KALBE SAPLANAN OK

By ebrununhikayeleri

16.9M 650K 1.4M

Bitmiş nefesi, biraz kırılgan sesi, Mavilikleri buz tutmuş, Elleri nasırlı, Gözleri gözlerime kenetli; "İyi k... More

Giriş
1. Zehirli Yalan.
2. Kesik Nefes.
3. Nelik Acılar.
4. Kurtarıcı.
5. Yüzyıllık Parçalanmış Gözler.
6. Kirli Akıbet.
7. Eylül Ayı Sevilmez.
8. Düşman.
9. Artıyı Götüren Eksi.
10. Adil Olmayan Fidye
11. Beyaz.
12. Gözleri Gözlerine Çevrili.
13. İki Kelime, Dört Yangın, Bir Masum.
14. Azalan Mesafeler
15. İlk Büyük Hamle.
16. Kurşun.
Özel Bölüm- Tren Sahnesi
17. Eğik Eksen.
18. Düş ve Düşes.
19. Örtük Kasvet.
20. Yıkım ( I. Kitap finali. )
21. Unutma Beni Çiçeği.
22. Suya Yazılmış Şiirler.
23. Tutku
24. Kuşanan Kılıçlar.
25. Yalana Bulanmış Sözler.
26. Serter'in Gecesi.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur
28. Günaşırı.
29. Mavi Gözler.
30. Yakıcı Dudaklar.
31. Yüzleşme.
32. Bir İstanbul Beyefendisi.
33. Çınar.
Özel Bölüm- Nehir& Cesur.
34. Cenazesi Kılınmış Ölü Duygular.
35. Denk Düşmüş Aşklar.
36. Fırtına.
37. Ne fark eder.
Özel bölüm -Nehir& Cesur
38. Bıçak Darbeleri.
KİTAP OLUYORUZZZ.
39. Unutulmuş Bazı Anılar.
40. Hep Beraber.
41. Bir Tren İstasyonu.
42. Onu Hissetmek.
43. Gözler Yalan Söylemez.
44. Onun Dudakları Ve Benim Kalbim.
45. Kayıp.
46. Serter Güçlü.
47. Kırılmış Kalpler.
duyuru
Özel Bölüm / Bekir&Naz
48. Seni Seviyorum.
49. Bir, iki, üç... Süre bitti.
50. Dostluk.
51. Sıcak göğsü.
52. Güzel Karım.
53. Dudakları İlaç.
KALBE SAPLANAN OK KAPAK
KALBE SAPLANAN OK
Alıntı.

27. Yaralar Kabuk Bağlamaz.

228K 8.7K 22.6K
By ebrununhikayeleri

Medya: Sert er ÖZNDMDMDMD

Bu arada dört milyon olmak üzereyiz, yeni gelenler aramıza hoşgeldiniz.

Yıldızlarınızı eksik etmezseniz sevinirim, satır aralarına da yorum atarsanız çok mutlu olurum.

Bölüme başlamadan önce küçük bir kalp bırakır mısınız:*)

Birini öldürmek mi istiyorsunuz?

Onu en zayıf noktasından vurmayı denediniz mi? Bir bıçak alıp sırtından vurmayı peki? Bunlar olamıyorsa, en etkili silah sessizliğinizdir. Birini öldürmek istiyorsanız sessiz olacaksınız ve onu umursamayacaksınız. Böyle yaparak öldürmek istediğini kişiyi etkisiz hale getirebilirsiniz.

Fakat ben birini öldürmek değil, süründürmek istiyordum.

Bu yüzden öfkemi açığa çıkarttım. Onu öldürmek istemiyordum, ben onu süründürmek istiyordum. Zamanı vardı elbette, yavaş yavaş hayatındaki her şeyi silip atacaktım. Tek başına hayat mücadelesinde yalnız kalacaktı. Onu yalnız bırakacaktım. Nefes alamayacaktı. Bembeyaz duvarların ortasında sadece o olacaktı.

''Gece.'' dedi Serter.

Odamızın içindeydik. Serter dün akşam eve gelir gelmez çalışma odasına gitmiş, yine kafasını kağıtlara gömmüştü. Yoruluyordu, bu aralar yorgun hissediyordu. O yüzden olabildiğince onu yormamaya çalışıyordum.

''Efendim.'' dedim.

Gözlüğünü çıkardığında, okuma gözlüğü komodinin üzerine bıraktı. ''Bir saat sonra uçağım var.''

''Özel jetin ile gitmeyecek misin?'' diye sordum.

Papatya çayının bulunduğu fincanı tüm parmaklarıyla sararak; ''Hayır.'' dedi dikkatli bir ses tonuyla.

''Neden?''

Derin bir nefes aldığında, kucağında bulunan kağıtları katlamaya çalıştı. ''Çünkü bakımda, bakımı yapılmayan hiçbir araca binmem. Özelikle hava yolu araçları tehlikeli oluyor.''

''Hım.'' Mırıldandım.

''Yaklaşık bir hafta birbirimizi göremeyeceğiz.'' Bu gerçek yüzüme tokat gibi çarptı. ''Biraz üzüleceğim açıkçası.'' dedi.

Yanına oturduğumda, açılan eteğimi düzelterek elinin üzerine elimi bıraktım. ''Birbirimizi görüntülü ararız, sana sürekli mesaj atarım.'' Özlem duygusuyla bütünleştiğim halde bir şeyler belli etmemek için özen gösterdim. ''Olmaz mı?''

Elimi dudaklarına götürdüğünde, oraya sıcak bir öpücük bırakıp beni mutlu etmişti. ''Seni görüntülü tabii ki ararım ama senin vizeler başlamıyor muydu?''

Başlıyordu.

''Şey.'' Sıcak ellerine bakarak; ''Başlıyor, yani yarın ilk vizeme gireceğim. Sanırım bir hafta sürecek.'' dedim.

''Gece.''

Başladık yine...

''Efendim.'' dedim.

Avuçlarının arasında bulunan elimi sıkarak; ''Bu yaptığını asla tasvip etmiyorum. Sen böyle sorumsuz bir kız değildin. En azından zor şartlarda kazandığın okuluna devam edebilirsin. Böyle yaparak tüm emeklerini çöp ediyorsun. Bu seni zayıf yapar, güçlü değil. Neden böyle yapıyorsun ki?'' Kızmıştı.

''Karnımdan vurulduktan sonra okula devam edemedim, ister istemez şevkim kırıldı ama haklısın. O okulu zor şartlarda kazandım ve biraz daha odaklanmam gerekirken kaçmaya çalışarak hata yapıyorum.''

Serter haklıydı.

''Bak...'' Gözlerini kapatıp açtı. ''Üçüncü sınıfsın, neredeyse iki yıl sonra okulun bitecek. Bu süreçte olabildiğince derslerine asıl. İnsanlar hukuk kazanmak için gece gündüz çalışıyor. Sen de bunu yapabilirsin, güzel karım.''

Gözlerim dalgındı. ''Bu akşamdan itibaren ders çalışmaya başlıyorum. Sonra da sınavlarıma gideceğim. Her ne kadar kısa süre kalmış olsa da en azından sınavlara girmek istiyorum. Yapamazsam bütlere kalırım. En kötü bütlerde kurtarırım.''

''Sana kitap almıştım, onları paketlerinden çıkarıp hiç baktın mı?'' Kızgınlığı az değildi, bayağı bayağı öfkelenmişti.

''Serter.''

''Neyse.'' Papatya çayından bir yudum alıp ellerini geri çektiğinde kolundaki saatini kaldırıp yüzüne tuttu. ''Çok geç kalacağım, hemen giyinmeliyim. Bugün biraz da yorgun hissediyorum. Uçak da iki saat uyurum.''

''Sana kahve yapmamı ister misin?'' diye sordum.

Sorduğum cümle sonrası dudakları aralandı, ardından aralanan dudakları kapandı. Bu cümle ona iyi gelmemiş olacak ki elini havaya kaldırdı ve o eli de aynı sürede indi. Kucağına bıraktığı eli, komodinin üzerinde soğumaya başlayan çayı ile birlikte garip bir his yüzünü sardı.

''Serter?'' Omzuna dokundum. ''Ne oldu ki? Kahve yorgunluğu alır, işte kahve yapayım.'' dedim.

İki elini birden kullanarak yanaklarıma avuçladı. Dudaklarını dudaklarıma bastırıp küçük bir öpücük aldıktan sonra geri çekildi. ''Zahmet etme.''

''Olur mu? Baksana yorgunsun.'' İç çekerek yüzünü incelediğimde, mavi gözlerinin esiri oldum. ''Sen yorgun olunca, kendimi suçlu hissediyorum. Sana iyi gelmek istiyorum. Senin huzurlu olmanı istemek dışında başka bir gayem yok.''

''Önce derslerine çalış, zaten gıcık kaptım sana.'' Yine yedi yaşına inmişti.

Dudaklarımın kenarı kıvrıldı. ''Gıcık mı?''

''Evet, gıcıksın.''

''Ne alaka Serter? Hiçbir şey yapmadım. Ayrıca tersinden kalkmış gibisin. Sinirli sinirli bakıyorsun.'' dedim.

Belimden tutup beni yatağa çektiğinde kucağına düşmüştüm. Kucağına düştüğüm için kokusunu içime çekerek büyük bir fırsatçılık yaptım. Onun kokusuyla bütünleşmek bu hayatta isteyeceğim en çok şeylerden yalnızca birisiydi. Bir tek onun kokusunu duymak istiyordum.

''Serter...'' Ağzımı yayarak konuştum. ''Ne yapıyorsun?''

''Sana sinirli mi bakıyormuşum?'' Kulağıma doğru; ''Evet sinirliyim, sınavlarına gitmiyorsun. En hassas olduğum konu.''

''Sen şimdi Semih'e de matematik öğretmek için hoca tutmuşsundur?''

''İlerisi için tuttum, dördüncü sınıfı bekliyor.'' dedi.

Gözlerim kocaman açıldı. ''Psikopat.''

''Ağzın bozulmuş.'' dedi.

Gülümseyerek dolabın karşısına geçtiğimde, Serter eşofman takımlarından birisi almak için eğildim. ''Beni taklit etme Büyükelçi. Beni sinir ediyorsun. Üstelik giderayak bana sesini yükseltiyorsun, aşk olsun.'' Siyah eşofmanı çıkardığımda aynadan kendimi kontrol ettim. Üzerime olacak gibi görünüyordu.

''Ben sana sesimi yükseltmedim.'' dedi.

''Aynen kesin.'' Siyah eşofmanı ona göstererek; ''Şunların boyu çok uzun, daha kısa al lütfen. Sonra bana olmuyor.'' dedim.

''Güzelim, ben 1.94 boyundayım.'' O an sadece güzelim kelimesine takılıp kalmıştım.

Gözlerim tekrar dalgın bir aleve dönüştü. Ne diyeceğimi bilemedim. Elimde eşofman takımıyla arkama döndüğümde, ilk birkaç saniye sessizleştim. Bana güzelim demişti. Bunun benim için yaratmış olduğu huzuru bilmiyordu, tahmin bile edemezdi.

''Gece'm?'' İsmimi vurguladı.

''Efendim.''

Bana doğru geldiğinde, parmaklarımın arasında olan eşofmanı çekip dolabın içerisine geri koydu. ''Bunları kısaltırız, hemen hallederim bugün sen merak etme.'' Parmaklarını kullanarak çenemi tutup gözlerimin içine bakmaya çalıştı. ''Yüzüme bakar mısın lütfen?'' Bakmadım. ''Seninle işimiz var, hemen kızardın sen ya.''

''Kızarmadım.''

''Kızardın.'' dedi.

''Kızarmadım ya...'' direttim.

''Kızardın kızardın.'' Güldü. ''Baksana, yanakların kırmızı olmuş.'' Usul usul yüzümü inceledi.

Kafamı kaldırıp maviliklerine baktım. ''İnsanı sinir eden bir yapın var biliyor musun? Bak ciddiyim.'' Dudaklarının kıvrıldığını gördüm. ''Gıcıksın, bir de bana gıcık diyorsun.''

''Peki peki.''

''Serter ya...'' Omzuna hafif vurduğumda kahkaha atmıştı. ''Baksana sen bir bana. Neden böyle yapıyorsun ki?''

''Ne yapıyormuşum?'' diye sordu.

''Deli.'' dedim.

''Solo en el amor.'' dedi boğuk sesiyle.

Yine İspanyolca konuşmuştu. Beni sinir etmek için her yolu deneyen Serter Güçlü yine farklı bir dil kullanmıştı. Gözlerimi devirip ondan uzaklaştığım sırada, dudaklarında bulunan gülümseme hiç silinmemişti. Bir şey fark etmiştim. Genelde ciddi olan duruşu yanımda bozuluyordu. Dudakları sıklıkla gülümsüyor, gözlerinin içi parlıyordu.

Yatağın üzerine çıktım. Kağıtlarını kucağıma alıp hepsine tek tek baktım. ''Bunlar ne?''

''İş.'' Ayakta dikiliyordu.

''Çok karmaşık. Bu arada İspanyolcayı nasıl öğrendin?'' Ona soru sorarken bir yandan da kağıtları çeviriyordum. Özellikle bazı kısımlar dikkatimi çekmişti. Gözlerim hemen üzerlerinde dolaştı.

Kollarını birbirine sardı. ''Küçük yaşta dil öğrenmeye başladım. İspanyolca da o dillerden biriydi.''

Tek kaşımı havaya kaldırdığımda, diğer kağıda bakarak; ''Kaç dil biliyorsun, Serter?'' Merak etmiştim.

''Yedi dil biliyorum.'' dedi.

Şaşırmamıştım. Serter Güçlü fazla bilgili bir adamdı. İki dille sınırlı kalmazdı. Üstelik sürekli kendisini geliştiriyordu. Geç uyuduğu zamanlarda hep çalışıyordu. İşiyle ilgili sıkıntılar yaşadığı halde hâlâ işine odaklı bir hayatta yaşıyordu. Bir yandan Türkiye, diğer yandan da İspanya ile kontak kuruyordu.

Serter fazlasıyla dolu bir adamdı.

''Hangilerini?'' İç yanağımı ısırıyordum.

''İspanyolca, İngilizce, İsveççe, Rusça, İtalyanca, Korece, Fransızca.'' dedi nefesini dışarıya verirken.

''Rusça?''

''İki ay gibi bir süre Rusya'da kalacaktım. O yüzden Rusça öğrenmeye karar vermiştim. Biraz zor bir dil olduğu için, henüz konuşurken bazı kelimeleri yutuyorum.'' Kurumuş dudaklarını ıslattığında, onun bu kadar dil bilmesi beni şaşırtmamalıydı. ''Öyle işte.'' Omuz silkti.

''Korece?''

''İspanyada görev alan Kore Büyükelçisi arkadaşım. Onun vasıtasıyla yeni bir dil daha öğrenmek istemiştim.'' Burnunu kırıştırdı. ''Korece çok daha zor. Rusça öğrenirken bile bu kadar zorlanmamıştım. Özellikle yazma dili, konuşma diline göre fazla karmaşık. Neyse ki öğrendim.''

''İngilizce?''

''Hem Amerika hem de İngiltere aksanıyla konuşabiliyorum. Türkiye'de genellikle Amerika aksanıyla konuşuluyor.''

''Çok güzel.'' Ağzım 'o' şeklini almıştı.

Kağıtları karıştırmaya devam ettiğimde, ona biraz daha soru sormak istiyordum. Onunla ilgili bir şeyler bilmek hoşuma gidiyordu. Hem kafam dağılıyordu hem de Serter'in hayatına daha da giriyordum. Onun hayatına her manadan girmek istiyordum. Böylece huzurlu oluyordum.

''Peki, İspanya'da günlük ne yapardın? Bir gün boyunca ne yapardın mesela?''

Kollarını çözdüğünde dolabından takım elbise seçmek için arkasına döndü. ''Sabah altı da kalkardım. Sonra iş, akşam da eve döndüğümde fırsat bulursam yemek yerdim. Bazen yemek yemek için tek başıma dışarıya çıkardım.''

Gri takım elbiseyi çıkarıp koltuğun üzerine attı.

''Arkadaşlarınla çıkmıyor muydun?''

Kafasını yana sallayarak gri ceketinin düğmelerini çözdü. ''Hepsi evliydi, neredeyse hepsinin hayatında birisi vardı. Akşam evlerine gittiklerinde, eşleri onlara yemek yapardı.'' Bir eksikliği vurguluyordu, eski hayatındaki eksiklik onu üzüyordu. Bence.

''Peki, üzülür müydün? Yani sonuçta tektin ve bu biraz yarım hissettirir insana.'' Dudaklarımı ısırdım.

Düğmelerini açtığı gri ceketini havaya kaldırıp üzerinde bulunan tozu eliyle silkeledi. ''Hayır, bu hayat kendi tercihimdi. Bir de orada evleneceğim, aşık olacağım...Bir şeyler yaşayacağım kadınlar yoktu.'' Gözlerini kaldırıp bana baktı. ''Daha doğrusu, sen yoktun.''

Gülümsedim. ''Ben, seni İspanya'da görseydim seni kaçırmamak için elimden gelen her şeyi yapardım.''

Dudaklarından ikinci kez bir kahkaha koptu. ''Gece.'' İsmimi söylerken nefesini dışarıya vermişti.

''Ne ya...''

''Ben de seni kaçırmazdım.'' Gömleğinin düğmelerini açtı. ''Önce ruhuna bakardım. Benim için iyi bir ruh her şeyden daha önemli. Şımarık, değer vermeyen insanları sevmem ama seni gördüğüm andan itibaren çok iyi bir ruha sahip olduğunu anlardım.''

İnsanlar neden bir şarkıya tutunuyordu ki?

İnsan yanlış şarkıyı mı seçmişti? Yanlış denizde yüzüp, yalnız gökyüzüne mi bakmıştı? Yanlış saçlar mı omuzlarında salınmıştı? Ayaklarını yanlış suya mı sokmuşlardı? Yanlış ülkenin, doğru olmayan penceresinden mi ormana bakmışlardı? Ruhlarını neden dört parçaya bölmüştü insanlar? Neden sormamışlardı? Neden görmemişlerdi? Neden nanköre şiir yazmışlardı?

Serter Güçlü.

Gözlerim yaşla dolduğunda, dünyayı aleve veren adam...

Onun yanlış olmadığını her geçen gün daha da anlıyordum. Onunla mutluydum, onunla huzurluydum. Bir zamanlar şiirlere tutunan saçlarım onun sayesinde, kendisini buluyordu. Yirmi beş ekim demişti Barış...O yirmi beş ekimde her şey değişmişti. Serter'i tanıdıktan sonra yanlış denizler bile güzel gelmişti.

''Hiç.'' Duraksadım ve kelimeleri toparlamaya çalıştım. ''Hiç, sana açılan kızlar olmadı mı? Senden hoşlanan, sana bakan, seni sevmek isteyen?''

Gömleğini yavaşça üzerine geçirdiğinde, üzerinde bulunan kıyafeti de çıkarmıştı. ''Bir şeyler yaşamak isteyenler olmuştu. Bunun için de çaba gösteren de vardı fakat ben seni bekliyordum. Yirmi dokuz yaşımı bekliyordum, Gece Güçlü.''

''Hayatıma dokunuyorsun.'' dedim.

''Hayat seni karşıma çıkarmasaydı eğer; yarım bir adam olarak hayatıma devam ederdim.'' dedi.

Gömleğini giydi. Eşofmanını çıkarıp altına pantolonu da geçirdi. Onun her bir hareketini izlemeye başladım. Kısa bir sessizlikten sonra yanıma geldi. Elini çenemin altına bırakıp kafamın üzerine sıcak bir öpücük bıraktı eğildiği sırada.

''Gidiyor musun?'' diye sordum.

Göz göze geldik.

''Evet, bir hafta yokum.'' Gözlerini kaçırdı.

