TUTSAK

By eelsanna

73.9K 2.6K 3.1K

"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevl... More

1- Kader
2-Bela
3-Kelebek
4- Tuzak
5- Kuş
6-Korku
7- Araba
8- Beklemek
9- Ev
10- Kan
11- Şu an
12- Eyvallah
13- Silah
14- Gitmek
15- Kaçmak
16- Kalmak
17-Evlilik
18- Fotoğraflar ve yaşanmışlıklar
19-Kriz
20-Karşılaşma
21-Geçmiş
Özel bölüm
23-Doğum günü
24-Hediye
25-Gidemeyişler
27-Rüya Bir Gün
28-Güvenmenin Bedeli
29- Ölümün Siyahı
30-Cehennem Ateşi
31-Gece'nin Karanlığı
32-Küllenmiş Aşk
33-Yaralı Geçmiş, Geçmemiş
34-Alptekin Çakıroğlu
35- Kırk Mum
36-Mezar Taşı
37-Güz Güzeli

26- Katil'in Beyaz Kuş'u

1.5K 64 59
By eelsanna

Hellooo!
Biz yine aksiyonlu ve duygusal bir bölümle sizlerleyiz🥺

Bebeklerim oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın, benim için yorumlarınız ve oylarınız çok önemli. Bir önceki bölüme gelen oy ve yorum sayıları beni üzüyor. Umarım bu bölümde öyle olmaz🥺

Duyurular ve alıntılar için
Instagram; tutsakofficiial

İyi okumalar çiçeklerim💜

🕊

"Canın, ruhun, bedenin ve duyguların hepsi benim elimde. Sen benim elimdesin. Koskocaman gökyüzünün altında seni bu karanlık odaya hapseden katilin beyaz kuşusun" dedi.

"Katilime aşık olmamı mı bekliyorsun?" diye sordum.

"Değil misin?" diye sordu o da. Uyku o kadar bünyeme tesir ediyordu ki uyuya kalmak üzereydim.

"Çakıroğlu" dedim.

"Efendim" dedi.

"Annenin kolyesi var kutu da" dedim.

"Gelini için bırakmıştır" dedi.

"Mezar taşındaki tarihle düğün tarihiniz aynıydı" dedim gözlerimi açarken.

"Bir gün öncesi evlilik yıldönümleriydi" dedi gözlerini gözlerimle buluştururken.

"Nasıl oldu?" diye sordum. Ayağa kalktı.

"Hadi uyu Yıkılmaz" dedi. Elinden tuttum. Tekrar yatağa oturttum. Hafif yerimde dikleşmeye çalıştım. Yardım etti kalkmama. Sağ elimi kalbinin üzerine koydum.

"Uyuyalım lütfen" dedi.

"Gel, elini kalbime koy anlatacağım her şeyi demedin mi?" diye sordum.

"Konuşmak istemiyorum" dedi.

"Vay be bir de karımsın diyip duruyorsun" dedim dudak büzerek.

"Beş yaşında mısın?" diye sordu.

"Kocam hangi yaşımda olursam anlatırsa o yaştayım!" dedim dikleşirken. Güldü yani en azından tebessüm etti.

"Kocan" dedi.

"Değilsin aslında" dedim ama uykulu olmanın verdiği bir cesaret vardı sanırım "Sözleşmeli kocamsın" dedim.

"Ben sorsam şu an cevaplayabilir misin?" diye sordu.

"Neyi?" dedim kapanan gözlerimi açık tutmak için büyük çaba sarf ediyordum.

"Alpaslan'ı" dedi.

"Anlatılacak bir şey yok. O da beni bir odaya hapsedip kendisine aşık olmamı bekledi" dedim gözlerimi kapatırken.

"O da?" dedi.

"Sana aşık olmamı mı istiyorsun? Yoksa dokunmanın yasak olduğu beden ilgini mi çekiyor?" diye sordum.

"Yasak olan şeyler genel de ilgimi çeker" dedi.

"Ben sana yasağım" dedim. Onun repliğini çalarken. Eli belimi buldu ve beni yerime yatırdı. Yastığımı düzeltip saçlarımı da yüzümden çekti. Üzerimi örttü.

"Sen bana, yasaksın" dedi.

Gözlerim kapandı.

🕊

Gözlerimi açtığımda odada yalnızdım. Ne bekliyordun Nare, Çakıroğlu'nun kollarında uyanmak mı? Çok beklersin canım. Kalktım, elimi yüzümü yıkadım. Üzerimde elbise vardı hala. Giyinme odasına girip pantolon crop ve hırka takımı yapmıştım. Siyah İspanyol paça pantolonun üzerine siyah beyaz şeritler olan askılı bir crop giymiştim üzerine de beyaz bir hırka. Odaya döndüğümde aynadan kendime baktım. Saçlarım dağılmıştı resmen hemen bir at kuyruğu yaptım. Gözüm komidinin üzerindeki kutuya kaydı. Çakıroğlu'yla birlikte açmak istiyordum.

Aşağıya geldiğimde kimse yoktu. Kahvaltı hazırdı ama bizden kimseyi görememiştim. Mutfaktan içeri Kader Hanım girdi.

"Çakıroğlu nerede?" diye sordum.

"Gece şirkete geçmiş kızım" dedi.

"Işık nerede?" diye sordum bu seferde.

"Arkadaşları gelmiş, bahçe de sofraya çağırıyorum şimdi" dedi.

"Onlar hep beraber yesin, ben yemeyeceğim" dedim.

"Kızım, aç aç olmaz tepsi yapayım" dedi.

"Yok, teşekkür ederim" dedim ve çıktım.

Yatak odasına gelmiştim. Beni burada böylece bırakıp gitti mi gerçekten? Telefonumu alıp Çakıroğlu'nu aradım. Çaldı. Açtı.

"Efendim"

"Napıyorsun?" diye sordum.

"Çalışıyorum yeni mi uyandın?" diye sordu.

"Evet" dedim.

"Işık'ın arkadaşları gelecekti gördün mü?"

"Baş başa kalsınlar diye inmedim. Sen ne zaman gittin?"

"Sabahtı"

"Yalan ağzına hiç yakışmıyor"

"Gelmem gerekiyordu" dedi. Sinirlenmiştim.

"Kolay gelsin" diyip suratına kapattım. Niye bu kadar sinirlenmiştim? Olabilirdi. Biz gerçekten evli değildik ki. Karısını bırakıp gitmemişti gece yarısı sözleşmeli karısını bırakıp gitmişti. Ben karısı değildim zaten. Derin bir nefes aldım. Sakinim. Elimdeki telefon çaldı. Numara.

"Efendim" dedim.

"Merhaba ben terziden arıyorum" dedi yaşlı bir amca sesi.

"Aa takım elbiseyi yaptırdığımız yer" dedim.

"Evet kızım, provaya gelmeniz gerekiyor bu gün müsait misiniz?" diye sordu.

"Ben size on dakikaya haber versen olur mu?" diye sordum.

"Tabi kızım" dedi ve kapattık.

Mesaj sekmesini açtım. Çakıroğlu yazan yere tıklayıp açtım.

"Terziden aradılar prova için bu gün uygun musunuz diye soruyorlar" yazdım ve gönderdim. İki dakika olmadan cevap geldi.

"15.00'da hazır ol" yazmış.

Görüldü atıp, tontiş terzi amcamı aradım. 16.00'da orada olacağımızı söyleyip kapattım. Daha çok vardı. Çakıroğlu'yla uğraşmak istiyordum.
Yine aradım. İlk çalış da açtı.

"Efendim" dedi.

"Eve gelsene" dedim.

"İşim var Yıkılmaz" dedi.

"İnsan karısına böyle mi der? Ne kadar ayıp" dedim. Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırırken.

"Karısı, kocasına güzel bir gece vaadediyorsa neden olmasın?" dedi.

"Sen adi bir adamsın. Hayvan herif" dedim.

"Eyvallah" dedi.

"Çakıroğlu" dedim.

"Yıkılmaz" dedi.

"Benim bir adım var" dedim. Yine repliğini çalarken.

"Benimde bir adım var" dedi.

"Ama ben senin karındım? Sen bana Yıkılmaz diye sesleniyorsun bir kere" dedim.

"Katilin beyaz kuşu" dedi. Sessiz kaldım. "Böyle hitap edeceğim o zaman?" diye sordu.

"Nare" dedim.

"Alptekin" dedi.

"Senden nefret ediyorum Hayvan herif" diyip suratına kapattım. Ben uğraşacaktım onunla o benimle uğraştı. Sinirliydim zaten. Beni bırakıp gitmişti! Çok kırgındım.
Kapı çaldı ve peşine açıldı.

"Nare abla arkadaşlarım geldi, tanışmak istiyorlar seninle" dedi Işık. Onunla da dün yaptığımız konuşma yüzünden biraz uzak kalmayı tercih ediyordum aslında.

"Olur, inerim birazdan" dedim. Gülümsedi ve kapıyı kapatıp çıktı. Sinir basmıştı beni. Sakinleşmem gerekiyordu biraz. Niye şirkete gidip rahatsız etmiyordum ki! Sonuçta onun şirketi benim şirketim. İçeriden hemen beyaz bir çanta ve siyah beyaz spor ayakkabı almıştım. Yüzüme de rimel ve pudra sürdüm. Dudaklarıma da parlatıcı sürdüm. Hazırdım. Telefonumu da cebime koyup çıktım odadan.

Mutfağa girdiğimde üç tane farklı kız vardı. İkisi esmer biri sarışındı. Işık ve diğer kızlar yerinden kalkarken bana bakıyorlardı.

"Nare Ablam abimin eşi" dedi Işık kızlara beni gösterirken.

"Memnun oldum" dedim gülümserken.

"Ben Lale" dedi sarışın olan.

"Ben Fulya" dedi esmer olan.

"Ben de Gül" dedi diğer esmer olan.

Lale sarışın beyaz tenli küçük burunlu tam bir barbie gibiydi.
Fulya esmer güzeliydi. Koyu teni kara kaşı ve kara gözüyle, göz alıcıydı.
Gül ise Gül gibiydi. Hem utangaç hem de asildi.

"Nasılsınız?" diye sordum.

"İyiyiz siz nasılsınız" diye sordular. Elimle oturmaları için işaret verdim.

"Bende iyiyim" dedim gülümserken.

"Işık gitmese hep bizimle kalsa olmaz mı?" diye sordu Gül.

"Bu abisinin verebileceği bir karar" dedim.

"Sen ikna edemez misin Nare abla?" dedi Lale.

"Öncelik Işık'ın güvenliği" dedim biraz daha durursam işin içinden çıkamazdım "Size iyi eğlenceler" dedim kızlara doğru. Işık'a da "Ben çıkıyorum bir şeye ihtiyacın olursa ara" dedim. Tamam demişti bende mutfaktan çıkmıştım.

Kapının önünde Can vardı.
"Sen niye abinin yanında değilsin?" diye sordum.

"Önceliğimiz senin güvenliğin yenge" dedi.

"Can ya sen yokken abinin başına bir şey gelirse?" diye sordum. Azıcık eğlenelim.
"Onu da eğitimli kişiler koru-" durdu. "Yenge, konuştuk ya bunu daha önce" dedi. Kahkaha attım.

"Anahtarlarım" dedim.

"Yenge abimin kesin talimatı var, nereye gideceksen ben götürmek zorundayım" dedi.

"Can" dedim.

"Valla abimin emri çiğneyemem" dedi.

"Üç saniyen var Can!" dedim.

"Yenge abim" dedi.

"Üç" dedim. Geri sayıyordum.

"Yenge" dedi isyan eder gibi.

"İki" dedim ısrarla.

"Al Yenge al. Cenazemizi kaldırırız akşam al" dedi anahtarı elime bırakırken.

"Allah rahmet eylesin" dedim gülerken.

"İçerden getireyim" dedi. Yedek anahtar ondaydı. Anahtarları da Eda'ya bırakmıştım. Her şeyi Çakıroğlu'na vermişti.

"Koş" dedim. Fırladı içeri.
İki dakika sonra arabamla döndü. Bende sürücü koltuğuna binip bastım gaza. Takip mesafesini hiç kaybetmiyorlardı. Yani ben önden basıp çıksam da mutlaka hazır bekleyen bir ekip hemen peşime düşüyordu. Hızlandım. Saat daha 13.00 bile değildi.

