ELIYS (+18)

By nursenturanli

156K 9.3K 4.3K

Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye ne... More

UYUYAN GÜZEL
ÇİLEKLİ PASTA
KABUS
UYANIŞ
ŞİZOFREN
KIZIL VAZO
GİRDAP
KAPI
SİS
SANDIK
EFİRUS
KÜKÜRT
AYNADA Kİ YANSIMA
DERİN KORKU
KAYIP TABLO
BİLİNÇ
HİÇLİK
NEFRETİN İLK TOHUMU
BEDEL
BROŞ
Sızı
KARANLIK YÜZ
İLK ADIM
DÜĞÜN 1.
DÜĞÜN. 2
IZDIRAP
AMADEOS MOZART
1.KISIM SIR SARMALI
2. KISIM BASKI
3.KISIM UÇURUM
ŞAH VE MAT
HASAT VAKTİ
Dönüş 1
Ölüme Çeyrek Kala
Yalanlar Ve Gerçekler
ANAHTAR
Geçmişin Tozları
SON ELIYS
Elyıs Başlangıç
Güç Oyunları
Ayrılık
Savaş
Madalyon
İNANÇ
KADER AĞI
KİM SİN SEN?
Zehirli Elmalar
YILAN OTU
ZEHRİ AŞK
Mecuz
LANET
DÜĞÜN

İlk Ateş

2.4K 139 118
By nursenturanli

"Elıys" adlı küçük kız, artık Kral Alagos'un himayesine girmiş ve onun kontrolü altındaydı. Saraya getirildiği zaman, herkes bu genç kızın aslında kralın kızı olduğunu düşünüyordu. Belki erkek bir veliahtı yoktu, ancak artık bir kızı vardı. Kral, Elıys'tan yine de uzak duruyor ve onu mümkün olduğunca görmemeye çalışıyordu. Çünkü kendisine yabancı olan bağlanma duygusuna kapılmıştı.

Küçük Elıys, koca sarayda yine yapayalnızdı. Onunla ilgilenen onlarca hizmetliyi gördükçe, bu yabancı insanların arasında ne yapacağını bilemez halde tüm gün odasına kapanıyordu. En çok da tavşan ve köpeklerini özlüyordu. Eforina, bu küçük kızdan hiç ama hiç hoşlanmamıştı. Ama yine de sessiz kalmalıydı, sonuçta o artık Kral Alagos'un kızıydı. Kim ona dokunmaya cürret edebilirdi ki?

Alagos, bu küçük kıza bağlanmak istemiyordu. Bu sebepten onun yanına hiç uğramıyor ve onu görmüyordu. Bazen onun hakkında aldığı birkaç bilginin dışında Elıys ile bir irtibatı yoktu. Küçük Elıys artık bir prensesdi ve herkes onunla yakından ilgileniyordu. O henüz bunları kavrayabilecek yaşta olmadığından, eski bakıcıları her ne kadar zalim olsalar da, Elıys onları ailesi biliyordu. Bu sebepten küçücük dünyasında yapayalnız kalmıştı. Tek tanıdığı kişi olan kocaman adam da artık yoktu.

Bir gece şiddetli bir yağmur yağmaktaydı ve şimşekler geceyi gündüz edecek kadar çok çakıyordu. Minik Elıys, koca yatakta titreyerek yorganı başına çekmiş, ağlıyordu. Derken insanın bedenini yerinden zıplatan bir şimşek daha çaktı. Minik Elıys panik içinde yataktan hızla fırlayarak çıplak ayaklarıyla taş zeminde koşmaya başladı.

Sarayın mesafesi, onun küçük adımları için çok uzundu. Büyük salona doğru hızla ilerledi. O sırada Kral Alagos tahtında oturmuş, huzuruna çıkan başka krallıkların yöneticileriyle konuşuyordu. Elıys henüz çok küçüktü ve bürokrasinin ne olduğunu kavrayamazdı. Kimse ne olduğunu anlayamadan doğruca yüce kralın tahtına doğru koştu ve minik bacağını yükselterek Alagos'un koca dizinin üstünden çıkarak kucağına oturdu. Salonda büyük bir sessizlik oluştu. Kral fazlasıyla şaşkındı ve salonda bulunan herkesten utanmıştı. Elıys ise yavru bir kedi gibi başını kralın göğsüne dayayarak kendini gizlemeye çalışıyordu. Kral şaşkınlığından kurtulunca gür sesiyle bağırmaya başladı. Kollarını dahi kıpırdatmadan:

"Hemen alın şu çocuğu!" diye emretti.

Hizmetkarları telaşla koşup Elıys'ı kralın kucağından almaya çalışsalar da minik Elıys parmaklarını kralın göğsünden koparmıyordu. Korkuyordu ve burada ona tanıdık tek kişi kraldı. Ünvan, o yaştaki bir çocuk için fazlasıyla anlamsızdı. Ve zorla onu alıp geri götürdüler. Kral, sarsılan imajını yeniden toparlayarak daha sert bir tavır takındı ve konuşmasına devam etti.
O gece Elıys nefessiz kalana dek avazı çıktığı kadar bağırdı. Belkide çocuksu isyanıydı bu haykırış, ağlamıyor, sadece çığlık atıyordu. Saatlerce sürdü bu durum ve hizmetçilerden biri kralın yanına giderek prensesin hiç susmadığını hasta olabileceğini haber verdi. Kral yine umursamadı ve hizmetkarı azarlayarak geri gönderdi. Yine de içinde bir huzursuzluk vardı. Lanet ederek odasından çıktı ve Elıys'ın bulunduğu odanın kapısından dışarıya kadar yankılanan çığlıkları duydu. İçeri girdiği an Elıys neredeyse morarmış ve bağırmaktan sesi kalınlaşmıştı. İri cüssesiyle kıza yaklaştı ve ters ters ona baktı. Kız aklını kaçırmışcasına bağırıyordu.