Çatık bir kaşla; ''Beni hep ara olur mu?'' diye sordum.

''Arayacağım tabii ki.'' Saçlarımı bir kez daha öptüğünde, kokumu içine çektiğini fark ettim. ''Sen benim eşimsin, seni arayacağım tabii ki. Ayrıca...'' Geliyordu bomba, kesin ders diyecekti. ''Derslerine de çalış, lütfen. Eğer çalışmazsan çok kızarım.'' Hem lütfen deyip hem de tehdidini de savurmuştu.

''Şimdi mi çıkıyorsun?''

Asla gitmesini istemiyordum ama bir yandan da kalmayacağını biliyordum çünkü işi önemliydi.

''Evet.'' Saçlarımı kokladı. ''Yemek ye tamam mı?''

''Tamam tamam.''

''Ders de çalış.'' Sanırım iki kelimesinden birisi buydu. Ders.

''Tamam.''

''Kocanı da özle.''

''Pekala.'' dedim.

''Gece.'' dedi.

Derin bir nefes alıp bileğinden tuttum. ''Üstüme gelme gerçekten anladım. Ders çalışacağım, yemek yiyeceğim, bunların hepsini yapacağım.''

Bu haline gülmemek için zor tuttum kendimi.

''Ders çalışan insanları çok severim.'' Gülümseyen dudaklarıma çevirdi mavi gözlerini. ''Şimdi çıkıyorum, sen de kahvaltını et.''

''Seni özleyeceğim, dikkat et kendine.'' dedim.

''Sende güzel karım.''

Öylece odadan çıktıktan sonra onun yaratmış olduğu boşlukla kafamı yatağın başlığına yasladım. İçimde garip bir his vardı. Hemen gitmesini istememiştim ama gitmişti. Onu bir hafta göremeyecek olmak; biraz garip hissettiriyordu. Ben, Serter'e alışmıştım ki. Onu görmemek üzücü bir duyguydu, başka bir şey değildi.

Aşağıya indiğimde, mutfağa geçerek kendime sıcak bir kahve yapmayı amaçladım. Üstüm dağınık bir şekilde mutfağa geçtiğim sırada, dış kapının çalmasıyla birlikte adımlarım duraksadı, ardından dış kapıya doğru yürüdüm.

Kapıyı açtığımda, Naz ve Nehir'i görünce yüzümde büyük bir gülümseme oluştu.

''Hoş geldiniz.'' dedim sevecen bir ses tonuyla.

Naz bana sarılmadan önce o tuhaf kombinini göstererek; ''Nasılım?'' diye sordu.

''Yine çok güzelsin.'' Ona sarıldığımda, Nehir'e de sarılmayı ihmal etmemiştim.

İkisi şu an en iyi zamanda gelmişti. Birilerine ihtiyacım varken gelmeleri iyiydi çünkü kafayı yemek üzereydim. Serter'in yokluğunu ancak arkadaşlarım giderebilirdi. Onlarla vakit geçirirsem, Serter'i biraz da olsa kafamdan silip atabilirdim.

''Her zaman güzelim ben.'' Dedi Naz.

''Bu arada iyi ki geldiniz.'' Naz geri çekildiğinde, kapıyı kapatıp; ''Serter İspanya'ya gitti. Tek başıma kaldım. Kimse de yok.'' dedim.

''Neden gitti ki?'' Naz deri ceketini askılığa astığında, botlarını çıkarıp ev için giyilen ayakkabıları ayağına geçirdi. ''İş için mi?''

''Evet.''

Nehir de ceketini askılığa astı ve sonra kapaklı dolabı kapattı. ''Canını sıkma, hemen gelir zaten.''

''Bir hafta.'' dedim.

''Ay kız boş ver, bazen araya özlem de girmeli. Değerini bilsin eniştem ayol.'' Naz omzuma vurduğunda adımlarının istikameti mutfak olmuştu. ''Ben kocalarımı rahat bırakıyorum, ne halleri varsa görsünler.''

''Kocalarım mı?'' Mutfağın kapısını açtım. ''Gerçekten mi?''

Buzdolabına doğru yürüdüğümde, onlara meyve suyu ikram etmek için geceden sıkılmış portakal suyunu aldım. Evin çalışanı yoktu, son zamanlarda günlük çalışan kadınlar geliyordu. Onun dışında, yemekler de dışarıdan sipariş ediliyordu. Serter yemek konusunda titizdi, öğün kaçırmamam için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

Nehir taburenin üzerine oturduğunda, yavaşça kafasını Naz'a çevirdi. ''Şey, Naz bir sürü sevgili yapmış.''

''Bir sürü mü?'' Ağzım açık kalmıştı.

Eskiden sadıktı, sanırım sadık kavramını tamamen yutmuştu.

Naz umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. ''Ya sadece üç tane, hepsiyle ayrı zamanda flörtleşiyorum.''

''Peki, Pusat?'' diye sordum.

En sevdiğim şey kız dedikodusuydu.

Kızlara tatlı da çıkarmak istiyordum. Serter her zaman beni düşünerek dolapta pasta tutardı. Taze yapılmış hazır pastaları özellikle seçerdi. Benim için yapardı. Beni düşünüyordu. Beni hep düşünüyordu, düşünmeyi de bırakmazdı.

''Pusat ne alaka ki?'' Aklına bir şey gelmiş olacak ki dalgın gözlerle; ''Dün tenis maçına birlikte geldik diye aramızda bir şey mi olduğunu sandın? Kız saçmalama ayol, ben Pusat ile asla beraber olmam.''

''Neden? Senin gibi çapkın diye mi?'' diye sordum.

Pastayı tek tek dilimledim. Servis tabakların içine bıraktığımda, onların karşısına geçtim. Naz ve Nehir yan yana oturmuşlardı. Ben de onların karşısında oturmuştum. Böylece ikisini aynı açıda görebiliyordum rahat bir şekilde.

''Hayır.'' Çatalı pastaya batırıp çilekli kısmı şekerinden ayırıp ağzına attı. Onu yavaşça çiğnedi. ''Pusat...'' Ağzındakini çiğnedikten sonra; ''Pusat ile sadece arkadaş olunur çünkü eğlenceli ve komik. O yüzden onunla asla sevgili olmam, zaten ben de onun tipi değilim. Esmer seviyormuş.'' dedi.

''Pekala.'' Tabağımı önüme çektim. Yavaşça gözlerimi Nehir'e çevirdim. ''Senin Cesur ile ne oldu? Sana mesaj attıktan sonra bana hiç dönmedin.''

Nehir'in gözlerine aniden hüzün çöktü. ''Cesur meselesini açmasak olur mu? Onun hakkında konuşmak istemiyorum.''

''İt Cesur.'' dedi Naz.

''Naz.'' Sesim uyarır nitelikteydi.

''Pezevenk Cesur.'' dedi Naz.

''Naz.'' dedim bir kez daha. ''Nehir'i zorla sevemez, sevgilisi olması da gayet normal. bu onu pezevenk de yapmaz.'' İç çekerek tabağımla oynamaya başladım. ''Cesur bir boşlukta, bence eski karısını unutamadı. O yüzden randevulara çıkıp kafasını dağıtıyor. Nehir'i de istemiyor çünkü Nehir yaşça küçük.''

''Yaşımdan dolayı olduğunu düşünmüyorum.'' Nehir'in sesi dalgındı. ''Onun beğendiği kızlardan değilim. Yan yana bile kötü duruyoruz.''

''Cesur yakışıklı birisi evet ama...'' Muhtemelen Serter, arkadaşı hakkında böyle konuştuğumu duysa kalp krizi geçirirdi erken yaşta.

''Ama?''

''Sen de çirkin değilsin. O seni istemedi diye özgüvenin düşmüş olabilir fakat kendine yazık ediyorsun. Erkekleri bazen fazla büyütüyorsun Nehir. Dümdüz insanlar. Adım attın zaten, gözlerinle belli ettin. O da başkasıyla randevuya çıktı. Bu demek oluyor ki bu saatten sonra onunla ilgili her şeyi kafanda sileceksin.''

Naz, hafif Nehir'e vurdu. ''Kız ben, sana ayarlarım birisini, Cesur'u da göt gibi arkada bırakırız.''

''Ben başkasını istemiyorum.'' Ellerini birleştirip çenesinin altına bıraktı. ''Ben, artık kimseyi istemiyorum.''

Telefonum çalınca hemen mermerin üzerinde bulunan telefonumu alıp arama değil de mesaj geldiğini görerek biraz hayal kırıklığına uğradım. Serter bana mesaj atmıştı. Henüz araçla havalimanına gittiği için telefonunu kapatmamıştı. Muhtemelen uçağa biner binmez telefonunu kapatacaktı.

İstanbul Beyefendisi: Fotoğraf*

Fotoğrafın üzerine tıkladığımda, avuçlarını gördüm. Hemen avuçlarını yakınlaştırdığımda, üzerinde iki tel saç fark ettim. Saçın rengini inceledim yavaşça. Kumral saçlardı. Bunlar benim saçlarımdı.

Gece: Bunlar ne?

İstanbul Beyefendisi: Saçlarını öptüğüm için, saçların bana yapışmış. Onları fark ettim ve atmaya da kıyamadım. Sanırım onları saklayacağım.

Gece: Bu aralar çok dökülüyor. Bu arada ne zaman varırsın havalimanına?

İstanbul Beyefendisi: Yarım saate. :)

Gece: Seni özledim. Şimdiden. Özledim. Çok sıkıcı ev. Sen yoksun. Eğlenmiyorum. Çok. Çok. Çok. Sıkıcı.

İstanbul Beyefendisi: Noktalama?

Gece: Canım sıkılıyor, çok umursama beni...

İstanbul Beyefendisi: :) Neyse ki askere gittiğim zamanlar tanışmamıştık. Aylarca askerdeydim, O zamanlar beni görmeden ne yapardın bilmiyorum.

Gece: Sen bedelli yapmadın mı?

İstanbul Beyefendisi: Ne?

Gece: Ben, senin bedelli yaptığını düşündüm. Yane öyle sandım.

İstanbul Beyefendisi: Yani*

Yazım yanlışımı düzeltiyordu.

Gece: Bedelli misin değil misin?

İstanbul Beyefendisi: Yok artık, sen yarın bir gün sünnetli misin değil misin diye de sorarsın. Çok şaşkınım.

Gece: Kestirdin mi oha?

Arkadaşlarım şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. Onlarla sohbet etmeyi unutmuş, hızlıca Serter'e yazıyordum. Üstelik Serter de çok hızlı yazıyordu. Normalde birkaç saniye de mesajlarımı görmezdi.

İstanbul Beyefendisi: Sünnetliyim, karıcığım. Ayrıca bedelli yapmadım, ben her Türk evladı gibi vatanî görevimi yaptım, yani askerlik yaptım.

Gece: Pusat söylemişti de.

İstanbul Beyefendisi: Yok artık. Neyse.

Gece: Boş ver kapatalım bu konuyu...Dikkat et kendine lütfen. Carla çok kötü bir kadın. Sana bir şey yapmasından korkuyorum. Kendini koruyacağını biliyorum ama yine de dikkatli olmanı istiyorum, lütfen.

Telefonu ters çevirip masanın üzerine bıraktığımda, Naz'ın koca pastayı beş dakika da yiyip ikincisi de doldurduğunu gördüm. Bu halini gülerek izledim. Oldukça hoşuma gitmişti. Genelde de pastayı seven birisiydi.

''Serter mi?'' Nehir'in sorusuna kısaca kafamı salladım.

''Evet.'' Telefona baktığımda, mesajıma dönmediğini gördüm. ''Arabadaymış, birazdan havalimanına geçecekmiş.''

''Bir hafta kısa bir süre. Hem birlikte sınav çalışırız, zaman da geçer.'' Nehir haklıydı.

Pastayı usulca ağzıma götürdüğümde, onu yavaşça çiğnedim. ''Çok çalışıyor, çok yoruluyor. Elimde olsa, sihirli değnekle onun bir daha yorulmamasını isterdim.'' dedim can sıkıntısıyla.

''Çocuk düşünüyor musunuz?'' Gözlerim kocaman açılınca Nehir soruyu biraz daha yumuşatarak; ''Yani okul bittikten sonra düşünür müsünüz? Sonuçta ikiniz de çocuk bakacak yaştasınız.'' dedi. Sesi yumuşak çıkmıştı.

''Ben istiyorum, Serter de istiyor.'' Parmaklarımı birbirine dokundurarak baş parmaklarımla oynamaya başladım. ''Şu an belirsiz, zaman neyi gösterir bilemiyorum. O işine kaldığı yerden devam edecek, benim de okulum biterse çocuk yaparız. Hem bebekleri seviyorum, çocuklara iyi bir aile ortamı kuracağımızı düşünüyorum.''

Telefonum titreyince hemen onu elime alıp gelen mesaja baktım.

İstanbul Beyefendisi: Aklın bende kalmasın.

Parmaklarım klavyeyi bulduğunda, hızlıca içimde geçen düşünceleri yazdım. Gözlerim telefona odaklı bir şekilde yazdığımda kızlar tekrar koyu bir sohbete dalmıştı.

Gece: Aklımdan hiç çıkmıyorsun ki...

Ekranda kocaman İstanbul Beyefendisi yazısını görünce büyük bir heyecanla ayağa kalktım. ''Serter arıyor, geliyorum.''

''Salak.'' dedi Naz.

''Sadece aşık.'' dedi Nehir.

Büyük bir sevinçle diğer odaya geçtiğimde, kapıyı üstüme kapatıp koltuğun kenarına kalçamı yasladım. Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan telefonu kulağıma götürdüm. O aradığı için heyecanlıydım. Neredeyse bir saattir görmediğim halde bu şekilde olmak beni korkutmuyor değildi.

''Güzel karım.'' Telefonu açar açmaz ilk hitap şekli bu olmuştu.

Ayaklarımı halıya değdirip; ''Efendim.'' dedim.

''Arabadan indim, birazdan havalimanına geçeceğim.'' Bana saatlik raporunu sunuyordu. ''Ayrıca sen de benim aklımdan çıkmıyorsun. Lütfen beni düşünerek de kendini meşgul etme. Farkındayım, bir hafta çok uzun bir süre ama bu konuda yapacağım bir şey yok.''

''Tamam bir şey demedim zaten.'' Konuyu değiştirmek adına; ''Yemek yiyecek misin? Sabah da bir şey yemedin.''

''Uçakta yerim.'' dedi.

''Tamam. O zaman ben kapatayım. Sen uçaktan indikten sonra ararsın, konuşuruz olur mu?''

''Tamam karıcığım.'' dedi.

''Görüşürüz.''

Bir şey demeden telefonu üzerine kapattıktan sonra koltuktan kalkıp derin bir nefes alarak odadan çıktım. Aynı anda dış kapı tekrar çaldığında, Nehir mutfaktan çıkarak kapıyı açtı. Gelen Cesur'du, biraz şaşırmıştım. Onun da Serter ile gittiğini düşünüyordum çünkü Cesur normalde İspanya'da yaşayan birisiydi.

''Merhaba.'' dedi Cesur.

Nehir onu görür görmez yüzünde sert bir ifade oluştu. ''Merhaba.'' Kapıyı sonuna kadar açtı ve bana baktı. ''Gece.''

''Serter uçağa binecek de..Onunla konuştum.'' Açıklama yaptım. ''Telefonu erken kapatmak zorunda kaldık.'' Cesur'a çevirdim elalarımı. ''Bu arada hoş geldin. Ben senin de İspanya'ya gideceğini düşünüyordum.''

''Bir süre gitmem, Türkiye'de kalacağım.'' Nehir'e baktı hemen bakışlarını başka yöne yöneltti.

''Neden gelmiştin?'' diye sordu Nehir.

Nehir'in bakışları oldukça sertti. Bize mutfakta, bazı şeyleri yarım anlattığı anlaşılıyordu. Olay başkaydı. Aralarında bir şey geçtiğini düşünüyordum ama ne geçtiğini bilmiyordum. Sadece sevgilisi olduğu için bu kadar öfkeli olması yersiz olurdu, sonuçta Cesur onun eski sevgilisi değildi. Ona yerli yersiz trip atamazdı. Altında başka bir mesele vardı, bilmediğim bir mesele dönüyordu.

''Bir dosya var, onu Serter'in çalışma odasından almam gerekiyor.'' Cesur mesafeli görünüyordu.

Nehir farkında olmadan yüzünü buruşturdu ve geri çekilerek; ''Anlıyorum.'' dedi.

''Anlamana sevindim.'' Cesur o kadar mesafeliydi ki heykel gibi duruyordu.

Belki de sevgilisi kızıyordu. Başka kızlarla arasına mesafe koyması gerektiğini söylemişti. Cesur normalde de Nehir'e mesafeliydi ama bugün başka duruyordu. Bugün gözlerinde farklı bir duygu vardı. Bunu adlandırmak, soyutlanmış kelimelerle süslü cümleleri ayırt etmek kadar zordu. Ayırt edemiyordum.

''Ben zaten her şeyi anlıyorum.'' Nehir'in ses tonu imalıydı.

Cesur elini ensesine götürdü. ''Gece.''

''Efendim.''

''Birkaç gün sonra evde yatılı çalışmak için üç çalışan da gönderilecek. Serter sana söylemeyi unutmuştur belki.'' dedi Cesur.

Nehir burnunu kırıştırdı Cesur'a karşı ve hâlâ karşısında dimdik bir bedenle duruyordu. İkisinin birbirini görmezden gelmesi garipti.

''Güvenilir değil mi?'' diye sordum.

''Benim Türkiye'deki evimin işlerinde sorumlular. Daha önce onlarla çalıştım, herhangi bir sorun yok.''

Nehir araya girdi. ''Aslı nerede?''

''İspanya'ya döndü.'' dedim.

''Yaa neden?''

''Öyle gerekti.'' Herkese her şeyi anlatmak istemiyordum. ''Bu arada teşekkür ederim Cesur, sayende bir süre burada güvenilir insanlar olacak. Ev çok büyük, hepsine yetişemem. En azından tanıdığın kişiler evimizde olacak.'' dedim.

''Rica ederim, ne demek.''

Cesur sessizce merdivenleri kullanarak üst kata gittiği sırada, Nehir arkasından öfkeli öfkeli bakıp; ''O kadar pislik bir insan ki...''

''Ne?'' Ağzım kocaman açıldı.

Cesur'un adımları duraksadı. Nehir'in ona pislik dediğini duymuştu. Bunu duyduktan sonra, arkasına döndü. Omzunun üzerinden Nehir'e kısa bir bakış attı. Dudakları aralandı, ardından o dudaklar tekrar kapandı. Hiçbir şey demeden merdivenlerin tırabzanına tutunup ortadan kayboldu.

''Duydu.'' dedim.

''Pislik.''

''Nehir.'' Koluna dokunarak onu bir kenara çekip; ''Bize anlatmadığın bir şey var değil mi? Bak beni sinir etme, anlat çabuk.''

Arkadaşlarım benden, ben arkadaşlarımdan bir şeyler gizliyordum. Harika dosttuk, gerçekten de harika arkadaşlardık.

''Beni öpmeye kalktı.'' dedi.

Gözlerim kocaman açıldı.

Naz arkadan gelen; ''Vay şerefsiz pezevenk vay.''

Naz'ın koluna vurup onu da kenara çektim. ''Ya öyle bağırma, şu an evde bizi duyacak. Çok ayıp.'' Bakışlarımı arkadaşıma çevirdim. ''Şimdi bana anlat! Neden başta söylemedin ki? İnsan anlatır değil mi?''

Nehir ellerini yüzüne götürüp saçlarını arkaya atarak merdivenlere baktı. ''Ayakkabısının sesi geliyor.''

Cesur'u fark ettiğimiz sırada, beş saniye içinde gidip beş saniye içinde gelmesi dikkatimden kaçmamıştı. Bize baktı, gözleri önce bana sonra da Nehir'de durdu. ''Nehir gelir misin?''