Şirketin kapısına geldiğimde Can benden önce kapımı açtı. İndim. Eliyle önceliği bana verip yol gösterdi. Döner kapıdan girdiğimiz an da bütün gözler bizim üzerime döndü.

"Haber verdin mi?" diye sordum Can'a.

"Emir böyle" dedi. Vermişti yani.
Asansörün önüne geldiğimizde Can'da benimle bekliyordu.
Asansör geldi, kapısı açıldı. Ben içeri girdim. Can tereddüt etti.

"Gel içeri" dedim. Bir adımda bindi asansöre. Sessizce beklerken. Kata gelmiştik. Ben asansörden çıkar çıkmaz rotamı belirlemiş odasına gidiyordum ama Can durdu. Bende durdum.

"Yenge toplantı odasında abim" dedi.

"Odasındayım, bitince gelir" dedim.

"Seni toplantı odasında bekliyor" dedi. Eliyle ilerideki kapısı kapalı olduğu için buzlanmış camlı odayı gösterirken. Kapıyı çaldı Can. Gel sesini duyunca açtı ve kenara geçti benim geçmem için. Ben içeri girdim. Sadece Çakıroğlu vardı.
"Abi, engel olamadım" dedi Can.

"Sen çık" dedi Çakıroğlu. Ceketini çıkarmış. Siyah gömleğinin kollarını katlamış, üstten üç dört düğme açmış. Saçlarından bir tutam alnına düşmüş. Karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum.
"Eğlence mi arıyorsun?" diye sordu.

"Evet! Birileri işimi elimden aldı da" dedim.

"Bir haftaya başlayacaksın" dedi. Yüz ifadesi çok sertti.

"Niye Işık gittikten sonra işe başlıyorum?" diye sordum.

"Şirket sana bir ay izin verdi çünkü" dedi.

"Işık uçağa bindiği an boşanma davasını açacağımı biliyorsun değil mi?" diye sordum.

"Niye geldin? Bunu söylemek için mi?" diye sordu.

"Hayır" dedim.

"Dinliyorum" dedi.

"Canım sıkıldı geldim Çakıroğlu itirazın mı var!" diye yükseldim. Aslınsa sinirliydim ama bambaşka bir şeye sinirliydim.

"Var! Burası bir iş yeri" dedi.

"Ben ne yaptım da işine engel oldum?" diye sordum. Göz temasını kesmiyorduk ikimizde.

"Dikkatimi dağıtıyorsun!" diye bağırdı.

"Bağırma bana" diye bende ona bağırdım.

"Sen niye sinirlisin?" diye sordu ses tonu normale dönerken.

"Sinirli uyandım. İtirazın mı var?" diye sordum tekrar yükselirken.

"Var, sorunu anlat çözelim" dedi.

"Dengesiz misin sen? Biraz önce bağırıp çağırıyorsun şimdi çözüm falan diyorsun. Hepten delirdin herhalde" dedim arkama yaslanırken.

"Dengesizim" dedi. Gözlerini gözlerimden çek artık. Kalktım oturduğum yerden. Göz temasını kesende ben oldum. Çizim yapıyordu sanırım. Neden bilgisayarı kullanmıyordu? Kağıtlara bakarken ona cevap vermeyi de unutmuştum.

"Niye bilgisayarla yapmıyorsun?" diye sordum.

"İçime böyle siniyor" dedi. Çizdiği kağıtların hepsi bina, müstakil ev, restoran falandı.

"Kebapçıyı restore ediyordun hani?" diye sordum. Göz teması kurmadan.

"Vaktim yoktu" dedi.

"Karını uyutup, yalnız bırakıp gelecek kadar başka önemli işlerin var demek ki normal o zaman" dedim. Kağıtları karıştırmayı bırakıp. Yüzüne bakmadan arkamı döndüm. "Terzinin önünde buluşuruz. Kolay gelsin" diye lafımı bitirip çıktım toplantı odasından. Can asansörün önünde bekliyordu.

"Yenge" dedi Can.

"Bas düğmeye" dedim. Çakıroğlu beni geçiştiriyordu. Cevapları hep kaçamaktı. Gerçekten farklı dünyaların insanlarıydık. Benimle olmak ona eziyetti sanırım. Yüzümü ne kadar az görürse o kadar iyiydi. Belki de dün gece annesinin gelinine bırakmıştır dediği kolye ona Leyla'yı hatırlatmıştır. O yüzden gecenin bir yarısı çıkıp gitmiştir. Açılan asansörden içeri girdim. Can bir adım atmak istedi.

"Kal yerinde" dedim. Geri attı adımını. Kapı kapandı. Çok sinirliydim. Neye bu kadar sinirliydim. Bir şeyleri parçalamak istiyordum. Kafayı yiyecektim yoksa. Açılan kapıdan çıktım. Nefes almak bile eziyet geliyordu. Güvenliğin kapıya getirdiği arabama bindim.

🕊

Gazı sonuna kadar köklüyordum. Sol şeridi kapamış önümdeki arabalara selektör ata ata geliyordum. Önümde bir BMW M5 CS vardı. 635 beygir gücünde ve 100 km/h hıza 3.3 saniyede çıkıyor. Onun altındaki de bir nevi canavardı. Yol vermedi. Hızım kesildi onun yüzünden. Sinirlendirmişti beni. Direksiyonu sağa kırıp yan şeride geçtim. Arabanın içinde bir erkek vardı. Güldü. Hemde bana.

Arabanın devrini artırdım ve önüne kırdım. Gaza biraz yüklendikten sonra o da hızlandı. Ani bir fren yaptım. O da frene asılmak zorunda kaldı. Tekrar hızlandım. O da tekrar hızlandı. Bana yetişebileceğini sanması çok komikti. Benimki canavarsa onunki canavarcıktı. Önümde başka bir araç vardı o da Porsche'ydi. Yol vermeyeceği malumdu. Sağa kırdım tekrar direksiyonu. Önümde doblo vardı. Bir kere daha sağa kırıp makas attım. Şeritler arasında sürekli yer değiştirip duruyordum. BMW arkadan selektör yaptı ama durmadı defalarca tekrarladı. Kenara çek demek istiyordu. Çekeriz kardeşim. Ateşten korksak cehennemin kendisi olmayız. İlerideki benzinliğe girdim. Arabayı durdurdum. BMW M5 CS de arkamda durdu. Önce o indi. Uzun boylu serseri bir adam. Bende kapımı açıp indim ve kaputa yaslandım. Kollarımı da göğsümde bağladım.

"Kızım senin derdin ne kaza mı yaptıracaksın bana!" diye bağırdı.

"Birincisi bağırmadan konuş. İkincisi yol istediğimde verecektin" dedim.

"Sen kimsin ki yol babanın malı mı?" dedi. Karşımda dikilmiş hesap soruyordu. Üzerinde siyah bir takım vardı.

"Velev ki babamın malı?" dedim göz kırpıp başımı azıcık sağa çevirdim.

"Ağınıza böyle mi düşürüyorsunuz artık? Komidin yerine torpidoya mı bırakıyoruz parayı?" diye sordu.

"Senin bana gücün yetmez" dedim kahkaha atarken.

"Kaç para ediyorsun da?" dedi sinirlenirken. E ben eğleniyordum.

"Paha biçilemezim hayatım, o yüzden eskortluk yapmıyorum" dedim bağladığım elimi çözdüm ve yüzüne yumruk attım.

"Manyak mısın lan sen" dedi doğrulurken. Doğrulmasına izin vermeden ayağımla omzuna vurdum. Yere düştü.

"Biraz" dedim. Ayağa kalktı. Elini beline attı. Silahını çıkardı. Bana doğru adımladı.

"Şimdi de konuş" dedi. Silahtan korktuğumu zannederek.

"Sık" dedim gözlerinin içine bakarken. "Sıkabilecek cesaretin var mı hayatım?" dedim gülerken ama bunu öyle alaycı ve itici söylemiştim ki karşımdaki adam ne demek istediğimi anlamıştı. Parmağını tetiğe götürdü.

"Hiç tavsiye etmiyorum" dedi bir ses. Eğlencemi bozmuştu yine.

"Sen karışma" dedim.

"Bu kim abin mi?" dedi karşımdaki adam.

"Kocasıyım lan şerefsiz" dedi. Adama doğru yürürken.

"Bizde karının fiyatını tartışıyorduk" dedi. Dediği anda göğsüne tekme yemişti. Yere düştü. Çakıroğlu, yerdeyken adama yumruk atmaya başladı. Sağlı sollu vuruyordu, çok sinirliydi.

"Çakıroğlu" dedim. Duymadı. "Çakıroğlu" diye bağırdım, durdu. Kolundan tutup kaldırdım.

"Başını belaya sokmadan beş dakika duramıyor musun sen!"  diye bağırdı. Nasıl herhalukarda aramızdaki mesafeyi sıfırlayabiliyordu?

"Eğlencemi böldün Çakıroğlu" dedim. Gözlerimde ruhsuz bir bakış vardı.

"Eğlence gibi mi geliyor sana bu?" diye sordu üzerime yürürken. Göğsünden ittirdim.

"Niye tanıdık mı geldi? Seninle ilk tanıştığım günde eğleniyordum! Hatırladın mı?" diye sordum.

"Hatırladığım için buradayım!" diye bağırdı.
"Can bunu alın" dedi. Yerdeki adamı gösterirken.

"Bırak adamı" dedim.

"Niye? Onunla da mı eve kadar eşlik etmek istersin?" diye sordu.

"Neden olmasın? Bir haftaya boşanıyorum" dedim. Canım yanıyordu. Onunda yansın istiyordum ama o zaten bu evlilik bitsin diye bekliyordu.

"Öyle mi?" dedi. Can adamı arabaya götürüyordu ama Çakıroğlu adamı Can'ın elinden aldı. Bir yumruk daha attı. Bir yumruk daha. Bir tane daha. Can araya girdi.

"Abi tamam bende" dedi ve adamı arabaya koydu. Çakıroğlu önüme geri geldi.

"Bin arabaya ben daha çok delirmeden" dedi. Eli kanıyordu. Sen istedin Nare. Senin canın yanıyor onun da yansın istedin.

"Ben sürerim" dedim tek başıma gelmek istiyorum demek istemiştim aslında. Aramızdaki mesafeyi sıfırladı. Elini belime koyup beni kendine çekti.

"Karıcım" dedi kulağıma doğru. "Sabrımın sınırlarında dolanıyorsun" diye ekledi. Kendimi geri çektim. Ona bakmadan yolcu koltuğuna oturdum. Peşime o da arabaya bindi.
"Adam sana eskort muamelesi yaptı ve sen adama hayatım mı dedin?" diye sordu. Sormak değildi bu bağırıyordu.

"Eskort muyum da alınayım?" diye sordum bende ona dönerken.

"Bu muameleyi yapabilir yani" dedi.

"Yapamaz, yumruk atmıştım zaten" dedim.

"Hayatım, hayatım, HAYATIM!" diye bağırdı bir yandan da direksiyona vurmuştu. "Lügatından sil şu kelimeyi" dedi.

"Korkmamı mı istiyorsun?" diye sordum.

"YIKILMAZ!" diye bağırdı arabada.

"Bana bağırma!" diye bende ona bağırdım.

"Bağırtma lan o zaman. Bir dediğimi ikilettirme. Yapma diyorsam yapma" dedi.

"Yasak olan şeyler genelde ilgimi çeker" dedim. Gözlerimdeki ruhsuz ifade onu korkutuyor muydu?

"Biliyorum" dedi. Arabayı çalıştırdı ve benzinlikten çıktı.

Arabada sessizlik hakimdi. İkimizde sinirliydik. O ben yine belaya bulaştım diye sinirliydi. Bende o beni gecenin bir yarısı tek başıma bırakıp gittiği için. Yokluğunu anlamamış olmam yatağa sinen kokusu yüzünden. Burnuma gelen koku yanımdaymış gibi hissettiriyordu. Şu kısacık zamanda benim uykularımı kendi kokusuna bağlamıştı. Sensiz uyuyamıyorum desem inanır mıydı?