Derken kral eğildi ve ona bakmaya devam etti. Elıys aniden susup Alagos'un boynuna sımsıkı sarıldı. Bağırmaktan hırıltıyan sesi hıçkırık misali boğazını düğümlüyordu. Alagos ise kız sanki vebalıymış gibi ondan uzak duruyor, dokunmak istemiyordu. Etrafındaki insanlardan çekindiğinden bunu gizlemek için çaba gösteriyordu. Alagos'un bir çocuğa merhamet göstermesi onun için utançtı. Dudaklarını sıkarak kızı kucağına aldı ve odasına götürdü. Kız odaya girer girmez koca yatağa zıplayıp uykuya daldı. Alagos hayretle onu izliyordu. Minik kız, kralın koca yatağında kaybolmuştu adeta.

Kral ateşin karşısında oturduğu büyük koltuğundan saatlerce onu izledi. Ve o geceden sonraki her gece, minik Elıys Alagos'un odasında ve yatağında uyudu. Çünkü kendisini sadece orada güvende hissediyor, kralın ona verdiği güvenle huzur içinde uyuyabiliyordu. Bazen Alagos yatağın ucuna uzanıp kızın uyanmaması için iki elini karnının üstüne bırakarak kıpırdamadan ve hatta nefes alışlarını dahi kontrol ederek uyumaya çalışıyordu. Elıys'a gösterdiği itina ve hassasiyeti, daha önce hiçbir insana göstermemiş ve kendindeki bu değişikliğe anlam veremiyordu. Sevginin anlamını bilmeyen bir adam için bunlar farklı duygulardı ve bu onu ürkütüyordu.

Geçen zaman içinde Elıys'a olan bağlılığı hızla büyümeye başladı. İlk defa hayatında birini sevmeye başlamıştı. Ve bu sevgi, Alagos'un kalbinde çığ gibi büyüyordu. Bu küçük kızda anlamlandıramadığı garip bir şey vardı ve o buna karşı koyamıyordu. Zaman ilerledikçe Elıys, kralın tüm kalbini esir almış ve en büyük zaafı haline gelmişti. Her anını onunla geçiriyor ve bundan aldığı büyük keyfi hiçbir şeyde bulamıyordu.

Elıys ise büyüyor ve karakteri hızla değişiyordu. Tüm hizmetliler etrafında dönerken, ona küçük bir kızın oynayacağı türden hediyeler alınıyordu. Ama bunlar Elıys'ın hiç dikkatini çekmeyerek, sürekli olarak askerlerin eğitim alanına gidiyordu. Saatlerce orada oturup, onların her hareketini dikkatle izliyordu. Eline aldığı tahta bir sopayla, tıpkı onların yaptığı şeyleri yapmaya çalışıyordu.

Küçük Elıys'ın yaşına göre çok üstün bir zekaya sahip olması, Alagos'un dikkatini çekmişti. Dünyanın her yerinden iyi eğitmenler getirip, onunla ilgilenmelerini istemişti.

Elıys'ın en belirgin özelliği ise insan biyolojisini anlayabilmesiydi. Onları çok iyi gözlemleyebilir ve etkisi altına alabilirdi. Üstelik insan anatomisini de çok iyi biliyordu. Bunu nasıl yaptığına dair insanlar anlam veremiyordu. Bazen gözlerini yumup küçük parmaklarını Alagos'un yüzünde gezindiriyor ve sanki onun iç dünyasına nüfuz ediyormuş gibi hissediyordu. Alagos, bu küçük kızın sıradan bir çocuk olmadığını artık anlamıştı. Ama yine de onun eğitim yerine gitmesini istemiyordu.

Elıys bütün gün odasında savaş figürleri ile dans ediyordu. Bu onu mutlu eden tek şeydi ve aldığı keyfi, heyecanı ilikerine kadar hissediyordu. Aldığı her yaş ile gülümsemesi yavaş yavaş kayboluyor, yüzüne garip, sert bir ifade oturuyordu. O, şen ve tatlı kahkahalarını çoktan geride bırakmış, onun yerini hırs ve öfke almıştı. Duygudan uzak gaddar bir görünüme sahip olmuştu. O yaşta dahi sözünü herkese rahatlıkla kabul ettirebiliyordu. Enteresan olan ise, gitgide Alagos'a benzemeye başlamasıydı.

Kral Alagos'un tatsız hayatı, bir anda Elıys ile anlam kazanarak kendi içinde mutlu biri haline gelmişti. Bir an olsun onu yanından ayırmıyor, her an onu koruyup kolluyordu, çünkü Eforina'nın, Elıys'a iyi hisler beslemediğinden emindi. Eforina ve Elıys'dan büyük olan yiğenleri bu kızdan hiç hoşlanmıyor sürekli diş biliyordular. Eforina sarayda sözü geçen ikinci kişiydi. Bunu çok iyi kullanıyor herkese kan kusturuyordu. İçinden sürekli olarak Elıys'ı yok edeceğine dair kendine sözler veriyordu. O Bir imparator kızıydı ve babası onun için dünyaları yakabilirdi. Eforina bunun bilincinde olduğundan şımarıklığının ve ihtirasının sonu yoktu. Sadece sinsi bir düşmandı ve zamanının geleceği günü bekliyordu...

Alagos ise gittiği her yere Elıys'ı da yanında götürüyordu. Bildiği, gördüğü her şeyi Elıys'a anlatıyordu. Saatlerce onunla sohbet ederken Elıys'ın yüzündeki heyecandan büyük keyif alıyordu. Elıys ise sürekli merak içindeydi. Bir çocuğun sormayacağı türden sorular soruyor, en mantıklı cevapları babasından istiyordu. Güç ve iktidar adına her şeyi bilmek istiyordu. Alagos bu kızı gerçekten çok sevmiş, onun için dünyayı dahi karşısına alabilecek bir sevgiyle bağlanmıştı. Elbette bu sevgi karşılıklıydı. Elıys, babası sandığı bu adama delice bağlıydı ve ona olan sevgisi sonsuzdu.

