Mardin'e Tutsak.

By Jutenya_

11.7M 574K 435K

18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve... More

Mardin'e Tutsak 1🕯️
Mardin'e Tutsak 2
Mardin'e tutsak 3
Mardin'e tutsak 4
Mardin'e Tutsak 5
Mardin'e Tutsak 6
Mardin'e Tutsak 7
Mardin'e Tutsak 8
Mardin'e Tutsak 9
Bölüm 10
11. Bölüm
12. Bölüm
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
24. Bölüm (Özel bölüm)
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
Zayda Mirşah
Küçük Zerya
Zerya 19 yaşında
Gelecek bölümden alıntı
37.Bölüm
38.Bölüm
39. Bölüm
40.bölüm
bölüm alıntısı
41. Bölüm
Yeniden Doğmak
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
Benim Özelim 2
Herkes Öldürür Sevdiğini
Alıntı
Bilinmezlik
Büyük karar (alıntı)
Bilinmezlik (Part 1)
Bilinmezlik (Part 2)
Bilinmezlik (Part 3) Büyük Karar
Yoktan Var Olmak (alıntı)
Yoktan Var Olmak
Pişmanlık
Bir Daha Asla (Part 1)
Bir Daha Asla (Part 2)
Bir Daha Asla (Part3)
Yeniden...
Küçük Bir Anlaşılmazlık 1
Küçük Bir Anlaşılmazlık 2
Yoktan Var Oluş
Yeniden Berdel
Yeniden Berdel 2.
Zahter Gibi
Zahr...
Mecburiyetten AŞK'A
Mecburiyetten AŞK'A 2
Açıklama
Canıma And
Elbise
Bilinmeyen Hesaplar
Doğum Günü Etkinliği
Bilinmeyen Sırlar
Bilinmeyen Sırlar Part2
Varis
İlk Defa Babam Gibi
İlk Defa Babam Gibi (part 2)
küçük bir bedel
Başı buyruk işler

İlk Defa Babam Gibi Part 3

56.4K 3.1K 1.6K
By Jutenya_

Merhaba benim wattpad ailem ben geldim.

Hoş geldimmm.

Aşk turşucuklarım biliyorum özlediniz bende sizleri çok özledim ve elimi masaya vurup bitsin artık bu hasret ulen dedim.

İşte buradayım.

Açıkcası harika ötesi bir bölümle geldim. Ben yazdım tabiki güzel olacak ego tavan sdsdsdsdsds

Okumadan önce yıldızı lütfen parlatalım. Vote sayımız 500k ya gidiyor. Çıldırmak üzereyim.

Biliyorum bu yazarın basılı bir eseri yok aman canım sizin gönlünüz de yazar olduktan sonra çokta önemli değil demi?

Neyse çok uzatmayalım.

   Şurayı tıklayarak

          👇🏻👇🏻

        Jutenya_ 👈🏻 wattpad hesabımı takibe alın. 21k olmaya son 500 kişi kaldı sdsdsdsds takip etmeyen arkadaşlar edinde 21k olalım.

Keyifli okumalar.

İnsanoğlu nankör bir varlıktı. Hep olmayanı isterdi. Bazen olana da kör sağır olurdu. Elbette ki geçmiş küllerinden savrulup ortaya çıkacaktı.

Yalan üzerine kurulmuş bir geçmiş asla olmayacak bir hayatın temelini oluşturdu. Temeli sağlam olmayan bu oluşum bir sallantıya gerek duymadan yıkıldı. Çünkü temeli sağlamıştıran kadın yıkık ve döküktü.

Azad bu döküntünün enkazından tüm arbedelere rağmen hayatta kalandı.

Geçmiş acıtırdı lakin geleceğe getirdikleri daha can yakıyordu.

Öyle bir varmış bir yokmuş gibi değildi.

Alınan ahlar elbet birgün çıkacaktı. Azad'ın kafasında binbir karmaşa varken dılın da sanki hiçbir şey yokmuş doğal birgün geçirmiş gibiydi. Telefonunun çalınmasıyla bakışlarını yanıp sönen ekrana çevirdi.

Arayan Selim'di ve iyi şeyler söylemiyordu. Bunu beklediği için şaşırmadı. Elinde ki telefonu cebine koyup giyinme odasına ilerledi.

Dakikalar içinde giyinip kasadan silahını aldı ve hızlı adımlarla așağı indi. Onu bekleyen arabalara bindi.

Sis ön koltukta arkasını döndüğünde iyi şeyler olmadığını anlaması zor olmadı.

Azad sessiz bir şekil de elinde ki telefonu sallıyor ve sakin kalmaya çalışıyordu. Kimsenin olmayan vicdanını rahatlamasına izin vermeyecekti. Hem bunu yapmaya onların hakkı yoktu. Saatler süren yolculuktan sonra arabalar arkaya arkaya frene bastı.

Kapısının açılmasını beklemeden  kendisi açıp arabadan indi. Belinden silahı çıkardığın da arkasında ki adamlarda silahlarını çıkardılar.

Yaşadıklarını kimseye belli etmemeyi çocukken vücudunda çüreyen yerleri gizleyerek öğrenmişti. Lakin bu değil demekti ki unutmuştu. Kin tutan biriydi ve günü geldiğin de herkes nasibine düşen payı alacaktı.

Bugün gibi...

Amed Hozanoğlu'yla göz göze geldiğin de dudaklarını kenara kıvrıldı. Hozanoğlu ailesinden kimseyle muhatap olmak istemiyordu.

Ölümün sessiz tebessümü üzerindeydi ve hasat yakındı.

Amed'in elinde ki silahı indirip eliyle yol göstermesi onu şaşırttı lakin şuanda bunu düşünecek halde de değildi.

İçeri girdiğin de Bejna Hanımın elin de silah babası Mehmet beyin kafasına dayatmıștı. İkisinin üzerinde ölüm sessizliği olsa da birbirine olan bakışları çok şey söylüyordu.

"neden" diyen Bejna hanımla durup omzunu duvara dayadı. Bu yüzleşmeyi merak ediyordu ve biraz beklemesi sıkıntı yaratmazdı.

"Kızını sevdim" Mehmet Saruhan yıllar sonra karşısın da gördüğü kadından ürküyor du, çünkü gözlerin de ki nefret göz ardı edilecek gibi değildi.

Sevdim!

Sevgi bu değildi. Hele Azad'a göre  babasının annesine hissettiği duygu sevgi diye telafuz edilemezdi.

İkisi de onun varlığının farkında değildi. Karşısında ki iki kişi de insan kavramın da olmaması gereken varlıklardı.

Bejna hanım elinde ki silahı Mehmet'in anlınana bastırıp sevdiğin için mi kızımı mahvettin" diye gürledi. Sesinde ki tını nefret barındırıyordu.

Mehmet'in dudakları kenara kıvrıldı. Yüzün de sadist bir gülüş ve kibir vardı. Olduğu durum içler acısıydı lakin bunun farkında değildi.

"Kızın sevdiği adamı unutamadı. Bana kadınlık yapsaydı şimdi ikimiz de mutlu mesut bir yuvada yaşıyor olurduk"

Azad duyduklarından tiksindi. Yıllarca annesine küskün kalan bir çocuktu. Gözlerinin önünde de intihar eden bir anne, bunu izleyen bir evlat! Sonrasında şiddet aşağılama yok sayılma açlık. Kızgınlığı intihar ermesine değildi. Kendisini yanında götürmemesi neydi. Yıllar sonra annesinin intihar etmediğini... Öldürüldüğünü öğrenmişti ve mezarına gidip 'senden nefret ettiğim için beni affet' demeye yüzü yoktu.

O bir mezardan bile af dileyemezsin karşısında ki iki kişi birbirini suçluyordu.

Gün yüzü görmemesi gereken insanlar çok fazla mutlu mesut nefes almışlardı.

Bir de onlar yüzünden yitip giden evladı... Bedeller ödendiğin de korumadığı karısı... Korumadığı evladı ve bilmeden nefret ettiği annesinden af dileyecekti!

"Benim kızımın o adamı sevdiğini biliyordun. Hayatını bilerek karartın bari adam gibi sahip çıksaydın."

"Siz kızınız düşman ailenin oğluyla evlenmesin diye bana verdiniz. Hep belki geri döner, gider o adamla beraber olur diye korktunuz. Sırf bunun için kapınıza geldiğin de kabul etmediniz. Yoksa istediğiniz anda benim ellerimden çeker alırdınız" dedi. Mehmet'in kurduğu cümleler bugün gayet cüretkar ve korkusuzcaydı.

Fakat söyledikleri can acıtır şekilde doğruydu. Bejna hanım duyduklarının gerçekliği gözlerini yumdu.

Mehmet'in bakışkarı duvara dayanmış onları sesizce izleyen oğlunu bulduğun da son anları olduğunun bilinçin de rahatça arkasına yaslandı. Olduğu yer uzun bir süre düşünmesine fırsat vermişti. Yaptığı yanlışları düşündükçe vicdanına can acıtan çindikler atılıyordu.

Bejna hanım şimdiye kadar sağır olan vicdanına 'dinleme onu yalan söylüyor' diye telkinler vermek istiyordu lakin artık çok geçti. Olanla ölmüşe çare yoktu.