Niye iletişim kuramıyorduk biz? İki yetişkin insan gibi oturup sorunlarımızı konuşamıyorduk. Niye ikimizden biri sinirlerine hakim olamayıp konuyu erteliyordu? Yavuz Arslan? Alpaslan Yıldırım? Ne olacaktı? Ne yapacaktık! Beni eve kapatıp tek başına mı savaşacaktı. Bu kabul edeceğim bir şey değildi. Kabul etmek de istemiyordum!

Telefonum çaldı. Ekrana baktım. Yavuz arıyordu.

"Efendim" dedim.

"Napıyorsun başını belaya sokmuşsun yine" dedi gülerek.

"Arayı açmıştın ya bende merak ediyordum benim asıl bela nerde diye" dedim.
Çakıroğlu'nun gözleri bana dönmese de direksiyonu daha sert tuttu. 

"Özledin mi beni?" dedi.

"Çok özledim" dedim gülerken. Sinirlerim bozulmuştu. Hız ibresi arttı.

"Adam bir tane aşiretten bu arada" dedi.

"Hangi adam" dedim.

"Aldığınız" dedi. Çakıroğlu telefonun dışa vuran sesinden duyuyordu Yavuz'un ne dediğini. Telefonu elimden aldı.

"Senin takibinin de takip edenin de var ya" dedi.

"Aa Alptekin kalbimi kırıyorsun ben sadece Nareciğimi korumak iç-"

"Yavuz" dedi Çakıroğlu. Bu gün sinirleri bozulmuş bu adamın.

"Arabayı deli gibi kullandı. Kaza yapacak diye korktum o da gitti kaza yapmak yerine belalı bir aşiretin torununa bulaştı. Ama hakkını vermek lazım bir vurdu yumruğu adama, üf" dedi Yavuz.

"Adamına ulaşmaya çalış Yavuz" dedi ve kapattı. Telefonu da kucağıma attı. Ters ters baktım ona.

Hayvan herif.

Terzinin önündeydik. Birbirimize bakmıyorduk. El mecbur gelmiştik. Çakıroğlu'nun yine eli kanıyordu ve yine buraya gelmeden önce benim yüzümden bir adam dövmüştü.

"Hoş geldiniz" dedi terzi amca.

"Hoşbulduk" dedim tebessüm ederken.

"Oğlum seni deneme odasına alabilir miyim?" dedi eliyle ileriyi gösterirken. Çakıroğlu yolu takip etti. Terzi amca ona giyeceği ceketi verip yanıma geri döndü.

"Bu sefer sarmamışsın" dedi.

"Efendim" dedim terzi amcanın ne dediğini anlamaya çalışırken.

"Elini diyorum kanıyor ama sarmamışsın" dedi.

"O mu acelemiz vardı" dedim gülerken.

"Önce o senin yaranı sarsın" dedi. Anlamayan gözlerle baktım. "Ancak kalbi kırık bir kadın sevdiği adamın yarasını sarmaktan çekinir" diye tamamladı sözünü. Alnımızda mı yazıyordu? Nasıl içimizi görebilirdi? Çakıroğlu kabinden çıktı. Ceketin ilk taslağı bile çok yakışmıştı. Boy aynasının önünde durdu. Kendine baktı, sağa döndü sola döndü bence beğenmişti.

"Nasıl? Rahatsız eden bir yeri var mı?" diye sordu terzi amca.

"Hayır" dedi sadece.

"Tamam o zaman kıpırdama bir tekrar üzerinde eklenmesi gereken yerleri ekleyeyim" dedi. Bir kaç iğneyle Çakıroğlu'nun üzerinde bir şeyler yaptı.

"Çıkarabilirsin" dedi. Çakıroğlu kabine girerken tekrar bana döndü yüzünü. "Benim adetimdir kızım normalde takımın sahibinin adını işlerim takıma ama ben senin adını yazmak istiyorum" dedi. Gülümsedim bu teklifle.

"Tabi ki" dedim.

"Ne yazalım" dedi.

"NYÇ" dedim.

"Anlamını sorabilir miyim?" dedi.

"Nare Yıkılmaz Çakıroğlu. Adım kendi soyadım ve kocamın soyadı" dedim.

"ANÇ'ye ne dersin?" diye sordu.

"Olur" dedim gülümserken. İsimlerimizi yan yana hiç düşünmemiştim ki aklıma gelsin. Çakıroğlu çıktı kabinden.

"İşimiz bitti mi?" diye sordu Çakıroğlu.

"Bitti ben tekrar gelmeniz gerektiğinde gelin kızımızı arıyacağım" dedi.

"Teşekkür ederim, kolay gelsin" dedim ve Çakıroğlu'yla birlikte çıktık dükkandan. Hızlı adımlarla arabaya döndük.

Gözlerim eline kaydı. Direksiyona koyduğu eline uzandım. Sol elimle tuttum ve kendime çektim. Sağ elimle torpidoyu açmıştım. İçinden küçük eczanemizi çıkardım. Sargı bezine biraz su döküp önce kanı temizledim. Tentürdiyot sürdüm ve yanmasın diye sürerken üfledim. Sargı bezini elime alıp avuç içinden başlayarak elinin üzerini sardım. Elini çekmedi. Gözlerimi gözlerine çıkardım. Hala ruhsuz bakıyordum. Biraz önce terzinin yanındaki gibi değildim. Terzi doğru söylemişti benim kalbim kırıktı. Canım yanıyordu.

"Terzinin sözleri işe mi yaradı?" diye sordu.

"Hangi sözleri?" diye sordum.

"Elimi sarmadığın hakkında olan" dedi.

"Hayır, sebep olduğum içindi" dedim.

"Vicdan azabı" dedi.

"Olabilir" dedim. Göz temasını ikimizde kesmiyorduk. Üstelik eli hala elimdeydi.

"Eyvallah" dedi elini çekerken gözlerini de çekti. Arabayı çalıştırmadan önce gözleri tekrar bana kaydı.

"Doğum günü mekanında sorun çıkaran adamın metresini almıştınız?" dedim sorar gibi.

"Evet, aldık" dedi.

"Ne zaman vereceksin?" diye sordum.

"İşimi hallettiğinde" dedi.

"Ne işi?" diye sordum.

"İllegal işler Yıkılmaz" dedi.

"Şimdi aldığın adamı ne yapacaksın?" diye sordum.

"Konuşmak mı istiyorsun?" diye sordu.

"Cevap vermekten başka bir şey yapmıyorsun ki bu konuşmak değil, soru cevap" dedim.

"Cevap veriyorum" dedi.

"Bende onu diyorum zaten evlilik için vaat ettiğin en önemli şey sorduğum sorulara cevap verecek olmandı" dedim.

"Vermiyor muyum?" dedi.

"Vermiyorsun, geçiştiriyorsun ve buna cevap diyorsun" dedim. Gözleri gözlerimden bir milim bile oynamıyordu.

"Geçiştirmiyorum" dedi.

"Konuşmayı, iletişim kurmayı unuttuysan söyle Çakıroğlu böyle zorlanıyoruz çünkü"

"İletişim sorunumuz olduğunun farkında olmana sevindim"

"Farkında olup hiçbir şey yapmamak senin seçimindi sanırım"

"Birbirimizi anlamıyoruz" dedi.

"Yanlışın var, ben senin gözlerine bakarak bir yere kadar anlayabiliyorum. Bir gün bağırıp çağırıp ertesi gün çok güzel bir evliliğimiz varmış gibi davranmanın sebebini gözlerinden anlayamam. O yüzden bana böyle bakmayı kes" dedim.

"Anlıyormuşsun"

"Anlayamıyorum o yüzden konuşmamız gerektiğini söylüyorum Çakıroğlu. Bir gün kolumdan tutup oradan oraya sürükleyip akşamına söylemeden hareketlerinle pişman olduğunu gösteremezsin. Yapıp yapıp özür dileyemezsin. Ben senin eve kapattığın metresin değilim ki ben senin karın bile değilim. Sözleşmeli bir anlaşma sadece aramızdaki şey. Beni karşına alıp konuşacak bir şeyler anlatacak kadar bile değer vermediğini iletişimi toptan keserek gösteremezsin" gayet sakin, tek tek söylemiştim her şeyi.

"Öncelikle karımsın" dedi başımı iki yana sallayıp, yüzümü ondan çevirdim. Sargılı eli çeneme ulaştı, yüzümü kendisine çevirdi. "Konuşacak zamanı kaçırıyorum. Uzun zaman oldu Yıkılmaz. Kimseyle üç beş cümleden fazla muhabbet etmedim" dedi.

"Bunu söyle o zaman sadece emir vermeye alıştığını anlat"

"Bir hafta sonra benden boşanacak karıma alışmamı istiyorsun" dedi.

"Alış demiyorum içine atma diyorum"

"Ben bir kere sana bir şeyler anlatmaya alıştığım da sen gidince ne olacak?" diye sordu. Güldüm.

"Demek en başından beri bu yüzden iletişim kurmaktan kaçınıyordun" dedim. Alt dudağımı ısırırken. Başımı salladım "Sorularını da geçiştiririm dedin tabi" dedim peşine.

"Yine yanlış anlıyorsun" dedi. Camı tıklatıldı. İndirdi camı.

"Abi bir sorun mu var?" diye sordu Can.

"Hayır" dedi. Can'ın gözleri bana kaydı.

"Yemedim abini korkma" dedim ters ters bakarken.

"Estağfirullah yenge" dedi. Camı kapattı Çakıroğlu.

"Evde konuşalım" dedi. Cevap vermedim. Ben önüme döndüm o da arabayı çalıştırdı.

🕊

Eve geldik. Sofra hazırdı. Canım yemek istemiyordu. Odaya çıktım önce. Çantamı giyinme odasına bırakmak için girmiştim. Giyinme odasından çıkmadan Çakıroğlu girdi.
O üzerini değişsin diye odaya geçmek için adım attım. Önüme geçti.

"Aşağı inme, konuşmamızı tamamlayalım" dedi.

"Benim konuştuğum senin dinlediğin konuşma mı?" diye sordum.

"Yine konuş, sabaha kadar konuş çözebileceğine inanıyorsan dinleyeceğim" dedi.

"İnanmıyorum" dedim. İçimdeki o ruhsuz kızı napıp edip bir ay içinde tekrar gün yüzüne çıkardı. Derinlere gömmüştüm oysaki. Kendimi korumaya almak istediğim zamanlarda çıkıyordu. Farkında olmadan kendimi korumak istiyordum. Ben Alpaslan Yıldırım felaketini yaşamıştım. Bir kere dönersem o halime konuşmak için yalvaran ben olmazdım.

"Dinlemek istiyorum" dedi. Bende onu giyinme odasında bırakıp yatak odasına geldim. Üzerini değiştirdikten sonra odaya geldi. Siyah bedenini saran bir tişört ve siyah eşofman giymişti.

"Cevaplamak istiyordun değil mi?" diye sordum.

"Sor" dedi. Bu gün ya çok yaralanacaktım ya da yaralayacaktım.

"İlk karşılaştığımızda beni zorla eve niye getirdin?" diye sordum.

"Gözlerin yüzünden" dedi.

"Niye?" diye sordum bir adım ona atarken. İkimizde ayaktaydık. Balkonla yatağın arasında karşı karşıya duruyorduk.

"Eğleniyordun gerçekten o durumda olan bir kadının vereceği tepki değildi. Şüphe uyandırdın" dedi.

"Biz niye evlendik?" diye sordum.

"Konuştuk bunu" dedi isyan eder gibi.

"Yavuz bize inansın diye? Şimdi düşününce büyük saçmalık" dedim bir adım geri atarken.

"İlk geceden itibaren hayatın tehlikeye girmişti. Hatırlatmama gerek var mı? İki kurşun yedin Yavuz yüzünden"

"Alpaslanı vurdurduğun gece neden öldürmedin?" bir adım attı bana doğru.

"İşle alakalı Yık-"

"Hayatımla alakalı Çakıroğlu yalansız vereceğim cevabını dedin bende sana aklımı kurcalayan her şeyi soracağım sende cevap vereceksin böyle anlaştık" dedim.

"Evlendiğimiz gün, silah ticareti yapmak için kurulan masa da bir adam öldü. O gece Alpaslan beni öldüremezsin dediğinde çoktan masaya oturmuştu" dedi.

"Masanın müttefikleri birbirine zarar veremez" dedim.

"Öldüreceğim, biraz zaman" dedi.

"Yavuz bu illegalin neresinde?" diye sordum.