Yıllar geçti ve Elıys on üç yaşına bastığında bir mucize gerçekleşti. Eforina gerçekten hamile kalmıştı. Bu durum herkesi şaşırtmış, kral ise bu mucizenin tanrıların lütfu olduğunu düşünmüştü. Aylar geçmiş ve Eforina'nın karnı büyümüştü. Eforina çok mutluydu, çünkü bu şekilde Elıys'ı ikinci plana atacak ve gelen oğul ile tek iktidar olabilecekti.

Doğum sancıları başlamış, tüm şifacılar heyecan içinde gelecek varis için çabalıyordu. Alagos odasında bir aşağı bir yukarı dolaşırken gelecek olan müjdeli haberi bekliyordu. Biraz sonra kapısı çaldı ve bir şifacı içeri girerek yere eğildi. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı.

Kral heyecanla sordu:

"Erkek mi?"

Şifacı sessizce:

"Evet, efendim."

Alagos başını kaldırdı ve sevinçle söyledi:

"Tanrılar adına, adaklarım sizler için sonunda!"

Ancak şifacının yüzündeki garip huzursuzluk, kralın dikkatini çekti.

"Ne var? Sorun ne?"

Şifacı korku ve utanç içinde kıpırdamadan durmuş, söylemek istediği şeyi nasıl anlatacağını düşünüyordu.

"Efendim, evet bir oğul ama Tanrılar size yarım bir oğul verdi."

Kral, ne demek istediğini anlayamadı ve öfkeyle sordu:

"Sen ne söylüyorsun!"

Şifacı üzüntü içinde:

"Efendim, varisinizin ayakları bir solucan kadar zayıf ve güçsüz."

Kralın gözleri kocaman olmuştu. Hırsla odasından çıkarak seri adımlarla Eforina'nın odasına doğru yürüdü. İçeri girdiği sırada Eforina yatağında bitkin halde ağlıyordu. Kral, derhal bebeğe doğru yaklaştı ve ona dikkatle baktı. Ardından eliyle bebeğin ayaklarını kaldırıp bıraktığında cansız bacaklarını farketti. Bu manzara karşısında kendisini aşağılık ve aciz biri görmüş, bunun nedeni olarak da Eforina'yı suçlu buluyordu.

Deliye dönmüş bir halde Eforina'ya:

"Seni lanet olası kadın! Beni utanç içinde bıraktın! Tanrıların laneti üstüne olsun! Yarım bir oğul ha! Yapabildiğin bu kadar mıydı? Bir daha yüzünü görmek istemiyorum!"

Evet, kral bu durumu bir aşağılanma olarak görmüştü. Eforina da aynı utanç duygusuyla doluydu. Çünkü hasta bir çocuk, tanrıların bir laneti olarak kabul ediliyordu. Küçük düşürmek için verilen bir tür "hediye"ydi artık. Kral, bu durumu içten içe kınayarak ne yapacağını bilemez halde sağa sola koşturup, hiddetle bağırıyordu.

Aynı gece, Eforina bebeğini bir kez olsun kucağına dahi almadı. Çünkü bu lanetin bir parçası olmak istemiyordu. Çocuğun yanından alınmasını istedi ve onun yüzünü dahi görmek istemediğini avaz avaz bağırarak belirtti. Kral, o günden sonra günlerce odasından çıkmadı. Sarayı kara bir bulut sarmış, tüm saray yas içindeydi. Tanrılar kızgındı; neden yarım bir çocuk gönderdiler diye düşünülüyordu.

Kral, derin bir keder içinde, ne yapacağını bilemez bir halde sürekli derin düşüncelere dalmıştı. Gecenin bir yarısı aniden odasından fırlayarak, bebeğin bulunduğu odaya gitti. Bebeğe yaklaştı ve elinde duran hançeri kaldırdı. Alagos, kararlı bir şekilde bu laneti sona erdirmeye karar vermişti. Onun için sadece utanç kaynağı olan bu musibetli bebek ölmeliydi. Bu kararlılıkla hızla odasından fırlayarak, bebeğin bulunduğu odaya girdi. Çocuğa yaklaştı, nefret dolu bakışlarla biraz izledi. Minik bebek öyle masumdu ki, ona yüklenen tüm kötü vasıflardan habersiz tıpkı bir melek gibi uyuyordu.

Kral belinde duran hançeri çıkardı ve yukarı kaldırdı. Tam ölümcül darbesini indirecekken Elıys'ın sesini duydu.

"Yapma!"

Başını kaldırıp sese doğru baktığında Elıys duvara yaslanmış ve ellerini birbirine bağlamış halde onu izliyordu. Tekrardan yineleyerek:

"Sakın yapma"

Kral, Elıys'ın yüzüne dahi bakmadan dikkatle bebeğe bakıyordu. Ve bağırarak:

"Sen bu işe karışma! Bu çocuk bizlere felaket ve ölüm getirecek. Tanrılar bizi lanetledi! Bu ne demek biliyor musun? Artık bize en ufak bir merhamet gösterilmeyecek! "

Elıys içinde bulunduğu karanlıktan çıkarak hiddetle:

"Yeter! Tanrıların canı cehenneme! Tanrıların merhameti buysa canları cehenneme"

Alagos şaşkınlıkla ona baktı.
İlk defa birinin tanrılara hakaret ettiğini duymuştu.