''Niye?'' Nehir'in sesi mesafeliydi.

''Gel işte.'' dedi.

Nehir'den herhangi bir cevap gelmeyeceğini anlayan Cesur yavaşça merdivenlerden aşağıya indi. Tırabzanlara tutunmadan aşağıya indiğinde elini cebine atarak bir şey çıkardı. Küçük minik bir cüzdana benziyordu. Genelde çantaların içinde olurdu.

''Evimde unutmuşsun.'' Kelimeleri bastırdı.

Ev mi?

Ne evi?

Naz, ''Tövbe tövbe.''

Nehir hüzün dolu bakışları eşliğinde Cesur'un karşısına geçti. Onun avuçlarının içinde olan minik çantayı aldığında Cesur onu izliyordu. İkisinin arasında yüksel bir gerilim hattı geçiyordu. Cesur'un avucunda duran küçücük minik cüzdana benzeyen cismi eline alan Nehir oldukça öfkeliydi.

''Bu bana ait değil.'' Tekrar onu aynı yere bırakmak için eğildiğinde, Cesur onun elini sıkarak Nehir'i kendine doğru çekti.

''Sana ait değil miymiş?'' Cesur'un kaşları çatıktı.

''Elimi bırak.'' Nehir dişlerinin arasından konuştu.

''Hayır, bırakmayacağım.'' dedi Cesur, ardından Nehir'in avuçlarını için açıp onu işaret parmağıyla okşamaya başladı.

Naz kulağıma yaklaştı. ''Siktir, bunlara ne olmuş aboo.''

Gözlerimi devirdim. ''Sus.'' dedim fısıltıyla.

''Ne yapıyorsun?'' Nehir de fısıldamaya çalıştı. ''Onlar burada, yanlış anlayacaklar. Elimi bırak ve git. Ayrıca bu şey benim değil.''

''Odamdaydı?''

''Benim değil, anlamıyor musun? İdrak edemiyor musun? Gerçekten gördüğüm en tuhaf insansın.'' Cesur'a doğru bir adım attı. ''Elimi bırak, cidden sinirlenmek istemiyorum ama elimi bırakacaksın.''

Cesur'un dudakları gülümsedi. ''Bırakacağım?''

''Cesur.'' dedi Nehir.

İkisi o kadar çok birbirlerine dalmışlardı ki bizim burada olduğumuzu unutmuştu. Aralarındaki enerjiyi bir tek ben mi alıyordum? Şu an Serter görseydi, muhtemelen o da bu enerjiyi alırdı. Çok garip hissediyordum. Cesur, Nehir'in elini tutmaya çalışıyordu. Düne kadar Nalan dediği kızın elini hem de...

''Nehir.'' dedi Cesur.

''Yapma.''

''Neyi?'' Kulağına eğildiğinde söyleyeceği şeyi duymayacağımızı düşünüyordu ama gayet iyi duyuyorduk. ''Yaşananları arkadaşlarına anlatırken iyiydi de ben şu an seninle sesli kavga ediyorum diye mi kötü oluyorum? Cevap versene.''

Nehir'in boştaki eli yumruk oldu, o ince tırnakları derisini çizmek üzereydi. ''Biliyor musun? Sen gerçekten de çok kötü birisisin.''

Cesur onun elini bıraktı. ''Olması gerektiği gibi davranıyorum.''

''Dengesiz.'' dedi Nehir.

''Öyle mi?

''Bir şey demek istemiyorum artık, lütfen benimle aynı ortamda bulunma.'' Mutfağa doğru giden Nehir hızlıca çantasını alıp kapıdan dışarıya çıktı. Naz da arkasından ona yetişmeye çalıştığında, holün ortasında Cesur ile yalnız kaldık.

Elinde duran o küçük minik cüzdana benzeyen cismi yere attığında öfkeyle ellerini saçlarına geçirdi. Kaşları çatıktı ve asla sakin görünmüyordu. O kadar çok öfkeliydi ki...Neden böyle olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ev demişlerdi, evde ne olmuş olabilirdi ki? Asla anlam verememiştim.

''Cesur.'' Bir adım atarak kollarımı birbirine sardım. ''Önümüzde tartışacak kadar ne yaşadınız?''

Ceketinin bağlı olan iki düğmesini parmaklarıyla çözdüğünde bakışları benim üzerimde durdu. ''Bir şey yok.''

''Var bir şey.'' diye direttim.

''Gece.''

''Söyler misin? Arkadaşımı bu halde hiç görmemişim. Ne yaptın da bu kadar öfkelendi?''

Mutfağa gitti.

Onu arkasından takip ettiğimde buzdolabını açıp sürahiyi çıkardı. Bu havada soğuk su içmeyi umursamamıştı. Sürahinin içindeki suyu bardağa doldurup bardağı tezgahın üzerine sertçe bıraktığında boynunda bulunan kravatı da gevşetti. Hâlâ burada neler döndüğünü bilmiyordum. Asla anlamıyordum, asla.

''Cevap verir misin?'' Sakince sormaya çalıştım.

Nehir'den öğrenebilirdim ama Cesur'un da duygularını bilmem lazımdı.

''Bir şey yok.''

''Var.'' dedim.

İnatçıydım, bunu bilmesi gerekiyordu.

''Karımdan boşanacağımız sırada onu kaybettim. Ona önceleri derinden bağlıydım.'' Açıklama yapmaya başlamıştı. ''O benim kalbimdi, öyle diye düşünüyordum fakat zamanla birbirimize ait olmadığımızı fark ettim. Aynı kulvarda bile değildik, buna rağmen evliliği sürdürmeye çalıştık.''

Bunu bilmiyordum, severken kaybetti sanmıştım.

Sözlerine kaldığı yerden devam etti. ''Birkaç yıldır bir boşluk içindeyim. Kumru'yu kaybedeli üç yıl bile olmadı ama son zamanlarda bu boşluğu bir kadınla kapatmaya çalıştım çünkü her insan gibi benim de sevilmeye ihtiyacım var.''

''Konunun Nehir ile ne alakası var?''

''Aslında hiçbir alakası yoktu. Nehir, senin arkadaşındı. Benim için böyleydi.''

''O zaman sorun nedir?'' Ellerimi tezgaha dayayıp destek almaya çalıştım. ''Bir şey olmuş ki bu kadar öfkelisin. Sorunun ne olduğunu anlatabilirsin.''

''Nehir'i ilk gördüğüm gün Atakan olayı yüzünden olmuştu. O gün onun yanında olmuştum. Biraz da sohbet etmiştik. Üzgündü ve onu teselli etmek için biraz çaba göstermiştim.'' Bakıları dalgınlaştı. ''Açıkçası etkilenmiştim de.''

''Normal yani bence, sonuçta hem güzel hem de olgun bir kişiliğe sahip.'' Biraz arkadaşımı övmemin hiçbir kötü yanı yoktu. ''Peki, sonra ne oldu da bu hale geldi durum? Ayrıca sen nasıl etkilendin ki? Her gün biriyle randevuya çıkıyordun.''

''Sevgilim yok, normal değil mi tanışmak için birileriyle randevuya çıkmak?'' diye sordu.

''Ya tabii ki de normal ama sen etkilendim diyorsun.'' Kaşlarım çatılmıştı, henüz istediğim cevabı dudaklarından alamamıştım.

''Pusat ve Nehir öpüştü.'' dedi bir anda.

Gözlerim ikinci kez kocaman açıldığında tezgahtaki ellerimi çekip nereye koyacağımı bilememenin telaşıyla heyecanlanmaya başlamıştım. Pusat ve Nehir öpüştü diyen Cesur'un alnında derin bir çukur oluşmuştu. Bardağı sıkıca tutarak dudaklarına götürdüğünde; ''Öpüştüler.'' dedi bir kez daha.

''Böyle bir şeyin olması...''

Sözümü kesti. ''Gördüm.'' Elini boynuna atıp boynunu hafif kütletti. ''Gece kulübüne gittiğimiz gün onlar akşam yemekten dönmüşlerdi, onları gördüm. Pusat onu öpmeye çalışıyordu ve Nehir de ona eğilmişti. Bir gün sonra bunu Pusat'a sorduğumda yemek öncesi öpüştüklerini, kapıya çıkmasaydım eğer ikinci kez öpeceğini söyledi.''

''Nehir böyle bir şey yapsa bana anlatırdı.'' dedim.

Nehir ile çok yakın değildik. Son zamanlarda yakın olmaya başlamıştık. Önceleri grup toplandığı zaman bir araya gelirdik. Nehir her zaman grubun sessiz ve az konuşan kızıydı. Atakan'dan dolayı hepimize mesafe koymuştu. Konuşmaya korkuyordu çünkü eski sevgilisi ona sürekli müdahalede bulunuyordu. Buna rağmen Nehir'in böylesine bir olayı saklayacağını düşünmüyordum.

''Pusat yalan söylemez, hadi diyelim yalan söyledi; peki ben neden onları o şekilde yakın bir pozisyonda gördüm?''

''Diyelim ki öpüştüler...Sevgilisi bile değildin ki. Yani, sana sadık olmak zorunda değildi. Sen de bir sürü kızla randevulara çıktın.''

Suyun tamamını bitirip lavabonun içine attığında sırtı bana dönüktü. ''Çünkü Pusat benim arkadaşım. Yapma Allah aşkına, Serter ile herhangi bir arkadaşının küçük de olsa bir teması bulunsa yine de evlenir miydin?''

''Bak...''

Konuşmama müsaade etmedi. ''Ben bunu sindiremiyorum, Gece. Sindirmeyi de denedim. Gerçekten ona adım atacaktım. Başta etkilendiğimin bile farkında değildim. Onunla aynı koltukta oturmamak için savaş verdiğim gün bile içimdeki hisleri anlayamamıştım. Çok sonra anladığımda iş işten geçmişti.''

''Kız seninle müzeye gitmek istedi, sen onu Pusat'ın evine bırakmışsın.''

Telefonum çalınca tezgahın üzerinde duran telefonumu elime alıp meşgule attım. Serter arıyordu, ona sonra dönerdim.

''Çünkü başta farkında değildim.'' dedi.

Telefonum bir kez daha çalınca; ''Aç telefonu, ben işimi halledip çıkacağım.'' dedi.

''Pekala.''

Cesur tamamen çıktıktan sonra telefonu kulağıma götürdüm. ''Efendim.'' dediğimde bile aklım hâlâ onlardaydı. Bir türlü duyduklarımı sindiremiyordum, sindirmek oldukça zordu.

''Neden meşgule attın?'' diye sordu, arkadan da rüzgar sesi geliyordu. ''Cevap verir misin güzel karım?''

Taburenin üzerine oturdum. ''Sen binmedin mi uçağa?''

''Küçük bir ertelenme oldu, on dakika sonra bineceğim.'' dedi.

''Cesur ile konuşuyordum, o yüzden meşgule attım.'' Saçlarımı arkaya attığımda, telefona sıkıca sarıldım. ''Bugün çok iğrenç bir gün. Gerçekten evin havası bile kötü. Ders çalışmayacak olsaydım eğer dışarıya atardım kendimi.''

''Dersini ihmal etme.'' Yine konu derse gelince Serter otoriterliğini her türlü konuşturuyordu. ''Eğer dersini ihmal edersen sana kızarım.''

Dudaklarımdan bir kahkaha koptu. ''Çok korktum.''

''Bence de korkmalısın.''

''Serter.'' Sesim imalı çıkmıştı.

''Efendim benim güzel sevgilim.''

Arkadan yine rüzgar sesi geliyordu. Havalimanında bu kadar rüzgarın olması normal miydi? Dışarıya mı çıkmıştı? Genelde bavullar teslim edildikten sonra dışarıya çıkış yoktu, çıkılırsa eğer bavullar içeride kalıyordu çünkü öncesinde bavulların ağırlığı ölçülüyordu. Hiçbir şeye anlam veremiyordum.

''Seni şimdiden özledim.'' dedim.

Önce bir ses gelmedi, galiba kocamın nefesini kesmiştim.

''Sen...'' Duraksadı. ''Sen gerçekten başıma gelen en güzel şeysin.''

Sesimi incelterek; ''Gelir gelmez seni öpmek istiyorum. Seni gerçekten de öpmek istiyorum.'' dediğimde kelimeleri toparlamaya çalıştım. ''Göğsüne uzanacağım, saçlarına ellerimi daldıracağım ve sadece gözlerinin içine bakacağım.''

''Bak böyle konuşursan ben hemen şimdi eve geri dönerim.'' dedi.

Güldüm. ''Serter neden bu kadar tatlısın? Bak ciddi ciddi soruyorum.'' İç çektim. ''Ya bilmiyorum ama yanındayken hiç yaşlanmayacağım gibi geliyor.'' Ofladım. ''Böyle olmaz Büyükelçi, bak böyle olmaz. Senin yüzünden sürekli şiir yazasım geliyor, gözlerine bile şiir yazasım var.''

O da benim gibi güldü. ''Beni şaşırtıyorsun.''

''Ah Serter ah.''

''Ah güzel karım ah.'' Her zaman o iki kelimeyi her durumda söylerdi.

''Bizim çok acil sarılmamız gereken konular var.''

Aşık olmuştum.

Şaka gibiydi. Yirmi üç yıllık hayatım boyunca birisine bağlanacağımı düşünüyordum fakat bağlanacağım kişiye aşık olacağımı asla düşünmezdim. Aşk bana göre hemen biten bir şeydi, ya da hiç olmazdı ama Serter'i gördükten sonra tüm düşüncelerim değişmişti.

Serter Güçlü...Siyah saçlı, mavi gözlü, keskin çeneli sevgilim...O benim her şeyim olmuştu.

''Geleceğim merak etme.'' dedi.

''Baksana boşluk bulunca hemen arıyorsun beni.'' Duraksadım. ''Biz birbirimizi tamamladık.''

''Tabii ki de öyle. Ben de böyle düşünüyorum. Bir birbirimizi tamamladık her anlamda. Seninle olduğum için asla pişman değilim. Seninle olmak beni mutlu ediyor.'' dedi.

''Beni mahvediyorsun.''

''İyi anlamda mı kötü anlamda mı?'' diye sordu.

İkinci kez güldüm. ''İyi anlamda.'' dediğimde boğazımı temizleyip; ''Hadi sen git, sonra akşam beni ararsan sevinirim.''

''Pekala.'' Derin bir nefes aldığını işittim. ''Dikkat et kendine lütfen. Derslerine zaman ayır, telefona çok girme, sosyal medyada çok takılıp kaslı erkekleri de görme, ayrıca çok güzelsin ve benim karımsın.''

''Sosyal medya mı?'' Tek kaşımı havaya kaldırdım. ''Benim hesabıma bakıyor musun?''

''Maalesef, düzenli olarak ne paylaştığına bakıyorum çünkü karıma bakmak hoşuma gidiyor.''

''Otokontrolcü.'' diye mırıldandım.

Sadece güldü ve gülüşü nefesimi kesti.

&&

Yatağın içine girdiğimde, ders notlarımı da bir kenara bırakarak kahvemi yudumladım. Gözlerim uyku iflasına girdiği halde ders çalışmaya devam etmiştim. Konularım fazlasıyla birikmişti. Asla geçeceğimi düşünmüyordum. Tam aksine tüm derslerimden kalacaktım. Vizelerden sonra finale daha sıkı asılacaktım.

Gündüz hem ders çalışmış hem de Serter'e hediye almak için alışveriş merkezine gitmiştim. Yoğun geçmişti günüm.

Ayaklarımı uzattığım sırada, telefonumun o titreyen müziğiyle birlikte yan taraftan telefonumu alıp gelen aramaya baktım. Onun adını gördüğümde, onu bekletmemek adına telefonumu yüzüme tutup açtım.

Görüntülü arıyordu.

Görüntüsü açılır açılmaz neşeli bir yüz ifadesiyle gözlerimin içine baktı. ''İyi geceler.''

Üzerinde hiçbir şey yoktu. Bembeyaz bir yatağın içindeydi. Sırtının arkasında iki adet yastık vardı, sadece birisinin yarısı diğerinin de bir kısmı kadraja girmişti. Boynunda hafif kızarıklıklar mevcuttu. Boynundan omuzlarına doğru kızarmalar dikkatimden kaçmamıştı. Saçlarını da arkaya atmıştı. Saçlarını arkaya attığında daha yaşlı gözüküyordu. Öne bıraktığında ise; özellikle serbest bıraktığında genç gözüküyordu.

Şu an otuz iki yaşında gibiydi.

''İyi geceler.'' dediğimde, yandan düşmüş olan askılığıma bakarak dudaklarını yalayınca hemen askılığımı düzelttim.

''N'aber?''

Kahvemi dudaklarıma götürdüm. Soğumuş kahvemden bir yudum alıp; ''İyiden senden n'aber?''

''İyi.''

Onunda elinde bir fincan vardı. Telefonu karşısında bulunan bir yere sabitlemiş olmalıydı. İki eli de kucağındaydı. Altında da siyah bir baksır vardı. Baksırın üst kısmında bulunan marka gözüküyordu. Çıplak bir şekilde yatakta uzanıyordu.

''Evde misin?''

''Evet.'' Elini boynuna götürdü. Kızarmamış kısma dokunduğunda, orasının da hemen kızardığını gördüm.

Vücudu hassas olmalıydı.

''Çok güzel görünüyorsun.'' Bana aniden bu cümleyi kullanmıştı. ''Uçaktan indikten sonra yemek yedim, sonra buradaki birkaç siyasetçilerle görüşme sağladım. Yarın için de yapılacak olan toplantıya yerime atanan kayyumun katılacağını öğrendim. Bunu öğrendikten sonra moralim bozulsa da öfkelenmemeye çalıştım...'' Her bir detayı anlatıyordu. ''Eve geldim. Evin haline baktım. Çalışanlarım sağ olsun durumu idare edebiliyorlar. Aslı da burada zaten. O da her şeyle ilgileniyor.''

''Evini özlemiş miydin?'' diye sordum.

Kafasını yana salladı. ''Asıl evim sen olduğun için, burayı özlediğim pek söylenemez.''

Beni yine kalbimden vurmuştu. Sözleri, kelimeleri ve cümleleri doğru yerde kullanmasını biliyordu. Kalbimi de nereden vuracağını biliyordu. Serter Güçlü kelimelere fısıldayan adamdı. Onları zihnime gönderirken asla acele etmiyordu. Yavaş yavaş kalbimi fethetmeye çalışıyordu.

''Yine utandı.'' Güldü. ''İşimiz var seninle.''

Kahvemi içmeye devam etmeden önce telefonu rahat görebileceğim bir yere bırakıp arkama da yastık koyduktan sonra iki elimi birden kullanıp fincanımı parmaklarımın arasına sıkıştırdım. Tüm parmaklarımla sardığım fincanı dudaklarıma götürdüğümde, her bir hareketimi izleyerek gülümsediğini gördüm.

Arkadan müzik sesi geliyordu.

''Ne dinliyorsun?'' diye sordum.

Bir yandan da utangaçlığımı gizlemek istiyordum.

Komodinin üzerinde bulunan tableti eline aldı. ''Yarım saattir aynı şarkı çalıyor.'' dedi.

''Adı ne?''

''Set Fire to the rain.'' Dedi, ardından; ''Adele.'' Diyerek sorumu cevapladı.

07.09.2022

Serter, dudaklarımdan bir şarkı çaldı dün akşam. ( Adele-Set Fire To The Rain. )

Günlüğüme bu şarkıdan not düşmüştüm ve şimdi şarkımı o dinliyordu. Garip hissetmiştim. Aynı şarkıyı dinlemek güzel bir histi.

''Dinler misin genelde?''

''Seni ilk öptüğüm zaman dinlemiştim.'' Sesi ciddileşmişti. ''I let ıt fall, my heart. And as ıt fell, you rose to claim ıt...Diyor giriş kısmında; düşmesine izin verdim kalbimin, ve o düşerken sen kalkıp onu aldın.''