"Doğrudan bulaşmıyor emir veriyor" dedi.

"Uyuya kaldığımı sanarak kullandığın cümleleri sormak istiyorum. Yüzüme de söyleyebilir misin?"

"Uyumadığını biliyordum" dedi.

"Peki beni niye bir gün oradan oraya savurup çekiştirirken akşamına kucağında taşıyıp odaya getirip üzerimi örtüyorsun?"

"Dengemi bozuyorsun. Senin yüzünden vermeyeceğim tepkiler veriyorum" dedi.

"Dün gece beni neden bırakıp gittin?" diye sordum. Gözlerim Leyla'ya dair bir cümleyi bırak aklından bile geçirme diye yalvarıyordu. O ruhsuz bir bakış görüyordu.

"Kalsaydım" dedi bir adım daha atıp mesafeyi sıfırlarken "Sana dokunmak isteyecektim" kulağıma doğru eğildi, saçlarımı arkama itti "Ve Yıkılmaz ben bir şeyi istersem alırım" dedi. Dudakları boynuma değdi. Elimi göğsüne koyup ittim. Bir adım bile oynamadı. "Sen istiyorsun diye uzak duruyorum eğer ben yaklaşmak istersem hiçbir kuvvet beni senden uzak tutamaz, sen bile" dedi.

"Ön izleme yapalım" dedim. Üzerimdeki hırkayı çıkardım. Kollarımda ve cildim de kapatıcı yoktu. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan çıkarmıştım hırkayı. Hazır mıydı? "Bak" dedim. Kollarımı ve omzumu gösterirken. Üzerimdeki askılı crop işe yaramıştı. Gözleri yavaşça kollarıma kaydı. Yanık izlerine bakıyordu. Daha dirsekten yukarı çıkmadan gözleri gözlerime çıktı. Gözlerini biraz daha yukarı çıkarsaydı kesikleri de görürdü. "Bakamıyorsun bile nasıl dokunacaksın?" dedim hırkayı da alıp çıktım yatak odasından.

🕊

Kulaklık takmış, büyük salıncağa uzanmıştım. Gözlerim gökyüzündeydi. Alpaslan'ın sesi çınladı kulaklarımda.

"Ben sana dokunamıyorsam hiçbir adam sana dokunmayacak. Bu izler sana neden dokunamayacaklarının kanıtı olacak. Sen, beni sevmediğin her güne lanet edeceksin çünkü sevdiğin adam sana bırak dokunmayı bakamayacak bile" gözlerimi kapattım. Duymak istemiyordum. Alpaslan'ın haklı çıktığı bir anı yaşamamış olmak istiyordum.

Seni sevmediğime bir gün bile pişman olmadım Alpaslan. Her gün seni sevmediğime şükrettim. Sevmek dediğin yaralamaz, acıtmaz. Bu günde değişmedi haklı çıktığın tek yer Çakıroğlu'nun bakamaması bile oldu. Canım yandı. Sanırım zaten sende bundan bahsediyordun değil mi? Nasıl beni istemediysen o da seni istese de dokunamayacak. O kadar mı kötüydü yara izlerim? Gerçi o günden sonra ben bile kendimi aynada kapatıcısız görmedim.

Kollarım, ayaklarım, sırtım, göğsüm uzun kollu giydiğim zamanlar dışında her gün istisnasız kapatıcıyla kapatıyorum. Mesela teyzesine gittiğimiz gün. Giyinmeden önce bacaklarımdaki izleri önce kapatıcıyla kapatıp sonra siyah ince çorap giydim. Doğum günümde giydiğim etek. Ondan önce de kapatıcı sürdüm. Ama düğün günü. Sırtımı mı kapatayım? Göğsümü mü? Kollarımı mı? Kabus gibi bir gündü. Kimseye çok yaklaşamamıştım. Bana o kadar yaklaşan tek bir kişi vardı. Gözlerim doldu. Kapalı olan gözlerim. Kulağımda çalan şarkıyla uyumak istiyordum. Üzülünce kaçtığım en güvenli yerdi.

🕊

"Yenge" dedi bir ses. Kulaklığımı çıkardı. "Yenge" dedi tekrar. Gözlerimi araladım. Can'dı.

"Efendim" dedim gözlerimi açmaya çalışırken.

"Abim" dedi.

"Ne olmuş abine" dedim kalkmaya çalışırken.

"Saatlerdir spor odasında" dedi.

"Ne var bunda?" dedim gözlerim kapanırken.

"Kimseyi yanına almıyor. En son garajın önünde seninle kavga ettiği zaman oradaydı" dedi. Geçmişe gittim bana sırtını döndüğü ana. Saçından bir tutam alnına düşmüş, gömleğinin kolları sıvanmıştı.

"Nerede abin?" diye sordum.

"Garajın alt katında" dedi. Kulaklığı da telefonu da salıncağa bıraktım. Can'ı takip ediyordum.

Garaja girdik. Merdivenlerin başına geldik.
"Ben daha fazla gelirsem beni öldürür" dedi Can.

"Sende seni değilde yengemi öldürsün diye beni getirdin?" dedim sorar gibi.

"Yenge seni öldürmez" dedi.

"Niye Can?"  diye sordum.

"Abimin gözlerinde cevabı var yenge" dedi.

"Bir çarpıcam sana bir daha göremeyeceksin" dedim. Güler gibi oldu.

"Merdivenlerden indikten sonra sağa dönersen oradadır. Sol da tamirhane var. Spor salonunda ama yoksa tamirhaneye bakabilirsin" dedi. Başımı salladım ve aşağı inmeye başladım. İndikçe loş bir ışığın varlığı kendini belli ediyordu. Merdivenler bittikten sonra sağa döndüm. Biraz ilerledim. Kum torbasına yumruk atıyordu ama çalışıyor gibi değildi. Arka arkaya atıyordu. Biraz daha yaklaştım.

Saçları dağılmış alnına düşmüş. Yüzünden ter damlaları akıyordu. Saatlerdir buradaydı. Vurduğu kum torbasına baktım. İki tane yan yana alan kum torbalarından beyaz olanla çalışıyordu. Kum torbasının üzeri kan içindeydi. Ellerine baktım. Sargı kan içindeydi.

"Çakıroğlu" dedim dursun diye duymadı bile. "Çakıroğlu" dedim. Yumrukları şiddetlendi. Gerildi tekrar vurmak için iki adımda kum torbasının önüne geçtim. "Dur artık" dedim. Gözleri, gözlerimi buldu. "Ellerin kanıyor" dedim. Üzerime doğru yürüdü, elleri boynumu bulurken dudakları, dudaklarımı buldu. Ellerimi göğsüne koyup ittim, bırakmadı. Sağ elini belime indirdi, sol eli hala yüzümle boynum arasındaydı. Ben ittikçe daha çok sarıldı. Dudakları hala dudaklarımdaydı. Karşılık almıyordu. Kendimi çok zor tutuyordum. Öpüşü, ilk anda aceleci ve hızlı olsa da hareketleri yavaşladı. Telaşsız ve sakindi. Dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Gözlerimi ne zaman kapatmıştım. Farkında bile değildim. Onun gözleri yüzümde dolanıyordu biliyorum. Dudaklarımı yalayıp derin bir nefes alıp gözlerimi açtım.

"Karşılık verirsen durmayacağım" dedi. Ben sana yasağım, karşılık mı? Vermeyeceğim.

"Ellerin kanıyor" dedim kollarından kurtulmaya çalışırken.

"Kanatlarını çırpma boşuna ben istemedikçe çıkamazsın kollarım kafesinden" dedi.

"Çakıroğlu bırak beni, ellerini saralım" dedim. Gözlerimi ondan kaçırıyordum. Bakarsam gözlerindeki ateşte yanardım. Kanlı elleri üzerimdeki hırkaya uzandı. Ellerine baktım. Yavaşça üzerimden sıyırdı ve yere bıraktı. Yüzü boynuma düştü. Sağ omzumdaki kurşun yarasını öptü önce ama durmadı bu sefer. Kolumun üst kısmındaki kesiği öptü. Biraz aşağısındaki yanığı öptü. Ellerimi göğsüne koydum. "Dur" dedim. Canım yanıyordu. Durmadı. Kolumdaki yaraları öptü. Düğün günü parçaladığım elimin üzerini öptü. Tersini çevirip evlilik teklifine cevap vereceğim gün kestiğim avcumun içindeki kesiği öptü. Dudakları tekrar dudaklarımı buldu. Gözlerimi kapattım. Naif bir öpücük bırakıp başını başıma yasladı. Kesik kesik nefesler alıyordum.

"Sana yemin olsun ki hepsini bir bir sevgimle saracağım. Sana bir daha benden başkasının dokunmasına asla izin vermeyeceğim. Sana sadece ben dokunacağım, ben öpeceğim, benim yatağımda, benim kollarımda olacaksın. Seni kendimden bile koruyacağım. Artık durmam Yıkılmaz. Bütün yaralarını iyileştirene kadar durmam" dedi. Yutkundum.

İkimizinde göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. Gözlerimi açtım. Bana bakan gözlerini gördüm. Bana bakarken gözlerine denk gelmek en başından beri çok sevdiğim bir şeydi. Alnına düşen saçlarına baktım. Parmaklarım saçlarına uzandı. Saçlarını geriye doğru bıraktım. Gözlerini kapattı. Parmaklarım yüzüne indi. Önce kaşlarına dokundum, kirpiklerine, gözüne. Yanağında ki kirli sakalına dokundum her zaman aynı boyda duran ve yüzüne çok yakışan sakallarına. Dudaklarına dokundum, biraz önce dudaklarımda olan. Gözleri kapalı ona dokunmamı hissediyordu. Elimi ensesine götürdüm. Parmaklarım ensesinde şekiller çizerken gözleri hala kapalıydı. Parmak uçlarımda yükseldim ve sarıldım. İki eli de belimi bulurken sımsıkı sarıldı.

"Ellerini saralım" dedim ondan ayrılırken.

"Sen ringe otur geliyorum" dedi. Arkasındaki ringi gösterirken. Benden ayrıldı ve ileriye doğru gitti.

Burası kocaman bir spor salonu gibiydi. Ring bile vardı. Çeşitli spor aletleri vardı. Algılayamıyordum şu an. Biraz önce ne yaşamıştım onu bile hatırlamıyordum. İlerideki ringe yürüdüm kenarına oturdum. Elinde küçük bir acil yardım çantasıyla geliyordu. Aklıma bile gelmemişti, bir adamı sevebilecek olmam. Benim için çok zor duygulardı. Hemde bunu Çakıroğlu'na hissediyor olmam, çok zordu. Elindeki çantayı yanıma bırakıp karşıma bir tane sandalye çekip oturdu.

"Gözlerin bana her şeyi yaptırabilir" dedi. Ansızın. Gülümsedim. Gözleri dudaklarıma kaydı. "Ciddiyim" dedi. Daha çok güldüm. Uzandım, sağ elini tuttum.

"Daha akşam üstü sardım" dedim.

"Dokun diye kendime zarar veriyorumdur belki" dedi gözleri yüzümdeydi. Ne hissediyordu şu an? Ben öptüğü yerlerin iyileştiğini hissediyordum. Sanki hiç acımamış gibi geliyordu. Elindeki sargıyı açtım. Parçalanmıştı. Gözlerimi gözlerine çıkardım.

"Kendine zarar verme" dedim ikimizin üzerine de bir durgunluk çökmüştü.

"Başka türlü dokunmuyorsun" dedi. Uzun uzun gözlerine baktım. Verecek cevabım yoktu.

"Elini yıkamamız lazım" dedim. Gözlerimi eline indirdim.

"Gel" dedi. Elimdeki eliyle, elimi tutup kaldırdı beni. Diğer elime de çantayı aldım. Takip ediyordum. Biraz ileride bir kapı vardı. Beni oraya götürdü ve kapıyı açtı. İçerisi banyoydu. Lavaboya yaklaştım. Elini de çektim. Güldü.

"Neredeyse elini parçaladığına sevineceksin" dedim kızgın kızgın yüzüne bakarken.

