'ın yanında çalışmaya başladıysa, bu kişiyi tanımama olasılığım çok yüksekti çünkü babamın hapisten çıkmasıyla ben V'nin yanında yaşamaya başlamıştım.

"Hur Hyunjun, çok yakından tanıdığın bir isim değil mi?"

"Nasıl yani?"

Hyunjun, bize ihanet eden kişiydi; nasıl bir köstebek olabilirdi ki?

"O bize ihanet etti."

Kafasını iki yana salladı.

"Size Hyunjun ihanet etmedi, size kimse ihanet etmedi Jeongguk. Kwang senin V'nin yanında olduğunu kendisi öğrendi. Sorguladı, denetledi ve farkına vardı. Maalesef ki zeki bir adam, ama nereye kadar? Artık o zekiliğini kullanamaz."

"Hyunjun neden bizim yanımızdaydı o zaman?"

Kafam tam anlamıyla allak bullak olmuştu. Hyunjun'un uzun süre V'nin yanında olduğunu biliyordum. Öyleyse nasıl babam onu tutup Kwang'ın köstebeği yapmıştı?

"Ben hapisten çıktıktan yaklaşık bir hafta sonra V seni yanına aldı. Onun seni yanına almasıyla hem seni, hem de Kwang'ı gözetlemek zorundaydım. Bunun için de en iyi seçenek Hyunjun'du. Sağlam bir geçmişi var, zehir gibi bir çocuk."

Dikkatle dinliyordum. Aklımdaki soruların cevaplarını tek tek almam gerekiyordu.

"Hyunjun sizin yanınızdayken bana seninle ilgili bilgiler getiriyordu. Aynı zamanda Kwang'ın da adamıydı, sözde. Kwang onun başka bir şehirde kendisi için çalıştığını sanıyordu. Bir süreliğine orada kalıp yanına geri döneceğini söylüyordu Hyunjun. Aslında sizin yanınızdaydı ve bana hem sizden, hem de Kwang'dan bilgi getiriyordu."

Hyunjun çok iyi bir oyuncuydu. O kadar iyiydi ki birkaç ayda bize hiçbir şey belli etmemiş, resmen bizimle oynamıştı. Bunu yaparken de bizim korumamız olmaya devam etmiş, birçok işi birden halletmişti.

"Peki neden Kwang'ın yanına gider gitmez Kwang bizi öğrendi? Ve neden Kwang'ın yanına gitti, her şey çok saçma geliyor şu an gözüme."

"Çünkü süresi dolmuştu. Kwang'ın yanında olması gereken tarih gelmişti ve o, olması gerekeni yaptı. Onun yanındayken bana bilgi sızdırmaya devam etti. Hyunjun hiçbir zaman Kwang'ın adamı olmadı, o her zaman benim adamımdı. Onun yanına gider gitmez Kwang'ın senin yerini öğrendiği haberinin sana gelmesinin Hyunjun ile hiçbir alakası yoktu. Hyunjun Kwang'ın yanına gittiğinde Kwang çoktan seni öğrenmişti. Sadece planını o gün için yapmıştı."

Aklıma dolan görüntüler yutkunmama sebep oldu. V kollarımın arasında kan akıtırken ambulansı arayan kişi Hyunjun'du. Büyük ihtimalle yerimizi Jimin'lere ve polise bildiren kişi de oydu.

"Şimdi her şey daha mantıklı geliyor, değil mi?"

Kafamla onayladım. Ağrıyan başımı ovalarken nasıl bir oyunun içinde olduğum bir kez daha şoka uğrattı beni. Her şey çok karmaşıktı.

"V'nin hayatının kurtulmasında onun da payı var. O olmasaydı V çoktan kollarımda ölmüş olacaktı belki de. Ambulansı erkenden o aradı, belkş vurulmasını engelleyemedi ama erkenden müdahale edilmesini sağladı."

"Evet, haberim var. Şu anda Kwang'ın yanında ve bize bilgi sızdırıyor. Önümüzdeki hafta komple yeraltında olmayı planlıyor dediğim gibi."

"Pekala, o zaman yarın biz de yeraltında olacağız. Kwang yarın elime geçecek. Kimin ölü, kimin diri kaldığı umrumda değil. Tüm hazırlıklar bu gece yapılacak ve o elime canlı geçecek."

"Çok erken değil mi?" Diye sordu Esitor.

"Kaybedecek hiçbir şeyimiz kalmadığı için hayır, erken değil."

Benim V'den başka kaybedecek hiçbir şeyim yoktu ve Kwang onu benden almaya çalışmıştı.

Şimdi de ben onun hayatını benden aldığı gibi alacak ve bir nefese muhtaç edecektim bedenini.

•••

Hyunjun hepimizin gözünde bir arkadan bıçaklayandı fakat o kurtarıcımız çıktı.

Kendini çok aksattı, Jeongguk'a aşık oldu ve hem onun, hem de sevgilisi için çabaladı. Onun yerine kendimi koyunca çok kırılmış ve yorgun hissediyorum...

Neyse, onun da güzel bir sonu olacak diyelim ve geçelim.

Okuduğunuz için teşekkürler♡

Continue Reading

You'll Also Like

1M 14.1K 36
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
330K 28.5K 17
Sertçe yutkundum ve kısık çıkan sesimle "Çok acıyor mu?" diye sordum. "Evet ama senin ölmüş olman daha çok acıtıyordu." dedi. Gözlerimin dolmasına en...
114K 5K 23
~Yeşim Deniz ~ Kendisi hayatını yaşıyor sanarken daha gerçek hayattı ile bile tanışmaması gerçeği fakat hayatı olan adam Alaz Karadağ onu 7 yıldır ta...
1M 61K 41
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...