''Trenden sonra mı?'' Merak ediyordum.

''Evet.''

''Ağır bir şarkıdır Büyükelçi ve biraz hüzünlüdür. Dinlerken acı çekmedin mi?''

Ben ilk öpücüğümü verdiğimi sanarak bu şarkıyı not düşmüştüm günlüğüme; o ilk öpücüğünü verdiği gün bilerek bu şarkıyı dinlemişti. İkimiz de birbirimizden habersiz aynı şarkının satırlarında aynı duyguyu hissetmiştik.

Demek ki bazen şiirlerin yetemediği yerde; şarkılar doğardı ve onlar bize duygular bahşederdi.

''Zamanında ne yaşanırsa yaşansın, şu an benimlesin. Bu her şeyden daha önemli.'' Sözlerinden doğruluk akıyordu.

''O zaman en sevdiğin şarkı bu mu?'' diye sordum.

''Hayır.'' dedi.

Çıplak vücuduna bakmamaya özen göstererek; ''Bayhan vurdum duymaz mı?'' Saçmalamak istedim.

''Ne?''

''Azer Bülbül?'' Tek tek sormayı amaçlıyordum.

Ağzından bir cık sesi çıktı. ''Hayır tabii ki de, asla böyle şarkılar dinlemiyorum güzel karım.''

''O zaman Arsız Bela mı? Bak eğer oysa asla utanma.'' Otuz iki dişimi gösterecek şekilde sırıttım. ''Asla seninle dalga geçmem, sonuçta bu bir zevk meselesi. Alaya alınacak bir konu değil. Her şarkıyı dinleyebilirsin.''

''Abartma.'' Güldü.

''Bak ya...'' dedim.

Sözümü kesti. ''En sevdiğim şarkıyı, özel bir günde itiraf edeceğim. Bu kadar merak etme, zamanı gelince öğreneceksin. Zaten öylesine bir şarkı en sevdiğim şarkı değil; sözlerinde birtakım itiraflar var. Bir hanımefendiye yazılmış kadar güzel ve özel.''

''O günü iple çekiyorum.'' Saçlarımın bir tutamını parmaklarımın arasına alıp onunla oynamaya başladım.

Dikkatini saçlarıma verdiğinde, aramızda uzun bir sessizlik geçti. O kadar güzel bakıyordu ki saatlerce baksa sıkılmazdım. Onun bu gözlerinde geçen duygulara tanıklık etmek istiyordum. Bana saatlerce bakabilirdi, benimle ilgilenebilirdi. Buna alışmıştım, bununla var olmuştum.

Gözlerim kısıldı. ''Beni trende ilk gördüğünde ne hissettin?''

''Bu konuya girmesek olur mu?'' Sanırım konuşmak istemiyordu.

Derin derin yutkundum. ''Pekala.'' Umursamazca omuz silktim. ''Sadece, duygularını merak ettim. Oraya nasıl gittiğimi bilmiyorum, neden gittiğimi de bilmiyorum. Dolayısıyla çirkin miydim, saçlarım mı dağınıktı, gözlerim yaşlı mıydı, bilmiyorum. Bunu merak ediyorum. Yani dağınık bir haldeyken beni ilk görüşün bu olmamalıydı diye düşünüyorum.''

''O gün çok güzeldin, Gece. O gün yalnızca orası senin ışığınla aydınlanmıştı. Gecenin bilmem yarısı; ay bile utanır olmuştu ışığından. Ay bile senin gibi parlak değildi, güzel değildi, narin değildi, ışık dolu değildi.''

Vücudumda bir dalga oluştu. Bu titreşim hoşuma gitti. Kalbimden, dudaklarıma, dudaklarımdan ruhuma sarmaşıklar sıçradı. Her yerimi o dalgalar ve sarmaşıklar sardı. Nefes aldım, nefes almaya ant içtim.

''Peki, Teoman dinler misin?'' diye sordum.

''03.00 şarkısını en çok dinlerim.''

Güzel, en azından bir soruma cevap vermişti.

''Yalnız olduğumda Teoman dinlerim, bazen Duman, bazen de herhangi bir şarkıyı...Şimdi sen varsın tabii ki yalnız hissetmiyorum ama sanki henüz ikimiz de birbirimiz hakkında çok az şey biliyormuşuz gibi geliyor. Baksana Teoman dinlediğini bile bilmiyordum. Bence bir gün uzun uzun en sevdiğim şeylerden bahsedelim.''

''Benim en sevdiğim şeyi bilmeyen yok.'' dedi.

''Neymiş ki?''

''Sensin.'' Bendim. ''Sensin, yalnızca sensin.''

Bunu da aniden söylemişti. Beni öldürmeyi amaçlıyordu. Onun yüzünden bir gün kalpten gidecektim.

''Şiir sever misin Serter?'' Onun hakkında biraz daha bilgi edinmek istiyordum. ''Mesela, ben günlük tutarım. Şiirler yazarım. Bazen boş olduğumda o gün ne yaşadıysam satırlara dökerim. Seviyorum yazmayı, peki sen sever misin?''

''25 Ekim'den beri düzenli yazıyorum.'' dedi.

''O gün ne olmuştu ki?'' diye sordum.

Gözlerime baktı. Kameradan bile gözlerime baktığını görebiliyordum. ''Çok şey olmuştu.'' Kolunu kaldırıp saatine baktı. ''Birazdan uyumam gerekiyor.''

''Yorgunsun tabii, biraz dinlenmelisin.''

Onu fazla yoruyordum, bazen sürekli ilgi beklemek saçmaydı ama ben ilgi de beklemiyordum ki. Yalnızca yirmi üç yıl boyunca susmanın vermiş olduğu o acıyı Serter'in getirmiş olduğu baharla kapatmaya çalışıyordum. Onunla evlenmiştim, onun karısıydım. Onun hayatının merkezindeydim. Dolayısıyla onunla her daim konuşmam gayet olağan bir durumdu.

Ne diyordu Adele: ''Karanlıktı ve ben bitmiştim. Ta ki sen dudaklarımı öpüp kurtarana kadar.''

Böyleydi işte. Serter beni karanlığımdan çıkarmıştı. Bitmiş nefesimi canlandırmıştı. Nefes almamı sağlamıştı. Onunla olduğum her gün için artık huzurla kaplanır olmuştum. Birisini iyileştirmişti. Yaşayan ölüyü canlandırmıştı. Ondan ilgi de bekleyebilirdim, onu sevgimle de boğabilirdim.

Aşktı bu. Dümdüz bir aşk değil; denize kıyısı olmayan şehirlere denizi getirmek gibi imkansız fakat bir o kadar güzel.

''Yemek yedin değil mi?'' Yüzümü inceliyordu.

''Evet, yedim bir şeyler.''

''Aferin, sakın yemeğini ihmal etme. Bak sonra kızarım, sen de kırılırsın falan.'' Güldü, sayamadığım kadar güldü.

''Bugün ders de çalıştım. Bir şeyler de yaptım. Yemek yedim, kalın kitaplarıma göz attım. Notlarımı ezberledim.'' Nevresimin düğmesinin çıkmış ipiyle biraz oynamaya çalıştım. ''Ve sonra seni biraz merak ettim.''

''Gece.''

''Efendim.'' dedim.

''İspanya'ya gelmek ister misin?'' diye sordu.

''Vizelerim.'' Dediğimde araya girerek; ''Ben de bu yüzden başta teklif etmedim fakat gelmek istersen hemen bilet ayarlarım. Bekir ile birlikte gelirsin. Buradaki evimizi görürsün. Beğeneceğini düşünüyorum.'' Evimiz demişti. Bu detay dikkatimden kaçmamıştı. ''Gelmek istemez misin?''

''Sınavlar?''

''Haklısın.'' Omuzları düştü. ''O zaman bir dahakine gidişimde birlikte gidiyoruz tamam mı? Buradaki hayatımı da görürsün. Burada çok fazla arkadaşım da var. Neredeyse hepsi evli, onlarla tanışırsın.''

''Çok isterim.'' Bitmiş kahveyi komodinin üzerine bırakıp yastığı arkama aldım ve telefonu elimle tutup yüzüme tuttum. ''Bugün çalışanlar da geldi. Evde artık onlar da var. Ev çok sessiz ve bir daha kesinlikle seninle geleceğim.''

''Arkadaşlarım seni merak ediyor.'' dedi bir anda.

Gözlerim kocaman açıldı. ''Nasıl yani?''

''Senden bahsetmiştim zaten fakat bu sefer görmek istiyorlar. Hem gelirsen buraya en çok onlarla tanışmanı istiyorum. Düzenli balığa gideriz hafta sonları, hafta içleri de çalışırız. Bazen arkadaşlarımla toplaşır bir şeyler yaparız. Hepsinin eşi var, yalnız hissetmek istemiyorum. Sen de gel, dünyanın en güzel kadınına sahip olduğumu görsünler.'' Burnunu kırıştırdı. ''Çok fazla alkol de tüketirler, tam senin istediğin bir ortam.''

''Ben artık alkol tüketemiyorum ki.'' Tekrar nevresimin kumaşıyla ve düğmeleriyle oynamaya başladım. ''Uzun zamandır içmiyorum, bundan sonra arada içerim.''

''Neden?''

Eylül'ü ve Gürsel'i unutmak için alkol şişelerine gömüldüğümü anlatmama gerek yoktu.

''Öyle işte.'' Konuyu değiştirmek istedim. ''Artık uyuyalım, yarın erken kalkacağım. Muhtemelen sen de erken kalkacaksın.''

Dudakları aralandı, ardından o dudaklar bir şey söylemek yerine susmayı tercih edip yalnızca kafasını salladı.

''Olur sevgilim.''

Beni yine kalbimden vuruyordu.

Ayağa kalktım. Açılmış eteğimi düzelttiğimde, gözlerimin içine bakıyordu. ''Yastığına sarılıp uyuyacağım.'' Onun yastığını yatağın en uç kısmında buldum. Onu hemen kucağıma aldığımda, bana bakmaya devam ediyordu. ''Dünyanın en güzel şeyi; senin kokunu duymak.''

''Artık bir hafta duyamayacaksın. Özleyeceksin.'' Ellerini ensesinin arkasında birleştirdi.

Serter neden bu kadar rahattı? En azından bir hafta için dram yapmasını beklemiştim. Garipti. Neden böyleydi ki?

''Bir hafta...''

''Bir haftadan fazla da sürebilir. Ben seni bilgilendiririm.'' dedi.

Çatık bir kaşla ışığı kapattığımda, sadece yanda bulunan abajurun uzun sarkmış düğmesini bulup onu açtım. Ardından yatağın içine girdiğimde, ona sinirli sinirli baktım. Bir haftadan daha fazla kalacağını söylüyordu. Bu şimdi mi söylenirdi?

''Tamam.'' Telefonumu yanıma alarak; ''Haber verirsin.'' dedim.

''Kızmadın mı?''

''Yooo.'' Ağzımı yayarak söyledim. ''Neden kızayım ki?''

Serter'e uzaktan yastık fırlatıp kafasında herhangi bir alet kıramayacağım için yorumsuz kaldım. Şu an sakin kalmalıydım.

''Çok tatlısın.'' Benimle eğleniyordu.

''Sen de çok pisliksin.''

''Öyleyimdir, pisliğin tekiyim.'' Kolunu kaldırıp bir kez daha saatine baktı. ''Bana ayrılan sürenin sonuna geldik. Sen de uyu tamam mı? Bir ya da iki hafta sonra geldiğimde seninle yemeğe çıkarız.''

İki hafta mı?''

''Sen, bence üç ay kal orada.'' Gözlerimi devirdim.

''Aslında üç ay uzun bir süre, bak iki ay olabiliyor.'' dediğinde, Serter'i boğazlamamak için zor tuttum kendimi. ''Gerçi bakarız, belli olmaz. Belki bir süre orada kalır, sonra gelirim.''

''Gece kulübüne mi gitsem?'' Nefesimi dışarıya verdim. ''Bence ben gece kulübüne gideyim, zaten uzun zamandır gitmiyordum. Sen de gelene kadar kocacığım, umarım kendime kaslı baklavalı kocalar bulmam.''

''Ne?'' Kaşları çatıldı.

''Sen orada iki üç ay kal. Hatta bence bir yıl kal.'' Biraz abartmıştım, umarım beni ciddiye almazdı. ''Ben de beni mutluluk kapılarına atacak insanlarla tanışırım. Uzun zaman yalnız kalmak beni üzer, lütfen.''

''Ben de katil olurum.'' dedi sert sesiyle.

''Hadi ya.'' Ona bakmadım.

''Beni tehdit etme, sevgilim.'' İkinci kez sevgilim demişti. ''Neyse, ben uyuyorum. Sen de uyu.''

''İyi geceler.'' dedim.

Soğuk sesiyle; ''İyi geceler.'' dedi.

Telefonu bir anda üzerime kapatınca ağzım açık telefona baktım. On saniye geçmeden ekranda onun adını görünce telefonu hoparlöre verip; ''Ne var.'' diye açtım. Galiba biraz sesim sert çıkmıştı.

''N'aber?''

Bence Serter benimle dalga geçiyordu.

''Serter.'' Derin bir nefes alıp yataktan çıktım. ''Niye böyle yapıyorsun?'' Sessizleşti. ''Hey, cevap verir misin?''

Kahkaha attı. ''Ne yaptım ki?''

''Kapattın telefonu, şimdi tekrar aradın.'' Serter'e biraz kızacaktım, hem bazen ona kızarken onun tepkisi fazla tatlı oluyordu. ''Gıcık mısın?'' diye sordum. Asla konuşmadı. ''Cevap da vermiyor.''

''Bir kez daha iyi geceler demek için aradım.'' dedi.

Tek kaşım havalandı. ''Sen...''

Konuşmama müsaade etmedi. ''Seni görüntülü arayacağım, çabuk aç.''

''Olmaz.''

''Olur olur.'' dedi.

Mutfağa indiğimde, telefonu yüzüne kapatıp görüntülü araması için bekledim. O sırada da ayakta duruyordum ve telefonu duvara yaslamıştım. Görüntü yavaşça ortaya çıktığında, onun aramasını cevaplamış karşısına geçmiştim. Pislik kısacık zaman diliminde giyinmeyi bilememişti.

''Açtım.'' Sesim biraz gür çıkmıştı.

Tekrar tekrar yüzümü ve üzerimi inceledi. İştahla dudaklarını yaladığında, gözleri gözlerimi buldu. ''Karım olduğuna hâlâ inanamıyorum.''

''Neden ki?''

''Bilmem.'' Omuz silkti. ''Çok güzelsin ve benim karımsın.''

Dudaklarımı ısırdığımda heyecanla elimi nereye koyacağımı bilemedim. Bu halimi fark etmiş olacak ki bana güldü. Sanırım onu öpebilirdim. O geldikten sonra onu sadece öpecektim. Serter'e duyduğum derin hisler sayesinde; bazı duygular tarafından kuşanıyordum ve bu oldukça güzeldi.

''Seni sonsuza kadar sakınabilirim.'' Bunu yapardı, biliyordum.

''Sana bir şey soracağım.'' Merak ettiğim her şeyi sormak gibi bir huyum vardı. ''Beni tanımasaydın eğer ileride başkasıyla evlenir miydin?''

Yüzünü buruşturdu. ''Hayır.''

''Neden?'' diye sordum.

Onun cevabını beklediğimde, bir yandan da buzdolabından çıkarmış olduğum pastayı tezgahın üzerine bırakıp çatalla yiyordum. Bugün kızlar yemişti ve benim aklım Serter'de olduğu için fazla yiyememiştim.

''Çünkü evlenmezdim.''

''Çünkü evlenmezdin?'' Pastayı yavaşça yemeye başladım.

Elini yüzüne götürdü ve yüzünü ovaladı. ''İnsanların hayatı boyunca aşık olduğu tek bir kadın vardır, Gece. Tek bir kadına aşık olur, tek bir kadına hisler besler.'' Doğru söylüyordu. ''Onu beklersen eğer o gelir ama beklemezsen yanlış insanlara kapılıp gidersin.''

''Peki bir insanın yanlış olup olmadığını nasıl anlarız ki?''

''Şöyle...Mesela senden örnek vereceğim.'' dediğinde kafamı salladım ve onu dinledim sakince.

''Dinliyorum.''

''Bunu kadın veya erkek için öyle söylemiyorum. İki cinsiyette gözümde aynı değere sahip...İnsanlar karşı cinsten yüksek derecede değer almaya başladığında hareketleri değişir. Kaybetme korkuları yavaşça biter, bu yüzden de karşı tarafa soğuk yapmaya başlar, kaybetmeyeceğini düşünerek kavga etmeye çalışır, kötü sözler söyler, canını yakar...Bunu insanlar yapar ama sen yapmıyorsun.''

Sözlerine kaldığı yerden devam etti. ''Seninle eylül ayında evlendik. O zamandan beri sana karşı büyük bir ilgiye sahibim. Sana olabildiğince güzel sözler söylemeye çalıştım, daha önce hiç yapmadığım, yapamadığım şeyleri sana yapmaya başlıyorum. Bundan da oldukça mutluyum çünkü seni mutlu edince dünyanın en mutlu insanı oluyorum ve sen asla değişmedin. Bana ilk günkü gibisin.''

''Ben asla değişmem ki. Sen benim eşim değilsin sadece; sen benim kalbimsin.'' dedim.

Serter benim kalbimdi.

Kalbimsin der demez yüzü gülümsedi. ''Gece'm benim. İşte bundan dolayı doğru insan olduğunu ilk andan beri hissettim. Sen benim için doğru insansın.''

&&&

''Gece.''

Gözlerimi açmaya çalıştığım sırada bana seslenen o sesi duymamaya çalışarak bilmem kaçıncı rüyamı görmeye devam ettim. Gözlerim kapalı bir şekilde elimi karnımın üzerine bırakmıştım.

''Gece, uyansana ayol.'' dedi yine o ses.

''Rahat bırakın beni.'' Mırıldandığımda kucağıma tüylü bir şey çıkmıştı ve tüylü şey yanaklarımı yalıyordu. ''Çam git.''

''Salak kalk.'' dedi yine.

Mırıldanmaya devam ederken o tüylü köpek yanaklarımı yalıyordu. Uyanmak istemediğim için ısrarla gözlerimi açmıyordum. Şu an uyanamazdım. Bir rüya görüyordum ve o rüyanın etkisi altına girmiştim. Hem hemen uyanırsam rüyam biterdi.

Şu an rüyamda tepelerde uçuyordum. Altımda uzun bir süpürge vardı. Çok fazla ıspanak yiyordum ve ıspanak yediğimden dolayı kollarımda güçlenmiş, kaslarım birer portakal olmuştu. Saçlarıma da şampuan döküyordum. Havadan gelen şampuanın garipliğini umursamadan tüm ülkeyi geziyordum. En son bir durakta durduğumda tepeden insanlara bakıp kafalarına şampuan döktüm. Rüyam çok güzel gidiyordu.

''Gece, kalksana sabah oldu.'' Naz kulağımda bağırıyordu.

Naz da rüyama dahil oldu. O da karşıdan süpürge ile geliyordu. Elinde brokoli vardı. Brokoliyi görünce otçul Serter aklıma gelmişti ama umursamadım. Onun bana doğru süpürgesiyle uçmasıyla beraber ben de ona kollarımı açtım. Naz da insanlara şampuan döküyordu.

''Fazla dökme.'' Yan dönerek yastığa vurdum ama sanırım Naz'a vurmuştum çünkü insan koluna dokunmuştum.

''Neyi?''

Gözlerimi açmamaya çalışarak güldüm. ''Naneli şampuan. Süpürgeni de yavaş sür.''

''Gece, ne oluyor?''