"Seni getirdiler bana" dedi. Seni kendine getirdiler gibi daha çok. Beni çok zorluyordu. Elini bıraktım. Çantayı tezgaha koydum. Lavabonun tezgahı genişti, bende zıplayıp tezgaha oturdum. Yüzümü Çakıroğlu'na döndüm. Bıraktığım eline uzandım. Suyu açtım ve elini suyun altına soktum. Yüzüne baktım ufak bir acı emaresi arıyordum ama yoktu. Elindeki kanları temizledikten sonra dudaklarım eline ulaştı. Parçalığı elini öptüm sonra da krem sürdüm. Sargı bezini alıp sardım.

"Kollarımda uyu" dedi. Bakışlarımı yüzüne çıkarmadım ama güldüm. Diğer eline uzandım. Elinin sargısını çözdüm. Sağ elinden hiçbir farkı yoktu. Suyun altına tuttum, yavaşça bir elimle kan lekelerini ovaladım. Kurulayıp, öptüm ve kremini sürdüm. Bir adım daha yaklaştı bana. Güldüm yine bu hareketiyle. Sargı bezini çıkardım. Sol elini saracağım sırada sağ eli çeneme ulaştı. Çenemi tutup kendisine çevirdi. Kollarıma baktı.

"Canın ne kadar yandıysa bin katı yakacağım canını. Seni yaktı ya cehennem ateşini tattıracağım" dedi. Güldüm. Sinirlerim mi bozulmuş? Hayır hoşuma gidiyordu. Alpaslan'ın haklı çıkmamış olmasına seviniyordum. Yaptıkları için ona hesap soracak, yaralarımı sevgisiyle iyileştireceğine söz veren bir adamı sevdiğim için mutluydum.

"O sokağa iyi ki girmişim" dedim. Eli elimde, gözleri gözlerimdeydi. Gülümsedi. Eline döndüm. Sarması kalmıştı bir tek. Sargı bezini avuç içinden başlayarak sardım. Bitmişti.

Elini dizlerimin altından geçirdi, diğer elini de sırtıma koyarken beni tezgahtan kucağına almıştı. Ellerimi ensesinde birleştirdim.

"Ellerin acıyacak bırak beni" dedim.

"Bir daha sarman gerekecek minik kuş, duşa gireceğim" dedi.

"Çakıroğlu şaka mısın?" dedim sinirlenirken.

"Dokunuyordun, bölmek istemedim" dedi sinsi sinsi gülerken. Bende onunla güldüm. 

"Hayvan herif" dedim.

"Odamıza gidelim" dedi dudaklarını yalarken.

"Gidelim" dedim başımı iki yana sallarken. Başımı göğsüne yasladım. Gözlerimi de kapattım. Tek eliyle beni tutarken diğer eliyle hırkayı aldı yerden üzerime örttü. 

Merdivenlerden çıktı, garajın kapısını açtı.

"İyi misin abi? Yengem iyi mi?" diye sordu Can.

"İyiyiz" dedi sadece. Sesi biraz önceye nazaran daha sertti. Kapıyı açtılar eve girdi. Merdivenleri çıkıyordu.

"Sen her seferinde beni üç kat taşırken yorulmadın mı?" diye sordum.

"Sana sarılmaya bahanemdi" dedi. Yutkundum. Cevap vermedim. Çakıroğlu en açık sözlü olduğu günü yaşıyordu bence.
Odaya geldik. Beni yatağın üzerine bıraktı yavaşça.

"Ellerimi açman gerek" dedi.

"Boşver gel uyuyalım" dedim eline uzanırken.

"Hadi aç sargıyı çıkınca tekrar yaparsın" dedi. Bende onunla banyoya gittim. Çekmeceden makası aldım sargıyı avcunun içinden kestim. Diğerini de aynı şekilde kestim. Banyodan çıkmak için hareketlendim. "Gitmeye de bilir-" lafını kesen şey omzuna vurmam oldu. Güldü pis pis.

"Sapık" dedim çıktım banyodan.

Biraz önce ne yaşamıştık? Ben Alpaslan'dan sonra bir adamın bana dokunmasına izin mi vermiştim? İzin vermiş miydim yoksa Çakıroğlu aramızdaki çekimden aldığı güçle mi dokunmuştu? Aramızdaki çekim gözle görülecek kadar güçlüydü. İlk gün beni Yavuzdan korumak istediğinde elini belime koyup beni kendine çektiği o ilk andan itibaren yan yana geldiğimiz her an bir ip bizi birbirimize çekiyordu sanki. Gözlerini gördüğüm, kollarında olduğum her an bir güven duygusu hissediyordum. Kokusuyla uyuduğum zaman yıllardır böyle güzel uyumamıştım. Kollarında gözümü açtığım sabah, uyanmak istemedim. Bu an bitmesin istedim. Ben bana dokunulmasından ne kadar nefret ediyorsam Çakıroğlu dokunduğunda bunu hissetmiyordum. Dokunuşunda, gözlerinde güven veren o gözle görülmeyen şey. Çakıroğlu varsa bana bir şey olmaz düşüncesi. Bir ay içinde bana hissettirdiği şeydi bu.

İlk defa dokunmak, anlamak ve bir şeyler hissetmek istediğim bir adam vardı. Yaralı bir adam, yaralı bir kadın. Öptüğü yerlerin iyileştiğini hissettiriyordu ama bilmediği bir şey vardı. Bu gün birbirimize hiçbir şey itiraf etmemiştik. Çakıroğlu en başından beri sessizdi ve bu gün o sessizliğini bozdu. Aramızdaki çekim onu da zorluyordu. Bu odada ben sinir krizi geçirirken tutup beni öptüğü an gibi.

Çakıroğlu'na hiçbir şey anlatmamıştım henüz anlatır mıydım bilmiyorum. Bildiğim tek şey ben Çakıroğlu'na hala yasaktım. Yaralarımı öpmüş olması ona hemen güvenebileceğim anlamına gelmiyordu. Ben kolay şeyler yaşamadım. Benim canım hala alev alev yanıyor ben içimde de dışımda da cehennemin kendisini taşıyordum. Ateşimde kimseyi yakmak istemiyordum.

Çakıroğlu duştayken bende giyinme odasında üzerimi değiştirdim. Mor lavantalı saten pijama takımımı giydim. Saçlarımı açtım. Yüzümdeki makyajı sildim. Yatağın kenarına oturdum Çakıroğlu'nu bekliyordum. O da banyo kapısından çıktı. Gözleri üzerime kaydı sonra giyinme odasına girdi. Onunda vücudunda kesikler ve kurşun yaraları vardı. Çok nadir üzerini çıkardığı anlar oldu. Bende onun yaralarını tam anlamıyla görmüş değildim.

"Uykum geldi" diye bağırdım duysun diye.

"Geldim" dedi beyaz bir tişört ve siyah eşofmanıyla. Saçları ıslak alnına düşmüş.

"Bekle" dedim yerimden kalkarken. Cevap vermedi ama gözleriyle takip etti beni. Banyoya girdim, kurutma makinesini alıp odaya döndüm. Elinden tutup, yatağın kenarına getirdim. "Şimdi uslu bir adam ol" dedim gülerken.

"Tabi" dedi gülümserken. Yatağın kenarındaki prize taktım kurutma makinesinin fişini ve çalıştırdım. Sağ elimle makineyi tutarken sol elimin parmakları saçlarından geçiyordu. Her bir teline dokunuyordum. Gözleri kapandı dokunuşumla. Zaten sürekli kestirdiği için çok değildi saçları. İki dakika da kurumuştu. Makineyi kapattım. Kenara koydum. Gözleri hala kapalıydı. Sağ elimi ensesine indirdim. Baş parmağım kulağının altında diğer parmaklarım ensesinde saçlarının bittiği yerdeydi. Yavaş yavaş hareket ediyordu parmaklarım. Eğildim ve saçlarından öptüm. Çakıroğlu'nun elleri bir anda belimi bulurken beni kucağına oturttu. Bacaklarının üzerindeydim. Gözlerini açtı. Elim hala ensesindeydi. Elleri belimden boynuma çıktı. Boynumu kendine doğru çekti ve üst dudağımı dudaklarının arasına aldı. Gözlerim kapandı. Sol elim göğsüne indi. Geri çekilmek istedim, istediğimle kaldım. Çakıroğlu çok az geri çekilmişti. Dudaklarıma verdi nefesini.

"Kendime engel olmak istemiyorum" dedi.

"Çakıroğ-" dudakları alt dudağıma kapandı. Tırnaklarım ensesine batıyordu. Ayrıldı benden. Gözlerimi açmadım. Elleri tekrar belime inerken beni kendine çekti. Yüzü saçlarımla boynum arasında kaybolurken bende yüzümü omzuna yasladım. Dudakları boynuma dokundu. Bana derin derin nefes aldırıyordu hareketleri. Geri çekildi.

"Sen bana yasaksın" dedi boynumda aldığı derin nefesler dikkatimi dağıtıyordu. "Yasakları çiğnemek istiyorum" dedi. Geri çekildim. Gözleri, gözlerimi buldu.

"Ben sana yasağım" dedim. Durmalıydı. Aniden kucağındaki benimle ayağa kalktı. Eli belimi sıkı sıkı tutarken beni sırt üstü yatağa yatırdı. Kendisi de üzerimdeydi. Elim hala ensesindeydi. Gözlerini gözlerimden ayırmadı.

"Karşılık vermedin Yıkılmaz" dedi. Verirsem durmayacaktın çünkü.

"Yasağım çünkü" dedim. Önüme gelen saçlarımı geriye itti. Elimi indirdim.

"Zamanı var" dedi biraz daha üzerime eğilirken. Kısa ve hızlı aldığım nefesler yüzünden göğsüm hızla inip kalkıyordu. Çakıroğlu'nun göğsü de aynı durumdaydı. Gözlerini, gözlerimden çekip yanıma yattı. "Göğsüme gel" dedi. Derin bir nefes alıp kollarının arasına girdim. Başımı göğsüne yasladım. Solunda yatıyordum bu da kalbinin üzerine denk geliyordu. Sakinleşmiş kalp ritmi aynı hızda devam ediyordu. Kokusu uykumu getirdi. "Bu gün sana bir adım attım Yıkılmaz, sen benden bir adım kaçtın" dedi. Başımı göğsüne iyice yaslayıp kollarına saklandım. "Geriye gittiğin bir adımında ileriye koştuğun yüz adımında da yollar bana çıkıyor. Nereye gidersen git, nerede olursan ol benden bir adım bile gidemezsin. Gelip sığındığın, kaçtığın yer yine benim kollarım olacak" eli saçlarımı buldu. Yavaş yavaş, özenle dokunuyordu. Dudakları değdi saçlarıma. Kapanan gözlerime uyku hücum ediyordu. Kokusu da burnuma dolarken kendimi hem onun hemde uykunun kollarına bıraktım.

🕊

"Benim güzel sevgilim uyanmış mı?" diye bir ses duydum. Çakıroğlu'nun sesi değildi. Gözlerimi açtım. Beni hapsettiği kafesin içindeydim ben nasıl gelmiştim buraya.
Alpaslan bana doğru yürüdü. Kendimde bulduğum güçle yataktan kalkmak istedim ama yine ellerimde zincirler vardı. Beni yatağa bağlamıştı. Anlayamıyordum gece Çakıroğlu'nun kollarında uyurken gözlerimi nasıl burada açardım?

"Ben nasıl geldim buraya?" diye bağırdım Alpaslan'a. Çok içten bir kahkaha attı. Midem bulandı. Neydi bu kadar komik olan?

"Alptekin mi? Öldürdüm dün gece" dedi. Ne diyordu ne saçmalıyordu? Kıpırdandım, hareket etmek benim için çok zordu. Tanıdık, bildik bir histi bağlı olmak. Çakıroğlu ölmüş olamazdı. Sanki bir parçam kopmuş gibi hissettim.

"Ne diyorsun ne saçmalıyorsun sen Alpaslan" diye bağırdım tekrar. Olamazdı, olmamalıydı.

"Adımı haykırman çok hoşuma gidiyor sevgilim" dedi pis pis sırıtırken. Elinde tuttuğu şırınga nefesimi kesiyordu. "Kavuşmamıza özel olarak sana yapacaklarımı tahmin bile edemezsin çok eğleneceğiz" şırıngayı bana tamamen yaklaştırdığında çığlık atmak istedim. Bu zamana kadar attığım çığlıkları kim duymuştu ki bunu duyacaklardı.

"Bana dokunma" dedim. İlk defa Alpaslan'a bana dokunmamasını söylemiştim. Ben Çakıroğlu'nun karısıydım.