Rima artık yoktu. Kimsenin vicdan azabı veya pişmanlığı ile ilgilenmiyor daha doğrusu ilgilenemezdi.

Velhasıl kelam vicdansız insanların acımasını beklemek sahra çölün de yağmur yağmasını beklemek gibiydi.

Bel ki birgün yüreği sızlar merhamete gelir diye beklenir. Fakat şöyle bir gerçek vardı ki merhameti olmayandan merhamet beklemek saflıktı. Azad bunu yaşayarak öğrenenler dendi.

Bejna Hanım hırıltılı bir nefes alıp duygusuz bir tonla "kızım yanlış herife gönül vermiş. Şerefsiz bir her herifle evlenmiştir. Elbet kaderdi lakin ben seni adam sandım. Bana sözler yeminler ettin. Böyle olacağını bilseydim kızımı konağa kapatır. Onu ne sana, ne de o adama verirdim. Aşkı kızıma sebep oldu. Sen de onu yaktın. Şimdi de hesabını vereceksin" dedi. Şiveli sesi sancılı ve hüzünlüydü. Fakat Azad için hiçbir şey ifade etmiyordu. Seyircisi tek olan bir tiyatro izler gibiydi. Karşısında ki ikilide samimiyet aramak mantıksız olduğu için ezbere konuşulan sözler gibi iticiydi.

Mehmet bey gülümseyerek ses tonuna alayvari bir tını ekledi. Gözlerini kısarak " Sen olayların  başından beni sevmediğini, beni istemediğini biliyordun. Kına gecesinde kızın ayaklarına kapanarak 'sevdamdan vazgeçtim yeter ki beni Mehmet'e verme '   dedi kızını dinlemeyi bırak teselii bile etmedin. Size her gelişiniz de o kapıdan ağlayarak çıktı. Umutla geldiği konaktan her seferinde yok olan umuduyla geri döndü. Belki ben de bu yüzden gamsızca devam ettim. Hatalar benimdi lakin o cüretti siz bana verdiniz" dedi. Oğlunun onları dinlediğinin bilinçinde konuşuyordu. Ayakları zincirli bir hayvandan farkı yoktu. Ölmek istiyordu. Azad'ın onun ölmesini değil rezil ve sefil bir şekilde yaşamasını istediğini biliyordu fakat belki ilaçlar belki tek başına olduğu süreçte yaptıklarını düşünme fırsatı bulmuştu. Hem de çok fazla.

Onları dinleyen bir kişi daha vardı. Azad onun orada olduğunun bilinçinde diğer ikisi ise sadece konuşuyorlardı.

Bejna hanım gerçekleri duymaya tahammül edemiyorudu. Mehmet ise oğluna bakıp tek suçlu ben değilim demek istiyordu.

Kulaklar duymayı red etse de, gerçekler hiç olmadığı kadar can yakıyordu.

Bir varmış, bir yokmuş gibi yok olan bir hayat... Bir kadın! Belki katili Pervin'di lakin vebali hepsinin boynunaydı.

Mezopotamya aşkın doğduğu yerdi. Aşkın anasıydı lakin bu topraklarda aşk en büyük günahtı. Aşk'a düşeni Mezopotamya kapar, sarıp sarmalardı.

Rima Mezopotamya toprağı tarafından sarıp sarmalanmıştı.

Bejna hanımın gözünden bir damla yaş firar edip yüzünde yol alarak dudaklarına geldi. Kızı ayağının dibin de ağlarken sessiz kalan kadın geç kalmış olan göz yaşlarını döküyordu.

Kurak geçen mevsimden sonra faydasız olan yağmur gibiydi. Annesi ölürken ne kimse göz yaşı dökmüştü ne de ağıt yakmıştı.

Bir Rima sessiz sedasız bu topraklardan geçip gitmişti. Yıllarca ne anılmış ne de konuşulmuştu. Şimdi yapılanlar da genç adam için saçmalıktı. Timsah göz yaşları ve sahte bir acı.

Hepsi bu!

Genzini temizleyip yarı alaylı bir tınıyla "Dik duran bir ağaçın gölgesin de bir  sürü, rahatlık lâ serinleye bilir. Yeter ki ağaç gölgesini eksik etmesin"dedi.

Mehmet ve Bejna Hanımın bakışları ona döndüğün de yüzünü buruşturup " Sen Urfa'da sözü ve güçüyle kendinden bahsettiren kadın kızının sığınacağı bir ağaç bile olamadın" Sesinde ki tını iğretiydi. Öyle teselli edecek bir şey söylemeyecekti.

"Kızından gölgesini eksik eden, ondan olanı hiç görmedi"

Bazen işlenen bütün günahlar kadere yüklenirdi. Annesinin sahip kalışı babası tarafından hayatının katlenişi kader değildi. Karşılarında ki insanlar vicdansızdı.

Bejna hanımın yaşlı gözleri torununa döndü. O kara bakışların arkasında gizli olan mavi tonu biliyordu. Karşısın da kendinden taviz vermeyen adam kızından kalan son şeydi ve kızının son bakışlarını gözlerini yumuşunu ve daha sonrasını görmemişti. Cenazeye bir yabancı gibi katılıp daha sonra kendisine baş sağlığı için gelecek misafiri bahane edip ayrılmıştı. Gitmeden öfkesini Azad'a kusup Saruhan konağını bir daha dönmemek üzere terk etmişti. Eslem'in dayatmalarına rağmen Azad ve Zerya'nın düğününe katılmamıştı. Gerçi torunu 'katılma gibi bir gaflette bulunmayın. Kapımda ki adamlarım bile sizden yakın, siz benim hiçbir şeyim bile değilsiniz' diye haber yollaması da buna etki etmişti.

Bejna Hanım yutkunup pişman bir tınıyla " O benim kızımdı. Ben böyle olacağını bilmiyordum" Demesiyle Azad tek kaşını kaldırıp dudaklarını bizde. Demek böyle olacağını bilmiyordu.

Sert bakışları koyu siyah tonda ki gözleri iğrenir gibiydi. Yüzünü buruşturup "biliyor musunuz bazı insanlar anne baba olmamalı. Çünkü anne baba vasfını taşımayan insanların çocukları ziyan oluyor" dedi. Ziyan kelimesi öyle baskın çıkmıştı ki ziyan olarak kimi kastettiği isim vermeden anlaşılıyordu.

Bejna konuşmak için dudaklarını araladığın da Azad ondan önce davranıp "bazı hayvanlar insanlardan daha sorumluluk sahibi ve daha merhametli. Bence dünyanın en fedakar yarattığı ahtapotlardır. Bir ahtapot yumurtlamak için yuvasına gider ve kuluçkaya yatar. Evlatlarının güvenliği için yuvasını hiçbir şekilde de terk etmez. Gerektiğin de kendi kollarını yer ve yavrularının yumurtadan çıkmasıyla can verir. Yumurtadan çıkan yavrular açtırlar. Anne ahtapot öldükten sonra bile onları düşürnür ve yavrularına faydası vardır çünkü kuluçkadan çıkan yavrular açtırlar ve annelerinin ölüsü onlar için en iyi besin kaynağıdır "dedi.

Kısa bir süre Bejna hanımın gözlerine bakıp "tam sizden bir ahtapotun anneliğini bekleyen yoktu lakin kızınıza sahip çıksaydınız. Bir anne evladını katilinin eline nasıl teslim eder" dedi. Sesinde yarı alaylı olan tını sonunda küçümser gibiydi.

Bejna hanımın söyleyecekleri vardı elbet lakin onun söyleyeceği hiçbir şeyle Azad ilgilenmiyordu. Omzunu duvara yaslayıp "karımı benimle evlenmesi için zorladım. Üstüne onu annem gibi delirtmek istediler ve ben bir aptal gibi onu hastane odasında terk ettim. Bunun için çocuklarımızı sevmeye bilir, o psikoloji ile onları kabul etmeye bilirdi. Ama o düzgün olmayan psikolojisine rağmen çocuklarımıza sarıldı. Babasız çocuk büyüttü. Ben olmadan yokluğumu hissetirmeden. Ben onu zorla alan ve bana ihtiyaç duyduğu anda onu terk eden adamdım buna rağmen çocuklarımızdan nefret etmedi. Üstüne titriyor. Belki çocuklar için birçok şeyin üstünü örtüyor. İkisini izlerken gözlerinde ki hayranlığı şevkati görmemek için bir aptal olmak gerekiyor. Aralarında ki bağ o kadar kuvvetli ki bazen saf dışı kalıyorum ve bensiz ne yaşadıklarını deli gibi merak ediyorum. Misal üzüldükleri anları veya mutlu oldukları zamanları. Bazen acaba birbirine küsüp yatağa girdikleri bir anları oldu mu diye düşünüyorum?Acaba karım ne zorluklar yaşadı. Veya evlatlarım nasıl büyüdü. Aklımda deli sorular. Bunu Hâlin'in üstüne titreyen, uğrunda gözünü kırpmadan ölmeyi göze olacak bir babası ailesi olmasına rağmen düşünüyorum. Ve o adamın torunları için de aynı şeyi yapacağının bilinçindeyim. Belki bilmiyorsunuz diye anlatıyorum çünkü benim çocuklarım çok şanslı. Ben Hâlin olmasak bile onlara her şartta sahip çıkacak yakınları var. Sizlerin tam tersine " sesinde ki tını o kadar kendinden emin çıkıyordu ki Bejna hanım kan kaybeder gibi buhrana girdi. Eli başına örttüğü cefyenin altından firar etmiş saçlarına gitti. Boğazını buram buram yakan bir yumru vardı. Üst üste yutkunarak o yumruyu yutmaya çalıştı lakin vicdan azabı kolay yutulmuyordu.