"Elıys! sakın bunu söyleme! Duydun mu beni!? Sakın sakın Tanrılar için kötü konuşma! Onlar bize herşeyi bahşederler ama karşılığında saygı beklerler"

"O halde sende o bebeğe dokunma! O küçük bir varlık. Onu nasıl öldürebilirsin? Ben onunla ilgilenirim"

Kral duymuyor, sadece nefret kusuyordu.

"Bu çocuk bir musibet!"

"Hayır, o bir bebek ve de senin oğlun!"

"Oğlum mu? Ömür boyu yerlerde sürenecek ve itibarımı ayaklar altına alarak insanları bana güldürecek bir oğul! "

"Yapma Alagos! Sakın yapma! Ben onunla ilgilenirim ve hatta ayakları olurum. Ben yaşadığım sürece kimse onunla alay edemez. Onu öldürme"

Alagos bunu yapmayı göze alamadı. Sonuçta yarım da olsa kendisinin bir parçasıydı. Elindeki hançeri öfkeyle yere fırlatarak odadan çıktı. Elıys adım adım yaklaştı minik bebeğe. Bir süre taş gibi izledi ve ona dokunarak fısıldadı.

"Senin adın, Ediyorin ve sen benim kardeşimsin. Asla korkmana gerek yok. Ben hep yanında olacağım. Sana söz veriyorum"

O geceden sonra ne Kral Alagos, ne de Eforina oğullarının yüzünü dahi görmek istemediler...
Elıys ise kardeşiyle yakından ilgileniyor onu sürekli ziyaret ediyordu. Bazı zamanlar o ağlarken ona garip bir şarkı mırıldanıyordu. Bu şarkıyı nereden bildiğini hiç anımsamıyordu ama bir şekilde biliyordu...

Oysa ki annesi Afdina, Elıys'a hamileyken küçük kızına hep bu şarkıyı söylüyordu. Elbette Elıys'ın bunu bilmesi imkansızdı. Ön üç yaşında olmasına nazaran çok duyarlı ve dikkatli biriydi. Hafızası henüz anne karnındayken kaydetmeye başlamıştı bazı şeyleri...

Aradan geçen zaman ile Elıys bir çok yeni şeylere İlk kez tanık oluyordu. Bunlardan biride dört gözle beklenen krallık turnuvalarıydı. Tüm krallıkların en iyi savaşcılarını dövüştürdüğü kanlı ve ölümlü bir yarıştı bu. Ama her zaman şampiyon olan Peluni ülkesinin gaddar savaşçısı olan Dev Yusefi idi.

İki metre boyunda ve bir ayının iriliğine sahip Yusefi, kralların masasında oturmaya hak kazanmış emsalsiz bir savaşçıydı. Ama yine de bu onun bir canavar olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Kimse ona karşı üstünlük sağlayamıyor ve sonu mutlaka ölüm oluyordu. Alagos, Yusefi'den dolayı pek ümitli olmasada kendi savaşçısı olan Ribitani'yi Dev Yusefe karşı rakip seçmişti. Ribitani herkes tarafından sevilen, sayılan biriydi. Üstelik çok iyi bir savaş tekniğine sahipti. Bu konuda fazlasıyla donanımlıydı.

Büyük kırsal bir alanda yapılacak müsabakalar için her yerden binlerce insan katılmıştı. Tüm krallıklar kendi savaşçılarıyla orada hazır bulunuyordu. İnsanlar Dev Yusef'i görmek için dünyanın her yerinden turnavayı izlemek adına buraya akın etmiştiler. Alagos, Elıys'ın bundan keyif alacağını düşünerek turnuvayı izlemesi için onu da yanında götürmüştü.
Elıyıs yarışların yapılacağı alana geldiğinde şaşkınlıkla etrafı izliyor ve burasını fazlasıyla sevmişti. Büyük bir keyifle hazırlık yapan dünyaca ünlü savaşçıları izliyor ve gözlemliyordu.

Müzik:Sapartacus

Nihayet müsabakalar başlamıştı. Ortalık birbirinden iri ve usta savaşçılarla dolup taşmıştı. İlk yarış iki vahşi savaşçı arasındaydı. Bir saate yakın süren amansızca dövüşün ardından yorulmuş ve tükenmiştiler. Rakiplerden biri daha fazla dayanamayarak yere düştüğü an, diğeri rakibi elinde bulunan büyük topuzu var gücüyle sallayarak yerde yatan adamın suratına indirdi. Başını paramparça yapmış ve zafer nidalarıyla bağırmaya başlamıştı. Elıys oturduğu yerden dikkatle yerde kafası parçalanmış adama baktı. Kendinden öyle geçmiştiki Alagos'un dikkatini çekmişti bu durum. Elıys'ın yüzündeki keyifli ifade onu şaşırtmıştı. Onu buraya getirmeyi düşündüğünde, buradaki vahşetin küçük bir kız çocuğu üstünde kötü etki bırakacağı endişesinin yerini şaşkınlık almıştı.

Elıys büyük bir zevk ile gözünü dahi kırpmadan bu korkunç vahşeti izliyordu. Dev Yusefi her rakibini feci şekilde öldürüyor ardından alanda turlayarak gövde gösterisi yapıyordu. Yusefi vahşi, yırtıcı bir hayvandan farksızdı. Altı gün boyunca devam eden müsabakanın ardından geriye sadece iki savaşçı kalmıştı. Bunlardan biri elbette Yusefi diğeri ise Alagos'un savaşçısı olan Ribitani idi.