"Benim cesur kızım artık sesinde mi çıkıyor?" diye sordu parmakları kolumda dolanırken. Yatakta debelendim, kendimi ondan kurtarmaya çalıştım ama imkansızdı.

"Yapma" dedim zar zor çıkan sesimle. Yüzünü bana doğru eğdi, kulağımla boynum arasında bir yere konuştu.

"Daha başlamadım bile bebeğim" dedi. Sesi midemi bulandırdı, dokunduğu yerler yanıyordu. Gece Çakıroğlu'nun öpüp iyileştirdiğini hissettiğim yerler daha çok yanıyordu. Alpaslan'ın eli değmişti. Zincirler çok sıkıydı. Ellerim morarmıştı. Canım yanıyordu, Çakıroğlu yoktu.

"Bırak beni" dedim gözlerimi Alpaslan'ın yüzüne dikip nefret dolu bakışlarla.

"Bırakmak mı seni yeni buldum ben" dedi. Eli yüzüme dokundu yüzümü çevirdim ama durmadı. Alpaslan'ın eli göğsüme indi. Çırpınmam hiçbir işe yaramıyordu. 16 yaşımda da yaramamıştı 24 yaşımda da yaramıyordu. Alpaslan her zaman olduğu gibi galip geliyordu. Kendi yaptığı yara izlerine dokundu. Göğsümde, kalbimin üzerinde bıraktığı ize eğildi. Yok olmak istiyordum. Alpaslan'ın dudakları tenime değmeden ölmek istiyordum ama istediğim olmadı. Alpaslan'ın dudakları o ize değdi. Ben, Çakıroğlu'nun karısıydım.

"Dokunma, dokunma, dokunma" diye bağırmaya başlamıştım ama Alpaslan bundan keyif alıyordu.

"Yara izlerini başka bir adama öptürmek mi? Yaralarını sadece ben kapatabilirim" dedi. Dudakları tenimi yakıyordu. Tanıdık kokusu bana geçmişi hatırlatırken midem daha da bulandı. Tanıdık dokunuşları derimi canlı canlı yüzüyormuş gibi hissettiriyordu. Başka bir adamın dokunuşlarının tanıdık gelmesi gerekirdi. Kocamın dokunuşlarını ezbere bilmem gerekirken ben bir psikopatın dokunuşlarını biliyordum.

"Sen dokundukça daha da yara açarsın sadece dokunma Alpaslan" dedim. Oysa ki dudakları tenimdeydi hala. Çırpınıyordum, çırpınıyordum.

"Kanatlarını kopardım, tüylerini yoldum, ayaklarını da bağladım Nare. Sen bu hissi tanırsın, kimsesizliği iyi bilirsin" dedi. Dudakları yanağımdan boynuma kaydı. Başımı defalarca sağa sola sallamam onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Dokunuşlarına ara vermiyordu. Öldürmek istiyordum, paramparça etmek istiyordum. Ölmek istiyordum.

"Bırak" diye bağırdım, tenimin üzerinde aldığı nefesle güldü. Nefesini kesmek istiyordum ellerim kollarım bağlıydı.

"Dokunuşlarımı hala ezbere biliyorsun kocanın dokunuşları benimkileri unutturmadı mı?" dedi. Elleri belimi buldu beni kendine çekti. Teni tenime değdi. Yatakta öyle çırpınıyordum ki zincirler çok ses çıkarıyordu. Bileklerim kopacaktı kopsaydı da Alpaslan dokunamasaydı.

"Bırak, bırak, dokunma bana, nefret ediyorum senden dokunma bana" deli gibi bağırıyordum. Ben çaresizlik içinde kıvranırken Alpaslan gülüyordu. Cehennem ateşim harlandı, yıllardır hiç bu kadar yanmayan ateş artık cayır cayırdı.

"Tenine dokunmayı çok özlemişim sevgilim" dedi. Sadece elleri değil dudakları da dokunuyordu.

"Bana sadece bağlıyken dokunabilirsin çünkü" diye bağırdım.

"O zaman ömrümün sonuna kadar seni bağlayacağım" dedi. Elleri saçlarıma dokundu, eğildi saçlarımdan öptü. Kendimden tiksiniyordum. 

"Dokunma bana adi herif dokunma, bırak beni" diye bağırırken gücümde kalmamıştı çırpınmaktan. Direnemeyecek kadar yorulmuştum. Karşı koymalıydım, yapamıyordum.

"Yalvarsan da bağırsan da kimse seni duymayacak, o zamanda duymamıştı kanadı kırık kuş o yüzden sessiz ol" dedi. Eli üzerimdeki mor pijamamın düğmelerine gitti.

"Alpaslan nolur dur artık yalvarıyorum dokunma" diye bağırdım.

"Sen yalvarmazsın Nare kendin gibi davran" diye bağırdı. Korkuyordum, çok korkuyordum. Eli tenime değdi, gözlerimi kapattım. Görmek istemiyordum.

"Yalvarırım bırak, dokunma" diye bağırdım.

Soğuk bir su döküldü başımdan aşağı. Gözlerimi araladım. Gözlerine baktığım Çakıroğlu'ydu. Kucağında suyun altındaydım. İttim.

"Dokunma bana" diye bağırdım. Dokunmayın bana. "Git" dedim. Sağ elimle sol elimin bileğini ovdum. Gözlerim bileklerime gitti. Morluk görmüyordum ama sızlıyordu. Canımı yakıyordu bu zincirler.

"Sakin ol benim Alptekin" dedi. Tedirgin bakıyordu.

"Git istemiyorum çık" diye bağırdım. Nefes alamıyordum. Rüya mıydı? Dokunduğunu hissettim nasıl rüyaydı! Böyle rüya mı olurdu! Rüyalarımın bile merhameti yok. Rüyalarım bile acımasız.

"Gözlerime bak" dedi. Duşa kabinin içinde bir köşeye sinmiştim. Ayakta eli korkuyla bana uzatıyordu. İstemiyordum. Elime gelen şampuanı fırlattım. Sabunu, duş jelini.

"Çık, istemiyorum çık" diye bağırdım. Alpaslan dokunmuştu bana nasıl bakardım gözlerine.
Utanıyordum, rüyada bile çaresizdim. Rüya da bile karşı koyamamıştım. Gözlerim doldu. Yıllardır tek bir yaş akmayan gözlerim doldu.

"Tamam, tamam sakin ol çıkıyorum" dedi. Üstüm başım sırılsıklamdı. Alev alev yanıyordum bu soğuk su dindirir miydi?
Çakıroğlu çıktıktan sonra kapıyı kilitledim. Lavabonun üzerinde diş fırçalarımızla bir kaç bakım malzemesi vardı. Ben her şeyimi kaldırdıktan sonra geri çıkarmıştı. Aldığım gibi fırlattım.

"Yeter" diye bağırdım. "Yeter" kafamın içinden çık Alpaslan yalvarırım çık. Parmaklarımı saçlarıma geçirdim. Hem yoluyor hem vuruyordum. "Bırak, yeter" diye bağırdım tekrar her şeyi fırlatırken.

Üzerimdekileri çıkardım. Açık olan soğuk suyun altına girdim. Gözlerimi kapattım. Söyledikleri kulaklarımda çınladı. Duvara vurdum, defalarca kez.
Dışımın acısı içimin acısını susturana kadar vurdum.

Çakıroğlu'nu öldürdüm dediği anda hissettiğim kimsesizliği daha önce hiç hissetmemiştim. Öldüğü için Alpaslan'ın eline geçmiş olma düşüncesi beni deli ediyordu. Ben daha öncede Alpaslan'ın elindeydim. Bu çaresizliği hissetmemiştim. Sevmek için can attığım, dokunmasını istediğim bir adam varken bana dokunma düşüncesi beni çıldırtıyordu.

Elime aldığım lifi dudaklarının, ellerinin değdiği yerlere sürtüyordum. O kadar hızlı o kadar sert lifliyordum ki kanatmıştım.
Kollarımı, göğsümü, boynumu. Delirmiş gibi lifledim. Kirlenmiş hissediyordum, yıllar sonra yeniden. Çıkmayan bir kir üzerime yapışmış gibi. Kan akıyordu, yıllardır kabuk tutan yaraları kanatmıştım. Elimdeki lifi de alıp fırlattım. Çakıroğlu'nun iyi misin soruları cevapsız kalıyordu. Ses ver diye bağırışları da. Yere oturmuş dizlerimi kendime çekmiş, kollarımı da etrafına sarmıştım. Başımdan aşağı dökülen buz gibi suyun hiçbir önemi yoktu.

"Geçti Nare, rüyaydı" dedim kendi kendime teselli verirken.
"Geçti bak etrafına" dedim. Gözlerimi açıp nerede olduğuma bakarken. Biraz daha sakinleşmiştim. "İyisin, sana kimse dokunmadı" dedim. Kendi, kendimi ikna etmeye çalışıyordum. "Çakıroğlu yaşıyor Nare" dedim. Evet kapının önündeydi ve iyiydi. "Rüyaydı" dedim tekrar.
Sık ve kesik aldığım nefesler yerini sakin nefeslere bıraktı. Kalkmadım suyun altından.

Kollarına sığınıp ağlayacağım bir annem yoktu. Yaptıkları için Alpaslan'a hesap soracak bir babam. Kimsesizim diye yapmamış mıydı bunu zaten. Yalvarsan da bağırsan da sesini duyan olmayacak dedi. Alpaslan'ın en iyi bildiği şey benim çaresiz olduğumdu. Alpaslan'ın annesi ve babası vicdana gelip beni kurtarmaya gelmeselerdi muhtemelen hala elinde olurdum. Beni kurtarmak için gelen annesini ve babasını öldüren psikopat bir herifti.
Napıcaktım? Beni bağlayan zincirden kurtulmak için kendimi mi eğitecektim? Peki ya Alpaslan'ın ruhuma bağladığı zincir? Onu nasıl çıkartacaktım? Ondan nasıl kurtulacaktım?

Duşakabinden çıktım. Katlı bir şekilde duran mor bornozuma ulaştım. Giyinip önünü bağladım. Geçerken aynada kendimi gördüm. Vuramayacak kadar yorgundum. Gözlerimi aynadan çektim. Banyoya baktım, savaş alanı gibiydi. İçim gibiydi. Kapıyı açtım. Çakıroğlu o kadar yakındı ki açtığım gibi yüz yüze gelmiştik. Elim istemsizce göğsüme gitti. Bornozun önünü sıkı sıkı kapattım. Gözlerim ondan başka her yere bakıyordu. Geri çekildi. Yavaşça geçtim yanından. Giyinme odasına girdim. Üzerime hemen bol bir sweatshirt giydim. Altına da tayt giydim. Bornozu elime aldım. Banyoya geri döndüm. Çakıroğlu yerdekileri kaldırıyordu. İçeri girdim, yanından geçip bornozu kirli sepetine bıraktım. Tekrar geçmem gerekiyordu. Ben dağıtmıştım benim toplamam gerekiyordu. Yanından geçtim ve bir kaç adım attım. Arkamdan önümdeki kapıyı kapattı. Kolları, vücudu ve kapı arasındaydım, yapmamalıydı. Gözlerimi kapattım, sırtım ona dönüktü.

"Saçlarını yıkayalım" dedi. Biliyorum tereddütlü söylüyordu.

"Bu gün değil" dedim sesimi kontrol etmeye çalışıyordum. Ufak bir titreme de yenildiğimi kabullenirdim.

"Dokunduğumu hissetmeyeceksin bile" dedi. Biliyorum benim için biliyorum.

"Lütfen bu gün değil" dedim bir adım kapıya attığımda. Bileğimden tuttu, tuttuğu gibi çektim elimi.

"Dokunma" dedim refleksle. Sırtımı kapıya yasladım. Derin derin nefes alıyordum. Gözlerim yerdeydi.

"Bana bakar mısın?" dedi. Bir adım bana atarken. İyice yaslandım kapıya. Gözlerim attığı adımdaydı. "Bana bakar mısın?" diye sordu tekrar. Başımı iki yana salladım. Bakmak istemiyordum. Karşımdaki görüntü bir anlığına bile değişirse delirirdim. Yaşadığına bile kendimi zar zor ikna etmiştim.  "Bana bak Yıkılmaz" dedi hafif yükselen sesi gözlerimi sımsıkı yummama sebep olmuştu. "Benim Alptekin bak bana Çakıroğlu'yum" dedi. Ellerini iki yanımdan çekti. "Korkma, dokunmayacağım" dedi çektiği ellerini havaya kaldırırken. "Sakin ol söz veriyorum" dedi. Bir adım geri attı.