Yutamadı da...

Azad tek kaşını kaldırıp bariton bir ses tonuyla "ben bu kadar şey düşünürken siz celladına teslim ettiğiniz kızınıza ne oldu diye hiç mi düşünmediniz? "

Bejna hanımın elinde ki silah yere düştü bir adım geri sendelendi. Aslında sorduğu  çok basitti ve cevabı belliydi lakin cevap vetecekte takat yoktu.

Mehmet bey oğluna üzgün bakışlarla baktı. Her şeye rağmen söyledikleri onu kırıyordu. Kendisinden bahsederken cellat diyordu.

Karısının veya annesinin celladı. Evladının gözün de olduğu yer ilk defa canını acıtıyordu.

Bejna hanımla göz göze gelirken gülümsedi. Tek suçlu kendisi değildi.

"Buna rağmen onu öldürmenize izin vermeyeceğim"

Bejna hanım deqli yüzüyle bedenini ona döndürüp  kaşlarını çattı. Ölen onun kızıydı ve bu en çok onun hakkıydı.

Mehmet gülümseyerek "Bejna Hanım beni sen öldür. Bu en çok senin hakkın! Nasıl olsa kızının ölümüne ben sebep oldum" dedi.

Azad ikisinin muhabbetini uzatmak istemediği için genzini temizleyip önce babasına "sen de gider ayak bana kan davası gibi saçamlık bulaştıma çünkü seni kimse öldürmeyecek" dedi ve bakışlarıyla kapıyı gösterip "sende timsah göz yaşlarını git dışarı da dök ben değil ama belki torunun Amed sana inanır"

"Bunca şeyden sonra ben de inanmam"

Sesin sahibi Hozanoğlu aşiretinin genç ağası Amed Hozanoğlu'ydu. Ses tonu o kadar alayvari bir tondaydı ki olanları umursamadığı net ve kesindi.

Azad omzunun üstünde ona dönüp "ne o yoksa sende mi sonun da cici babaannenin gerçek yüzünü gördün" dedi.

Amed yüzünü asarak "ben onların vicdan terazisini Leyla ablama karşı aldıkları tavırda gördüm. Sadece bu kadarını beklemiyordum lakin şaşırmadım. Yapar diyorum ve susuyorum" dedi.

Azad onu onaylar bir şekilde kafasını sallayıp Bejna hanıma döndü.

Bejna hanım çenesini dikleştirip hüküm vari bir ton da "Leyla'nın kaderini annesi belirledi. Rima'da sevmemesi gereken bir adama gönül verdi. Suçlu olan ben değilim lakin kayıp benim. Mehmet'i öldürmekte benim hakkım! "

Azad arkasında duyduğu tetik sesiyle duraksadı. Dişleri kırılır gibi gıcırdıyordu. Bunu yapmasına asla izin vermeyecekti.

Tetiğe basılacağını biliyordu. Arkasını döndü ve hızlı adımlarla ilerledi.

Mehmet bey kafasına dayatılmıș silah bağlı olduğu yer de üzgün gözlerle oğluna baktı. Duyduğu silah sesiyle gözlerini kapadı.

Azad elini uzattığın da oldukları depoda tek bir silah sesi yankılandı.

Bir kurşun bir candı...

Lakin Azad o canı burdan kimsenin almasına izin vermeyecekti. Alacak biri varsa öncelik onun hakkıydı.

Bekir Mirşah'la göz göze geldiğin de dudakları kenara kıvrıldı. Kafasını olumsuzca sallayıp "onu öldürmek gibi bir hakkınız yok" dedi ve bakışlarını onda çekip arkasını dönüp babasına doğru yürüdü.

Uzun boyu heybetli bedeni Berna ve Mehmet beyin yanında durup kayınbabasına döndü. Gözlerini kısıp bariton bir tonla "aşık olmadığını iddia ettiğin kadının kocasını neden vurmaya kalkışıyorsun? Böyle bir hakkın olduğunu düşünmüyorum " dedi.

Bekir bey elinde ki silahı beline koyup duvara yaslandı. İğrenç bir şeye bakar gibi yüzünü buruşturarak iğrenir bir tınıyla "ben o kurşunu geçmişim olan kadın için sıkmadım. Gençeçik bir kadının hayatının karartılmasına sıktım " dedi.

Bejna Hanım'ın deqli kırışık yüzü duydukları yüzün daha kırıştı. Öfkeli bakışlarıyla Bekir beye bakıp "kızım senin yüzünden sana olan sevdası yüzünden öldü " diye isyan etti.

Azad'ın bakışları kendisin de değil Mehmet'eydi. Bir şeyleri duymasını çok istiyordu ve duyarken vereceği tepkiyi izlemek için bakışlarını ondan çekmiyecekti.

"Kızın benim yüzümden değil senin ve ailesinin onu boş yere harcaması yüzünden öldü. Vicdânınız ve gözleriniz onu görmedi. Aileler arasında olan düşmanlık ve bu yüzden olan nefretiniz yüzünden kızınızı heba ettiniz" Bekir beyin sesinde ki tını o kadar net ve keskindi ki kimse bir şey söyleyemiyordu. Konuşurken Rima'nın adını diline hiç almaması orada bulunanların dikkatinden kaçmayan bir detaydı.

İki elini havaya kaldırıp boşlukta salar gibi salladıktan sonra "Bakın nefretinize rağmen iki düşman aile barıştı. Biz kader de zaten yanyana gelmeyecek insanlardık. Belki bir araya gelme imkanımız olsaydı bile devam edemeyecektik. Lakin siz bunları hiç düşünmeden kızınızın hayatını karartınız " diye devam etti.

Dilinden dökülen kelimeler pervasız veya öylesine değildi. Tüm doğruları kusar gibiydi.

Bejna hanımın kullakların da 'anne beni Mehmet'e vermeyin... Bekir'i seviyorum ama siz istemezsiniz adını bile anmam' sözleri yankılanıyordu. Şimdi ise sevdiği adam ismini diline almıyordu. Belki Rima'da aynı şeyi yapacaktı.

Dudakların bir fısltı olarak istemsizce dökülen ''sen Rima'yı sevmedin'' sözleri kısıkta olsa duyuldu.

Rima heba olan bir kadındı. Önemli olan kimin sevdiği değil, kimin heba ettiğiydi.

Bazı kadınların her zerresi sevdikleri tarafından heba edilirdi. Rima onlardan sadece biriydi.

Bedenleri istemedikleri adamlar tarafından arzu edilirdi. Bedenlerini teslim ettikleri adamlar katilleriydi. Ondan sonra ölü olan ruhlar yaşayan bedenlerle hayatlarına devam ederlerdi.

Ölüm saatleri son nefesini verip bedenlerinin toprağa gömüldüğü an değil. İstemedikleri adamlarla istemedikleri yatağa girdiklerindeydi.

Hem ölmek için nefesinin kesilip toprağa gömülmene gerek yoktu değil mi?

Bejna Hanım'ın zihnin de dolanlar bedenin kaskatı kesilmesine sebepti. Kızı ona 'bana nefes almam için bir şans ver' diye yalvarmıştı. Bunu her gelişin de tekrar tekrar aynı cevabı almasına rağmen yapmıştı. Baba evinde istenmediğinin farkındaydı buna rağmen gelirdi.

Olmayan umuda sarılmak gibiydi.

Azad ellerini havaya kaldırıp alkış tutarak 'Günaydın! Bunu anlamak için annemin ölmesi gerekmiyordu ama neyse... " dedi. Sesinde soğuk ve alayvari tını göz ardı edilecek gibi değildi.

Bakışları Bekir beyi bulduğun da "evlendiğin kadına sadık olman ona aşık olman en doğru olandı ama ortada masum olan benim annemdi" dedi ve kısa bir süre bekleyip "annemin sana aşık olarak öldüğünü düşünmüyorum böyle bir şeyi dile getirmeyi Zayda Hanıma haksızlık olarak gördüğüm için hiçbir zaman dile getirmedim" diye devam etti.

Bekir bey anladığını belirtir bir şekil de kafasını sallayıp "beni buraya niye çağırdın" dedi. Asıl merak ettiği buydu. Birkaç gün önce  Irak'a gitmesi için elinden geleni yapmış ve başarılı olmuştu. Sabah aranıp buraya gelmesini istemişken şimdi takıntığı tavırı anlamıyordu.

"Seni babamı öldür diye çağırmadım"

Uzun bir süre sonra dilinden baba kelimesi dökülmüş ve kendisi bile buna şaşkındı.