Gözlerimi açmayı denediğimde gözlerimin kenarlarının acıdığını fark ettim. Ellerimi yumruk yapıp gözlerime götürdüm ve gözlerimi ovaladım. Göz altlarım resmen acıdan ağrıyordu.

''Naz.'' dedim ona bakarken.

Çok güzel görünüyordu.

Saçlarına sim dökmüştü. Sim hariç elbisesi ve makyajı harikaydı. Üzerinde kırmızı bir elbise vardı ve elbisenin boyu oldukça uzundu. Göz farı olarak da siyahı tercih etmişti. Dudaklarında da nude tonlarında bir ruj vardı. Güzel görünüyordu. Sadece sim olayının manasını çözememiştim. Gelinin kız kardeşi gibi olmuştu.

Kısık gözlerle; ''Ne oluyor sabah sabah.''

''Uyan! Hemen uyan.'' dedi Naz.

Odanın içine Nehir de girince burada ne olduğunu ciddi anlamda merak etmeye başlamıştım.

''Çocuklar benim uykum var, rica etsem kapıyı kapatıp odamdan çıkar mısınız?'' Gözlerimi kapattım. ''İnsanlara şampuan döküyorum, çok eğlenceli.'' Rüyamı görmek için hayal etmeye çalıştım. Genelde uyandığım an tekrar rüyama devam edebiliyordum.

''Ne şampuanı?'' diye sordu Naz.

''Uyuyorum, bulaşma.'' diye cırladım.

Çam tepemde durduğunda kuyruğunu burnuma getirerek beni uyandırmaya çalıştı. Nankör köpeğim de onların tarafındaydı, zaten ne zaman birisini veya birilerini görse hemen beni satıyordu. onun bu haline artık alışmıştım.

''Kızım kalksana evleniyorsun.'' dedi Naz.

''Ben evliyim.'' İç çekerek; ''Yüzüğüm var, evliyim...'' Şampuanı hayal etmek için oldukça büyük bir güç harcıyordum. ''Şampuan döküyorum...''

''Gece.'' Naz bir anda üzerime su dökmüştü. Komodinin üstünde duran bardağın içindeki suyu alıp kafama dökmüştü.

Gözlerimi açtım, ardından yastığı alıp ona fırlattım. ''Ne yapıyorsun.''

''Uyan kanka uyan.''

Nehir kadrajıma girdiğinde sonradan fark ettiğim askılıkta duran beyaz büyük uzun bir gelinliği gösterdi. ''Düğün var.''

Tek kaşımı havaya kaldırdım. ''Ne?'' Gözlerimi bir kez daha ovaladığımda askılıkta duran gelinliğe doğru yürüdüm. O gelinliğin kumaşına dokunduğumda hâlâ rüyada mıyım değil miyim anlamaya çalışıyordum. ''Ne oluyor ya?''

Nehir otuz iki diş sırıttı. ''Şey galiba evleniyorsun.''

Sanırım şu an ölebilirdim çünkü rüyadan uyanamadığımı düşünüyordum. Her şey hayal gibi geliyordu. İdrak etmek oldukça zordu.

''Evliyim?'' Ellerimle yanağıma vurduğumda; ''Rüyada mıyım yine ya?''

Naz kolumdan tuttu ve beni karşısına aldı. ''Serter bir aydır düğün organize ediyor, bugün de düğününüz olacak.''

''Ne?'' dedim bir kez daha. ''O İspanya'ya gitti.'' Zihnime gelen parça görüntülerle beraber elimi havaya savurdum. ''Aslında gitmemişti ve bana sürpriz hazırlamak için yalan söylemişti değil mi?''

''Evet hatta biz biliyorduk, dün kontrol amaçlı eve geldik o yüzden.'' Naz saçlarıma dokunarak; ''Duş al, makyajını makyözler yapacak. Gelinliğini de bizzat biz seçtik çünkü senin tarzını biliyoruz. Eğer beğenmezsen sekiz adet yedek gelinlik daha var. Serter her şeyi düşündü.''

''O nerede şu an?'' diye sordum.

''Damat tıraşı oluyordur.'' Nehir güldü.

''Şaka gibisiniz.'' Şaşkınlığımı üzerimden atamadım. ''Gerçekten inanamıyorum, ne ara bunu düşündü. Asla şüphelenmemiştim ve siz bana söylemediniz.'' Ofladım. ''Ben maske bile yapmadım ki...''

''Hepsini düşündük, duşa gir gel.'' dedi Nehir.

Heyecandan kalbimi kaybedecektim.

Tekrar rüyada mıyım değil miyim anlamak için yanaklarıma dokunduğumda kanlı canlı olduğumu anlayınca banyonun yolunu tuttum. Banyonun kapısını açtığımda küvetin içini su doldurmaya çalıştım. İçine pembe renkteki banyo topunu attığımda hemen yüzüme biraz su vardım, ardından dolaptan Serter'in maskesini çıkardım. Kil maskesini yüzüme boca ettiğimde küvetteki su sıcak olmuştu.

''Hızlı ol.'' diye bağırdı.

Üzerimde bulunan kıyafetleri çıkarıp küvetin içine girdim. Önce vücudumu, sonra da saçlarımı yıkadım. Yarım saat boyunca sadece yıkanmıştım. Kalp krizinden ölmeden banyodan çıkmam gerekiyordu. Küvetten çıkıp yan tarafta bulunan duşakabine girdim. Suyun aktığı kısma girdiğimde otomatik düğmeye basmıştım. Serter gibi kokmak için onun şampuanını kullanıyordum.

Banyomun kapısı zorlandığında arkadan ses geldi; ''Biraz hızlan, daha makyaj yapacaklar sana.''

Bornozu üzerime geçirdim ve kuşağımı bağladım. ''Geliyorum.'' Kapının kolunu sağa çevirip; ''O kadar hızlı duş aldım ki nasıl aldım bilmiyorum.'' Saçlarımı geriye attım. ''Keşke önceden söyleseydiniz, tamam sürpriz olabilir ama geceden haberim olsaydı, erkenden hazırlanmaya başladım.''

Naz bacaklarımı süzerek, ''Ağda?''

''İki yıl önce düzenli lazere gidiyordum.'' dediğimde odada koltuğun üzerinde oturan yabancı kadınla göz göze geldim. ''Hoş geldiniz.'' dedim kısaca.

Naz, ''Efsun sana makyaj yapacak. Sen istediğin şekilde yaparsın ama bence bana göre biraz hafif yap.''

''Gelinliğim nerede?'' Çam'ın üzerine oturduğu gelinliğim yatağın üstünde yerlere salınıyordu. Dudaklarımda büyük bir gülümseme ile gelinliğin ucundan tutup; ''Çam kalkar mısın bebeğim?''

Naz arkamda durdu. ''Sekiz adet yedek gelinlik var. Hepsinin bedenleri de ayrı ayrı seçildi, yani sana olmazsa bile seçtiğin modelinin gelinliği getirtilecek. Serter her şeyi düşündü.''

Ellerimle yanağıma dokunduğumda heyecandan bayılmak üzereydim. ''Tamam diğerlerine de bakarım ama bu gayet güzel görünüyor.'' Islan saçlarımı arkaya attığımda makyöz koltuğu çekti, makyaj malzemelerini tek tek dizdi.

''O zaman onları Bekir getirsin.'' Naz odadan çıktıktan sonra Nehir de saç kurutma makinesinin fişini taktı.

Gelinlik straplez bir gelinlikti. Alta doğru hafif uçuşan tüyleri vardı. Bel kısmı da oldukça inceydi. Özellikle hafif olması hoşuma gitmişti. Alt tarafta fazla katman yoktu. Beni kilolu göstereceğini düşünmüyordum.

''Sanırım düşüp bayılacağım.'' Derin derin nefes aldım. ''Serter buna nasıl karar verdi bilmiyorum ama gerçekten hiçbir şey belli etmedi. O kadar onunla telefonda konuştuk, hatta bir haftadan daha fazla kalacağını söylemişti.'' Koltuğun üzerine oturduğumda ayağımı uzattım. ''Düğün nerede olacak?'' Heyecandan ofladım. ''Keşke son zamanlarda yediğime dikkat etseydim, kahveyi şekerli içiyordum. Kalori yapmıştır şeker, gelinliğe nasıl gireceğim ki?''

Nehir önümde eğilip elinin dizimin üzerine bıraktı. ''Sakin ol, her şey harika olacak. Biz düşündük merak etme.''

''Düğün nerede olacak? Nasıl bir şey belirlediniz?'' Yanda bulunan el kremini alıp vücuduma sürmek için kapağını açtım. ''Dizlerim titriyor, asla beklediğim bir şey değil. Ben de salak gibi Serter gelmeyecek diye üzülüyordum. Onu bir hafta göremeyeceğimi sanıyordum.

Nehir saçlarımı kurutmaya başladığında kadın da ayak tırnaklarıma oje sürdü. Kısa bir süre içinde saçlarım kurumuştu.

''Maske de sürdüm ama yüzüm kötü mü bilmiyorum.'' Kafamı yana çevirip makyöze bakarak; ''Cildimi kapatırsınız değil mi?''

Efsun, ''Cildiniz çok güzel görünüyor, tabii ki de kapanır.''

Yine derin derin nefesler aldım. Heyecana kapılmıştım. ''Ya ben galiba nefes alamıyorum, çok saçma gelecek ama gerçekten beklemiyordum.''

Nehir gülümsedi. ''Saçlarını kuruttuk, nasıl bir model istersin bebeğim?''

''Bilmiyorum ki...Size bırakıyorum kendimi. Makyajı ve saç modelini siz düşünürsünüz. Hem yatağın üzerindeki gelinliği beğendim. Ona göre bir model seçersiniz.''

Yaklaşık iki saat içinde makyajım ancak bitmişti. Makyajın yanında da saçıma karar vermeye çalışıyorlardı. İkisi kendi hallerinde saç modeli seçmeye çalışıyorlardı. Ben ise tırnaklarıma oje sürüyordum. Tırnak renginde hafif pudra renkteki ojeyi tırnağıma sürdüğümde, kırılmış olan tırnaklarımın uzadığını fark etmiştim. Oje işlemi bitince, törpü yaparak; ters işlemlerde bulundum. Heyecandan ötürü ojeyi sonradan sürmem gerekiyorken biraz hafif saçmalamıştım.

''Biz böyle bir model düşünüyoruz.''

Örük bir biçimde arkadan dağınık topuz yapılan fotoğrafı gösterdiler. Bunu beğenmiştim. Diğer bir modeli de gösterdiklerinde açık ve dalgalı bir modelle karşılaştım.

''Düğün nerede olacak?'' diye sorduğumda Nehir; ''Sürpriz.'' dedi.

Dağınık topuzu gösterip; ''Bunu istiyorum.'' dedim.

Makyaj cildimde kurumaya başlamıştı. Dudaklarımda da şeftali bir ton vardı. Dudaklarım gayet sadeydi. Üstelik ruj o kadar iyiydi ki dudaklarımda olduğunu anlayamıyordum bile. Gösterdiğim modelle birlikte makyajımın tamamlanacağını düşünüyordum. Garip hissediyordum. Nefesim kesiliyor, heyecandan dizlerim titriyordu.

Odamın kapısı açıldı. Naz ve arkasında tanımadığım birkaç kız elindeki gelinliklerle içeriye girdi.

''Ben vazgeçtim, Serter'in seçtiği modeli istiyorum. Hem onun istediği gelinliği giymek onu mutlu eder.'' dedim.

Onları da zahmete sokmuştum.

Naz kızlara bakarak; ''Bunları tekrar aşağıya götürün ve bu gelinliğin de her bedenini getirin.'' dedi.

Kızlar odadan çıkınca Naz kapıyı açık bırakıp camları da açtı. ''Serter'i aradım. Henüz yoldalarmış, daha gelmemişler. Muhtemelen sen giyindikten sonra onlar burada olur güzelim.''

''Naz.'' dedim ayağa kalkarken.

''Ne oldu kız?''

''Heyecanlanıyorum.'' dediğimde Naz bana sarılarak; ''Saçmalama, düğünün oluyor. Tabii sizin nikahtan sonra oldu ama olsun. Baksana eşin her şeyi düşünmüş. Gerçekten bir aydır onunla sürekli konuşuyorduk.''

Nehir elini sırtımın üzerine bıraktı. ''Hadi gel, saçlarını da yapsın. Sonra gelinliğini giyersin çünkü gelinlik sana dar gelebilir.''

Koltuğa oturduğumda Naz'ın bana uzatmış olduğu yelpazeyi alıp yüzüme hava gelmesini sağladım. Yarım saat içinde de saçlarım hazır olduğunda gün geçmek bilmemişti. Artık gelinliği giymek ve Serter'i bu odada karşılamak istiyordum.

Aralık olan kapıya vurulan el yüzünden arkama döndüğümde Cesur ile göz göze geldim. Önce bana, ardından Nehir'e baktı ve onu ifadesiz bir suratla süzdü. Nehir ise ona bakmamaya çalışarak gözlerinin yönünü değiştirdi. Cesur ile göz göze gelmemeye çalışıyordu. Dünden sonra ne olmuştu bilmiyordum ama iyi şeyler olmadığı kesindi.

''Serter aşağıda.'' dedi Cesur kahverengi gözlerini bana çevirirken.

''Dün kimliğimizi almaya gelmişsin, hiç belli etmedin.'' dedim neşeli bir ses tonuyla.

Cesur tekrar Nehir'e baktı. Nehir de telefonuyla meşgul olmak için ayrı bir koltuk seçip cama yakın olan kısımda oturdu. Sırtı Cesur'a dönüktü.

''Biraz yalan söyledim evet.'' Cesur'un sesi hafif durgun gelmişti, hatta yüzü de durgundu. ''Neyse, ben çıkıyorum. Serter seni bekliyor. Yukarıya çıkar birazdan.''

''Tamam tamam, hemen giyinirim.'' Ayaklandığımda Naz yatağın üzerinde duran gelinliği aldı.

Kızların önünde olmama rağmen onların arkaya dönmesiyle birlikte iç çamaşırımı giyip gelinliğe girmeye çalıştım. Naz arkadan bana yardım etti. Nehir ise püsküllü kısımlarını tutuyordu. Gelinlik fazla ağırdı.

''Keşke annem de burada olsaydı.'' Dudaklarımda acı dolu bir gülümseme oluştu. ''Beni burada bu halde görseydi çok mutlu olurdu.''

''Seni izliyorlar, Gece. Emin olabilirsin. Onlar seni görüyor ve senin mutlu olduğunu görüp seviniyorlardı.'' dedi Nehir.

Biliyordum ama garip hissediyordum. İlk kez düğünüm olacaktı. Neredeyse uzun bir zaman önce Serter'e düğün istemediğimi çünkü aşık olacağım adamla olmasını istediğimi söylemiştim. Bunu gerçekleştirmiştim. Güzel duygular beslediğim adamla düğünüm olacaktı.

''Babam kuşağımı bağlardı, annem de gelen misafirlere tatlı dağıtırdı.'' Duraksadım ve ikisinin elini tuttum. ''Yine de siz varsınız ve inanın bana çok mutluyum.'' Dolu olan gözlerimi Nehir'e yönelttiğimde; ''Seninle sonradan yakınlaştık ama her şey yanımda olmaya çalıştın. Çok teşekkür ederim.'' dediğimde Naz hemen gözlerimin altını sildi.

''Ağlama ayol, makyajın dağılacak.'' Naz da ağlıyordu.

''Ağlıyor musun sen?'' Nehir şaşkındı.

''Ben duygusal bir kızım.'' Burnunu çekti. ''Ayrıca anne ve baban yok ama biz varız. Biz her zaman yanında olacağız. Her koşulda seninle olacağız. Bunu asla unutma.'' dedi Naz.

Gözlerimi sildim. ''Bazen insan ailesini kaybeder fakat dostlarının varlığı her şeyi unutturur. Gerçekten iyi ki varsınız. Bugün çok mutlu oldum.''

Kapı çaldı. Kapı bu sefer kapalıydı. Muhtemelen Cesur çıkarken kapıyı üzerimize kapatmıştı. Çam hemen kapıya koştu. Benim satıcı köpeğim Serter'in kokusunu almış olmalıydı. Çam kuyruğunu sallayarak kapıya karşı havladığı sırada Naz ve Nehir kapıya doğru yürüdü.

Sırtım kapıya dönük bir şekilde ellerimi yana bıraktım.

''Biz aşağıdayız, sakın ağlama bak. Makyajın bozulmasın.'' dedi Naz.

Efsun da arkalarından çıktığında kapıyı açmışlardı çoktan. Adım seslerini duydum. Kalbimin nefesini kesen adım seslerini duyduğumda arkama dönüp onunla göz göze gelmek istedim. Kalbimde temiz duygular beslediğim bu adama karşı duygularımı göstermek istiyordum.

Kapı üzerimize kapandığında Serter'in adım sesleri çoktan yaklaşmıştı.

''Gece.'' dedi.

Gözlerimin altını sildim ve ona çevirdim elalarımı. Beni hayran hayran süzen mavi gözleriyle karşılaştığımda dudakları aralanmıştı. Sanırım nefes almıyordu, nefes almayı unutmuş gibiydi. Beni bu halde gördüğü için gülümseyen dudaklarına bakamadım, gözlerine bakamadım, ruhuna bakamadım çünkü nefessiz kalabilirdim.

''Güzelim.'' dedi yumuşak sesiyle.

''Nasılım?'' Sesim titremişti.

Karşımda durduğunda o hayran bakışları asla üzerimden çekilmemişti. Elleri omuzlarımı sardı. Saçlarıma, saçlarımın uçlarına, gözlerime, gelinliğime...Hepsine baktı. Yüzü gülümsüyordu ve galiba o da duygulanmıştı. İkimiz birbirimize bakıyorduk. İkimizin de yüzü gülümsüyordu.

''Çok güzelsin.'' dedi, ardından; ''Sevgilim.'' diye ilave etti.

Gözlerinin içine bakarak; ''Serter.''

''Efendim.''

Kollarımı boynuna doladığımda saçlarımı asla umursamadım. Onun kokusunu içime çektiğimde dudaklarını boynuma bastırdı ve belimi sıkıca sardı. ''Teşekkür ederim, her şey için teşekkür ederim.''

Gözlerimin içine baktığında sakince benden uzaklaşmıştı. ''Gördüğüm en güzel gelinsin, çok güzelsin, çok.'' Cümlelerinde hayat vardı.

''Gerçekten beğendin mi?''

Gelinliğime bir kez daha baktığında dudaklarında güzel ve içten bir gülümseme oluşmuştu. ''Çok güzel, bedenine hemen uymuş.''

Sırıttım. ''Sen seçmişsin, bir zahmet bedenimi bil Büyükelçi.'' Duvağımın ucunu düzeltip arkaya attığımda beni izlemeye devam ediyordu. ''Senin İspanya'da olduğunu sanıyordum. İçim asla rahat değildi. Biliyorum bu bencillik ama bir hafta gözüme çok gelmişti. Bu sabah ise düğün planladığını öğrendim. Asla beklemiyordum.''

Yanaklarımı okşadığında gözlerinin için parlıyordu. ''Seni şaşırttım mı?''

''Ben...'' Duraksadığımda cümleleri toparlamaya çalışıyordum. ''Seninle düğün mevzusunu ilk konuştuğumuzda konunun kapandığını sanmıştım ama görüyorum ki aslında öyle değilmiş. Sen bir aydır plan yapıyormuşsun.''

''Her şeyin sürpriz olmasını istedim çünkü bunu hak ediyorsun. Uzun zamandır aklımdaydı, akşamları boş vaktimde sen uyurken düğünle ilgileniyordum. En ince ayrıntısına kadar düşünmek istedim. Tabii havayı da dikkate aldım.''

Elimi havaya savurdum. ''Heyecanlanmam normal mi?''