İkisi karşıkarşıya gelmiş heyecan en zirveye ulaşmıştı. Ribitani kendine güveniyordu çünkü aldığı eğitim Yusefi'ye göre çok farklıydı. Ama cüsse olarak Yusefi'den fazlasıyla kısaydı. Ribitani elinde kılıcıyla meydana çıkarken Yusefi bir balta ve üç başlı bir bıçakla çıkmıştı. Ribitani ağır adımlarla Yusefi'nin etrafında turlamaya başladı. Yusefi ise hiç kıpırdamıyor alay edercesine rakibini süzüp psikolojik olarak onu yıpratmaya çalışıyordu. Ribitani ilk hamleyi başlatmış fakat Yusefi gardını alarak onu bertaraf etmişti. Ribitani onurlu bir savaşçıydı ve adil bir dövüş sergilerken Yusefi'nin bu pekde umurunda değildi. Ve kıyasıya bir dövüş başlamıştı ikisi arasında. Yusefi cüssesinin avantajını çok akıllıca kullanırken Ribitani seri reflekslerini kullanıyordu. Yusefi rakibini önce iyice gözlemledi ve zayıf noktasını bularak ilk yarasını açtı. Ribitani sendeleyerek yere düşerken Yusefi gülerek elini kaşına götürüp kaldırdı.

Ribitani hızla yerinden kalkarak Yusefi ye doğru yönelmişti ki Yusefi üç başlı hançeri Ribitani'nin karın boşluğuna sapladı. O an binlerce insan bir ağızdan bağırıyordu. Alagos savaşçısı nın öleceğini biliyordu. Hiç kimse Dev Yusefi'n karşısında değil kazanmak, vücudunda bir sıyrık bile atamamıştır. Ribitani kan kaybetmeye başlamış ayakta zorla tutunmaya çalışırken Yusefi gülerek yaklaşıp baltasını kaldırdı ve Ribitani'nin kolunu kesti. Ribitani çektiği acıya karşın, onurlu duruşunu bozmayıp iki dizinin üstüne çöktü.

O iyi ve ahlaklı bir savaşçıydı ama Yusefi onu onursuzca öldürmek istiyordu. Tekrardan baltasını kaldırdığı an halk hep bir ağızdan:

"Öldürme!" Diye bağırışmaya başladılar. Ribitani'yi herkes severdi ve onun ölmesini istemiyordular. Yusefi halkın nefretini kazanmak istemiyordu, bu sebepten baltasını yere bırakmıştı ki
Elıys ayağı kalkarak yüksek sesle:

"Öldür onu!"

Kral başını hızla ve hayretle Elıys'a çevirdi. Elıys hissiz bir halde Yusefi'ye bakıyordu.
Alagos Elıys'a seslendi:

"Ribitani iyi bir adam, neden ölmesini istiyorsun!?"

Elıys ateş gibi bakışlarıyla:

"Çünkü kaybetti!"

"Kaybetmesi ölmesini gerektirmiyor. İnsanlar kaybedebilir, bunun için ölmeleri gerekmez!"

Elıys krala baktı bir süre ve ardından:

"Öyle mi? Peki siz neden Ediyorin'i öldürmek istediniz!? O da sizin için kaybetmiş bir bebek değil miydi?"

Kral o an söyleyecek tek kelime bulamamış, sadece bakmakla yetinmişti. Elıys tekrardan Yusef'e dönerek:

" Öldür onu!"

Kral Alagos bir süre düşündü ve Elıys'ın isteğini yerine getirmesi için Yusefi'ye öldürmesi için emir verdi. Sonuçta Elıys bir prensesdi ve onun itibarını korumalıydı. Bu durum Yusefi'yi çok mutlu etmişti ve zevkle baltasını yeniden eline aldı.
Ribitani'nin asıl acısı onurunu kaybetmiş olmasıydı. Başını yukarıya doğru uzatıp Dev Yusefi'ye baktı:

"Öldür beni!"

Dev Yusefi gülmeye başladı. Tekrardan elini kaşına götürüp oynadı, ardından üç başlı bıçağı kaldırıp tam Ribitani'nin ensesine sapladı. Onurlu savaşçı, olduğu yere yan düşerek son nefesini verdi. İnsanlar çılgınlar gibi bağırıyordu çünkü Ribitani için üzgündüler. Kral gizlemeye çalışsada o da en az onlar kadar üzgündü. Elıys'ın yüzündeki mutluluk ifadesi onu korkutmuştu, çünkü şeytani gülüşünü görmüştü. Yusefi yenilmez olduğunu birkez daha ispatlamış olmanın gururuyla, rakibinin cesedinin etrafından turlayıp durdu. Gür ve kalın sesiyle bağırıp duruyordu.

Yine kazanmış ve yarışı bitirmişti. Meydanda gövde gösterisi yaparak elindeki baltayı sallayıp duruyordu. Elıys yerde yatan Ribitani'ye ardından bakışlarını dev Yusefi'ye çevirdi.
Ağırca yerinden kalkarak meydana doğru yürüdü yürüdü ve boynunu sonuna kadar kaldırıp bu iri adama baktı. Yusefi dizinin birini kırıp önünde diz çökerek:

"Umarım beğenmişsinizdir prensesim"

Elıys gülümseyerek Yusefi'ye baktı ve dudaklarını Yusefi'nin kulağına dayayarak fısıldamaya başladı.

"Bir sonraki yarışda, rakibin ben olacağım ve o gün seni öldüreceğim"

Yusefi boynunu yerden kaldırıp bu küçük kıza baktı ve alaycı bakışlarıyla gülümsedi.

"O günü iple çekeceğim prensesim"

Elıys tekrardan şeytani bir gülüş sergileyerek parmağını Yusefin kaşına doğru götürüp okşadı ve ardından arkasını dönerek babası Alagos'un yanına oturdu...
Yusefi bu küçük kızı pek dikkate almasada içini garip bir korku almıştı. Ona dokunuşu Yusefi'yi ürpertmişti.
Dizlerinin üstünden kalkarak Kral Alagos'un yanında oturan küçük kıza baktı. Kız başını yere eğmiş gözbebeklerini Yusefi'ye dikmişti. Alagos kızına baktı.