"Gözlerime bak" dedi. Gözlerim yerden yavaş yavaş o içinde kaybolduğum kahverengi ormanına çıktı. Kapısından bile giremedim bu sefer. Benim zincirlerim çekiyordu beni. Çakıroğlu'na adım attığım an zincirlerimin sesini duyuyordu kulaklarım.
Başımı eğip gözlerimi kapattım, ellerimle kulaklarımı kapattım. Görmek, duymak ve koku almak istemiyordum. Kulaklarımda zincirin sesine karışan Alpaslan'ın sesi. Göz kapaklarımda bana dokunurken zevkten dört köşe olmuş gülümseyen yüzü. Burnuma gelen o mide bulandırıcı kokusu. Kapının dibine çöktüm. Dizlerimi kendime çekip, başımı dizlerime gömdüm. Ellerim hala kulaklarımdaydı, duymak istemiyordum. Göz kapaklarıma asılı kalanları görmek istemiyordum.
Bir el dokundu, kulaklarımdaki ellerime. Kulağımdan ayırdı ellerimi. Ellerimi kurtarmaya çalışırken kucakladı beni.

"Bırak beni" dedim. Bıraksın nolur. Çırpınıyordum, fayda etmiyordu. Kucağından beni indirmeden yatağın içine girdi. Daha çok çırpındım. "Bırak beni, dokunma bana" dedim. Ezberlemiş gibi başka cümlem yokmuş gibi. Aslına bakarsan yoktu. Ben bunlardan başka cümle bilmiyordum. Yorganı üzerimize örttü. Başımı göğsüne yasladı. Gözlerim hala kapalıydı. Ellerimi sıkı sıkı tutuyordu. Çok çırpındım, yoruldum. Gücüm kalmadı yine.

"Şşş" dedi Çakıroğlu. "Sadece beni duy, beni gör ve benim kokumu içine çek" bir eliyle yüzümdeki saçlarımı geriye atarken diğeriyle kaçmayayım diye beni sıkı sıkı tutuyordu. "Sen sadece benimsin, benim güzel karımsın" elinin tersi yüzümde dolanıyordu. Dokunuşları beni sakinleştirdi anlamadığım bir biçimde "Canın, bedenin, ruhun ve duyguların benim unuttun mu?" baş parmağı dudaklarıma dokundu. "Sen katilin beyaz kuşusun" parmakları saçlarıma dokundu. "Karanlık dünyasında kanat çırpan, katile iyi olmak için umut veren o beyaz kuşsun" dedi. Sözleri, dokunuşları beni tamamen sakinleştirmişti. "Bana bak beyaz kuşum" dedi. Gözlerimi açtım. Derin bir nefes aldı ve gülümsedi. Biraz daha devam etti yüzümü okşamaya ve beni sakinleştirmeye. Nefes alışverişlerim normale döndü.

"Saçlarını yıkayabilir miyim?" diye sordu. Sanki ürkek bir kuşun kanadına dokunur gibi dokunuyordu bana. Başımı aşağı yukarı salladım sadece. O kucağındaki benimle tekrar kalktı. Üzeri ıslaktı ve üstünde kurumuştu. Duşa kabinin içine değilde ilerideki küvetin içine bıraktı beni. Havlu aldı çekmeceden. Başımı koymak için havluları küvetin kenarına koydu sonra da başımı havluların üzerine bıraktı. "Başın acımasın diye havlu koydum" dedi. Suyu açtı ve ılıttı. Ilık suyu zaten nemli olan saçlarıma tuttu. Yerde dizlerinin üzerinde saçlarımı yıkıyordu. "Suyu saçlarında dolaştırıyorum"  gözlerimi kapattım. Şampuan kapağının açılış ve kapanış sesini duydum. "Saçlarına şampuan süreceğim, biraz fazla hissedebilirsin ellerimi" elleri yavaş yavaş derime değdi. Yara yaptığım yerlere dokundu. Derin bir nefes aldı.

"Şimdi durulayacağım" suyu tekrar saçlarıma getirmişti. Yüzüme gelmemesine özen gösteriyordu. "Şimdi çekmeceden tarağını alacağım ve krem sürdüğümde tarayacağım. Biraz  dolaştırmışsın onu çözeceğim ama canını yakmayacağım" dediğini yaptı. Önce kremi sürdü biraz saçlarıma yedirdikten sonra yavaş yavaş tarağı saçlarımdan geçirdi. Takıldı, tekrar denedi. Açamıyordu. Elimi uzattım arkama doğru elime bıraktı tarağı. Küvetin içinde dikleştim. "Saçlarını kaldırıp sırtına havlu koyacağım" saçlarımı kaldırdı havluyu bıraktı omuzlarıma bende saçlarımı iki yana ayırıp önüne aldım. Baştan aşağı doğru çektim tarağı takıldı. Daha sert çektim indi. Sertlik seviyesini artırıp resmen saçlarımı yolarak tarıyordum. İki tarafı da açmıştım ama tarak çok fazla saçtı. Umarım kafamda saç kalmıştır. Tarağı elimden aldı daha fazla yolmayayım diye. "Şimdi yaslan tekrar, durulayacağım" dediğini yaptım ve yaslandım. Bana nazaran parmakları yok gibi değiyordu saçlarıma, duruladı. O da ıslanmıştı bende ıslanmıştım. Üzerindeki beyaz tişört üstüne yapışmış kaslarını ortaya çıkarmıştı. "Şimdi havluyla saçlarını saracağım" dedi.

"Hayır böyle kalsın" dedim tekrar küvette dikleşirken.

"Tamam gel odada kurulayalım" dedi. Elini bana uzattı. Uzattığı elini tuttum. Gözleri elime kaydı.

"Hasta olacaksın sıcak duşa gir öyle gel" dedim üzerine bakarken.

"Saçlarını kurulayım girerim" dedi. Ben küvetten çıkmıştım o da önümde duruyordu. Aramızdaki mesafe yok denecek kadar azdı.

"Şimdi, Çakıroğlu 10 dakika sonra gelsen de olur" dedim. Gözlerine baktım sonunda kaslarından gözümü çekip. Gülümsedi. Aramızdaki mesafeyi tamamen kapattı.

"Önce saçların" dedi. Çok yakındı dengemi kuramıyordum. Ellerimi kollarına koydum. Elleri belimi buldu.

"Önce sen Çakıroğlu" dedim.

"Böyle bakmaya devam edersen senden ayrılabileceğimi sanmıyorum" dedi. Beni kendine daha çok çekerken. Kokusu.. O tanıdık kokusu. Benden mi geliyordu?

"İkimizi de ıslatıyorsun" dedim hafif bir tebessümle. İki saat önce burada deliren ben değilmişim gibi gülümsedim.

"10 dakika sonra içerdeyim" dedi ama beni kucakladı. Banyodan çıktı ve yatağa geldi. Yavaşça yatağa bıraktı ve banyoya girdi.

Üzerimdeki ıslanmıştı bende yavaş hareketlerle giyinme odasına girdim. Çakıroğlu'nun sweatleri çarptı gözüme. Siyah kapüşonlu olanı aldım elime ve üzerimdekinden kurtulup onunkini giydim. Buram buram Çakıroğlu kokuyordu. Dokunuşları tanıdık almasa da kokusu çok tanıdıktı. Ona dair bir şey tanıdıktı. Gülümsedim buna. Giyinme odasından çıktım ve yatağa döndüm.

Ne hissediyordum? Ne düşünüyordum? Bilmiyordum. Karmakarışık, karman çormandım. Bildiğim tek şey cehennem ateşini tekrar hissettiğimdi. Çakıroğlu ne hissediyordu? Ne düşünüyordu? O da mı karmakarışıktı?

Banyodan çıktı üzerindeki bornozla. Hızlı bir şekilde giyinme odasına girdi. İki dakika geçmeden içeriden gri bir eşofman takımıyla geldi. Yatakta beni bıraktığı gibi oturuyordum ama o üzerimdeki değişikliği fark etmişti hatta gülümsedi.

"Kurutma makinesini burada bırakman işimize yaradı" dedi gülümserken. Saat kaçtı? Sabah mı olmak üzereydi? Elini uzattı "Gel, kurutalım" dedi. Gözleri ellerime kaydı. Yine parçaladığım ellerime. Belki içimin acısını susturur diye defalarca vurduğum ellerime. Şişmiş, morarmış ve kanlar vardı, yutkundu. Tuttum uzattığı eli. Beni yatağın kenarına oturttu ve makineyi çalıştırdı. "Saçlarını kurulayacağım" parmakları yavaş yavaş her bir teline dokunurken çok nazikti. "Sayende saç kurutmaya alıştım" beni düşüncelerime dalmama izin vermeden tekrar ve tekrar konuşturmaya çalışıyordu "Saçların sana çok yakışıyor" dedi.

"Ellerine daha çok yakışıyor" dedim gülerken. Aynadan görüyordum, sırtını ve hareketlerini. Kocamandı önümde. Beni her şeyden koruyup kollayacak kadar büyük geliyordu gözüme. Beni korusun, kollarında saklasın istiyordum çünkü.

"En çok bana yakışıyorsun" dedi eğildi ve başımın üzerinden saçlarımdan öptü. "Şampuanım da çok yakıştı" derin bir nefes aldı ve "Sweatim de çok yakışmış beni baştan çıkaracak kadar" dedi. Sesli güldüm bu söylediğine.

"Baştan çıkmasaydın kocacım o senin sorunun" dedim hala gülerken. Hareketleri yavaşladı ve karşımda diz çöktü. Ciddileştim bu hareketiyle. Makineyi kapattı ve komidinin üzerine bıraktı. Yüzünü tekrar bana döndü.

"Ne gördüğünü anlatmak ister misin beyaz kuşum?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. Kendimi biraz geri çektim. "Tamam, tamam sadece sordum belki sormamı istiyorsundur diye" ellerini dizlerimin üzerine koydu "Uyuyacağız şimdi" dedi.

"Uyumak istemiyorum" dedim. Tekrar uyursam göreceklerimden korkuyordum. Bir daha yaşayacak gücüm yoktu.

"Ne yapalım istersin? Onu yapalım" dedi. Gözleri yüz ifademdeydi. Sözlerimden çok ona dikkat ediyordu.

"Sallanmak istiyorum, göğsüne uzanıp" dedim.

"O zaman rotamız bahçe" dedi bir elini bacaklarımın altından geçirirken diğer eli sırtımı buldu.

"Uçur bizi kaptan" dedim gülerken. Beklemiyor olacak ki o da sesli güldü. Sırtımdaki eli beni kendine bir an için çok yaklaştırmıştı. Adımı ağzından duymak istiyordum. Dudaklarından adım çıksın istiyordum. Odadan çıkmadan önce konuştum. "Çakıroğlu"

"Efendim Çakıroğlu'nun beyaz kuşu, söyle" dedi gözleri, dudaklarımla gözlerim arasında gidip gelirken.

"Adımı söyler misin?" diye sordum. Beş yaşında gibi gözlerim dolu dolu sormuştum. Onun sesinden adımı duymak bile tanıdık değildi. Kararsız kaldı. Söylemek istiyordu evet ama ben hala Çakıroğlu derken o nasıl Nare diyecekti. "Tamam vazgeçtim hadi gidelim kaptan" dedim gülümserken.

"Şebeklik yapmamak senin lehine olur küçük hanım" dedi. Gülümsemem onu da gülümsetiyordu.

"Küçük bey aşık olurum diye mi korkuyorsun?" dedim sessiz sessiz sanki bir sır verir gibi kulağına doğru.

"Eğer biraz daha konuşursan rotamız yatak olarak değiştirilecek" dedi aynı benim gibi sessiz sessiz kulağıma konuşurken. Kahkaha attım bu hareketine.

"Ben sana yasağım" dedim tekrar minik minik harflerle.

"Yasaklara hiç uymam küçük hanım" dedi. Beni daha çok kendine çekerken.