"Baban masum bir kadının yaşama hakkını elinden aldı ve onu ölüme sürekledi, ölüm bile onun için fazla"

Bejna hanım ve Mehmet bey ikisini dinlerken onlar çevrelerin de kimse yokmuş gibi atışıyordu. Ve Bekir Mirşah her konuştuğun da Rima adını ağzına almıyor bir yabancıymış gibi konuşuyordu. Bu ikisin de korkunç derece etki yaratıyordu. Bejna Hanım kızını karşısında ki adama olan aşkı için harcamıştı. Mehmet ise Rima'nın kalbim de kimseye yer yok bir tek evladım diyen sesini kullaklarından silmek istiyordu. Pervin'e inanmıştı.

"'İnsanlar yanlızca kendilerinin hissetmediği acıları çekenleri teselli edebilirler. ' diyor Shakespeare" diye konuşmaya başladı Azad.

"Hiç yaşamadığın acının üstüne konuşup teselli vermek bu yüzden kolaydır. Acıyı teselli etmekle o acının sahibi olmak arasında dağ kadar fark vardır. Acının sahibi olanın dili laldir, dile dökülecek takadi kalmaz. Zaten büyük acıların telafuzu da telefaside yoktur. Annemin acısını hiçbiriniz, görmediniz ve onu dinlemeyi bile denemeniz. O boşa kürek çektiğinin bilinçinde yine de anlatma devam etti. Yok sayıldığı eve baba kapısı umuduyla geldi. O kapıdan her seferinde celladına yani Mehmet'e teslim edildi" dedi. Ses tonundaki soğuk tını hak ettiklerine gereken nefreti vereceğim der gibiydi.

Mehmet ve Bejna'nın bakışları boştu. Biri mutlak sonu bekliyordu. Diğeri ise geç kalınmışlığın pişmanlığını.

Bekir bey şahit olduklarına daha fazla tahammül gösteremeyeceğine kanat getirip "Beni niye çağırdın...aile hesaplaşmanız da benim yerim olmadığını düşünüyorum" dedi ve Azad'a doğru ilerledi. Tiksinir gibi Mehmet'e bakıp yüzünü buluşturdu. Elini cebine koydu ve çınardığı anahtarı Azad'a uzattı. İkisi birbirinden haz etmiyor ve aynı ortamda bulunmak istemiyordu. Buraya sırf Azad çağırdığı için gelmişti hala neden çağrıldığını anlamasa da daha fazla tahammül gösterecek durum da değildi.

Bejna hanım ikisini izlerken pişmandı.

Azad önce ona uzatılan anahtara bakıp "İkisinin ayağı çukurda Sayda hanıma haksızlık gibi oluyor ama gider ayak bunların anneme aşık olmadığını anlamaları gerekti" dedi ve ona uzatılan anahtarı alıp "bu ne için " deyip elindeki anahtarı çevirip ne için olduğunu anlamaya çalıştı.

Bekir bey göğsünü şişirtecek bir şekilde büyük bir nefes alıp "annenin kara gülleri bana emanet etti. Sen evlendikten sonra sana vermem için. Sevdiğin kadınla sizin. Ben bakarken o kadının kızın olacağını hiç tahmin etmedim. Orada ki tüm güller annenin ektiği Gülün fidelerinden yetiştirildi. Zerya'nın parfümü orada ki güllerden üretiliyor... Bundan sonra sen ilgilenirsin" dedi ve bakışlarını Bejna hanıma döndü. Onun vereceği tepkiyi merak ediyordu malum bunca yıl o kokuyu fark etmemişti.

Bejna hanım titreyen bakışlarını ona çevirip titreyen sesiyle "kızın ona çok benziyor bu yüzden mi ona bu kadar düşkünsün " dedi ve duvardan destek almak isteyerek sırtını duvara dayadı.

Bekir bey çenesini kaldırıp "hayır... Zaten kızımın karekteri annesi, ben kızınıza karşı vicdan azabı çekiyorum. Genç bir kadın hayatının baharında solup gitti. Hem de hiç hak etmediği bir şekilde, hiçbir insan tacizcisiyle olan  bir yaşama mahkum kalmamalı , hadi siz gaddarsınız. Kibriniz yüzünden insanlığınızı kaybettiniz. Biz niye görmedik. Düşünüyorum da yedi yabancı insanlara el uzatıyorum, gözlerimin önündekine nasıl kör oldum" diye devam etti. Azad'ın beklediği bir konuşma olduğu için yadırgamıyordu. Kayınbabasıyla anlaşma salar bile kişilik olarak saygı duyulması gerekiyordu.

Bejna hanım üzgün bir tınıyla "Zayda vardı "  diye fısıldadı.

Bekir bey omuzlarını dik leş tirip "karım durumu öğrenseydi herkesten önce o koşardı. Benim karım böyle bir durumu sessizce oturup izleyecek biri değil. Bunun için kıskançlıkta yapmazdı. Şükür edebi, adabı bilir merhameti ile devam eder" dedi ve arkasını dönüp "aile hesaplaşmanız da bulunmak istemiyorum ama onun günahı urgan olup boğazınıza dizilsin. Öyle kolay bir ölümü hak etmiyorsunuz lakin yaşamakta size ödül.  Ne kocası kocaydı... Ne de anası anaydı. Oğlu gerekeni yapacaktır" dedi ve orada çıkıp gitti. Telafuzu bir yabancıdan bahseder gibiydi. Belki olması gerektiği gibi belki de geçmişi yok sayar gibi... Elbet geçmişine karşı saygısı vardı lakin hayatında olduğu için minnet duyduğu kadın herşeyden önemliydi. Ona göre yaptığı vicdan muhasebesin de külfeti omuzlarında yük kalacak hataları yoktu.

Bejna hanım acı içinde inleyerek "ben yaptım " dedi ve dizlerinin üstüne çöktü. Eli kalbine giderken nefes alamıyordu.

Ona karşı için de bir gram merhamet duymayan torunu "Amed babaanneni al ve götür. . . Ölecekse de gözlerimin önünde ölmesin" dedi. Sesi o kadar umursamazdı ki sanki sokakta gördüğü başı boş bir hayvanı kaale alır gibiydi.

Amed onun tepkisine verecek bir sözü olmadığı için Bejna Hanım'a doğru ilerleyip onu kolundan tuttu ve ayağa kaldırdı. Yaşlı kadın elini  Azad'a uzattığın da Azad bir adım geri çekilip soğuk bir tınıyla "ben nefret eder kin tutarım. Şu hayatta ırmak olsaydım suyumdan bir damla içmenize izin vermezdim. Şimdi anneme uzatmadığınız elinizi bana uzatmayın. Zira şuan da kendimi tutmam yapacaklarıma engel değil " ses tonu tehditkar ve soğuktu.

Bazı insanlar intihar etmek için girişim de bulunmaz onların hayatları başkaları tarafından yel değse sallanacak bir ağaçın  dorğuna asılır. Onların bedenleri sağ olsada ruhları ve hayalleri asılı olan ağaçta her yel değdiğin de tekrar tekrar ölür.

Rima itildiği terasta değil Mehmet'e gelin verildiği yerde ölmüştü. Belki onlar değil ama Azad annesinin ne yaşadığının şahidiydi.

Bejna hanım uzattığı eli kalbine götürdü. Ve gözü yaşlı sendeler adımlarla oradan uzaklaştı. O çıkarken arabasının yanın da Bekir bey onu bekliyordu. Yaşlı kadınla gözgöze geldiğinde arabasının kapısını açıp içinden küçük bir saksı çıkarıp ona doğru ilerledi. Elinde ki saksıyı ona uzatıp üzgün bir tınıyla "bu gül Rimanın kendi eliyle dikiği gülün fidesinden. O evin bahçesinde yüzlerce gül onun ektiği Gül'den türedi ama o hiçbirini göremedi. Siz kızınızı ait olduğu bahçeden söküp attnız. O da bu gül gibi uyum sağlayamadı. Onun ektiği gül renk değiştirdi. O ise solup gitti. Tek bir defa feryat etseydi çeker alırdım onu öyle bir hale soktunuz ki sadece size feryat etti. İnsanın celladına feryat etmesi ne kadar acımasızca değil mi? " 34 yıl sonra diline yasakladığı Rima ismini ilk defa diline almıştı. Dilinde ki kepek kalkmıştı lakin sanki zehirli bir havayı solar gibiydi. Sesindeki  üzgün tını kulakları sağır etmek ister gibi tesirliydi.

Bejna hanım yaşının verdiği yorgunluğa yenilmiş biri değildi lakin bugün olanların külfetini kaldıramıyordu. Belki ölüme yakındı ve gittiği yerde kızının yüzüne bakacak yüz yoktu. Azad'ıb dokunmasını red ettiği elini titreyerek kaldırıp ona uzatılan saksıyı aldı. Kızından kalan hiçbir şeyi almaya hakkı yoktu. Torunu yüzüne bile bakmıyordu.