"Nasıl buldun Elıys, beğendin mi?"

Elıys gevşeyen dudaklarıyla:

"Hiç bu kadar iyi olacağını düşünmemiştim"

O gün Elıys kanın kokusunu almış ve dayanılmaz bir haz duymuştu bundan. Artık emin olduğu bir şeyi keşfetmişti o da yerinin savaş meydanları olduğuydu. Kan, savaş, zafer ve ölüm onun ruhunda bu vardı...

Alagos ile saraya geri dönmüştüler. Dönmesine dönmüştüler ama Elıys yanında bir şey getirmişti. Gelecekte oluşacağı kişinin kimliğini. O günden sonra Elıys sürekli kendine has savaş figürleri ile çalışıyordu. Yeteneğinin farkındaydı ve çok asiydi. Bir eksiği vardı o da iyi bir ata sahip olmak. Etrafa bakındı ve tüm atları bir bir süzdü. Ardından koşup babası Alagos'un yanına giderek önünde diz çöktü. Alagos oturduğu tahtından kızına baktı sevgi dolu gözlerle ve yine de sert çizgisini bozmadan:

"Evet Elıys, isteğin nedir?"

Elıys çöktüğü yerden başını kaldırdı.

"Bir at istiyorum! "

Alagos yanında saygıyla dikilen onlarca kişiye bakarak kahkaha atmaya başladı.

"Duydunuz mu!? Kızım benden bir at istiyor! Elıys, Krallığımızda at'dan çok ne var. Hepsi senin, istediğini al! Git ve seç!"

Elıys başını yerden kaldırmadan:

"Hayır kralım, istediğim at onlar değil! Ben dünyanın en iyi atına sahip olmak istiyorum!"

Kral gülerken bir anda ciddileşerek yanında duran General Eboyana'ya baktı.

"Duydun mu? Eboyana, Prenses Elıys dünyanın en iyi Atını istiyor!"

Eboyana başını ağırca eğdi. Kral yeniden Eboyana'ya bakarak:

"Topla en iyi savaşçılarını, prensesin istediği atı almak için akşam ölüm vadisine gidiyoruz!"

Eboyana şaşkın bir halde ilkilerek:

"Ama efendim, biliyorsunuz"

Eboyana henüz cümlesini bitirmemiştiki kral Elıys'a bakarak:

"Mazeret yok! Kızım en iyisine layık"

Eboyana çaresiz itaat etmek zorundaydı.

"Kralımızın isteği emirdir!"

Salonda bulunan herkes kendi arasında fiskoşlaşıyor ve krala bakıyordular. Alagos tahtından kalkarak ağır adımlarla yerde diz çökmüş kızının yanına yaklaştı.

"Ayağı kalk Elıys!! Sen Kral Alagos'un kızı ve tüm krallıkların tek prensesin! Bende dahil, hiç kimsenin önünde bir daha diz çökmeyeceksin! Duydun mu!?"

Elıys başını yükselterek ağırca kalktı ve krala baktı.

"Size söz veriyorum efendim! Beni bir daha asla değil siz, hiç kimse diz çökerken göremeyecek!"

Alagos kızın yüzündeki kararlılığı net bir şekilde görmüş ve sert yüzünü yumuşatarak:

"Öyle atlar var. Dünyanın en iyi atları onlar. Seni oraya götüreceğim, şayet şanslı isen, o seni bulacak"

Elıys çok mutlu olmuştu. Mutluluğunu paylaşacak tek kişi vardı oda henüz çok küçük olan hasta kardeşi Ediyorindi. Odasına gitti ve minik bebeği kucağına alarak onu sallamaya başladı.

"Birgün Ediyorin, birgün heryere hükmedeceğim. Tüm topraklarda benim ayak izlerim olacak. İçimde korkunç bir ateş yanıyor ve bu ateş hiç sönmeyecek..."

Gecenin karanlığı çökünce Kral ve vahşi savaşçılardan oluşan bir ordu kapıda beklemekteydi. Elıys dışarı çıktı ve atına bindi. Alagos kızına bakıp:

"Hazır mısın Elıys?"

"Evet"

"Peki, o halde gidelim"

Ormanın içinden ilerlemeye başladılar. Elıys askerlerin huzursuzluğunu farkediyor ama nereye gittikleri hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. İki saatlik yolun sonunda garip puslu bir yere gelmiş ve askerler oklarını kılıçlarını çekmiştiler. Elıys tehlikeli bir yerde olduklarını sezmiş meraklı gözlerle etrafı süzüyordu. Heryer bataklık ve sislerle kaplıydı. Garip uğultular insanın tüylerini ürperten cinsteydi. Kral gayet kararlı ve en ufak bir korku hissi olmadan ağırca ilerliyordu. Elıys'ın tedirginliğini sezerek ona doğru baktı.

"Korkuyor musun Elıys?"

"Hayır korkmuyorum"

Alagos gülümseyerek:

"Ben yaşadığım sürece hiçbir şeyden korkmana gerek yok"

Elıys krala yaklaşarak:

"Nereye gidiyoruz?"

"İstediğini almaya. Dünyanın en iyi atını istedin ve ben seni ona götüreceğim. Şanslıysan istediğini alırsın"

"Neden bu kadar asker ve silah? Ve neden gecenin karanlığı?"

Kral gözlerini Elıys'a diker ve atını durdurur.

"Çünkü istediğin at sıradan bir at değil. Onlar kufara atları, yanı iblislerin atları. Ve onlarıda iblislerin köpekleri korur. Bu atlar çok tehlikeli üstelik vahşidirler. Onları almak çok zordur"

"Peki ama nasıl alacağım?"

"Sen almıyacaksın, o seni alacak"

Elıys şaşkın bir halde:

"Nasıl yani?"