"Saat kaç küçük bey?" diye sordum. Sessiz konuşmaya devam ediyordum ve gülüyordum buna. Ben güldüğüm için o da bana uyuyordu.

"Sabah olmak üzere" dedi ve bizi kapıdan çıkardı. Merdivenleri yavaş ve sessiz inerken beni de sıkı sıkı tutuyordu.

"Günlük ağırlık kaldırma seansı" fısıldarken söylediğim için komikti yine güldüm.

"Sayende spor salonunun yolunu unuttum" dedi sinsi sinsi gülerken.

"Yaramaz mıyız biraz?" diye sordum yine sessizce. Merdivenlerde durdu. Yüzünü yüzüme eğdi.

"Sen yaramazlık görmemişsin küçük hanım" dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve arkasına güldüm. O da bu hareketimle güldü.

"Böyle güzel gülünmez be adam" dedim. Gözleri dudaklarıma kaydı.

"Böyle güzel bakılmaz be kadın" dedi. Alnını alnıma yasladı, gözlerimizi kapattık.

İçimde bir yerde deprem oluyordu, artçılar çoğalıyor ellerimle yaptığım duvarlarımı yıkıyordu. Bakışları, sözleri ve dokunuşlarıyla yapıyordu bunu. Bunlar artçı depremdi ben ilk depremi o gece sokakta karşılaştığımızda yaşamıştım. İçimde yarattığı depremlerle bir gün dağ yapıyor bir gün ova bir gün göl bir gün çöl. Hem yıkıyordu hem de yapıyordu. Derin bir nefes aldı ve yüzünü çekip merdivenleri inmeye başladı. Direkt dış kapıdan çıkmıştı bahçeye.

"Abi yengem iyi mi hastaneye mi? Nereye?" diye peşpeşe soru soran Can'a güldüm ben.

"Salıncağa pike getir" dedi Çakıroğlu aniden değişen o ses tonu. Bana yumuşayan sesini çok seviyordum ama bu sert otoriter kendinden emin sesi beni kendine hayran bırakıyordu. Can fırlamış içeriye girmişti. Salıncağa geldik. "Telefonun burada" dedi eğilip onu alıp üzerime bıraktı. Sonra da beni salıncağın içine yerleştirdi. Gözleri bir salıncağın zincirine gitti, kahkaha attım bu hareketine.

"Taşımaz diye mi korktun?" dedim.

"Düşersek?" dedi sol gözünü kırpıp başını hafif sağa çevirdi.

"Düşeriz" dedim kahkaha atmaya devam ederken.  Başını iki yana salladı, ben seninle ne yapacağım der gibi.  Cevap vermedi ama güldü. Can pikeyi getirdi ve uzaklaştı. Çakıroğlu elindeki pikeyi üzerime örttü sonra da onun için bıraktığım alana yerleşti. Sağ kolu havaya kaldırdı. Bu göğsüme yat demekti sanırım. Başımı kaldırdım o da kolunu başımın arkasından geçirdi. Ben göğsüne yerleştim. O da elini sırtıma koydu.

Gözlerimi gökyüzüne çevirdim, bulutlar vardı. Mesela üzerimizdeki bulut kocaman bir ayıcığa benziyordu. Sağ elimle Çakıroğlu'nun karnını dürttüm ve hemen peşine parmağımı gökyüzüne kaldırdım.

"Çakıroğlu baksana kocaman bir ayıcık" dedim gülerken. Güldüğüm ayıcık değil Çakıroğlu'ydu. Karnına dokunduğum an gerilen kaslarına gülmüştüm.

"Bak, bu da yıldıza benziyor" dedi. Parmağıyla hafif solumuzda kalan tarafta bir bulutu işaret ederken.

"Bak şu bulut A harfine benziyor" dedim. İleride yıldız'ın çaprazında kalan bulutu gösterirken.

"Bize Ç lazım" dedi.

"Laf mı soktun?" diye sordum. Hafif yerimden kıpırdandım.

"Sakın kıpırdama bak düşeriz" dedi. Tam sinirleniyordum güldüm bu söylediğiyle.

"Soruma cevap ver" dedim gülerken bir yandan ciddileşmeye çalışıyordum.

"Sesinden duyduğum hiçbir şeyden şikayetçi değilim" dedi gözlerimin içine bakarken yalan söylemediği barizdi.

"Biliyor musun biraz önce yukarı da fikrimi değiştirdin" dedim. Aslında hiç açılmaması gereken bir konuyu açarken.

"Hangi konuda" diye sordu. Merakla gözlerime bakarken.

"Çocuk konusunda" dedim. Artık bende ciddiydim. Sağ elim, Çakıroğlu'nun karnın üzerindeydi.

"Benden istemediğin fikrin mi?" diye sordu. Kırgınlık belirtisi verirken.

"Bir çocuğum olacaksa Çakıroğlu, senden olsun isterdim" elimi kalbinin üzerine koydum "Elleri, boyu, kalbi sana benzesin isterdim" parmaklarım göğsünün üzerinde şekiller çiziyordu "Bir tane kız çocuğu" gülümser gibi olsa da toparladı "Hissediyorum ben olmasam da sen onu bu dünyada kimsesiz bırakmazsın" eğildim ve kalbinin üzerinden öptüm. Bu onu ilk öpüşümdü "Bence dünyanın en iyi babası olurdun" dedim. Gözleri dolar gibi bakışları değişti.

"Gözleri ve saçları sana benzeyen küçük bir kız çocuğu" dedi düşünür gibi "Hayali güzel" diye bitirdi cümlesini.

"Hayal kuralım o zaman" dedim tekrar göğsüne yerleşirken.

"Nasıl yani?" diye sordu bütün vücut kasları gerildi.

"Hayal kuracağız sen ve ben" dedim gülerken. "Uzun zamandır hayal kurmadığını biliyorum ben yardımcı olacağım" dedim o tereddüt ettiği için.

"Tamam" dedi ama isteksiz çıkmıştı sesi. Ben istiyorum diye tamam diyordu ama ona da iyi gelecekti bu hayal.

"Şimdi gözlerimizi kapatıyoruz ve benim dediklerimi düşünüyoruz" dedim. Aniden kalkıp yüzüne baktım "E hani kapatmamışsın oyunbozan" dedim dudak bükerken. Gerginleşen kasları rahatladı ve yüzüne bir gülümseme geldi.

"Kapattım" dedi ben ona bakarken ve kapatmıştı. Şimdi hayalimize geçiyorduk.

"Nasıl tanışalım? Hiç başka zamanda tanışsak nasıl olurdu diye düşündün mü?" diye sordum.

"Milyonlarca kez" dedi sert sesiyle.

"Ne zaman düşündün?" diye sordum. Gerilen bu sefer bendim.

"İlk gece bu salıncakta uyuya kaldığında, Emir seni vurduğunda, seni vurmak zorunda kaldığımda, gözlerine baktığım her dakika, seni kollarımda taşırken benim olmadığın gerçeğiyle yüzleştiğim her anda" dedi. Yutkundum söyledikleriyle. "Sen ne zaman düşündün?" diye sordu.

"Beni vurduğunda" dedim "Gözlerinin içine bakıp bana ateş etmesine izin verdiğim bir adam vardı karşımda" derin bir nefes aldım "Güvendiğim bir adam" gülümsedi. "O zaman önce ben hayal edeyim kendi istediğim gibi sonra da sen" dedim.

"Bakarı-"

"İtiraz kabul etmiyorum kocam" dedim gülerken. Başını salladı sadece. İçinden sövüyor muydu acaba.

"Sokak yarışlarındayız, anahtarına yarışıyoruz. Ben çizgide beklerken yanıma sen yanaşıyorsun. Gözlerim sadece hedefte olduğu için seni görmüyorum. Başlama düdüğünü duyduktan sonra gaza basıp hızlı bir çıkış yapıp seni yeniyorum. Bitiş çizgisinde camı açıp gel benimle diyorum. Sende arabanla peşime takılıyorsun. Işıklarda duruyoruz. Camı tekrar açıp önümüzdeki iki ışık eğer kazanırsan araban sende kalır Buzlar kralı diyorum gülüyorsun bu söylediğime. Ben de gülüşünde takılı kalan gözlerimi önüme çeviriyorum. Kim uğraşacak ya aşk falan" derken kahkaha atmıştım Çakıroğlu belimdeki eliyle beni cimcimlemişti. Evet evet. "Ne kadar ayıp insan yeni tanıştığı birini cimcikler mi? Neyse. Yeşil yandığı gibi gaza basıyoruz. Burun farkıyla kazanıyorsun. Gel diyorum sen de geliyorsun. Evimin önünde duruyoruz. Arabalardan inmiş karşı karşıyayız. Kahve? diye soruyorum dememi bekliyorsan yanılıyorsun kocam. Ayıp insan daha iki kelam etmediği birine kahve teklif eder mi?" Kahkahalarım güçlenmişti. Çakıroğlu da gülümsüyordu.

"Bozma bak hayalim hava da asılı kalıyor" dedi gülerken.

"Çay? diye soruyorum maksat içimiz ısınsın ama çok yorulmuşuz ikimizde. Olur diyorsun. Sende az fena değilsin he yaramaz. Sonra içeri giriyoruz. Ben bize çay demliyorum. Sandviç yapıyorum acıktık da sonuçta. Birbirimiz hakkında sorular soruyor, sohbet ediyoruz. Hayale bak gerçekteki kocamla hayalde sohbet ediyorum. Neyse uykumuz geliyor ama saatin farkında bile değiliz sabah olmak üzere ben koltukta uyuya kalıyorum. Sende beni kucağına alıp odama çıkarıyorsun. Yatağıma yatırıyorsun, üzerimi örtüyors-"

"Bu kadar uslu bir adam değilim" dedi lafımı keserken.

"Sana bir çarparım varya" diye yükseldim. "Ne yapacaktın? Kız uyumuş!" diye söylendim.

"Uyuya kalmasına gelmeden konu başka yere gelir-" sağ elimi dudaklarına bastırdım.

"Sus yoksa koca katili olurum" dedim gülerken.

"Hayalimdeki kadın da sensin" dedi ciddileşirken.

"Ben değilim sonuçta sus" dedim tekrar ağzını kapattım. Güldüğünü parmaklarıma değen dudaklarından anlamıştım. "Neyse. Üzerimi örtüyorsun ama ben elini tutup gitme diyorum. Seni yanıma çekip göğsüne yatıyorum. Ben çok uyuyamam. Uykularım hep bölük pörçüktür. O gece senin göğsünde deliksiz bir uyku uyuyorum. Gözlerimi açıyorum sabah olmuş. Yüzünü inceliyorum. Bitmesin istiyorum. Her sabaha böyle uyanayım, her gece böyle uyuyayım" dedim. Güldü.

"Beğenmedim, bu hikayede de dokunamıyorum sana" dedi.

"Fesatsın, sapıksın" dedim elimle göğsüne vururken.

"Âh" dedi yalandan sol eliyle elimi yakalamaya çalışıyordu.

"Beter ol" dedim sinirlenirken.

"Benim hayalimi dinlemeye hazır mısın? Katilin beyaz kuşu" diye sordu elimi yakalamış beni sakinleştiren dokunuşunu yapmıştı.

"Beğenmedin mi benim hayalimi ya! Benim bu hayatta kurduğum ilk hayaldi bu! Acemiyim" dedim ters ters bakarken.

"Senin gibiydi, heyecanlı, maceralı ve masum" dedi. Gözlerine baktım.

"Anlat hadi" dedim gülerken göğsüne geri yerleştim.

"Kapattın mı gözlerini" dedi, başımı salladım.
"Başlıyorum" dedi ciddi bir işe başlar gibi.

Continue Reading

You'll Also Like

32.6K 1.6K 10
İntikam hırsı bir insanı en yavaş öldüren zehirdir. |°| Ben Sevda. Bir tek adı doğru Sevda... Hiç bilmeden kanlı ellerden kaçan ama en sonunda o kanl...
198K 7K 31
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
24.3K 864 8
Hiç bişeyden habersiz kuzenleriyle Mardin'e giden Bi genç kız olacaklardan habersiz Nerden bilebilirdi ki başına bunların geleceğini...
5.8K 355 7
"İnsan kendini cam kenarında öldürebilirmiş hem de hiç atlamadan." Sevdiğim insanları bir camın kenarında beklerken dedem söylemişti bunu. Babam yer...