''Tabii ki de güzel karım.'' Yüzüme eğildiğinde uzun boylu olduğu için hafif eğilmek zorunda kalıyordu. ''Soğukkanlı durduğuma bakma, ben de büyük bir heyecan içindeyim.''

Elini cebine attığında siyah takım elbisesinin ceketinden bir şey çıkardı. Siyah kutuyu avuçları arasına alıp önümde eğildiğinde kutuyu yavaşça açtı. Küçük düğmeye basar basmaz kutu açılmıştı. Kutunun içinde bulunan baget yüzüğün büyük bir zarafetle parlıyor olması...Sanırım bu sefer gidiyordum. Düşecektim, bayılacaktım.

''Evliliğimizin ilk zamanları sana alyans almıştım. Bunun sebebini biliyorsun.'' dediğinde içimden sahte evlilikti o yüzden diye geçirdim. ''Şimdi daha güzel ve sana layık bir yüzük yaptırmak istedim. En azından parmağında bize ait, gerçek bir yüzük olmalı.''

''Bu çok güzel...''

Gülümsedi. ''Ah Gece ah.'' Boğazını temizledi. ''Süslü cümleler kurmak istemiyorum, buna gerek yok. Beni gözlerimden tanıyabilirsin, oradan hissedebilirsin.''

''Biliyorum.''

''Sonsuza kadar karım ol. Bu düğün de ilk kez evleniyormuşuz gibi olsun.'' Yüzüğü kutusundan çıkardıktan sonra onu yavaşça parmağıma takmak için sol elimi uzatmamı bekledi. Sol elimi uzattığımda yüzüğü parmağıma taktı narin bir hareketle.

Elimi dudaklarına götürüp küçük bir öpücük bıraktığında ayağa kalktı ve bana sarıldı. ''Senin neşen beni yaşatıyor ve ben artık neşene yerleşmek istiyorum.''

Senin neşen beni öldürüyor...

''Serter.'' dedim.

''Hadi inelim aşağıya.'' Kolunu uzattığında parmaklarım kolunu sardı. ''Bizi beklemesinler.''

Kapıyı bana açtığında yandan gülümsüyordu. Aşağıya indiğimizde kolundaki parmaklarımı asla çekmemiştim. Ona dokunmak, onu hissetmek istiyordum.

Bekir bize kapıyı açtı. Naz önümüze güller döktü. Nehir ise arkamdan duvağımı tuttu. Duvağım biraz uzundu, çok fazla uzun değildi ama yere değdiği için kirlenmemesi gerekiyordu. Nehir de bu yüzden duvağımı taşıyordu.

Bekir, ''Çok güzel olmuşsunuz Gece Hanım.''

''Teşekkür ederim.''

Arabaya bindiğimizde, Serter arka koltuğa oturup arabanın anahtarını Bekir'e uzattı. Ellerini belime sardığında gelinliğin etek kısmını da düzeltip; ''Camı açık bırak.'' dedi Bekir'e doğru.

Bekir camı kapatmadı.

Nehir ve Naz da arka araca geçmişti. Cesur ön taraftan kendi arabasını kullanıyordu. Hiç bu kadar heyecanlanmamıştım. Her şey o kadar planlı ilerliyordu ki neşem yerine gelmişti. Adeta bulutlarda uçuyordum.

''Makyajım bozulmadı değil mi?'' Yüzümü gösterdim.

Kafasını yana sallayarak; ''Hayır bozulmadı.'' dediğinde parmakları dudağımın kenarını buldu. Rujumun bir kısmını parmaklarıyla sildiğinde kaşlarımı çattım. ''Sadece alta biraz değmiş, onu sildim.'' Yüz ifademe bakarak açıklamasını yapmıştı Serter.

Bekir yanında bulunan su şişesini uzattığında Serter öne eğilerek aldı, kapağını açıp bana uzattı. Şişeyi elinden aldığımda rujumu bozmamaya özen göstererek birkaç yudum alıp Serter'in parmakları arasında bulunan kapağı aldım, şişenin ağzını kapattım ve kucağıma bıraktım.

''Düğün nerede?'' diye sordum.

Serter işaret parmağını dudağına götürüp yavaşça dudaklarının üst kısmına dokunarak; ''Çırağan Sarayında.'' dedi.

''Ne?''

''Hava kapalı, ekim ayındayız. O yüzden orada olacak.'' Parmaklarımı parmaklarının arasına aldı. ''Baharda olsaydık, kır düğünü güzel olurdu.''

''Çırağan Sarayından bahsediyorsun. Orası harika bir yer, öyle duydum.'' dedim ince bir ses tonuyla.

Bekir dikiz aynasından bize baktığında Serter parmaklarımı dudaklarına götürüp öpüyordu. Temas bağımlısı olduğunu her daim, her dakika göstermekten çekinmiyordu.

''Güzel karım benim.'' Parmağını çenemin altına bırakıp dudaklarıma eğildiğinde; ''O kadar güzelsin ki...Senin için yapamayacağım hiçbir şey yok. Her zaman, her koşulda yanında olacağım ve seni mutlu edeceğim.'' Dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Dudakları kıpırdamadı, gözleri kapalıydı. Gözlerim açık bir şekilde dudaklarını hareket ettirmesini bekledim.

''Gece.'' Sesi boğuktu.

''Efendim.'' Dudaklarına doğru fısıldadım.

İki eliyle birden yanağımı tuttuğunda dudaklarıma karşı; ''Sen benim karımsın, en özelimsin.''

Bekir'in sürdüğü araba kırmızı ışıkta durunca Serter dilini dudağına yerleştirip dudağının altı kısmını önce yaladı, ardından dişinin arasına alıp geri çekilerek hiçbir şey olmamış gibi dirseğini cama yasladı.

''Hava da çok güzel.'' diye mırıldandım.

Kapalıydı hava.

Bekir boğazını temizledi. ''Evet gerçekten güzel.''

Serter kulaklarına kadar kızarmıştı. Onun böyle bir fiziksel özelliği vardı. Aniden kızarıyordu kulaklarına kadar. Özellikle utandığında elini ensesine atardı. Şu an sadece cama dirseğimi yaslamış bir vaziyette yola bakıyordu. Büyükelçi utanmıştı. Bu haline gülmemek için zor tutum kendimi.

''Çok sıcak.'' Elimi yelpaze yapar gibi yüzüme rüzgar getirmeye çalıştım.

Serter dudaklarının kenarını sildi, tekrar elimi tuttu. ''Serinletebilirim seni?'' Göz kırptı.

Bekir ikinci kez boğazını temizledi.

Bekir'e de acıyordum. Açıkçası üzülüyordum. Gözünün önünde sürekli bizim sapık görüntülerimize maruz kalıyordu.

''Nasıl serinleteceksin?'' Arsız arsız sordum.

''Yatakta hallederiz, güzelim.'' dedi Serter.

Kaşlarımı çatarak elimi havaya kaldırdım. İçimden bir sabır dileyerek onun dizinin hafif vurdum. ''Serter.'' dedim uyaran bir ses tonuyla.

Serter gülümsedi. ''Harika bir adamım.''

''Gerçekten mükemmel bir adamsın.'' Nefesimi kontrol etmeye çalıştığımda beni izlediğini görünce kaş göz işaretinde bulundum. ''Ayıp.'' diye fısıldadım.

''Egom da bazı yerlerim gibi büyüktür.'' dedi sırıtırken.

''Serter.'' İkinci kez ismini söyledim.

''Tahmini birkaç santim.'' Kulağıma doğru fısıldadı. ''Düğün gecesinde görmek ister misin?''

Nihayet araba Çırağan Sarayına geldiğinde Bekir frene bastı. Serter'e karşı gözlerimi devirdiğimde Serter Güçlü sırıtmaya devam ediyordu. Kapım açarak belimden tuttu. Arkamda bulunan duvağın uçlarını eline alarak duvağımın yerlerde sürünmemesi için çaba gösterdi.

''Giriş ön tarafta.'' İşaret parmağıyla gösterdi.

Gözlerim kocaman binadaydı. O kadar güzel görünüyordu ki...Eski bir yapıydı. Eski yapı olduğundan dolayı görkemliydi. Gözlerimi kapatamadım çünkü karşımda bulunan saray çok güzeldi. Daha önce Beşiktaş'a gelmemiştim. İstanbullu olmama rağmen bu taraflara doğru dürüst uğramamıştım fakat şimdi görmek oldukça hoşuma gitmişti.

Deniz manzaralıydı. Karşısında deniz vardı.

''Serter Bey hoş geldiniz.'' Bir görevli bizi karşıladığında Cesur da arabasından inmiş önümüze geçmişti.

''Hoş buldum.'' Duvağımı bıraktığında görevliye çevirdi yüzünü. ''Nasıl? Herhangi bir eksik yok değil mi?''

''Hayır her şey çok iyi gidiyor. Düğündeki müzikler, süsler, havai fişekler, tatlılar ve düğün pastası hazır. Ön taraftaki giriş bölümünde sandalyelerin kenarına birtakım ışıklandırmalar yaptık. Gece burası daha güzel olacak. Arka tarafta da yemek verilecek. Misafirlerimiz dilerse yemek yemek için arka tarafa geçecek.''

''Yemekli mi?'' diye sordu Cesur.

Serter bir elini cebine koydu. ''Normalde sadece tatlı ikram edilecekti ama neredeyse saatlerce burada olacakları için isteyenler arka tarafta yemek yiyebilecek.''

Naz ve Nehir de araçtan indi. Cesur yine Nehir'e baktı, sonra bakışlarını başka yöne çevirdi. Nehir, Naz'ın koluna girdiğinde arkamdan gelerek duvağımın ucunu tuttular. ''Odaya geçelim, makyajın bozulmuşsa düzeltelim.''

''Rujun mu bozuldu senin?'' Nehir karşıma geçip dudaklarıma baktığında Serter görevli ile konuştuğu için bizi duymuyordu.

''Biraz.'' dedim.

''Hadi içeriye geçelim.'' Nehir elimden tuttuğunda Naz arkamdan duvağımı tutuyordu. ''Umarım yağmur yağmaz, sandalyeleri dışarıya kurmuşlar.''

Sandalyeler beyazdı. Mor kurdele ile bağlanmıştı üst tarafları. Yanlarında ise dekoratif amaçlı çiçekler konuşmuştu. Önünde de küçük yuvarlak bir masa vardı. Sehpa tarzıydı ama daha küçüğüydü.

Merdivenleri çıktığımızda Serter bana kısa bir bakış atarak; ''Yemek söyleyeceğim.''

''Tamam.'' dedi Naz.

''Gece.'' Serter tırabzanlara dokunarak kulağıma eğildiğinde nasıl bu kadar büyük bir hızda arkamdan yetiştiğini anlayamamıştım. ''Birazdan yanınıza gelirim tamam mı?''

''Bekliyor olacağım.'' dedim.

İçeriye girdiğimiz de Naz buraları daha önce görmüş olacak ki sol taraftaki merdiveni gösterdi. Merdivenler bitmiyordu. Naz beni yönlendirmeye çalışarak odanın kapısını açtı. İçeriye girdiğimizde makyöz Efsun da içeriye girdi. Tüm makyaj malzemelerini masanın üzerine döktü.

Girdiğimiz oda merdivenlerin giriş kısmındaki duvarlar gibiydi. Hepsi birbirine benziyordu. Fazla eski bir yapıydı. Duvarlar sarıydı. Parşömen kağıdı gibi sarıydı. Yapısı biraz hoşuma gitmişti.

''Makyajına bakalım.'' dediğinde bileğinden yakalayıp; ''Hayır makyajım iyi, şu an bir şey yok.''

''Yemek?'' diye sordu Naz.

''Aç değilim, aşırı heyecanlandım.'' Derin bir nefes aldım. ''Beni Serter alacak değil mi?''

''Tabii ki.'' dedi Nehir.

Kapı çalınca Nehir gel diyerek bağırdı. Pusat'ı görünce hafif bir gülme geldi çünkü elinde beş tane altın vardı ve altınlar ipe dizilmişti. Dudaklarında büyük bir gülümseme ile içeriye girdiğinde altını bana uzattı.

''Gelin hanım.'' dedi sırıtırken.

''Ne var, sen niye geldin?'' Naz'ın sesi sert çıkmıştı.

''Sana ne oluyor, ben Gece'ye altın takmaya geldim. Hem bunca zammın içinde altın aldığıma göre yengemi çok seviyorum anlamına geliyor.'' Bana doğru yaklaştığında boynuma taktı ve arkadan ipi bağladı. ''Allah bir yastıkta sik...'' Boğazımı temizledim. ''Kocamasın.''

''Ne?'' Naz kaşlarını çattı.

''Bu kız da durduk yere bana bulaşıyor, neyse.'' Bir elini cebine koyup uzaklaşmıştı benden. ''Hem nikahında vardım, hem de düğününde. Mükemmel bir arkadaşım. Benim gibi mükemmel bir arkadaş asla bulunamaz, o kadar iyi birisiyim ki.''

''Sadece altın taktın, anladık mükemmelsin.'' dedi Naz.

İkisi neden gergindi anlam verememiştim. Daha doğrusu Naz biraz gergindi. Pusat'ı görür görmez yüzü düşmüştü.

''Neyiniz var?'' Soru direkt Nehir'den gelmişti. Benim sormama gerek kalmadan Nehir sormuştu.

Pusat makyaj malzemelerine baktı. Gloss olduğunu düşündüğüm makyaj malzemesini eline aldı. Kapağını yavaşça açtığında şeffaf glossu dudaklarına sürmeye başladı. O anki hareketini hayretle izliyordum.

''Naz'ı arkadaşıma ayarlamaya çalıştım, sonra bu çocuğu beğenmedi diye trip yiyorum.'' dedi Pusat.

Tek kaşı havaya kalkan Naz elini beline koydu. ''Beni çocuğun kucağına attın, gavat mısın nesin anlamıyorum ki?''

Pusat gloss sürme işlemini bitirdikten sonra koltuğun üzerine oturdu. ''Gavat mı? Pardon ama iki öpüştük diye sevgili mi olduk?''

''Ne?'' dedim şaşkınlıkla.

Naz bana çevirdi mavi gözlerini. ''Saçmalıyor, tabii ki de asla beklentiye girmedim. Pusat kim ki beklentiye gireceğim.''

Arkadaşlarım benden bir şeyler gizlemeye devam ediyordu. Önce Nehir sonra da Naz...Bir şey diyemezdim çünkü ben de her şeyimi anlatmıyordum fakat başıma gelince aslında hoş olmadığını anladım.

''Ondan mı delirdin?'' Pusat'ın sesi de sertti.

Naz ona doğru bir adım atıp işaret parmağını onun göğsüne tuttu uzaktan. ''Salak Pusat iki takıldık, iki alkol aldık diye kendini bir halt sandın. Benim sana sert davranmamın sebebi; senin pislik uyuşturucu kullanan bir erkekle beni sevgili yapmaya çalışmandı. Her şeyi kendine yorma. Kimse on dört santim yemek için nefesini tüketmez.''

''On dört mü?'' Pusat'ın ağzı kocaman açıldı. ''Emin misin on dört olduğuna?''

Çok terbiyesiz kelimeler duyuyordum. Nehir'in kulaklarına elimi bıraktım. Benden küçük olduğu için böyle şeyleri duymasını istemiyordum.

''Yirmi mi? Yalana bak.'' Naz gözlerini devirdi.

''Ya...'' diye mırıldandım. ''Lütfen düğün günümde yapmayın.''

Kapı ikinci kez açıldığında bu sefer de Cesur gelmişti. Onun da Pusat gibi bir eli cebindeydi. Sessizce içeriye girdiğinde makyaj malzemelerine bakarak; ''İşiniz bitti mi? Yemek söyledik, gelin yemek yiyelim.''

''Aç değilim.'' Cama doğru yaklaştığımda insanların yavaş yavaş geldiğini gördüm. ''Ne zaman başlayacak?''

''Birazdan.'' dedi Cesur.

Naz, ''Ben de aç değilim, biz düğünden sonra yeriz. Yemek yedikten sonra karnımız şişebilir.''

Cesur'un arkasından gelen düğün için görevli olan çalışan beyaz kutuyu yatağın üzerine bıraktı. ''Ayakkabılar da geldi. Serter Bey özel olarak seçti. Tam ayağınıza uygun, eğer olmazsa farklı numaraları da var.''

Kutuyu açmaya çalıştığımda duvağım yanağıma geldiği için önce duvağımı düzelttim, ardından kutuyu açtım. Güzel beyaz sade bir düğün ayakkabısıydı. Kenarında hafif taşlar vardı ve biraz da uzundu. Onu elime aldığımda garip hissetmiştim. Asla böyle hayal etmiyordum. Bu kadar güzel, bu kadar mükemmel bir düğünle evleneceğimi düşünmüyordum. Şimdiden heyecanlanmıştım çünkü Serter'in çok iyi bir düğün organize edeceğini biliyordum.

''Düğün davetiye baksana.'' Küçük bir kahverengi olan kağıdı gösterdi. İçini açtığında gözlerim kamaştı. ''Bir hafta önce herkese bunlardan gönderildi. İçinde köpek ve kedi maması var. Hem hayvan dostlarımızı da düşündü Serter.''

''Gelin olduğu halde sonradan haberi olan Gece Güçlü'nün surat ifadesi.'' Pusat yüzümü işaret etti.

''Sus, on dört santim.'' dedi Naz.

Cesur, ''Bu mevzu ne?''

Nehir ayakta duruyordu. Cesur'un hiç ses Nehir'in bulunduğu tarafa geçtiğinde elini kaldırıp Nehir'in omzuna değdirdi. Nehir yaşadığı ani temastan dolayı irkildiğinde Cesur onun kulağına eğildi. Ne söylediğini, ne yazık ki duyamamıştım ama içten içe merak da etmiştim. Nehir duyduğu cümle sonrası Cesur'dan uzaklaştı.

''Nehir?'' Sesi biraz yüksek çıkmıştı. ''Baksana bir.''

Nehir konuyu değiştirmek adına; ''Artık aşağıya inelim mi? Hava da karardı. Müzik sesi de geliyor. Belli ki düğün başlamış.'' dedi.

Pusat, ''Nehir'im haklı, gel Nehir'im. Biz birlikte aşağıya inelim.'' dediğinde Cesur aniden kafasını Pusat'a çevirdi ve kaşlarını çattı.

Nehir, Cesur'dan uzaklaşıp Pusat'ın koluna parmaklarını doladığında Cesur sadece tepki olarak yüzünü buruşturmuştu. Naz ise ikisine hayretle bakarak öfkeyle bir şeyler söyledi fakat onun da ne dediğini duyamamıştım.

''Serter geliyor.'' Naz elini sevinçle çırptı.

Ayakkabılarımı ayağıma geçirip gelinliğimin ucunu düzelttiğimde Serter ile göz göze geldim. Bana bakarak elinde bulunan gül buketini uzattı. Gül buketini elime aldığımda alnıma eğildi. Bir yandan da sol parmağımda bulunan yüzüğe bakıyordu. ''Çok güzelsin.'' dedi fısıltısıyla tenimi yakarak.

''Beğendin mi?''

''Çok.'' Sanırım hipnoz olmuştu. İlk birkaç dakika gözlerini benden alamadı. ''Bir insan bu kadar güzel, bu kadar özel olmamalı. Sana baktıkça herkesin varlığını unutuyorum, bir tek sen kalıyorsun geride. Sen kalıyorsun yalnızca.''

Pusat, ''Gerçek love.''

''Zevzekliği kes.'' dedi Cesur.

Serter'in koluna parmaklarımı sardığımda aşağıdan sesler gelmeye başlamıştı. Az önce kısık olan müziğin sesi yükselmişti. Basamakları tek tek indik. Aşağıya indiğimizde Serter Güçlü gülümsedi. Bu durum hoşuna gitmişti.