"Bak Elıys, buraya bir çok cesur adam geldi ve hiçbiri sağ çıkamadı. İstediğin atı sadece burada bulabiliriz. Kufara atları vahşi ve ehlileştirelemez. Sana ne demiştim hatırlıyor musun?
Sana veremiyeceğim hiçbir şey yok şu hayatta. Şayet seni seçerlerse eşi emsali olmayan bir ata sahip olacaksın"

"Hiç sahip olan oldu mu böyle bir at'a?"

"Evet, yıllar yıllar önce bir savaşcı buraya gelmiş ve seçilmişdi. Dünyanın en destansı atına sahip olmuş, onun efsanesi dilden dile konuşulmuştu. Savaşçı atıyla birlikte heryeri gezmiş ve bir çok savaşlara katılmış. Anlatılanlara göre atı korkunç bir canavara benziyormuş. Kimse ona karşı gelmeye cesaret edemezmiş. Ve bir gece savaşçı en yakın dostu tarafından ihanete uğrayarak öldürülmüş. At sahibinin intikamını almak adına sürekli o haini aramış. Nihayet onu bulmuş ve inanamıyacağın kadar kötü bir cezaya mahküm etmişti"

" Ya sonra ne olmuş? "

" Savaşçının atını o geceden sonra bir daha kimseler görmemiş"

Elıys krala anlamlı bir şekilde bakıp:

" Peki ya beni seçmezlerse? "

Kral biraz düşünüp gözlerini kasvetli karanlık alana daldırarak:

Müzik:Babylon Reguim
Atli Örvarsson

"İşte o zaman Tanrılar yardımcımız olsun"

Ve ilerlemeye devam ettiler.
Kısa bir aranın ardından general panikle bağırmaya başlar:

"Siper alın!!"

Kral telaşla kılıcını çekerek savaşçılara:

"Toplanın!"

Elıys neler olduğunu anlamıyor sadece izliyordu. Aniden çalılıklardan ne insan ne de hayvan olmayan garip bir yaratık hızla yanlarından geçti. O kadar hızlıydıki Elıys onun neye benzediğini dahi anlayamamıştı. General atından hızla atlayarak:

"Prensesi koruyun!!"

Tüm savaşçılar Elıys'ı ortalarına alarak etrafında koca bir çember oluşturdular. Alagos olduğu yerden saldırıya hazır halde etrafı gözetliyordu. Ormanın karanlığından korkunç hayvan sesleri yükselirken gitgide onlara doğru yaklaşan sesler büyük tehlikeyi onlara haber veriyordu.

Ansızın ağaçlardan hızla aşağıya atlayan yaratık, askerlerden birini kapıp hızla uzaklaştı.
Tam o sırada onlarca iri yaratık saldırıya geçti. Çemberi hiç bozmadan ölümüne savaşıyordu askerler.

Elıys biri ile gözgöze geldiğinde dehşete kapılmıştı. Uzun ve sivri kulakları, gözbebekleri olmayan, vücudu tıpkı soyulmuş bir tavuk gibiydi. Dört ayaklı ama iki ayağıylada koşabilen bu korkunç hayvan pür dikkat Elıys'a bakıyordu. Testere şeklindeki dişleri ve akıttıkları salyalarıyla yakaladıkları her askeri birkaç saniye içinde parçalara bölüyordular. Savaşçılar bir çoğunu öldürmeyi başarmıştılar. Alagos korkusuzca aralarına dalmış aynı anda üç yaratıkla savaşıyordu. Arkasını dönüp bağırmaya başladı.

"Prensesi kollayın!"

Savaşçılar ellerindeki silahlarla kıyasıya savaşıyordu ama maalesef bir çok asker feci şekilde bu yaratıkların yiyeceği olmuştu. General ve Alagos tüm güçleriyle bu iğrenç mahluklarla ölümüne mücadele ediyordu. Neredeyse çoğunu öldürmeyi başarmıştılar. Sonuncusunuda Alagos, elinde tuttuğu baltasıyla kellesini kopararak öldürmüştü. Tümünü bertaraf ettikten sonra elleri kan içinde nefes nefese kakmıştı. Alagos sağ kalan üç beş askere baktı:

"Gidiyoruz!"

Tam atlarına binecekleri sırada beklemedikleri birşey oldu. Yüzlerce yaratık aynı anda etraflarını sarmaya başladı. Alagos ve askerler tükenmiş ve sayılarıda çok azdı. Bu kadar çok yaratıkla asla baş edemeyeceklerini biliyordular. Alagos, Elıys'a baktı ve tekrardan elinde gevşettiği kılıcını sımsıkı kavrayarak:

"Hazır olun!"

Bu mücadele imkansız bir çabaydı ve geriye kalan üç beş savaşcı bunu biliyordular. Ölüm kaçınılmazdı onlar için. Yaratıkların arasından iri ve kaslı cüsseli olanı, dört ayağının üstünden iki ayağına yükselip ağırca onlara doğru ilerledi. Liderleri olduğu anlaşılan iri yaratık, ağzından akıttığı tiksinç salyasıyla etraflarında turlayarak tehditkar bakışıyla onlara bakıyordu.

Arkasına baktı ve tüm yaratıkları saldırmaları için komut verircesine uğuldamaya başladı. Yüzlerce yaratık bu komut ile aynı anda hızla koşmaya başlamıştı ki, Elıys çemberin içinden çıkarak liderlerinin karşısına dikilip soğuk bakışlarını ona dikti.
Alagos korku ve panikle bağırmaya başladı.

"Hayır Elıys!!"

Elıys küçük adımlarla yaratığa doğru bir kaç adım attı. Yaratık iki ayağının üstünden tekrardan dört ayağına inerek geri adım atmaya başladı. Elıys donuk bakışlarıyla ona doğru yürümeye devam etti. O ilerledikçe yaratık usul usul geriliyordu. Alagos ve askerleri hayretle ve nefes nefese izliyordu. Elıys başını yere eğerek avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.