Bekir bey kafasını eğip "sen anasıydın sesini duymadın. Ben teyzesinin damadı olarak çeker alırdım. Yanlış anlama yar demezdim bacım olarak ev açar Zayda'nın yardımıyla yaralarını sarardı. Oğlu anasının dizin de sevgiyle büyürdü. Sen hem onun hayatını karartın hem oğlunun çocukluğunu elinden aldın. O içeri de annesi için hesap sordu. Sizi hiç kimse olarak görmediği için çocukluğu için tek bir kelime kullanmadı. Bana göre Rima'nın katili ne Mehmet ne de Pervin. Kızınızın hayatını siz karartınız. Rima'nın çıktığı terası siz inşa ettiniz. Onu o terastan Pervin itti lakin Pervin'e o gücü siz verdiniz. Size benden bir tavsiye kızınızdan af dileyemediniz gidin içerdekinden af dileyin" dedi ve kısa bir süre Bejna hanımın gözlerine bakıp arkasını döndü, arabasına binerek oradan uzaklaştı. Yıllar sonra Rima demişti. O ismi üç defa zikir etmiş dilinde yayvan bir tat bırakmış gibi kendisini kötü hissetirmişti. Onun tepkisi gençeçik bir kadının heba olmasınaydı. Bu topraklarda en çok kadınlar veya kızlar  ziyan ediliyorlardı.

Amed olan biteni sessizce izliyordu. Suskundu! Bejna hanım giden Bekir beyin arkasından dalgın bakarken kalbin de anı bir ağrıyla sendelendi. Bakışları elinde rengini değiştirmiş güle gitti. Rima'nın ektiği ilk gülün fidelerinden di. Dolu dolu olan gözlerinden bir damla yaş akıp gülün üzerine düştü. Bejna hanım bir kabustan uyanır gibi irkildi. Kızını kendisi kurban etmişti. Bekir haklıydı. Gücünü kaybetti. Takadı bitti. Sımsıkı tuttuğu saksı elinden kayıp yere düştü. Gül fidesi yerde savrulup dağılırken Bejna hanım kızının itildiği terastan halini hayal ediyordu. Kızının bedeni de yere düşmüş dağılmıştı. Ruhu bedenini o düşüşle kaybetmişti.

Kalbin de bir sancı bıçak sırtıyla etini deler gibi peydah ederken yaşlı nasırlı eli göğsüne gitti.

Kalp krizi geçiriyordu. Yaşlı kadının gözleri kaymaya başlarken dişleri kilitlendi.

Nefes alamıyordu.

Amed babaannesinin yere düşerken kollarından tutup yere çöktü. Bejna hanımın çenesi sıkmaktan kilitlenmiş gibiydi. Adamlarına bakıp "ambulans çağırın " diye bağırıp bakışlarını Bejna hanıma çevirdi. Durumu iyi görünmüyordu.

Onlar o haldeyken içeri de kalan Azad babasına bakıyordu. Omzunu duvara dayayıp gözlerine kısarak babasını inceledi. Sesli bir nefes alarak "eee Mehmet bey yoluna sonuna geldik, ait olduğun yere gidip dostlarınla bir araya gelme zamanın geldi...heyecan var mı? " dedi lakin sesinde ki soğuk tını insan üşütür cinstendi.

Mehmet bey dağınık haliyle çok kötü görünüyrdu. Kendisini savunmaya niyeti yoktu savunacak hali de var denilemezdi. Rima'yla araların da enbüyük engel olarak başka bir adama olan aşkını görmüştü. Hem tükenmiş hem de tüketmişti evet Pervin ona istediğini veren bir kadındı ama hayali hep Rima'ydı.

"Belki anneni görürüm"

"Senin annemin olduğu tarafa gideceğini hiç düşünmüyorum" sesi soğuk ve ilgisizdi. Karşısında ki adam için yolun sonuydu. Cebinden telefonunu çıkarıp aramalara girdi. Karşıdan gelen sesle "arabamın bagajın da olanları içeri getirin" dedi ve telefonu kapadı. Mehmet bey mutlak sonun yaklaştığının bilince sustu. Bundan sonra söyleyecek hiçbir söz fayda etmezdi.

Adamların elinde ki paketlerle içeri girmesiyle Azad onlardan bir masa ve sandalye istedi. Mehmet üstü başı dağınık sersefil bir haldeydi. Boş bakışlarla oğluna bakıp "beni sen öldürme " deyip kafasını eğdi.

Mahçuptu!

İnkar edilemez bir şekil de pişman.

"Buna sen karar vereceksin"

Mehmet duyduğu sesle kafasını kaldırdığın da Azad getirilen masanın üstüne kutuları yerleştiriyordu.

İlk kutuda çilekli bir pasta ikinci kutu da ise çikolatalı pasta vardı.

Azad babasının gözlerine bakıp koruyucu içinde ki şişeyi masaya koydu ve diğer şişeyi eline alıp "bilirsin biz kürtler de saygı çok önemlidir. Aile büyüklerinin yanında sigara bile içilmez. Biz seninle baba oğul tanımına uymadığımız için bunu göz ardı edelim " dedi ve elinde ki şampanyanın tıpasını attı. Şampanyanç patlamanın etkisiyle köpük köpük akarken Azad  elini uzatıp masada bulunan boş bir bardağı eline alıp doldurdu. İkinci bardağı da doldurup babasına uzatarak "seninle baba oğul anımız hiç yok gider ayak bir şeyler yaşayalım dedim " soğuk bir tınıyla söylendikten sonra kendisi için de bir bardak aldı. Ve boş eliyle getirilen sandaleyi çekerek babasının karşısına oturdu. Ayak ayak üstüne attığın da uzun kemikli parmaklarıyla tuttuğu bardağı kaldırıp ve hareket ettirdi. Bardağın içinde ki şampanya ahenkle dans eder gibi görünürken o kısa bir boş bakışlarla baktı.

Uzun kemikli parmakları şampanya bardağını etli  dudaklarına götürüp bir yudum aldı. Şampanya damağında ekşi bir tad bırakırken gözlerini yumup halinden memnun muş gibi bir izledim sergiliyordu.

Umursamaz serseri tavrı adam delirten tarzdaydı. Bardağı dudaklarından çekip "ımmm güzel bir tercih " dedi ve bakışlarını babasından çekmeden "ölümüne " deyip elinde ki bardağı babasının bardağıyla tokuşturdu ve bakışlarını ona titreyerek bakan kara irislerden çekmeden şampanya bardağını dudaklarına götürdü.

Annesinin öldüğü günün üçüncü akşamı dövülerek kaldırıldığı sofradan karşısında doğrum günü kutlanıp izletilmişti. Babası onun şimdiki hali gibi elin de şampanya bardağı tutuyordu.

Şampanya dan bir yudum aldıktan sonra dudaklarını birbirine bastırıp "kabalık ettim önce pasta kesmeliydik" dedi ve sanki tek sorunları buymuş gibi çatala uzandı ve çikolatalı pastadan biraz alıp dudaklarına götürdü. Gözlerini yumduğun da çikolatalı tadın damağına yayılmasını bekliyor gibiydi lakin durum öyle değildi.
Dışarıdan bakınca buz gibi soğuk görünsede içerisinde kıyâmet kopuyordu.

Babasıyla son defa aynı ortam da olduğunun bilirçinde soğuk bakan irislerni açıp aynı soğuklukla "pardon sen çilekli seversin " dedi ve çatalını çilekli pastaya uzattı. Elinde ki çatal onun bir zamanlar çocukluğunda ki umutları gibi havada asılı kalırken ifadesiz bir tınıyla " tüh benim de çileğe alerjim var. Son anın da, bile aynı pastadan yiyemiyoruz" deyip çatalı masaya bıraktı.

Mehmet beyin dudakları kenara kıvrıldı. Ona uzatılmış olan şampanyadan bir yudum aldıktan sonra bardağı yere indirip gülümseyerek omuz silkeleyerek "haklısın ben çikolatalı pasta sevmem " dedi ve eğilip masada bulunan çatalı alıp çikolatalı pastaya batırdı. Azad'ı taklit eder gibi dudaklarına götürüp "ama bir pasta anımız olsun" dedi ve pastayı çiğnemeye başladı. Çiğnerken sanki dünyanın en güzel tadını alıyormuş gibiydi.

Azad ikinci bir parçayı aldığın da "böyle bir anı için çok geç kaldık " dedi ve şampanya bardağından bir yudum daha alıp ayağa kalktı. Gömleğinin yakasını düzeltip  üstünde sanki bir toz varmış gibi kollarını sirkeledikten sonra bakışlarıyla yerde açılmamış kutuyu göstererek "kutunun için de sıvı siyanür var. İçmen zor olmayacak" dedi ve arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi.

Mehmet bey sesli bir nefes alıp yarı alayvari bir tınıyla "peki ya içmezsem" dedi ve oğlundan gelecek cevabı beklemeye başladı.

Azad omzunun üstün de babasına dönüp "yarın babalar günü senden ilk defa bir şey istiyorum... Beni baba katili yapma" dedi elini kapı kulpuna atıp kapıyı açtı. Normal de evlatlar babalarına hediye alırdı lakin onların durumu olan üstü bir şeydi. Ne Azad ona baba olabilirdi, ne de Mehmet ona babalık yapmıştı. Belki biyolojik babası olabilirdi ama aralarında ki tek bağ gen bağıydı. Babasını son görüşüydü.