Alana girer girmez büyük bir kalabalık ile karşı karşıya kaldık. Bunca insanı nasıl çağırmıştı, bilemiyordum. Sanırım hepsi de Serter'in çevresinden olan insanlardı. Kardeşini ve kardeşinin sevgilisini görememiştim. Kılıç'ı neden çağırmamıştı, sebebi konusunda en ufak da olsa bir fikrim yoktu.

Basamaklar tamamen bittikten sonra arkadan güzel bir şarkı çaldı. Serter Güçlü elini uzattı. Dudaklarımda ve gözlerimdeki parlaklığı aydınlatan gülüşü için parmaklarımın parmaklarına sarılmasına izin verdim. Yavaş bir hareketle parmaklarımı sardı. Bir elini de belime koydu.

O an sanki evrende tek başımızaydık. İkimiz de dans ediyorduk.

Belimdeki ellerinin sıcaklığını belki de hayaliydi ama hissediyordum. Gelinliğin kat be kat kumaşına rağmen.

''Hep dans eden çiftlerin ne konuştuğunu merak etmiştim ama galiba biz biraz sessiz olacağız gibi görünüyor.'' dedim.

Güldü. ''Hm...''

''Serter.'' Boynuna kafamı bastırdığımda hareketlerimiz yavaş yavaş müziğin ritmine kulak veriyordu.

''Efendim, benim güzelim.''

''Bunu ne ara planladın bilmiyorum ama teşekkür ederim.'' Etrafa baktım.

İkinci dans müziğinde diğer insanlar da yavaş yavaş alana giriyordu. Alanın etrafında ise sandalye ve masalar vardı.

''Ben düğün yapacağımızı söylemiştim. Her zaman sözümde dururum. Koşullar ve şartlar ne olursa olsun.'' dedi.

İç çekerek dudaklarımı yanağına bastırıp geri çekildim. ''Ben seni İspanya'da sanıyordum. Açıkçası biraz da üzülmüştüm. Seni özleyeceğimi bildiğim için garip hissediyordum.''

Belimdeki ellerini çekti. ''Sen bayağı bayağı bensiz yapamıyorsun Gece Hanım?''

Gözlerimi devirdim. ''Serter.''

''Tamam tamam sustum.'' Elimi tuttuğunda gözleri birinin üzerinde durdu. ''Gel misafirlere hoş geldin diyelim. Seni tanıştırmam gereken onlarca insan var. Hepsiyle tek tek tanıştıracağım.''

Önce Kadir Bey'in yanına gitti. O ve eşi de gelmişti. Sevcan Hanım yine o kürkünü giymişti. Üstelik elinde tuttuğu pembe renkteki içeceğini yudumlarken bir yandan da yelpaze ile yüzünü serinletmeye çalışıyordu. Bu soğukta neden yüzünü serinletmeye çalıştığına anlam verememiştim.

''Serter.'' dedi Kadir Bey onla tokalaşırken. ''Tebrik ederim çocuklar.''

Kadir Bey elini bana uzattığında yavaşça elini sıktım. Sevcan Hanım ise sadece gülümsemişti.

''Teşekkür ederiz, bu arada hoş geldiniz.'' Serter bir elini cebine diğer elini de belime koymuştu. ''Bizi bu mutlu günümüzde yalnız bırakmadınız.''

Sevcan Hanım, ''Aileyiz biz çocuğum, tabii ki geleceğiz.''

Serter derin bir nefes aldı. ''Yolculuk nasıl geçti?'' Serter maviliklerini bana doğrulttu. ''Kadir Abiler normalde Balıkesir'deydi. Bunu sana daha önce de demiştim ama bugün dönme kararı aldılar. Bu sabah bizim için geldiler.''

Sadece kuru bir gülümseme sundum. Kadın yüzünden enerjim dalgalanıyordu.

Aynı anda birisi de Serter'in omzuna dokundu. Serter başını hafif geriye çevirdiğinde genç bir adamla karşılaştık. ''Tebrik ederim.''

''Hoş geldin Yıldırım.'' dediğinde sanki bu adamı hatırlıyordum. Gürsel'i şikayet etmeye gittiğimiz günkü başkomiserdi. Nihayet bir şey hatırlamıştım. Zihnim en saçma sapan her şeyi bir köşede tutuyor, en güzel anıları da siliyordu.

''Bu mutlu gününüzde sizi yalnız bırakmak istemedim.'' dedi.

Onlar konuştuğu sırada Serter'den biraz uzaklaşarak alkol alabileceğim bir yere kaçmaya karar verdim. Garsonun elinde tutmuş olduğu tepsiden şampanya aldığımda, Serter'in düğünü alkollü olarak seçmesi de dikkatimden kaçmamıştı. Normalde alkol konusunda huysuz bir adam oluyordu. Özellikle eskiden tartıştığımız konular alkol üzerine olması; asla bitmek bilmeyen bir savaşı hatırlatıyordu bana.

Kafamı yavaşça yukarıya kaldırdım. Gökyüzü parçalı bulutluydu. Yağmur yoktu ama her an yağacak gibi de duruyordu.

Naz'a baktım. Daha önce hiç görmediğim bir adamla dans ediyordu. Pusat'a baktığımda, Nehir'in bulunduğu masanın önünde eğilmiş Nehir'i dansa kaldırıyordu. Yanlarında oturan Cesur'un ise ifadesiz bir mimikle ikisini izliyor olması biraz garibime gitmişti. Hiçbir tepkide bulunmadan ikisini izledi, bacak bacak üstüne atıp içkisini yudumladı. O an sadece onların dansını on beş dakika boyunca izlemişti.

Pusat da eğleniyor gibi görünüyordu. Özellikle Nehir'in kulağına bir şeyler söyleyip sonra kahkaha atması...Nehir'in de karşılık olarak Pusat'ın omzunda bulunan elini ikide bir hava kaldırması...

Serter'e baktım. Gelen tüm misafirlerle ayakta kısacık da olsa sohbet ediyordu. Yüzü gülümsüyordu. Genelde de gülümseyen yüz ifadesi sevdiklerine karşı olurdu. Bugündü böyleydi, bu denli bir mutlulukla taçlanmıştı dudakları.

Yarım saat boyunca sadece ayakta durdum. Bir kadeh şampanya içtim. Biraz da gözlerim dalgındı. Olmak istediğim yer burasıydı, burada nefes alıyordum. Burası o kadar güzeldi ki...Sanırım gerçekten de mutluluk artık kapımdaydı.

Serter arkadaşlarının omzunu son kez sıkıp bana döndüğünde gülümseyen suratı iki kat genişledi. ''Aç karnına içme.'' Elimdeki kadehi alıp masalara hizmet eden garsonun tepsisine bıraktı. ''Yemek yemedin zaten.''

''Dördüncü Murat.'' diye mırıldandım.

''Ne?''

Omuz silktim. ''Hiç.''

Elini belime koydu. ''Hem güzelsin, hem sinir bozucusun karıcığım.'' Misafirlerimize baktı. ''Bir ara sana kızacağım, hatırlat bana.''

''Ayıp.'' dedim.

Kahkaha attı. ''Susar mısın?''

''Yoo...'' Kafamı omzuna yasladım.

''Gıcık.'' dedi.

Serter ile bazen çocuklaşabiliyorduk. Onunla kavga ederken adeta bir bulut parçasında yürüyen çocuğa benziyordum. Bu beni güldürüyordu, ayrıca hoşuma da gidiyordu. Eğlenmek...İşte onunla eğlenmek. Tek istediğim şey buydu.

''Sensin.'' dedim karşılık verirken.

Yapay bir şekilde yüzünü buruşturdu. ''Bak ya...Hiç terbiyesizleştin karıcığım.''

''Karın.'' dedim.

''Benim karım.'' Kelimeleri bastırdı.

O ana kadar iki dans daha ettik, tatlılar yedik. Serter misafirlerimizin önünde beni dudağımdan öptü. İkimiz mutlu mutlu birbirimize odaklanmıştık.

&&

Üzerini değiştirdiği sırada arkasına geçtiğimde kollarımı arkadan ona doladım. Kafamı sırtına yasladığımda amacım onu hissetmekti. ''Serter.'' dedim. Onun adını söylemek bana iyi geliyordu, nefes alıyordum.

''Efendim.''

Yüzünü bana çevirdiğinde yanaklarımı ellerinin arasına alıp minik burnuma dudaklarını bastırdı. Sıcaklığını tekrar hissettiğim nefesi sayesinde heyecandan ölmek üzereydim. O kadar güzeldi ki...Ona bakmak her şeyiyle güzeldi.

''Yorgun hissediyor musun?''

''Biraz.'' Gülümsedi. ''Ama sana bakınca yorgunluğum gidiyor.''

Yanağını okşadığımda parmak ucumda yükseldim, o da karşılık olarak o güzel elleriyle belimi sarıp sıkıca beni kendisine bastırdı. Vücudumuz tek vücut olmuştu. İkimiz de birbirimize oldukça yakındık. Nefesini hissedecek kadar yakınında olmak fazlasıyla güzeldi.

''Belinin ağrıdığını söylemiştin, sana masaj yapmamı ister misin?'' diye sordum.

Kafasını yana salladı. ''Hayır güzel karım. Birazdan uyurum ve kendime gelirim.''

''Olsun, hem güzel masaj yaparım ben.'' Gözlerine bakınca o maviler nasıl bu kadar güzel diye düşünmeden edemiyordum.

''Başka zaman tamam mı?''

''Sen nasıl istersen.'' Yanaklarına baktığımda özellikle benlerini görmek beni mutlu etmişti. ''Benlerin çok güzel.'' diye fısıldadım.

''Beğeniyor musun?''

''Tabii ki de.'' Güldüm. ''Her şeyin fazla güzel.''

''Güzel olan sensin.''

Ellerimi avuçlayıp beni yatağa götürdüğünde üzerimde bulunan geceliğe bakarak; ''Yeni mi?''

''Evet.''

Yatağın üzerine oturduğunda, hemen yanına geçtim. Önce eliyle belimi sardı ardından kafamın omzunu bulmasını sağladı. Kafamı omzuna yasladığımda saçlarım yüzüne değmişti. Saç tellerimi okşayarak onları tek tek ayırıp yanağından çekti.

''Yakışmış.'' Dudaklarını saçlarımda hissettim. Önce elini çenemin altına bıraktı ve sonra dudaklarını saçlarıma, sonra da şakaklarıma bastırdı. ''Gerçi güzelsin, güzel olduğun için her şey yakışıyor sana.''

''Serter.'' dedim bir anda. ''Bak ağrın varsa, masaj yapabilirim. Kaç gündür uykusuzsun, en azından ağrılarını iyileştirebilirim.''

''Aslında bunu başka zaman yapabiliriz.'' Sırıttı bana bakarken. ''Hatta...'' Aklına bir şey gelmiş olacak ki güldü.

''Ne hatta?''

Omuz silkti. ''Sana masaj yaparım.'' Göz kırptı.

Boğazımı temizledim. ''Nasıl yapacaksın ki?''

''Çıplak olursun, sonra ben de seninle sevişme bahanesiyle masaj da yaparım.'' dedi sakin bir ses tonuyla.

Çok açık sözlüydü. Cümleler ağzından dökülürken açık sözlü olması dikkatimden kaçmamıştı.

''Nasıl olacak peki?'' Saçlarımı hafif arkaya attım. ''Anlatsana?''

''Meraklı.'' Güldü. ''Ben seni bebek yağıyla yağlarım, sonra bacaklarından göğüslerine kadar her yerini okşarım.''

Bu adam İstanbul Beyefendisi miydi? Bence değildi.

''Masaj?'' Boğazımda kuruluk oluştu.

''Hı hı.'' dedi.

''Ne zaman peki?''

''Bana kalsa şu an bile olabilir ama düğün seni yormuştur. O yüzden en geç iki hafta içinde yaparız.''

Sevişmek için gün belirleyen ilk insan Serter Güçlü olabilir miydi acaba?

''Beni heyecanlandırıyorsun?''

''Yaparım.'' Otuz iki diş sırıttı. ''Yalnız şunu da bilmeni istiyorum. Ben seninle öpüşürken zevk alıyorum fakat benim için sana sarılmak, seni göğsümde uyutmak, saçlarını koklamak ve seninle sohbet etmek her şeyden daha güzel, daha önemli.''

''Biliyorum...''

İşaret parmağını dudaklarımın üzerine bıraktı. ''O yüzden beni asla yanlış anlamanı istemem. Seninle cinsellikle ilgili şakalar yaptığımda da amacım sadece seninle uğraşmak çünkü tepkin çok hoşuma gidiyor.''

''Serter, iki insanın ve özellikle iki evli insanın birbirini arzulaması kadar normal bir şey yok.'' Kesinlikle böyle düşünüyordum, o yüzden rahatsızlık duymuyordum.

''Ya tabii ki de öyledir fakat birbirimizi tamamen tanımıyoruz. Bak mesela geçen gün göbeğine laf attım diye beni yanlış anladın. Onun öncesinde sana İspanyolca fiziğin kusursuz demiştim, yani fiziğini beğenmiştim ama Türkçe olarak sana şaka yapmak istemiştim.''

''Haklısın.'' Yanağını tekrar tekrar okşadım. ''Bu arada o göbek olayı konusunda bir daha yanlış anlamayacağım.''

''Göbeğin yok ama kalçan büyük.'' Konu yine kalçama gelmişti.

''Ya Serter...''

''Söyle bakalım?'' Burnunu burnuma sürttüğünde heyecanlanmıştım. ''Benim mızıkçı, sinir bozucu ama aynı zamanda tatlı olan güzel karım. Bu sefer ne oldu?'' Neler olmuyordu ki bir bilse?

''Sana bir şey diyeceğim.''

''Dinliyorum sevgilim, söyle bakalım.''

Son zamanlarda sürekli sevgilim kelimesini kullanıyordu. Özellikle bu kelimeye alışmaya başlamıştım. İster istemez hep kullanmasını istiyordum çünkü güzel bir kelimeydi. Sevgilim, onun sevgilisi, Serter'in sevgilisi...Sanırım ölüp bitiyordum.

''Bugün için teşekkür ederim.'' Derin bir nefes aldım. ''Beni yine dünyanın en mutlu insanı yaptın.''

''En çok istediğim şeydi bu. Seninle bir düğünü hak ediyorduk. Gerçi başta düğün istememiştin, o yüzden biraz çekindim.''

''Ne zamandır bu hazırlıkları yapıyordun?'' Saçlarımı bir kez daha arkaya attı.

''Bir aydan fazla oluyor. Güzel bir yer seçmek için birkaç görüşme yaptım. Kafamdakini bulunca da bugün olması gerektiğine karar verdim fakat öncesinde seni hazırlamam gerekiyordu. Sana direkt söylemek yerine sürpriz yapmak istiyordum, yaptım da.''

''Her şey çok güzeldi.'' dedim.

Kolunu kaldırıp saatine baktı. ''Evet.'' Alnımı öpüp geri çekilerek; ''Açıkçası bu kadar beğeneceğini düşünmüyordum.''

Ona artık hediyesini verme zamanım gelmişti. Hemen kollarının arasından çıkıp yana dönerek komodinin çekmecesini açtım. Çekmeceyi dikkatlice açarak elimi çekmecenin içine soktum. En alt diplerde olan kutuyu ve üstündeki diğer kutuyu aldığımda dikkatli gözlerle beni izliyordu.

İki hediye paketine sarılı kutuyu ona uzatarak; ''Sana bir şey aldım.'' dedim.

Şaşırmıştı. Dudakları aralandı; ''Neden zahmet ettin ki?''

''Açsana.'' Sesim heyecanlı çıkmıştı.

Siyah paketinin yapışkan kısmını ayırdığında yavaşça paketi açtı. Küçük siyah bir kutu karşıladı onu. Kutunun kapağını da açtıktan sonra kol düğmelerine baktı. Siyah mat kol düğmesinin ortasında küçük minik bir mavi renk vardı. Su damlasına benzeyen şekli beğeneceğini düşünüyordum.

''Gece...Bu çok güzel.''

Yanağına eğildim. Hızlıca dudaklarımı oraya bastırdım. ''Diğerini de açsana.''

Onu da açtığında saate öylece bakarak; ''Gece.'' Sesi boğuk çıkmıştı.

Dudaklarımda büyük bir gülümseme oluştu. ''Çok farklı bir hediye değil biliyorum ama sürekli saat taktığını fark ettim. Neredeyse uyurken bile kolunda saat var. Böyle dışı gümüş olan saatleri seveceğini düşündüm.'' Omuz silkerek; ''Kol düğmesini de kullanırken beni hatırlarsın, yani aklına gelirim.'' dedim.

İç çekti. ''Sen benim aklımdan hiç çıkmıyorsun ki...''

Bunu biliyordum.

''Umarım beğenmişsindir.''

Kucağımda bulunan elimi eline alıp dudaklarına götürdü. Sıcak dudaklarını oraya bastırdığında derin bir nefes alarak; ''Senin aldığın her şeyi beğenirim ben.'' Bunu da biliyordum. ''Tekrardan teşekkür ederim.''

Kucağına çıkmaya çalıştığımda belimden yakalamadan önce kutuları ve içindeki hediyeleri yan tarafına bırakıp beni önüne yasladı. Ön tarafına uzandığımda sırtım göğsündeydi, saçlarım ise muhtemelen yüzünün her bir tanesine usulca değiyor ve orada bir rüzgar oluşturuyordu.

''Güzel karım benim.'' Saçlarıma doğru fısıldadı. ''Ne diyeceğimi bilemiyorum.''

Aniden ona baktım.

Boynuna, hatta kulaklarına kadar kızarmıştı.

''Niye kızardın?''

Boğazını temizledi. ''Garip hissettim.''

''Neden ki?''

''Sen beni düşünerek hediye alıyorsun...'' Dudaklarını ıslattı ve gözlerime değen saçlarımı düzeltti. ''Bir gün önce itirafta bulundun, bana karşı içindeki duyguları ve düşünceleri dile getirdin...Her zaman bana yönelttiğin bir mesafen vardı, bunu fark etmemiş olabilirsin ama bu evliliğin içinde bir şeylerin tek taraflı olduğunu sana söylemiştim, buna inanıyordum da...''

Sözlerine devam ederken gözleri dalgındı. ''Artık buna inanmıyorum. Sen beni gerçekten yanında istiyorsun.''

''Seni istemesem, sana dokunmak kolay olmazdı ki.''

''Baştan beri yanındayım, Eylül meselesinde de yanında oldum, diğer meselelerde de.'' Derin derin yutkundu. ''Senin yanında olduğum için, benim yanımda olduğunu düşündüğüm zamanlar olmadı değil. Kafamı yastığa gömdüğümde, ileride beni bırakır mısın diye abuk sabuk sorular soruyordum kendime.''

''Bunu bana ilk kez itiraf ediyorsun.'' dedim.

''Dediğim gibi kendi içimde büyüttüğüm düşünceler, bunlar benim bazı gecelerde yalnız hissettiğimde zihnimde dolaşan düşünceler.''

Elimi elinin üzerine bıraktım. ''Sen yalnız değilsin.''

''Sen varsın biliyorum, ben sadece senin bana karşı soğuk olduğunu düşünüyordum ama bu da geçti. Artık farkındayım.''

Serter...

Serter Güçlü. Kısacası kalbi çok güzel olan Serter Güçlü. Onu kelimelerle anlatamazdım. Kelimeler onu anlatmaya yetmezdi. Sözler yanında basit kalır, boyası tutmamış yazılar ise soluklaşırdı. Onun yanındayken derin bir nefes alabiliyordum. O dünyanın en iyi insanıydı ve ben ona sahiptim.

Ayağa kalkıp telefonumu şarja koyduğumda ekrandaki bildirim ile Naz'ın mesaj grubuna attığı erik fotoğrafını gördüm. Naz erik yiyordu ve onun fotoğrafını atmıştı.

Garip bir şekilde canım bir anda erik çekmişti.