"İtoyani apila!!!"

Ve yaratıkların kükreyen sesleri incelmiş tıpkı bir farenin sesine dönüşmüştü. Bir süre daha beklediler. Birşey onları korkutmuş olacak ki oldukları yerde hareketsizce durakladılar. Ardından metrelerce zıplayarak aynı anda kaçışmaya başladılar.
Alagos ve yanındakiler buna hiçbir anlam verememiş, dehşetle Elıys'a bakıyordu lar. Alagos o an anlamıştı ki Afdina ona sonsuz bir hazine bırakmıştı. O asla sıradan bir çocuk değildi. Geriye kalan bir avuç savaşçı birbirileriyle bakışıyor o yaratıkları nasıl korkutmuş olabileceğine mantık erdiremiyordular.
Elıys arkasını dönerek Alagos'a yaklaştı ve sanki hiçbir şey olmamış gibi son derece rahat tavrıyla:

"Hadi gidip şu atı alalım!"

Ve tekrardan atına binerek hızla önlerinden ilerledi. Alagos şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyordu. Askerlere baktı ve:

"Gidiyoruz!" komutu vererek yollarına devam ettiler.
Bir süre daha yol aldıktan sonra ormanın en derin yerinde olan ölüm vadisine girmiştiler.
Alagos atından inerek Elıys'ı yanına çağırdı. Prenses olduğu yerden izledi ve gördüğü manzara inanılmazdı. Bir çok at ormanda dolanıyordu. Hepsi zifir gibi karaydı. Devasa gövdeleri insanı dehşete düşürüyordu. Asla sıradan atlara benzemiyordular. Yeleleri upuzun, bakışları ateş gibiydi. Elıys hayranlıkla izliyordu onları ve içinden:

"Ne pahasına olursa olsun, bunlardan biri mutlaka benim olmalı"

Büyülenmişcesine atlara doğru ufak adımlar atarken, koca Alagos yine de herşeye karşı hazırlıklıydı. Arkasından sessizce ilerliyordu o ve adamları. Elıys tam yaklaşmıştı ki atlar bir anda kükremeye başladı. Savaşcılar hamle yapmak istemiş Alagos sağ elini kaldırarak durmalarını istemişti. Heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibiydi.
Elıys gitgide yaklaşıyordu atlara fakat atlar aniden şahlanarak Elıys'a doğru koşuşmaya başladılar.
Yüzlerce at çıldırmışcasına koşuyor, tozu dumana katıyordular.

Alagos bu koşuşun iyi niyetli olmadığına kanaat getirip hızla Elıys'ı almak için telaşla hamle yaptığı sırada birden durakladı. Tüm atlar durdu ve boynunu yere eğdiler. Aralarından küçük bir tay belirdi. Elıys'a bakıyordu ve Elıys'da ona. Tay ufak ufak yürümeye başladı kıza doğru. Diğer atlardan ayrılmış Elıys'a doğru ilerledi. Kız gülümsemeye başladı ve kendi kendine:

"O sensin biliyorum"

Tay tamamen kıza yaklaşarak yüzünü Elıys'ın yüzüne dayadı. Öylesine güzeldiki Alagos ve yanındakiler şaşkınlıkla izliyordu. Elıys alnını Tay'a dayayarak fısıldadı ona.

"Sen ve ben, ikimiz yeniden herşeyi başlatacağız"

İşte o an ikisi arasındaki bağ kalplerinden birbirine sıçradı.
Alagos ve diğerleri yaşadıklarına ve gördüklerine inanamamış halde donup kalmıştılar. İmkansız olan bir olaydı bu ve onlar gözleriyle şahit olmuştular bu mucizeye. Alagos kıza yaklaştı ve o muhteşem güzellikteki taya baktı. Elıys'ı omuzundan tutup:

"Seni seçti. Bu tanrıların sana bir hediyesi"

Kral hayretle izledi kızı ve o soruyu sordu kafasında kendine.

"Kimsin sen Elıys?"

Elıys tayın yüzünü okşayıp öperken o kelimeyi söyledi.

"Senin adın EFİRUS"

Kral daha önce hiç bu kadar güzel bir isim duymamıştı. Kızına yaklaştı ve taya baktı.

"Efirus! Ne güzel bir isim bu böyle. Neden Efirus koydun adını?"

"Bilmem, sanki adı Efirus olmalıymış gibi hissediyorum"

"Mutlu olmalısın, artık kara bir şeytana sahipsin Elıys "

Elıys en sadık dostunu bulduğundan habersiz bir halde, hayranlıkla izliyordu bu muhteşem güzellikteki atı.

ELIYS ve EFİRUS artık bir bütünün parçasıydılar. Onu gördüğü ilk an, sahip olması gereken atın o olduğunu anlamıştı. Aralarındaki her neyse, tüm bedenlerine nüfus etmişti. Birlikte koca imparatorlukları yıkacak ve tıpkı Elıys'ın dediği gibi her yere ayak izlerini bırakacaktılar. İki ebedi dost, sonsuza dek hiç ayrılmadan birbirilerine sımsıkı bağlı kalacaktılar...

E..... E

Continue Reading

You'll Also Like

637K 1.3K 1
Bir aşkın büyü üzerinden lanete dönüşmesi...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

66.7K 2.4K 36
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
YAFTA By yesimisildakw

General Fiction

2.5K 279 13
Yafta: Kişiye isnat edilen haksız suçlama. Ben hayatımın dönüm noktasını, bir ara sokakta onu kurtarmaya çalışırken yaşadığımı düşünüyordum. Ancak öy...
14.8M 599K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...