"O zaman bende senden son bir defa bir şey isteyeceğim " dedi ve kısa bir süre söyleyeceklerini toparlamaya çalışır gibi bir vaziyette "hem bana da babalar günü hediyesi olur"

Azad dışarı çıkmak için eşikten bir adım atmıştı ki duyduğu sözlerle kaşlarını çatıp arkasını döndü.

Mehmet oğlunun kara gözlerine bakıp "mavi gözlerini görmek istiyorum"

"Annemin gözleri" diye anında düzeltildi. Lensleri takması için ona verdiğin de annenin gözleri demişti. İkisi de aynı anı hatırlıyordu. Yaşlı adam oğlunu onayladığın da Azad "öncelik karımın " dedi ve kapıyı çarpıp dışarı çıktı.

Arkasında babasını kötü geçmişini bırakıp adımlarını atmaya başladı.

Arabasına doğru ilerlediğin de Sis'le gözgöze geldi. Dostu kafasını olumsuzca salladığın da umursamadı. Bejna Hanım için ambulans gelmiş ve götürülmüştü. Siyanür solunması bile zararlı olan bir maddeydi.

Arabaya binmeden adamlarından Cemil'e dönüp "karısıyla son defa konuşması için ona bir telefon verin ve kapıları kilitleyip çevre de kimseyi bırakmayın. Kameralar dan izler ona göre davranırsınız" dedi ve arabaya bindi.

Sis elini Cemil'in omzuna koyup ikisinin duyacağı bir tonda " Azad'ın baba katili olması haksızlık, Mehmet eğer yapamazsa önce beni ara "dedi ve sürücü koltuğuna geçip arabayı hareket ettirdi. Urfa'ya gidecekti. Artık tek başına değildi soluklanacağı bir ailesi vardı. O düşünceler içindeyken Sis önce onları takip eden korumalara daha sonra dikiz aynasından görününen dostuna baktı. Genzini temizleyip " sence kaç saat dayanır" dedi. Ses tonu meraklıydı.

Azad burun kemerini sıkıp "en fazla birgün" dedi ve tekrar yola odaklandı. Devamın da hiçbir şey konuşulmadı. İkisinin de konuşmaya niyetleri yok gibiydi ve ölüm sesizliğini aratmayacak bir yolculuk yapmaya niyetlilerdi. Şafak'ın ilk ışıkları ile Urfa topraklarına vardılar. Arabalar arka arkaya çiftliğe giriş yaparken sadece çalışanlar uyanıktı. Ev ahalisi hala uyuyordu.

Arabadan indiğin de Sis ona doğru geldi lakin Azad elini kaldırıp susmasını istedi ve adımlarını merdivenlere yöneltti. Hızlı adımlarla yukarı çıkarken düşünmek istemiyordu. Babası için bir gram vicdan azabı çekmemesi gerekiyordu. İçeri girdiğin de şafağın ışıkları yeni yeni evi aydınlatıyordu. Adımlarını önce yukarıya çevirdi. Daha sonra vazgeçip mutfağa ilerledi. Ailesi için kahvaltı hazırlayabilirdi. Önce ceketini çıkardı daha sonra gömleğinin kol manşetlerini katladı. Dolaptan sebzeleri çıkarıp yıkadıktan sonra doğramaya başladı.

Bir saat sonra muazzam bir kahvaltı masası hazırlandı. Önce Zerya kucağında kızıyla mutfağa girdi. Azad'ın evde olduğunu tahmin etmediği için kısa bir süre şaşırıp ona baktı. Alnında hissettiği dudaklar ile kendisini toparlayıp "günaydın" dedi ve Aşmi'yi onun kollarına bıraktı. Genç adam kızının saçlarını öpüp onu çocuk sandalyesine oturttu. Masada eksik varmı diye bakışlarını dolaştırdı. Azad onu kendisine çekip dudaklarını onun saçlarına bastırdı ve keyifli bir tınıyla "benim gibi mükkemmel bir adamın yaptığı şeyde eksik olmaz" dedi.

Zerya gülümseyip yarı alaylı bir tınıyla "Ağam bakıyorum siz ve egonuz erkencisiniz " diyerek ona takıldı.

Genç adam yüzünü buruşturarak "bu adam ne yapsa anın da egoist ol oluyor. Belki karısını etkilemek istiyor" diyerek veryansın eder gibi zerdenişte bulundu.

Zerya onu çenesinden tutup ayakları uçunda yükselerek dudaklarını çenesine bastırdı ve efsunlu bir tınıyla "etkilenmemek ne mümkün. Bu yüzden sana aşığım ya "  dedi ve ayak topuklarının üzerine indi. Onu belinden tutup kendisine çektiğin de karısının sözleriyle mest olmuş bir adamdı. Karısının dudaklarına küçük bir buse bırakıp "bu adam aşkın için ölür Hâlin" dedi ve Zerya'nın bakışlarıyla kızlarını göstermesiyle geri çekildi.

Serap ve ondan birkaç dakika sonra Karan mutfağa girdiklerinde gördükleri mutlu aile tablusuyla onlar da mutluydular.

Herkes kahvaltı masasına oturduklarında Azad yukarı çıkıp uykucu oğlunu uyandırdı. Aşağı indiklerin de mutfakta ki gülüşmeler evi huzurla dolduruyordu. Belki kendisi sağlıklı bir ailede büyümemişti lakin çocukları çok şanslıydı.

Aşir'i sandalyeye değil de kendi kucağına oturttu ve eline aldığı çatalla onu doyurmaya başladı. Onun babasıyla böyle bir anısı yoktu. Kafasın da babasının ne yaptığı düşüncesi. Aşir'in saçlarını okşayıp ona takılmaya başladı. Gece hiç uyumamıştı ve uyumak istemiyordu.

Kahvaltı masasından kalktıklarında ikizler el ele tutuşup bahçeye koştular. İkisini Serap ve Karan takip etti. Zerya gözlerini kısıp onu izlemeye başladı. Kocasında olan tuhaflığın farkındaydı. İkisi için kahve hazırlayıp salona geçti. Kahveyi ona uzatırken kendisi tam karşısına geçti.

Azad'ın kahveden bir yudum almasıyla gözlerini kıstı ve o da kahvesini yudumladı.

Azad kahvesini içip fincanı sehpaya bıraktığın da Zerya elinde ki kahve fincanını sehpaya bıraktı. O tek bir yudum almış devamını içememişti. Usulca yerinden kalkıp Azad'a doğru ilerledi ve onun bakışları altında kucağına oturdu.

Adamın karaları kadının mavilerine kilitlenmiş gibiydi. Zerya elini kaldırıp parmak uçlarını onun yüzünde dolaştırdı. Dudaklarını onun yanağına bastırdığın da Azad gözlerini yumup bu anın hiç bitmemesini istedi. Zerya onun kucağına iyice yerleştiğin de adam kollarıyla sarmaladı.

Genç kadın elini kaldırıp parmaklarını saçlarına daldırdı ve boğuk bir tınıyla "Saçlarında ki aklar çoğalmış" dedi.

Adam karısının ne yapmak istediğini çözmeye çalışıyor lakin başarılı olduğu söylenemezdi. Zerya'nın saçları arasında olan elini tutup dudaklarını avçuna bastırdı ve sitem eder gibi " Hâlin tek bir teli boşuna beyazlamadı. Her telinde ödenmiş bir bedel var" deyip dudaklarını memleketim dediği gerdana bastırıp aldığı hırıltılı nefesle boğuk bir tonda "memleket hasreti çekti bu adam, saçları kırlaştı lakin yuvam dediği kadından vazgeçmezdi" diye devam etti.

Zerya vazgeçtin hem de bir hastane odasında terk ettin demek istedi fakat sustu. Geçmişi ısıtıp ısıtıp önüne koymak huzurlarını bozardı. Dudaklarını onun boynuna bastırıp çekmeden "neyin var ! Karalarına niye kepenk indirdin" dedi lakin adamın tenin de hareket eden dudaklar kontrollünü yitirmesine sebepti. Yutkunması hareket eden Adem elmasından belliyken Zerya doğru yolda olduğunu bilincindeydi.

Azad büyük bir nefes alırken Zerya kafasını çekip elini onun avı undan çekip iki parmağını kocasının boynun da gezdirdi. Adam üst üste yutkundu.

"Bu halini sevmiyorum. Yaşadıklarını benimle paylaşabilirsin Azad"

"İçin rahat etsin senden gizlediğim bir şey yok"

"O yüzden mi kara kara düşünüp yediğin içtiğinden tat almıyorsun"

Zerya'nın son söyledikleri onun kaşlarının çatmasına sebepti. Zerya bakışlarıyla sehpadaki kahve fincanını gösterip "sana bilerek kendi kahvemi verdim. Sen kahveyi sâde içiyorsun ama içtiğin kahvenin şekerli olduğunu bile fark etmeden içtin" diyerek çok bilmiş bir edada konuştu.

Azad'ın bakışları sehpadaki kahve fincanını bulduğun da dudakları kenara kıvrıldı. Elini kaldırıp önce onun yüzüne dağılan saçlarını kenara verdi daha sonra yarı alaylı bir tonda "güzelim ben de dalgınlıktan kahveyi yanlış yaptığını düşünüp tepki göstermedim" dedi ve direkt inkar politikasına girişti.