''Hadi gel, kollarıma uyuyalım.'' dedi.

''Tamam.'' Ağzım sulanmıştı. ''Geliyorum.'' Yatağa geçtiğimde kollarına girmeden önce; ''Bir şey soracağım. Yarın erik almaya gidebilir miyiz? Bu saatte bulunur mu?''

''Canın mı çekti?''

Kafamı salladım. ''Biraz.'' Hayır biraz değil, bayağı çekmişti.

Parmaklarını çenemin altına koyup alt kısmı okşayarak; ''Ben gidip alabilirim.'' dedi.

''Mevsimi değil ki.''

Dudaklarıma eğildi. Çok minik de olsa bir öpücük koparıp; ''Bulurum ben, sen merak etme. İlk kez bir şey çekmiş canın. Hem de yararlı bir şey.'' dedi.

Kolundan tuttum. ''Olmaz, çok yorgunsun. Lütfen dinlen, yarın birlikte gideriz.''

''Güzel karım lütfen saçmalama, araba kullanacağım.'' Fırsattan istifade alnımı da öptü. ''Hemen gelirim tamam mı?''

''Yorgunsun.''

''İlk kez bir şey istiyorsun, hevesimi kırma lütfen...'' dedi.

O gittikten sonra yatağın üzerine geçtim. Onu beklemeye başladım. Yarım saat boyunca haber alamayınca Anna Karenina kitabıyla ilgilenmeye çalıştım. Genelde de yalnız olduğumda bir şeyler ilgilenmeyi seviyordum. Hem zaman geçiyordu hem de iyi geliyordu. Komodinin üzerinde bulunan telefonum çaldığı sırada, onu kulağıma götürdüm. Derin bir nefes alarak telefonu açtım.

Ömer arıyordu.

''Good morning canım.'' Dedi deli Hasan.

''Nihayet aradın.''

Ömer'e kaç gündür ulaşamıyordum. Ne yaptığını merak etmiştim. Üstelik, bir şeyler gizliyordu. Yalanlar söyleyip kaçtıktan sonra derin bir sessizliğe kavuşamazdı. Bana gerçekleri anlatmak zorundaydı, bunu yapmalıydı.

''Nasılsın, ela gözlü Gece?''

Gözlerimi devirdim. ''Ömer, sen neredeydin? Aptal aptal şeyler söyleyip öylece kaçamazsın. Bu yaptığın asla doğru değil.''

Ömer'e doğru değil demek yanlıştı çünkü Ömer baştan sona yanlışlarla donatılmış bir adamdı. Onu fazla ciddiye alıyordum. Elimde değildi. Onu ciddiye almamam gerekiyordu. Sinir bozucu adamın tekiydi.

''Şükran ile bir gün rakı balık yapıyoruz. O kız kulesinin karşısında rakısını yudumluyor. Bana diyor ki; İstanbul bu aralar biraz hırçın, denizler dalgalı. Aşk da öyle midir diye soruyor?'' Yine saçmalamaya başlamıştı. ''Ona dedim ki aşk hiçbir zaman durgun bir deniz olmadı, aşkın peşinden rüzgar geldi ve aşk rüzgara teslim oldu dedim.''

''Yani? Sonra denizden köpek balığı çıktı ve sizi yedi mi?''

Kahkaha attı. ''Ömer dedi, bana Ömer demişti. Ömer aşk yalanlarla örtülü. Seni üzer, sakın inanma bana demişti. Ona bile isteye inanmıştım.''

''Hastasın.'' dedim.

Arkadan araba sesi geliyordu. ''Ona şiirler okudum. Arabaya bindikten sonra ona şiirler okudum. Yazdığım defter vardı. İlk tanışmamızdan itibaren ona yazdığım defteri vermiştim. Yıllar sonra, yani o öldükten sonra defteri onun evindeki çöpün içinde buldum.'' Güldü, gülmeye devam etti. ''Boşuna aşk ile ilgili yalanlar söylememişti, karım beni kandırmıştı.''

''Neredeydin?''

''Sana uzak olan her yerde.'' Durdu, konuşmayı bir müddet kesti.

''Ömer.'' dedim.

''Bugün hava soğuk Gece, bugün hava soğuk çünkü içimi buzlar kapladı.''

Saçmalamak, sanırım bu onun işiydi.

''Bak...''

Sözümü keserek; ''Seni arar aramaz içimi dökmek istedim, hiç arkadaşım yok. Şükran'ı kimseye anlatmazsam eğer ölebilirim.'' dedi.

''Keşke samimi gelseydin, keşke.'' Telefonu tutan parmaklarım telefonu sıkıyordu. ''Bana sürekli yalan söylüyorsun, her hafta karşıma farklı bir senaryo ile çıkıyorsun. Bana ailemin üvey olduğunu söyledin ve ben o gün yıkıldım. Ben, sana ulaşmaya çalıştım. DNA testi yaptırmak istedim çünkü ne yazık ki sana inanmıştım ve sen ortadan kayboldun.''

''Kaç gündür, tanımadığım adamlar tarafından bir depoda tutuldum.'' Dedi.

''Kim?''

''Bilmiyorum. Bu yüzden sana ulaşamadım. Sana ulaşacaktım ama telefonum dahil her şeye el koydular.''

Kim yapardı ki böyle bir şey?

''Eylül?''

''Olabilir.'' İç çekti.

''Serter'e yalan söylediğini itiraf etmişsin. Onlar ailemmiş. Bunu neden yaptın peki? Neden yani. Anlamaya çalışıyorum. Neden yapmaya çalıştığını sadece anlamaya çalışıyorum. Zihnimde hep bir savaş dönüyor ve seni anlamak o kadar zor ki...Gerçekten insanı bıktırıyorsun, net bir şeyler söylemek yerine insanı uğraştırıyorsun.''

''Serter'e yalan söyledim.'' Dedi.

Boştaki elimi alnıma götürdüm. ''Ömer, yeter! Bak yine oyun oynuyorsun, yeter! Neden bunu yapıyorsun? Yirmi üç yaşında bir kızı, neden oyunlarına alet ediyorsun? Hiç mi acımıyorsun? Hiç mi acımıyorsun bana Ömer? Şükran seni terk ettiği için tüm kadınlara düşman olmamalısın. Neden benden nefret ediyorsun?''

''Çok konuşuyorsun.'' Sesi sertti.

''O zaman bana doğru düzgün bir şey söyle! Benim anne ve babam onlar mı? Lütfen bunu söyle.'' Yalvarıyordum çünkü çaresizlik duygusunu ikinci kez tatmıştım.

''Gerçekleri duyduğunda, bana inanacak mısın?''

''Hayır, DNA testi de yaptıracağım.'' Kimseye güvenmiyordum. Serter dışında kimseye güvenemezdim.

''Şükran, bana çocuğumuz olmadığını söylemişti. Sana hamile kaldığı yıllar, ailesinin yanına gitmişti. Sonra, seni doğurdu ve sen daha birkaç günlükken seni Yalçın ailesine verdi. Bunu yaptığında, sen henüz küçük bir bebektin.'' Kalbime oklar saplanıyordu, kalbimdeki oklar canımı acıtıyordu. ''Gerçi öğrendiğimde, Şükran ölmüştü. Kırmızı elbise giyerek kendisini trenin önüne atmıştı. Karnında da yine bana ait bir bebek vardı. Gürsel ile birlikte çocuğumu...Yani seni işte.''

Seni işte...Bu kadar paçavra olamazdım.

''Peki sonra?''

''Gürsel ve onların canına okumak istedim. Eylül ile iş birliği yapmak istedim çünkü Eylül bir şeyler yaşamıştı.''

''Ne?''

''Gürsel tarafından taciz edilmişti...''

Elim ağzımı buldu. ''Ne diyorsun sen?''

''Senin o orospu çocuğu üvey bana İrfan bunu biliyordu. Sırf Belediye başkanlığı tehlikeye girmesin diye uzun süre gizledi.'' Kelimeleri işiten kulağım duymak istemiyordu daha fazla. ''O orospu çocuğu İrfan ise; sırf Belediye başkanlığı görevi tehlikeye girmesin diye uzun bir süre bunu gizlemeye çalıştı. Göz yumdu. Üvey annen de uzaktan izliyordu.''

Boğazıma bir yumru oturdu. ''Peki, bana neden yeltenmedi? Ben de üveysem bana neden yapmadılar?''

''Seni koruyordum aptal! Seni yanıma alamıyordum ama seni koruyordum. Eylül aracılığıyla seni koruyordum. O Eylül'ün de amına koyayım. Üvey annen ile üvey babanı öldürüp suçu senin üstüne attıklarında, Eylül gözümden silindi. Sırf kendi hırsları ve korkuları yüzünden suçu senin üstüne attı Gürsel ile. Gürsel onu tehdit ediyordu, Eylül de o tehditlere boyun eğdi.''

''Ömer.''

Konuşmama müsaade etmedi. ''Orospu çocuğu Gürsel sana yeltenseydi eğer, zaten onu öldürürdüm. Bunu bildiği için en zayıfına, yani Eylül'e yeltendi.''

''Eylül...'' Dizimin üzerine çökmek istedim.

''Eylül zayıf bir çocuktu, savunmasızdı. Cılız, esmer bir kızdı. Sen daha güzeldin. Onların istediği çocuktun. Güzel bir çocukluğun vardı. Ayrıca, Gül Yalçın seni seviyordu. Üvey baban da keza öyle.'' Dedi.

''Daha fazla devam etme.'' dedim.

''Gürsel manipüle edecek çocuğu seçti. O pis sapkınlığına ablanı alet etti. Sonuçta arkasında kimsesi yoktu. Babası ile annesi ölmüştü. Evlatlık verildiği aile de malın tekiydi. Orospu çocuğu için gün doğmuştu. Yavaş yavaş kıza istediği gibi yaklaşıyordu. Küçük yaşta ailesinden uzaklaştırmak için çaba gösterdi. Bunu da yaptıktan sonra Eylül'ü mahvetmeye başladı. Bunları öğrendiğimde, Gürsel'i vurdum.'' Duraksadı. ''Onu öldürmeye de kalkıştım fakat anne ve babanın öldürüldüğü gün; Gürsel Eylül'ü tehdit etti. Kayıtları polise vereceğini söyleyince sırf senin hayatın tehlikeye girmesin diye Gürsel'e tahammül etmek zorunda kaldı.''

''Bana ilaçlar veriyordu.'' dedim.

''Veriyordu, hiçbir şeyi hatırlamanı istemiyordu.'' dedi.

''Peki beni neden uyarmadı? İlaç vermek yerine neden gerçekleri söylemedi? Madem annem ve baba...''

Sözümü kesti. ''Onlar senin ailen değil aptal! Senin ailen değil.''

''Bana cevap ver! Niye gerçekleri söylemedi? Sen neden ona düşman oldun?''

''Senin yüzünden.'' Bağırmıştı, yüksek sesle bağırmıştı. ''Sana ilaç vermeye devam ettiğini fark ettiğim andan itibaren ona düşman oldum. Ne olursa olsun Gürsel'in pisliğinin bir parçası oluyordu. Şükran'ın aşkı zaten başıma belaydı, bir de daha önce hiç kucağıma almadığı kızıyla uğraşıyordum.''

''Ömer.''

''Hepinizden bıktım. Allah kahretsin ki! Keşke anneni tanımasaydım. Hayatımı mahvettiniz.'' Dedi.

Sırtımda bıçaklar hissediyordum. Sırtımdaki bıçakları çıkaramadım, onlar orada öylece kaldı.

''Eylül neden ilaç vermeye devam ediyordu?'' diye sordum.

''Cinayeti hatırlamanı istemedi, gerçekleri de söylemedi. Gerçekleri söyleyip gerçekleri öğrenmeni sağlayabilirdi ama o kendisini düşündü. Seni küçükken üvey amcandan korumak isteyen Eylül büyümüştü ve artık o hırslı, kötü kalpli Eylül olmuştu.''

''Beni hiç kimse sevmemişti...''

Bir yerlere tutunmaya çalıştım. Bir günde iki kez kurşunlanmıştım.

''Seni ne annen Şükran ne de ben sevdim Gece! Başımın belasıydın, başka bir şey değildin. Senin yüzünden Şükran da öldü. İğrenç insansın. Eylül de senin yüzünden gençliğini sana verdi. Herkes senin yüzünden hayatını parçaladı.''

''Ömer.''

''İşe yaramazın tekisin.''

''Ömer.''

''Sus artık! Bana bunu yaşatmaya hakkın yoktu! Geçmişi anlattım, rahatladın mı? Ne annen annenmiş ne de baban.'' Bağırdı, o telefonun ucunda bulunan bağırma sesleri kulağımı çizdi. ''Eylül'e karşı öfke beslesem de seni kurtarmak istedi. Herkes senin için kendi hayatını mahvetti.''

''Küçüktüm.''

''Kimse sevmiyor seni! Keşke bebekken ölseydin! Keşke bebekken Şükran seni öldürseydi, en azından bugün Şükran yaşardı.''

''Ben...''

''Şükran seni yaşa diye kendini trenden attı biliyor musun? Gürsel sana bir şey yapmamak kaydıyla Şükran'dan canını istemiş, intihar mektuplarını okudum. Sırf sen yaşa diye öldü o! Senin yüzünden karım öldü, sevdiğim kadın öldü. Keşke ölseydin Gece, keşke ölseydin. Ablanı, anneni ve benim hayatımı yarım bıraktın.''

''Peki.'' Dedim acıyla.

Gülümsedim.

Telefonu tutan parmaklarım gevşediğinde, telefon parmaklarım arasından kayıp yerle buluştu.

Boğazımda bulunan yumru eşliğinde, ceketimi askılıktan aldıktan sonra ayaklarıma spor ayakkabımı geçirdim. Yavaşça odadan çıktığımda, adımlarım merdiveni buldu. Merdivenlerden aşağıya indim.

Birinci adım, yok oluyorsun.

İkinci adım, siliniyor zihnin.

Üçüncü adım, her şey yalanmış.

Dördüncü adım, sen eksiksin.

Beşinci adım, kimse seni sevmemiş.

Altıncı adım, keşke ölseydin.

Aşağıya indiğimde, dudaklarımda titrek bir gülümseme vardı. Ceketimin önünü ilikledim. Yanıma telefon almadan dış kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda, Bekir'i arabanın önünde gördüm. Bana bakıyordu, ben de ona baktım. Uzun bir süre ona baktığımda, arabasının anahtarını eline alıp adımlarını bana yöneltti.

''Gece Hanım?''

Yedinci adım, sen yaşamıyorsun.

Sekizinci adım, insanlar kötü.

Dokuzuncu adım, insanlardan nefret ediyorum.

Onuncu adım, şiirler teselli etmiyor.

''Gece Hanım?'' İsmimi bir kez daha seslendi. ''Cevap verir misiniz? Lütfen?''

Ona cevap veremedim.

Tam tersi yönden yürüdüğümde, arkamdan bana yetişti. ''Gece Hanım nereye gidiyorsunuz? İsterseniz gideceğiniz yere bırakabilirim?''

On birinci adım, artık şiirlere tutunma.

On ikinci adım, zaten kırgındın.

On üçüncü adım, insanlar acımasız.

On dördüncü adım, bitti.

''Gece Hanım?''

Yavaşça duraksadım ve ona baktım. ''Hava alıp geleceğim.'' dedim.

''Serter Bey çok kızar, sizi bırakayım lütfen?''

''Yarım saate geleceğim.'' dedim.

Sessiz adımlarla buradan uzaklaştım. Beni takip etmediğini bilerek yürüdüm. Ara sokaktan geçtim. Sokakta köpekler vardı. Onlara baktığımda, bana bakmaya başlamışlardı. Ona dönüşte mama verebilirdim ama dönüşüm olabilir miydi, bilmiyordum. Onlara bakmamaya özen göstererek yürüdüm.

Gül ve İrfan. Onlar ailem değildi.

Adımlarımı içimden saymayı bıraktım. Derin bir sessizliğe sesimi verdim. Sustum, asırlar boyunca konuşmak istemedim. Konuşursam dilim lâl olurdu, kelimeler tükenirdi. Susmak bana iyi geliyordu. Adımları da saymayı bıraktığım için susmak daha kolay gelmişti.

Sırf sen yaşa diye öldü o!

Zihnimde cümleler susmuyordu, konuşmaya devam ediyordu. Sanki konuşmak için çaba gösteriyordu. Yaralar kabuk bağlamıyordu, insanlar ansızın gidiyordu. Kalpler soğuyor, insanlar kötüleşiyordu. Yağmurlar yağıyordu, ay görünmüyordu. Yıldızlar da küsmüştü. Yapayalnız başına kalan ela gözler; tek başına yürüyordu.

Konuşamıyordum.

Dilim kilitliydi.

Karşı sokağa geçtim. Oraya baktım. Saatlerce yürüdüm. Saatlerce, ayaklarım toz olana kadar yürüdüm. Üşümeye başlamıştım. Biraz kar yağıyordu. Yukarıdan gelen kar, omuzlarıma biniyordu. Sigara söndürülen omuzlarımı kar soğutuyordu.

Denize doğru geldim. Denizin önünde durdum. Ellerim yana düştüğünde üzerimdeki kıyafet kar yüzünden ıslanmaya başlamıştı. Islaklık her yerimi sardı. Hissetmek istedim. Ellerimi yana doğru uzatıp karı hissetmek istedim. Karı hissetmeye başladığımda gözlerimi kapattım.

Kollarımı açmaya devam ettiğimde öne doğru eğildim. Nefesimi tuttum. Nefes alamamaya başladım. Sadece nefesimi tutmak istiyordum. Kısa bir anda olsa uzaklaşmak istiyordum.

Keşke ölseydin.

Cümleler, kelimeler bir bir boğazıma dizildi. Kelimeleri yutamadım ve onlar orada kaldı.

Dakikalarca ayakta durdum. Hareket edemedim. Kıpırdamak istemedim. Yalnızca burada durmak istedim. Tüm dünya ile bağımı koparmıştım. Bir tek kendim kalmıştım. Bir tek ben vardım. Ben...Beni öldüren gerçekler kalmıştı. Acıyı hissettim, ağrıyı hissettim ve bir boşluk geriye kaldığında öne daha fazla eğildim. Denizin içine girmeye başladım. Ayaklarım ıslanıyordu, biraz da üşüyordum. Su beni yutmaya başladığında, su boynumu geçiyordu. Saçlarım suya değdi, boynum suyun altında kaldı. Ayaklarım ıpıslaktı.

''Gece.'' dedi kolumu tutan birisi.

Su ağzıma kadar gelmişti...

On beşinci adım, başladığım yerdeyim.

| Bölüm nasıldı?|

| Son sahne hakkında ne düşünüyorsunuz?|

| Sizce Gece'nin kolunu tutan kimdi?|

|Ömer tüm gerçekleri söyledi, peki Ömer hakkında ne düşünüyorsunuz?|

| Gelinliği medyaya eklemedim, herkes hayal ettiğini düşünsün çünkü bazen beğenmiyorsunuz o yüzden saçma olur dedim.|

| Yarın İnstagramda canlı yayın açacağım. Sorularınızı cevaplar biraz da sohbet ederiz.|

| İnstagram: ebrununhikayeleri|

| Twitter: ukkonjoi|

| Sizi seviyorum, öptüm|

AA

Continue Reading

You'll Also Like

258K 7.9K 12
Annabelle could not be happier she was married to the love of her life and she had everything she wanted or would ever need. As she stood in the wind...
150K 6.5K 200
This story follows the early life of James also known by his street name Headshot or Shooter. James had an extremely rough childhood, one that turned...
1.5K 85 7
Greenie is her first of her kind, an naturebender and a seer that could see the future and past. [Updates Saturday] [ ATLA s1- ?? ] [ zuko x oc ]
236K 2.9K 20
as the title says, NaruHina doujinshi (comic) I don't own Naruto or the pictures!