Zerya "yalan söylüyorsun " deyip onu göğsünden ittiğin de kucağından kalkıp yere inmek istedi. Onun bu hali istemediğini almayan küçük çocuklar gibiydi. Azad gür erkeksi bir kahkaha atıp kucağındaki karısını kollarıyla sarmalayarak ayağa  kalktı.

Bahçeye doğru adımlarken Zerya itiraz ediyor Azad ise inkar politikasıyla red ediyordu. Yanlız şöyle bir doğru vardı ki adam karısının zekasına hayran kalmış bir daha dalgınken yemesine içmesine dikkat etmeyi kafasına not almıştı. Zaten neyi anlatsın babamın önüne zehir koydum içmesini bekliyorum nasıl derdi.

Bahçeye çıktıklarında onu beklemediği bir süpriz bekliyordu. Zerya gülümseyerek ona dönüp göz kırptı. Aşmi giydiği tüllü elbiseyle kollarını açarak babasına koştu. Azad şaşkındı. Dizinin üstüne çöküp onu kolları arasına sarmalarken  saf sevginin onu sarmasına izin verdi. O bu duyguyu yanında ki kadın hayatına girdikten sonra tadan adamdı. Şimdi ise farklı farklı tonlarını sarar gibiydi.

Aşmi küçük dudaklarını babasının yanağına bastırıp "baba senin için prenses oldum" dedi ve parıldayan gözlerle babasının kara gözlerine baktı.

Azad'ın yüreğine sımsıcak bir şey akıp gitti. Elini kızının saçları arasında gezdirip "sen zaten babasının prensesin" deyip kızını kucağına alıp ayağa kalktı. Anlamayan bakışlarla karısına döndüğün de Zerya biraz mahcup bir edayla "aslında bunları akşam için hazırlamıştık, ama Sis senin yarın çok önemli bir iş için şehir dışına çıkacağını söyledi. Çocukların ve senin beraber geçireceği ilk babalar günün. Biz de biraz erkene aldık " dedi ve önce kızının yanağına sonra onun dudağına öpüp geri çekildi.

Karan kucağın da oğlu ve onun elinde küçük bir pastayla onlara doğru geldiğin de yutkundu.

Pasta çikolatalıydı ve saatle önce babasıyla yemişti şimdi oğluyla... Kafasında ki düşünceleri def eder gibi sirkeledi. O Mehmet değildi. Çocuklarının da kendisi gibi olmasına asla izin vermeyecekti.

Aşir önünde durduğun da  minik dudaklarını aralayıp "baba pasta çok güzel " dedi ve herkesin kahkaha atmasına sebep oldu.

Kısa bir süre sonra Serçe ve Murat görüntülü aramış onlarda babalarına iyi dileklerini dilemişti. Azad işlerini İstanbul'a taşımayı düşündüğü için artık onlardan ayrı kalmamayı planlıyordu.

İlk dansını kızıyla yaptı. Ellerini tutup dönmesini sağladığın da Aşmi kahkaha atarak etrafında döndü.

Pasta kesmek için masaya geçtiklerinde Aşir onlardan önce davranmış elleriyle hem yemiş hem de pastayı şekillendirmişti. Gördükleri manzara hepsinin gülmesine nedendi.

Genç anne oğlunun elini yüzünü silerken Azad parmağını uzatıp oğlunun yanağından bulaşan pastadan alıp dünyanın en lezzetli şeyini yermiş gibi "oğlumla tadı daha bir güzelleşmiş" dedi ve güldü. Bugün ne kadar da gülmüştü.

Oysa babası zehri yiyecekti belki son anlarıydı. Acımasız biri değilmiydi. Zihnininde dolanlar da neyin nesiydi.

Kafasını sallayıp ana döndü. Sis'e baktığında onun olumsuzca kafasını sallamasıyla beklenen ölümün daha gerçekleşmediğini anlaması zor değildi.

Annesi ölürken ne kadar süre can çekişmişti. Mehmet'in ölümü niye bu kadar kolaydı.

Bakışları ailesini bulduğun da hayatlarında ki en önemli varlıkların seyrine daldı. Karan ve Serap çocuklarla eğleniyor ve gülüyorlardı.

Zerya'nın onun dalgın halinin farkındaydı. Onun için hediyeler alınmıştı. O bına alışık bir adam değildi. Bu tür şeylerle iyi anıları yoktu. En son hediye aldığı günün sabahı karısı intihar etmişti. Zerya elinde iki bardak şarapla ona doğru ilerledi. Kendisine gelen kadından bakışlarını alamıyordu. Elinde ki bardaklardan biri ona uzatıldığında memnuniyetle kabul etti.

Zerya onu elinden tutup efsunlu bir tınıyla " benimle gel " dedi ve önün de yürümeye başladı. Omzunun üstünde çocuklara bakarken "ikizlerle Serap ve Karan ilgilenecek "  dedi ve yürümeye devam etti.

Zerya alımlı ve güzel bir kadındı. Azad için eşsiz nadide bir varlıktı. Çiftlik evin içine geçtiklerinde Zerya onu çalışma odasına doğru yönlendirdi. Genç kadın onu içeri doğru çekiştirip keyifli bir tınıyla " seni mutlu edecek bir hediye vermek istedim. Biraz da uğraştıracak " dedi ve elinde ki bardağı masanın üzerine bıraktı. Azad'ın elinde olan bardağı aldıktan sınra büyük bir kutuyu eline alıp ona uzattı.

Azad tek kaşını kaldırıp meraklı bir şekilde kutuyu açtı. Gördüğü şeyle dudakları kenara kıvrıldı. İki eliyle tuttuğu kutuya baktıp " yüzbin parça pazıl" dedi.

Zerya kafasını sallayıp eğlenir bir tınıyla "yüzbin parça pazıl ailemizin resim mi? " 

Kara irisler ona döndüğün de omuz silkeleyip " yaparken anı biriktiririz diye düşündüm " dedi ve masaya bıraktığı bardağı eline alıp "bugün ilk dansını kızınla yaptığın için biraz kıskanmış olabilirim" deyip bir yudum aldı.

Azad elindeki kutuyu masaya bırakıp " Hâlin seninle dans etmem için bir şarkıya ihtiyaçım yok, sesin dünyadaki en güzel tını, muazzam bir beste" dedi ve onu belinden tutup kendisine çekti. Bedenleri birbirine yapıştığında aralarında sadece gereksiz kumaş parçaları vardı.

Zerya daha söylenen sözlerin etkisinden kurtulamamışken adamın yaptığı hareket kalbinin atışlarını değiştirdi. Elini omzuna koyduğun da Azad onun içkisini tuttuğu elini tuttu ve elindeki bardağı dudaklarına götürdü. Karısının rujunun iz bıraktığı yerden içkiyi yudumlarken "muazzam bir tadın var" diye yeni bir itirafta bulundu.

Ayakları hareket ederken Zerya elinde ki bardağı dudaklarına götürdü ve bir yudum alıp "açaba diyorum sen mi, yoksa elimde ki içkimi beni sarhoş ediyor" diye fısıldadı.

"Hâlin etkimi alkoll gibi bir maddeyle karşılaştırmadan haksızlık... Bence ben daha etkili yim" dedi ve onun elinde ki bardağı masaya bırakıp "bunu kanıtlama zor değil; hatta çok kolay" deyip elini avçunun içine alıp olmayan müzikle dans etmeye başladı. Zerya adımlarıyla ona ayak uydururken boğazı kuruyacak gibiydi.

Aşk sarhoşu dedikleri bu olmalı diye içinden geçirirken bakışlarını adamın kara irislerinden alamıyordu. Ayakları olmayan müziğe uyum sağlayarak hareket ederken dudaklarını karısının kulağına yaklaştırıp "Hâlin bu adam sensiz nefes alamıyor " diye fısıldar gibi konuştu.

Zerya kara irislere bakıp "ama bensiz uzun bir zaman geçti. O zaman ne yaptın" diye karşılık verdi.

Sesli ve hırıltılı bir nefes alıp "Kaç dil bilirsen bil, istersen o dillerle hergün yüzlerce kelime kur. Benim senle ayrı olduğum süreçte yaşadıklarımın zerresini anlatamazsın ve sen anlatamayacağın bir şeyi benim dile getirmemi bekliyorsun" dedi.

Zerya onu haklı bulduğu için dudaklarını büzüp " o zaman bana mutluluğu anlat " deyip kocasının kolları arasında sallanmaya etmeye devam etti.

Azad biraz düşünür gibi yapıp " benim mutluluğum sensin. Senin olduğun yer. Senin olduğun resim ve ben mutluluğumu senin rengine boyamak istiyorum. Sevdiğim tek ton Hálin mavisi, misal üstüne tırmanmayı sevdiğim ağaç verdiği meyve bile Hálin mavisi. Altın da olduğum gökyüzü mavi lakin gülümsüyorsam Hálin mavisi" dedi ve onu kollunun altına çekip koltuğa oturdu. Elini onun yüzünde dolaştırdı parmak uçlarıyla sever gibi dokunup "sen ve senden can bulunlar benim mutluluğum huzurum. Bir de Serçem ve Murat'ım" diye devam etti.

Senden can bulanlar derken çocukları demek istiyordu. Zerya yanağını onun avuç içine bastırıp "Serçe ve Murat'ımız " diye düzeltip "peki ya ben yoksam o zaman seni mutlu edecek bir şey yok mu? " sorusuna devam etti. Belli ki aldığı itiraf yeterli değildi.

Azad başını eğip dudaklarını memleketim dediği boyna bastırıp "Güller kırmızı veya sarı, beyaz veya siyah banane... Çiçeklerin farklı kokusu varmış, senin kokun olmadıktan sonra banane... Deniz tuzlu nehirler tatlı sulu sensiz olduktan sonra kana kana içeceğim su  elbette ki ölüm olacak banane, hava nemli veya sisli... Temiz veya kirli, sensiz nefes almayacağım için banane! "

Zerya tenin de hissettiği dudaklarım hareket etmesimi yoksa adamın boğuk çıkan sesiyle söylediklerine mi odaklansın bilmiyordu. Yutkunurken ne yapacağını bilmiyor gibi bir haldeydi. Kocasına yakın durursa ateşle barut misali yanacakları belli olduğu için kendisini topatlayıp "çocukların uyku saati gelmiştir. Ben bir bakayım " dedi ve ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi. Kaçması daha iyiydi yoksa Serap'ın dili ve imalarından kurtulamazdı.

Elini kapı kulpuna attığı anda elinin üstünde ki elle kapıyı açamadı. Üstüne kapının kilidi çevrilmiş bedeni döndürülüp sırtı kapıya dayatılmıştı. Bakışları kara irislerle buluştuğunda Azad'ın dudakları kenara kıvrıldı. Bir elini onun başının üzerinde kapıya dayadı. Diğer elininin işaret parmağıyla çenesini tutup kaldırdı. Dudaklarını çenesine bastırıp "kaçıyorsun ve bu hiç hoşuma gitmiyor" dedi ve dudaklarını çekip bu sefer boynunu öpüp "ben sana benim olanı benden esirgemeye ben memleket hasreti çekemem" dedi ve boynundan öpüp yukarıya doğru keşfe çıkmaya başladı.

Azad'ın dokunuşarıyla bedeni titredi. İlk birlikteliği değildi. Bilmem kaçıncı kez sevişiyordu fakat her seferinde aynı heyecanı zevki tatıyordu. Bedeni kağıdan uzaklaşırken kocasının istediği belliydi. Dudakları dudaklarını talan ederken anın şehvetiyle bir inilti dudaklarından kaçtı. Nefesiz kalıncaya kadar öpüşürken Azad dudaklarını çekip önce onun mavi irislerine baktı daha sonra ellerini uzatıp onun üstünde ki gömleğinin düğmelerini açtı. Kadın daha fazla beklemek istemezcesine onun dudaklarına yapıştı.


Devamında ikisinin de sakin olmak gibi bir niyeti yoktu. Karısını belinden tutup kaldırdı ve birkaç adımda çalışma masasına yetişip onu üstünde oturdu. Bacaklarını ikiye ayırıp arasına girerken öpüşmeye devam ediyordu. İkisi aynı anda inlerken bedenlerinin üzerinde olan kumaş parçaları tek tek sıyrılmıştı. Azad onu masaya yatırırken  diğer eliyle masanın üzerinde bulunan eşyaları odaya savurmuştu.

Çıplak sırtı masanın vernikli kaygan yüzeyini bulurken isyan eden bir tınıyla "yap pozun tek bir parçası kaybolursa seninle bozuşuruz "  diye isyan etti. Azad çapkın bir şekilde sırıtıp "üzülme yavrum kaybolan parçaları beraber arar bulduğumuz her parça için masada sevişiriz" dedi ve dudaklarını onun boynuna gömdü.

Zerya irileşmiş gözlerle dehşete düşmüş kapılmış gibiydi. Eliyle onu saçlarından tutup isyan eden bir ses tonuyla "yüzbin parça sen delirdin mi be adam " diye konuştu.

Elini karısının bacağında dolaştırıp onun gibi isyan dolu bir tınıyla "haklısın" dedi ve boynunu ısırıp "karısının ah " demesiyle "niye yüzmilyon " değil deyip karısının teninde hayat bulmaya başladı. İki bedenin şehvete kapılıp verdiği hazla tenleri raks ediyordu.

Adam kadının her zerresine muhtaç ve doyumsuzdu. Çalışma ofasında yankılanan iki bedenin çapışma sesleri ve iniltiler bunun en büyük kanıtıydı.

Saatler sonra Zerya üçlü koltukta kocasının kolları arasında yorgun bedeniyle uyanık kalmak için mücadele veriyordu.

Kafasını kaldırıp yorgun sesiyle "Azad" dediğin de genç adam elini kaldırdı ve Zerya'nın gece karası saçlarına saldırıp "Hâlin uyu yorgunsun yarın konuşuruz" dedi.

Elbet anlatacağı günler gelecekti lakin o gün bugün değildi.

Saatler sonra karısını yatağına yatırıp duş aldı. Mehmet hala yaşıyordu. Banyodan çıkıp rahat bir şeyler giydi. Önce çocuklarının odasına girdi ikisini öptü ve aşağı indi. Bahçeye çıktığında bütün ev ahalisi uyuyordu.

Bahçedeki hasırlı koltuklara geçip oturup sigara paketinden bir sigara çıkarıp etli dudaklarına götürdü. Çakmak değil kibritle yakacaktı. Sigara dumanını ciğerlerine çekerken ne olacağını neler yağacağını düşünüyordu. Tehlikeli bir hayatı vardı ve ailesini koruyup kollaması gerekiyordu.

Birinci sigarasını söndürüp ikincisini yaktığında elinde ki kibrit  kutusunu çevirerek dalgın dalgın düşünmeye başladı. Devamında büyük bir karmaşa onu bekliyordu. Bu şekilde üç paket sigara bitirdi. Vakit gece yarısı olmuştu. Son sigarayı dudaklarına götürüp kibriti eline aldığında çalınan telefonuyla sigarayı yakmaktan vazgeçip gelen aramayı cevapladı.

Karşıdan gelen ses Pervin'e aitti.

Azad'ın dudakları kenara kıvrıldı. Onu ağlarken görmek üzüldüğünü canının yandığını bilmek ona haz veriyordu.

Pervin başta ağlayıp yalvarmış. Daha sonra onu ailesiyle tehdit edip  onu öldüreceği ne dair antlar etmişti.

Azad'ın sıra sende Mehmet gibi kolay bir ölümün olmayacak demesiyle telefonu kapatmıştı. Kısa bir süre elinde ki kibriti kutusunu çevirip ne hissettiğini düşünmeye başladı. Hiçbir şey hissetmiyordu.

Acı,

Hüzün veya başka bir şey hiçbir şey hissetmiyordu.

Sesli bir nefes alıp zihnindeki gereksiz düşünce kapı dışarı etti. Elinde ki kibrit kutusuna baktığında son kibriti yakıp kibritin ateşi parmaklarına geldiğin de "bitti artık beni yakamazsınız " dedi kibriti öfledi.

Ayağa kalktığında Cemil elinde telefon ona doğru geliyordu. Azad haberi Pervin'den aldığı için onun ne söyleyeceğini biliyordu.

Cemil önün de durup "abi başın sağolsun babanız ölmüş" dedi.

"Ateşi bol olsun" dedi ve içeriye doğru yürümeye başladı. İçeriye girerken "adamlara söyle toplanın Mehmet'i gömmeye gideceğiz " dedi ve  içeriye girdi.

Yukarı çıkarken sessiz olmaya dikkat etti.

Sessiz olacak Mehmet'i sessizce gömecekti.

Tıpkı annesi gibi...

Yukarı yatak odasına çıkıp sessizce giyinme odasına girdi. Giyeceği takım  elbisenin pantolununu giyip gömleğini kollarından geçirip ceketini eline alıp yatak odasına girdi. Ceketini yatağının üzerine bırakırken yatakta melekler gibi uyuyan karısına hasretmiş gibi gömleğinin düğmelerini ilikleyip ceketini aldı ve yatağa ilerledi. Dudaklarını onun alnına bastırırken fısıldayarak "canını acıtan herkes on katı bedel ödemeden durmayacağım"

Dedi ve yatak odasından çıkıp aşağı indi. Sis dostunun pişmanlık yaşamaması için Karan'ı da uyandırıp onu bekliyordu. Azad onu gördüğün de nedenini sorgulamadı. Arabaya binerken başın sağolsun kardeşim " dedi ve arabasına bindi. Şimdi gidip babasının annesine reva gördüğü gibi onu göme bilirdi.

Arabalar arka arkaya Urfa'ya doğru yol alırken herkes sessizdi. Daha onu Mardin'e büyükbabasıyla bekleyen büyük bir hesaplaşma bekliyordu.

Bölüm çok uzun olduğu için iki part olacak ikinci part pazar günü

Continue Reading

You'll Also Like

178K 17K 26
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
8.6K 97 29
Jikook fic önerileri 💕
160K 5.6K 21
Babasının intikamını almak isteyen baran ağa berfinle evlenip ondan intikam alıcakken aşık olursa... Şiddet,argo ve küfür içerir